cruel : yoonmin ✓

By chimforsuga

1.6M 122K 339K

kitty gang dünyaca ünlü bir yıldızdı agust d ise onun en büyük rakibi More

• sıfır
• bir
• iki
• üç
• dört
• beş
• altı
• yedi
• sekiz
• dokuz
• on
• on bir
• on iki
• on üç
• on dört
• on beş
• on yedi
• on sekiz
• on dokuz
• yirmi
• yirmi bir
• yirmi iki
• ara bölüm
• yirmi üç
• yirmi dört
• yirmi beş
• yirmi altı
• yirmi yedi
• yirmi sekiz
• yirmi dokuz
• otuz
• otuz bir
• otuz iki
• otuz üç
• otuz dört
• otuz beş
• otuz altı
• otuz yedi
• otuz sekiz
• otuz dokuz
• kırk
• kırk bir
• kırk iki
• teşekkürler

• on altı

30.9K 2.5K 6.6K
By chimforsuga

- - -

16| Jimin'den uzak duracaksın

Onu alacağını düşünecek kadar rahat.
Ama gülümsediğinde, tüm dişleri usturadan yapılmış.
Senin sözlerini umursamıyor.
Geldiği yerde,
Bir kurtarıcı yok.

Kendini neyin içine soktuğun konusunda endişelen.
Ona günahkar olduğunu söylemenden hoşlanmıyor.
Arkanı kollasan iyi olur.
Çünkü senin içini görebiliyor.
Seni nasıl öldüreceğini kesinlikle biliyor.

Bir melek gibi yüzü var.
Ama o bundan çok uzak.
Kuralları o koyar.
Asla arkasına bakmaz.
İstediğini yapıyor.
Ona ihtiyacın olduğunu biliyor.

Seni ağlatıyor,
Saklamanın bir anlamı yok.
Görmeyi çok seviyor,
Gözlerindeki korkuyu.
İstediğini yapıyor.
Ona ihtiyacın olduğunu bi-

"Yoongi!" Kapım gürültüyle açıldı. "Ne yapıyorsun?"

"Şarkı yazıyorum Jungkook." dedim sinirle kalemimi masama doğru fırlatıp çalmadan açıp girdiği kapıya bakarken. Şarkı yazarken ne kadar agresif oluduğumu biliyordu. Kesinlikle biliyordu ama bunu yapmaktan bir türlü vazgeçmiyordu.

"Şarkı yazarken ne bok yemiş olabilirsin ki?" dedi şaşkınca beni süzerek.

"Ne diyorsun?"

Telefonunu kaldırıp "Wheein aradı da," dedi. "Geliyormuş, yoldaymış. Senin ağzına sıçacağını ve elinden gelirse eğer şirketten kovduracağını çünkü hepimizin mesleki geleceği ile oynadığını söyledi. Epey uzun konuştu. Sinirli yani."

Gözlerimi birkaç kez kırpıştırarak ona baktım. Jungkook'u günler sonunda ilk kez evimde yarı çıplak değil de adam akıllı giyinmiş bir şekilde görüyordum. Ve bu, Wheein'in bana bir sebepten sinirlenip evime geliyor olmasından daha şaşkınlık vericiydi.

"Tamam." dedim. "Bittiyse çık odamdan."

Zil sesi duyuldu. Duyuldu ve susmamaya ant içmiş gibi çalmaya devam etti.

Boynumu kısaca çıtlatıp Jungkook'un koşar adım odamdan çıkarak dış kapıya ulaşmasını dinlerken sabır dileniyordum. Bir hafta üzerine uğraşıp henüz yarısına bile gelemediğim şarkımı Jimin çalmıştı ve şimdi de bir yenisi için uğraş verirken sürekli rahatsız ediliyordum.

"Yoongi!" dedi. "Aptal herif! Bu senin için büyük bir şanstı!"

Wheein evimin içinde bağrıyordu. Ben de uyuşuk adımlarımla odamdan çıkmış, yalın ayak olduğumu önemsemeden merdivenleri iniyordum. Menajerim hemen karşımdaydı. Merdivenin başladığı noktada durmuş, ateş saçan gözlerle beni izliyordu.

"N'oldu?" dedim onun bu haline anlam veremeyerek. Çünkü çoğu zaman olduğu gibi yine ne yaptığımı bilmiyordum.

"Cidden internetten bu kadar uzak yaşamandan nefret ediyorum." dedi. Lacivert kotunun arka cebinden telefonunu çıkarttı ve hızla ekranı açarak bana çevirdi.

Ah, harika.

"İlginç bir kare." dedim. "Herif bana benziyor."

Başını sallayarak beni onaylarken "Arabası da seninkinin aynısı." dedi. "Ah, şuna bak, kucağına eğilmiş kafanın da pembe saçları var."

Onun gibi başımı sallayıp hafifçe gülümsedim. "Dürüst olmak gerekirse bu sefer sinirlenmedim. Kim çektiyse tebrik ederim, trafiğin ortasındaydık çünkü."

"Konuştukça batıyorsun."

"Ben hala bir şey anlamadım." dedi Jungkook Wheein'in elinden telefonu çekerken. "N'olmuş?"

"Bir şey yok ya," Merdivenin kalan basamağını da inip yanlarından sıyrılıp geçtim. Mutfağa adımlarken dün yaşananları düşünüyordum. Kesinlikle pişman falan değildim. "Öyle, sevgilimle takıldığımız birkaç küçük an."

"Sizi dışarıya, millete daha çok malzeme verin diye değil düzgün bir ilişki sergileyin diye gönderdik."

Buzdolabını açıp içecek ne var diye bakınırken "Yani daha çok malzeme vermemiz için gönderdiniz." dedim. Çünkü söyledikleri tam olarak buna çıkıyordu.

"Cidden Yoongi." dedi tüm ciddiyetiyle mutfağa girerken. Onu zerre kadar taktığım yoktu ama buradaydı işte. Bir şekilde işini yapmaya çalışıyordu. "Her zaman arkanı toplayacağım çünkü görevim bu. İmzaladığım anlaşma diğer menajerlerinkine pek uymuyordu ama ben bunu bir şekilde kabul ettim. Lütfen sen de bana biraz yardımcı ol." Gözlerime bakmak ister gibi önüme geçti. Duygusal bir konuşma yapıyor sanıyordum. Ta ki "Yoksa bir daha hiçbir deliğe sokamayacaksın o çükünü çünkü kökünden keseceğim." diyene kadar.

Eh, benim menajerim olduğunu belli ediyordu.

"Tamam." dedim uğraşmak istemediğim için. "Dikkat ederim."

"Bu kadar mı?"

"Ne dememi istiyorsun?"

"Bir şey demek yerine çabalayabilirsin." Tek kaşını kaldırdı. "Gir ve Instagram'ına bir gönderi at. Jimin'le. Düzgün bir fotoğraf ve birkaç aşk dolu sözcük. "

"Hiç fotoğrafımız yok." Yanından geçmek için hareketlendim. Buna müsaade etmedi. "O zaman tweet at." dedi sakince. "Onu etiketle."

"Benden aptal ergenler gibi flörtleşmemi istiyorsun."

"Senden sadece biraz olsun yardımcı olmanı istiyorum. Çok basit."

"Tamam." dedim. "Jimin'le konuşur, sonra da atarım. Söz veriyorum."

Verdiğim sözleri genelde tutmazdım.

"Henüz Sihyuk ile konuşma fırsatım olmadı ama bir saat sonra şirket yemeği var, orada hallederim. Gelecek misin?"

Tamamen unutmuştum. Aklımdan çıkmıştı ve en önemlisi Jungkook'un neden giyinik olduğunu şimdi anlamıştım. Başımı yavaşça salladım. "Siz önden gidin." dedim. "Ben hazırlanıp gelirim."

Gitmek gibi bir düşüncem yoktu.

- - -

Gözlerimi hızla açtım. Beni karşılayan ilk şey karanlık oda oldu. Üzerime eğilmiş bir silüet yakalarımdan tutuyordu. Yatağıma uzandığımı hatırlıyordum. Şarkı sözleri yazmak için telefonumu sessize alıp yatağıma uzanmıştım.

"Orospu çocuğu!"

Beni silkeledi. Ne olduğunu anlayamayan yanım onu ve ondan gelen yoğun alkol kokusunu algılamaya çalışırken gözlerim odanın karanlığına yeni yeni alışıyordu. Kim olduğunu bilmiyordum. Evde tektim. Sitenin girişinde güvenlik vardı. Evin hiçbir noktası açık değildi.

Ellerim yakalarımı tutan çocuğun bileklerine kaydı refleksle ve o bunu bekliyor gibi kafasını kafama geçirip sersemleme neden oldu. Midemi bulandıracak kadar alkol kokuyordu. Üzerime doğru eğildiği için uzun saçları yüzünü gölgeliyordu. Dışarıdan gelen ışık yetersizdi.

"Benimdi lan o," dedi ben daha toparlanamadan bu sefer yumruğunu çeneme geçirirken. "İlk ben gördüm. İlk ben istedim."

Yeniden sıkı sıkıya yakamdan tuttu. Beni kendine doğru çekti. Bir şey yapmadan bekledim. Durumu kendime çevirecek, ellerinden kurtulacağım ufak bir hamle düşündüm. Sonunda tamamen onun sayesinde yatakta dizlerimin üzerine geldiğimde o bana yeni bir yumruk atmak için elini kaldırdı, ben de hızla kendimi geriye çekerek göğsünün ortasına sıkı bir tekme atarak geriye doğru sendelemesine ve saniyeler içinde tutunacak bir yer bulamayıp düşmesine neden oldum.

Hızla eğilip komodinimin üzerindeki gece lambasını yakarken evime giren yabancıya bakıyordum.

Ona döndüm. Alkolden kayan gözlerine ve terden bozulup iki yana düşmüş dağınık saçlarına baktım. Gece lambasının yetersiz ışığı yüzünü gölgelendiriyordu. Tıpkı babam gibiydi. Gece yarısı büyük gürültülerle eve girip, hiç sebep yokken uykumun arasında yakama yapışan babam gibiydi. Kokusu bile benziyordu. O leş alkol kokusu aynıydı.

"Seni tanıyorum." dedim. "Sen dövdüğüm çocuksun."

"Ben seni dövdüm it." dedi tükürürcesine olduğu yerden bana bakarken. O gün hastanelik olan oydu.

Yataktan kalkıp ona doğru ilerledim. KBS binasında, sanatçılar için ayrılan odaların olduğu katta, o tuvalet köşesinde onu dövdüğüm günü anımsadım. Jimin'in kıçında dolanıyordu. Onu zorluyordu. Kaşlarım yeni yeni çıkmaya başlıyordu. Jimin'den her zaman olduğu gibi o gün de nefret ediyordum. Ama bir şekilde o kabinden çıkmıştım. O kabinden çıkmış ve şimdi evime girme cesareti göstermiş bu çocuğu dövmüştüm.

"Nasıl girdin içeri?"

Gözlerini kapatıp başını arkaya attı. Gömleğinin neredeyse tüm düğmeleri açıktı. Beni andırıyordu yüzü. Ve bu gece onu babam olacak o herife benzetmeden edemiyordum. Ben de babama benzerdim. Psikolojik olduğunun farkındaydım. Kendime bunu hatırlatıyordum çünkü geceydi. Beni o yoğun alkol kokusuyla uyandırmıştı. Beynim bana bu hain oyunu oynamaktan çekinmiyordu, çekinmeyecekti.

"Camını kırdım."

"Evdeki hiçbir cam kırılmaz." dedim boş bir bakışla. "Hala konuşabiliyorken bana içeri nasıl girdiğini söyle."

"Sana bunu ayık kafayla anlatacağım." Tüm dişleri görünecek şekilde güldü ve yerden destek alıp kalkmaya çalışırken "Ama önce." dedi. "Senin gelmişini geçmişini sikeceğim, Jimin'e dokunan parmaklarını kıracağım, yürüyemeyecek hale gelene kadar döveceğim seni."

Yerden kalktı. Masama ilerleyişini izledim. Bununla birlikte yerimden hızla kalkarken peşinden gidip kolumu boğazına sardığım gibi sıkarken beklemediğim bir gürültü doldu odanın içine. Bakışlarım çalışma masamın ardında kalan beyaz duvarı buldu. Yukarıdan aşağı süzülen kırmızı bir sıvı tüm o beyazlığı süslüyordu.

Kafamda bir uyuşukluk hissediyordum.

Kolumu sıkmayı bıraktım. Oluşan ani sersemlikle bir adım geriledim.

Jaebum kafamda kırdığı şarap şişesiyle bana bakıyordu. Gözlerime bakıyordu. Sanki bundan büyük bir keyif alıyormuş gibi büyük bir sırıtış vardı dudaklarında. "Jimin benim." dedi boş bakışlarıma karşı. "Duyun mu beni? Onu arzulayan da hak eden de benim."

Başımı salladım. Babamın bir gece beni uyandırmak için başımda kırdığı şişeyi düşündüm. O gece duvarları süsleyen kırmızılık şarap değildi.

Sersemlikle birlikte ileri doğru atıldım. Yumruğumu gözüne hiç çekinmeden geçirirken o da bunu bekliyor gibi ucu sivrileşen kırık şişeyi yüzüme doğru savurdu. Sivri uç elmacık kemiğimin üzerini sıyırıp attı. Bir sızı olarak bana dönen hamle sinirimi alevlendirdi.

Dizimi kırıp karnına geçirdim ve hiç beklemeden ensesinden tutup başını eğerek burnuna da aynı dizimi geçirmeme neden oldum. Elindeki şişeyi rastgele savurmaya devam ederken kolumu çizdiği için ona "Piç," diyordum. "İntihar etmeye mi çalışıyorsun? Seni öldürmem için mi geldin buraya?"

Güldü. "Beni öldürebileceğini düşünmen çok komik."

Beni öldürebileceğini düşünmen çok komik baba.

"Orospu çocuğu." Geriye ittim bedenini sertçe. Saçlarından sımsıkı tutarken kanayan konumu zerre kadar umursamadan gözlerine bakıyordum. "Ne kadar zavallısın farkında mısın?"

Ne kadar zavallısın, farkında mısın Yoongi?

Başımı iki yana salladım. Başımı iki yana salladım. O adamın cümleleri dökülüyordu dudaklarımdan. Başımı iki yana salladım.

Şişeyi tutan elini geriye çekerek yeniden savurmaya kalktığında hızla bileğini tutmuş, sıkarak bırakması için çabalıyordum ama avuçlarını açmaya niyeti yoktu.

Diğer elimle tuttuğum saçından başını geriye çektim. Masamın üzerine doğru eğildiğinde ise biraz gevşetip benden kurtulmak için çabalamasını bekledim. Beklediğim olduğu an sert bir çekiş ve kafasını masaya vurduğu gibi çıkan tok ses.

Avucu açıldı. Zaten kırık olan şişe yere düşerek daha fazla parçaya bölündü.

"Jimin'den uzak duracaksın." dedi bana ağlar gibi. "Duydun mu beni?"

"Burada, Jimin'den uzak duracak tek kişi sensin." İki büklüm, geriye doğru eğilerek benim yüzümden bütünleştiği masayla olan haline baktım. Bacaklarım arasına sıkıştırdığım dizlerini oynatmaya çalışıyordu. Kafasını yeniden çektim. Yeni bir tok ses. Hemen ardından onu deli gibi yumrukluyordum.

Önce burnu kanamaya başladı. Sonra dudağı patladı ve eş zamanlı olarak ellerimden kurtardığı kolu sayesinde gözüme bir yumruk daha geçirdi.

Son nokta bu oldu benim için. Onu tuttuğum gibi yere, kırıkların üzerine sererken bacaklarımı iki yana açıp üzerine çıktım. Benden kurtulmaya çalıştı.

Bana o kadar benziyordu ki.

Bana o kadar benziyordu ki, tüm o görüntüler beynimin içinde cirit atmaya başlamıştı bile. Saniyeler içinde babamı üzerimde düşündüm. Beni deli gibi dövüyordu. Alkollüydü. Aklı uçuktu. Yine de beni dövüyordu.

"Ben seni ibne olasın diye mi büyüttüm?" Sert bir yumruk geçirdim elmacık kemiğinin üzerine. Kaşımdan akan kan yüzüne damladı. "Orospu çocuğundan başka bir şey değilsin!"

O adama benziyordum. Aklım bana oyun oynuyordu.

Kaşları çatıldı. Dudaklarını bir şey demek için araladı ama konuşamadı.

Yoongi durmam için yalvarıyordu. Yoongi'nin cam kırıkları üzerinde başı kanıyordu. Birazdan komşuların çağırdığı ambulans Yoongi'yi hastaneye kaldıracaktı. Ben Yoongi değildim.

"Piç!" Bir yumruk daha, bir yumruk daha ve bir yumruk daha.

Gözleri kapandı. "Bu kadarsın işte." dedim. "Bu kadar acınası bir çocuksun sen."

Üzerinden kalkarken dudağımın kenarını koluma siliyordum. Odadan çıkmak istedim. Dışarıya bir adım attım. Koridorda durakladım. Nefesim kesilir gibi oldu. Odaya geri döndüm. Yatağıma ilerledim. Köşesine oturdum.

Nefesim kesildi.

Duvardaki şarap lekesi. Duvardaki kan lekesi.

O ağır, leş gibi kokan alkol. Alkole karışmış mide bulandıran ter kokusu.

Yerdeki kırıklar.

Jaebum'a baktım. Gözlerini kapatınca daha çok beni andıran yüzünü izlerken ben de gözlerimi kapattım.

Beni öldürmek senin için kolay olmadı baba.

Telefonum için etrafa bakındım sakin kalmaya çalışarak. Köşede, şarjda takılıydı. Ayağa kalktım. Telefonuma kadar nasıl gittiğimi anlayamadan başında durdum.

Arayacak kimsem yoktu.

Kriz hemen şimdi, kapının girişinde beni bekliyordu.

Arayacak kimsem yoktu.

Ellerim titreye titreye aldım telefonu elime. Sanki maraton koşucusu gibi nefes nefese ekrana baktım. Nefesim bir kez daha kesildi.

Şarap lekesi.

Yerde uzanıyorum boylu boyunca.

"Jilet." dedim. "Banyoda, ikinci çekmecede. Sıcak su ve küvet. Her şey tamam." Telefona döndüm. "Arayacak kimsem yok. Bundan kurtulacağım."

Jaebum sızlanır gibi bir ses çıkarttı. Hareket ettiği için yerdeki cam kırıklarının sesi doldu kulağıma. O uykulu, sarhoş ve yenik çıkan sesiyle "Buraya gel." dedi. "Seninle daha işim bitmedi."

Bir, iki ve üç. Derin nefes. Zor değil Yoongi. Bunu yapabilirsin, değil mi? Dört, beş, altı. Denemelisin. Yedi, sekiz, dokuz ve on.

Nefesim kesiliyor.

Son aranan isme tıkladım. Telefon çaldı. "Biri evime girdi." dedim. "Polisle buraya gel. Onu dövdüm." Telefonu kapattım.

Şarjdan çektim. Jaebum'a bakmadan kırmızı lekelerle bezenmiş duvarıma bakarak odadan çıktım. Ellerimle birlikte ayaklarımda titriyordu. Krizlerim sıklaşmıştı. Ben hala ilaçlarımı almıyordum.

Telefonum çalıyordu. Wheein arıyordu.

Merdivenleri tırabzanlara tutunarak indim. Hemen dibimde kalan dış kapıyı hızla açtım. Ayağımda bir terlikle dışarı çıkıp kapıyı kapattım. Bahçeye ilerledim. Kimse gelmeden gitmek istiyordum. Tek isteğim buydu. Ama bahçeden çıktığımda arabanın anahtarlarını almadığımı hatırladım. Evimin anahtarını almadığımı da.

İleriye, boş sokağa baktım.

Telefonumun ekranını aydınlatmak için kilit tutuşuna bastım. Arayacak kimsem yoktu.

Kollarımı önümde bağlayıp ileriye doğru, ince kaldırımda yürürken titremelerimin azalmasını bekliyordum. Hemen şuraya yığılıp kalmamak için içten içe nefret ettiğim o nefes egzersizlerinden yapıyordum.

Bu ilaçları ihmal ettiğiniz müddetçe krizleriniz artmaya devam edecek Bay Min.

Telefonumu çıkarttım. Ani bir karar ve artan titremelerimle birlikte bilindik isme tıkladım. Kısa bir süre çaldı. Açmayacağını düşündüm.

Sonunda açtığında "Saat sabahın üçü." diyordu. "Ne bokuma arıyorsun?"

Sesi uykuluydu. Onu uykudan uyandırdığımın farkındaydım. Sessiz kaldım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Bacaklarımdaki titreme bir adım daha atmama izin vermedi. Ben sessiz kaldım.

"Komik değil." dedi sonunda. "Kapatıyorum. Yarın hesabını soracağım bunun şimdi uykum va-"

"Jimin." dedim telaşla lafını bölerek. "Benim arayacak kimsem yok."

"Ne?"

"Kriz geçiriyorum. Eve dönemem."

Birkaç hareketlenme oldu. Hışırtıları duydum. Jimin konuşmadı. Ne yaptığını çözebilecek kadar iyi hissetmiyordum. Sadece telefonu kapatmasını bekledim. Umrunda olmadığını söyleyerek kapatacak ve beni böyle bırakacaktı. Az sonra evime ulaşacak polislerin ya da ambulansın beni görmesini bekleyecektim. Yer ayağımın altından kayıp gidecekti.

Ama o "Neredesin?" dedi. "Bana konum atabilecek misin?"

Görmedi ama başımı salladım. Başımı salladım ve telefonu kapattım.

Konumu atamadım.

- - -

"İyi misin geri zekalı?"

Jimin çilek desenli pembe pijamaları eşliğinde elindeki kahve bardaklarıyla oturma odasına girdiğinde boş gözlerle etrafa bakmaktan başka bir şey yapmıyordum. Eve ulaşalı yarım saat bile olmamıştı, henüz kendimde hissedemiyordum.

Beni bulmuştu. Evimin önünde bir yığın araba vardı, ben sokağın biraz ilerisinde, başka bir evin bahçe duvarının dibine çökmüş milyonuncu defa ona kadar sayıyordum. Park Jimin kırmızı arabası ile gelmiş, çilekli pijamaları ile şoför koltuğundan inerek halime gülmüştü.

Gülmüş ve orada, bir kaldırım köşesinde yanıma çökerek "Geçip gidecek aptal." demişti. "Her şey bitti. Bu titremeler gerekli mi sanıyorsun?" Benimle böyle alay etmişti. Benimle alay ederek kriz denen boku atlatmamı sağlamıştı. Hala bunun şaşkınlığını yaşıyordum. Orada durmuş dakikalarca benimle alay edişini dinlemiştim. "Herkes öldü." demişti bir süre sonra. "Herkes gitti. Daha neden bunların acısını çekiyorsun? Salak mısın sen? Kes titremeyi."

Kahveleri ortadaki sehpaya koydu. Bardakları porselendi. Evi benimkiyle tamamen zıt dizayn edilmişti. Beyaz koltuklar, çok açık gri duvarlar, duvarlarını süsleyen yeşilli beyazlı çerçeveler, koltuklarındaki ışıltılı yastıklar ve tüylü halısı. Odasıyla tamamen uyum içinde olan full camdan bir sehpa. Sehpanın üzerinde yanan renkli, her boydan mumlar.

"İyiyim."

"Bok gibi görünüyorsun."

Nasıl göründüğüme dair hiçbir fikrim yoktu. O uzanıp parmağını elmacık kemiğime dokundurdu ve "Kanaması durmuş herhalde." dedi "Üzerindeki kan kurumuş."

Yaralarımın boyutunu bilmiyordum.

Jimin yanımdan kalkıp oturma odasından çıktı. Ben de yayıldığım yerde başımı arkaya atıp oldukça yüksek olan tavana baktım. Gösterişli avizesine. Jaebum'un eve nasıl girdiğini düşündüm. Telefonum hemen arka cebimdeydi. Eğer isteseydim hemen şimdi Wheein'in aramalarına cevap vererek her şeyi öğrenebilirdim.

Ama aradığım an nerede olduğumu öğreneceğini ve öğrendiği gibi alıp beni sorguya götüreceğini biliyordum. Polisler ifademi isteyecekti.

Kucağıma bir çanta fırlatıldı. Ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerimi hızla aralarken duvarlarına takılmış abajurlardan gelen loş ışığın altında Jimin'e baktım. Az önce sehpaya bıraktığı kahvesini eline alarak eski yerine yerleşiyordu.

Bir dizini kırarak yan otururken diğerini uzattı ve çıplak ayağını yere koydu. Bardağını dudaklarına götürmeden önce "Ne bakıyorsun öyle?" dedi. "Aç da sil şu yaralarını. Cidden bok gibi duruyorsun. Oturma odamı hak etmeden burada oturabileceğini mi sandın?"

Gözlerine baktım. "Neden geldin?"

"Anlamadım?"

"Seni aradığımda neden geldin?"

"Çünkü sevgilim olarak bilenen çocuğun bir sokak ortasında geçirdiği krizden dolayı öldüğünün haberinin çıkmasını istemedim." dedi duraklamadan. "Zaten herkes bizi trafikte sevişen çift olarak anıyor. Kaldı ki sevişmedik bile. Biz sevişmeyiz. Ben kimseyle sevişmem."

"Jimin." dedim. "Neden geldin?"

Bakışlarını benden çekmedi. Sadece bardağını indirerek kırdığı bacağının iç tarafına doğru bir kısma yasladı ve öylece bekledi. Cevap vermedi. Sadece omuz silkmekle yetindi.

Krizlerini nasıl atlatacağını çözmüştü. Beni ilk bulduğu anı düşündükçe bunu daha net anlıyordum. Alay ediyordu. Beni sinrilendiren herbir şeyle o alay ediyordu. Bu şekilde kendisine zarar verecek her şeyi güçsüz kılıyordu. Bu zamana kadar asla denemediğim bir yöntemdi. Aklıma bile gelmeyecek bir yöntem.

Sonunda pes etmişlikle kucağımdaki çanta görünümlü şeyi açarken içindekileri anlamaya çalışarak baktım. Yüzümün ne halde olduğunu bilmiyordum. Nereye ne uygulamam gerektiğini de bilmiyordum. Bu yüzden sadece köşede kalmış yara bandını aldım ve kutuyu yanıma doğru ittim.

Jimin kahvesini içerken beni izliyordu.

Yara bandını açıp elmacık kemiğimin üzerine rastgele yapıştırdım. Bu onu güldürdü.

"Evinin önünde neden polisler vardı?" dedi merakla. "Ambulans da gelmişti."

Omuz silktim. "Jaebum denen çocuk evime girmiş."

"Anlamadım?"

Kısılan gözlerine baktım. Park Jimin güzel bir adamdı. Yüzünde sıfır makyaj varken ve pembe saçları fönlenmemişken bile güzel bir adamdı. Dudaklarının kendine has rengi hoştu. Çilekli pijamalarının içinde öyle masum ve saf duruyordu ki, onun tanıdığım Jimin olmadığını biliyordum.

"KBS binasında dövdüğüm çocuk." dedim. "Sanırım ilişki haberlerimize sinirlenmiş. Ben uyurken evime girip beni dövmeye kalktı."

"Tüm bunları o mu yaptı?" dedi belirgin bir şaşkınlıkla. "Siktir, evine nasıl girmiş ki?"

"Bilmiyorum ama öğreneceğim."

"Sik kadar beyni yok." dedi gözlerini devirerek. "Kurtulamıyorum şu çocuktan. Akli dengesi yerinde değil resmen." Sesi cidden bıkkın çıkıyordu. Bu yüzden dikkatimi ona verdim. Jae'nin tam olarak kim olduğunu çözmeye çalışıyordum. "İki senedir kafayı benimle bozdu. Psikopatın teki."

"Seni nereden tanıyor?"

"Nereden mi tanıyor?" Kaşlarını kaldırıp sorumda ciddi olup olmadığıma baktı. "Jaebum'un kim olduğunu bilmiyor musun cidden?"

"Hayır."

"O bahsini ettiğin KBS denen boktan yerin varisi." dedi. "Hem de tek varisi. O yüzden kendini bir bok sanan piçin teki. Babası kıçını kolladığı için her boku yiyor."

Bu beklediğim bir şey değildi ama bazı taşlar şimdi yerine oturuyordu.

Yorumda bulunmadım. Sadece derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. O herifi doğduğuna pişman etmeden içim rahatlamayacaktı. Geçmişime gömdüğüm her bir kareyi tek gecede açığa çıkartmıştı. Sırf bana benzediği için bile onu öldürebilir, bundan büyük de bir keyif alırdım. Gözümün önüne yeniden o adamın gelmesine neden olduğu için bile tüm kemiklerini kırabilirdim.

Birkaç kıpırtı oldu. Bir dakika gibi kısa bir sürenin ardından elmacık kemiğimdeki yara bandı çekildi ve yapışkanlı kısmı kurumuş kanları da beraberinde soyduğu için dudaklarımdan acı bir tıslama döküldü. Gözlerimi açıp ne yaptığıma baktım.

"Yetimhanede böyle boktan şeyleri öğretiyorlar." dedi bakışlarımı yakaladığı için gözlerini devirerek. "Hayat dersi."

Elindeki pamuğu çekinmeden yarama bastırdı ve bu daha büyük bir tıslamaya yol açtı. Ardından yumuşaklıktan epey uzak bir şekilde aynı yeri silmeye devam etti. Bastırıyordu. Canımın acıyıp acımamasını umursamadan bastırarak siliyordu. Ben de yüzümü buruşturuyordum.

"Yapmana gerek yok."

Geri çekildi. Bacakları arasına sıkıştırdığı bardağını alıp sehpaya koydu ve bana tamamen yaklaşarak bacağını diğer tarafıma attı. Saniyeler içinde kucağımdaydı. Elindeki pamuğu kaşımın kenarına bastırıyordu. Beni yanıtlamadan işine devam ediyordu.

Ona sessizlikle eşlik ettim. Ellerim ince belinde dinlenirken göz bebeklerinin yüzümün etrafında gezinmesini, gördüğü noktalarla ilgilenmesini bekledim. İşinde epey bilgiliymiş gibi davranıyordu. Çok şey bildiğini sanmıyordum ama bunu belli etmiyordu. Sadece yapıyordu ve kendinden emin görünüyordu.

İşi bittiğinde alt dudağımı işaret ve baş parmağının arasına sıkıştırıp kendine doğru çekti ve "Sabahın üçünde evden çıkmama neden oldun." dedi. "Ve şimdi de sana pansuman yaptım. Bunun karşılığında gözüne bir yumruk atmak istiyorum."

"Bu gece yeterince yumruk yedim." dedim. "Yarın atarsın."

"Beni çağırdığın için senden nefret ediyorum."

"Gelmeyeceğini düşündüğüm halde geldiğin için ben de senden nefret ediyorum."

Alt dudağımı tuttuğu için sesim tuhaf çıkıyordu. Bazı kelimeler anlamsız olsa bile cümleyi kafasında tamamlayabildiğine emindim. Dudaklarını nemlendirirken "Sesin titriyordu." dedi. "Çığlık atıyordun."

Başımı hayır anlamında iki yana salladım. O da evet anlamında yukarı ve aşağı.

"Bana muhtaçtın."

"Değildim."

"Öyleydin." Derin bir nefes aldı. "Seni tanıyorum." Tanıdığı kişi ben değildim. "Jaebum, seni tetikleyecek ne yapmış olabilir ki Yoongi?" dedi gülerek. "Seni o hale getiren şeyi merak ediyorum." Başını bana yaklaştırıp nefesini dudaklarımın üzerine üflerken gözlerime baktı. Hala parmakları arasında olan dudağımı dışarı doğru kıvırdı. "Beni arayacağın noktaya gelmeni sağlayan şeyi merak ediyorum."

Sustum. Bundan bahsetmek istemiyordum.

"Kolumda da bir yara var." dedim ben de onun gözlerine bakarken. "Ona pansuman yapmayacak mısın?"

Yerinde kıpırdandı. Ellerim belinden bacaklarına doğru indi. Hafifçe okşar gibi hareketlendim ve Jimin ilgiyle gözlerime bakmaya devam etti. Bu gece, benden bile daha tuhaftı. Parmak uçları dişime değerken yavaşça çekip dudağımı bırakmasını izledim.

"Odama gidelim." dedi aniden. "Seks istiyorum."

"Sabahın dördü."

"Ayılmak için kahve içtim." diyerek beni onayladı. "Yaralar seni daha çekici gösteriyor. Bu tablo kaybolmadan biraz seks iyi olur. Ayrıca istiyorum işte. Sen de istiyorsun."

"İstemiyorum."

O da istemiyordu. Bunu biliyordum. Gözlerinden anlayabiliyordum. O arzu yoktu. Beni yatağa atmak isteyen çocuk değildi kucağımdaki. Sadece kaçmak istiyordu. İlk defa bu kadar garip bir sohbete eşlik ediyorduk, henüz şehir aydınlanmamıştı, Park Jimin pansumanımı yapmıştı ve biz hiç olmadığımız kadar normaldik.

Beklemeden kucağımdan kalktı. Ellerim boşlukta kaldı. Tek kelime bile etmeden oturma odasının çıkışına ilerledi. Yalın ayak sağa döndü ve gözden kayboldu. Bir süre o beyazlarla bezenmiş odanın ortasında, loş ışığın altında ne yapacağımı düşündüm.

Ne yapacağımı bulamadım.

Sonunda, beş dakika gibi bir süreyi geride bıraktığımda, ayaklanmış oturma odasından çıkıyordum. Sağa dönmüş ileride bana bakan merdivenlerle bakışıyordum. Park Jimin'in odası nerede bilemesem de oraya doğru ilerliyordum.

Boktan bir geceydi.

Üst kat tamamen karanlıktı. Tek ışık sondaki kapının altından süzülüyordu. Oraya ilerledim. Kapıyı çalmadan açarak içeri girdim ve karşılaştığım odaya şaşırmak yerine iki kişlik yatağın köşesinde, uçuk pembe yorganının içinde kaybolmuş çocuğa baktım. Komodininin üzerindeki taşlı gece lambası yanıyordu. Jimin'in gözleri kapalıydı.

Uyumadığını biliyordum.

Yavaş adımlarla yatağın solunda kalan boşluğa ilerledim. İzinsizce yorganı kaldırıp içine girdim. Benim kullandığım yastıktan on kat daha yumuşak olan yastığa başımı koyarak bedenimi ona yaklaştırdım. Elimi beline koyarak bir tepki vermesini bekledim ama kımıldamadı bile.

Sonunda bir dönüt alamayacağımın farkındalığı ile ona tamamen yaklaştım. Kalçası kasıklarıma değene kadar durmadım. Hafifçe yükselerek üzerinden eğilip gece lambasının düğmesini zar zor bulup kapattım. Eski yerime döndüğümde bedenlerimiz bir bütündü.

Elim usulca pijamasının içine girdi. Üzerinde tanga olduğunu anlamam uzun sürmedi. Bacaklarına doğru ince bir yol çizdim ve oradan elimi uzatarak penisini kavradım. Elimi biraz hareket ettirip göğsümden ayrılan sırtını izledim. Ses çıkartmamak için ayrı bir özen gösteriyordu.

Elimi birkaç kez hareket ettirdiğimde Jimin kolunu kaldırdı. Ne yaptığını ancak parmaklarını dudaklarına götürdüğünde ve saniyeler sonunda penisindeki elime eşlik ettiğinde anladım. Elim çok kuruydu. Konuşmadan halletmişti sorununu. Şimdi ikimiz birlikte onu çekiyorduk.

Islanana kadar durmadı. Sonunda her şeyi bana bırakarak elini çekti ve geceye yayılan minik iniltileri eşliğinde onu çekmeme izin verdi. Kalçasını bana yaslarken oldukça kırılgan hissettiriyordu.

Dakikalar birbirini kovalarken titrediğini hissettim. Sırtını tamamen göğsüme yasladı ve kıvırdığı parmak uçlarını yukarı çekerken eşofmanımın biraz yukarı sıyrılmasına ve ayaklarnın tenime değmesine neden oldu. O tamamen boşalana kadar elimi çekmedim.

Önce titremesi kesildi. Hemen ardından yukarı doğru çektiği ayaklarını geri indirdi ve pijamasının içindeki bileğimden tutarak elimi çekti. Parmaklarımı dudaklarına götürüp olabilecek en yavaş şekilde emdi. Sonra bıraktı. Kolum beline doğru düştü.

O yorganını çekip sarılırken ben kulağının dibinde "Bu yaptığın iyilik içindi." diyordum. Çünkü nasıl teşekkür edileceğini bilmiyordum.

"Ben iyilik yapmadım." dedi. Yaptığını ikimizde biliyorduk. "İyi geceler."

Bakışlarım omzunun üzerinden karşımdaki camı buldu. Havanın koyudan açığa geçiş anına baktım. "Biliyorum." dedim. "Yapmadın." Ama yapmıştı. Gece bitmişti. "Günaydın."

Gözlerimi kapattım. Yorgundum.

Sabah olsun istemiyordum. Burada ölmek istiyordum. Gözlerimi sonsuza kadar kapatmış olmak istiyordum. Bir daha uyanmak istemiyordum.

Jimin'in belinden kolumu çekmedim. Uykum da yoktu. Sadece hafifçe araladığım gözlerimle havanın aydınlanışını izledim. Belki uyusaydım sonsuzluğa hapsolabilirdim.

Ama Park Jimin'in yatağına ilk girişimde, güneş ortaya çıkana kadar bir dakika dahi uyumadım. Sadece sabah olmasını bekledim.

Gün onun teninde doğdu.

- - -

🎵bölümün başında yoongi'nin yazdığı şarkı:
ellise - lilith

fikir veya teoriniz varsa duymak isterim

👆🏻bu güzeller güzeli çalma listesini bir okuyucum oluşturmuş, linkini panoma bırakacağım, dilerseniz göz atabilirsiniz 💜

bu da benim hazırladığım, ilk bölümlerden birine koymuştum ama yine koymak istedim. aynı şekilde linkini bırakacağım. dilerseniz kullanıcı adı veya liste adını aratarak da ulaşabilirsiniz.

02122020 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

403K 36.9K 33
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
12.2M 590K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
4.4K 608 15
imkansız iki parçadan oluşuyoruz, sen hic kötü birinin iyi bir masala karıştığını gördün mü?
162K 17.8K 17
"Yedisini de bu gece aynı hücreye kapatın. Hangisi uyursa katil o'dur." © autaematic 2018