(43) Sol Göğsümdeki Damga

Start from the beginning
                                    

"Seni bulduğumda başın büyük belada!" (20: 38)

Son mesajı bir saat öncesine aitti. Bana ulaşamadıkça çıldırıyor olmalıydı. "Müstahak sana," diye homurdanıp telefonu çantama koydum.

On dakika boyunca gecenin bir yarısı bir durakta oturup yağan karı izledim. Hayatımın gidişatını ciddi anlamda sorguladığım anlardan birini yaşıyordum. Ta ki birbiri ardına kaldırıma yanaşan siyah arabaları görene kadar. Gerildim. Karun gelmişti. Tüm gün beni bulamamışken şimdi nasıl buldu. Kahretsin! Kapalı telefonu açtıktan on dakika sonra yerimi bulmuştu. Telefonumda takip cihazı mı var? Hassiktir! Kocaeli'nde uzun süre bizi ormanda aradıktan sonra telefonuma takip cihazı veya takip programı yüklemiş olmalı.

Karun arabadan bir hışımla dışarı çıktığında iliklerime kadar titredim. Fazla sinirli görünüyordu. Öyle ki sinirle aldığı hızlı soluklar yüzünden göğüs kafesi sarsılıyor, geniş omuzları hareket ediyordu. Attığı her adımla sinirinden kaldırım taşını parçalamak ister gibi yürürken, "Bu saate kadar hangi cehennemdeydin!" dedi gür bir sesle. Endişeden deliye dönmüş gibiydi.

Çatık kaşlarının altında bana kızgınca baktığı için buz saçağı gözleri ödümü kopartıyordu. "Seni defalarca kez aradım!" Yüksek çıkan sesinin desibelini kontrol edecek durumda değildi. Bana doğru hızlı adımlarla yürüyüp tam karşımda durduğunda yumruklarını sıkıyordu. "Ne işler karıştırıyorsun?"

"Ben-" demiştim ki apar topar beni arabaya bindirdi. Ağzımı bile açtırmadan sert bir ifadeyle, "Tek kelime etme," diyerek beni susmam için uyardı. "En azından ben biraz sakinleşene kadar," dedikten sonra yanıma oturup kapıyı kapattı. "Gidelim!" Şoför bir saniye bile beklemeden arabayı çalıştırmıştı.

Yüzünü sinirle ovuşturduğunu görünce sakin bir sesle, "Neyin var?" dedim. İnanamayan gözlerle bana bakıyordu. "Bunu gerçekten soruyor musun?" Pişkinliğim karşısında bir küfür savurup, "Baş belası bir karım var daha ne olsun!" dedi. Cümlesini daha yeni bitirmişti ki kendine kızar gibi dilini ısırdı. "Eski karım."

Yerimde kayarak ondan iyice uzaklaştım. "Bunu bana hatırlattığın için teşekkür ederim." Cama iyice yaklaşarak aramıza iki kişilik mesafe koydum. "Benden önce kendine hatırlat ki dilin sürçmesin eski kocam."

Başını çevirip hızla bana bakınca artçı şoklarla yükselen öfkesi yerime sinmeme neden oluyordu. "Ben senin eskin değilim!" Beni boşayan o değilmiş gibi dişlerini sıkıp, "Kocam demeyeceksen eski kocam da deme," diyerek beni tersledi.

"Ne diyeyim Allah'ın cezası, beni boşadın sen!"

Çenesinde bir kas seğirdi. "Neden yaptığımı iyi biliyorsun ancak konumuz bu değil." Oturuşunu dikleştirdi. "Telefonunu açmayarak bu saate kadar ne yapıyordun?"

Yalandan esnedim. "Uykum var daha sonra söylerim. İzin verirsen yolculuğun kalanını seninle tartışmak yerine uyuyarak geçirmek istiyorum."

"Önce şu saate kadar nerede ve kiminle olduğunu söyle."

"Sana bir şey söylemek zorunda değilim."

Çıldırmak üzereydi. Şakaklarındaki damarlar belirginleşirken sıktığı dişlerinin arasından, "Bige, sabrımı zorluyorsun!" dedi sertçe. Bana böyle hitap etmesinden nefret ediyorum. Eskisi gibi bana Saka demesini özlemiştim.

"Bana bağırarak nerede olduğumu öğrenemezsin!"

"Ulan sen kendi sesinin farkında mısın?"

"Bana ulan deme karşında koruman yok senin!"

Aramızdaki mesafeyi o kadar hızlı kapatmıştı ki kaşlarını çatarak, "Üste çıkmayı bırak bundan bu kadar kolay kurtulmana izin vermeyeceğim!" diyerek beni susturdu. Dik dik birbirimize bakarken bakışlarıyla beni eziyordu. "Tüm gün neredeydin?" Tek kelime etmedim.

SAKA VE SANRIWhere stories live. Discover now