16.bölüm

109K 2.1K 68
                                    

Karar vermek bu kadar zor olmamalıydı aslında. Yüklerimden kurtulmam ve huzura kavuşmam lazımdı. Gideceğim yerde huzur var mıydı peki? Bunu bile bilmiyorum gerçi. Bir bilinmezliğe gitmeye karar vermiştim kelimenin tam anlamıyla. Belki de daha çok acı çekmeye gidiyordum. Yine de denemem gerekirdi, değil mi? Hem eğer gittiğim yerde Eymen olacaksa acıyı onunla çekmeye razı olabilirdim. Bu daha hafif olurdu. Burada, böyle yalnız acı çekmek daha zordu. Bana destek olacak, varlığına sahip olacağım bir ağabeyle her şeyi daha kolay atlatabilirdim. Hayal kuruyordum. Sanki ona kavuşabilecekmiş gibi hayaller kurup düşünmek bana iyi geliyordu. Kimisine saçma gelirdi belki bu yaptığım ama ben ölene kadar devam ettirebilirdim bunu.

Topladığım çantamı dolaptan alıp almamak konusunda biraz düşündükten sonra almanın gereksiz olacağına karar verdim. Sonuçta kefenin cebi yok sözü boşuna değildi. Telefonumu pantolonumun cebime koyup yanıma da biraz para aldıktan sonra sessiz adımlarla odamdan dışarı çıktığımda aşağıdan Baran'ın ve annemin sesini duydum. Ne söylediklerini anlamıyordum ama arada annemin iç çekişlerini duyduğumda bir an aklımdan vazgeçme fikri geçti. Çok kısa bir süreliğine de olsa, gittiğimde daha mı çok üzülür diye düşündüm. Ama yine de sonuç belliydi işte. Böylesi daha iyi olacaktı.

 Daha huzurlu olacaktık. Sırları ve sakladıkları her şey onlara kalacaktı. Yağız'ın gizlediği cevaplar, babamın sakladığı sevgisi... Her şey. Adımlarımı hızlandırarak Baran ve anneme görünmeden mutfağa indim. Bizim geldiğimiz gün annem yardımcılara izin vermişti iyi ki yoksa kaçmam daha da zorlaşacaktı. Gerçi, hiçbiri Selma teyze kadar olup bana hesap soramazdı. Neredeyse beni büyüten o kadın, sözde yaptığı hata yüzünden babam tarafından kovulmuştu. İşte en çok o zaman hissetmiştim babamın kendi doğrularına körü körüne bağlandığını ve etrafına insanların düşüncelerine at gözlükleriyle baktığını. Bahçeye açılan arka kapıdan geçerek kendimi dışarı attım. Ölüme bir adım daha yaklaşmıştım şimdi. Yağız'ın ya da babamın evde olmamasına sevinerek bahçe kapısından çıktım. Belki de üzülmeliydim. İkisinden biri olsa evden kaçmam daha zor olurdu ve ölüme böyle koşarak gidemezdim. Seri adımlarla sokakta yürürken birine rastlamamak için dua etmeye başladım. Ne ironiydi ama... Ölüme giderken engel çıkmaması için dua ediyorum. İstemsiz şekilde tebessüm ederek yürürken, karşıdan gelen taksiyi durdurdum. Ve işte bu son adımdı. Bu saatten sonra geri dönmeyecektim kararımdan. "En yakın eczaneye lütfen." dedim taksi şoförüne. Orta yaşlı olduğu belli olmasına rağmen kırlaşmaya başlamış saçları ve yorgun bakışlarıyla daha da yaşlı görünüyordu. Yüzünde oldukça çok bulunan kırışıklıklar hayatının zorluğunu gözler önüne seriyordu sanki. O dalgınca arabayı sürmeye devam ederken ben de kafamda oluşmuş karışıklıkları çözmeye çalışıyordum. Ona baktıkça yaptığım şeyin saçmalığı beynime dank ederken hayatımı düşündükçe de fikrime dört elle sarılıyordum. 

"Çocuğunuz var mı?" diye sordum birden. Böyle bir soru sormak aklımda bile yoktu üstelik. Adam bana kısa bir bakış attıktan sonra yola bakmaya devam etti. 

"Vardı. Beş yıl önce vefat etti.» dedi çatlayan sesiyle. Bir kez daha bana baktıktan sonra derin bir nefes alıp 

"Sanırım yaşasa senin yaşlarında olurdu. On sekiz, on dokuz olmalısın galiba." 

"Evet, yakında on sekiz olacağım." dedim mırıldanarak. Ölümün acısını biliyordum çünkü. Karşımdaki adamın omuzlarındaki o yükün ne kadar ağır olduğunu hissediyordum. "Kız mıydı?" "Evet. Kızım" diye onayladı bir yandan da başını sallayarak. "Kanserdi." 

"Ben... Başınız sağ olsun." dedim sadece. Ne diyecektim ki başka? Ölümün üstüne söylenebilecek başka bir şey var mıydı? Zaten son o iken, başka ne denilebilirdi? 

Güven Bana*Yeniden Yayımda*1-2Where stories live. Discover now