Varoluşun Hissi

Autorstwa YamurYilmazlar

2.7M 152K 64.4K

"Ruhumu cezalandır güzel adam. Bedenimin hisleri tatmasını sağla. Bir Anka kuşu misali, Önce usulca yakmaya b... Więcej

1.Bölüm- Iskald.
2.Bölüm- Fortid.
3.Bölüm- Sannhet.
4.Bölüm- Bar
5.Bölüm- Beklenmeyen
6.Bölüm- Oyuncak
7.Bölüm- Merhamet
8.Bölüm- Hayal Kırıklığı
9.Bölüm- Kırgınlığın Öfkesi
10.Bölüm- Ruh ve Beden
11.Bölüm- Tehlikeli Kadın
12.Bölüm- Geçmişin Gerçekleri
13.Bölüm- Gözyaşının Acı Yakarışı
14.Bölüm- Varoluş
15.Bölüm- Korkak Tehlike
16.Bölüm- Öldüren Yalnızlık
17.Bölüm- Kıskançlık
18.Bölüm- Duyguların Yoğunluğu
Geri Dönüş, Alıntı- İstanbul Tüyap
19.Bölüm- Ölü Bedenlerin Dirilişi
20.Bölüm- Ölü Ruhların Dirilişi
21.Bölüm- Zincirleri Kırmak
22.Bölüm- Katil
23.Bölüm- Arınma
24.Bölüm- Yemin
25.Bölüm- Mürekkep
27.Bölüm- Şimşek
28.Bölüm- Güzel Adam
29.Bölüm- Kayıp
Bayram Özel Çekiliş
30.Bölüm- Aleksander
Hayal.
31.Bölüm- Öfke
32.Bölüm- İntikam.
33.Bölüm- Yalnızlık ve Ölüm.
34.Bölüm- Sonsuzluk
35.Bölüm- Tükenen Nefes
36.Bölüm- Kjærlighet.
Melankoli.
37.Bölüm- Håper.
38.Bölüm-Requiem.
39.Bölüm-Døden.
40.Bölüm- Begynnelse.
41.Bölüm- Mirakel.
Insomnia.
42.Bölüm-Metanoia.
43.Bölüm- Luna.
Sosyal Medya ve Whatsapp Grubu
44.Bölüm- Saudade.
45.Bölüm- Ethereal.

26.Bölüm- Panzehir

46.7K 2.7K 1.2K
Autorstwa YamurYilmazlar

İyi akşamlar güzellerim,

Nasılsınız??

Yeni bölüm 690 oy aldığında gelecek.

Yeni bölüme geçmeden önce size önemli bir duyurum var. İmkansız'ın Bora Sayan'ı, Varoluşun Hissi'nin Efe ve Ece Aksoy'un yer aldığı ve sürpriz konuklarında olacağı Melankoli adlı hikayemi yayımladın. 

Tüm duyguları iliklerinize kadar hissetmek istiyorsanız Melankoli sizleri bekliyor olacak...

Bölüm Şarkısı: Plumb- Cut

Instagram: yagmuryilmazlar (Lütfen yeni bölüm hakkında sorular için buraya gidin güzellerim.)

İyi okumalar...


26.Bölüm- Panzehir

Kelimelerin gücü ile ruhumu yıkamak istiyorum.

Tüm gerçeklerin ortaya çıktığı yalanların ve sırların olmadığı bir dünya istiyorum.

Ben aslında imkansız'ı istiyorum değil mi?

Anlamadığım cümlelerin ve olayların geçtiği bir hayata sıkışıp kalmıştım ve sessizliğin içinde boğulmak üzereydim. Enes beni bile hiçe sayarak Çağın'a yumruk attığı anda gerçeklerin farkına varmıştım. Bilmediğim olaylar arkamda bambaşka bir sahnede rol alıyordu. Arkama dönemediğim için şahit olamıyor ve karşımda oturup sahneyi izleyen insanlardan duyduklarım ile yetiniyordum.

Daha doğrusu artık yetinemiyordum. 

O güzel adam karşımda şişmiş bir elmacık kemiği ile yıllardır tek desteğim olan o temiz insana ölümcül bakışlar atarken Efe'nin kollarından kendimi kurtardım. Ağrılarımı görmezden gelip yapmam gerekeni yapmak istedim çünkü bu sahne görmek istemeyeceğim kadar kötü bir sahneydi. Efe ve Demir'in korumacı tavırları ile beni ne kadar kollamak istediklerini bilsem de o ikisinin arasında olması gereken kişi bendim. 

"Sikeceğim seni."

"Ağzın ile burnun yer değiştirene kadar durmayacağım Erdem."

Öfkeli ses içimdeki korkuların daha da çıkmasına sebep olmuştu ve Efe'nin arkamdan durmamı söyleyen sesine aldırmadan sırtımı Çağın'a dönerek Enes'in tam karşısına geçmiştim. Çağın'ın öfkesini şu an durduramayacağıma emindim ama Enes için bu geçerli değildi.

Bakışlarım ilk başta hiçbir işe yaramazken sabır ile beklemeye başladım. Bana bakacağına inandığım gözlere öylece kilitlendim. Demir sanki Çağın'ın tutmayacakmış gibi zorlanırken Enes de aynı şekilde Çağın'a karşılık veriyordu. Öfke ile burun delikleri genişlemiş, onun gözlerinde hiç görmediğim kızgın harelerin etrafa yayılmasını sağlamıştı. Sırtımda hissettiğim delici gözlerin varlığından kendimi uzak tutarak yıllardır alışık olduğum kahvelere grilerimi kilitlemeye devam ettim. 

"Enes."

Korkuyu barındırmayan sadece ölümcül bir sessizliği etrafa yayan sesim ile Enes arkamdaki kişiye bakmayı keser gibi oldu. Bakışları bir an ikimiz arasında gidip geldi ve en sonunda istediğimi bana vererek sadece bana kilitlendi.

"Benimle gelir misin?" 

Elimi usulca ona doğru uzattım ve tutmasını bekleyerek sessizce durmaya başladım. Yıllardır tanıdığım o adamı görmek için bu bekleyiş gerekliydi. Asla beni yalnız bırakmamış bu temiz kalpli adamın neden böyle olduğunu öğrenmen gerekiyordu. Arkamdan çevrilen işlerin artık yüzüme vurulmasını istiyordum. Sırlardan arınmak istiyordum ve bunu sağlayabilecek yegane insan Enes Erdem'di.

"Onunla hiçbir yere gitmeyeceksin." 

Arkamda öfkenin saf ateşini yaşayan adamın sesini duyarken Demir sesli bir küfür savurdu. Büyük ihtimalle Çağın'ı tutamayacak hale gelmişti ve Efe'nin koşar adım gelmesi ile ikisinin onu zar zor zapt etmeye çalıştığını anlamıştım. Yine de arkamdakilere sonra bir çözüm bulmak istediğim için Enes'e bakmaya devam ettim. Beni anlayıp elimi tutacağı o anı bekledim.

"Lütfen. Enes." 

Sesim en sonunda bir duyguyu barındırmaya başlamıştı. Çaresizlik denilen o lanet duygunun tüm damarlarımın arasında dolaştığını hissederek Enes'in kahvelerine bakmıştım. Tanıdık olan ışık bugün ilk defa gözlerine ulaşırken Enes'in kemikli parmakları yavaşça parmaklarım ile buluştu. Kavrayışı ilk başta duyumsamayacağım kadar az olurken küçük elim sıkıca ona tutundu. Varlığımı hissetmiş gibi gözleri daha da yumuşarken onu çekerek götürmeye başladım. Arkamda oluşan kargaşanın özüne bakmamak için zar zor uğraştım ve sadece Enes'e odaklandım. 

"Sakin olmalısın." 

Demir'in sert sesi kulaklarımda küçük bir yankı yaptı ve evin kapısından dışarı çıkmadan önce dayanamadım. Onu görmem gerekiyordu ve tabiri caizse hasar tespiti yapmam gerekiyordu. Enes'i alıp gittiğim için Çağın Gürsoy'un bana karşı sinirli olacağını biliyordum bu yüzden iki güçlü erkeğin zar zor zapt ettiği o güzel adamın gözlerine baktım. 

Bakışları benim gözlerimle buluşmazken tek baktığı yer Enes'in eli ile kenetlenmiş duran küçük ellerimdi. Gözleri onda görmek istemediğim kadar kötü duyguyu barındırırken kendimi suçlu hissetmiştim. Beni son zamanlarda ayakta tutan adama sırtımı dönmüşüm gibi kendimden iğrenmiştim. Gözleri karanlık bir kuyuyu andırırcasına koyulaşmışken korkak ruhum artık iş başındaydı.

Daha fazla ona odaklanamayacağımı bilerek hızla bakışlarımı önüme çevirdim ve temiz ama bir o kadar da keskin olan havanın içine doğru ilerledim. Kulaklarıma evin içinden dolan cam kırılma seslerinden kaçmak istercesine kapıyı arkamdan kapadım. Enes hala elimin sıcaklığını kendi soğukluğu ile kaplamışken dışarıda gördüğüm çardağa doğru onu çekiştirmeye başladım. 

Büyük çardağın içinde oturmamız ile karşımızda kalan evin ne kadar güzel olduğunu bir kez daha anlamıştım. Bu ev hayatımın hiçbir kısmında sahip olmadığım huzuru bana tattırmıştı ve sanki her bir köşesinde ayrı bir anı bırakmış gibi hissediyordum. Çağın'ın bedenimi temizlediği ve kitap okuyarak ruhumu beslediği o anlamlı geceden itibaren bu ev bana hayallerimi vermişti. 

Düşüncelerimin zihnimi bulanıklaştıran keskinliği ile bakışlarımı Enes'in üzerine kilitledim. Artık yüz hatları daha rahatlamış duran Enes'in parmaklarında olan yaraların üstünde yavaşça parmaklarımı gezdirdim ve alçıya alınmış koluyla dikişli kaşını gözlerimle inceledim.

"Ne oldu?" dedim bu sessizliğe son vermek için.

Enes gözlerini bana çevirdi ve üstümdeki kıyafetlere tekrar bir bakış attıktan sonra çıplak ayaklarıma baktı. Soğuğun içinde böyle durmamın ne kadar yanlış olduğunu bilirken parmaklarını parmaklarımdan çekip yere eğildi. Ne yaptığını bir türlü anlayamazken ayakkabılarını çıkardı ve yavaşça önüme bıraktı.

Çorapları ile kalmış bu temiz kalpli adam içimi burkmuştu ve hemen kendimi toparlamak adına önümdeki ayakkabıları ayağıma geçirdim. Bana büyük gelen ayakkabı sıcaklığı ile ayaklarımdaki soğuğu yok ederken bedenimi Enes'e çevirdim.

"Lütfen Enes, endişeleniyorum." 

Çaresizlik kokan cümlem ile Enes yere bakmaya devam etti ve sanki nefes alamıyormuş gibi ayağa kalktı. Bedeninin içinde hapsettiği o çaresizlik en sonunda gün yüzüne çıkarken yavaşça ayağa kalktım ve karşısına geçtim. Onu böyle görmek istemiyordum. Kalbim hiç acımadığı kadar acırken Enes'i bu hale getirenin ben olduğumdan korkuyordum.

Enes Erdem.

Benim sonsuz ailem.

Yoldaşım.

İçinde verdiği savaşa bir çözüm bulmak istiyor gibiydi ama balçığa batmıştı. Çıkamayacağı kadar karanlık bir katranın içindeydi. Bu katran öyle yoğundu ki... Artık kendi kendine çözüm bulamayacak haldeydi. Ona çözüm bulmak adına kelimelerin anlatamayacağı bir hareketi gerçekleştirdim.



Sıkıca sarıldım.

İkimizinde bedenlerini kaplamış yaraları görmezden geldim ve belki de yıllardır göstermediğim o yakınlığı ona verdim. Sıcak bedeninin sığınması için ona bir yer ayırdım ve aldığım karşılık ile doğru hareketi yaptığımı anladım. Enes bir kolunu belime sararak sıkıca beni sardı ve sesli ve bir o kadar da titrek olan nefesinin kulaklarıma ilişmesini sağladı.

"Korktum." 

Bir kelime.

İki hece.

Ve altı harf.

Anlatmaya hatta yaşamaya çalıştığı hisleri sadece bu kadar öz bir şekilde bana anlatmıştı. Korkmuştu. Enes Erdem her zamanki gibi duygularından çekinmişti. Konu ben olduğumda kendi dışında kimseye güvenmiyordu ve bana kim bilir kaç saattir ulaşamadığı için delirmişti. Belki şimdilik alabileceğim tek yanıt buydu ama arkasında sakladığı sırları şu an öğrenmeye çalışmayacaktım. 

Böyle yıprandığını gördükçe o sırların gün yüzüne çıkmak için hazır olmadığını anlamıştım. 

Ellerim en sonunda kenetlendiği belinden usulca ayrıldı ve dikiş ile tutturulmuş kaşına hafifçe dokundu. Dudakları hala acı çektiğini belli ederek kendini ele verirken o da kazağımın açık bıraktığı boynumdaki yaralara dokundu. İkimizde birbirimize ne olduğunu anlamaya çalışır gibi birbirimizi inceliyorduk. 

Ölüm sessizliğinin içinde keşfe çıkmıştık.

"Bunları kim yaptı?" dedim tek istediğim sorunun cevabını öğrenmek adına.

"Bunları kim yaptı?" 

Aynı sorunun kulaklarıma dolması ile dudaklarımda acı bir gülümseme belirdi. Zaten biliyorsun Enes demek yerine ona bu gülüş ile gerçekleri göstermiştim. Bana bu dünyada en çok zarar veren insanı en iyi Enes Erdem bilirdi. İkimizde yıllarca susmuş ve gerçeklerden kaçarak yaşamıştık. 

İki küçük korkak bir kafesin içinde hapsolmuştuk.

Yüzü dudaklarımındaki acı gülüşü anlayarak kararırken sağlam olan elini sertçe sıktı. Öfkesini avuçlarının içine hapsetti, bu hareketler bana sessiz bir isyanı andırmıştı ve ona destek vererek avuçlarının üstüne elimi getirdim. Sorun yok demek yerine evet biliyorum demek istedim.

"Neden her seferinde yolun o adama çıkıyor Ada? Neden tamamiyle kurtulmak adına bir çaba göstermiyorsun?"

"Son bir yüzleşmeye ihtiyacım vardı." dedim titrek nefesimi kontrol altına almak yerine.

Enes'in kahveleri bir türlü benden ayrılmazken yüzüme düşen sarı saçlarımı parmakları ile geriye doğru attı ve geçmeye başlayan yaralarımda dolaştı. Bu dokunuş bana küçüklüğümün kahramanı olan o kahve gözlü çocuğun hala yaşadığını gösterirken aklım gitmemesi gereken bir yöne kaydı.

Çağın Gürsoy'a.

Büyük ihtimalle beni görmek istemeyecek o adama.

Ruhumdaki yaraları bedenimdekilerden önce iyileştirmişti ama sanki onu kaybetmiş gibi hissediyordum. Enes'in ona söylediği cümleyi hatırladıkça ikisi arasında var olan görünmez savaşa tanıklık ediyordum.

Su kadar berrak, ateş kadar yakıcı...

Enes ne demek istemişti?

Ne zaman aralarında bilmediğim gerçekler oluşmuştu? Zihnim bu soruyu düşünerek delirecek hale geliyordu ve sessizliğimi korumaya devam ettim. Doğru zamanda ve doğru kişiye sorulması gereken sorular vardı bu yüzden beklemeliydim.

"Neden onunlasın Ada?"

Enes'in kırılgan bakışlarında saklı olarak sorulan soruya verecek bir cevabım yoktu çünkü ben de bilmiyordum. Sadece Çağın ihtiyacım olduğu anlarda ne yapması gerektiğini biliyordu. Ne Enes ne de benim gibi korkak bir kişiliğe sahip olmuştu. Sadece cüretkarlığı buz mavilerine yansımış bir adamdı. Beni o cehennemden çıkarıp alacak kadar güçlüydü. Zamanında Enes, Çağın gibi davranmayı denemişti ama dediğim hayır cevabı bile hayatımın düzelmesi imkansız gibi hemen pes etmişti. 

Bana pes etmeyen sınırlarımı zorlayan bir insan gerekmişti.

"O seni sadece üzer."

Enes'in eli çenemi kapladı ve gözlerim gözlerine baksın diye hafifçe bir baskı uyguladı. Artık mavi grilerim puslu bir halde o çaresiz kahvelere ulaşmışken kırgın bir halde gülümsedim. Onun anlamasını beklemiyordum ama takıldığı noktalar beni üzüyordu. Babamı neredeyse öldürmüş ve kendi canımı da feda etmek üzere eylemlerde bulunmuştum. Enes neden onunlasın diye sormadan önce önceliklerini kontrol etmeliydi.

"Bunu yaşamanı istemiyorum." 

Yaşadıklarımın yanında Çağın Gürsoy bana verilen bir hediyeydi.

Tabi bunu sesli dile getirmek için hazır değildim. Benim hazır olmadığım gibi Enes de hazır değildi. Yıllardır hayatımda olan tek kişi olmaktan çıkmış ve tahtını başkalarına vermiş gibiydi. Yanlış anlaşılmasını istemiyordum, Enes'in değeri kalbimde ve ruhumda her zaman aynı olacaktı. Kimse yokken o vardı ama yapılması gerekenleri yapmayarak sadece bir boşlukta yaşamıştık. 

Ondan beni kurtarmasını asla istememiştim ama bugünleri düşündüğümde bir gerçeği fark ediyordum. Belki de kurtarılmak ihtiyacım olan şeydi. 

"Ben iyiyim Enes. Bu yüzden endişelenme." dedim bir fısıltıyı andıran sesim ile.

Enes bana inanmak istermiş gibi bakarken evin kapısının açılma sesi geldi. Bakışlarım anında oraya döndü ve görmek istediğim insan dışındaki kişiyi görünce derin bir nefes aldım. 

Efe yorgun duran bedeni ile ilk defa böyle bitkin duruyordu. Olayların geçmesi ile görüntüler zihnimde daha belirginleşirken açık kumraldan sarıya kaçan saçlarını karıştırıp gözlerini bana dikmesini izledim. Burada olmak istemediği nedense her halinden belliydi ve gözleri telefonuna bakıp duruyordu. 

"İyi misin Efe?" dedim gerçekten ona endişelenerek.

Enes de dikkatini artık Efe'ye vermişken kulaklarımıza okkalı bir küfürün dolmasını sağladı ve saçlarını çekiştirdi. Toprak yoldaki taşları ayağıyla tekmeledi ve derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. Efe şu an kendinde olmayacak kadar öfkeli duruyordu. Her zaman insanların dudaklarının kıvrılmasını sağlayan o adam yok olmuştu.

"Ona güvenmemem gerekirdi."

Dudaklarımın arasından kime? sorusunun çıkmasını ne kadar çok istesem de sessizce durup açıklamasını beklemeye başladım. Şu an içindeki öfke ile uğraşıyordu ve kimsenin kelimelerine ihtiyacı yoktu. 

"Bir kişi var. Şu hayatta sahip çıkması gereken bir kişi var ve onu bile başaramayacak kadar aciz." 

Sözleri ne kadar kin dolu olduğunu belli ederken durumun ciddiyetini her halinden anlaşılıyordu. Efe Aksoy hem küçük bir çocuk gibi kırgın, hem de iplerini koparmış bir adam kadar öfkeliydi. Enes sanki durumu biliyormuş gibi Efe'ye yaklaştı ve omzuna elini koydu.

"Ece mi?"

Tanıdık gelen ismin kulaklarıma ulaşması ile ben de Efe'ye yaklaştım ve sessizce kafasını sallamasını izledim. Telefonu hala bir numarayı deli gibi ararken sıkıntı dolu gözleriyle etrafı taradı.

"Ona güvenmiştim Enes. Arden'e bakacağına söz vermişti."

Bahsettikleri kişinin kim olduğunu bilmesem de Efe için hayati bir önem taşıdığı belliydi. Neredeyse ağlayacak kadar üzgün çıkan sesi ile adımlarımı Efe'ye çevirdim ve tam önünde durdum. Her zaman sıcak bakan bakışları bambaşka bir duygu ile bezenmişken beni görünce usulca sakinleşti ve telefonuna bakmayı kesti.

"Git." dedim olması gerektiği yeri vurgulayarak.

Arkadaşlarına yardım etmek için geldiğini biliyordum ama yanında olması gerektiği kişi daha önemliydi. Bunu ona baktığım anda bile anlıyordum bu yüzden Efe söylediğim kelimenin gerçekliği ile anında rahatlamıştı. Sanki izin istemişti ve ben de ona istediği yanıtı vermiş gibiydim. 

"Demir sizinle kalacak. Ben nasıl?"

Getiremediğim cümlenin devamında Enes araya girdi ve spor arabasını işaret etti. Efe siyah spor arabaya sanki aradığı hastalığa çözüm olan bir ilaç gibi baktı ve sıkıntılı nefesini dudaklarından salarak bize döndü.

"Benimle gel. Seni hemen Arden'e götürürüm." dedi Enes usulca.

Efe yüzündeki rahatlama ile son bir kez bana bakıp Enes'in arabasına doğru ilerledi. Elindeki telefona hala durmadan bakıyordu ve sessizce kendi kendine konuşuyordu. En sonunda Enes'in gideceği gerçeğini o anda fark ederken bakışlarımı tanıdık kahvelere çevirdim. Daha fazla tartışmak istemiyormuş gibi duran Enes bana doğru eğildi ve yanağıma usulca bir öpücük bıraktı. 

Bu öpücük öyle naif ve kırılgan ki... 

Ne desem yeterli olmayacaktı.

Ondan beklemediğim bu hareket ile öylece durmaya devam ettim ve kullanamadığım kelimelerin ihtiyacı ile tutuşup kaldım. Ağzımı açıp birkaç kelimenin çıkması için kendimi zorladım ama ruhumdan bir yanıt alamayınca Enes derin bir nefes verdi ve gözlerini gözlerime kilitledi.

"Yakında konuşacağız."

Aramızdaki sırların ortaya çıkacağını vaat eden bu cümle ile kafamı salladım ve benden uzaklaşmasını izleyerek arabaya binmesini izledim. Yolcu koltuğuna oturan Enes'in ağrıları ile buraya tek başına geldiğini düşündükçe kendimden daha da nefret ettim ve gidişlerini izleyerek öylece ayakta dikildim. 

En sonunda arabanın toprak yolda kaybolması ile yavaşça arkama döndüm ve yüzleşmem gereken kişiyle görüşmek için eve girdim. Enes'in ayakkabılarının hala ayağımda olduğunu fark ederken adımlarımın zorluğu ile kapıyı kapattım ve üşümüş olan bedenimi ısıtmak adına bedenime kollarımı sardım.

Ev bundan yarım saat öncesine göre çok sessizdi ve çıt çıkmıyordu. Çağın'ın nerede olduğunu bulmaya çalışarak salona girdim ve gördüğüm manzara ile bir süre öylece kaldım. 

Ailesinin evini onun için manevi değeri yüksek olduğunu tahmin ettiğim evi hiç düşünmeden dağıtmıştı. Ortada duran sehpa parçalara ayrılmış ve bir koltuk ters bir şekilde geriye düşmüştü. Bu sahne kendi dünyamdaki salonu anımsatırken zihnim anılara kayacak gibi olmuştu. Babamın beni salonda dövdüğü zamanki hali öyle andırıyordu ki, istemsizce gerilmiştim ve buradan gitmek istemiştim.

"Ben de tam toparlamak üzereydim." 

Arkamdan gelen tanıdık ses ile Demir'in sıkıntılı yüz ifadesine kavuştum. Su yeşili gözleri aynı Efe gibi yorgun bakıyordu ve siyah saçları alnına doğru dağılmıştı. Dudaklarını her açıp kapattığında sıkıntılı bir nefes verirken yere eğilip koltuğu düzeltti. Üzerindeki eşofman buraya aslında ne kadar hızlı geldiklerini gösteriyordu ama ben şu an küçük  ayrıntıları ancak fark ediyordum.

"Nerede?" dedim Çağın'ı görmem gerektiği bilerek.

"Şu an yanına gitmesen daha iyi. Anca yatıştırdım." 

Demir'in sesi ilk defa bana bu kadar soğuk gelirken yerdeki cam kırıklarına ulaştım ve teker teker toplamaya başladım. Büyük ve keskin camları dikkatlice toplayıp düzeltilmiş sehpanın üstüne bıraktım ve son kez Demir'e baktım. Sıkıntılı ifadesi hala geçmemişken su yeşili gözlerini gözlerime çevirdi.

"O anda sana ihtiyacı vardı." 

Hata yapmıştım.

Yavaş yavaş anlıyordum.

Sanki Çağın hakkında konuşmuyoruz gibi gelen bu diyaloğa inanamıyordum ama içten içe Demir'in haklı olduğunu biliyordum. Çağın yaralanmıştı ama Enes'in daha büyük bir aptallık yapmasını istemediğim için onu dışarı çıkarmıştım. Bunun asla bir seçimmiş gibi gözükmesini istememiştim ama maalesef öyle durmuştu. 

Çağın'ın verebileceği tüm tepkiler zihnimde gelip geçerken Demir'i arkamda bıraktım ve yukarı doğru çıkmaya başladım. Bana Şeker Portakal'ını okuduğu odaya doğru yol aldım ve orada olduğunu hissederek aralık duran kapıyı açtım. 

Gözlerim kalın perdeler ile kapanmış büyük odada gezinirken burun deliklerime gelen ağır sigara kokusu ile odağımı buldum. 

Çağın Gürsoy üstünde tişörtü olmadan öylece oturuyordu.



Elmacık kemiğinin yaralı kısmı gölgelerin ardında sıkışmışken dolgun dudaklarının arasındaki sigarayı sertçe çekiyordu. Dar kot pantolonu belindeki v şeklindeki kaslara daha da vurgularken çıplak ayaklarının tam yanında büyük bir viski şişesi duruyordu. Amber rengindeki sıvının yarısı boşalmıştı ve Çağın'ın düşünceli tavrından hepsini onun içtiği belli oluyordu.

Benim geldiğimi hala anlamamış gibi kemikli parmakları şişeye uzandı ve dudakları yavaşça şişenin ucuna ulaştı. Bu sahneyi gördüğüm anda daha fazla içmesini istemeyerek odanın içine tamamiyle adımımı attım ve varlığımı fark etmesini sağladım.

Buğulanmış buz mavileri artık varlığımı fark ederken dudaklarında alaycı bir gülümseme oluştu. Bu gülümseme bana ilk tanıdığım Çağın'ı anımsatmıştı. Kardeşi dışında kimseyi umursamayan bencil Çağın'ı... 

O zamanlar ondan ne kadar haz almıyorsam, şimdi ki halimiz bir o kadar farklıydı. Eğer hiç kimse bu güzel iki kişilik yalnızlığımızı bozmasaydı, belki de hala onun kollarında olacaktım. Güvende hissederek uykulu bir şekilde kokusunun kaynağı olan köprücük kemiğine başımı dayamış halde hayal kuracaktım.

"Konuşmak istedim." dedim gereksiz bir açıklama yapma çabası ile.

Çağın dudaklarına dayadığını şişeden büyük bir yudum aldı ve umursamaz bakışlarını benden kaçırmadan sanki değersizmişim gibi hissettirdi. Bu tavrını ne kadar sevmesem de kendi bakış açısında haklıydı. Kendimi onun yerine koyup empati kurduğum delirecek gibi oluyordum. Bir anlığına bile onun yerine geçsem, gururuma yediremeyecek bir darbe almış oluyordum. 

O kız bana tokat atmıştı. 

Daha birkaç aydır tanıdığım Ece büyük salona hışımla girmiş ve sahte sarı saçlarını savurarak elmacık kemiklerime güçlü bir tokat atmıştı. Gözlerinde anlamadığım bir öfke kavrulurken olayları kavramaya çalışıyordum. Kapının orada duran Çağın'ın şaşkın suratına bakıp neden bu hale geldiğimizi düşünüyordum.

"Su kadar berrak, ateş kadar yakıcı Solmaz..."

En sonunda elim şaşkınlıkla acıyan yanağımda dururken Naz hemen beni kollarımda tuttu ve Ece'ye bir şey yapmamam için önüme geçti. İşte tam o anda içimde var olan öfkeye kavuşmuştum ve o kıza saldırmak istemiştim. Beni Çağın'ın şaşkın bakışları arasında küçük düşürmüştü ve ona haddini bildirmek istiyordum. Hak ettiğini almalıydı bu yüzden Naz zor da olsa beni tutmaya çalışırken istemsizce deli gibi bağırıyordum.

"Geberteceğim seni."

"Ağzın ile burnun yer değiştirene kadar durmayacağım Aksoy."

Kendimi kontrol altına alamazken Çağın bakışlarını benden kaçırarak tam önüme geldi. Bana bakacağını tahmin ettiğim gözler yönünü kaybedip sırtını bana doğru çevirirken öylece kaldım. 

Bunu nasıl yapmıştı? Bedenimde soğuk su etkisi yaratan bu hareket ile ellerim benden bağımsız olarak titremeye başlamıştı. Zihnimdeki milyonlarca soru birikmeye başlamış ve sadece birkaçını kendime sorma cesaretini göstermiştim. Yalnızlığımı bozduğum bu güzel adam niye benim yerime o kız ile ilgileniyordu? Tokatı yiyen benken neden cezaları ben çekiyordum?

"Ece."

"Benimle gelir misin?"

Sevdiğim o kadife ses bana seslenmemişti bile. O kemikli uzun parmaklar Ece'ye doğru uzanırken ruhum çığlık çığlığa idi. İkisinide parçalamak istiyor ve neden bunu yaptığını bağırarak sormak istiyordum. Yine de bağırmadım, sadece solan gözlerim ile ölümü andıran bir sessizliğe bulanıp konuşmaya başladım. 

"Onunla bir yere gitmeyeceksin." 

Kelimeler dudaklarımdan bir yemin gibi çıkarken artık Naz beni tutamayacak kadar zorlanıyordu. Bedenim vahşi bir hayvanın güdülerine sahipken Ece usulca Çağın'ın parmaklarını parmaklarına kenetledi. 

Ve o anda hissettiklerim ruhumu tamamiyle paramparça etti.

Çağın benim yerime Ece'yi seçmişti ve bakışları bir an olsun bile beni bulamazken sadece kenetlenmiş ellere bakıyordum. Yıllardır içimde hakimiyet kuran yalnızlığım ile evrene bir kez daha kendimi kanıtlamıştım.

Kimse beni sevemeyecekti ve insanların bahşettiği sevgiyi hak etmiyordum.

Empati.

İnsanı delirtebilecek kadar zorlayıcı bir eylemdi. Kendimi Çağın'ın yerine koyduğum anda ağlama isteği yüzüme kadar ulaşmıştı. Dudaklarım benden bağımsız titremiş ve kesik nefesler ile sakinleşmeye çalışmıştım.

"Yapmamalıydım." dedim bakışlarımı eskimiş parkelere dikerken.

"Yapmamalıydın." dedi aynı ifadesiz ses ile.

"Ama yaptım." 

Gerçeği dile getiren sesim ile Çağın elindeki şişeyi yavaşça yere bıraktı ve bedenini eskimiş koltuktan kaldırdı. Adımları parkelerin arasında gıcırtılara sebep olurken tam karşımda durdu ve göğüs kafesinin bakış açıma girmesini sağlayacak kadar yakınlaştı. O baştan çıkarıcı kokusu sigara kokusunun içinde bile burun deliklerime ulaştı ve usulca yutkunmama sebep oldu. 

"Bana bak Ada."

Güzelim yerine duyduğum ismim ile yaptığım hatayı daha da anlamamı sağlamıştı ve ona bakmaya çekinecek hale gelmiştim. Güzelim diye bana bağırmasını istiyor ama Ada demesini istemiyordum. 

Belki de farkında olmadan Çağın'ın davranışlarına alıştım ve onları görmediğim anda kendimi suçlu hissediyordum. Demir bile bana öyle soğuk bakmışken Çağın'ın bakışlarının solgunluğu ile baş edemezdim. Şu an bunu yapamazdım. 

"Bana bak dedim." 

Bu sefer emiri andıran cümlesi ile derin bir nefes aldım ve gözlerimi yukarı doğru kaldırdım. Buğulanmış buz mavileri hiçbir duyguyu içinde barındırmadan benim kırılgan gözlerime bulanmışken yavaşça yüzümü inceledi. Sanki bende bir farklılık varmış gibi her bir ayrıntımı parçalara böldü.

"Sana çok kızgınım." 

Biliyordum ama geçmişteki bir eylem için özür dilemek mantıksız geliyordu. O anda iç güdülerim ile hareket etmiştim ve Enes'in zarar görmemesini istemiştim. Çağın Gürsoy benim zihnimde her zaman güçlü bir adamdı, kimseye ihtiyacı yoktu ama Enes öyle değildi. O hepimizden daha kırılgandı ve onu gördüğüm anda koruma iç güdüm ortaya çıkmıştı.

"Seni cezalandırmak istiyorum."

Gelen cümle ile kaşlarım yavaşça çatık bir hal aldı ve o anda buz mavilerinin ne kadar kendinden emin olduğuna baktım. Kemikli parmakları usulca çenemi kapladı ve alkol ile sigaraya bulanmış nefesi ciğerlerimin içine doldu. Bu haldeyken bile beni etkileyen bu adama ne diyeceğimi bilemezken onun hareketinin bir yansımasını yaparak yeşermiş sakallarına parmaklarımı koydum. 

Ona uyum sağlamış olmam dudaklarının yukarı doğru kıvrılmasını sağladı ve bir eliyle bedeni bedenime yasladı. Sert bedeni artık tamamiyle beni kaplamıştı ve zihnimdeki tüm düşünceler bulanıklaşmıştı. Artık yapabileceğim hiçbir şey yok gibi öylece durmaya başladım. 

"Seni öyle cezalandırmak istiyorum ki..."

Kulağıma dolan küçük mırıltılı ile boynumu geriye doğru attım ve sanki beni cezalandır dercesine kendimi ona gösterdim. Tüm bu hareketlerim benden bağımsız bir yöne doğru gidiyordu ve o tensel anda sadece işaretleri kullanıyorduk. O beni kendine çekiyor, ben ise kokusunu içime çekiyordum.

Çağın Gürsoy'un tenine bulanmak istiyordum.

"Belki de o puslu gözlerin kör olmalı tehlikeli kadın."

Sanki bir karara varmak istercesine sesli düşünüp benimle oyun oynuyordu. Adımlarıyla bedenimi yönlendirerek beni büyük yatağa çekiyordu. Odaya girmeden önce zihnimde duran kararlı düşüncelerim artık beni terk etmişken sırtım tıpkı onun istediği gibi yatak ile buluştu ve bana tepeden bakan adama kilitlendim.


Gittikçe bedenini bedenime çeken Çağın'ın etkisi altına girerken dudaklarının içindeki nefes dudaklarımı yalayıp kulağıma doğru ilerledi. Küçük dokunuşları beni çileden çıkartmıştı ve bunu bozarak elleri usulca bacaklarımı kavradı ve aşağıya doğru inmeye başladı. Ne yapacağını anlamamış bir halde dokunuşlarında yok oluyordum ve buz mavileri koyulaşarak gözlerime kenetlendi.

"Başka erkekleri göremeyecek kadar kör olmalısın." 

Öfkesi kulaklarımın içinde yankı bulurken çıplak ayaklarımı kaplayan ayakkabılarını sertçe çekti ve bedenini birden üstümden kaldırdı. Onun yokluğu ve ne yaptığını anlamamışlık ile öylece duruyordum ve Çağın bana bakmayarak odanın içindeki büyük şöminenin oraya gitti. Alevlerin parladığı şömine bakışlarım oraya kaymasını sağlarken Çağın'ın ne halde olduğunu görmüştüm.

Elmacık kemiklerindeki yara ilk defa alevler sayesinde gözüme çarpmıştı ve bu yara onu kırılgan yapacağına daha tehlikeli yapmıştı. Koyu altın rengi saçları alnına dağılmış, kirli sakalları gölgelere sığınmışken uzaktan bile belli olan gözlerini bana kilitledi ve ellerinde tuttuğu ayakkabıları alevlerin içine attı. 

Enes'in ayakkabılarını gözlerimin içine bakarak alevlerle buluşturdu. 

Yaptığım hareketin sonuçlarını daha yeni yaşayacağımı anlarken Çağın yanan ayakkabılara gözlerini kilitlemişti. Alevlerin ayakkabıyı yok etmesi Çağın'ın ifadesiz yüzüne bir duygu katmıştı ve sanki bundan zevk alıyor gibiydi. Bakışlarından bedenine doğru gözlerimi çevirirken alevin yarattığı gölgeler etkileyici bedenini bir tablo edası ile kaplamıştı. 

En sonunda yarattığı ölümcül sessizlik kulaklarımın içine dolarken adımlarını benden uzaklaştırarak kapının oraya gitti. Etkileyici sırtı onun görebileceğim tek yeri haline gelmişti ve tam kapının kolunu tuttuğu anda yavaşça bana döndü. Gözleri korktuğum gibi soğuk bakmazken daha ürkütücüydü. Sanki bu ifadesizlik bedenimin hatta ruhumun titremesini sağlamıştı.

Kelimeler artık anlamsız kalmıştı ve Çağın Gürsoy'un öfkesi bedenime bir zehir gibi yayılmıştı. Sorunlarımızın çözülmesi artık sadece onun panzehiri ile çözüm bulacak hale gelmişti ama Çağın buna hazır değildi.

Kapıdan çıkmadan önce dudaklarından çıkan son cümle ile ruhumun zehrine zehrini katmıştı.

"Su kadar berrak, ateş kadar yakıcısın Ada Solmaz."


1)Bölümü nasıl buldunuz?

2)Sizce Ada yanlış mı yaptı?

3)Çağın Gürsoy kızmakta haklı mı?

4)Bölümdeki favori karakteriniz kim?

5)Çağın Gürsoy'un ölümcül zehri mi yoksa Ada Solmaz'ın ölümcül sessizliği mi?

Yanıtlarınızı bekliyorum güzellerim.

Yeni bölüm 690 oy aldığında gelecek.

Bu bölüm biricik minnak okuyucum Ayşe'ydi. Yanımda olduğunu iliklerime kadar hissediyorum güzelim.

Eğer hikaye hakkında sorularınız var ise lütfen bana buralardan ulaşın;


İyi geceler güzellerim...

Y.Y














Czytaj Dalej

To Też Polubisz

1.1M 39.2K 22
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir, karanlık aşk türündedir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik...
933K 64.9K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
358K 22.9K 24
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
2M 120K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.