Londra'da Olan, Londra'da Kal...

Autorstwa GoneGirlT

10K 479 32

Dört yakın kız arkadaş, Talya, Ada, Elis ve Yaprak, yaz okulu için Londra'nın yolunu tuttuklarında olacaklard... Więcej

Plot
The Young And Restless
What the Hell
Let The Flames Begin
Meet... But Greet?
Things Happen, Things Start.
It's Just A Spark
Sorry for Party... Ruining?
Jealousy
Breaking & Entering
Do Your Worst
Party Crashers
Right Back At It Again
Birthday and... Number?
Then I Woke Up To The Cold Reality
Just Friends & Suprise
When Life Gives You Lemon...
Cleaning Up The Mess
Things Are Changing
You Two Are What?
This Might Be A Dream...
They Want Us There
A Date
Hit The Road
That Day Will Never Come
Drunk
It Should've Been... Different?
Harbour
I Love You! Now You Know!
Lies Are Revealing
It's Over
No, Really. It's Over. Definitely.
Cry Baby
Never Gonna Be The Same
It's Painful
School Season
Time Flies
IS THIS REAL?
Happily Ever After

It All Begins

970 38 8
Autorstwa GoneGirlT

Heathrow Airport'a vardığımızda yaklaşık dört saatlik bir yolculuğu geride bırakmıştık. Çok dağılmadan kalacağımız yere doğru ilerlemeye başladık. Sanırım kalabalık bir gruptuk. Yani elli kişi falan. Dışarıdan nasıl görünüyoruz diye merak etmedim değil açıkçası.

''Şimdi burada fazla oyalanmadan yurda gideceğiz gençler, yerleştikten sonra yemeğe gideriz. Yarın da okula başlayacaksınız,'' dedi Deniz Abla. Ardından da yoklama almaya başladı. Herkesin tamam olduğunu kontrol ettikten sonra bizi yurda götürecek olan otobüse bindik hepimiz.

''Odaya gider gitmez eşyalarımı yerleştirip duş almak istiyorum,'' dedi Yaprak.

''Bunun için vaktimiz olur mu dersin?'' dedi Ada.

''Elbette, ben dakik biriyim.''

''Ah, bu konuda şüphelerim var Yaprak,'' dedim gülerek.

''Tamam, belki değilim. O zaman direkt duş almaya bakarım.''

Daha sonra yine kısa süreli bir sessizlik oldu. Ben ve Elis aynı iPod'tan müzik dinlemeye başladık.
Dinlendiğimiz şarkı ise Sleeping With Sirens'ın Don't Fall Asleep At The Helm isimli şarkısıydı.


*


''Pekala kızlar odanız burası. Yerleşmeniz için zamanınız var. Yaprak sanırım sen duş almak istediğini söylemiştin. Sanırım banyoda sorun yok. Sıcak su da vardır muhtemelen. Duş alabilirsin. Hatta hepiniz de. Ben buralarda olacağım, bir ihtiyacınız olursa beni bulabilirsiniz,'' dedi gülümseyerek.

''Tamam, teşekkür ederiz,'' dedim gülümseyerek.

''Sonra görüşürüz o zaman kızlar,'' dedi ve çıktı.

Yaprak ''Ben hemen duşa giriyorum,'' diyerek banyoya geçti.

Biz de bazı kıyafetlerimizi dolaba dizdik.
''Sizce dil okulunda hoş erkekler var mıdır?'' diye sordum. Aslında bunu gerçekten merak ediyordum. Yaşadığım onca aşk felaketinden sonra belki burada kısa süreli de olsa yaz tatilimin son aylarını iyi değerlendirebilirdim. Bence güzel olabilirdi.

''Ben kesinlikle inanıyorum, vardır,'' dedi Elis Finlandiya'dan aldığı oyuncak geyiği bavulundan çıkartıp yatağının üzerine koyarken.

''O, geyiği getirdiğine inanamıyorum. Onu burada kaybedersen gerçekten kötü olur,'' dedim ve hemen bavulumun başından kalkıp geyiği elime alıp göğsüme bastırdım. Elis onu ilk getirdiğinde onu çok sevmiştim. Kesinlikle çok tatlıydı.

''Ah, merak etme Talya. Ona çok iyi bakacağım, bunu biliyorsun,'' dedi gülerek ve tekrar bavuluna döndü.
''Bence şu dil okulu dışındaki aktivitelerde de yeni insanlarla tanışabiliriz, kim bilir?'' dedi Ada ve gelip Elis'in yanına oturdu.

''Haklı olabilirsin,'' diye onayladım onu.

Yaklaşık bir yirmi beş dakika sonra nihayetinde Yaprak duştan çıkmıştı ve sırasıyla biz de duşa girdik. Önce ben girdim, ardımdan Ada ve Elis. Duş alıp giyindikten sonra Deniz Abla'nın koridordan bir şeyler dediğini duyduk. Elis gidip kapıyı açtı.

Deniz Abla ''Yemeğe gidiyoruz kızlar, yedi dakika içinde aşağıda olun,'' demişti. Biz de hemen hazırlandık. Şansımıza hava açıktı. Buranın iklimiyle alakalı olarak yağışlı bir yer olduğunu biliyorduk. Ancak hava şimdilik iyi görünüyordu. Büyük bir hevesle şort ve tişörtlerimizi giymiştik. Ancak üzerimize ceket de almayı ihmal etmedik. Hafif bir makyaj yapıp, çantalarımızı alarak odadan çıkıp aşağı indik.

Aşağı inerken Elis çantasından ayıcığı çıkardı ''Bak, geyik bizimle yemeğe geliyor,'' dedi ayıcığın kollarını sallayarak.
''Harika olacak,'' diyerek güldüm.
Aşağı indiğimizde en sona biz kalmışız gibi hissettim. Herkes biz gelirken, dönüp bize bakmıştı. Biraz rahatsız edici olduysa da pek umursamadık. Yurdun içinden çıkıp kapının önünde bizi almaya gelecek olan otobüsü beklemeye başladık.

Deniz Abla ve onun gibi görevli olan diğer dört arkadaşı da koşturup duruyordu. Neyse ki çok geçmeden otobüs gelmişti ve biz de binmiştik. Açıkçası yollar garibime gitmişti. Yani doğal olarak. Direksiyonların sağda olması pek de alıştığım bir durum değildi ne de olsa. Şehir harika görünüyordu ama. O fotoğraflarda gördüğümüz şehirde şimdi biz vardık. Bu gerçekten çok başkaydı.

''Evet, işte geldik arkadaşlar. Umarım hepiniz acıkmışsınızdır.
Buranın yemeklerinin çok güzel olduğunu söylemem gerek,'' dedi ve onu takip etmemizi söyleyip otobüsten indi. Biz de onunla beraber indik. Yemek yiyeceğimiz yer çok hoş görünüyordu.
Etrafı incelerken bir yandan da bizim için ayrılmış olan yere doğru ilerlemeye başladık.
Yerlerimizi aldığımızda ise menüyü alıp siparişleri verdik hemen.
Çevredeki insanların İngiliz aksanlarına ise hayran olmuştum. Ben kendimi bildim bileli Amerikan aksanına sahiptim. Ada ve İngiltere'yi çok sevip, Londra'ya gelmiş olmasına rağmen Yaprak'ın bile Amerikan aksanı vardı. Aslında bazen Yaprak'ın İngiliz aksanı ile konuştuğuna da şahit olmuştum. Elis ise tam bir İngiliz aksanına sahipti. Okulda İngilizce derslerinde bir diyalog okumamız istendiğinde, o kendi bölümlerini İngiliz aksanıyla okurdu, bense Amerikan. Açıkçası zamanla İngiliz aksanını sevmeye başlamıştım.

Yemeklerimiz geldiğinde afiyetle onları yemeye başladık.

''Buradan sonra Starbucks'a gitme şansımız olur mu? Çay almak istiyorum'' diye sordu Elis kolasından bir yudum alarak.

''Ah, bilmiyorum ama yakınlarda vardır herhalde. Yemeğimizi yedikten sonra gider bakarız,'' diye cevap verdim.

''Birilerine haber vermemiz gerekmez mi?'' diye sordu Ada şüpheci bir tavırla.

''Biraz rahatla Ada. Şehri terk etmiyoruz. Hem çok geç kalmayız çay alacağım sadece,'' dedi Elis.

''Çabuk olalım o zaman çoğu kişi yemeğini bitirdi, birazdan kalkarız sanırım. Çevreye bakınalım. Yoksa geri döneriz,'' dedi Yaprak.

Ada'nın gazozunu bitirmesiyle beraber masadan yavaş yavaş kalkıp dikkat çekmemeye çalıştık. Ardından da kapıdan çıkıp Starbucks var mı diye bakınmaya başladık. Şanslıydık ki sağ tarafa baktığımızda Starbucks logosunu görebiliyorduk. Çok yakın değildi ama fazla uzak da değildi.

''Hadi gelin,'' dedim kızları çağırarak. İnsanların arasından dikkatlice geçerek Starbucks'a ulaştık. İçeri girdiğimizde ise burnuma dolan kahve kokusu muhteşemdi. Buna bayılıyordum.

''Biraz sıra var gibi görünüyor,'' dedi Yaprak başının arkasını kaşıyarak.

''Çok uzun sürmez bence yaa,'' dedi Elis ve hemen kuyruğun sonuna geçti. Biz de bir şeyler alırız düşüncesiyle sıraya girip beklemeye başladık. Yaklaşık bir on dakika sonra içeceklerimiz elimizdeydi.

''Umarım geç kalmamışızdır kızlar,'' dedi Ada Mango Passion Fruit Frapuccino'sundan bir yudum alarak.

''Bizi beklemişlerdir herhalde,'' diye cevap verdi Elis.

Starbucks'tan çıkıp restoranın olduğu yere doğru ilerledik. Restoranın içine girip oturduğumuz yere baktık. Ancak kimse yoktu. Kısa süreli bir panik geçirdim ve kalp atışlarım hızlandı.

''Onlar... Neredeler?'' diye sordu Ada.

Hiçbirimiz cevap veremedik. Yaprak hızla koşup dışarı baktı. En azından otobüsün orada olacağını düşünerek çıktığını tahmin ettim. Ancak hepimiz şaşkındık.
Gruptan kimseye ulaşabileceğimiz bir numara bilmiyorduk. Gideceğimiz dil okulunun tam adresini de. Yurdumuzun yerini de bulamazdık. Otobüsle gelmiştik ve gelirken sadece çevreye bakınmıştık.

''Yoklar, dışarıda da yoklar,'' dedi Yaprak nefes nefese.

''Aman Tanrım,'' dedim sadece.

Ardından kendimizi restoranın dışına atıp yürümeye başladık. Yakınlardadır diye bakınırken kendimizi restoranın da çok uzağında buluverdik. En yakındaki bana oturduk.

''Şimdi ne yapacağız?'' diye sordum çaresizce.

''Kimseyi de arayamayız ki, burada hattımız bile yok,'' dedi Ada.

''Aman Tanrım, '' dedi Yaprak sadece.

''Kızlar, endişelenmeyi bırakamaz mıyız?'' diye soru Elis. Sesi o kadar sakin geliyordu ki hepimiz dona kalmıştık.

''Burada tek başımıza, ne yapacağımızı bilmeden duruyoruz ve sen endişelenmeyi bırakmamızı mı istiyorsun yani?'' diye sordu Ada.

Aslında Ada'ya hak vermiştim. Bana biraz fazla sakin gelmişti. Ama Ada genel olarak böyleydi. Yani çılgınca şeyler yapmak güzel olabilirdi, ama sonu iyi bitecekse. Biraz da kontrolcüydü. Neyse ki Elis bunu biliyordu ve Ada'ya fazla yüklenmeden konuşmaya devam etti.

''Evet Ada. Bak kulağa çok çılgınca geldiğini biliyorum ama buradayız işte. Gitmemiz gereken, yapmamız gereken bir şey yok. Uymamız gereken kurallar da. Belki de grubun bizi almadan gitmesinin bir sebebi vardır, olamaz mı yani? Belki de bu kaderdir,'' dedi Elis.

Gözlerinin içi parlıyordu.

''En son hangi kitabı okudun sen? ''Kader ve Pozitif Yaşam'' falan mı?'' diyerek güldü Yaprak.
Ortam biraz daha yumuşamıştı.

''Eğlenceli olabilir,'' dedim yandan Ada'ya bakarak.

''Tamam, peki. Olacaklara bakalım. Belki bir şekilde yurda tekrar ulaşabiliriz. Ama şunu unutmayın biz Hangover'da değiliz. Bradley Cooper yanımızda olmayacak,'' dedi Ada. Gülümsüyordu.

''Daha da önemlisi Justin Bartha. Tanrım, keşke onu görebilseydim,'' dedim gökyüzüne bakarak.

''Ben Zach Galifianakis'i tercih ederim. O adam çok komik ya. Eğer onunla tanışabilseydim harika vakit geçirirdim,'' dedi Elis.

''Tamam kızlar, haklısınız. Hangover güzel bir filmdi ama Ed Helms gelip bize Allentown'u söylemeyecek. O yüzden hadi bence şehri keşfetmeye başlayalım,'' dedi Yaprak ve ayağa kalktı.

Ardından biz de ayağa kalktık ve yürümeye başladık. Garipti çünkü nereye gideceğimizi bile bilmiyorduk. Yürümeye devam ederken çok hoş bir kitap ve CD satan bir yer bulduk ve hemen içeri girdik. Sanırım hepimiz kitaplara bağımlıydık. İçeri girer girmez Marian Keyes gibi yazarların kitaplarının olduğu tarafa yöneldim. Marian Keyes'in kitaplarına bayılıyordum. Bir de Meg Cabot'ın da yeri bende çok başkaydı ayrıca.

Elis ise o tarz kitaplar sevmezdi. Belki macera ya da klasik severdi. Klasikler daha çok ilgisini çekerdi. Ada da biraz onun gibiydi macera, aksiyon ya da kişisel gelişim kitapları daha çok ilgisini çekerdi. Yaprak ise benim gibi gençlik ya da romantik kitapları severdi.

Ben kitaplara bakmaya devam ederken ''Talya, şuna bak!'' diye seslendi Ada. Hemen kafamı çevirip olduğu yere baktığımda ise gördüğüm şey Stolen Things'in albümüydü.
''Aman Tanrım, biz de ne zaman Türkiye'ye gelecek ve biz alacağız diye düşünüyorduk,'' dedim hemen yanına gidip. Ardından Elis ve Yaprak da yanımıza geldi.
''Ben Neck Deep'in albümünü de alacağım,'' dedi Elis ve hemen CD'lerin olduğu yere döndü.
Biz de kasaya doğru ilerledik. Çok geçmeden Elis'de elinde albüm ile yanımıza gelmişti. Ödemeyi yaptıktan sonra dışarı çıktık. Sokakta yürümeye devam ederken Elis'in aklından yine çılgınca şeyler geçiyordu.

''Haydi insanlara bir şeyler soralım!''

''Nasıl bir şeyler soralım?'' diye sordum.

''Bilirsin işte, eskiden yaptığımız o çılgın şeyler gibi. Mesela... Yoldan geçen herhangi birine garip bir şeyler soralım, ya da çılgınca? Neden olmasın ki, hayatımızda kaç kere göreceğiz sanki onları?''

''Aslında haklısın, bence güzel olabilir,'' dedim ve Yaprak'a ve Ada'ya döndüm.

''Pekala, zaten yapacak başka bir şeyimiz yok,'' dedi Ada ellerini teslim oldum dercesine

''Hadi o zaman,'' dedim ve ne soracağımızı düşünmeden insanları durdurmaya başladık.

''Merhaba, acaba en yakın hayalet avcısı bürosunu nerede bulabilirim?'' diye sordum bir bayana. Bana fazla şaşırmış gözlerle baktı.
Muhtemelen İngiliz olmadığımı anladı ve cevap bile vermeden sadece gözlerini kocaman açarak yanımdan ayrıldı. O gittiğinde ise ben gülmekten nefes alamıyordum. Sanırım bu çok eğlenceliydi. Daha sonra Elis'in bir taksi durdurdu ve binmeden aynen şöyle dedi.

''Cennete de gidiyor musunuz?''
Ardından hepimiz gülmekten kendimiz alamadık ve adam da muhtemelen biraz sinirli bir şekilde yoluna devam etti. Biz de bize bakan insanlarla beraber sokağın ortasında gülmeye devam ettik. Derken Ada hemen bir bayanın yanına yanaştı. Bayanın giydiği tişörtün üzerinde leke gibi görünen şekiller vardı.
Ada bayan yanaşıp ''Affedersiniz, üzerinize bir şey dökülmüş,'' dedi gayet ciddi bir şekilde. Bayan önce açıklama girişiminde bulundu. Ada ise sözünü tamamlamasına fırsat vermeden ''benim hatam,'' diyip gülerek yanımıza geldi.
Buna, aklımızda soru kalmayıncaya kadar devam ettik. Sorular tükenince sokakta şarkı söylemeye başladık. Yani evet, yüksek sesle.
Aslında sokaklar kalabalıktı. İnsanlar sadece bize bakıp geçmekle yetiniyordu. Söylediğimiz şarkı ise Fall Out Boy'un I Don't Care'ydi. O şarkı bir şekilde hepimizi mutlu hissettiriyordu. Sanırım bizimle aynı görüşte olan da çok kişi vardır. Gülüp şarkı söylemeye devam ettik.

Tabi yürümeye de. Ardından kendimizi bir anda bir Jack Wills dükkanının önünde bulduk. Neyi bekliyoruz diye düşünerek hemen içeri girdik. Yaprak'ın bir tane Jack Wills sweatshirt'ü vardı. Teyzesinin Londra'dan yolladığı mor bir Jack Wills'ti. İçeri girer girmez ben elbiselere yöneldim. O kadar harika görünüyorlardı ki. Üzerine küçük çiçekler olan, pembe bir tanesi çok hoşuma gitmişti. Ben onlara bakarken elinde kısa ve kırmızı bir şortla Ada yanıma geldi. Şortu göstererek ''Şunun güzelliğine bak,'' dedi. ''Gerçekten çok tatlı,'' dedim gülümseyerek. Yalan da değildi zaten. Gerçekten çok sevimliydi. Elis ise mavi bir kazağa bakıyordu. Sol tarafında JW yazıyordu. Yaprak ise elinde bir etek ve kısa kollu bir tişört ile yanıma geldi. ''Çok tatlılar,'' dedi gözlerini onlardan ayırmayarak.

''Neden denemiyoruz ki?'' dedim beğendiğim elbiseyi de elime alarak. Daha sonra Elis'in de bizimle beraber deneme kabinlerine doğru yönelmesiyle beğendiğimiz her şeyi denedik. Çok hoş kombinler yarattığımızı söylemeliyim. Üstelik bazıları gerçekten çok hoştu. Aslında bazılarını alsak fena olmaz diye düşünmüştük.

''Bunları gerçekten alsak nasıl olur?'' diye sordu Elis.

Hepimiz yan yana geçmiş aynada kendimize bakıyorduk.

''Bilmiyorum,'' dedi Ada gözünü aynadan ayırmayarak.

''Kızlar, gerçekten güzeller ama burada olduğumuz sürece paraya ihtiyacımız olacak, yani eğer alacaksak bile...'' derken tüm kızların bana dönmüş olduğunu fark ettim. Kısaca hepsine baktıktan sonra sözüme devam ettim.

''Yani alacaksak bile, yalnızca bir tane. Bir parça seçin ve onu alalım.''
''Kesinlikle bu eteği alıyorum,'' dedi Yaprak ve hemen kabine girdi.

''Tamam, pekala... Sanırım bu şortu almalıyım...Ya da hayır, tişörtü alıyorum,'' dedi Ada ve o da kabine girdi. Ada kabine girer girmez Elis bana döndü.
''İlk denediğin elbiseyi al, kesinlikle çok yakıştı,'' dedi.
''Sahi mi?''
''Elbette, bence çok hoş. Sen böyle şeyler seversin, sana yakıştı da bence sorun yok. Bana gelince bu sweatshirtü alacağım.''
''Hoş olduğunu söylemeliyim.''
''Biliyorum. Hadi Tayla, Ada ve Yaprak çıkmak üzeredir biz de giyinelim artık.''
''Tamam,'' dememle kabine girmem bir oldu.

Hepimiz kıyafetlerimizi giyip istediğimiz şeylerle kasaya doğru ilerledik. Kasada ödemeyi yaptıktan sonra yüksek sesle teşekkürler edip dükkandan çıktık.

''Eee şimdi ne yapıyoruz?'' diye sordum.

''Ne istersek yapabiliriz, ne yapmak istiyoruz?'' dedi Elis.

''Bilmiyorum ki, açıkçası ben biraz acıkmaya başladım,'' diye atıldı Yaprak.
''Sen her zaman açsın,'' dedim gülerek.
Elis ve Ada da bana katıldı.

''Tamam o zaman şöyle yapalım, biraz daha yürüyelim gözümüze güzel görünen bir restoran bulana kadar yani. Daha sonra bir tanesine girer ve yemeğimizi yeriz,'' dedi Ada.

''Harika,'' diye onayladık aynı anda.

Ardından Londra'da kendimizi kaybetmeye devam ettik.
Sokaklar gerçekten büyüleyiciydi.
Ancak uzun bir yürüyüşün ardından hepimiz biraz acıkınca gözümüze güzel gelen ilk yere girdik. Elis'in aklından çılgınca fikirler geçiyor diye düşünmeden edemedim.
Çünkü yüzündeki ifade bu yöndeydi. Elis'i iyi tanırdım.
Onunla beraber çok fazla çılgınca şey yapmıştık ve hepsi gerçekten harika zamanlardı. Gerçi beraber ağlayıp, üzüldüğümüz zamanlar da çok olurdu. Yine de bir şekilde üstesinden gelmeyi başarmıştık.
Masalara oturduktan sonra menülerimiz geldi ve ne istediğimize baktık. Açıkçası neler olduğuna bile bakmadan önümüze gelen her şeyi sipariş ettik.
Biraz çılgınca görünüyordu ama bunu gerçekten yaptık. Garson biraz şaşırmış olsa da siparişlerimizi aldıktan sonra mutfağa doğru yöneldi.

''Bunların hepsini yiyebileceğimizden emin miyiz?'' diye sordu Ada.

''Yiyeceğimizi kim söyledi ki?'' diye atladı Elis.

''Hayır, hayır bakın ben yiyecek savaşı falan istemiyorum. Banyo yapacak bir yerimiz bile yok,'' dedi Yaprak. Bana kalırsa haklıydı da.

''Bence de Yaprak haklı Elis, açıkçası ben akşam ne yapacağımızı bile düşünmeye başladım,'' dedim ben de.
''Talya, böyle bir şeylerin olması senin hayalindi. Yiyecek savaşını kast etmiyorum, bana her zaman çılgın şeyler yapmak, özgür olmak istiyorum derdin,'' dedi Elis. Birazcık ciddileşmişti.

''Biliyorum Elis, zaten hala istiyorum mutluyum. Ama baksana hava bozmak üzere, buranın iklimini biliyorsun ve akşam yağmur yağarsa ne yapacağız?''

''Talya haklı Elis, çılgınlıklarımız harika tek sorunumuz kalacak bir yerimiz olmaması,'' diyerek onayladı beni Yaprak.

''Tamam, kalkın gidiyoruz o zaman,'' dedi Elis sadece.

''Elis, siparişleri verdik?'' dedi Ada büyük bir şaşkınlıkla.

''Sorun olmaz, boş verin bu da bir çılgınlık işte dışarı çıkarız hava kararmadan da kalabileceğimiz bir yer var mı diye bakınırız. Hadi,'' dedi Elis. Ciddiyeti bozulmuş ve gülüyordu. Oturduğu yerden kalkmaya yeltendi.

''Yiyecek savaşından daha güzel geliyor kulağa,'' dedim ve hep beraber biz de kalktık.

Siparişlerimizi alan garsona görünmemeye çalışarak hızlıca oradan çıktık. Ne yaptığımızı bilmiyorduk, neler olacağını da. Sanırım bunu garip kılan şey de buydu. Nerede kalabileceğimizi düşünürken camla kaplı bir dükkan gördük. Kızlar yürümeye devam etti. Cama suratımı yapıştırıp değişik yüz ifadeleri yapmaya başladım. Mağazanın içindekiler şaşkınlıkla bana bakıyordu. Daha sonra kızlar yokluğumu fark etmiş olacak ki ''Talya!'' diyerek yanıma geldiler.

''Talya, iyi misin?'' dedi Yaprak gülerek.

''Çok iyiyim,'' dedim boğuk bir sesle. Muhtemelen anlayamamıştır.

''Hadi yapalım,'' dedi Elis ve onu yanımda ağzını balık gibi yapıp cama yapıştırmış görmem bir oldu.

Daha sonra Yaprak da ''Hadi Ada, eğlenceli işte,'' diyerek yanımıza geldi ve o da ağzını ve gözlerini kocaman açtı. En sonunda Ada da bize katıldı ve o aptal halimizle yaklaşık beş dakika boyunca kaldık. Suratımızı değişik şekillere sokup durduk.
Ta ki dükkanın içinden görevli gibi görünen bir adam gelene kadar. Adam bize doğru yüzünde sinirli bir ifadeyle gelince kaçmanın en doğrusu olacağını düşündük. Gülerek yolumuza devam ettik.

''Aman Tanrım, bu... Bu gerçekten çok eğlenceliydi!'' dedi Ada.

''Bence sen bile böyle düşünüyorsan kesinlikle öyledir,'' dedim gülerek.

Ada kontrollü olmayı severdi. Güvende olmayı, başının belaya girmemesini isterdi. Çılgın ruhluydu ama onun için bunlar da önemliydi.

''Bence gerçek anlamda özgür olmak bu demek, bu tabuları yıkmak gibi,'' diye ekledi Ada.

''Kuralları yıkmak eğlenceli gibi görünüyor, aslında tam anlamıyla kurallar sayılmaz, sadece alışılmışın dışında şeyler yapıyoruz desek daha doğru olur,'' diye atıldı Yaprak.

İkisine de hak vermiştim. Elis'in de benimle aynı görüşte olduğundan emindim.

''Peki, şimdi ne yapacağız?'' diye sordum.
''Ben acıktım aslında yaa,'' dedi Elis elini midesinde gezdirerek.
''Aslında ben de, yemek yemek için o restorana girmiştik güya,'' diyerek güldü Yaprak.
''Bazen anı yaşayıp eğlenmek gerek,'' dedim hemen.
''Haklı olabilirsin,'' diyerek onayladı beni.
''O zaman yemek yiyecek bir yer bulalım, buralarda bir yerlerde Burger King ya da McDonald's vardır herhalde,'' dedi Yaprak.
''Harika fikir!'' dedi Ada.
''Karar verildi o zaman, bulduğumuz ilk Burger King'e ya da McDonald's'a gidiyoruz!'' dedim komutan edasıyla. Hep beraber gülerek yolumuza devam ettik.

Açıkçası bulmamız pek çabuk olmadı. Londra'nın sokakları çok güzeldi. Gerçekten, bizi hayal kırıklığına uğratmayacak cinstendi. Bu yüzden yürümek pek sorun olmadı bizim için. Yürürken insanları da izleyip durduk. Orada kenarda oturup saatlerce insanları izleyebilirdim. Sanırım o bile bana huzur verebilirdi. Bu yüzden Londra'yı bir kez daha sevmiştim. Yaklaşık kırk beş dakika kadar sokaklarda dolaştıktan sonra bir Burger King bulabilmiştik.

''Yalvarıyorum girelim, çok acıktım!'' dedi Elis hepimizi çekiştirerek.

''Tamam Elis, sakin ol, gireceğiz buranın bir yere gittiği yok, hadi girelim,'' dedim sakince ve içeri girdik. Tanrı'ya şükür sıra pek yoktu. Kuyruğa girdikten çok kısa bir süre sonra görevli ''siparişinizi alabilir miyim hanımlar,'' dedi gülümseyerek. Tüm siparişleri ben verdim.

''Bir tane Whopper Menü, bir tane Cheeseburger Menü, Bir tane Big King Menü, bir tane de Chicken Royale Menü,'' dedim gülümseyerek.

Kasiyer de gülümseyerek tepsileri çıkartıp önümüze dizdi. Ben parayı verdikten sonra da bakışlarını yeni gelen müşterilere çevirdi. Biz de menülerimizi beklemeye başladık. Whopper Ada için, Big King Yaprak için, Chicken Royale Elis için ve Cheeseburger de benim içindi. Peynirine bayılıyordum. Menüler tamamlandıktan sonra hemen boş bir yere geçip yemeğimizi yemeye başladık.

''Bununla doyacağımı zannetmiyorum,'' dedi Elis hamburgerinden kocaman bir ısırık alırken.

''Senin bir menüyle doyduğun nerede görülmüş, eğer istersen bir tane daha alırız, merak etme,'' dedim ve ben de hamburgerimden ilk ısırığımı aldım. O an çok acıktığımı fark ettim.

''Pekala, sıradaki durağımız neresi olacak?'' dedi Yaprak kolasından bir yudum aldıktan sonra.

''Hava karardı ve hala geceyi nerede geçireceğimizi bilmiyoruz,'' dedi Ada şüpheci bir tavırla.

''Tamam stres yapmamıza gerek yok, bu kadar şey yaptık. Yurda dönmeyi denemeyi aklımızdan bile geçirmedik, bütün bunları yapabiliyoruz da kalacak yeri mi dert ediyoruz?'' diye sordum.

''Pansiyon gibi bir yer bulabiliriz belki?'' dedi Yaprak bu sefer.

''Bütün paramızı buna yatırmak bana mantıklı gelmiyor, ayrıca burada ne zaman kadar kalacağımızı bile bilmezken pansiyonda kalamayız,'' dedi Elis. Ses tonu sakindi.

''Tamam, haklı olabilirsin,'' dedi bu sefer Yaprak.

''Geceyi düşünmeyelim, boş verin. Uyumak istersek park gibi bir yer buluruz. Bir çaresine bakarız. Hava karardı, neredeyse akşam oldu. Şimdi akşamımızı nasıl değerlendireceğimize bir bakalım,'' dedim.

''Yine sokağa çıkıp bilmediğimiz bir yerler bulana kadar yürüyecek miyiz?'' dedi Ada.

''Tamam kulağa pek mantıklı gelmiyor ama yapabileceğimiz en basit şey bu. Yani bir şeyler buluruz,'' dedi Yaprak.

''Hadi ama düşünelim, bizim hayalimiz neydi burası hakkında. Hadi kızlar, buraya gelmeden önce milyonlarca planımız, hayalimiz vardı. Onlara odaklanalım,'' dedi Elis ve son patatesini de ağzına attı.

Hepimiz düşünmek için sessiz kalınca Elis sessizliği bozdu.

''Siz düşünmeye devam edin ben bir hamburger daha alıp geleceğim. Korkmayın, menü değil. Sadece hamburger,'' dedi ve gülerek kasaya doğru yöneldi.

Biz de düşünmeye devam ettik. Aklımdan geçen ilk şey Stolen Things olmuştu. Ama onlara nasıl ulaşacağımızı hiç bilmiyordum. Yani elimizde bir adres yoktu mesela. Dil okuluna dönmeyi de hiçbirimiz istemiyorduk. Orası gerçek. Gittiği yere kadar gitti diye düşünüyorduk işte. Battı balık yan gider hesabı. Şimdilik ya da en azından bu gecelik rafa kaldırılabilecek bir fikirdi bu. Ama sadece şimdilik.

''Herhangi bir bara gitsek?'' diye önerdi Yaprak.
''Hayır, hayır, hayır. Sizin sarhoşluğunuzu çekemem ben. Hem hiç birimiz içkiye alışkın değiliz. Dahası yaşımız tutmuyor,'' diye araya girdi Ada.
''Burada da sınır 18 mi?'' diye sordum merakla.
''Muhtemelen ya da 21'dir,'' diyerek omuz silkti Ada.
Tam o sırada elinde hamburgeriyle Elis yanımıza geldi.
''Ee fikirleriniz neler bakalım?''
''Yaprak, bir bara gitmeyi önerdi,'' dedim hızlıca.
''İçki içecek havamda mıyım hiç bilmiyorum.''
''Bunu başka bir geceye erteleriz o zaman,'' dedim ve hepimiz başka bir şeyler düşünmeye başladık.
''Bir alışveriş merkezine gidip televizyon izlesek? Ben biraz İngiliz aksanı duymak istiyorum,'' dedi Ada.
''Genelde film koyuyorlar ve insanlar geçerken onlara bakarlar, yani dizi veya haber oynatacaklarını hiç zannetmiyorum,'' diye cevap verdim.
''Tanrım, aklıma hiçbir şey gelmiyor,'' dedi Elis ağzındaki lokmasını bitirdikten sonra.
''Tamam, unutun o zaman plan yapmayı. Sokağa çıkalım, dolaşalım işte. Belki yeni yerler keşfederiz,'' diye bir fikir öne sürdüm.
''En iyisi o olacak sanırım,'' dedi Yaprak.

Hepimiz aynı görüşte olunca Elis'in hamburgerini bitirmesini bekledikten sonra kalktık. Tekrar kendimizi sokağa attık. Hava soğumuştu. Ancak elimizden gelen bir şey yoktu. Yanımızdaki tek kıyafet Jack Wills'ten aldıklarımızdı. Bir yerden sola saptık ve yürümeye başladık. Ben ve Elis yola devam ederken arkadan Ada'nın sesini duyduk. Yaprak da yanındaydı.

''Şunlara bir bakın!''

Elis ile beraber hemen yanlarına gittik. Ellerinde tuttukları şey yarısı dolu olan boya spreyleriydi. Grafiti yapılmış ama daha sonra bırakılıp atılmıştı.
''Hadi kendi isimlerimizi yazalım,'' dedi Elis ve yerden bir tanesini aldı.

Duvara kocaman harflerle ''Elis, Talya, Yaprak, Ada'' yazdı. Ardından hepimiz değişik şekiller çizmeye başladık. Elis resim yapmaya başladı. Elis'in resime her zaman yeteneği vardı. Ancak sprey boyalarla ne kadar iyi olabilirse o kadar çizebiliyordu. Yaprak ise gülen suratlar çiziyordu. Ada, kendince şekiller oluşturmuş onların içini boyuyordu. Bense en sevdiğim Fight Club repliğini yazdım.

'' I felt like destroying something beautiful.''
''Oo Fight Club demek?'' diyerek sırıttı Elis. ''Ben de yazarım o zaman,'' diye de ekledi.
'' Losing all hope was freedom,'' yazdı Elis de. Fight Club, ikimizin sevdiği ortak şeylerden biriydi.

''Tamam siz eğlendiniz. Sıra bende. Sanırım ben buraya Bring Me The Horizon'dan bir şeyler yazsam fena olmaz,'' diyerek duvara yöneldi Yaprak. Yazmayı bitirdiğinde ise 'I'm the ocean I'm the sea there's a world inside of me'' yazdığını görebiliyorduk.

''Yazacağımız ve çizeceğimiz her şey bittiğine göre artık gidelim mi?'' diye sordum.
''Hadi kızlar,'' diyerek yürümeye başladı Elis. Biz de hemen peşinden gittik.
Girdiğimiz sokağın sonuna doğru yürüyüp bir caddeye çıktık. İnsanların arasına karışmadan önce biraz duraksadık.

''Ne yapacağız?'' diye sordum.

''Aslında benim bir fikrim vardı,'' dedi Ada çekinerek.

Hepimiz anında Ada'ya döndük ve ona ''fikrini bekliyoruz'' dercesine baktık.

''Video kaydı yapalım. Ben video kameramı yanıma almıştım. Bu geceden başlarız. Başımıza gelecek her şeyi çekeriz, eğlenceli olur.''

''Ya şarjı biterse ne yapacağız?'' diye sordu Yaprak.

''Pille çalışıyor.''

Hepimiz birbirimize baktık.

''Eğlenceli olur, insanları da videoya alırız. Onlarla konuşuruz. Güzel olur,'' dedim gözlerimi büyüterek.

''Harika,'' diye çığlık attı Elis.

Ardından koşarak kalabalığın içine karıştık. Ada ise kamerasını çıkardı. Gerekli ayarları yaptıktan sonra kameraman Ada'ydı. Ben, Yaprak ve Elis ise kameranın önüne geçmiş gülüyorduk. Ada'nın başladığını söylemek için baş parmağını tamam anlamında kaldırdıktan sonra konuşmaya başladım.

''Merhaba gelecekteki ben, bunu izlerken bence bu zamanları çok özleyeceksin,'' diye başladım. Türkçe değil, İngilizce konuşuyordum.

''İngilizce mi konuşacağız?'' diye sordu Yaprak.

''Londra'yız bebeğim sen ne düşünüyordun ki?'' diye sordu Elis gülerek.

''Ah, pekala... Bence... Belki de çok iç çekip, duygulanabiliriz, tabi ölmezsek'' diye ekledi Yaprak gülerek. Tabi İngilizce olarak.

''Biz anı yaşayan kişileriz ve pişman değiliz, şimdi bizimle beraber çok güzel bir yolculuğa başlamak üzeresiniz!'' dedi Elis ve başparmağını kameranın merceğine doğru uzattı. Bunun üzerine Ada çok güldü.

''Bana ver kamerayı, sen de bir şeyler söyle Ada,'' diyerek kamerayı Ada'nın elinden aldı Yaprak.

''Ah, pekala. Merhaba çocuklar. Ya da bunu izleyen her kimse. Video fikri benimdi ve sanırım eğlenceli olacak,'' dedi tekrar kamerayı eline aldı.

''Hadi gidelim o halde,'' dedim ve yürümeye başladık. Elis gözüne hoş görünen iki erkeği durdurdu.
''Merhaba çocuklar, nasıl gidiyor?'' diye sordu gayet samimi bir şekilde.

Çocuklar önce kameraya bakıp güldüler daha sonra içlerinden biri Elis'in sorusuna cevap verdi.
''Fena değil, ama siz bayağı eğleniyor gibi görünüyorsunuz,'' dedi tekrar kameraya bakıp gülerek.

''Evet, kesinlikle,'' diye atıldım.

''İsimlerinizi öğrenebiliriz miyiz?'' diye aralarına girdi Yaprak arkalarından dolaşarak.

Kırmızı tişörtlü olup eğlendiğimizi düşünen çocuk konuştu.

''Ben Ethan, bu da arkadaşım Tracy,'' dedi çocuk gülümseyerek.

Kesinlikle hoş olduklarını itiraf etmeliyim. Ethan kumraldı. Tracy ise ona göre biraz daha koyuydu. İkisi de gerçekten çok hoş görünüyordu. Derken Ada'nın da onlara nasıl baktığını fark edince böyle düşünen tek kişi olmadığımı anladım. Sanırım Elis ve Yaprak da benimle aynı görüşteydi.

''Ah, memnun olduk çocuklar,'' dedi Ada.

''Biz de isimlerinizi öğrenemez miyiz acaba?'' diye sordu Tracy.

''Bence buna gerek yok çocuklar, gerçekten. Zaten gitmemiz gerekiyor. Konuştuğunuz için teşekkürler,'' diyerek ilerledi Elis. Gülümsemeyi de ihmal etmedi.

''Ah, gitmek zorunda mıyız?'' diye sordu Ada bana. Çocuklar anlamadı çünkü Türkçe konuşmuştu.

''Sanırım,'' dedikten sonra çocuklara dönerek ''Gitmeliyiz çocuklar, memnun olduk belki bir daha tekrar karşılaşırız,'' dedim ve Yaprak'ı aralarından çekip yanıma aldım.

''Ben soyadlarınızı da öğrenebilir miyim acaba?'' diye fısıldadı Yaprak.

''Hey!'' diyerek çekiştirdim onu. Ancak bu çocukların cevap vermesine engel olmadı.

''Tracy Cooper ve Ethan Hart,'' dedi Tracy gülümseyerek.

''Aksanınıza bayıldım,'' diye konuşmayı sürdürdü Yaprak. Gerçekten eriyor gibiydi. Ada ise Elis'in peşine doğru yürümeye başlamıştı bile.

''Görüşürüz çocuklar! Hadi Yaprak,'' diyerek Yaprak'ı çekiştirdim.

''Daha ilk kişilerden böyle yapacaksan işimiz var canım benim,'' dedim kolumu omzuna atarak.

''Ama çok hoşlardı sen de gördün!'' dedi isyan edercesine.

''Haklısın, ona hiçbir sözüm yok. Ama daha nicelerini görebiliriz. Hadi kızlara yetişelim,'' dedim kolunu omzundan çekerek. Ardından kızlara yetişmek için adımlarımızı hızlandırdık.

''Bence çok hoşlardı,'' dedi Yaprak bir kez daha. Ada kamerayı ona doğru yöneltmişti.

''Bunu inkar etmiyoruz Yaprak ama onların yanında belli de etmiyoruz yani,'' dedi Elis.

''Tamam üzerime gelmeseniz olmazdı değil mi?'' dedi Yaprak sırıtarak.

''Tamam hanımlar, şimdi sıra bende,'' diyerek çevreye bakındım.

Karşımızdan gelen dört kız vardı. Üzerlerinde Stolen Things tişörtleri vardı. Kendileri yapmış izlenimi veriyordu bence. Ben de onları durdurmak istedim. Bu yüzden yürümelerini engellemek için hemen önlerine geçtim.

''Merhaba kızlar!'' dedim yüksek sesle.

''Ah, merhaba?'' dedi içlerinde biri. Sarışın olandı.

''Stolen Things hayranısınız demek?'' diye sordu Elis.

Kızlar aynı anda ''Evet!'' diye bağırdı. Biz ise suratımızı ekşiterek onlara baktık. Sesleri birazcık kulağımızı cırmalamıştı.

''Harika!'' diye yanıt verdi Ada.

''Siz de mi seviyorsunuz yoksa?'' diye sordu saçları siyah olan kız. Muhtemelen boyadır diye düşündüm. Çünkü biraz laciverti de andırıyordu. Gülümseyince diş telleri de ortaya çıkmıştı.

''Ah, evet,'' dedi Yaprak.

''Bugün Londra'ya döndüler bu hafta içinde bir konserleri olacak!'' dedi sarışın olan heyecanla.

''Siz de gelecek misiniz?'' diye ekledi kumral olan kız.

''Ah, şey konser ne zaman?'' diye sordum düşünceli bir tavırla.

''Üç gün sonra.''

Kızlarla birbirimize baktık.

''Belki orada oluruz, kim bilir?'' dedi Elis gülerek.

''Harika olacak!'' dedi en sağda olan, daha önce hiç konuşmamış gözlüklü kız.

''Eminim öyle olacaktır, bu arada isimleriniz ne?'' diye konuyu değiştirdi Yaprak. Soldan sağa doğru saymaya başladılar. Sarışın olan kızın ismi Claire, kumral olanın ismi Betty, saçları lacivert gibi olan kızın ismi Olivia ve gözlüklü kızın ismi de Eva'ymış.

''El sallayın kızlar!'' dedi Ada.

Onlar gülümseyip el salladıktan sonra onları da arkamızda bıraktık. Daha sonra Ada bir bayanın önüne geçip ''Çok güzel görünüyorsunuz!'' dedi gülümseyerek.

Bayan büyük bir şaşkınlıkla ''Teşekkür ederim,'' dedi gülümseyerek. Sevindiği belli oluyordu.
Hepimiz Ada'ya dönüp baktığımız için Ada, açıklama yapmak zorundaymış gibi hissetti.

''İnsanları sevindirmek iyi bir şeydir,'' dedi bakışlarımıza karşılık vererek.

Gülüştükten sonra yolumuza devam ettik. Yaklaşık bir saat kadar daha dolaştıktan sonra artık yorulmuştuk. Üstelik daha bu sabah uçakla buraya geldiğimiz düşünülürse, yol yorgunu bile sayılırdık. Daha önce çok seyahat etmiş olmama rağmen asla bu sıkıntıyı çekmemiştim aslında. Yani ''yol yorgunluğu'' denen şeyi. Ancak sanırım şimdi ne demek olduğunu anlamıştım.

''Kızlar ben yorulmaya başladım,'' dedim yürümeyi bırakarak.

''Ee burada mı duracağız yani?'' diye cevap verdi Elis. Saçmalama diyordu bakışları.

''Aslında tahminimizden daha uzun sürmüş bu video olayımız,'' dedi Yaprak ve saatine bakmak için kolunu kaldırdı.

''Neredeyse on bir olmuş hanımlar,'' diyerek ilan etti ardından.

''Aslında bu saatte çılgınlar gibi eğlenmemiz gerekiyordu,'' dedi Elis.

''Bunun için daha bolca vaktimiz olacak Elis. Belki unutmuşsundur ama Londra'ya daha bugün ayak bastık. Açıkçası ben çok yoruldum,'' dedim yalvarırcasına bakarak.

''Tamam o zaman hadi gelin, yakınlarda bir park bulabiliriz belki, orada dinleniriz,'' dedi Ada.

Hepimiz onaylarcasına başımızı salladıktan sonra park aramaya koyulduk. Uzun bir süre park yeri aramakla vakit geçirdik. Aslında park ararken hepimiz tam anlamıyla bitkin haldeydik. Neyse ki yaklaşık bir buçuk saatlik arayışlarımızdan sonra bir park bulabilmiştik. Banklar vardı. Çevresinde ağaçlar vardı. Korkutucu görünmüyordu. Aslında olsaydı da başka çaremiz yoktu. Geceyi burada geçirecektik.

''Bundan emin miyiz?'' diye sordu Yaprak çantasını yere bırakırken.

''Evet, başka çaremiz yok,'' dedim ve hemen çimlere oturdum.

Elis ve Ada da yanımıza oturdular. Ancak kısa süre sonra konuşmalarımız bitmişti. Yorgunduk ve uykumuz gelmişti. Konuşmalarımız yerini sessizliğe bırakmıştı. Üşüyordum diyebilirdim aslında. Uyku sersemi halimizle hepimiz Jack Wills'ten aldığımız kıyafetleri istemeyerek de olsa üzerimize örttük. Daha sonra başımı Elis'in karnına koyduğumu hatırlıyorum. Yukarıdan bakıldığında muhtemelen garip bir şekili andırıyorduk. Ama o an bunu bile düşünmek istemiyordum. Başımdan milyonlarca düşünce geçerken uykuya dalmıştım bile.

Czytaj Dalej

To Też Polubisz

840K 40.9K 53
O, gündüzün koynundan alınıp geceye bırakılmış bir kız çocuğu... Teğmen Mine Kılıç... O, gecenin ev sahipliğini, tüm karanlığına rağmen üstlenen bir...
Berceste Autorstwa Boni

Dla nastolatków

11.3K 895 7
Hayatında hiç sevgi görmemiş bir asker oğlana sevgiyle gülümseyen hemşireye kalbinde taht yapan gençlerin hikayesi.
YUVA Autorstwa _twclr

Dla nastolatków

743K 36.5K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
1.7M 62.4K 57
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...