(5) Metres!

292K 19.2K 32K
                                    

"Sıradan dediğim hayatım aslında hep sıra dışı olaylara ev sahipliği yapıyordu. Bunu biliyorum ama kendimi kandırıyorum. Bazen en çok ihtiyaç duyduğumuz şey kendimize borçlu olduğumuz birkaç yalandan ibaret."

Hıçkırık sesleri duyuyorum, belki de duyduğum tek şey kesik kesik çıkan hıçkırık sesleriydi. Bu ses benden mi geliyordu yoksa yanımdaki çocuklardan mı emin değilim. Zaten doğru düzgün yüzlerini de göremiyorum. Aslına bakarsan ben kimsenin yüzünü doğru şekilde seçemiyorum. Gözlerim her zamankinden daha çok ağrıyor, sulanıyor ve kaşınıyordu. Böyle durumlarda annem bana kızar, gözlerinle oynama derdi. Küçük yumruklarım gözlerimi kaşıyor ama annem bana kızmıyordu. Annem yoktu burada. Ablamın ağlayan sesini duyuyorum. O kadar gözyaşının içinde ablamın ağlayan sesini ayırt edebiliyorum.

Az önce, "Bige sen ne yaptın!" diye bağıran sesi kesilmiş yerini hıçkırıklara bırakmıştı. Ablam bağırmayı bırakıp ağlıyorsa birazdan tekrar bağıracak demekti. Evet, henüz bitmemişti çünkü her şey yeni başlıyordu. Daha kendi çığlıklarımı duymamıştım. Ablamın hıçkırıklarını duyuyorum ama henüz kendi çığlıklarımı duymuyorum. Annem ölecekti hayır, annem ölmüştü. Annem bu gece ölmüştü. Annem bu gece gözlerimin önünde ölmüştü ve ablam cenazeden hemen sonra evden kaçacaktı.

Bu anı yaşadım, bu anı her gece rüyalarımda yaşıyorum. Uyanmalıyım hemen şimdi uyanmalıyım! Evet, bu bir rüya hatta bir kâbus. Artık bu kadarını anlayabiliyorum. Uyan Bige, daha fazlasını görmeden bu sefer uyan! Uyanmalısın Bige, uyan artık! "Bilmiyordum!" diye bağırarak gözlerimi açtım. Tavanla bakışırken hızlı hızlı nefes alıyordum. Aldığım hızlı soluklar yüzünden göğüs kafesim alçalıp yükselirken, "Rüyaydı," diye fısıldadım. "Hepsi geçmişte kaldı." Hayır, aslında hiçbir şey geçmişte kalmamıştı çünkü geçmiş hayatımın her anındaydı.

"Bazı şeyleri hâlâ rüyanda görüyorsan hepsi geçmişte kaldı diyemezsin," diyen bir ses duyduğumda yattığım rahatsız yerde kalkmaya çalıştım. Her yanım tutulmuş gibi kıpırdayınca acıyordu.

Oturmayı başardığımda ensemde şiddetli bir ağrı vardı. Öne doğru büküldüm ve başımı ellerinin arasına aldım. Ensemdeki acı yüzünden inleyerek, "Sende kimsin?" diye sordum. Bana ne olmuştu ve neredeyim? Başımdaki bu ağrı gecede kalmışım gibi hissettiriyordu.

Güç bela ayağa kalkmayı başarmıştım. Ayakkabılarım yerde duruyordu. Sersemlemiş bir halde yerdeki ayakkabıları giydim. "Henüz tanışmadık değil mi?" diyen sesini duyarken ayakkabıları daha yeni giymiştim. Başımı kaldırıp dağınık saçlarımın arasından ona baktığımda ürkerek yutkundum. Bana baktı ve "Ben Duha Tunus," dedi. Onu zaten fotoğraflarından tanıyordum. Aşağılık herif.

Başımı çevirip etrafıma bakınca depo gibi bir yerde olduğumu gördüm. Bir köşeye eski eşyaları yığdıkları bir depo veya bodrum katı gibiydi. Tavanda sarkan örümcekler hoşuma gitmedi. Örümcekler beni korkutmazdı ama onlarla iç içe yaşamakta pek tercih ettiğim bir şey değildi. Duvar diplerindeki döküntüler ve yoğun rutubet kokusu mide bulandırıcıydı. Tam olarak neredeydim ben? Bu çöplüğün içinde şıklığıyla duran adam fazla göze çarpıyordu. Ben zorla getirildiğim rezil yeri izliyordum o da beni. Henüz konuşacak durumda değildim bu yüzden bana uydu ve susarak beni izlemeye başladı. Aklımı toparlamadan bir şeyler söyleyeceğimi sanmıyorum.

Benden ne istediğini öğrenmek istiyorum. Bu deponun içinde dikilmeye devam ederek konuşmasını bekledim. Tıpkı fotoğraflarda göründüğü gibiydi. Fotoğraflarda bile sert çehresi insanın içine korku tohumları ekerdi. Ona yakından bakmak ise daha da ürkütücüydü. Hayır, fiziksel olarak ürkütücü değildi ama yaydığı soğuk enerji insanı ürkütüyordu. Yakışıklı olduğunu inkâr edemem çünkü gerçekten fena görünmüyordu.

SAKA VE SANRIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin