Çok Uzak Diyarlardan -Tamamla...

Par rasgar

635K 28.9K 1.7K

Seninle ben çok uzak iki diyarın, iki ayrı masalının birer parçalarıydık. Karşılaşmamız tamamen tesadüfler zi... Plus

Çok Uzak Diyarlardan
1. Kader
2. Kuralına Göre Oynamak
3. Kıskanç
4. Can Borcu
5. Ne Oluyor Orada
6. Gelincik
7. Balo
8. İlgi Odağı
9. Boşluk
10. Talip
11. Yeter
13. Hamile
14. Tercih
15.Çığlık
16. İnatçı
17.Oyun
18. Gelenek
19. Saklı
20. Bir Kraliçenin Yasak Aşkı
21. Şeftali
22.Aşkın Laneti
23. Onun Haberi Yoktu...
24. Gerçekler
25. Louis'in Aşkı
26. Mina Gerçekleri
27. Mina Gerçekleri 2
28. Uzak
29. Yakınlarda Olduğunu Hissetmek
30...
31. Sonunda 'Aşk'
Helen ve Marcus'un Düğünü Vaaaar!!!
33. Mina
34.Hiçbir şey
35. Anne
36.Mucize
37.Ne Zaman?
38. Canı Sıkkın
39.Gidiyorum
40
41.Gerçekler Gün Yüzüne Çıkıyor
42. Sahi Aşk Neydi?
43
yazar aday adayının aday adayından öğretmenler günü :))
44
45
46.Karar
47. Neden
48.
49. Maskeli Balo
50.Boşanma
51.
52. Söz
53
54
55. Final
özel 2
özel 3
özel 4: özgürlük
özel 5

12.Düğün

17K 579 43
Par rasgar

Yıldıza dokunmayı unutmayın :))

Sophie sinirden kızarmıştı. Bu adamın bu kadar dengesiz olması canını sıkıyordu. Çok mu uğraşıyordu böyle olmak için? Ne olmuştu da birden böyle değişmişti. "Anladım, kralım. Aramızda mesafeler olacak her daim." diyerek odadan çıktı.

Henry Sophie'yi sinirlendirdiği için kendisine kızmıştı. Sadece onu hiçbir şeye zorlamayacağını söylemek istemişti. Yaşı küçüktü ve çocuk sahibi olmak istemiyor olabilirdi. Doğruları söylemişti. Bu neden Sophie'yi bu kadar sinirlendirmişti ki? Henry iç geçirerek bir kadına bağlanmanın hiç de ona göre olmadığını düşündü bir kere daha.

***

Odada yalnız kaldığında Henry Marcus'u çağırdı. Marcus içeri girdiğinde alayla "Ne yaptın yine kıza?" diye sordu eğlenerek. Henry'nin bakışlarından susması gerektiğini anlayınca devam etmedi. "Pekala susuyorum, söyle bakalım. Ne zaman evleniyorsunuz?"

Henry sıkıntılı bir şekilde "3 gün sonra." dedi. Bu kızı evlilik ehlileştirebilir miydi bilmiyordu ama denemek zorundaydı. Sonuna kadar şansını deneyecekti. Marcus "Düğün için hazırlıklar tamam mı?" diye sorduğunda Henry başını iki yana salladı.

"İşte bu konuda senin ve Helen'in yardımına ihtiyacım var." 

Marcus "Ama.." diye itiraz edecek olduğunda Henry eliyle onu susturdu. "Bu zamana kadar bu tür şeyleri hep siz hallettiniz. En iyi de siz yapıyorsunuz, bu konuda başkasından yardım isteyemem." 

"Prensesin bunu isteyeceğinden emin değilim." 

Henry tek kaşını kaldırarak arkadaşına baktı. "Prenses mi oldu şimdi?" diye hayretle sorduğunda Marcus diyecek bir söz bulamayıp başıyla onayladı.

Henry iç geçirdi sıkıntılı bir şekilde. "Gözlerinden kardeşime sırılsıklam aşık olduğunu anlamıyorum mu sanıyorsun?" 

Marcus şaşkın şaşkın baktı bir süre. Kral bu durumu uzun zamandır biliyor ve söylemiyor muydu yani? Mary ile nişanlı olduğunu da biliyordu halbuki. Neden yıllar sonra şimdi bu gündeme geliyordu? 

"Helen'in evlenme zamanı geldi, diye düşünmüştüm." dedi Henry. Kendi kendine konuşur gibi bir hali vardı. "Bizim cadı yapacağını yaptı yine. Özgürlüğüne ne kadar düşkün olduğunu biliyorum. O yüzden ona kızamıyorum." 

"Sana sebep olarak bunu mu söyledi?" 

Henry Marcus'a baktı. "Bana bir sebep söylemedi.Başka bir neden de mi var?"

Marcus Henry'nin şüphelenmesinden korkarak başını iki yana salladı. Henry düğün sayesinde onların barışacağını umut ederek Marcus'a çıkmasını işaret etti.

***

Helen 'ağlamayacağım' diye tekrarladı içinden. Bu aşk canını fazlasıyla yakıyordu. Gitmeden önce güçlü görünmeliydi. Tam da Sophie ve abisinin evlendiği gecenin sabahında yola çıkacaktı. Onları mutlu görmeyi ne kadar da çok istiyordu. Geldiğinde görecekti artık. Döndüğünde belki de minik bir bebeğin halası olmuş olurdu. Ne olursa olsun gitmek istemiyordu ama Marcus'u bu saraydan göndermeyi denemiş ve sonuç alamamıştı. Mecburen o gidecekti. Hem abisinin burada Marcus'a ihtiyacı vardı. 

Teyzesi onu özlediğini söyleyen mektup yazmıştı. Bu zamana kadar Helen hiç onun yanına gitmemişti. Çok sevdiği birini kaybettikten sonra onun halini başkasında görmek garip gelecekti. Biliyordu o annesi değildi sadece benzer bedenler taşıyorlardı, daha fazlası değil. Yine de annesinin kılığına girmiş gibi geliyordu ona.

Bahçede tüm bu düşüncelerle dolaşırken duyduğu sesle kalp atışları hızlandı. "Prensesim." Hızla dönüp baktığında Marcus oradaydı.  

"Bir şey mi var Marcus?" dedi düz tutmaya çalıştığı sesiyle. 

Marcus bu kadınla o kadar yakınlaşıp birden eski hallerine döneceklerini bilseydi tüm bunların hiç olmamasını isterdi. Önceden aralarında söylenmemiş, olmamış şeylerin özlemi varken şimdi kocaman bir hayal kırıklığı taşıyorlardı ikisi de. Helen'in sesinden artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı belliydi.

"Kralımız düğün hazırlıklarıyla bizim ilgilenmemizi istiyor." dediğinde Helen bir an şaşkınca baktı. Düğün bu kadar çabuk muydu?

"Düğün ne zaman?" 

"3 gün sonra."

3 gün sonra mı? O kadar çabuk mu? Demek Sophie istediğini bu kadar çabuk alacaktı. Peki ya o? O ne yapacaktı? Kendini verdiği adam bu durumu pek de umursuyormuş gibi değildi. 'Saçmalama Helen.' diye düşündü. 'O seninle evlenmek istiyor. Tüm mesele senin aptal gururun.' diye düşündü. Belki Marcus ona 'gitme' derdi. Evet Marcus gitmesini istemezse gitmeyecekti. Artık buna gerçekten inanıyordu. O istemezse burada kalacak ve aşkı için savaşacaktı. Helen umutla Marcus'a baktı.

"Yine bize kaldı demek? Sophie ne istiyor ki?" 

Marcus omuz silkti. 

Helen onu konuşturamamanın verdiği can sıkıntısıyla başını salladı. "Neyse ben sorup gelirim. Sen de terzilerin saraya gelmesini sağla. Büyük bir grup olsun. Kıyafetler belli zaten ama üstünde oynanması gerekebilir. Ben de Sophie'ye sorayım." Helen tam gidecekken "Unutmadan zeki bir kız getir yanında ben gidince bu işleri onunla yaparsınız." diye ekledi. Sonra göz kırparak "İstediğin güzel bir kızı seç belki ilerde kendi düğününüzü düzenlersiniz." diyerek gitti.

Helen Marcus'u denemek istemişti ama adamın yüzünden hiçbir şey anlayamamıştı. Ya ciddiye alıp evlenmeyi düşünürse diye korkuya kapıldı birden. Lanet olsun!

***

Bu kadın onu ya sinirden ya da kalpten götürecekti. Ne yapmaya çalışıyordu? Ona hüzünle bakan gözleri birden gitmiş eski haline dönmüş üstüne evlenmesi için kız bulmasını söylemişti? Ya Helen deliriyordu ya da o. Nasıl başka biriyle evleneceğini düşünebilirdi ki? 

Belki de onun dilinden konuşmak gerekiyordu. Madem o güzel bir kızla gelmesini istiyordu o da bunu yapacaktı. Saraya girer girmez terzileri çağırmak için bir adam gönderdi. Saray terzileri böyle anlık çağırmalarına alışmışlardı artık. Gece gündüz demeden çalışacaklardı şimdi. Bir de Sophie başka bir gelinlik isterse olay olacaktı. Hoş bu krallıkta gelinlik kralın annesi tarafından oğlu doğduğunda yaptırılırdı. Geline olmazsa terziler onu marifetleriyle hallederlerdi.

Terzileri hallettikten sonra yanına yardımcı kız bulma sırası gelmişti. Hareme gittiğinde kalfaya zeki ve güzel bir kız istediğini söyleyince kalfa ona yan gözle baktı. Bu sarayda harem sadece eğitim için vardı. Kızları kullanıp atmak suçtu. Onlar buraya eğitim almaya gelen kızlardı. 

"Prenses istedi, düğün hazırlıkları için bir kıza ihtiyacı var." diyerek açıklama gereği duydu Marcus. Kadın bunu duyunca rahatlayarak Marcus'u bir odaya getirdi ve kızlar anında toparlanıp sıraya dizildiler.

Marcus nasıl seçmesi gerektiğini bilmiyordu. Kalfaya bakarak "En iyi öğrenciniz kim?" diye sordu. Kalfa adamı onaylamıştı bakışlarıyla. Az önce içine düşen şüphe tamamen yok olmuştu. "Katie" dediğinde kız bir adım öne geldi. Marcus başıyla onayladıktan sonra kadına selam verdi ve yürümeye başladı. Kız da arkasından geliyordu.

***

Helen Sophie'nin odasına geldiğinde Sophie'nin pencere kenarında öylece dikildiğini görünce bir şeylerin ters gittiğini anladı.

"Sophie..." diyerek yanına gittiğinde Sophie ona sarıldı. 

"Helen buradan gitmek istiyorum."  Helen kaçmak isteyenin sadece kendisi olmadığını anlıyordu şimdi. Onların mutlu sonu olacağını düşünmüştü ama hiç de öyle görünmüyordu. Nasıl da inandırmıştı oysa kendini. İçten içe Sophie'yi kıskanmıştı bile ama yapacak hiçbir şey yoktu şu an. Keşke onu teselli edebilecek cümleleri olsaydı ama yoktu. 

"Neden?" dedi zorlukla. Sophie göz yaşlarına engel olamayarak ağladığında Helen arkadaşının yanında kalması gerektiğini düşündü ama bir yandan da teyzesine gitmeliydi. Belki de geri gelmesi gerekirdi Sophie için. Bir süre olayları düşünmesi gerektiğini tekrarladı kendine. Her şey güzel olacaktı. Öyle olmalıydı.

"Abin hakkında seninle konuşmam doğru olmaz." dedi hıçkırıklarının arasından. Helen onun doğru söylediğini biliyordu ama aradaki sorunu belki halledebilirim diye düşündü.  "Anlatmayı denesen." 

Sophie gözyaşları içinde Helen'in yüzüne baktı. "Abin kendisine eş aramıyor Helen. Yanına süs eşyası arıyor. Krallık onun olacakmış ve öldükten sonrası önemli değilmiş. Yanında duracağım ama onunla aynı odayı bile paylaşmayacağım."  

Helen abisinin artık fazlasıyla ileri gittiğini anlıyordu ama söyleyebilecek bir sözü de yoktu. Abisiyle arası yeni düzelmişken gitmeden önce sorun yaşamak istemiyordu. Sophie'nin gözyaşlarını silerek gülümsedi. "Canım benim, evlendikten sonra o sözler bir bir bozulur ben eminim. Abim o kadar kızdan seni seçti. Seni istedi. Ben şu an boştayım bana abinle evlenmemi söyleyebilirdi ama yapmadı. Seninle birlikte olduktan sonra hala seni isteyen bir erkek o." Helen her zamanki umursamazlığıyla omuz silkti. "Erkekler genellikle birlikte oldukları kızları sonradan istemezler ama o seni istiyor." dediğinde Marcus aklına geldi. O da onunla evlenmek istemişti. Acaba abisinin durumu öğrenmesinden korkarak mı bunu söylemişti? Bunu 3 gün içinde anlayacaktı. Eğer 'gitme' derse kesinlikle seviyordu.

Sophie umutla Helen'e baktı. "Onun bana aşık olmasını sağlayabilir miyim?" diye sordu masumca. 

Helen içten bir şekilde gülümsedi. "Belki de çoktan olmuştur, senin gibi bir kıza nasıl hayır der ki?" Sophie'nin yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. "Şimdi söyle bakalım, düğünde ne olsun istiyorsun?"  

Sophie bir an kararsız kaldı. "Sizin düğünleriniz hakkında bir şey bilmiyorum ki." dedi masum bir şekilde. 

Helen gülümseyerek omuz silkti. "Bu akşam büyük bir ziyafetle düğün başlayacak ve bu 3 gün içinde abimle birbirinizi görmemeniz gerekiyor. Bir şey iletmek için beni ya da Marcus'u elçi olarak kullanabilirsin. Birazdan terziler gelecek ve annemin abimin doğumundan sonra yaptırdığı gelinliği senin üzerinde deneyecekler. Duruma göre tamir yapılacak." 

Gelinlik mi? İşte bu gerçekten hoş bir şeydi. Henry'nin annesi tarafından yaptırılmış bir gelinlik. Çok heyecanlıydı. "Siz çocuklardan sonra mı gelinlik yaptırıyorsunuz?"

Helen gülümsedi. "Yani biz biraz sabırsız bir gelenek sürüyoruz sanırım. Sen de çocuğun olduktan sonra kız ya da erkek fark etmez gelinlik hazırlatacaksın. Benimki de hazır." dedi gülümseyerek.

Sophie bir çocuk sahibi olamayacağını düşündü birden. Bu adam asla ona dokunmazsa ne olacaktı? Hayatı boyunca bu saray üstüne gelecekti. Ailesini düşünerek ölmemesi de lazımdı. Henry onun geleceğini belirleyecek kişiydi. Ona cenneti de verebilirdi cehennemi de.

***

Marcus yanında getirdiği kızı ve terzileri Sophie'nin odasına getirdiğinde Helen kıza göz ucuyla baktığında fazlasıyla güzel olduğunu düşündü. Simsiyah saçları ve mavi gözleri vardı. Helen kızı parçalamak istedi o an. Terziler ve kız içeri girince Marcus'a "Güzel seçim." dedi. 

Marcus sadece başıyla onaylayınca Helen istediği gibi laf alamayacağını anlamıştı. "Belki buraya döndüğümde evlenmiş olursun ha?" dediğinde Marcus önce gözlerini kısıp ona baktı bir süre. Sonra umursamazlıkla omuz silkti. "En güzel o muydu bilmiyorum, sizce bulabileceğim en güzel kız bu mu?" dediğinde Helen sinirden kızarmaya başlamıştı.

"Sana bu bile fazla." diye homurdanarak içeri girdiğinde Marcus onun arkasından gülümsüyordu. 'Gitme' diye fısıldadı arkasından. Keşke sesli de söyleyebilseydi bunu.

***

Sophie gelen gelinliği görünce az kalsın şaşkınlıktan dilini yutacaktı. Onlarca yıl önce nasıl güzel yapılmıştı bu gelinlik böyle? Her detayı düşünülmüştü. Hayranlıkla gelinliğe bakarken Helen gülümsedi. "Daha ne kadar izleyeceksin? O senin hadi giy de görelim." 

Sophie hala rüyadaymış gibi hissediyordu. Bu gelinlik hayallerin bile ötesindeydi. Gelinliği giydiğinde herkesin ona kıskançlıkla baktığını gördü. O kadar güzel mi olmuştu? Ya da bu gelinliğe sahip olduğu için miydi bu bakış? Boy aynasına bakınca Sophie gülümsedi. Gelinlik tam da ona göreydi. Bu mükemmel gelinliği görünce masal perisi gibi olacağını düşünmüştü. Şimdi tam da öyleydi. Acaba Henry onun bu halini beğenir miydi?

Sophie heyecanla Helen'e döndü. "Nasıl oldum?" 

Helen gülümseyerek "Abim seni gördüğünde dilini yutacak sanırım. Marcus'a söyleyeyim de yanından ayrılmasın." dediğinde Sophie gülümsedi. "Gerçekten mi?" 

Helen başıyla onayladı. "Gerçekten."

3 GÜN SONRA

Helen ve Marcus 3 gün boyunca bir oraya bir buraya koşturup durmuştu. Fazlasıyla yorulmuşlardı. Düğünün başlamasına artık çok az zaman vardı. Helen Marcus'a dönüp gülümsedi. "İyi iş başardık ha?" dediğinde Marcus ona göz kırptı. "Biz olmasaydık ne olurdu acaba?" 

Helen gülümsedi. Sonra yanlarında duran Katie'ye baktı. "Katie Sophie'ye gidip bakabilir misin hazır mı?"  Katie başıyla onayladı. Kız gittikten sonra Helen "Kızı istiyor musun?" diye sordu Marcus'a. 

Marcus omuz silkti. "Neden olmasın?" 

"Tamam bu gece onu senin yatağına göndereceğim." Marcus onun kolunu tuttu.

Helen anlamsızca ona bakınca Marcus "Yatağıma istemiyorum." dediğinde Helen kalbinin kırıldığını hissetti. Kalbine mi istiyordu bu kızı? Ona dokunamayacak kadar çok mu değer veriyordu? O kadar mı kıyamıyordu? "Neden?" dedi sinirle.

"Hayatımda bir kadın istemiyorum." Helen 'Beni de mi?' diye sormamak için kendisini zor tuttu. Madem o kızı istemiyordu aklı sonradan onlarda kalmaması için onu yanında götürmeliydi. 

"Emin misin? O zaman onu yarın yanımda götüreceğim." Marcus "Emrinizdedir prenses." diyerek onayladı.

Helen başıyla onayladı. "Sophie'ye bakacağım. Sen de hazır mı diye abime baksan iyi olur." diyerek gitti.

***

Katie boğazına dayanan hançerle zorlukla nefes alıyordu. Kadın ya da erkek kimse yüzünü de göremiyordu. Kısık bir sesle "Geçmişini biliyorum." dendiğinde Katie şaşkınlıkla gözlerini açtı. Onun geçmişi kimi ilgilendirsindi ki? Yani en azından başkasının geçmişi onu ilgilendirmezdi. Zorlukla nefes alarak sordu. "Ne istiyorsun?"

"Dediklerimi yapmak zorundasın... Yoksa oğlun... nasıl bir ölüm tercih eder acaba?" Katie zorlukla hançeri itmeye çalıştı ama çok güçlüydü. "Uslu dur, oğlun elimde." dedi ses. 

Katie teslim olmuş bir şekilde "Ne istiyorsunuz?" diye sordu. Hançer zafer kazanmış bir ifadeyle çekildi. "Şöyle yola gel." Katie dönüp onu tehdit eden kişinin yüzünü gördü.

***

Henry odada dolanıp duruyordu. Her şey yolunda mıydı? Helen ve Marcus'a bu konuda fazlasıyla güveniyordu. Sophie'yi 3 gündür hiç görmemişti ve hiçbir şey konuşmamışlardı. Sadece Helen bir kere gelip "Onu karın gibi göremez misin?" diye sormuştu. Sophie'nin bu konuyu fazlasıyla kafasını taktığını anlayarak "Yemeklerini düzenli yesin, düzenli uyusun." demişti ama Sophie buna bir yanıt vermemişti. Hoş ne yanıt verecekse. 

Acaba Sophie nasıl olmuştu, nasıl görünüyordu? Annesinin hazırlattığı gelinliği giyecekti. Helen onun başka bir gelinlik diktirmek istemediğini gelinliğin de tam üstüne oturduğunu ve çok güzel olduğunu söylemişti ama içinde bir sıkıntı vardı. Sophie'yi görmeliydi.

Kapıyı açacakken Marcus içeri girdi. "Nereye?" diye sordu Marcus. "Sophie'yi görmeye."

"Saçmalama çok az zaman kaldı zaten. Kızların uğursuzluk diye düşünceleri var." 

Henry "Bunu umursamıyorum." diyerek odadan çıktı.

***

Helen arkadaşını çok güzel olduğunu görünce gülümseyerek yanına geldi. Şu birkaç günde yemeden içmeden kesilmişti. Hiç mutlu değildi. Güzelliğini katlayacak bir gülümseme yoktu yüzünde. "Mutsuzsun." dedi Helen. 

"Eğer imkanım olsa buradan giderim Helen. Kaçma şansım olsa..." O sırada kapı açıldı. Henry ve Marcus içeri girmişti.

Henry Sophie'yi gördüğünde şaşkınlığını gizleyemedi. Bu kadın onun karısı mı olacaktı şimdi? O gelinliğin içinde ne kadar da masum görünüyordu. Henry elinde olmadan gülümsedi.

Sophie bu adamın nefesini kestiğini hissediyordu. O kıyafetin içinde nasıl da yakışıklıydı. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Ondan uzak olmak canını fazlasıyla acıtacaktı. Keşke buradan şimdi kaçabilseydi. Bu ülkede boşanmak gibi bir şansı da yoktu. Çok istisnai durumlar dışında boşanma olmazdı. Henry ona doğru yürürken nefesi kesilecek gibi oldu. Gelinliğin izin verdiği ölçüde "Kralım." diyerek selam verdi.

Henry Sophie'den gözlerini ayırmadan Marcus ve Helen'e "Çıkın." dedi. O anda ikisi de hızla odadan ayrıldı.

Sophie biraz sonra kocası olacak adama bakıp gülümsedi. "Bir şey mi söyleyeceksiniz efendim?"

"Evet şu lanet resmiyetten nefret ediyorum." 

Sophie dudağını dişledi. "Ben bunu istediğinizi sanıyordum." Henry'nin sabrı taşmak üzereydi. Sadece usulca rahat bir şekilde karşısındaki kızla konuşmak istiyordu. Sonuçta iletişim evlilik için önemli bir konuydu.

"Senin bu kadar güzel olduğunu bir kez daha gördükten sonra fikrimi değiştirdim."  Sophie zorlukla nefes alıyordu. Ona güzel mi demişti? Fikri değişmiş miydi? Yani her şey düzgün mü olacaktı? 

Güzel... Ona daha önce de güzel olduğunu söylemişti. Yine sevgiden bahsettiği yoktu. Güzel olmasa yüzüne bile bakmayacaktı demek? "Benim fikrimi söylemeye hakkım var mı?" dedi sinirle.

"Bu geceden sonra söylersin istediğin kadar." dedi Henry muzip bir şekilde. Ona verdiği sözü tutamayacaktı. Bu gece onunla uyumak istiyordu belki daha da fazlasını yapmak.

"Evet, odadan odaya bağırırız birbirimize. Kimse kimsenin yüzünü görmeyeceğine göre. Fahişenize bile daha çok özen gösteriyorsunuzdur eminim. Doğru onlar size çocuk verme hakkına sahip." Henry Sophie'nin elini tuttu. Sophie gözyaşlarını tutmaya çalıştığını Henry görmesin diye başını diğer tarafa çevirerek elini çekti.

"Artık gider misiniz?" Henry iç geçirerek odadan ayrıldı. Bunu sonra konuşacaklardı. Düğünden sonra her şeyi halledeceklerine emindi.

***

Abisi odadan çıktığında Helen'e döndü. "Sophie'ye veda edebilirsin canım. Araban birazdan gidecek. Haydutlara yakalanmamak için erken gitmen lazım. Gemiyi kaçırmaman lazım. Hadi acele et." diyerek ayrıldı. 

Marcus Henry'nin peşinden gidecekken Helen "Bir dakika." diyerek ikisini de durdurdu. Abisine sarıldı önce. "Biliyorum sen vedaları sevmezsin ama hoşça kal."

Helen Marcus'a döndü. "Döndüğümde çocukkenki Helen ve Marcus olalım." diyerek Sophie'nin odasına girdi.

Sophie yatağa oturmuş bitkin bir haldeydi. Abisinin sinirli oluşundan onun da bu halinden az önceki konuşmanın çok da iyi gitmediği anlaşılıyordu. "Sophie ben gidiyorum artık."  Sophie başını kaldırıp ona baktı ve sonra Helen'e sarıldı. "İyileş de gel. Seni çok özleyeceğim." 

Helen odadan çıktığında doğduğu topraklardan ayrılacağı hüznü yaşayarak yürüdü uzun koridorlarda. Ne zaman geri döneceğini bilmiyordu. Geri döner miydi onu da bilmiyordu. Her şeyi zaman gösterecekti. 

***

Düğün başlamak üzereydi ve Sophie hala ortalıklarda yoktu. Lanet olsun yoksa düğünü sabote mi ediyordu bu kız? Rezil oluyorlardı. Sophie'nin abisi ve babası da sabırsızlıkla onu bekliyordu. Henry sinirle Marcus'a "Git ve şuna bak." dediği an Sophie salona girdi. Tüm bakışlar onun üzerindeydi. Herkes şaşkınlıkla ona bakıyordu. Henry bir şeyler olduğunu düşünerek dönüp ona baktı. Sophie korkmuş bir şekilde etrafını izliyordu sanki. Henry içinden küfür etti. Sophie simsiyah gelinliğiyle ona doğru yürürken Henry etrafında olan her şeyi yakıp yıkmak istiyordu.

Sophie etrafına şaşkınlıkla bakıyordu. İnsanlar da ona öyle bakarken yerin dibine girmek istedi. Oyuna gelmişti. Biraz önce Katie odasına gelmiş ve onu Helen'in gönderdiğini söyleyerek Sophie'nin tüm ısrarlarına rağmen gelinliğini çıkarttırmış ve bu elbiseyi giydirmişti. Sophie o güzel gelinliği çıkarıp bunu giymekte hata yaptığını şimdi Henry'nin bakışlarını görünce çok daha iyi anlıyordu. Lanet olsun. Kandırılmıştı işte. Sinirden ağlamamak için kendini zor tutarak Henry'e doğru yürüdü. Yüz ifadesinden ondan iğrendiği belliydi. Katie "Kraldan ayrılmak için bu elbiseyi giymeniz gerek." demişti. Sophie bilmeden çok büyük bir hata işlemişti artık bundan emindi. O an ne kadar da doğru gelmişti. Bu evlilikten kurtulabileceğini düşünmüştü ama şu an bunu istemediğini fark ediyordu. O Henry'nin karısı olmak onun çocuklarını doğurmak istiyordu. Şimdi bunu nasıl Henry'e anlatacaktı? Araları biraz iyi olsaydı Henry onu anlayışla karşılayabilirdi ama bakışlarından hiç de öyle olmayacağı belliydi. Duvarları bir de buzla kaplanmıştı şu an.

Sophie Henry'nin yanına yürürken geri dönüp hızla diğer gelinliği giymek istedi birden ama dönemezdi artık. İnsanların ona bakışından fazlasıyla rahatsız oluyordu. Gözleri abisi ve babasını aradı ama göremiyordu. Belki de gözüne dolan yaşlardan bulanık gördüğü içindi. Henry'nin yanına geldiğinde Henry'nin ona elini uzatması ve birlikte yürümeye devam etmeleri gerekiyordu ama Henry elini uzatmadı. Yüzüne de bakmadı. Dişlerini sıkmaktan yanak kasları oynuyordu. Sophie çaresizlikle "Henry." diye fısıldadığında Henry yürümeye başladı. Sophie arkada kalmamak için peşinden koşmak zorunda kalarak ilerledi. Yolun sonuna geldiklerinde birbirlerine baktılar. Daha doğrusu ikisi de karşıya bir yere bakıyordu. Sophie utançla gözlerini Henry'e çevirdi. Bir şeyler söylemek istiyordu ama Henry söze başlayınca bir şey söyleyemedi. "Karımsın." tek kelime 8 harf. Bu kadar. Başka söz yok. Sophie başıyla onaylayınca insanlar garip bir ifadeyle gönülsüzce alkışladılar ve sonra müzik başladı. Normalde dans etmeleri gerekiyordu ama Henry elini uzatmamıştı bile. Sophie küçülüp bir yerlerde kaybolmak istiyordu. Bu utanca daha fazla katlanamayacaktı.

Henry daha fazla bu saçmalığa katlanamayacaktı. Sophie giydiği siyah elbiseyle onu kocası olarak istemediğini ilan etmişti herkese. Bu olay onlar ölene kadar arkalarından gelecekti. O yolu yürürken bu evliliği kabul etmemesi gerektiğini düşündü bir kez daha ama bunu yapmak zorundaydı. Yoksa Sophie'yi sabaha idam etmek zorundaydı, kendi elleriyle. Bu kadar mı nefret etmişti ondan? Neden giydiği gelinliği çıkarıp bu salak elbiseyi giymişti? Canını da mı önemsemiyordu? Eğer ondan ayrı olmak istiyorsa ona ilerde özgürlük verebilirdi, neden ona güvenip beklememişti ki? Bu kız her zaman böyle inatçı mı olmak zorundaydı? Sadece kendi hayatını değil herkesin hayatını mahvetmişti. Henry bir daha ona güvenemezdi.

Henry müzik çalmaya başlayınca eliyle susturdu. "Eğlence bitmiştir." İnsanlar boş boş birbirlerine baktı bir süre. Sonra yavaş yavaş kralın geçmesi için kenara çekildiler. Sophie orada öylece durunca içinden küfür ederek Sophie'nin kolundan tuttu ve salondan çıkarken onu da çekiştirdi.

Henry bir süre sonra Sophie'yi bırakınca Sophie de koşarak peşinden geldi. Odaya kadar bu kovalamaca sürdü. Sophie odaya girip kapıyı kapattığında nefes nefeseydi. 

"Henry... dinle." dedi zorlukla.

Henry sinirle biraz önce karısı olan kadına baktı. "Az önce resmi dille konuşuyordun." dedi tükürür gibi. "Bundan sonra da öyle yap. Hatta ağzını açma bile." dedi bağırarak.

"Ama dinlemek zorundasınız." dedi yalvarırcasına.

Henry sinirle Sophie'nin yanına gelip kollarından tuttu. Öyle sıkı tutuyordu ki Sophie canı fazlasıyla yandığı için inledi ama bu Henry'nin umrunda olmadı. "Ne dinleyeceğim?" diye haykırdı. Sonrasında Sophie'yi hızla bıraktı.. Sophie Henry onu hızla bırakınca tökezledi.

"Gerçekten ben..." diyecek oldu ama Henry "Sus." diye bağırdı.

"Dinlemek istemiyorum." Sophie gözyaşlarını tutamayınca Henry ondan nefret ettiğini hissetti birden. Bir de ağlayabiliyor muydu? Bu oyunlara inanacağını mı sanıyordu gerçekten? "Hayatımda ilk kez bir kadını böyle korudum, böyle istedim. Seninle evlendim daha ötesi var mı?" dedi sinirle. "Belki bir şansımız olur diye düşünmüştüm ama yanılmışım." 

Sophie onu kollarından tuttu. "Lütfen anlatmama izin ver."

Henry Sophie'nin ellerini tutup kendinden uzaklaştırdı. "İstediğin oldu Sophie. Sana özgürlük veriyorum. Yarın sabah babanla gidebilirsin."

***

Helen giderken bir sıkıntı hissediyordu ama gemiyi kaçırmamak adına gitmesi gerektiğini biliyordu. Gemi ayda bir geliyordu ve kaçarsa gidemezdi. Katie ortalıklarda yoktu. Kızın çaresine sonra bakarım, diye düşünerek ilerlediğinde Eva'yı gördü. Kıza anlamsızca bakınca Eva "Sizinle gelmem istendi efendim." diye açıklama yaptı. Helen şaşkınlıkla kıza baktı. "Ama sen evlenecektin yakında." Kızın suskunluğundan onun da uzak diyarlara birini unutmaya gitmesi gerektiğini anlayarak başıyla onayladı. Ne diyebilirdi ki? Belki de birbirlerinin yaralarını sarmak için iyi bir fırsattı bu. 

"Eva... Sophie'nin sana ihtiyacı olabilir." dedi bir süre sonra kendini iyi hissetmeyerek. Eva başıyla onayladı. "Söyledim efendim ama Eleni Hanım sorun olmayacağını söyledi. Sarayda istediği kızı bulurmuş." Helen üstelemedi. Abisi onun için bir kız bulurdu mutlaka. Yani en azından öyle umuyordu.

Helen son kez baktı büyüdüğü saraya. 'Bir gün veda zamanı gelecekti.' diye düşündü. Saray dışından biriyle evlense de bu olacaktı. Kendisini kötü hissediyordu ama elinden gelen bir şey de yoktu. Marcus'tan uzaklara gitmeliydi. Oysa ne umutları vardı. Marcus ona 'gitme' diyecek o da gitmeyecekti. Çocukları olacaktı: Helen gibi sarışın bir kız, Marcus gibi kumral bir bir oğlan.

Ne çok hayal kurmuştu. Hepsi geride kalmak zorundaydı şimdi. Hepsi hoş güzel bir anı olarak kalacaktı. Belki de döndüğünde Marcus evli olacaktı. Ona evlenmesini söylemişti. Belki de böyle daha iyi olur, diye düşündü. Abisinin ona çok daha fazla ihtiyacı vardı.

"Marcus" diyerek koştu küçük kız. Marcus onun yaramazlıklarına alıştığı için elindeki kurbağayı görünce hiç şaşırmamıştı. "Yine ne yaramazlıklar yaptın küçüğüm?" 

Helen yüzünü buruşturdu. "Küçük değilim ben!" dedi Marcus'un ona 'küçüğüm' diye hitap ettiğinde hep söylediği gibi. 

Marcus gülümseyerek "Ben senin iki katın yaşındayım Helen." dedi. Helen omuz silkti inatla.

"Sadece 8 yaş, ben senin yaşına geldiğimde bu çok da önemli olmayacak. Hem saray erkekleri genellikle küçük kızlarla evleniyormuş." 

Marcus kahkaha attı. "Küçüğüm senin yanında dedikodu yapmaları çok kötü." Helen yumruklarını sıkıp "Küçük değilim ben!" dediğinde Marcus eğilip onun boyuna geldi. 

Helen'in ön dişlerinden biri yoktu. Bu da ona ayrı bir tatlılık katıyordu. "Madem küçük değilsin dişini farelerin çalmasına neden izin verdin?" diye sorduktan sonra gülerek gitti.

"Tüm erkekler aptal!" diye bağırdı Helen arkasından.

O günlerde ondan başka hiçbir şeyi görmüyordu gözü. Sonra erkeklere karşı bir nefret beslemişti, Marcus yıllar sonra bu duvarları kırıp yeniden kalbine girip şimdi gitmesine göz yumuyordu.

***

1 HAFTA SONRA

Sophie Henry odada yokken odasından çıktı. Henry o ortak odaya girdiğinde geriliyordu ya da dışarı çıkıyordu. Onu rahatsız etmek istemiyordu. Onunla konuşma çabalarını hepsi boşa gitmişti. Henry onu bir türlü dinlememişti. Birkaç gün odaya bile gelmemişti. Sophie aptallığının cezasını çok kötü ödüyordu. Gözlerine bakmaya kıyamadığı adam başını çeviriyordu. Onunla tek kelime konuşmuyordu. Ona bir suçu olmadığını anlatamıyordu bile. Konuşmadan birbirlerini yok sayarak geçiyordu günler ve bu canını fazlasıyla acıtıyordu. Ona bu kadar yakın olup da uzak olmak canını acıtıyordu. O gecenin sabahında Katie'yi aramıştı ama kız saraydan gitmişti. Marcus'a gerçekleri söylemek istemişti ama o da dinlememişti.

Eleni'nin odasına geldiğinde karışıklık olduğunu gördü. Eleni kızlarla tartışıyordu. Sophie odaya girince hepsi sustu. "Neler oluyor?" diye sordu. Eleni "Yok bir şey hayatım." Eleni'nin ve kızların bakışlarından bir şeyler olduğu açıktı. Neden bunu gizlemeye çalıştıklarını anlamadı.

"Bir şey oluyor, söyle." 

Eleni çekinerek "Senin haklarını istiyorlar." dedi. 

"Ne gibi haklarmış bunlar?" dedi şaşırarak.

"Özgür olmak gibi. Evlenmek, dinini kolayca yerine getirmek, kralla yatmak..." son sözü sesini kısarak söylemişti. Sophie'nin üzülmesini istemiyordu.

Sophie kızlara baktı. "Özgürsünüz. Ama burada yemeğiniz kıyafetleriniz her şeyiniz var. Dışarıda erkekler sizi rahat bırakacaksa gidin. Önceden sizi tanıyorlar. İtiraz dinlerler mi sizce? Burada Eleni Teyzeden sonra sizden ben sorumluyum. Aşık olduğunuz adamla evlenin. Tabi adam bekarsa ve sizi istiyorsa. Kimse dininize karışmıyor. Kralla... bunu yapmakta özgürsünüz yapabilen yapsın ama o zaman ben ve Eleni Teyze yok.  Özgürlük yok. Saray kadını olur, köle gibi çalışırsınız. Gidin şimdi." dedi sakin olmaya çalışarak ama kızlar giderken titriyordu. Henry'i başka biriyle paylaşmaya dayanamazdı.

Kızlar gittikten sonra Eleni "İyi yaptın." dedi. 

"Bunu hak etmedim Eleni teyze. Kralla yatmak ne kazandırır ki onlara?"

"Çocuk doğurmak onların sarayda yerini garantiler. Erkek olması özellikle." Eleni Sophie'nin duygusal olduğu için mantıklı davranamadığını anlıyordu.

"Her neyse canım sıkıldı. Sarayda eğlenceli bir şeyler mi yapsak?"  Eleni'nin endişeli bakışlarını gördüğünde neşeliymiş gibi davranmaya çalışmıştı. Toparlanmak zorundaydı. Madem babası giderken onunla gitmemişti Henry için savaşmak zorundaydı.

Eleni "Aklına ne geliyor?" diye sorduğunda Sophie gülümsedi.  

***

Kral pencereden dışarı bakarken Marcus "Bir şey mi oldu Henry?" diye sordu. Arkadaşı günlerdir savaş planları hazırlıyordu. Sophie'nin krallığı için. O kız bunu hak etmiyordu ama bu adam gecesini gündüzüne katmış çalışıyordu. Gerçekten verdiği söz müydü onu bu kadar çalıştıran, aşk mı?

 "Sence gerçekten evlenmeyi istemedi mi?" Bir haftadır bu soruyu kendine sormadan edemiyordu. Sophie artık onunla konuşmaya da çalışmıyordu. Yok gibiydi birkaç gündür. Oysa onun varlığı olmadan nefes alamıyormuş gibi hissediyordu. Konuşmasalar da yanında olsun istiyordu. O çalışırken bir koltukta oturup onu izlesin, gülümsesin istiyordu. Hiçbirini yapmıyordu. Lanet olsun karısı olduğu halde ondan bu kadar uzaktı işte. Hiç böyle hayal etmemişti. Görmüyordu bile onu. Sanki onun odadan çıkmasını ya da çalışma odasına geçmesini bekliyordu.

Marcus güldü. "Normal bir kadınla evli değilsin dostum. İstemeseydi umursamaz kaçardı."

Kral güldü. "Gerçekten yapardı. Peki o zaman hazır mı?"

"Neye?"

"Evli bir kadın olarak yanımda olmaya."

"Zaten evlisiniz ama sorduğun sana aşık olup olmayacağı ise bence hazır." 

"Sadece bir krala duyduğu saygıysa?"

"Saygı mı? Senin karın mı? Sinirlendiğinde hiç de öyle olmuyor. Kızma ama." dedi eğlenerek.

"Kabul ediyorum. İşte o yüzden korkuyorum ya. İlk gördüğümden beri aynı şeyi hissediyorum. Bana karşı o kadar güçlü ki... bir kral olarak buna izin vermemeliyim." ama veriyordu. Onu siyah gelinlikle gördüğünde yıkılmıştı adeta. Bunun tek bir anlamı vardı. O da bu evliliği istemediği. O an onun ölümüne izin vermeyi çok istemişti ama yapamamıştı. Babasıyla gitmesine de izin vermişti ama Sophie o sabah kalkıp "Ben senin karınım, gitmeyeceğim." demişti. Son bir haftada konuştuğu tek şey buydu karısının. Hoş o daha fazlasına izin vermemişti hiçbir zaman.

"Aklından ne geçiyor?" sorusuyla kendisine geldi.

"Hazırlanın ava çıkalım."

"Kaç gün?"

"Bilmiyorum, birkaç gün." Belki de çok daha fazla. Helen gibi onun da buradan uzaklaşması, nefes alması, başka şeyler düşünmesi lazımdı.

***

Eleni ve yardımcıları bütün saray kadınlarını gezip kulaklarına bir şey fısıldıyordu. Kadınların bazıları gülümsüyor, bazıları endişeli bir şekilde bakıyordu. Sophie ise heyecanlıydı. Korkması gerekirdi ama korkmuyordu. Yolda giderken Marcus ile karşılaştı. Askerlere emirler veriyordu. Sophie'yi görünce selam verdi. "Kraliçem" Sophie bu söze alışamamıştı hala ve sanki hiç alışamayacaktı.

"Bir şey mi oldu, ne bu telaş?" diye sordu merak ettiğini belli etmemeye çalışarak.

"Ava çıkıyoruz." dedi Marcus düz bir sesle. 

"Tüm saray mı?" Kralın yanında kadın getirip getirmeyeceğini merak ediyordu. Onu getirmesi gibi bir şeyi hayal etmesi bile imkansızdı.

"Neredeyse öyle. Bu sefer kadınları götürmüyoruz."

"Kralımız?" diye sorarken biraz utanmıştı. Kocası hakkındaki bilgiyi başkasından öğrenmek ağrına gidiyordu.

"O da geliyor."

"Teşekkür ederim." Sophie hızla kralın odasına yürüdü. Bu kadarı da fazlaydı artık. Ondan uzağa gitmesine gerek yoktu. Burası onun sarayıydı ve burada kalmalıydı. Odaya geldiğinde kapıdakilerin haber vermesini bile beklemeden içeri girdi. Kral odadaydı. "Gidiyormuşsun." dedi sinirle.

"Sadece birkaç gün." dedi ona bakmayarak.

"Bana niye haber vermedin?"Kkırıldığını belli etmek istemiyordu ama sesi fazlasıyla titrek çıkmıştı.

"Haber verecek zaman olmadı. Yeni karar verdim." dedi dümdüz bir sesle. Sophie konuşmasının bile mucize olduğunu düşündü bir an.

"Benden kaçıyorsan odamı başka yere aldır. Bu tür oyunlarla beni kandıramazsın." dedi sinirle.

"Senden niye kaçayım ki?"

"Belki verdiğin karardan dolayı pişmanlık duymuşsundur. Siyah gelinliğin anlamını bile evlendiğimiz günün sabahında öğrendim ben!" dedi sinirle. Ayaklarının onu taşıyamayacağını düşündü bir an. Haksız yere onun böyle davranmasından nefret etmişti. Kendisini savunamamaktan nefret etmişti. Gözyaşlarıyla "Konuşmama izin vermedin." diye haykırdı. "O kız odama geldi ve Helen'in istediğini söyledi. Helen'in hep yanındaydı. İtiraz ettim ama çok ısrar etti. Ben nereden bileyim sizin tüm kurallarınızı?" Artık gerçekleri anlattığı için içi rahattı. "Ama bana inanmak istemedin sen, konuşursam beni affedeceğinden otoritenin sarsılacağından korktun, değil mi?" 

"Hayır, kafanda bir şeyler kurup durma." Sesi duydukları karşısında buz gibi çıkmıştı. Sophie'ye inanmak istiyordu ama Helen gittiği için onun üstüne atıyordu belki de. Peki ya o kız? Kimdi, neden böyle bir şey yapmış olsundu?

"Neden bana böyle davranıyorsun?" dedi zorlukla. Bunu sorarken bile çok utanmıştı. 

"Sophie... gitmemi istemiyor musun?" Henry'nin sesi sıkıntılıydı. Ona inanabilse belki de her şey düzelirdi ama inanamıyordu.

"Yoo gidin. Bir dahaki sefer bana haber verin lütfen." diyerek kendi odasına geçince Henry sinirle masada ne varsa fırlatıp attı.

***

Birkaç saat sonra Marcus hazır olduklarını söylemeye geldiğinde "Marcus o gün Helen'in yanında kim vardı biliyor musun?" diye sordu. Marcus başıyla onayladı. "Haremden Katie diye bir kız seçmiştim ama kız o gece saraydan gitmiş." 

 Henry "O zaman doğru söylüyor." diye mırıldandığında Marcus anlamamış bir şekilde baktı.

"Ne oluyor?" dediğinde Henry "Sen çık ben Sophie'ye bir şey söyleyip geliyorum." dedi. Marcus muzip bir gülüşle odadan çıktı. 

Günler sonra onun odasının kapısındaydı işte. Ona haksızlık etmenin sıkıntısı vardı içinde. Kendisine kızıyordu ama yapabileceği bir şey yoktu. Kapıyı çekinerek tıkladığında "Girin." sesiyle içeri girdi.

Ağlamıştı, gözlerinin kırmızılığından belliydi. Bunun sebebinin kendisi olduğunu bilmesi daha çok canını yakıyordu. Sophie'nin şaşırdığı belliydi ona bakışından anlaşılıyordu. "Sophie... sana inanıyorum."  Sophie bir anda dünyayı vermişler gibi gülümsedi. Sonra sessizce "Teşekkür ederim." diye fısıldadı.

Henry bu kızı bu kadar sindirdiği için kendine kızdı. "Ben gelene kadar benim odamda kal. Gelince konuşuruz."  Sophie başıyla onayladı ve Henry odadan çıktı.

Gitmek istemiyordu. Sophie'yi kollarına alıp onunla sevişmek istiyordu ama bunu yapmadan önce gönlünü alması gerektiğini de biliyordu. Kendisini ne kadar da zor duruma düşürmüştü böyle? Kim neden onların böyle olmasını istemişti?

***

Kral ve adamları 1 hafta sonra saraya geldiklerinde Sophie ona fazlasıyla kırgındı. Ona inandığını söylediği halde gitmişti. Neyin cezasını ödediğini bile bilmiyordu. Sophie geldiklerini pencereden görünce hızla eşyalarını topladı. Odadan çıkarken kralla karşılaştı. "Nereye?" diye sordu Henry şaşırarak. Böyle karşılaşacaklarını hiç beklemiyordu. Oysa karısının boynuna sarılacağını düşünmüştü. Şimdi onun tek istediği buydu. Bir hafta boyunca duyguların aptallık olduğunu kendisine anlatmaya çalışmış ama başaramamıştı.

"Odama geçiyorum." dedi Sophie sinirle. 

"Neden?" Bu kadın yine neye kızmıştı böyle?

"Giderken bana siz gelene kadar burada kalmamı söylediniz. Siz geldiğinize göre odama geçebilirim."

"Burada kalabilirsin." dedi onun bu haline gülümseyerek.

"Teşekkür ederim." Sophie selam verdikten sonra odadan çıkmak istedi. Kral kolundan tutarak ona engel oldu. "Gitme, artık burada kalma zamanın geldi."

"Bunu istemiyorum." dedi hızla.

"Bir şey mi oldu? Beni özlemediysen bile nezaketen özlemiş gibi yapsaydın." Kadınlar kocalarına saygı göstermez miydi? O mu yanlış biliyordu? Bu kadın o gelince odayı terk ediyordu. Sophie cevap vermeyince sıkılarak "Sophie çok yorgunum." dedi 

"Özür dilerim efendim. İstediğiniz bir şey var mı?" diye sordu masumca.

Var seni öpmek, diye geçirdi içinden. "Sophie... gitme biraz kal." Kral Sophie'yi hızla kendine çekti ve öptü. Sophie bir an ne yapacağını bilemedi.  Şaşkınlıkla "Bu... neydi?" diye sorabildi sonunda.

"İki saattir boş yere bir şeyler yapmasaydın sana sarılıp uyumak istiyordum ama yalnız kalmam daha iyi olacak sanırım." Sophie bir şey diyecek oldu ama sonra vazgeçip odadan çıktı. Odasına gittikten bir süre sonra kralın odasının kapısını yavaşça açıp içeri girdi. Kral çoktan yatağına uzanmıştı. Sophie usulca yatağa yattı. "Özür dilerim." Kral ona döndü ve "Önemli değil." diyerek karısını göğsüne çekti. Mis gibi kokuyordu. "Ben... iyi bir eş olmak isterdim..." dedi Sophie usulca. "Ama..."

"Merak etme ben de on kere evlenmedim. Yaşayarak her şeyi öğreneceğiz. Birbirimizi tanıyacağız. Ayrıca sen daha küçük bir çocuksun."

"Küçük değilim." dedi Sophie inatla.

"Öylesin." dedi kral sakince.

"Peki o zaman küçük karını bir kere daha öper misin?"  dedi masum bir şekilde. Kral tek kaşını kaldırıp bakınca Sophie "Lütfen." diye fısıldadı. Kral dudaklarına küçük bir öpücük kondurunca memnuniyetle gülümsedi. "Teşekkür ederim. Hadi biraz uyuyalım."

"Sen de mi?" diye sordu kral hayretle.

"Ne var olmaz mı? Sıcacıksın. Kalkmak istemiyorum." dedi Sophie dürüstçe. Henry onun bu haline gülümsedi. Oysa onun bambaşka davranacağını düşünmüştü. 

"Kıyafetini çıkarmazsan da terlersin." dedi muzipçe.

"Böyle iyi." diye ısrar etti Sophie.

Kral güldü. "Utanıyor musun yoksa?"

"Yok da..."

"Hadi o zaman gecelik giy." Sophie üstünü değiştirip gelene kadar kral çoktan uyumuştu. Sophie uzanıp onu öptü ve yeniden göğsüne yerleşti. Uykusu yoktu. Onu çok özlemişti. Niye ona kızamıyordu? Gülümsedi ve gözlerini kapattı. 

***

Helen saraya yeni gelen prensesle tanışmak için odasına giderken koridorda bağırma sesi duydu. Ne oluyor diye düşünürken biriyle az kalsın çarpışıyordu. Adam gülümsedi ve selam verdi. "Prensesim"

"Merhaba seni daha önce görmedim." dedi adamla konuşarak. Hiç askere benzemiyordu. Kimdi bu adam?

Adam ona zarif bir şekilde selam verdi.  "Sorunya prensi Louis" diye kendini tanıttığında Helen kahkaha attı. Adam ona anlamsızca bakınca Helen birden toparlandı. "Affedersiniz, küçükken yakaladığım kurbağanın ismi de Louis'di. Birden kendimi tutamadım." Adam onun bu güzel gülüşü karşısında gülümsedi.

Helen adamın sarı saçları ve yeşil gözleriyle fazlasıyla çekici olduğunu düşünüyordu. Adama reverans yaptıktan sonra sese yöneldi. "Ne oluyor?" diye sordu kapıdaki kıza.

"Prenses bağırıyor. Odasını beğenmemiş. Hizmetçileri de. Ama tüm bu olanların nedeni sarayda kimsenin onları karşılamaması bence."

"Kimse karşılamadı mı?" diye sordu Helen hayretle. Teyzesi yürüyüşe çıkmış olmalıydı. Kimse de haber vermemişti demek. Ona söylenmiş olsaydı bu sıkıcı görevi üstlenirdi. Sonra teyzesinin bu kızı hiç sevmediğini geçen gün konuşma arasında söylediğini hatırladı.

Helen gülümsedi. "Neyse şu prensesle bir de ben tanışayım."

"Dikkatli olun az önce kafama eline geçen eşyaları fırlattı." dedi az önce konuştuğu kız.

Helen kıkırdadı. "Başınız sağlam görünüyor ama."

"Elim için aynı şeyi söyleyemem." Helen kızın eline baktı. Kanıyordu. Elini tuttu ve inceledi. "Hadi gel saralım."

"Gerek yok ben hallederim, efendim."

Helen başıyla onayladı. "Şimdi git ve hallet o zaman." 

Kız giderken Helen odaya girdi. Prenses sürekli homurdanıyordu. "Niye beni kimse karşılamadı? Odamı nasıl hazırlamazlar? Şu odaya bak, hizmetçi odası gibi. Güneş bile görmüyor. Midem bulanıyor. İğrenç. Ölmek istiyorum."

Prenses Helen'in odaya dakikalar önce geldiğini ve onu fark etmesini beklediğini bilmiyordu. Bu güzel kadın bir an dikkatini çekti. "Sonunda bana bir hizmetçi gönderdiler. Kıyafetlerin de güzelmiş. Saray ileri gelenleri eskilerini sana veriyor olmalı." Helen'in yanındaki hizmetçi kız "Karşınızdaki Prenses Helen, selam verin." dediğinde prensesin şaşkınlığı yüzünden fazlasıyla okunuyordu.

Prenses bir an ne yapacağını şaşırdı. Sonra telaşla selam verdi.  "Hoş geldin." dedi Helen. Prenses yanındaki hizmetçisine "Ne diyor?" diye sordu. Kızcağız "Bilmiyorum." dedi özür diler gibi. Helen yanında duran hizmetçiye baktı. "Çevirir misin Eva?"

"Tabi efendim." Eva prensese baktı. "Prenses Helen size hoş geldiğinizi söyledi."

"Hiç de hoş bulmadık. Bizi neden karşılamadılar? Buraya geleceğimizi biliyordunuz." 

Eva "Ne söylememi istersiniz?" diye sordu. "Sakin olsun. Yarın sabah da odama gelsin." Eva çevirdikten sonra Helen odayı terk etti. Eva'yı kapıda bekledi. "İyi misiniz efendim?" diye sordu Eva yanına gelince. 

"Gidelim mi Eva?"

Helen iki haftadır buradaydı ve burayı çok sevmişti. Teyzesi de krallığını barış üzerine kurmuştu. Tıpkı onlarınki gibi. Bu kızın bu kadar sinir bozucu olması hoşuna gitmemişti. Kızın deli olma olasılığı yüksekti. Teyzesi boşuna kızdan kaçmamıştı. Büyük ihtimal kıramadığı birileri yüzünden bu kız buradaydı.

Helen buraya geldiğinden beri fazlasıyla huzurluydu. Teyzesi dedesinin topraklarını çok iyi yönetiyordu. Burada kalmayı sevmesinin en büyük nedeni de teyzesinde annesinin şefkatini bulmuş olmasıydı. İkisi birbirlerine çok iyi gelmişlerdi. Anne kız gibi yaşıyorlardı. Şimdi bu kızın huzuru bozacak olması onu tedirgin ediyordu.

***

Kral uyandığında Sophie ona sarılmış uyuyordu. Gülümsedi. Saçlarının mis gibi kokusunu içine çekti. Melek gibi görünüyordu. Onu gerçekten çok özlemişti. Birkaç günde onu nasıl bu kadar özlemişti? Kral Sophie'nin saçlarıyla oynarken Sophie uyandı. Gülümsedi. "Siz uyanalı çok oldu mu?"

"Hayır."

Sophie kalkmak için hareket etmişti ki kral ona engel oldu. "Kalkma."

"Olsun kalkayım, baksanıza hava kararmış."

"Seni biraz daha izlemek istiyorum."

Sophie gülümseyerek tekrar yattı. "Normal bir evlilik yapmış olsaydık beni özlediğinizi sanacağım." O fazlasıyla özlemişti. Keşke Henry de birazcık özlemiş olsaydı.

"Burada başka kimse yok. Resmiyet de yok."

Sophie gülümsedi. "Tamam, yok." 

"Sophie... ben yokken bir sorun oldu mu?"

"Yok, olmadı. Bu saraydan ayrıldığımda anılarımı hep güzel hatırlayacağım."

Henry şaşırmış bir şekilde karısının yüzünü inceledi. "Ayrılmak mı?"

"Biliyorum bir gün bir kadın... gelecek ve ben... sizin mutlu olmanız için bu saraydan gideceğim." dedi endişeyle. Keşke gitme deseydi.

"Ne yani gerçekten gider misin?"

"Asla başka bir kadınla aynı adamı paylaşamam. Hem bana acıdın. Bunu da unutamam. Üstelik krallık söz konusu. Bana özgürlük verirsin ve ben gerekmedikçe gelmem. Sonuçta bir kadına ihtiyacınız var."

Kral doğrulunca Sophie de doğruldu. Sophie yataktan çıkacak oldu ama kolundan tutan güçlü el ona engel oldu. Sophie Henry'e bakınca göz göze geldiler. Henry meydan okuyan bir şekilde baktı karısına. "O zaman beni bu gece sen memnun et."

"Bunu yapmayacağım." dedi Sophie hızla.

"Neden? Baban kral olmasın mı?" dedi sinirle. Artık bu kızın davranışlarına katlanamıyordu. Az önce birlikte uyandığı kız mıydı gerçekten yanındaki?

Sophie aynı meydan okuyan bakışlarla bakıyordu ona. "Böyle olacaksa hiç olmasın." 

"Israr edersem?" diye üsteledi Henry.

"Zevk almayacak olmanız önemli değil mi?"

"Ne oluyor?" dedi Henry sabrının taştığını hissederek. Birden neden böyle olmuşlardı?

"Bana sadık kalacağına dair söz vermiyorsun." dedi Sophie sıkıntısını açıkça dile getirerek.

"Buna hiçbir zaman söz veremem." Ne yapıp ne yapamayacağını bilmiyordu şu anda. O yüzden bir karar vermek de istemiyordu.

"Anlıyorum." Aslında anlamıyordu. Ama bu konuyu tartışmanın gereksiz olduğunu biliyordu. Henry'i ikna edecek bir gücü yoktu.

Sophie yataktan kalkıp aradaki kapıdan odasına geçti. Henry oflayarak yataktan kalktı. Kendine kızıyordu ama yapacak bir şey yoktu. Ona bu kadar bağlanması doğru değildi. 

***

18.1.2019 düzenlendi

Edit: 11.03.2023

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

KIZILCA Par Katre

Roman Historique

83.2K 7.4K 18
Hafiften yaklaştı Yiğit. Bununla birlikte aynı anda geri gitti Dilruba. Yere bıraktığı bidona takılsa da Yiğit'e kalmadan toparladı kendini, azıcık u...
392K 33.2K 37
Pusat Ali Şahoğlu, en yakın dostunun kız kardeşi Gökbeyaz Çakır'ı kurtarırken istemeden katil olur. Onun için hapse girer, dört sene yatar, elinden b...
309K 22.4K 31
Betul Ceziker Emri hikayesidir kendisinden izin alinarak yayinlanmaya baslanilmistir...
747K 50.5K 40
🌺 🌿MUÂŞAKA SERİSİ 🌿 🌺 Oldum olası sevilmedim ben.. Bir el olsun okşamadı şefkatle sırma saçlarımı.. Benim lügatımda erkek ; şefkat yoksunu bir k...