11.bölüm/2

116K 2.4K 363
                                    

Keyifli okumalar :)

Zaman sesini çıkarmadan usul usul akıp gidiyordu her zaman yaptığı gibi. Sadece insan önemli bir şey olmadığı zamanlarda bunu fark edemiyordu o kadar. Saatler ilerlemiş, günler geçmiş, hayatımızdan haftalar eksilmiş... Hiçbiri önemli olmuyordu normal bir günde. Ne zaman kalbimizin ritmini değiştirecek bir olay yaşarız, ne zaman beklemenin ağır yükünü omuzlarımızda hissedip korkuyu tadarız, işte o zaman anlarız aslında yılların bile bir avuç olduğunu.

Şimdi bende anlıyordum. Bir yandan ona bir şey olur düşüncesiyle tutmak istediğim saatler bir yandan da bana gelirse diye düşünüp geçmesi için dualar ettiğim dakikalar...

Hayattaki en büyük acı neydi bilmiyorum. Muhakkak ki bunun cevabına ölüm diyenler vardır ve bir açıdan haklılar da. Ölümün ağırlığını ve üstünlüğünü yaşamış biri olarak onlara kesinlikle hak veriyordum. Her şeye çözüm bulabilir insan hayatta, içindeki her acı için kendini teselli edecek birkaç söz uydurabilir. Ama tesellisi olmayan ölüm... Ne deyip de avutacak ki o zaman insan kendini? İşte bu yüzden haklılardı ama şimdi bakıyorum da bir de bilinmezlik vardı. İnsanı yakıp kavuran ve şifası olmayan bir hastalığa yakalanmış hissi veren o garip duygu. Yiyip bitiriyor o da insanı tıpkı ölüm gibi. Kesinliği de yok üstelik. Ölüme, ölüm dersin ama cevabını bulamadığın o şey... Ne dersin kendine, nasıl derdini anlatırsın acı çeken kalbine?

İşte bende bunu yaşıyordum. Gelecek mi, gelmeyecek mi? İyi mi, kötü mü? Hiçbirini bilmeden öylece bekliyordum. Hiçbir şeyim olan bir insan için çok fazlaydı içimdeki acı. Gözlerimden süzülen her bir yaş fazlasıyla ağırdı kalbimde yeri olmayan biri için ya da boğazımda düğümlenen, nefes almamı zorlaştıran o yumru. Ama bir yandan da değerdi hepsi. Onun gri mi yeşil mi anlayamadığım renkteki gözlerine, sinirlendiğinde kasılan çenesine, güven veren sıcacık kollarına ve beni içten içe gülümseten kirli sakallarına... Hepsine değerdi.

Gözlerimi diktiğim filmin her karesinde Yağız'ı görürken bu durumdan sıkılarak gözlerimi sıkıca yumdum. Onu görmek istemiyordum. En azından böyle saçma bir şekilde. Gerçek haliyle, ona dokunup hissedebileceğim bedeniyle gelse... İşte bunu isterdim.

"Armin?" diye seslenen Buğra'yı duyunca irkildim.

"Film bitti," dedi gülerek. "İzlemediğin o kadar belli ki."

"Üzgünüm," diye mırıldanırken başımı biraz yere doğru eğdim. Konusunu bile anlamamıştım filmin. Sanırım kendisini aldatan karısını tekrar kazanmaya çalışan bir adamı anlatıyordu. Emin değildim. Ne kadar da saçmaydı. Seni aldatmışsa aldatmıştır, onu affetme büyüklüğünü bile göstermek oldukça zorken bu adam bir de suçsuz olduğu halde onu kazanmaya çalışıyordu. Saçmaydı.

"Bence film çok saçmaydı," dedi Ege kaşlarını çatarak. "Hem de baştan sona."

Duyduğum şeylerle yüzümde hiçbir düşünce ya da duygu belirtmeden ona baktım.

"Adam deli gibiydi resmen ve tabii kadını da unutmamak lazım. Tam birbirlerini bulmuşlar."

"Hangi kadın?" dedim kendime engel olamayarak. Ne yani karısıyla barıştılar mı?

"Sonunda başka birini bulup eski karısını unutuyordu ya onu diyorum." dedi Ege gülümseyerek. Aramızın düzeldiğini sanıyordu ama oldukça yanılıyordu. Geldiğinde soğuk davrandığım gibi biraz önce soru sorarken de buz gibi bir sesle konuşmuştum. Yaptığı şeyleri unutmamı bekleyemezdi.

"Dikkat etmemişim." dediğimde Buğra kahkaha attı.

"Film onlarla ilgiliydi Armin. Tam olarak neye dikkat ettin?"

Güven Bana*Yeniden Yayımda*1-2Where stories live. Discover now