17. Bölüm

18.3K 1K 69
                                    

İyi Okumalar :)
...

"Bir ikiz kardeşin var."

Birkaç saniyeliğine dünya durdu. Boş gözlerle bakıyordum babama. Kimseden çıt çıkmadı. Babam gözlerini kaçırdı benden. Benden çekiniyor, utanıyor gibiydi. Ömrüm boyunca ilk kez babamı böyle görmüştüm.

"Ne demek bir ikiz kardeşin var?" Sesimin buz gibi bir tonda çıkması beni bile şaşırtırken babam başını eğdi. Konuşmuyordu.

"Cevap ver bana! Ömrüm boyunca yüzüme bakıp utanmadan konuştuğun gibi konuş şimdi de! CEVAP VER!"

İçeriden Duru'nun ağlama sesi gelince öfkeyle nefesimi verdim. Bugün bizim yüzümüzden daha ne kadar ağlayacaktı acaba?

Babam olacak adam derin bir nefes alıp konuştu. "Bir ikiz kardeşin var. Yani vardı..."

"Beni babamla yalnız bırakın lütfen ve biriniz Duru ile ilgilensin."

"Göksel-"

"Anne, lütfen."

Buse "Gökçe'yle bu gece ben ilgilenirim." dedi. Bu konuşmadan sonra yalnız kalmak isteyeceğimi tahmin ettiği için bunu dediğini biliyordum. Hafifçe kafa salladım.

Herkesin gidişini izledim. Annem Nesrin Teyze'lere gideceğini söyledi. Buse'nin, kucağında uyuklayan Duru ile dışarı çıktığını gördüğümde sakince babamın karşısına oturdum. Bu sakinliğimin onu gerdiği yüz ifadelerinden belliydi.

"Anlat. Yıllardır benden ne sakladıysan..."

"Sen küçükken, annenle boşandığımızda annen ikinizinde velayetini istedi. Babaannen ise en azından birinizin velayetini almamı istedi. Mahkeme seni bana, ikizin Göksu'yu da annene verdi. O günden sonra ne annenin, ne de Göksu'nun yüzünü gördüm. Üç yıl önce, bir telefon geldi. İkizin bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş, babası ben olduğum için de bana ulaşmışlar. Cenazesini almamı istediler. Antalya'daymış."

"Aldın mı peki?"

"Bir arkadaşı aradı, halledeceğini söyledi. Ben de gitmedim."

"Bana ne zaman söyleyecektin peki?"

"Hiçbir zaman." dedi duygusuzca.

Alayla gülüp elimi saçlarıma daldırdım ve saçlarımı yolarcasına geri çektim. "Tabii, senden ne bekliyorsam? Öz annemin adını bile okuma yazma öğrenince kimliğimden okuyup öğrendim sonuçta. En azından öldüğünde söyleseydin de cenazesine gitseydim. Her neyse, ben uyumaya gidiyorum." dedim ve kalktım oturduğum yerden.

Babam şaşkınca bana baktı. "Bağırıp çağırmayacak mısın?"

"Buna değmezsin." Başka bir şey demeden odama gittim. Hiçbir şey hissetmiyordum. En ufak bir duygu yoktu. Göz yaşı yoktu. Kalp kırıklığı yoktu. Hislerim yok olmuştu sanki.

Yıllarca babamın dağıttığı ve Meriç'in son darbeyi vurduğu Göksel'den daha duygusuz bir Göksel doğmuştu sanki.

Yatağa yatıp hiçbir şey düşünmeden uykuya daldım.

Ada'nın Ağzından

Mete Bey'in Göksel'in bir ikizi olduğunu söylemesini eminim hiçbirimiz beklemiyorduk. Göksel'i ilk defa bu kadar sinirli görmüştüm. Fakat bir anda parladığı gibi, bir anda sönmüştü. Bize, evden gitmemizi söylediğinde onu da götürmek istemiştim o evden. Öğrendiği şeyler onu daha çok parçalayacaktı. Göksel yaralı bir kalple büyümüştü. Öz annesini hatırlamıyordu, ona dair elinde tek bir fotoğraf bile yoktu. Babası hayatı boyunca ona sözlü olarak ya da bakışlarıyla, onu sevmediğini ve onun hayal kırıklığı olduğunu söylemişti. Aşık olduğu adam onu, kendi hayallerini onun hayallerine tercih ederek bırakmıştı. Ancak sonrasında o Göksel'in hayallerini, Göksel ise onun hayallerini yaşamıştı.

Şimdi, bir ikizinin olduğunu öğrenmek onu daha çok yaralayacaktı.

Babasının vurduğu darbelerden Buse, ben ve Zehra Teyze korumuştuk onu. Sonra Meriç öyle bir vurmuştu ki, hiçbirimiz onu koruyamadık. Yıkıldı ve geri kalkamadı. Sonra birden Gökçe girdi hayatımıza, Göksel'in ayağa kalkmasını sağladı. Peki şimdi bu darbeden kim koruyacaktı onu? İkinci bir yıkılışı kaldırabilir miydi Göksel?

"Bundan sonra ne olacak?"

Yanımda yürüyen Buse'nin konuşmasıyla ona baktım. "Bilmiyorum." Gökçe'yi onun evine bırakıp yürüyüş yapmak için dışarı çıkmıştık. Sokaklarda boş boş yürüyorduk. Onun aklında da, benim gibi, Göksel olduğuna eminim.

"Vardı dedi. Geçmiş zaman eki kullandı. Ya artık yoksa? Ada, Göksel hiç tanımadığı ikizinin yaşamadığını öğrenirse bu sefer onu kimse toparlayamaz."

Sessizce iç çektim. Bunu bende biliyordum. "Eğer senin dediğin gibi ise ne yapacağımıza birkaç gün geçtikten sonra karar vermeliyiz. Göksel'i biliyorsun, ilk başta çoğu şeye tepki vermez. Bu olayı hazmedene kadar ruhsuz gibi dolaşabilir."

"Hazmettikten sonra da ruhsuz gibi dolaşabilir."

"Ya da dolaşmaz."

"Ne kadar da ne yapacağı belirsiz bir arkadaşımız var. Bir de bana dengesiz dersiniz." Buse'nin dediğine sessizce güldüm.

"Yalan değil, dengesizsin ama. Bizi çileden çıkarmakta üstüne yok."

Saçlarını savurdu. "Bununla gurur duyuyorum." İçten bir kahkaha attım. Birkaç saniyeliğine bütün derdimizi unutmuştuk.

"Eğer ikizi yaşıyorsa Gökçe büyük ihtimalle onun kızı. Eğer yaşamıyorsa ve sekiz ay içinde ölmediyse, Gökçe'nin kimin kızı olduğunu bulmamız imkansız hale gelecek." dedi Buse birden ciddileşerek.

"Biliyorum Buse. Gerçi, artık Göksel'in Gökçe'nin annesini aradığını da düşünmüyorum."

"Korkudan karşısında titrediği babasına, Gökçe'ye bağırdı diye 'Bağırma kızıma' diye kükrediği için ben de düşünmüyorum. Tombiş yanaklı prenses bize kaldı." Buse'nin dediğine gülümsedim.

Bir süre daha sohbet ederek yürüdükten sonra evlere dağıldık. Yol yorgunu olmanın da etkisiyle hemen uykuya daldım.

Sabaha karşı uyandığımda vakit kaybetmeden üstümü giyinip odamdan çıktım. Aşağıya indiğimde Zehra Teyze'nin ilacını içmek için mutfaktan su aldığını gördüm. "Zehra Teyze, sizin evin anahtarını alabilir miyim? Göksel'i kontrol edeceğim."
"Çantamın ön gözünden al." Kafa sallayıp anahtarı aldım ve sessizce evden çıktım.

Sabah esintisi içimi titretiken, hırka almadığıma pişman olarak hızlı adımlarla iki sokak aşağıdaki eve gittim. Eve geldiğimde kapıyı anahtarla açıp sessiz bir şekilde arkamdan kapattım. Üst kata çıktığımda, lavabodan çıkan Mete Bey ile göz göze geldim. "Günaydın."

"Günaydın." Beni takmayıp odasına girdiğinde Göksel'in odasına girdim ben de.

Yatağında sessizce yatan arkadaşım bana baktı. Gözleri kızarıktı. "Uyumadın mı?" Ağlamadığına emindim. İlk başta hiçbir tepki göstermezdi çünkü. Usulca başını salladı. Yanına gidip yatağa oturdum. Gözlerini benden çekip tavanı izlemeye başladı.

"Neden uyumadın?"

"Kabus gördüm."

"Ne kabusu?"

"Trafik kazası geçiriyordum." Bir süre sustu. "Sonradan anladım ki, kazayı geçiren ben değilim." Hiçbir duygu barındırmayan mavi gözlerini bana çevirdi tekrar. "İkizim üç yıl önce bir trafik kazasında vefat etmiş."

Hiçbir şey söylemedim. Söyleyemedim. Ne söylenebilirdi ki bu durumda?

Buse ve benim düşündüğümüz şey olmuştu. Asıl önemli olan nokta, Göksel'in birkaç gün sonra bana şu an ki gibi boş gözlerle mi, yoksa dolu gözlerle mi bakacağıydı.

Yatağa, onun yanına uzanıp onu kucağıma çektim. Başını göğsüme yasladığında kolumu ince beline doladım. Diğer elim saçlarını okşarken, nefesinin düzene girip uyumasını bekledim.

Ona, yanında olduğumu hissettirmekten başka ne yapabilirdim ki?

Beklenmeyen Misafir (Tamamlandı)Where stories live. Discover now