Varoluşun Hissi

By YamurYilmazlar

2.7M 152K 64.4K

"Ruhumu cezalandır güzel adam. Bedenimin hisleri tatmasını sağla. Bir Anka kuşu misali, Önce usulca yakmaya b... More

1.Bölüm- Iskald.
2.Bölüm- Fortid.
3.Bölüm- Sannhet.
4.Bölüm- Bar
5.Bölüm- Beklenmeyen
6.Bölüm- Oyuncak
7.Bölüm- Merhamet
8.Bölüm- Hayal Kırıklığı
9.Bölüm- Kırgınlığın Öfkesi
10.Bölüm- Ruh ve Beden
11.Bölüm- Tehlikeli Kadın
12.Bölüm- Geçmişin Gerçekleri
13.Bölüm- Gözyaşının Acı Yakarışı
14.Bölüm- Varoluş
15.Bölüm- Korkak Tehlike
16.Bölüm- Öldüren Yalnızlık
17.Bölüm- Kıskançlık
18.Bölüm- Duyguların Yoğunluğu
Geri Dönüş, Alıntı- İstanbul Tüyap
19.Bölüm- Ölü Bedenlerin Dirilişi
20.Bölüm- Ölü Ruhların Dirilişi
21.Bölüm- Zincirleri Kırmak
22.Bölüm- Katil
23.Bölüm- Arınma
24.Bölüm- Yemin
25.Bölüm- Mürekkep
26.Bölüm- Panzehir
27.Bölüm- Şimşek
28.Bölüm- Güzel Adam
29.Bölüm- Kayıp
Bayram Özel Çekiliş
30.Bölüm- Aleksander
Hayal.
31.Bölüm- Öfke
33.Bölüm- Yalnızlık ve Ölüm.
34.Bölüm- Sonsuzluk
35.Bölüm- Tükenen Nefes
36.Bölüm- Kjærlighet.
Melankoli.
37.Bölüm- Håper.
38.Bölüm-Requiem.
39.Bölüm-Døden.
40.Bölüm- Begynnelse.
41.Bölüm- Mirakel.
Insomnia.
42.Bölüm-Metanoia.
43.Bölüm- Luna.
Sosyal Medya ve Whatsapp Grubu
44.Bölüm- Saudade.
45.Bölüm- Ethereal.

32.Bölüm- İntikam.

35.9K 2.3K 1.4K
By YamurYilmazlar

İyi akşamlar güzellerim.

Nasılsınız?

Yeni bölüm ile karşınızdayım ve bundan sonra kısa ama daha hızlı bölümler gelmeye başlayacak. Oy sınırları tamamlandıkça bölümler hazır olduğu için atacağım bu yüzden pamuk eller oylara!

Yeni bölüm 800 oy aldığında gelecek.

Bölüm Şarkısı: Linkin Park- In the End 

(R.I.P Chester Bennington.)

İyi Okumalar.


32.BÖLÜM- İNTİKAM

İntikam.

Atalarımızın dediği gibi soğuk yenen bir yemektir.

Elimden akan kanlar güzel mekanın içindeki parkeye doğru damlarken belirsizliğin içinde kalmıştım. Kendime gelmek adına anında soğuk havaya adım attım ve sadece düşünmemek için çabalamaya başladım. Tam şu anda içeri girip beni öfkeden deliye çeviren o adamı belki de vurmak istiyordum ama buna hazır değildim. 

Önce kafamı toparlayıp tüm gerçekleri kabul etmem gerekiyordu. 

Ve daha sonra onu nasıl öldüreceğimi planlıyordum.

Zihnimde dolaşan seçenekler çoktu ve hangisini seçeceğimi bilmiyordum. Aklımdaki maddeler çoğalıyor ve listem gittikçe gerçek bir hale dönüşüyordu.

Çağın Gürsoy'u ( Nam-ı değer Aleksander Axelsen) nasıl öldürmeliyim?

1) Giyotinle kellesini uçur.

(Böylelikle koluna dokunan başka bir kadının parmaklarını bir daha asla hissedemez.)

2) Kazığa oturtma.

(Bilek kalınlığında bir kazık, Çağın'ın kuyruk sokumundan başlayarak ensesine kadar sokulur. Kazığın omurilik ve iç organlara zarar vermemesine özen gösterilirdi. Ardından kazık Çağın Gürsoy ile birlikte dikilir ve ölmesi günler sürerdi.)

3)Orta çağda kullanılan demir kapı kullan.

(İçine fareler doldurulan büyükçe demir bir kap, açık ağzı karın bölgesine gelecek şekilde Çağın'ın vücuduna yerleştiriliyor. Ardından bu kap ısıtılıyor. Fareler can havliyle Çağın'ın karnını kemirip kaçacak yer arıyor. Böylece Çağın Gürsoy'un iç organları fareler tarafından kemirilerek ölüyor.)

Acaba fazla mı delirmeye başlamıştım?

Kıskançlık damarlarıma öyle acı bir şekilde yayılmıştı ki, ne yapacağımı bilemiyordum. Kendimden korkuyor ama aynı zamanda herkese zarar vermek istiyordum. Çağın'a ne kadar karşı çıkıp bu gece gelmiş olsam da bana bir şey yapamayacak kadar haksız olduğunu biliyordum. 

Yanındaki o Norveçli çakması kız ile geldiği anda gözümde bitmişti.

İntikam planlarım yanında kalbim gittikçe buzlaşmaya başlamıştı. Uzun zamandır ısınmaya yüz tutmuş o atan organ, tekrar buzulların arasına gömülmüştü. 

Ve o buzulların arasından tekrar çözülme ihtimali imkânsız bir hal almıştı. 

En sonunda buraya Demir ile birlikte geldiğim için tek başıma gitmem gerektiğini hatırladım ve derin düşüncelerimi kenara itip yürümeye başladım. Çağın Gürsoy'un bana öğrettiği gizli sahilin aslında buraya ne kadar yakın olduğunu fark ederken adımlarım istemsizce o tarafa yönlemişti.

Soğuk havayı umursamayıp içime doğru çekiyordum ve topukluların ayağımı acıtmaya başladığını fark ettim. Ellerim direk ayak bileklerime gidip ayakkabılardan kurtuldu ve soğuğu daha fazla hissetmeme rağmen sesimi çıkarmadım.

Naz'ın bu ayakkabıyı ne kadar severek bana verdiğini bilmesem de ona bir çift borçlanma pahasına çöp konteynırının yanına salladım. Öfkem hala azalmayıp sadece çoğalıyor ve küçüklüğünde kimsesiz kalan o zavallı kız çocuğu gibi hissediyordum.

Annem beni bırakıp cennet denilen yere gideli 4 ay geçmişti.

Yalnızlık denilen o kelimenin ne kadar ağır olduğunu anlamaya başlamıştım ve bu kelimeden kurtulmak için hiçbir çözüm bulamıyordum. Artık sevgi denen o kelimenin anlamını unutmuş ve evi paylaştığım o canavara mahkum olmuştum.

Belki beni tekrar sever diye ona baba bile demiştim ama ruhuma ve bedenime sadece vurmuştu.

Artık ona eskiden söylediğim o özel kelimeyi bile söyleyemiyordum. O benim babam bile değildi.

Vurduğu her darbe baba kelimesi ile daha da çoğalıyor ve bana karşı söylediği hakaretler ağırlaşıyordu. Gözlerimden akan yaşlar artık daha fazla akamayacakmış gibi tükenmeye başlamıştı. Kaburgalarımdaki acılar, patlayan küçük dudağım hepsi bana fazla geliyordu.

Yine de elimden bir şey gelemezdi.

Baba dediğim bu canavar ile sonsuzluğa mahkum edilmiştim.

Her an geleceğini bilerek bedenimi saklayacak yeni bir ortam aramaya başladım. En son dolabımı paramparça ettiği için oraya giremiyordum ve başka bir güvenli yere sahip değildim. Ağrıyan bacağımla sekerek yeni bir yer bulma amacıyla evde ilerledim.

Hava kararmaya yüz tutmuş ve dolunay camların arasından evi aydınlatmaya başlamıştı. Geç kalmıştım, bedenim acılardan dolayı uzun bir uykuya ihtiyaç duymuştu ve bu yüzden sarsakça hareketler ile plan yapmayı deniyordum. 

Artık karanlıktan korkmayıp asıl canavardan korkarak evi adımlarken kapıdan tıkırtılar gelmeye başlamıştı bile. 

Kokusu ondan önce bedenimi bulmuş ve tir tir titremeye başlamıştım. Alkol ve sigaranın o iğrenç bileşeni. Saklanacak yer bulamadığım gibi ortada kalmıştım ve koku artık daha yakınımdaydı.

Bir adım.

İki adım.

Ve bana uzanması çok kolay olmuştu.

Gerisi ise alışmaya başladığım bir rutinin başlangıcıydı.

Her zamanki gibi önce saçımdan sürüklemişti.

Limon sarısı saçlarımın çoğu yerde yerini almıştı. 

Yere düştüğüm anda küçük ve bir o kadar da çatlak kaburgalarıma darbesini indirmişti.

Bu yeterli gelmediği anda bedenimi sürükleyerek havaya kaldırmıştı.

Anneme benzettiği yüzümü avuçlarından birine almış ve diğer eliyle tokadı yüzüme sallamıştı.

O hıncını alıp işini bitirdiği anda geriye çok bir şey kalmamıştı. 

Patlayan dudaklar.

Moraran bir çene.

Ve küçük bir kız çocuğun kırık kalbi.

Geride kalan artıklar sadece bu kadardı.

Anıların o iğrenç tadı damağıma gittikçe yayılıyordu ve öfkem sadece çoğalıyordu. Dünya'nın bana verdiği o haklı veya haksız hayatından çıkmış olsam bile geçmiş beni en ummadığım anda kovalıyordu. 

Sanki büyük bir kaplanın pençesi boğazıma dayanıyor ve nefes almamı engelleyecek şekilde beni sıkıyordu. Anıların o amansız savaşında boğulurken en sonunda geldiğim kayalıklar ile derin bir nefes aldım.

Kaçtığımda bile ona kaçıyordum...

Bunu düşünmemeye çalışarak Çağın'ın bana öğrettiği o gizli yere bağdaş kurarak oturdum. Ne hava ne hayat önemsiz olurken babamın beni kovaladığı gecelerdeki dolunaya baktım. Yüzüme vuran yansımasında o küçük kız çocuğunu gördüm.

Limon sarısı saçları yüzüne doğru dağılmıştı. Dudakları her zamanki buruk gülümseyişine bürünmüş ve gözleri soluk grilerin içindeki maviyi göstermişti.

"Özür dilerim..."

Fısıltılarım benden habersiz çıkmaya başlamıştı.

"Seni koruyamadım küçük kız..."

Belki de onunla konuşmaya ihtiyacım vardı.

"Bazı günler varlığın beni öldürecek gibi oluyor."

Küçük kız dolunayın üstünden usulca bana gülümsedi. Saçlarını kulağının arkasına doğru hafifçe çekti ve normalde yaralı olması gereken pürüzsüz tenini gösterdi.

"Özür dilerim..."

Yüzlerce kez. Binlerce kez. Gökyüzündeki sayısız yıldızlar kadar özür dilerim. Gözlerimdeki o donuk yaşlar her an akmaya hazır bir hale gelmişti. 

Bedenim artık soğuğu hissedemeyecek kadar cehennemde yanıyordu ve ruhum kifayetsiz kelimelerin içinde boğuluyordu.

Kelimelerin evreninde kendimi kaybedip ne kadar oturduğumu bile bilmezken gece artık sessizliğe bürünmüştü. Gökyüzündeki yıldızlar dolunayı yalnız başına bırakıp sanki seyahate çıkmışlardı. Dolunayın parlak ışığı tek başına yalnızlığın ne kadar değerli olduğunu bana kanıtlarken cam kırılma sesleri kulağıma doldu.

O anda alışkın olduğum bir koku burnuma doldu.

Alkol ve sigaranın o kabus dolu bileşimi.

Kokunun hissettirdikleri ile bakışlarım anında arkama dönerken gördüğüm sahne ile omurgamdan aşağıya doğru bir ürperti yol aldı. Aç ve bir o kadar da sarhoş bakışların göz odağı olmamak adına hafifçe doğruldum ve artık buradan gitmem gerektiğine inanarak ayağa kalktım.

Aralarında konuşan üçlü sarhoş erkek grubu ayağa kalkmam ile anında bana döndü.

Yanlış hamle.

Yanlış zaman.

Bu tehlikeli birleşim ile tüm o bakışların hedefi artık ben olmuştum. Adamları sırıtarak benim tarafıma doğru gelmeye başlamış ve avlarına yaklaşan avcılar ile mutlu olmuşlardı. Hepsi sırıtarak bana bakıyor ve hamle yapmak için anı bekliyorlardı.

"Naber güzelim?"

Bir kelimenin çıktığı dudaklar işte bu kadar önemliydi. 

Sarhoş ahlaksız bir ağzından çıkan o sevdiğim kelime ile öfke bedenime geri dönmüş ve korku uzak bir yola doğru çıkmıştı. En sonunda aldığım mantıklı karar ile üzerimdeki siyah peluşu sakince çıkartıp rahat etmek adına yere bıraktım ve adamların olduğu tarafa yavaşça yürüdüm.

Hepsi şaşkınlık ve sanki onlara teslim olmuşum gibi bir mutluluk ile bana odaklanınca derin bir nefes aldım. Bana en yakın duran ve güzelim diyen adamın sevimsiz yüzüne insanların alışkın olduğu buz dolu ifademi yolladım. Etrafıma yavaşça bakındım ve usulca benden beklenmeyecek şekilde konuştum.

"Güzelini sikeyim."


Bundan iki saat öncesine kadar saatlerce kum torbasını tekmeleyen bir adama aittim.  Nefreti bir yük ile omzuna bünmüş ve aynı zamanda geçmişi yaralar ile dolu bir kadındım. Öfkemi aylardır öğrendiğim dövüşler sayesinde çıkartıyordum ve en sonunda zarar vermeyi düşünmeden saldırabileceğim yemlere kavuşmuştum.

Tehlikeli bir gülüş ile sırıtmaya başladım.

Adımlarım seri ve birbirleriyle uyum halde hareket ederken yere düşürdüğüm adamın sertçe kaburgalarına geçirdim. Diğer adam elindeki cam şişe ile bana saldırmaya kalkınca bileğini sertçe büktüm ve kafasına elindeki cam şişeyi geçirdim. 

İki gitmişti, bir kalmıştı.

En sonuncu adam şaşkın bakışlar geriye doğru gitmeye başladı ve benden kaçmak isterken tökezleyip yere düştü. Neye takılıp düştüğüne bakma için bakışlarımı yukarı doğru çektim ve o sırada onu gördüm.

Takım elbisesi ile tam adamın dibinde duruyordu.

Bedeni simsiyah özel yapım takımı için dikilmiş gibiydi. Güçlü bacakları, geniş omuzları takım elbisenin içinde belirgindi. Bembeyaz gömleği karanlıkta bile parlıyordu ve sarı tutamlar hafifçe rüzgardan önüne doğru düşüyordu.

Gece bile ona itaat ediyor gibiydi.

Gözleri hala bana bakmamış, yerde böcek gibi gördüğü adama odaklanmıştı. Adamı yakasından tutup sanki çok hafifmiş gibi usulca kaldırdı. Nerden geldiğini anlamadığı belli olan adam korkuyla Çağın Gürsoy'a bakarken Çağın'ın dudakları tehlikeli bir şekilde kıvrıldı.

"Şansa bak, öfkemi çıkartacağım biri tam önüme düştü."

Bunu demesiyle birlikte adama sert yumruklarını geçirmeye başladı. Adam aldığı darbelerden sersemleyip ilk başta yere düştü. Yine de bu ona yetmemişti. Tekmelerini durmadan adamın bedenine geçirmeye devam etmiştim, anlamadığım o dilde küfürler savurmaya başlamıştı.

"Drittsekk!"*

"Jeg knuller din mor!"*

"Fag!"*

Yüzü anında kan revan içinde kalan adam en sonunda bayılırken Çağın adamı bir çöpmüş gibi yere fırlattı. Üzerini yavaşça silkeledi ve gözlerini bana kilitledi.

En sonunda buz mavisi bakışlar bedenimde kitlendi ve arşınlamaya başladı. İşte şimdi avını izleyen bir avcıya mahkum olmuştum. Gözlerindeki cüret her şeyi açıklıyordu ve her bir santimetremi usulca inceliyordu.

Bakışlar.

Bazen içinde olduğunuz anda sıkışmanıza sebep olurdu.

Aç ve öfkeli dolu bu anda karşımdaki adamın gözleri birçok ayrıntıyı içinde barındırıyordu. Benliğimi yok edecek kadar güçlü, bedenimi parçalayacak kadar doluydu bu bakışlar. 

Çağın Gürsoy merhamet yoksunu bir halde bana bakıyordu. İnsanlar onun bu bakışlarından korkarak kaçardı ama ben bunu yapmayacaktım. Damarlarımdan korku değil, öfke akıyordu ve bu benim için yeterliydi.

Adımlarım tam onun karşısında dururken göğsüne sabitlediğim gözlerimi yukarı doğru kaldırdım. Buz mavisi gözler benim gözlerime bulandı ve anın içinde yok olmaya yüz tuttuk. Kelimeleri bir süre kullanmadık ve sadece durduk. 

En sonunda geleceğimi geçmiş ile karıştırdım ve yapacaklarıma karar verdim. 


Elim benden aldığı güç ile havaya kalkarken gerisi umrumda bile olmayacak o tokatı yüzüne indirdim. Zehir yavaşça içimde atılmaya başlarken öfkeyle konuşmaya başladım.

"Yüzleşme zamanı Gürsoy."


1)Bölümü nasıl buldunuz?

2) Bölüm sonunda yüzünüzde hangi emoji oluştu?

3) Bu bölüm favoriniz kim?

4) Bölümdeki en sevdiğiniz cümle?

Cevaplarınızı bekliyorum güzellerim.

Yeni bölüm 800 oy aldığında gelecek.

Bu arada gitmeden önce size güzel bir haberim var. Varoluşun Hissi için parodi hesaplar açıldı ve karakterlerimizi daha iyi tanımak istiyorsanız hepinizi instagram'a bekliyoruz.

Çağın Gürsoy için;

Instagram: cagin_gursoy


Ada Solmaz için;

Instagram: adasolmaz_


Bana ulaşmak için;

Instagram: yagmuryilmazlar

İyi akşamlar güzellerim!

Y.Y


Continue Reading

You'll Also Like

418K 25.6K 47
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

913K 44.2K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
935K 65K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
194K 9.5K 20
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?