- 10

16.1K 972 30
                                    


11. Bölümü yazmaya başladım, fazla geciktirmemeye çalışacağım. :)

İyi okumalar...

-

Kıyının hemen yanından itibaren sıklaşmaya başlayan ormana girdik. Burada yolumuzu nasıl bulacağımızı düşünürken Bruce altındaki siyah şeytanı sol tarafa doğru yönlendirdi. Tabi ki nereye gideceğini biliyordu, o ve klanı bu ormanın avucunda büyümüşlerdi.

At hızlı olmayan adımlarla ilerlerken hafifçe sarsılıyordum. O ise yılların verdiği aşinalık ile çok sağlam duruyordu atın üzerinde. Arada bir çarptığım göğsünde hiçbir hareketlenme yoktu.

Hafif bir rüzgar esince eşsiz kokusu burnuma doldu. Orman, gökyüzü ve nehir kokuyordu... Bu muhteşem kokuyu başka şekilde tarif edemezdim. Üstelik beni sarhoş edecek kadar yoğundu.

Gözlerimi karnıma indirdim ve belimi tamamıyla kavrayan güçlü kollarına baktım. Sıcaklığı tüm bedenimi ele geçiriyordu. Öyle ki aslında burada oluş nedenimi dahi unutmuş gibiydim.

Sahi, ne için gelmiştim ben buraya? Onun bu ezeli değişimine neden olan aşkını öğrenişimin sebep olduğu travma için değil mi?

Öyleyse neden onun yanındayken böyle kaybediyordum kendimi? Neden hiçbir şeye odaklanamıyordum? Neden zihnim uçuyordu?

Ormanın dingin sessizliği içerisinde daha ne kadar süre gittik bilmiyorum ama bana çok kısa gelmişti. Yol boyunca da hiç konuşmamıştık. Dönüp yüzüne bakmaya ise cesaret edemiyordum. O yeşilden alev gözleriyle karşı karşıya gelmek hiçbir zaman hazır olduğum bir şey değildi.

Islak saçlarım yüzünden de biraz titremeye başlamıştım ki kalenin surları göründü. Üzerimdeki çok da kalın olmayan cekete biraz daha sarınırken Bruce atı hızlandırdı. Ama at sırtında özellikle de her an üzerimden düşecekmiş gibi duran bol bir ceketle yolculuk yapmaya çok da alışkın olmadığım için biraz bocaladım. Atın hızlı adımları ile sarsılırken bacaklarımın üst kısmı biraz açıldı ve ben de onu kapatmaya çalışırken ceketin omuz kısmının biri omzumu açık bırakacak şekilde hafifçe düştü.

Tedirginlikle omzuma baktım, çünkü zaten hızlı ilerleyen bir at üzerinde dengede durmak yeterince zordu, ben bir de bacaklarımı kapatmaya çalışıyordum, şimdi bu ceketi omzuma geri nasıl çekecektim?

Omzumda hissettiğim el ile irkildim. Öyle ki o elden yayılan sıcaklık, anında tüm bedenime yayıldı ve ironik bir şekilde titredim. Ama çabuk bir hareketle ceketin omuz kısmını çekti ve açıkta kalan omzumu kapattı. Şaşkınlığımı ve üzerimde bıraktığı etkiyi atlatamadan büyük kale kapısından siyah şeytanın üzerinde içeri daldık.

Saçlarımın kuruyan kısımları hızdan oluşan rüzgarda arkama doğru savruluyordu. Neyse ki girişteki nöbetçi birkaç asker dışında etrafta pek insan yoktu da kimse beni bu şekilde görmemişti. Evlerin yoğunlaştığı sokaklara girdiğimizde de etrafın iyice boş olduğunu görmek beni daha da rahatlattı ve derin bir nefes aldım. Ne olursa olsun kimsenin beni böyle görmesini istemiyordum.

Lordun ceketine sarınmış, onun atının üstünde ve çıplak... Kesinlikle peşin hüküm verilebilecek bir görüntüydü.

Kennis ve annesinin evini kısa bir yön tarifinden sonra kolayca bulmuştu. Evin önüne gelince atı durdurdu ve usta bir hareketle önce kendi indi. Ardından da beni belimden kavrayarak, ufak bir çocukmuşum gibi kolayca kucağına aldı. Bu sırada ise hiç benimle gözgöze gelmemişti...

Acaba bilerek mi yapıyordu? Bilerek mi gözlerini çekiyordu? Belki de bilerek yapmasına gerek yoktu, gerçekten ufacık bile olsa ilgisini çekmiyordum... Bu fikir kalbimin derinliklerini yakarken yerdeki sert taş parçalarını çıplak ayağımın altında hissettim, beni yere indirmişti.

Kurtarıcı ve MaviWhere stories live. Discover now