Çok Uzak Diyarlardan -Tamamla...

By rasgar

635K 28.9K 1.7K

Seninle ben çok uzak iki diyarın, iki ayrı masalının birer parçalarıydık. Karşılaşmamız tamamen tesadüfler zi... More

Çok Uzak Diyarlardan
1. Kader
2. Kuralına Göre Oynamak
3. Kıskanç
4. Can Borcu
5. Ne Oluyor Orada
6. Gelincik
7. Balo
8. İlgi Odağı
9. Boşluk
10. Talip
11. Yeter
12.Düğün
14. Tercih
15.Çığlık
16. İnatçı
17.Oyun
18. Gelenek
19. Saklı
20. Bir Kraliçenin Yasak Aşkı
21. Şeftali
22.Aşkın Laneti
23. Onun Haberi Yoktu...
24. Gerçekler
25. Louis'in Aşkı
26. Mina Gerçekleri
27. Mina Gerçekleri 2
28. Uzak
29. Yakınlarda Olduğunu Hissetmek
30...
31. Sonunda 'Aşk'
Helen ve Marcus'un Düğünü Vaaaar!!!
33. Mina
34.Hiçbir şey
35. Anne
36.Mucize
37.Ne Zaman?
38. Canı Sıkkın
39.Gidiyorum
40
41.Gerçekler Gün Yüzüne Çıkıyor
42. Sahi Aşk Neydi?
43
yazar aday adayının aday adayından öğretmenler günü :))
44
45
46.Karar
47. Neden
48.
49. Maskeli Balo
50.Boşanma
51.
52. Söz
53
54
55. Final
özel 2
özel 3
özel 4: özgürlük
özel 5

13. Hamile

15.4K 562 38
By rasgar

Helen elbisesinin eteklerinden tutarak teyzesine doğru koşunca teyzesi onun bu haline güldü. "Helen prensesler eteklerini toplamaz, ve koşmazlar." dedi alay ederek. Helen omuz silkerek gülümsedi ve küçükkenki dadısını taklit etti. "Prensesim, sizi uyarmak benim haddim değil ama eğitiminizden sorumlu olduğum için söylemek zorundayım." dediğinde ikisi de kahkaha atmaya başladı.

Teyzesi Helen'e samimiyetle gülümseyerek ellerini tuttu. "İyi ki geldin Helen, bu saray fazlasıyla sıkıcıydı." 

"Daha neler yapacağız ben biraz uyum sağlayayım da." diye yanıtladığında teyzesi gülümsedi.

"Biraz yürüyelim mi canım?" Helen onaylamayan bir bakışla teyzesine baktı. Yürüyüşten döneli bir saat olmamıştı daha. Teyzesine baktığında vücudunun bu kadar dinç ve güzel görünmesinin nedenini yürüyüşe bağlı olduğunu düşündü. Teyzesi 50 yaşındaydı ve hala çok güzeldi. Sarı saçlarında tek bir beyaz bile yoktu. Gözleriyse gökyüzünü kıskandıracak kadar güzeldi. 

Helen teyzesinin koluna girdikten sonra beraber yürümeye başladılar. "Teyze, sürekli yürümüyor musun?" diye sordu Helen endişeyle.

Teyzesi başını iki yana salladı. "Yapacak başka bir şey bulamıyorum ki canım." Helen kıkırdadı. Bu sarayda eksik olan tek şey biraz eğlenceydi. "Dans etmeyi biliyor musun Teyze?" diye sorduğunda Anna kahkaha attı. 

"Ben mi?" dedi kahkahalarının arasından. Sonra yeğenine gülümseyerek baktı. "Hayır canım bu tür şeyleri Mina yapardı. O hep iyi piyano çalan, güzel dans eden, erkeklerle konuşmayı bilen uslu bir kızdı. Bense onunla aynı yüze sahip onun ruhen zıttı bir kız. Ağaçlara tırmanır, kurbağa yakalar, saray kadınlarını peşimden koştururdum." 

Helen teyzesine gülümseyerek baktı. "Biliyor musun teyze, bende küçükken senin gibiydim. Etraftaki herkesi çileden çıkarırdım ama annem bana hiç kızmazdı. Bana hep 'sende Anna Teyzenin ruhu var' derdi." Helen yüzünü buruşturarak teyzesine baktı. "Ama her türlü dansı öğretti, piyano da çalabiliyorum ve senin de bunları öğrenme zamanın geldi demek ki." dediğinde teyzesi şaşkın şaşkın Helen'e bakıyordu.

***

O gideli iki hafta olmuştu ama Marcus'a iki ömür sürmüş gibi geliyordu. Canı yanıyordu ama kimseye söyleyecek bir sözü yoktu. Helen gitmek istemişti ve gitmişti. Geride ne kadar büyük bir can kırığı olduğunu bilmiyordu tabi. Onu deli gibi özlemişti. Helen onunla konuşmasa bile buradayken koridorun diğer tarafından ona doğru yürüme olasılığı vardı. Oysa şimdi bu da alınmıştı elinden.

Henry Marcus'a bakarak "Geldi seninki." dediğinde Marcus utandığını hissediyordu. Helen elinde kurabiyelerle yanlarına geldiğinde gülümseyerek onlara uzattı. Henry "Bugün çok güzeldin." diyerek kurabiyelerden bir tane alınca Helen gülümsedi. 

"Duydum ki bugün çok yorulmuşsunuz." diyerek Marcus'a kurabiyelerden uzatınca Marcus gülümseyerek aldı. 

"Ne yapacaksın küçüğüm, her yorulduğumuzda bize böyle yemek mi getireceksin?" 

Helen omuz silkerek abisinin yanağına bir öpücük kondurarak kurabiyeleri bir kenara bıraktı. "Babam geliyor, gelirim ben sonra." diyerek gitti.

Helen onu küçükken bu kadar çok düşündüğü halde şimdi neden böyle davranıyordu? Ne yapmaya çalışıyordu? Ne zaman geri gelecekti? 

Özlemek dünyanın en kötü duygusuydu ona göre. Hele ki birinin gidişini ve ne zaman döneceğini bilememek... İşte bu fazlasıyla ağır geliyordu ona. Belki de gittiği yeri daha çok sevecek hiç gelmeyecekti. Gitme diyememişti. Dese her şeyin güzel olacağına dair hiçbir güvence veremeyecekti. Demese özleyecekti. Helen kalsaydı ve mutsuz olsaydı da hep vicdan azabı duyacaktı. O yüzden doğruyu yapacağını düşünüyordu.

Aşk bazen sevdiğin için fedakarlık yapmaktı. Senin bir parçan koparken yeter ki onun parçası eksik olmasındı. 

***

Sophie ve Henry yemek yerken birbirlerine bakmamışlardı. Tek kelime dahi konuşmamışlardı. Sophie sonunda dayanamayarak oynadığı yemeği bırakarak Henry'e döndü. "İstediğin gibi olsun." dedi sıkıntıyla. "Senden sadakat istemiyorum. Özgürlük saçmalıklarına girip de beni bu sarayda süs olarak kulllanmanı da istemiyorum. Madem karınım bana karın gibi davran yeter." dedi tek solukta. 

Henry Sophie'nin söylediklerini bir süre sindirmeye çalıştı. Bu kadın onunla emir kipiyle mi konuşmuştu? Bunu bu seferlik umursamayacaktı. Çünkü Sophie ona zeytin dalı uzatıyordu. Başıyla onayladı. "Öyle davranıyorum." dedi düz bir sesle. 

Sophie gülümseyerek kocasına baktı. Sadece ikisi karı koca... Başka bir şey olmasaydı dünyada. Krallık, saray, süs, altın... hiçbirinin önemi yoktu. Sadece ikisi. Tüm sıfatlardan ayrılmış bir Sophie ve Henry.

"O zaman sana bir şey itiraf etmeliyim." dedi sıkınıtılı bir sesle. Henry kaşlarını kaldırmış ona bakıyordu ki muhafızlardan biri yanlarına geldi.  "Anastasia adında bir kadın geldi." Henry başıyla onayladıktan sonra Sophie'ye baktı. "Sonra konuşuruz." diyerek kalkıp odadan çıktı.

Muhafız Anastasia mı demişti? Kimdi o? Bildiği kadarıyla sarayda bu isimde bir kız yoktu. Henry kızın ismini duyar duymaz gitmişti. Yoksa... 'Sakin ol Sophie.' dedi kendi kendine. Evlendiklerinin haftasında kendisine birini bulacak değildi ya. Yok yok Henry yapmazdı öyle bir şey. 

Sophie sinirden midesinin kalktığını hissederek masadan kalktı. Tam gidecekti ki gözleri meyve tabağına takıldı. Meyve her şeyi unuttururdu ona göre. Tabağı eline alarak odadan çıktı.

***

Anastasia'yı saraya getirmekte hata edip etmediğini düşünüyordu kim bilir kaçıncı defa. Bu kızın ne işi vardı onun konutunda? Buraya kadar hangi akla hizmet gelebiliyordu? Kapının önünde ona masum bir şekilde bakan kızı görünce sinirlerine hakim olmaya karar verdi. "Ne oldu Anastasia?" 

Anastasia masum bir şekilde dudağını ısırdı. "Efendim bunun için buraya gelmekten çok utanıyorum ama bana daha aydınlık bir oda veremez misiniz? Karanlığı pek sevmiyorum da." Henry kadınların ne kadar da tuhaf istekleri olduğunu düşünerek muhafıza baktı.

"Anastasia'yı görevlilere götür. Ona aydınlık bir oda ayarlasınlar. Mümkünse konutuma en uzak yerde." dedikten sonra odasına doğru ilerledi.

***

"Bunu yapamam." demişti Anastasia şaşkınlıkla.

"Yapacaksın." dedi karşısındaki. "Yapmak zorundasın. Buraya benim sayemde geldin unutma." 

Anastasia hiddetle konuştu. "Ona duygu sömürüsü yaptım resmen. Yoksa buraya gelmemi istemiyordu." 

Karşısındaki pek de umursuyor görünmüyordu. "Ben anlamam güzelim. O güzel vücudunu kullan ve bir an önce hamile kal." 

Anastasia şaşkınlıkla bakıyordu. "Sana daha kaç kere söyleyeceğim? Adam bana göz ucuyla bile bakmıyor. Böyle saçma bir nedenden nasıl yanına giderim?" 

Karşısındaki hiddetle  "Yapmak zorundasın." dedi. "Yapacaksın." dedi kesin bir dille. Sonra odadan çıktı ve arkasından kapıyı hızla çarptı.

Anastasia nasıl böyle bir duruma düştüğüne inanamıyordu. Boşluğuna gelmiş olmalıydı. Bir de ailesinin paraya ihtiyacı olması durumu vardı. Kardeşleri az kalsın açlıktan ölecekti. Oflayarak oturduğu yerden kalktı. Krala gitmeliydi.

***

Sophie elinde meyve tabağıyla Eleni'nin odasına girdiğinde Eleni örgü örüyordu. "Kışa daha çok var Eleni Teyze." 

Kadın gülümsedi. "Olsun canım." diyerek işine devam ederken Sophie tabağı masaya koydu. "Hadi biraz ara ver, kiraz var sen çok seversin." 

Eleni son sırasını tamamlayıp Sophie'nin karşısına geçti. "Çok karışık görünüyorsun." dediğinde Sophie az kalsın eriğin çekirdeğini yutacaktı. "Bunu nasıl anladın?"

Eleni gülümsedi. "Yılların tecrübesi diyelim."

"Bazen bana o kadar güzel bakıyor ki kalbim duracak sanıyorum bazense beni hiç umursamadığını düşünüyorum." Oldukça dalgındı ve ne düşüneceğini bilemez haldeydi.

"Zamanla onun kalbini kazanacaksın." 

"Umarım öyle olur. Yoksa kalbim dayanmayacak." 

Eleni onun elini tuttu. "Her şey güzel olacak."

"Eleni Teyze bu gece ben gelemeyeceğim, bundan sonra da gelemem sanırım ama bunu Henry'e söylemedim. Dikkatli olun olur mu?" 

Eleni başıyla onayladı. "Sen merak etme sensiz de güzel olmayacak ama." Sophie buruk bir şekilde gülümsedi.

***

Anastasia'yı buraya getirmekle hata etmişti ama kız öyle karşısına çıkınca bir an nutku tutulmuştu. 'Akıllı ol Henry, Sophie öğrenince kavga çıkmasını istemiyorsan o kızdan uzak dur.' diye düşündü. Her zaman tedbirli olmaya özen göstermişti kadınlar konusunda. Hiçbiri hayatının merkezi olmamıştı ama Sophie karısı olarak bu seviyeye çok yaklaşmıştı. 

Sophie'yi düşündüğünde onun üzülmesinden acı çekmesinden delice korkuyordu. Kıskançlık krizlerine girmesinden de çok korkuyordu. En ufak bir şeyde dünyayı başına yıkacak şekilde intikam alırdı, biliyordu. Yanlışlıkla söylediği bir söz yüzünden başka bir adamla evlenmeyi kabul etmişti o kadın.

Odasında bunları düşünürken Anastasia içeri girdi. Henry bu kızı biraz önce göndermemiş miydi? Hem de sarayın en uzak köşesine. "Bir sorun mu var Anastasia?"

Anastasia bir şey söylemeden pelerininin bağcıklarını çözdü ve yere attı. Henry kızın ne yapmak istediğini anlamıştı ama şu an düşündüğü tek şey Sophie'nin odaya gelmemesiydi. Ve korktuğu oldu, Sophie kapıyı açıp neşeyle içeri girmişti ki onları görünce tüm neşesi söndü.

***

Sophie odaya girdiğinde Henry masada oturmuş ve karşısında pelerinini çıkarmış bir kız vardı. Kızın elbisesi de fazlasıyla davetkardı. Sophie şaşkınlıkla Henry'e baktığında onun da şaşkın bakışlarla ona baktığını görmüştü. Henry duygularını genellikle iyi saklardı ama şu an gerçekten o da şaşkındı. Kızsa sanki bunu bekliyormuş gibi bakıyordu Sophie'ye. Sophie yutkunarak Henry'e baktı. 

"Bir şey mi oldu sevgilim?" derken oldukç sakin görünüyordu. Ama bir yandan içinden kızı boğmak istiyordu. Bu kızı daha önce görmemişti acaba daha önce sarayda mıydı? Ya da bu kız Henry'nin yemekten gitmesine neden olan kız mıydı?

Henry Sophie'nin kıza bakarak ondan üstün olduğunu anlatmak için "sevgilim" demesine gülmek istedi ama şu an çok ciddi bir ortam vardı odada. Masadan kalkarak Sophie'nin yanına gidip Sophie'nin alnına masum bir öpücük kondurdu. "Hoş geldin sevgilim." Sophie'nin başlattığı oyunu devam ettirmenin bir sakıncası olduğunu düşünmüyordu.

Sophie karmakarışık duygular içinde ona bakıyordu. Henry Anastasia'ya bakarak Sophi'ye tanıttı. "Bu Anastasia, av partileri sırasında kendisiyle birkaç kere yatmışlığım var."  Anastasia'nın yüzünden yerin dibine girmek istediği anlaşılıyordu. "Sanırım yine o niyetle geldi ama benim evli olduğumu unutmuş olmalı." Sophie vücudunun donmuş gibi olduğunu hissetmesine rağmen Henry'e gülümsedi.

Anastasia bunu yaptığı için kendisinden bir kez daha nefret etti. Yapmak zorunda olmaktan da nefret etti. Kral ve kraliçenin birbirlerine bakışları öyle güzeldi ki kıskanmamak elde değildi. Kralla yatmıştı evet, çünkü kralın adamları kral için bir kız arıyorlardı ve paraya ihtiyacı olduğu için yapmıştı. Kardeşleri açlıktan ölmesin diye. Sonrasında aşık olduğu adamla kaçıp köyden uzaklaşmıştı. O adam onun bir fahişe olduğunu söyleyerek hiç düşünmeden geneleve satmıştı. Geçenlerde gelen bir kadın onu satın alana kadar erkekleri memnun etmek için her şeyi yapan bir kadındı o artık. Bir fahişe. Kendinden nefret eden bir fahişe...

Anastasia gözyaşlarına engel olamayarak ağlamaya başladı. Sophie tereddütle Henry'ye baktıktan sonra kızın yanına gidip yerdeki pelerini aldı ve üstünü örtüp sonra ona sarıldı. "Ağlama..." diye fısıldadı kulağına. "Bu olayı bizden başka kimse bilmeyecek. Sadece küçük bir sır, tamam mı?" 

Anastasia ona şefkatle bakan kraliçeyi görünce onları ayırmak için bu saraya geldiğine pişmanlık duyuyordu. Birden ona gerçekleri söylemek istedi. "Efendim ben... ben buraya kendi isteğimle gelmedim."

Henry ve Sophie şaşkınlıkla bakıyordu kıza. Henry "Neden geldin?" dedi düz bir sesle. Anastasia ağlarken Sophie ona kıyamayıp bir koltuğa oturması için yardım ettikten sonra kıza su getirdi. Bu süreçte Henry sabırsızlıkla kızın anlatacaklarını bekliyordu. Anastasia suyu içtikten sonra utançla "Ben bir köleyim." diye açıkladı.

Henry "Sen özgürdün." dedi tereddütle. 

Anastasia başıyla onayladı. "Öyleydim ama satıldım, sonra da beni bir kadın satın alıp buraya getirdi. Sizinle olan geçmişimizi biliyordu ve bunu kullanmak istiyordu." Sophie ve Henry aynı anda "Kim?" dedi. 

"Serena." dedi Anastasia kısık sesle. "Siyah gelinlik olayında da onun parmağı var." 

Henry sinirle "Anlamalıydım." dedi. Uzun adımlarla kapıya gitti. Muhafızlardan Marcus'a çağırmalarını isteyerek odaya geri döndü. Anastasia'ya "Benim ülkemde kölelik yok Anastasia bunu biliyorsun. Sen istemedikçe köle olmazsın. Şu andan itibaren özgürsün. Seni sarayımda bir daha görmeyeceğim, o gün sırf ailen yoksulluk çekiyor diye bunu kabul ettiğimi biliyorsun. Kız kardeşini saray okuluna alıyorum ve ona burs vereceğim." Anastasia minnetle ona baktı. En azından kardeşinin hayatı kurtulacaktı. 

"Ben odaya gelip, gidebileceğini söylemeden gitme." diyerek kapıya doğru yönelince Sophie Henry'nin yanına geldi. 

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu sıkıntılı bir sesle. Henry karısının endişesini anlayabiliyordu ama hep kendi işini kendi görmüştü. Serena'nın ailesi krallıktaki güçlü ailelerden biriydi. Sarayda kendine adam edinmiş olabilirdi ya da yalnız olup daha az tehlike diye düşünmüş de olabilirdi. "Şu işi halledip geleceğim." 

Sophie tereddütle Anastasia'ya baktı. "Beni onunla yalnız bırakma, ona güvenmiyorum. Sırf yalnız kalalım diye böyle söylemiş olabilir." 

Henry başıyla onayladı. Sophie haklıydı. "Anastasia benimle gel." dediğinde Sophie hızla "Hayır." diye itiraz etti. Henry karısına "Ne olabilir ki? Bir kadının benimle dövüşebileceğini mi sanıyorsun?" dedi alayla. Sophie başıyla onaylayınca Henry ve Anastasia odadan çıktı.

***

Marcus ona koşarak gelen muhafızı gördüğünde sarayda yine olay olduğunu anlamıştı. "Bu seferki eğlencemiz ne?" 

"Kral sizi çağırdı, konu hakkında bir fikrim yok. Odasına Anastasia adında bir kız girdi ve sonra sizi çağırdı." 

Marcus yüksek sesle küfür savurdu. O kızın saraya gelmemesini söylemişti ama kral ona acımıştı. Hep zararsız görünenler daha çok zarar veriyordu insana. Onlardan böyle şeyler beklenmediği içindi belki de. Marcus hızla giderken içinden de olayın büyük olmamasını diliyordu. Kralın kapısındaki muhafızlar kralın gittiğini söylediğinde küfür etti. "Nereye?" diye sordu sinirle. Muhafızlar "Bilmiyoruz." diye yanıtladığında Marcus sinirden delirmek üzereydi. "Kraliçe nerede peki?" diye sordu. Adamlar "Bilmiyoruz, odada değil." dedi. 

Marcus ne yapacağını bilemez şekilde sarayda koşmaya başladı. Nereye gideceğini bilmiyordu. Hızla Eleni'ye koştu ama odasında değildi. Aynı şekilde diğer kızlar da yoktu. Lanet olsun nereye gitmişlerdi bunlar? Mutfakta da Sophie'yi sorabileceği kimse yoktu. Anastasia'nın odasına doğru koşarken içinde kötü bir his vardı.

***

Anna yeğenine gözlerini devirerek baktı. "Gerçekten bunları yapabileceğime inanabiliyor musun?" 

Helen masum bir şekilde başıyla onayladı. "Yapma Teyze, senin kadar zarif bir kadının dans etmemesi çok kötü bence." 

Anna Helen'in sözlerine kahkahayla güldü. "Eğer yaramaz bir kız çocuğu olabilseydim inan bana yapardım. Yapamadığım için zarif görünüyor olmayayım." 

Sophie teyzesine onaylamayan bir bakış attı. Sonra tatlı tatlı gülümseyerek "Teyzemle baloya gitmek istiyorum ve tüüüm gözlerin biz iki zarif kadında olmasını." dediğinde teyzesinin aklına girdiğini biliyordu. 

Anna gülümseyerek "Bu hayattan dans etmeyi öğrenmeden gitmek yok." dediğinde Helen heyecanla ayağa kalktı ve teyzesine uygun kıyafet getirdi.

Anna yeğeninin bu kadar hazır olmasına şaşırmış bir ifadeyle baktı. "Helen gerçekten bugün mü başlayacağız?" 

Helen omuz silkti. "Dans etmek çok eğlenceli teyze, bak göreceksin çok eğleneceksin. Sen dans etmiyorsun diye bu tür eğlenceleri de düzenlemiyorsun. Burada tek eksik eğlence."  Teyzesinin bakışlarını görünce "Burası çok güzel ve ben burada eğlenmezsem abimin yanına gitmek isterim." diye alttan alata onu tehdit ediyordu aslında. Teyzesi kalktığı gibi bir hışımla Helen'in elinden kıyafetleri aldı.

"Hiçbir yere gitmek yok küçük hanım. Seni bir yere göndermem." dediğinde Helen de gitmek istemediğini düşündü. 

Marcus'u delice özlemişti. Onun gözlerini, bakışını, gülümsemesini ama mutlu aşk diye bir şey yoktu. Varsa da onlara rastlamamıştı. Başka birini sevebileceği konusunda da çok büyük şüpheleri vardı. Sevse de sevdiği adama verebileceği bekareti yoktu. Teyzesi odaya geldiğinde Helen içtenlikle gülümsedi. "Güzelliğinize güzellik katmışsınız kraliçem." 

 Anna çocuk masumluğuyla gülümsedi. "Benimle alay ediyorsun bir de." dedi gülerek. Helen teyzesini ortaya çekiştirdi. Reverans yaptıktan sonra teyzesinin ellerinden tutarak dans adımlarını göstermeye başladı. Anna bir süre sonra müziğe uyum sağlamıştı ve dans edebiliyordu. Dans bitince etraftaki kızlar ikisini de alkışlıyordu. 

Anna dans ederken başka bir dünyaya gitmiş gibi hissediyordu. Müziğin onu çok uzak diyarlara götürdüğünü hissediyordu. Helen onu çekiştirse de kendisinde garip duygular oluşmuştu. Tüm bunlar çok eskide kalan bir hikayeyi hatırlatmıştı ona.

Dans bittiğinde Helen teyzesine gülümseyerek bakıyordu. "Harikasın teyze. Keşke sana eşlik edebilecek bir erkek bulabilsek o zaman çok daha kolay öğrenirdin." 

"Ben eşlik ederim." sesiyle kapıya baktılar.

Louis kapıya yaslanmış onlara bakıyordu. Doğrulup yanlarına geldiğinde "Kraliçem." diyerek reverans yaptı. Helen onun ne kadar süredir orada olduğunu düşünerek kızarmıştı. 

Anna gülümseyerek "Louis" dedi. "Hoş geldin canım." diyerek prense sarıldığında Helen onların nasıl bu kadar samimi olduklarını düşündü.

Anna Helen'e açıklama yapmak için döndü. "Louis büyük amcamın torunu canım. Siz daha önce hiç karşılaşmadığınız için tanışmadınız." 

Louis "Biraz önce tanıştık efendim." dediğinde Anna Louis'e gülümseyerek baktı. "Helen yabancı değil onun yanında bana teyze diyebilirsin."  Louis başıyla onayladı.

Helen bu adamda onu çeken bir şey olduğunu düşündü. Ne kadar da öz güveni yüksek bir tipti ve istediğini alan bir tavrı vardı. Marcus ise hiçbir zaman böyle olmamıştı. Belki de konumları yüzünden böyleydi. Louis dans için Anna'ya elini uzattığında Anna başını iki yana salladı. "Sanırım sizi izlesem daha iyi öğrenirim." Helen bir an teyzesine bakakaldı sonra ona uzatılan eli tuttu.

***

Henry Anastasia'yı bir muhafıza emanet edip evine sağ salim getirmesini emretmişti. Nerede ne hata yapıyordu bunu gerçekten öğrenmeyi çok istiyordu. Bu krallığı barış içinde yönetmekten başka bir şey istemiyordu oysaki. İnsanların yapısını da değiştiremezdi ya. O gün Alan'ın ölümünden gram sorumlu değildi. Askerler arasında çıkan bir kavgaydı sadece. Bunu yapan adam da cezasını ödemişken neden Serena böyle saçma salak bir intikam peşine düşmüştü? Üstelik istediği şey Sophie'yle arasının bozulmasıydı. Sophie yeterince sorun çıkarırken etraftaki kadınların da sorun çıkarmasından hiç hoşlanmıyordu.

Serena'nın odasına geldiğinde etrafta kimse yoktu. Yanına muhafız da almamıştı. Acaba hata mı yapıyordu? Bir kadın ona nasıl karşı gelebilirdi? Bunu düşünerek odaya girdiğinde Serena'nın odada yalnız bir şekilde pencerenin önünde sırtı dönük olarak durduğunu gördü.

"Seninle konuşmam gerek." dedi sakin olmaya çalışarak. 

Serena ona dönmeden "Sadece kuzenimin intikamını almak istiyordum." dedi düz bir sesle. Sonra Henry'e dönerek "Sophie'yle aranızı bozmaya son kozum da yetmedi. Kız sana sadık çıktı." Serena birden gülmeye başladı. "Ona gerçekten güvendiğimi mi düşündün? Burada hazır bir şekilde seni bekliyordum." diyerek elindeki minik şişeyi gösterdi.

Henry bunun zehir şişesi olduğunu düşündü. Bu kadın o sıvıyı ona içirebileceğini düşünüyor muydu gerçekten? Eliyle kılıcını yokladıktan sonra bir adım atmıştı ki Serena "Askerler." diye bağırdı.

***

Lanet girsin ne yapacaktı şimdi? Henry'e bir şey olursa kendisini asla affetmezdi. Ne yapacağını bilemez bir halde koridorda koşarken mucize bir şekilde Anastasia karşısına çıktı. Kızı kolundan tuttuğu gibi "Kral nerede?" diye sordu. Anastasia şaşkın bir ifadeyle "Serena'nın odasına gitti." diye cevapladı onu.

Marcus muhafıza "Şövalyeleri topla Serena'nın odasına gel hemen." dediğinde muhafız ne yapacağını bir an kestiremedi. "Hemen." diye bağırdı Marcus ve adam başıyla onaylayarak koştu. Marcus kıza "Odana git ve kapıyı kilitle." diye bağırdıktan sonra koşarak Serena'nın odasına ilerledi. Yolda gördüğü birkaç adamı da yanına alarak koşa koşa ilerlediler koridorda.

***

Serena'nın sesiyle askerler saklandıkları yerden çıktılar. Henry hızla kaç kişi olduklarına baktı. 7 kişiydiler. Lanet olsun. Bunlar Serena'nın ailesinin yetiştirdiği 7 şövalye olmalıydı. Dövüşmeye kalksa üç en fazla dördünü indirebilirdi. İyi dövüşçüler için sayıları yeterince fazlaydı. Serena gülümseyerek elindeki şişeyi gösterdi. "Ölümünün yavaş yavaş ve acı çekerek olmasını istiyorum Henry." Askerler Serena'nın sözüyle krala doğru yürüdü. Henry kılıcını hızla çekerek birini öldürmüştü, ikinciyi de yere sermişti ki kalan askerler onu sımsıkı tuttular. 

Serena onaylamayan bir bakışla "Olmadı Henry, onlar ülkenin en iyi paralı askerleriydi bana çok fazla masraf çıkardın. Daha fazla acı çekmen lazım." dedi gülerek. "Buraya yalnız geleceğini düşünmüyordum aslında, nerede kuyruğun? Marcus muydu adı?" 

Henry "O benim kardeşim." dedi tıslayarak ve tam o anda Marcus kapıyı kırarak içeri girdi.

"Ve kardeşler her zaman birbirine yardım eder." Serena'nın askerleri ve muhafızlar savaşmaya başladı. Henry ve Marcus birer adamı öldürmüşken Serena bu karışıklıktan faydalanıp odadan çıkmaya çalıştı. Henry "Marcus yakala." diye bağırdığı sırada Henry kolundan darbe aldı. Marcus ise Serena'nın peşinden koşmak yerine Henry'e saldıran adamın sırtına kılıcı geçirdi. O sırada gelen şövalyelerin yardımıyla Serena'nın adamları tamamen ölmüştü. Marcus "Serena'yı yakalayın." diye bağırdığında krallığın en yetenekli 11 adamı kızın peşinden gitmişti. 

Marcus kanlar içinde olan arkadaşına baktı. "Seni hekime götüreyim." 

Henry başını iki yana salladı. "Beni odama götür. Hekim oraya gelsin." 

Marcus başıyla onayladı. Henry'nin kolunun bir kısmı kesilmişti ama doğru bir tedaviyle eski haline dönerdi. Marcus sıkıntıyla "Tüm bunlar olurken karın nerede?" dedi küfreder gibi. 

Henry şaşkınlıkla ona bakıyordu. "Sophie odasında." Marcus kimin doğru söylediğini anlamaya çalışarak yanlarındaki muhafızlara döndü. Sadece ikisi hayatta kalmayı başarabilmişti. "Kral kapısındaki muhafızları fark ettirmeden yakalamak lazım." O sırada şövalyelerden birinin onlara doğru geldiğini gördü. "Efendim kız yakalandı, ne yapalım?" Henry arkadaşına bir şey anlamamış şekilde bakıyordu. 

Marcus adama "2 adam yanında zindana götürün, diğerleri de saray kapısındaki muhafızları yakalayıp zindana atsın." diye emir verdi. Adam gittiğinde Henry hala anlamamıştı. "Ne oldu?"

"Kapıdaki muhafızlar nereye gittiğinizi bilmediklerini ve Sophie'nin orada olmadığını söylediler ama Sophie hiçbir yerde yoktu. Demek ki odadaydı. Serena onları da ayarlamış." 

Henry "Sophie'ye bir şey yapmış olabilirler." diyerek odasına doğru koşmaya başladı. Marcus ona engel olamayacağını biliyordu bu yüzden şövalyelerin çabucak gelmesini diledi içinden.

***

Louis zarif bir şekilde Helen'i kendisine çektiğinde Helen kokusunun deniz kokusu olduğunu düşündü. Yüzmüş müydü bu adam yoksa deniz yolculuğu mu ona bu kokuyu vermişti? Müzikle beraber adımlarını atarken Louis "Daha önce tanışmamış olmamız büyük kayıp." dedi sözcüklerle sevişir gibi. 

Helen bu adamın gücünden, ses tonundan, onun nefesini hissetmesinden etkilendiğini düşünerek büyülenmişçesine bakıyordu adamın gözlerine. Gerçekten de daha önce tanışmayı isterdi. "Evet, prens." dedi Helen temkinli bir sesle.

"Louis..." dedi Helen'in içine işleyen bir sesle. Helen gülümsedi. "Kurbağa prens." dediğinde Louis gülümsemesiyle Helen'in kalbine dokunmayı başarabilmişti. Helen bu adamla daha önce tanışmamış olduğuna üzüldü. Eğer Marcusla bir şeyler yaşamamış olsaydı bu adamla ilerisi için düşünebilirdi. Helen'i uysallaştırmayı başarabilen bir adam. Bu ilişki gerçekten eğlenceli olabilirdi.

"Prens olmam için bir prenses tarafından öpülmem gerek sanırım." dediğinde Helen'in gözleri istemsizce adamın dudaklarına kaydı. Marcus'tan başka bir adamla öpüşebilir miydi? Denemesi lazımdı. Onu unutması için başka insanlar gerekiyorsa buna da razıydı. Yeter ki onu unutabilsindi.

Dans bittiğinde Helen son cümleye cevap vermek zorunda olmadığı için sevinmişti. Bu adamda şeytan tüyü vardı ve cazibesini kesinlikle mükemmel kullanıyordu. Tüm kızların ona nasıl baktığını görünce içinde tuhaf bir kıskançlık olduğunu hissetti. Bu çok tuhaf bir histi. Daha önce hiç böylesini yaşamadığını düşündü bir an.

***

Henry odaya koştuğunda muhafızların orada olduğunu görünce daha fazla kan görmek istemediğini düşündü. Muhafızlar ona saygıyla selam verdiğinde bir tuhaflık olduğunu düşündü. Tam o anda şövalyeler gelmişti ama muhafızlar Marcus'a kötü kötü bakıyorlardı. Henry muhafızlara "Ne olduğunu açıklayın." diye emir verdi. Biri öne çıkıp "Neyi açıklayalım efendim?" diye yanıtladı. "Marcus'a neden yalan söylediniz?" 

"Kraliçe sizden başka kimsenin girmemesini söyledi." Henry gülümsedi. Bu kadının bu kadar tedbirli olacağını düşünemezdi. Başıyla onayladıktan sonra Marcus'a "Askerleri gönder, Serena'yı zindana attır ve hekimi çağırıp gel." diyerek içeri girdi. 

Sophie Henry'i gördüğünde neşeyle ona koşup sarıldı. Henry acıyla yüzünü buruştursa da Sophie ona sarılırken bir şey söylemedi ama ayrıldıklarında Sophie eline bulaşan kana dehşetle bakıyordu. "Henry sen yaralanmışsın." dedi zorlukla. "Ben hemen yarana bakmalıyım." diyerek giderken Henry sağlam koluyla Sophie'yi tutup durdurdu. 

"Hekim gelecek birazdan, sadece kolumda küçük bir yara." 

Sophie onu dinlemeden odasına gitti ve ona yardımcı olabilecek eşyaları getirdi. Henry'i zorlayarak yatağa oturttuktan sonra makasla özenli bir şekilde kıyafetini kesti. Yarayı gördüğünde midesinin bulandığını hissederek lavaboya koştu. Neden böyle olduğunu bilmiyordu ama o yarayı görmek midesini fazlasıyla bulandırmıştı. Oysa çok daha kötülerini görmüştü. Elini yüzünü iyice yıkadıktan sonra odaya döndüğünde Marcus'un hekimle geldiğini gördü ve hekim Henry'nin yarasına bakıyordu. Sophie yavaş adımlarla Henry'nin yanına gelip onun elini tuttu. Henry onun sakin olması için hafifçe gülümsedi. Hekim yarasını dikerken Sophie'nin elini biraz sıkmıştı ama fazlasıyla güçlü davranmıştı. Sophie ona bir kez daha hayran olmuştu. Hekim işi bitince "Yarın pansuman yapmaya gelirim." diyerek gittiğinde Marcus Henry'e "İyi misin?" diye sordu.

Henry başıyla onayladı ve Marcus'a gitmesi için işaret etti ama Marcus bunu görmezden gelerek Sophie'ye baktı. "Çok merak ediyorum kraliçem. Saray kadınları nerede?"  Sophie kızardığını hissetti. Bunu bugün Henry'e söyleyecekti ama Marcus önce davranmıştı. Dudağını ısırarak Henry'e baktı. "Bugün yemekte sana bir şey söyleyecektim hatırlıyor musun?" Henry başıyla onayladı.

"Ben... saray kadınlarının eğlenmesi, sohbet etmesi dertleşmesi için bir oda ayarladım. Onlar oradaydılar sanırım." Sophie Henry'nin bakışlarından bir şey anlamıyordu. Sonunda masumca "Kızdın mı?" diye sordu. 

Henry karısının bu haline kahkahayla gülmek istedi ama içinden ona oyun oynamak geldiği için kendine engel oldu. Yüksek sesle "Benim sarayımda benim iznim olmadan ne haltlar karıştırıyorsun sen?" diye söylendi. 

Sophie kıpkırmızı olmuştu ve kirpikleri ıslanmıştı. Hızla ayağı kalkıp "Haklısınız, sizin sarayınız sizin kadınlarınız. Bende salak gibi bunları benimsiyorum." diyerek gitmek için birkaç adım atmıştı ki Henry "Sophie buraya gel." dedi sakin bir sesle. 

Sophie gitmekle kalmak arasında bir an tereddüt etse de dönüp Henry'e doğru yürüdü. "Buyrun efendim." Henry yatakta yanına vurarak Sophie'nin gelmesini isteyince Marcus "İzninizle." diyerek odadan ayrıldı.

Sophie kırılmış bir şekilde yatağa oturduğunda Henry Sophie'nin saçlarını kulağının arkasına yerleştirdi özenle. "Sadece şaka yapıyordum." 

Sophie anlamamış bir şekilde Henry'e bakıyordu. "Şaka mı?" dedi gözünden akan yaşı hızla silerek. Henry başıyla onaylayınca Sophie yanındaki yastığı Henry'e fırlattı. "Kılıç darbesini koluna değil de beynine aldın sandım, böyle şaka mı olur?" dedi sinirle. Henry ise karısının eski haline dönmesine mutlu olarak gülümsedi. "Senin canın oyun istiyor galiba." diyerek Sophie'yi yatağa  yatırdığında Sophie hızlı hızlı nefes alıyordu.

Henry sonunda karısıyla hiçbir şey düşünmeden birlikte olabileceğini düşünerek Sophie'nin dudaklarına eğildi. Sophie'nin ona tecrübesizce cevap vermesi fazlasıyla hoşuna gidiyordu ki kolunun acısıyla inleyince Sophie birden geri çekildi. "Canın acıyor." diyerek Henry'nin yatmasını sağladı. Henry bunu ona hissettirdiği için kendine lanet okuyordu. Bir süre sessizce yatakta ikisi de uzandıktan sonra Henry sağlam koluyla Sophie'yi üstüne çekti. "Belki de bu sefer acı çekmemem için sen yönlendirmelisin." Sophie tedirginlikle gülümsedikten sonra kocasının dudaklarına uzandı.

***

Sabah güneşi üstlerine geldiğinde Sophie gözlerini kırpıştırdı. Sabahın olmasını hiç istememişti ama olmuştu işte. Yan tarafa baktığında Henry çoktan uyanmıştı. "Günaydın." dedi masum bir şekilde. Henry gülümseyerek "Günaydın." dedi. "Nasıl hissediyorsun?"

Sophie utançla örtüyü yüzüne çekti. "Çok güzel." dedi örtünün altından. Henry onun bu haline güldükten sonra "Umarım hamile kalmışsındır." dediğinde Sophie şaşkınlıkla örtüyü indirip Henry'e baktı. "Sen... çocuğumuz olsun ister misin?" 

Henry başıyla onayladı. Sophie tam bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki birden gelen mide bulantısıyla eliyle ağzını kapattı. Henry ise şaşkınlık ve umutla ona bakıyordu.

***

Helen uyandığında kendinde uzun zamandır olmayan bir neşe olduğunu fark ederek yataktan kalktı. "Eva." diye seslendikten hemen sonra Eva odaya girdi. "Günaydın efendim." dedi gülümseyerek. Helen ona en güzel gülümsemesiyle karşılık verdi. "Günaydın Eva."

Eva Helen'de garip bir şeyler olduğunu anlayabiliyordu ama bir şey söylemedi. Helen elindeki kağıdı fark edince Eva unuttuğu için bir an kendine kızdı. "Size bir mektup var."  Helen sevinçle mektubu alıp açtı. 

Sevgili görümceme

Görümcem sözü çok resmi oldu değil mi? Yok yok sevmedim ben bunu. Sen benim kardeşimsin Helen ve seni ne kadar özledim bilemezsin. Burada sana o kadar çok ihtiyacım var ki...

Abin ava gitti ve ben koca sarayda gezinip durmaktan başka bir şey yapamıyorum. Ne zaman dönersin benim güzel kardeşim? Biliyorum bu çok bencilce bir istek ama seni ne kadar özlediğimi kelimelerle anlatamam sanırım.

Ya da ben mi gelsem? Uzaklara gitmek çözüm oluyor mu? Umarım orada çok çok mutlusundur, sen bana bakma. Görürsün o abini yola getireceğim ve sana mini minnacık yeğenler doğuracağım. 

Sophie

Helen Sophie'nin mektubu bir hafta önce gönderdiğini görünce "Umarım her şey yoluna girmiştir." diye mırıldanarak Eva'ya döndü. "Sence dönme zamanımız geldi mi Eva?" diye sorduğunda Eva gözlerini iyice açmış bir şekilde Helen'e baktı. 

"Ama efendim daha yeni geldik ve  gideceğimiz geminin gelmesine iki hafta var. Zaten bizim hazırlanmamız abinize haber vermemiz bu kadar sürer, yani en yakın bir buçuk ay sonra gidebiliriz." 

Helen başıyla onayladı. "O zaman öyle yapalım."

Eva başıyla onaylayıp Helen'in hazırlanmasına yardım etti. Helen'in saçlarını yavaş yavaş tararken Helen "Saçlarımı bugün farklı mı yapsak?" diye sordu neşeli bir tavırla. Eva şaşkınlıkla baktı. Helen genellikle düz saçlarını salık bırakmayı seviyordu. Neydi onda aniden gelişen değişim merakı? Eva "İstediğiniz özel bir şey var mı?" diye sorduğunda Helen başını kararsızlıkla iki yana salladı. Sonra gülümseyerek "Sana bırakıyorum Eva." dedi.

Eva Helen'in saçlarını yavaş ve düzgün bir şekilde örmeye başladı. Önce saçlarına güzel bir kemer yaptı. Sonra örmeye devam ederek örgüleri arkadan dolandırdı. Helen her zamanki gibi gözlerini kapatmış bekliyordu. Saçlarını ilk gördüğü anda beğenmezse sonradan hiç beğenmeyeceğini düşünüyordu çünkü. Eva işini bitirdikten sonra Helen saçının arkasını görsün diye başka bir ayna aldı eline ve Helen'in görebileceği şekilde tuttu. "Bakabilirsiniz." Helen gözlerini açıp inceleyen bakışlarla saçlarına baktı. Eva bir an nefesini tuttuğu için boğulacağını sandı. Helen gülümseyince rahatlayarak derin bir nefes aldı. "Harika olmuş Eva. Sophie'nin neden seni bana arkadaş olarak gönderdiğini daha iyi anlıyorum şimdi. O sadece sana güveniyordu." 

Eva gururla gülümsedi. "Teşekkür ederim efendim."

Helen boy aynasında kendisine son kez baktıktan sonra Eva'ya döndü. "Aşk nasıl bir şey Eva?" Eva başını iki yana sallayarak "Sanırım bunu ben de bilmiyorum." diye cevap verdi.

Helen omuz silkti. "Öğrenelim o zaman."  Eva'nın ona olan bakışlarını görünce "Louis nasıl biri sence?" diye sordu.  Eva Helen'in sabahtan beri neden böyle tuhaf olduğunu daha iyi anlıyordu şimdi. "Size uygun bir prens." 

Helen gülümseyerek "Umarım öyledir." diyerek odadan çıktı.

***

Henry şaşkınlıkla Sophie'ye bakarken "Yoksa?" diye sordu. Sophie ne olduğunu anlayamamış şekilde düşünmeye çalıştı. Parmaklarıyla en son ne zaman adet olduğunu hesaplamaya çalıştı aceleyle. 1 hafta geçmişti! Ama emin değildi. Henry ile 3 hafta önce sevişmişti ve ondan iki hafta önceydi adet dönemi. Bunları Eleni'de ayrıntılı bir şekilde öğrendiği için mutluluk duydu birden. Eli istemsizce karnına gitti. "Bilmiyorum Henry." dedi dürüstçe sonunda.

"Nasıl bilmiyorsun?" sesi heyecanlıydı. 

"Yani... 1 hafta geciktim dün de bir ara midem bulandı ama biz sadece..." yanaklarının fazlasıyla kızardığını hissediyordu şimdi. "1 kere oldu, olabilir mi?" dedi masumca. 

Henry hızla yataktan kalktı. "Bunu anlamanın tek bir yolu var, hekim çağırmak." 

"Tamam ama öyle bir şey yoksa... bu kadar heyecanlandın. Üzülürüm." son cümleyi kısık sesle söylemişti ama Henry onu duymuştu. Sophie'nin yanına gelerek kalkması için elini uzattı. Sophie onun ellerini tuttuğunda sonsuza kadar bırakmadan tutmak istedi o elleri. Henry onun alnına küçük bir öpücük kondurdu. "Daha önümüzde çok uzun zaman var Sophie. Çocuk olmazsa biz de birbirimize daha çok zaman ayırmış oluruz." Sophie sevinçle ona sarıldı. "Teşekkür ederim" 

Henry geri çekilip "Hadi giyin ve kahvaltı yapalım. Sonra da senin için bir ebe çağıralım." dediğinde Sophie başıyla onayladı mutlu bir şekilde. Anlayışlı bir adamla evli olduğu için o anlarda aşırı mutluydu.  

***

Anna yemek salonuna giren yeğenine gülümseyerek baktı. Her geçen gün daha da güzelleşiyordu ama onda bugün ayrı bir güzellik vardı. Mutluluğun verdiği bir güzellik. Helen yanına gelip yanağına küçük bir öpücük kondurdu. "Günaydın teyze." Masanın diğer tarafında oturan prens ve prensese  küçük bir reverans yapıp "Günaydın." dedi.

Louis Helen'e etkileyici gülümsemesiyle bakarken Helen heyecanlandığını belli etmemeye çalışarak yerine oturdu. Teyzesi "Bugün çok güzelsin hayatım." dediğinde Helen teyzesine bakarak gülümsedi. 

"Kimse güzellikte seni geçemez teyze." 

Masanın diğer tarafında oturan prenses öksürmeye başlayınca Louis prensesin sırtına yavaşça vurdu. "Kardeşim bir türlü hızlı yemek yememesi gerektiğini öğrenemedi." diye muzip bir şekilde açıklama yaptı Louis.

Helen prensese gülümsedi. "Siz de bugün çok güzelsiniz prenses."  Anna kendine engel olamayarak kahkaha attı.

Helen bir an Louisle göz göze gelince Louis'in gülmemek için kendini zor tuttuğunu fark etti. Helen birden prensese karşı şefkat duyduğunu hissetti. Abisi ve Marcus da bazen ona böyle davranırdı. Demek ki evin küçüğü olan herkese böyle davranılıyordu. Helen prensese "Dün tanışamadık prenses, isminiz neydi?" diye sordu gülümseyerek. 

Prenses az önceki olanlardan sonra somurtarak "Charlotte." diye cevap verdi.

"Ben de Helen." Louis ve Anna onları izliyordu. Helen "Odanız ve yardımcılarınız konusunda bir sıkıntı var mı?" diye sordu nazikçe.

"Hayır yok." dedi dün olanlardan sonra biraz çekinerek. "Bir sorun olursa bana gelin." dedi Helen gülümseyerek. Prenses başıyla onaylayınca Helen teyzesiyle göz göze geldi. Helen 'ne oldu?' bakışı atınca Anna bir şey demeden yemeğine döndü.

***

Sophie kahvaltı ederken lokmaların boğazına dizildiğini hissediyordu. Henry ne kadar da umutlanmıştı birden. Oysa o emin değildi hamile olup olmadığından. Neden bir şey hissedemiyordu şu an? Stresten bir şey de yiyemiyordu. Ya hamile değilse ya Henry üzülürse? Ayrıca hamileyse halka bunun hemen olduğunu nasıl söylerlerdi? Dedikodular birden yayılırdı. "Henry." dedi tereddütle. "Neden bana Eleni Teyze bakmıyor?" 

Henry bir süre düşündükten sonra "Eleni bilir mi?" diye sordu.

Sophie başıyla onayladı. "Kızlara o bakıyordu." 

Henry başıyla onayladı. "Sanırım daha önce birlikte olduğumuzun bilinmesini istemiyorsun." diye tahmin yürüttü. Sophie başını salladı.

Henry bu kızın neden böyle kuruntulu olduğunu anlayamıyordu. Ondan başka biriyle birlikte olmamıştı ve onunla evlenmişti zaten. Kim ne diyebilirdi ki? Şimdi düşündüğü şey başkaydı. Günlerdir Sophie'nin babasının tahtı nasıl geri alacağı konusunda plan yapıyordu. Amcasına anlaşma teklif etmişti ama adam bunu kabul etmemişti. Üstelik Sophie'ye verdiği kan dökmeme sözü vardı. Bunları Sophie'nin hamile olup olmadığını öğrendikten sonra onunla konuşmalıydı.

Koridorda yürürken ikisi de fazlasıyla sessizdi. Eleni'nin odasına girdiklerinde Eleni günlerdir yaptığı gibi örgüsünü örüyordu. Sophie "Eleni teyze." diye seslendi. Kadın kimn geldiğine bakmak için başını kaldırdıktan sonra ayağa kalkıp selam verdi. 

Eleni anlamamış bakışlarla bakarken Sophie "Biz şey... hamile miyim, diye kontrol ettirmek için geldik de." demişti konuşmaları asıl konuya geldiğinde. Eleni şaşırmamıştı. Sophie'nin bakışlarından tavrından onların çok önceden birlikte olduklarını hissetmişti. Yavaşça başıyla onayladı. Sonrasında Sophie'ye "Yatağa yat." dedi.

Sophie Henry'e bakarak "Biraz dışarıda durur musun?" dedi. Henry gülmemek için kendini zor tuttu. Eleni'ye bakarak "Onunla aynı anda öğrenmek istiyorum." dedi. Eleni başıyla onayladı.

Eleni işi bitince kapıda bekleyen kralı çağırdı. Sophie ve Henry ona heyecanla bakıyorlardı. Eleni sonunda gülümseyerek "Hamilesin canım" dedi.

27.1.19 düzenlendi

13.03.2023

Continue Reading

You'll Also Like

81.7K 5.9K 95
Birbirlerinin çocukluk aşkı olan Gökçe ve Demir, yıllar sonra yeniden karşılaştıklarında, hayatın onlara nasıl bir sürpriz hazırladığının farkında bi...
1.1K 82 5
Kaderi birdi onların. Daha ilkokul çağında vuruldu Kaya Saygıner o yanağında iki koca çukur taşıyan ela gözlü kız çocuğuna. İki inatçı keçiydi onlar...
SAKA KUŞU By Huliko

General Fiction

47.7K 4.2K 39
Gökten bir ateş parçası düştü Ceyhan'ın kalbine, üçe bölündü, her biri bir odacık büyüttü içinde. Parçanın en büyüğü sevgilisinin yüzünü aydınlattı o...
149K 10K 47
| Düzenleniyor... | Kimberly Lamar, adı çıkmış bir leydi. Erkeklerin gözde sevgilisi. Onunla olmak için sıraya giren insanlar onları piyon olarak kul...