Savcı (Tamamlandı)

safiilay tarafından

166K 15.9K 4.5K

Demek çok zengin öyle mi Karavan?Cebi zengin güzel. Banka hesabı dolu güzel. Ya kalbi? Cebinin üçte birinde o... Daha Fazla

Bölüm 1: Tesadüf
Bölüm 2: Emanet
Bölüm 3: Pembe Yalanlar
Bölüm 4: Yalan Ölüm
Bölüm 5: Dar Karanlık Düşünceler
Bölüm 6: Siyaha Bürünmüş Beyaz
Bölüm 7: Hayal Kırıklığı
Bölüm 8: Kan Pembesi
Bölüm 9: Ağa Yakalanan Suç
Bölüm 10: Otuzuncu Şans
Bölüm 11:Acısız Ölüm
Bölüm 12: Ödeşme
Bölüm 13: Yara
Bölüm 14: Burak Köre
Bölüm 15: Adalet
Bölüm 16:Budanan İnsan
Bölüm 17: Hep Bu Mesafede Olacağım.
Bölüm 18: Yarım Kalmışlık Her Şeyden Daha Kötüdür.
Bölüm 19 : Canavarım!
Bölüm 20: Milat!
Bölüm 21: Canavar
Bölüm 23 : KATİL!
Bölüm 24: Ertelemek
Bölüm: 25 Çırpınış
Bölüm 26: Aşk (Bölüm 1 )
Bölüm 27: Aşk (Bölüm 2)
Bölüm 28: Pembe Etek
Bölüm 29: Ela Gözlüm
Bölüm 30: Bir Doğum Günü Şansım Daha Var Mı?
Bölüm 31 Karahindibalar
Bölüm 32: Geçmişin Pençesi
Bölüm 33:Esir Olma Duygusu
Bölüm 34: Yeni Oyun
Bölüm 35: 17 Mart
Bölüm 36 : Açığa Çıkan Sırlar
Bölüm 37: Ela ve Barbaros
Bölüm 38: Ceza
Bölüm 39: Özlem
Savcı 40. Özel Bölüm (+18)
Bölüm 41
42.Bölüm : Geçmişe Uzanan Klasör
Bölüm: 43 Gerçek Yalanlar
Bölüm 44. Yaralar ve Kanatanlar
Bölüm 45: Kan Dolu Sırlar
Bölüm 46: Vicdanın Tokatı
Bölüm 47 Acıya Atılan İlk Tohum
48. Bölüm: Başlangıcın Vedası
Bölüm 49: Ruhun Parçalanışı
Final: Her Savaşın Bir Kazanını Vardır

Bölüm 22: Aşık Oluyorsun!

2.3K 518 94
safiilay tarafından

    Saatlerdir yaprakların dallardan düşerken ki ahengini izliyordum. Hafif rüzgârla sarsılıp kendini yere bırakan yapraklar tatlı bir mutluluk veriyordu bana. Kimisi sarıya çalarken, kimisi hafiften turunculaşmaya başlamıştı. Sonbahar hep en sevdiğim mevsim olmuştu bu hayatta.

Ne kış kadar sert geçer, insanın içini titretirdi. Ne yaz kadar bunaltıcı olur, insanın içini bunaltırdı. Sonbahar insanın ruhunu okşayan bir ılıklıktaydı. İçinde bir şeyler çığ olduğunda omzuna ceketini aldıktan sonra, kulaklığını takıp müziği son ses açıp, sokaklarda durmadan yürüyebildiğin bir mevsimdi.

Ayakların altında ezilen yaprakların hışırtısını duyup tatlı bir sevince eriştiğin zamandı. Geceleri balkona çıkarken hafif bir şal alıp, yıldızların seyrine dalacağın bir mevsimdi. Ara sıra hafifçe eser saçlarını okşarcasına hareketlendirirdi. Etrafı kahve ve turuncu tonları kaplardı.

Ömür boyu sonbaharda kalabilirdim.

"Demek çok güzelim. Öyle mi?" Yan taraftan duyduğum alaycı sese döndüm.

"Ben öyle bir şey demedim bir kere!" Dedin Ela. Dedin...

"Karavağğn çok güzelsin. Nolur içindeki iyiliğe hep tutun olur muuğ?" Serkan ellerini çenesinin altında birleştirmiş, dudağını büzmüş dilek diler gibi duruyordu. Aklınca benim taklidimi yapıyordu. Biraz daha abart ya! Gerçekten öyle mi duruyordum yoksa?

"Psikolojim bozuktu bir kere benim orada!" Dişlerini göstere göstere güldü nispet yapar gibi.

"He şu an çok normal yani? Pardon en son ne zaman psikolojin iyi oldu?" Sinirlerine hâkim ol kızım.

"Seni o mağazada görmeden hemen önceydi!"

"Hımmm demek psikoloji bozacak kadar yakışıklı ve çekiciyim." Duyduğum en komik şeymiş gibi kahkaha attım.

"Yakışıklı olmak mı? Sen mi? Bir de çekici üstelik? Güldürme beni Karavan." Yalan söyleyen insanlar çarpılsaydı, şu an tanınmaz halde olacağıma emindim. Serkan dediğime bozulup kafasını diğer tarafa çevirirken, can sıkıntısı ile hayıflandım.

"Ya nereye gidiyoruz biz? Acıktım ben!"

"Haklısın hata bizde. Aç ayı rahat durur mu?" Sol tarafımda duran Serkan'ın midesine dirseğimi geçirmiştim. O sinirle nefes alıp verirken, sevimli şekilde gülümseyip dışarı izlemeye devam ettim. Serkan ise ön koltukta araba süren Salih'e seslendi.

"Salih. Bu yolun ilerisinde yemek yiyecek bir yer var mı?" Bana sinirle bakarken eli de midesinin üstündeydi.

"Abi şurada Tekirdağ köftecisi var. Girelim mi?" Karşı çıktım.

"Tekirdağ köftecisi mi? Tekirdağ'da değiliz ki aynı tat olmaz. Her şeyi yerinde yiyeceksin." Eliyle çenesini sıvazladı sabır dilercesine.

"Olur. Bir köfte için Tekirdağ'a gidelim. Hatta ilerleyen saatlerde de pizza yemek için İtalya'ya gideriz. Finali de Kanlıca'da yoğurt yiyerek yaparız. Ne dersin?"

Hiçbir şey söylemeden Serkan'ın ciddi olup olmadığına kanaat getirmeye çalışıyordum.

Ciddi ise Bursa'da iskender yemeği teklif edecektim.

"Bir de ciddiye mi alıyorsun bu söylediklerimi? Hay Allah'ım ya. Salih sür köfteciye sür."

Bana mahallenin delisiymişim gibi yarı açık ağzı ve kalkan kaşlar ile bakıyordu. Ben ise susup önüme döndüm. Restoranın önüne geldiğimizde arabadan indik. Tabelası led şıklarla kaplanmış köftecinin önünde indiğimizde burnumuza mis gibi köfte kokusu gelmişti. Koku ile birlikte gelen seslerle arkama döndüğümde restoranın az ilerisinde bir grup insanın horon oynadığını gördüm.

Ben de oynasam... Ne olur ki?

Salih'e baktığımda park etmek için arabayı ileri sürdüğünü gördüm. Serkan ise indiği gibi restoranın içine ilerliyordu.

Serkan ile içeri gitmen gerekiyor Ela. Bu delilik. Ne oynaması?

Akıllı olduğumu kim söyledi ki Ela'cım? Hem rahatlarız biraz.

Kendimle çatıştığım konuda en son bir karar verip ilerdeki kalabalığa yaklaşmaya başladım. Kim bilir en son ne zaman oynamıştım? Bir düğünde mi? Yoksa bir sokak başında, çalan çalgıcıların önünde mi? Ya da evde can sıkıntısıyla otururken, bir anda ayağa kalkıp delirdiğim bir pazar gününde mi? Bütün bunları düşünürken bir yandan da ayaklarımı topluluğun bulunduğu tarafa yönlendiriyordum.

Beni dışlarlar mı? Ya ayak uyduramazsam?

Düşüncelerin içinde boğulurken yanlarına geldiğimi fark ettim. Beni ilk fark eden yeşil kazaklı, kızıl saçlı hafif tombul teyze olmuştu. Çekindiğimi anlayıp kolumdan tutup oluşturdukları halkanın ortasına çekmişti.

Ne yapacağımı bilmeden onlara bakarken, kadın yanıma gelip serçe parmağımı tutmuştu. Kemençe çalan amca ise yöresel kıyafetiyle laz olduğunu belli ediyordu. Kadın adama başlaması için talimat verirken, yanımıza diğer insanlar da dizilmiş, kemençenin sesini bekliyorduk. Daha sonra gelen sesle uzun zamandır paslanmış vücudum ve duygularım yavaş yavaş gün yüzüne çıktı.

*************************

   Serkan restoranın içine girmiş, üst kattaki deniz manzaralı masaya oturmuştu. Restoranın üst katı, alt katından daha sakindi. Ahşap kare masanın sandalyeleri kahverengi deri kaplamaydı ve etrafa şık bir görünüm veriyordu. Alt katta nadiren cam olmasına rağmen üst kat çoğunlukla büyük camla kaplatılmıştı. Kata ilk çıkıldığında bile deniz manzarası göze çarpıyordu. İkinci kat gayet sade bir dekorasyona sahipti.

Duvarların geri kalanı krem rengi ile boyanmış sandalye ve masalarla uyum sağlamıştı. Tavanda ise bütün katı aydınlatan büyük bir avize vardı. Kristal olan bu avize koca bir deprem de bile düşmeyecek kadar sağlam görünüyordu. Aynı insanlar gibi düşündü Serkan içinden avizeye bakarak.

Fırtına kopsa bile yıkılamayacak insanların, küçük bir esintide tuzla buz olduğunu hatırladı bir kere daha. Oturduğundan beri içini kaplayan bir his vardı. Sanki bir şeyler eksikti. Masanın karşısındaki sandalyeyi gördü.

Ela! Ela neredeydi? İçeri girerken hemen arkasındaydı. Şimdi nereye kaybolmuştu? İçindeki telaşı gizleyerek yanından geçen bir garsonun kolunu tutup, durdurdu.

"Buyurun efendim?"

"Yanımda bir hanımefendi vardı. Uzun saçlı pembe renkli bir elbise giyiyor. Biraz deli. Gördün mü onu?"

"Abi... Gelmen gerekiyor." Serkan, merdivenlerden hızlıca çıkan Salih'in ses tonundan çok kötü bir şey olduğunu fark etmiş, bir hışımla masadan kalkıp hızlıca alt kata inmişti. Hemen Ela'yı bulmalıydı. Şu an yanındaki kıza göz kulak olamadığı için kendisini dövebilirdi. Göğsü dalgalanan bir deniz gibi bir yükselip bir iniyordu. Restoranın kapısına kadar gelip Salih'in suskun bakışlarına daha fazla dayanamayarak yakasına yapıştı.

"Nerede Salih? Nerede?" Yaşıyor muydu?

"Orada." Salih işaret parmağıyla karşı tarafı göstermişti. Korkarak bakışlarını oraya döndüren Serkan gördükleri karşısında gözlerini kapatmıştı.

"Salih?" dedi hırıltılı şekilde solunumunu düzene sokmaya çalışırken.

"Buyur abi?"

"Bu muydu? Bu muydu lan! Bu yüz ifadesini edinecek kadar önemli olan şey bu muydu?"

"Ama abi se-"

"Abinin ağzına sıçayım Salih!" sinirle gürledi. Neyse ki az ilerideki kemençe sesinden dolayı kimse bir şey duymamıştı.

"Abi savcı hanım oyun oynadığı için sinirlenirsin diye gelip söylemek istedim." Serkan'ın dudağı yukarı kıvrıldı. Sinirle gülümsedi. Nefesini düzene sokabilmişti.

"Kızmak mı? Ela'ya mı? Hem de sokakta eğlenerek oyun oynadığı için?"

Kısa bir süre Ela'ya dikti gözlerini. Gözlerinin içindeki parıltıyı görüp kendi gözlerine kopyaladı. Sessizce güldü yeniden. Burun kemerini sıktı ve kafasını iki yana salladı inanamıyor gibi.

"Gözleri Salih... Gözlerinin içi parıldıyor. Bütün dünyaya ışık yayacak kadar parlıyor gözleri. Kendisini kucaklıyor her dans edişinde. Kendisiyle barışıyor. Kendini seviyor. Bak şu omuzlarını sallaya sallaya salınıyor ya, saatlerce bunu izleyebilirim işte."

Derin bir iç çekip devam etti.

" Terden yüzüne yapışan saçlarını, işaret parmağı ile arkaya atışını mesela. O saç teli olmak isterim. İnsanlar ona sevinçle bakarken yüzünün aldığı hali mesela. O anı ezberleyebilirim ben. Sıranın başına geçti mesela şu an."

Serkan yumuşak şekilde dudağını dişlemiş, hayret içerisinde Ela'yı izliyordu. Yan taraftaki duvara yaslanmıştı. Salih'in yanında ilk defa Ela ile ilgili düşüncelerini söylüyordu.

"Horon başı oldu iki saniyede. Nasıl da komut veriyor herkese coşkuyla. Şu yüzündeki utanmaya bak! Ayaklarını yere nasıl vurduğuna bak. O ayakların altında ezilmek isterdim ben şahsen."

Gittikçe hayran oluyordu Ela'ya. Sabaha kadar yaslandığı gri duvarın önünde, Ela'yı izleyebilirdi. Küçük bir çocuğun ilk bayramlığını aldığındaki o masum sevinç vardı yüzünde.

"Abi... Sen yanmış, hatta kül olmuşsun."

"Hepimiz yanmıyor muyuz şu koca dünyada? Yanıyorsam şu ışık dolu gözler için, ahenkle dans eden vücut için, yukarı kıvrılan dudaklar için ve dünyanın en iyi kadını için yanayım." Bir nefes duraksayıp devam etti.

"Hatta kül bile olabilirim. Küllerim ona kalacak ve denize o savuracaksa... Ben hazırım."

"Ya yanışını izleyip bir odun da o atarsa?" Ela asla böyle bir şey yapmazdı. Serkan bunu çok iyi biliyordu. O asla bir insanın canını yakmazdı.

"İlk defa beni mutlu eden birisi canımı yakar işte. Ki ben onun attığı odun için bile minnet duyarım." Salih hiçbir şey söylemedi. Serkan da oyunun yavaştan bittiğini fark edip duruşunu dikleştirdi.

Boğazını temizleyip sertçe konuştu.

"Bu dediklerimi duymadın. Bilmiyorsun. Ve bir daha açmayacaksın. Ki şunu da unutma! Asla yüzünde mutluluk taşıyan bir kadının yüzünü soldurmam. Sokakta dans etmesi de hiçbir şeyi değiştirmez. Sen bu zamana kadar benim birisi dans ediyor diye kızdığımı gördün mü?"

Salih sessizce kafasını iki yana salladı.

" İsterse sabaha kadar ayaklarını yere vura vura oynayabilir. Omuzlarını sallaya sallaya boy gösterisi yapabilir. Sesi ile etrafa neşe yayabilir. Ben bunu engelleyecek bir hakka sahip değilim. İster eşi olayım, ister sevgilisi, isterse nişanlısı. O kendisi için doğruyu biliyorsa olay bitmiştir. Benden yardım istemediği sürece hiçbir müdahale yapamam. Hele gideyim rencide edeyim falan! İnsanlığa yakışmaz bu yaptığım!"

Salih elini ağzına götürmüş, mahalledeki dedikoducu teyzenin büyük bir haberi öğrenmesi gibi inanamayan bakışlar atıyordu Serkan'a. Kaşları biçimsizce oynuyordu duyduğu sözlerle.

"Abi bunlar senin düşüncelerin mi?" Serkan da hayret ediyordu kendine. Ama bunları düşünüyordu. Kim bilir belki de hep böyle düşünceleri vardı. Ama karanlık hayatının altına süpürülmüştü düşünceleri. Oraya saklanmıştı.

"Düşünceler yönünü değiştirebilir Salih. Yeter ki yanlış yöne ilerlemesin."

"Abi sen benden gizli şair falan mı oldun? Ya da filozof? Bak doğru söyle." Serkan daha fazla dayanamayarak gözlerini devirdi. Salih'i kolundan ittirdi sertçe.

"Salih Allah aşkına git bir şeyler ye. Bak lütfen. Git aklını başını toplayıp gel." Salih bir şey söylemeden içeri girerken Ela, Serkan'ın yanına gelmişti bile.

"Karavan?" Sesi biraz ürkek çıkmıştı. Bir şeyden çekinmişti sanki.

"Savcı?"

"Ne yapıyorsun burada?"

"Hiiiç. Az önce güzel şeyler vardı şu karşıda. Onları izliyordum. Ne güzel oynuyorlardı bir görsen..." İç çekerek Ela'yı baştan aşağı süzdü. Bazen kendisini tutmakta çok zorlandığını hissetti. Fakat hemen toparlanıp Ela'nın gözlerine çıkardı gözlerine.

"Kızdın mı bana? Yani oynadığım için?" Serkan'ın bir anda bakışları değişti. Ela ise daha da yanlış anlayıp savunmaya geçti kendini.

"Yemin ediyorum ben öyle... Uzun zamandır oynamayınca deneyeyim dedim." Belli etmese de gizlediği bir korku vardı Ela'nın.

Serkan ise Ela'nın gözlerine bakıyordu. Onun gözlerindeki Serkan'a bakıyordu.

Gördüğü Serkan onu incitti. Örseledi. Bu kadar kötü bir adam değildi ki o! Kötü mü görünüyordu? Düşüncelerinin altında kalırken, Ela hala yanıt almak istercesine irkilen gözleriyle bakıyordu. Daha fazla dayanamadı. Çenesi titriyordu üzüntüden. Ne kadar üzüntüsünü belli etmemeye çalışsa da faydası olmuyordu. Gözleri de dolunca daha fazla tutmadı kendini.

"Ya ben bu kadar kötü bir insan mıyım?" Titreyen sadece dişlediği dudakları ve çenesi değildi. Sesi de bunlara eşlik etmişti. Başını yan tarafa döndürüp biraz sakinleşmeye çalıştı. Fakat işe yaramamıştı.

"Ben neden mutlu bir insanı üzmek isteyeyim?" Sözler zar zor çıkıyordu ağzından. Bıraksalar sabahtan beri önünde durduğu duvara sırtını dayayıp saatlerce ağlardı.

"Serkan ben-"

"Karanlık işlerin başındayım diye ruhum da mı karanlık olacak benim? Yüzümdeki sert ifade kalbime de mi yansıyacak illa ki? Bir insan dans ediyor diye ayağına mı sıkacağım ben ya!"

Sesinin tonunu ayarlayamadı daha fazla. Ela, Serkan'ın sesinin yükseldiğini anlayınca önce bir iki adım geri gitti. Fakat daha sonra ona iyi gelmek için aralarındaki mesafeyi azalttı. Ellerini yüzüne uzatmak istedi.

"Serkan ben-"

"Hayır Ela. Yaklaşma. Uzak dur." Elleriyle engelledi. Histerik bir şekilde güldü.

"Allah korusun. Sonuçta karanlık adamım ben! Sağım solum belli olmaz. Elinin üstünde delik falan açarım tabancayla!" Serkan'ın söylediklerinin altında eziliyordu. Bu kadar tepki verebileceğini düşünmemişti.

"Serkan!" O da sesini yükseltti uyarır gibi.

"Haklısın düşüncesi bile kötü." Sinirle bir nefes daha verdi. Yumruğunu ağzına bastırdı. İşaret parmağını söz alır gibi havaya kaldırıp salladı.

"Biliyor musun sen kendinle çok çelişen bir insansın Savcı! Herkese çiçek dağıtıp, bana gelince mermi savuruyorsun. Herkese eşitlik diyorsun, bana gelince bir tık eksiklik bırakıyorsun! Herkese adalet arıyorsun ama beni adaletsizliğe sürüklüyorsun!" Kontrolünü kaybetmişti.

"Doğru değil bunlar!" Ela, kendi söylediği cümleye kendisi bile çok zor ikna olmuştu.

"Hayır! Doğru olan bu!" Etraftaki birkaç kişi Serkan'ın sesini duyup o tarafa bakmıştı. Fakat çok ilgilenmeden önlerine döndüler. Sokakta yankılandı sesi.

"Ya hayatımdaki herkes ön yargı ile yaklaştı bana. Herkes hislerimi biliyor gibi, beni tanıyor gibi düşüncesini, fikrini belirtti." Sırtını duvara yasladı güç bulabilmek için.

"Sonra... Sonra sen geldin. Her şeyinle farklı olan sen! Düşüncelerin başkaydı. Bakışın farklıydı. Ya yürüyüşün bile başkaydı!" Ela iç çekti gözünden düşen yaşla birlikte.

"Kimseye ön yargıyla yaklaşmadın biliyor musun Ela? Bir gece aniden bulduğun kuzenime, sana ilk başta sert davranan babaanneme, kilometrelerce uzaktan gelen Kaan'a... Az önceki oynadığın şu insanlara bile!"

Ela kafasını yere eğmiş elini yumruk yaptığı elini, dudağına bastırmıştı. Hıçkırıklara boğularak ağlamamak için kendince bulduğu bir yöntemdi bu. Yumruk yaptığı eli dudağını üstüne baskı yaparken bir yandan da kendini sıkıyordu.

"Beni de biri anlayacak diye o kadar mutlu olmuştum ki! Ben de birine kendimi anlatabilirim diye... O kadar mutluydum ki. Sen farklıydın çünkü... Sen ön yargı ile yaklaşmazdın!"

"Serkan..." Ela'nın dudaklarından yalnızca Serkan'ın ismi çıkabilmişti. Sesinde pişmanlık vardı. Can çekişiyordu.

"Belki diyeceksin. 'Bu sorduğum soruda alınacak ne vardı?' diye. Niye biliyor musun?" Dudağı büzüldü ve birkaç damla yaş süzüldü yanağından.

"Sen herkese ön yargı ile bakmamaya çalışırken, bana bir kere bile yargısız bakmayı denemedin!"

Bu söz bıçak gibi saplandı Ela'nın kalbine.

"Serkan lütfen sus!"

"Beni anlar diye beklediğim insan, beni anlamamak için savaştı hep."

"Lütfen."diyebildi son kez.

"Bana kötü geldiğin için kırılmıyorum sana. Herkese iyi gidip, bana gelmediğin için kırılıyorum. Sinirleniyorum. Başkasının sana ihtiyacı olduğunda melek kanatlarınla onların yanına uçuyorsun. Ama benim sana ihtiyaç duyacak hakkım bile olmuyor."

Oyuncağını kaybetmiş bir çocuk gibi ağlıyordu Serkan. Belli etmemeye çalışarak, kendi içine saklanarak.

Ela ise gömerek ağlıyordu kendini. Başını iki saniye bile kaldırırsa ruhundan eser kalmazdı. İçindeki çocuk masanın altına saklanmış ya da kendisini dolaba kilitlemiş haykırarak ağlıyordu. Aynı Ela'nın küçükken yaptığı gibi...

"Herkese nedenini soruyorsun bir şey olduğunda. Bana ise sonucunu söyleyip gidiyorsun. Yalan mı Ela?"

Sustu. Karşısındaki adamın da susmasını istedi ama o devam etti.

"Doğum gününde, amcamdan tavsiye aldığımı öğrendiğinde bana sormadın 'Niye bunu yaptın?' diye. Balonunu almak istediğimde sormadın 'Neyi hatırladın da almak istiyorsun?' diye! Uyuşturucu operasyonunda beni Şeref ile karşı karşıya gördüğünde sormadın 'Senin burada ne işin var?' diye."

Dünyadan yok olmak istedi Ela. Savrulup gitmek istedi küçük bir toz bulutu gibi.

"Kaan'ı benden sonra tanıdın. Mert'e iftira attı, ama onunla bile aran iyi. Yalçın denilen komiser bir balon aldı sana, dünyanın en mutlu insanı oldun ya!" Acı çeker gibi söylemişti bu cümleyi.

"Bana ise... Teşekkür bile etmedin. Kuru bir teşekkür bile etmedin." Kızarmış gözleri yere çakılıyken elbisesinin eteklerini sıkarak dinliyordu.

"Ama olsun. Eğer bana herkese davrandığına tezat davranıyorsan... İlla bir yerde haklısındır. En azından diğerleri gibi sahte davranmıyorsun. Teşekkür ederim."

Ela fişinin çekilmesini bekleyen bir hastaydı. Hiçbir şey diyemiyor tepki veremiyor, ama duyup hissediyordu.

Serkan'ın hala ona bu kadar iyi davranmasına katlanamıyordu. Buna dayanamıyordu. Başından bir el ateş edilmeyi daha cazip bulurdu bu durum karşısında.

Her şeyden habersiz, yanı başındaki amcasının ne kadar kötü olduğunu bilmeden yaşayıp gidiyordu Serkan. Ela'ya bu kadar güzel davranırken, onun, ona bu kadar kötü olmasına anlam veremiyor, kendini suçluyordu. Ama bilmiyordu Ela'nın içinde verdiği savaşta ne kadar yara aldığını...

Serkan dayandığı duvardan doğruldu. Kafasını yana döndürüp gözyaşlarını sildi. Burnunu çekti. Ela'nın yanından hızla geçti. Ardından kalan tek şey kokusu oldu.

"Sen restorana git bir şeyler ye. Ben aç değilim." Cevap vermesini beklemeden arabaya bindi.

Ela bir şey diyemeden yavaş yavaş restorana adımlarken diğer tarafta Meryem ile Kaan evde oturuyorlardı.

"Bu kadar endişelenme. Ela iyi." Meraktan dudağını kemiren Meryem, Kaan'a döndü.

"Endişelenmiyorum. İyiyim ben." İmalı şekilde kafa salladı.

"Tabi canım o kadar merak etmiyorsun, endişelenmiyorsun ki dudağını kopartacaksın birazdan."

Meryem gözlerini devirip ayağa kalktı. Odada volta atmaya başlamıştı yavaş adımlarla. Ela'nın başında bir sürü olay varken Mert neredeydi?

Normalde her şeyi ilk duyan Mert, son zamanlarda olanları duymuyordu bile. Daha önemli işleri vardı artık. Ama ne olursa olsun Ela için ilk gelmeliydi. İçindeki filizlenen öfkeyi daha fazla beslemeyip, Kaan ile konuşmaya çalışarak kafasını boşaltabileceğini düşündü.

"Eee sen neler yapıyorsun? Kaan'dı dimi?"

Kaan oturduğu koltuktan yavaşça kalktı. Meryem'in üzerine doğru gitmeye başladı. Gözlerini de Meryem'e sabitlemişti, gittikçe yaklaşıyordu.

Kaan yaklaştıkça, Meryem anlamadığı şekilde geriye adım atıyordu. Neden üstüne geldiğini bile soramıyordu gözündeki bakışlardan. Bir an gözünü Kaan'dan ayırıp yan taraftaki silahı gördü. Ela'nın kendini vurmak için tetiği çektiği silahı... İçi titredi birden. O an sırtı duvara yaslandığında korkudan küçük bir sıçrama yaşadı. Arkasını döndüğünde pencere kenarındaki kolon olduğunu fark etti ve rahatladı. Fakat önüne dönünce aynı şekilde bütün bedenini ürperme duygusu esir aldı.

"Noldu?" Tanımadığı bir yabancıyla bu kadar yakın mesafede durmak ürkütmüş olsa da bunu sesine yansıtmadı.

"Benimle konuşmak için konuşmana gerek yok. Aklındaki kişiyi ara." Düz bir tınıda söylemişti bunu.

Meryem savunma yapar gibi bir adım öne çıktı. Kaan da buna karşılık geriye bir adım attı.

"Aklımda Ela var." Kaan hafif sırıtıp devam etti.

"Diğerini ara." Yavaştan kaşları çatıldı.

"Hangi diğeri?" İki adım atıp Meryem'in burnunun dibine geldi. Nefesleri birbirine çarpıyordu.

"Aklında olan diğer kişiyi... Ben bilmem." Uzaklaşıp koltuğa oturdu. Ayağını dizinin üstüne koyup onu incelemeye başladı.

Meryem ilk duyduğunda afalladı. Gözlerini odadaki her şeye sabitledi. Ortadaki sehpaya, karşısında duran televizyona, duvardaki saate. Daha sonra saatin sesine odaklandı.

Tik tak. Tik tak. Yelkovanla akrebin birbirinden uzak olduğu bir zaman dilimindeydiler. Aynı Mert ve Meryem'in birbirinden uzak olduğu hayat diliminde olduğu gibiydi.

Daha sonra ise düşündükleri için utanç duyup kafasını iki yana salladı. Sivri bakışları Kaan'ı hedef aldı. Hızlıca yanına gidip önünde durdu.

"Ne ima ediyorsun sen ya?" Karşısındaki kadının gittikçe yükseldiğini fark eden Kaan, onun aksine gayet sakin ve eğlenir bir tavır sergiliyordu.

"Sen niye bu kadar sinirleniyorsun?"

"Ne sinirleneceğim ben ya!"

"Alnındaki damar öyle demiyor." Meryem dudaklarını toplayıp kollarını göğsünde birleştirdi.

"Seviyorsun onu değil mi?" Duyduğu soruyla hırçın dalgalarla çalkalanan gözleri durgunlaştı birden. Vücut ısısının yükseldiğini hissediyordu. Birleştirdiği kolları çözüldü yavaşça.

"Mert...Onu seviyorsun. Hem de uzun zamandır seviyorsun." Meryem sırrını anlayan birisini bulduğu için saçma bir mutluluk yaşadı içinde. O kadar uzun zamandır tutuyordu ki bu sırrı içinde. O bile bilmiyordu ne kadar zamandır bu halde olduğunu.

"Ama o seni sevmiyor." Yine kimseye itiraf edemediği bir gerçeği başkasının ağzından duymuştu. Ve bu daha çok acıtmıştı. Darmadağın olmuştu.

Kaan ayağa kalkıp Meryem ile aynı hizaya geldi.

"Sen nesin biliyor musun? Ünlü bir müzayede sergilenen bir tablosun. O kadar değerli ve güzelsin ki. Sana bakınca hissettirdiklerin, o kadar zarif ki."

Kaan'a bakıyordu. Aklından 'Ne diyor bu deli?' diye geçiyordu. Kaan devam etti.

"Ama seni, evinin en güzel duvarına asacak ve duygularının toz tutmamasını sağlayacak birisini tercih etmek yerine, ambalajın bile açılmadan bir kenara atılıp zamanla kir pas tutacağın bir odada çürümeyi tercih ediyorsun. Kimin kalbinin odasında yer alacağını iyi düşün."

Meryem duyduklarından dolayı kafası çorba olmuş halde olduğu yerde dururken, Kaan koltuğun üstünden ceketini alıp evden çıktı. Gözlerini kısıp Kaan'ın arkasından baktı.

"Güzel bir şey mi dedi o bana yine?"

*************************

   İnsan kendi girdabını oluşturabilir miydi? Ya da kendi hayatına aldığın insanlar senin girdabın olabilir miydi? Ben kendim girdaptım. En büyük engeldim dünyadaki. Hayallerime, sevdiğime engeldim bir kere. Duygularıma engeldim. Ben engelin kendisiydim.

Daha sonra bunu kırmak için hayatıma insanlar aldım. Onlar benim mutluluğa giden çözümüm olacaktı. Ama her şey daha kötü oldu.

Başka bir girdap daha yarattım kendime. Kurtuluşum benim çıkmaz sokağım olmuştu. Etrafım hayatıma aldığım insanların hissettirdikleri girdaplarla dolup taşmıştı. Yıllarca bunlarla yaşadım. Bütün hepsi kendi içinde dönüp dolaşıyordu. Kimse kendi girdabını kırıp bu çukurdan çıkamıyordu.

Bıktım. Bunaldım. Ve bir şey yaptım. Kimsenin cesaret edemediği bir şey yaptım.

Girdabımı kara delikle evrimleştirdim. Artık kendimin engeli değil, başkalarının engeliydim. Kimsenin kaçamadığı, derinime hapsolduğu bir karartıydım ben. Zaman akmıyordu. Kimse yaklaşamıyordu bana. Yaklaşanları da kendime çekerim yok ederim diye korkuyorlardı benden. Bu korku bana acı verdiği kadar güç de veriyordu.

Ben böyle iyiydim.

Ama bir gün bir şey oldu. Biri çıktı karşıma... Yanımda olmasını istediğim halde yok olmasından korktuğum birisiydi bu. O kadar güzel ve zarifti ki... Son istediğim şeydi benim derinimde hapsolması.

Fakat çoktan bana doğru ilerliyordu. Ne yapacaktım? Onu da diğerleri gibi yok mu edecektim? Yoksa benden uzak durması için elimden gelen her şeyi yapacak mıydım?

Nereden bile bilirdim ki bir zamanlar her şeyin bitmesi için kara deliğe dönüşen benin, şimdi kara delik olduğum için kendime lanet edeceğimi...

Nereden bile bilirdim ki bir zamanlar Barbaros Karavan'ı yok etmek için kendimi bitiren benin, Serkan Karavan'ı gördüğüm zaman çoktan kül olan bana lanet okuyacağıma...

Ya da nereden bilebilirdim ki bir Karavan'ın beni bitirip, diğer Karavan'ın beni yeniden başlangıca götürebileceğini...

Siyah duvarın üstünde asılı olan, gümüş rengi saate baktım. Kaç saattir fiziğe karşı gelecek tezimi düşüncelerimle istila ediyordum? Önümdeki bardağa çıplak elle dokunabildiğime göre uzun süredir, tozlandığı için griye çalan koltukta oturuyordum. Bir iki saat önce bu iki katlı eve girmiştik.

Ben ilk kapısı açık olan odaya girip bu odanın salon olduğunu görmüş, istifimi bozmadan oturduğum beyaz koltuğa geçmiştim. Daha sonra Salih siyah eşofman altı ve beyaz bir bluz ile gelmiş giyinmem için kapıyı kapatıp gitmişti. İçimden şükür edip üstümü çıkardım. Bir yarım saat sonra ise yine elinde ocaktan yeni alınmış, dumanı üstünde tüten bir adet kupada çay getirince mutlu olmuş içmek için dikelmiştim. Fakat çayın etrafında oluşan halkalarla hipnoz olmuş gibi düşüncelere girdaplara ve kara deliklere dalmıştım. O sırada soğutmuş olmalıydım.

Biraz da kafamdaki düşünceleri Serkan'a aktarmalıyım diye düşünüp evin içinde turlamaya başladım. İlk kattaki odaları hızlıca gezdiğimde bunun bir tanesinin mutfak, diğerinin lavabo ve son odanın da kütüphane tarzında bir yer olduğunu görmüştüm. Bu beni çok heyecanlandırıp, kitapları karıştırma merakı yaratsa da öncelikle Serkan ile konuşmalıydım. Üst kata çıktığımda önüme gelen odanın yavaşça kapısını açtım. İçindeki krem ve siyah tonlarından odanın Serkan'a ait olduğunu fark etmiştim. Bu tezimi yatakta uyuyan Serkan doğrulamıştı.

Odadan çıkıp alt kattaki kütüphaneye gitmem gerekirken, saniyeler geçmesine rağmen kapının pervazında dikilmiş hareketsizce bekliyordum. Arkaya bakıp kimsenin olmadığını görünce kapıyı arkamdan kapattım. Yatağın önüne eğilip uyuyan Serkan'a baktım.

Göz kapaklarının üstündeki damarlar belirginleşmişti. Gözaltlarındaki torbalarda baş göstermişti. Saçları alnına dökülmüştü. Dudakları solgun şekilde sarkıyordu. Yüzündeki masumluk yeni doğmuş bir bebeği andırıyordu. Kendime itiraf edemediğimi bilsem de bu halini izlemekten çok keyif almıştım. Kalkıp gitmeden önce yatağa ilerledim. Şu anda içeriye birisi girse ne olacağını bile düşünmeden yanına uzandım. Yan şekilde ellerimi yanağımın altında birleştirdim. Biraz ona doğru eğilip fısıldadım.

"Özür dilerim. Sana yanlış hissettirdiğim için." Belki beni duymuyordu ama içimi dökmek için bir kere daha eğildim yüzüne.

"Kirli sandığın kalbin, karanlık sandığın hayat o kadar temiz ve aydınlık ki... Bunun sebebi sensin. Ama benim canım yandı Karavan. Hem de çok."

Elimi saçlarına götürmeye yeltendim. Ama bir türlü saçlarına dokunamıyordum. Kendimde o gücü ve hakkı bulamamıştım. Tekrardan elimi başımın altına koydum.

"Ben... Sandım ki beni başkasıyla görürsen... Kızıp azarlarsın beni." Cümlemi bitirdiğimde geçmişim tam arkamda duruyordu. Oraya dönmek istemiyordum. Konuşmaya devam ettim.

"Ben yani benim sevdiğim, aşık olduğum adam çok eskiden beni oynarken gördüğünde..." Cümleme devam edemedim. Serkan uyuyor olsa bile bunu yapmaya cesaretim yoktu. Geçmişimin nefesini ensemde hissediyordum. Sesim çıkmasın diye elimi ağzıma kapattım ve yavaşça doğruldum.

Tam kalkarken bileğimdeki kuvvetle yatağa çekilmiştim.

Saniyeler içerisinde Serkan'ı üstümde bulmuştum. Üstüme çıkmış kollarımı önümde birleştirmişti. Ben tedirgin şekilde gözlerimi ondan ayırmazken onun eli yan taraftaki çekmeceye gitti. Gözlerimle gözleri buluşunca yavaşça elini çekmeceden çekti.

Büyük ihtimalle beni düşmanı zannetmişti. Dostu da sayılmazdım gerçi.

"Savcı?" Bileklerimi çekip kendime siper etmiş, kirpiklerimin üstünden Serkan'a bakıyordum.

"K-Karavan?"

"Altımda ne yapıyorsun?"

"Üstümde ne yapıyorsun?" Sorduğum soruyu önce anlamamış, daha sonra nerede olduğunu görünce mimikleriyle kendini onaylayıp bana dönmüştü.

"Kalbin... Atıyor." Kalbim ağzımdan çıkacakken nefes nefese konuştum. Bir an gözleri kalkıp inen göğsüme takıldı.

"Durmuş olmasını mı dilerdin?" Dediğime göz devirmekle yetindi. Daha sonra kafasını yüzüme eğdi. Biraz daha aramızdaki mesafe kapanmıştı. Ne gerek varsa!

"Çok hızlı atıyor. Çok." Ses tonundaki ima beni daha çok telaşa sürüklüyordu. Neden lisede çıkma teklifi alan kızlar gibi kalbimi ağzımda hissediyordum hiçbir fikrim yoktu. Dediğine biraz daha sessiz kaldıktan sonra bir kılıf uydurdum.

"Öküz gibi vücudun var altında ezileceğim neredeyse! Nefes almam bile mucize! Kalk üstümden!" Kendi kendine hay hay dedikten sonra haber vermeden senkronize olmuş şekilde alt tarafa geçmişti.

Bu sefer üstte olan bendim.

Neden ben üstteyim? Hem de Serkan'ın üstünde!

"Karavan!" Diye çığlık attım sinirle.

"Üstümden kalk dedin. Daha ne istiyorsun?"

"Sıçtığımın yatağından da kalkmak istiyorum!" Ben yeniden kalkmak için hamle yaptığımda kapı bir anda açılmış Salih elindeki silahı yatakta üst üste duran bize doğrultmuştu.

İşte şimdi kafamdan mermi yemeye hazırım.

Salih gördüğü manzara ile önce ne olduğunu anlamak için Serkan'a bakmış, daha sonra beni de üstünde görünce çıkarttığı anlamla silahı indirip kafasını yere eğmişti.

"Abi... Ben öyle bağırma sesi duyunca yardıma ihtiyacınız vardır diye... Neyse ben çıkayım." Kapıyı üstümüze kapattı.

Ben siper ettiğim ellerimi yüzüme kapatıp başımı eğerken, Serkan kıkırdıyordu. Üstünden bir anda kalkıp ayağa kalktım.

"Sen ne sırıtıyorsun be!" Muzipçe sırıtırken kaşlarını havaya kaldırdı.

"Hiç... Hala üstündeyim galiba göğüs kafesin hala hızlı hareket ediyor da." Gözlerimi göğsüme çevirdiğimde hala aynı şekilde inip kalktığını gördüğümde, hiçbir şey demeden odadan çıktım.

Kitaplarla dolu olan kütüphaneye doğru koştum ve kapısını kapatıp iki kere kilitledim.

Arkamı döndüğümde duvara asılı olan yuvarlak aynayı gördüm. Etrafı ahşaptan yapılmıştı. Odaya farklı bir hava katmıştı.

Aynayı incelemem bittikten sonra ayna beni incelemeye başlamıştı. Yüzüm kızarmış, boynumdaki damarlar belirginleşmiş, alnım terlemişti. Elimi yavaşça kalbime götürdüğümde bir an kalbim elimde sandım. Boş odada kendimi incelerken nabzımı duyabiliyordum. Niye bu şekilde olduğumu çözememiştim.

Kendimi izlemeyi bırakıp, kitapları incelemeye geldiğimde kütüphanenin rafında bıraktığım telefonumu görüp şükür ettikten sonra son arananlara girip Meryem'in ismine bastım. Son kavgamızdan sonra rehberdeki ismini adı ile değiştirmiştim. Normalde kayıtlı olan ismi 'Hemdem'imdi. Anlamı can ciğer olmak dost olmaktı. Telefon çalarken eski ismi ile kayıt edeceğimi aklıma not edip açmasını beklemeye başladım. Telefon açıldığında aynı anda bağırdık.

"Bir şey oldu!" Yine aynı anda cevap verdik.

"Ne oldu?" Bu sefer de aynı anda cevap vermiştik ama yanıtlar farklıydı.

"Serkan!"

"Kaan!"

"Serkan mı?"

"Kaan mı?"

"Tamam önce sen." Diye sıramı verdim Meryem'e. O da onaylayıp bir iç geçirdi.

"Bana tablosun sen dedi." Dünyanın en kötü haberini verircesine konuşuyordu.

"Eyvah eyvah yakalım sigaraları o zaman!" Dalga geçtiğim için küçük bir küfür savurup devam etti.

"Ama kimin duvarında asılacağına karar ver dedi. Ya da onun gibi bir şey." Mantığım yarım saat önce kendini bina boşluğundan aşağı bıraktığı için beynim zorlanıyordu.

"Sergiye gitmek istiyor olabilir mi? Sadece soruyorum." Ofladı diğer taraftan.

"Sana ne oldu Ela? Benden bir şey çıkmayacak." Meryem beynimin zorlandığını fark etmiş olacak ki sırayı bana verdi. Kendime olan sinirimle ben de ofladım.

"Onun üstündeydim!" Verdiğim cevabın nasıl anlaşılacağını bilmeden söylediğim için Meryem'in şaşırmasına kulağımı feda etmiştim.

"Ne!" Bir şey söylememe fırsat vermeden peşin sıra konuşmaya başladı.

"Kızım ilk defa seni onun yanına ben gönderdim! İlk defa! Bunu mu bekliyordun adamın üstünde olmak için!"

"Mery-"

"Sıçayım Meryem'ine! Ulan birbirinize silah çeken siz nasıl birbirinizi üstünüze çektiniz?"

Aradaki küfürleri duydukça beynim zonkluyordu. Açıklama yapmama fırsat vermeden konuşmaya devam ediyordu.

"Hayır tamam Karavan'ı ufaktan sevmiş olabilirim. Adam gibi birisine de benziyor olabilir. Tamam aşırı da yakışıklı harika bir çekiminiz var. Ama ilk herkesten uzaktan kalışınız da üstüne mi çıktın adamın!"

"Ayh! Meryem sus bir Allah aşkına! O çekti beni üstüne. Ben konuşmaya gitmiştim. Ona kötü hissettirdiğim için özür dilemeye yani. Oda beni düşmanı sandı üstüme çıktı."

"Dostu da sayılmazsın. Bu arada hani sen üstteydin lan!" Boşuna dememişlerdi bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim diye.

"Sorun hangi pozisyonda olmamız mı sence Meri? Ha?" Meryem sorunun tam olarak ne dolduğunu kavrayamamıştı. Aynada kendime bakarken, elimi tekrardan kalbime götürdüm. Bir an Serkan ile yaşadıklarım zihnimde canlandı.

"Pardon nesiniz siz Savcı falan mı? Ya da avukat mı?"

"Ya siz nesiniz? Bir mafya babası mı? Yoksa tetikçi mi?" Sırıtmıştım. Başka bir an geldi gözümün önüne.

"Arkamda kal!"

"Hiç sanmıyorum." Kıkırdadım istemsizce. Daha sonra aklıma gelen sahne ile ne kadar gülümsemeye çalışsam da hüzün düştü yüzüme.

Kısacası Sakura olan ömrümde benimle birlikte yaprak döker misin?" Belki yalan bir cümle ve histi ama yine de içimi acıtmıştı bu an.

Aklıma gelen son cümle ile gözlerim doldu.

"Sen herkese ön yargı ile bakmamaya çalışırken, bana bir kere bile yargısız bakmayı denemedin!"

Ne kadar süredir bunları tutuyordum içimde... Ne kadar zamandır konuşmuyordum?

Telefonun ucundaki ses kulağıma ulaşınca derin bir nefes aldım. Ve konuşmaya başladım. Bir elim hala kalbimdeydi. Sesim hafiften titriyordu. Ağlamamak için kendini sıkan bir çocuğu andırıyordum.

"Meryem... Kalbim atıyor. Hem de çok hızlı atıyor. Durduramıyorum. Acılarımı örtemiyorum nabzımın üstüne. Bakışlarıma tebessüm değiyor bir anda. Sözlerime iltifat bulaşıyor, uykularıma hayaller kaçıyor. Öfkemin üstünde damlayan bir sevgi var yudum yudum. Ve gittikçe sevgi gölüne dönüşen damlalarda boğulmak istemiyorum." Kendimce açıkladığım konu da kaybolmak üzereydim.

Sonunu bilmek istemediğim bir kitap okuyordum. Benim hayatımı konu alan. Başrol bendim. Her okuduğum kitapta özendiğim, hayal edip, arkadaşlık ettiğim karakter bendim şimdi. Ne özenebiliyordum bu yaşama, ne hayal edebiliyordum. Kendi karakterimle arkadaş bile olmak istemiyordum. Kocaman kitabın sayfalarında kendimi yalnız bırakmak istiyordum. Ama her esas kızın karşısına bir de esas oğlan çıkarırdı kitabın yazarı...

Benim hayatımın yazarı da dahil olmak üzere... Kaçınılmazdı biliyordum. İlk başlarda yan karakter sandığım düşmanım son bir ayda kabul etmek istemesem de baştan beri esas oğlan olduğunu kabul ettirmişti nabzımın atışlarına. Kitapta yok olup yerimi ona devretmek istiyordum. Ama daha çok sürükleniyordum sayfalarda. Fakat herkes unutuyordu. Ne kadar yan karakter gibi görünse de benden bile esas olan biri daha vardı.

Canavarım.

Her kitapta sevenleri ayıran kötü karakter burada rolünü bambaşka oynuyordu. Çünkü benim hayatımın sayfalarında sevenler kavuşmayı aklından bile geçiremiyordu.

Canavar bir şey yapmadan geçmişten gelmesiyle, her yeri yakıp kavurmuştu zaten. Sadece kimse bunu fark etmiyordu. Ama daha fazla yalnız sayfalarda ismim geçsin istemiyordum. Kalbimdeki kıpırtılar ismimin yanına başka bir karakter ismi gerektiriyordu. Fakat hayatımın yazarı da çok iyi biliyordu ki...

Benim ismim birisiyle asla yan yana gelemezdi. Ne canavarım, ne geçmişim, ne de kara deliğe dönüşen ben buna razı gelebilirdik. Tek dileğim bir an önce kitaptaki sayfalardan ismimin silinmesiydi. Birisini daha derinime hapsedip yok etmek istemiyordum.

"Ela'm?" Başımın zonklamasıyla kütüphanenin yanındaki sarı tekli koltuğa oturdum.

"Efendim?" Sesim güçsüz çıkmıştı.

"Şimdi söyleyeceğim şey için özür dilerim. Ama bana kızma. Kendine de kızma." Ürktüm daha dediği cümleyi duymadan. Aklımdaki cümle olmasın diye dua ettim.

"Söyle." Sesimdeki korkuyu anlamıştı. Derin bir iç çekti. Yüzleşti bana söylemek istediği gerçekle.

"Aşık oluyorsun. Sen gittikçe Serkan Karavan'a aşık oluyorsun."

Ben de aynı şekilde iç çektim gözlerim dolmadan önce. Burnumu çekmeye başladım. Kafamı olumsuz anlamda yana sallıyordum. Canım yanıyordu.

Benim aşkımı benden alan adamın yeğenine aşık mı oluyordum? Canavarımın kuklasına aşık mı olmuştum? Benim hayatımı bitiren adamın ailesinden birinde mi hayat bulacaktım yani?

Hayır! Bu asla olmayacaktı. Kendi hayatımdaki kitaptaki sayfalarda idama mahkûm edilsem bile diğer evrene tek bilet almıştım. Ve tek gidecektim. İlk ve tek!

Meryem bir şey söyleyemediğimi anlayınca telefonu kapatmıştı. Telefonu rafa tekrardan bırakacakken Yalçın'ın aradığını gördüm. Boğazımı temizleyip sesimin düzgün çıkması için dilek dilerken cevap verdim.

"Amir?"

"Müjdemi istiyorum!" Sesi neşeli geliyordu.

"Ne oldu?"

"An itibariyle Barbaros Karavan tutuklandı!" Telefon elimden kaydı. Yavaşça gözümdeki yaş kurudu. Birkaç saniye etrafı izledim durgun şekilde. Daha sonra omuzlarımı dikleştirip ayağa kalktım. Aynanın önüne geçip kendime baktım. Derin bir nefes aldım.

Bütün acılarımı topladım boğazımda daha sonra bütün acılarımı zehir atar gibi attım verdiğim nefesimle. Kollarımı gövdemde birleştirdim. Tebessüm ettim. Daha sonra gülümsedim. En sonunda ise ifadem gururla göğsü kabaran bir anneye dönüştü. İntikamın zaferiydi bu. Hayattan koparılan nişanlımın, kocam olacak adamın hayattan aniden kopuşunun bedeliydi. Dudağım yukarı kıvrıldı. Vücudumun ürperen tüyleri bile intikamın gururundandı. Uzun zaman sonra bir kere daha seslendim kendime.

"Geçti Ela. Geçti."  

Ela'dan mesaj var! Bölüm bitti. Geçti sakin olun umut çiçeklerim.

Öncelikle uzun zamandır görüşemiyoruz bu satırlarda. Malum dünyayı saran virüsten bir pay da bize düştü. 15 gün karantinada kaldım. Bu süre zarfında yazmak için zamanım çok psikolojim yoktu. O şekilde bir bölüm yazsaydım bölüm sonunda hallerimiz ne olurdu bilemiyorum. Şu an gayet iyiyim. Ve yazmaya kaldığım yerden devam edeceğim. Söylediğim gibi... Bir kişi dahi okusa bile ben hep yazacağım. 

Şimdi güzel şeylerden konuşalım.Bölümde en sevdiğiniz sahne neydi? 

Benim Serkan'ın, Salih'e söylediği sözlerdi. Duygularını güzel ifade edişi, özgür düşünceleri karakterinin ne kadar değişime uğradığını görmek beni mest etti. Serkan'ı ilk gördüğümüz zamanı hatırlıyorum da evrim geçirmiş diyebiliriz. Ya da o hep öyleydi sadece başka düşüncelere zorlandı da diyebiliriz. Başka beğendiğim bir kısım da Kaan ve Meryem'in diyaloğuydu. Meryem'in hiçbir şey anlamadan bakması, Kaan'ın ise her şeyi analiz edip konuşması güzel bir detaydı.

Üzüldüğüm kısım ise Ela'nın hislerinden dolayı sürekli kendini suçlaması ve Barbaros Karavan yüzünden Serkan'a kötü davranmasıydı. 

Siz de en sevdiğiniz kısımları benimle paylaşabilirsiniz. Beğenilerinizi bekliyorum. Kendinize iyi bakın. 

-Çırak Yazar-  

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

39.7K 2K 9
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?
3M 158K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
655K 50.2K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
261K 11.6K 50
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...