Varoluşun Hissi

By YamurYilmazlar

2.7M 152K 64.4K

"Ruhumu cezalandır güzel adam. Bedenimin hisleri tatmasını sağla. Bir Anka kuşu misali, Önce usulca yakmaya b... More

1.Bölüm- Iskald.
2.Bölüm- Fortid.
3.Bölüm- Sannhet.
4.Bölüm- Bar
5.Bölüm- Beklenmeyen
6.Bölüm- Oyuncak
7.Bölüm- Merhamet
8.Bölüm- Hayal Kırıklığı
9.Bölüm- Kırgınlığın Öfkesi
10.Bölüm- Ruh ve Beden
11.Bölüm- Tehlikeli Kadın
12.Bölüm- Geçmişin Gerçekleri
13.Bölüm- Gözyaşının Acı Yakarışı
14.Bölüm- Varoluş
15.Bölüm- Korkak Tehlike
16.Bölüm- Öldüren Yalnızlık
17.Bölüm- Kıskançlık
18.Bölüm- Duyguların Yoğunluğu
Geri Dönüş, Alıntı- İstanbul Tüyap
19.Bölüm- Ölü Bedenlerin Dirilişi
20.Bölüm- Ölü Ruhların Dirilişi
21.Bölüm- Zincirleri Kırmak
22.Bölüm- Katil
23.Bölüm- Arınma
25.Bölüm- Mürekkep
26.Bölüm- Panzehir
27.Bölüm- Şimşek
28.Bölüm- Güzel Adam
29.Bölüm- Kayıp
Bayram Özel Çekiliş
30.Bölüm- Aleksander
Hayal.
31.Bölüm- Öfke
32.Bölüm- İntikam.
33.Bölüm- Yalnızlık ve Ölüm.
34.Bölüm- Sonsuzluk
35.Bölüm- Tükenen Nefes
36.Bölüm- Kjærlighet.
Melankoli.
37.Bölüm- Håper.
38.Bölüm-Requiem.
39.Bölüm-Døden.
40.Bölüm- Begynnelse.
41.Bölüm- Mirakel.
Insomnia.
42.Bölüm-Metanoia.
43.Bölüm- Luna.
Sosyal Medya ve Whatsapp Grubu
44.Bölüm- Saudade.
45.Bölüm- Ethereal.

24.Bölüm- Yemin

65K 3.2K 1K
By YamurYilmazlar

İyi akşamlar güzellerim,

Nasılsınız?

Biliyorum istediğim bölüm oyları çok erken doldu ama bu aralar tedavi görüyorum. Maalesef bu tedavin yan etkisi ise yoğun baş ağrıları. Bu yüzden bir türlü kendimi toparlayamadığım için size bölüm yazamadım ama en sonunda buradayım. Umarım beni affedersiniz.

Bu bölüm yoğun ve uzun bir bölüm olduğu için yeni bölüm 720 oy aldığı anda gelecek.

Bu arada eğer yorumlarda kendinizi daha da gösterirseniz, hepinizle konuşmak çok isterim VH'ciler :)

Bölüm Şarkısı: Zayn feat. Taylor Swift- I Don't Wanna Live Forever

Nils Bech- O Helga Natt

Bölüm Resmi: Bölümden kareler ve Çağın Gürsoy

İyi okumalar güzellerim.

24.Bölüm- Yemin

Huzur.

Uzun süredir sahip olmadığım bir histi.

Tatmayı beklemediğim ama tüm bedenimde yayılmış bir virüs gibiydi. O küvetin içinde gözlerimi kapatıp kendimi Çağın Gürsoy'un bedenine hapsettiğimden beri huzurluydum. Gözlerimi açmaya korkuyor ve yoğun kokunun merkezine yani Çağın'ın boynuna kendimi daha da gömüyordum.

Belki de yıllardır yaşamadığım bir şekilde küçük bir kız çocuğu olmuştum. Ona sığınmış ve ilk defa düşüncelerimi kapatmış bir halde bedenine hapsolmuştum. Hayatımda ilk defa kendim olmuştum. Hatırlamadığım kadar uzun bir süreden sonra gözlerimden yaşların akmasına izin vermiştim. İçime saran zehirli sarmaşıklardan kurtulmuş ve ruhuma hak ettiği rahatlamayı vermiştim.

Uykunun derin ve mayıştırıcı hissine her geçen an daha kapılırken başımı okşayan kemikli parmaklar durmadan hareketlerine devam ediyordu. Yanımda olan varlığını belli ediyor ve bu rahatsız küvette çıplak bedenimi ona bırakmama ses çıkarmıyordu. Herkesten ve her şeyden uzaktayken sadece istediklerime boyun eğiyordu.

Farklı tarafını gördüğüm bu adam artık kaçılamayacak kadar gerçek bir hal almışken sadece sessizliğe gömülüyordum. Bundan sonra neler yaşanacağını düşünmek istemiyor ve o iğrenç geceyi hatırlamadan kurtulmayı hayal ediyordum. Evet, yakında düşünmem gerektiğinin farkındaydım. Yaşadığım o ağır gecenin hesapları ile uğraşmak istiyordum ama şu an kucağına yerleştiğim adam bunu yapmamı istemiyordu.

Daha doğrusu izin vermiyordu.

Bedenimi ve ruhumu usulca bıkmadan hatta hiç ses çıkarmadan temizledikten sonra düşünmemi istemiyordu. Kemikli parmakları saçlarımdan omuriliğime doğru yol alırken dikkatimi bilerek dağıtıyordu. Bana yaşattığı o inanılmaz dakikaları hatırlamamı istiyor ve geçmişi unutmamı saplıyordu.

"Dikkatimi dağıtıyorsun." diye uykulu bir ses ile mırıldandım.

Bu cümlem boyun girintisine saklandığım Çağın'ın hareketlerini daha da farkındalıkla yapmasına sebep olurken göremediğim dudaklarında günahı çağıran bir gülümsemenin yer aldığını biliyordum. O gülümsemenin hayalimde canlaması bile tüylerimin ürpersine sebep olacak kadar dikkat çekiciyken kendimi engelleyemiyordum.

Düşüncelerim artık karanlık bir yerdeki banyoya giderken buğday saçları ıslakla koyulaşmış, buz mavileri uyku ile bulanmış bir adam hayal ettim. Üzerinde kırılgan bir kız huzur bulurken güçlü bedenine hapsettiği bedeni elleriyle keşfeden birini düşündüm. Dudakları... O dolgun dudakları bir ip ile yukarı kıvrılmış ve karanlığın getirdiği gölgelere kilitlenmişti. O gölgeler sanki efendilerini tanırmış gibi saygılı olurken adam sadece gücü temsil ediyordu.

Çok az gerçekleştirdiği bu eyleme -daha doğrusu gülümsemeye- bütün varlıklar saygı duyuyordu.

"Hoşlanmadığını söyle güzelim."

En az benim kadar uykulu çıkan ses kulağıma güzel bir ninniyi anımsatırken omuzlarımı silktim ve daha da boynuna sokuldum. Tüm bedenim onun erkeksi kokusu ile rahatlamıştı ama daha fazlasını istiyor gibi davranıyordum. Bedenim çıplaklığını önemsemeden Çağın Gürsoy'a ait olmuş gibiydi.

"Konuşmadığın zaman daha çekicisin." dedim aynı mayışmış ruh halini üstümden atamazken.

Biliyorum dudaklarımdan çıkan kelimeler aslında gerçekleri dile getirmiyordu ama bunu Çağın'a söylemek istemiyordum. Aslında onun hiçbir hali beni rahatsız etmezken en çok konuştuğu zamanı seviyordum. Dudaklarından boş bir kelime çıkmasına izin vermiyor ve kelimelerin ne kadar değerli olabileceğini gösteriyordu. Böyle bir gecede bile farklı konuları konuşmamı sağlamıştı ve girdiğim o şoktan yavaş yavaş çıkmamı sağlamıştı. Ona karşı büyük bir borcun içine girdiğimi biliyordum ve konuyu dağıtmaya çalışıyordum.

"Bazen adının pinokyo olması gerektiğini düşünüyorum."

Mırıltılı sesi ile kendimi daha da boynuna gömdüm ve ne söyleyeceğimi bilemediğimi belli ettim. Sonuçta ben uzun ve sonsuz gelen bir süredir sadece yalan söylemeyi öğrenmiştim. Kimseye belli etmemek istediğim duyguları yalanlarım ile usulca örtmüştüm. Zamanla belki Pinokyo gibi burnum büyümemişti ama ruhum yavaş yavaş solmuştu. Aldığım darbeler ile kendimi hayata karşı kapatmıştım.

"Keşke bir masalın içinde olsam..."

İşte o soğumaya başlamış küvetin içinde çok kısa süredir tanıdığım adamın kollarında yıllardan beri dilediğim tek hayali söylemiştim. Bir masalın içine hapsolup sadece mutlu sonumun gelmesini istediğimi Çağın'a dile getirmiştim.

En sonunda kemikli parmaklarının hareketi söylediğim cümle ile yavaşlarken kendini düşüncelere adamış gibiydi. Beni kırmadan belki de bir yanıt arıyordu ama ben gerçekleri biliyordum bu yüzden yüzümü ona doğru kaldırdım. Tahmin ettiğim gibi bakan buğulu buz mavileri kendi gözlerimle odaklarken sudan dolayı buruşmuş parmağımı çenesine koydum ve başımı anlayışla salladım.

"Biliyorum Gürsoy, biz masalın içinde olamayacak kadar gerçekleri tattık."

Cümleler dudağımdan döküldükten sonra Çağın başını evet anlamında salladı ama sanki bir şey hatırlamış gibiydi. Ona yapışık bedenimi yavaşça suyun içinde kaydırdı ve aniden ayağa kalktı. Üzerinden akan suları umursamadan küvetin dışına çıktı ve odama girdi. Dolapların açılıp kapanan sesleri kulağıma iliştikçe Çağın'ın eksik varlığı ile bedenim titredi ve bacaklarımı kendime doğru çekip ısınmayı denedim.

Bu küçük çabam hiçbir işe yaramazken Çağın en sonunda elinde temiz gri bir kazak ile gelmişti. Bana çok büyük olacağı belli olan kazağı ve üstüne iliştirdiği siyah erkek iç çamaşırını görünce soran gözler ile ona baktım.

"Hadi seni giydirelim."

Suyun içindeki güzel saatlerin artık bittiğini fark ederek kafamı salladım ve ağrıyan bedeniminden sular süzülerek ayağa kalktım. Çağın'ın bakışları sanki bana saygı gösterir gibi başka tarafa odaklanırken dudaklarıma gözükmeyecek kadar küçük bir gülümseme canlamıştı. Ondan beklemediğim kadar nazik olan bu adama karşı göğüs kafesimin içinde bir sıcaklık yayılmıştı.

Bedenini arkaya çeviren adama son kez bir bakış atıp elindekileri yavaşça giymeye başladım. Sütyen giyemeyecek kadar zarar görmüş kaburgalarım ve hareketimi kısıtlayan bacaklarımı kullanarak en sonunda dizlerime kadar gelen gri bol kazağı ve iç çamaşırı giymiştim. Islak sarı saçlarım normalden daha koyu bir şekilde sırtıma yayılmışken sırılsıklam duran pantolonu ile hasta olabilecek Çağın'ın sırtına elimi vurdum. Yapılı omzu benim küçük parmağım ile anında bana dönerken üzerimi incelemesine izin verip konuşmaya başladım.

"Gidip üzerini değiştir. Bu halde dolaşma."

Bir anneyi andıran ama vicdanımın dile getirdiği cümle ile Çağın'ın dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrıldı ama dediğimi yerine getirmedi. Yorgun çıkan sesime ve zar zor ayakta duran bedenime baktı.

Aniden havalanmam ile şu sıralar en çok sevdiğim kokunun ana yerine burnumu bastırdım ve itiraz edecek gücüm kalmadığı için Çağın'ın beni odaya götürmesine izin verdim. Oda şimdi karanlığın yarattığı gölgelerin arasında çok daha iç karartıcı dururken açık olan pencerenin getirdiği uğultuyu dinlemeye başladım. Bu ses nedense yaşadıklarımın bir yansımasını hatırlatıyordu ve bedenim istemsizce Çağın'ın bedenine daha da sığınmıştı.

Karanlığın içinde nefesim gittikçe daralmaya başlarken gözlerimi kapatmak nedense imkansız gibiydi. Yanımda Çağın olduğunu bilmeme rağmen bir tarafım telaşlanıyordu ve Çağın da bunu anlamış gibi bakışlarını üstüme kilitledi.

"Güzelim."

Bir soru kadar çok duyguyu barındıran kelime ile sesimi çıkarmadım ve sadece ait olduğum yerde hafifçe kıpırdadım. Huysuz ve korkan ruhum için sessizce durdum. Evet, şu an sergilediğim tavırlar içimdeki küçük kız çocuğunun hareketleriydi. Onu neredeyse öldürdüğüm o gecenin hatrına onun istediklerini dile getiriyordum ama kendimi engelleyemiyordum.

"Senden bir şey isteyebilir miyim?" dedim dudaklarımdaki kuruluğu yok etmeye çalışarak.

Çağın sessizce kafasını salladı ve anlayışlı bakışlar ile öylece durdu. Sanki kucağında beni taşımıyormuşçasına kuracağım cümleleri beklemeye başladı.

"Bu gece bana kitap okur musun?"

Belki de isteğim onu şaşırtmıştı ama Çağın bunu hiçbir şekilde belli etmedi. Ondan isteyebileceğim binlerce istek varken ben en değişik olanını istemiştim ama buna ihtiyacım vardı. Yıllar öncesine ait anılarım gözlerimin önüne gelirken sadece bunu istiyordum.

Küçük bir çocukken yaşadığım o yegane huzurlu anıya kavuşmak istiyordum. Babamın beni sevdiği zamanları hatırlarken Çağın'ın bana kitap okumasını istiyordum. İçimdeki küçük kız çocuğunun mutlu olmasını istiyordum. Masalların gerçek olmadığını biliyor ama eski anılarımı canlandırmak istiyordum.

Benim ruhumu parçalara ayıran o adamı değil, bir zamanlar beni sevgiyle göğsünde barındıran babamı hatırlamak için bunu istiyordum.

Bu isteğim Çağın'ın kabul edebileceğini kadar basitken yavaşça yatağın üstüne yatırıldım. Çağın bozulmuş yorganı düzelterek üstüme örttü ve dolabın içine doğru ilerledi. Yıllardır gelmediği belli olan bu odanın içini keşfedercesine birkaç kutu çıkarttı ve bulduğu yaprağı solmuş kitap ile bana döndü.

Bu karanlıkta kitabın ne olduğunu göremesem bile Çağın'ın içinde bir heyecan olduğunu hissettim. Sanki o da anılara gitmiş gibiydi ve üzerinin sırılsıklam olduğunu bile unutmuştu.

"Üstünü çıkar." dedim kendimi engelleyemezken.

Tabi bu isteğim farklı bir anlamı içerebilecek kadar açık olmuştu bu yüzden bakışlarımı kaçırmış ve Çağın'ın alaycı ifadesini görmemek için saklanmıştım. Böyle bir adama üstünü çıkar demek en son yapılması gereken hareketti ama düşünmemiştim. Sadece benim yüzümden hasta olmasını istemiyordum.

"Soyunmamı mı istiyorsun güzelim?"

Sesi her zaman sevdiğim o tona bürünmüşken elimle yanımı vurdum ve gelmesi için beklemeye başladım. Yatağın ucuna koyduğu kitapa tekrar bakış atıp kotunu bacaklarından sıyırmaya başladı. Bu güzel manzara sadece erkeksiliği vurgularken bakışlarımı bir türlü ondan alamamıştım.

İlk defa tam anlamıyla onun vücudunu görüyordum. Gerçekten her erkeğin sahip olmak isteyeceği ve her kızın dokunmak isteyeceği o bedenden bakışlarımı ayıramıyordum. Geniş omuzları, ince beli ve karanlıkta gölgelerin arasında kalmış kasları ile Çağın Gürsoy hak ettiği her iltifatı üstüne alınabilirdi. Sarı ıslak saçları önüne asi birkaç tutamı salmışken köşeli çenesi her zamanki gibi sertliğini vurguluyordu. Bacakları spora vakit ayırdığını belli edecek kadar kaslı ve uzunken bıraktığı pantolonu ile en sevdiğim buz mavileri bana kilitlendi.

Bundan sadece yarım saat önce onun kucağında çırılçıplak olduğumu hatırladıkça ne hissedeceğimi bilemiyordum. Böyle bir adamın benim için yaptığı onca güzel detayı düşündükçe kendimi ondan uzaklaştıramıyordum. Dudağı patlamış ve bedeni yaralar ile kaplanmış bir kadına kendini özel hissettirmişti Çağın Gürsoy. Hak edip etmediğimi bildiğim hisler bahşetmişti bana.

En sonunda gözlerimle anlattığım tüm bu gerçekleri gördüğünü belli ederek usulca yanıma geldi. Büyük bedeni kocaman yatakta kendi varlığını hissettirirken güzel kokusu tam yanıma geldi ve elindeki kitabı görebileceğim şekilde gösterdi.

Şeker Portakalı.

Günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü.

Bu tanıdık gelen hikaye ile dudaklarımın üstüne hüzünlü bir gülüş ortaya çıkarken Çağın kollarıyla beni kendine çekti. Laf edemeyeceğim bir uysallık ile çıplak göğsüne başımı koydum ve gözlerimi kitabın sayfalarına diktim. Yıpranmış sayfalar okunmuşluğun izleri taşıyorken Çağın parmakları ile anılarını keşfediyor gibiydi.

"Çok uzun zaman oldu." dedi küçük bir fısıltı ile.

"Senin miydi?"

Hiçbir zaman geçmişini bilmediğim adam yavaşça kafasını salladı ve kemikli parmaklarını sayfalarda gezdirmeye devam etti. Anılarını keşfe çıkan ruhu hiçbir şekilde beni duymuyormuş gibi hareket ederken neredeyse tüm sayfaları teker teker çevirdi. Gördüğü bir yer ile en sonunda yavaşça durdu ve bir elini saçlarıma koyup okumaya başladı.

"Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum. Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi."

Okuduğu cümlenin derinliği ile derin bir nefes aldım. Zihnim hatırlamak istemediğim gecenin anılarına doğru hızlı bir yolculuk gerçekleştirirken kendimi görüyordum. Babamın başında duran bedenimi hatırlıyordum. Acının gerçek anlamını keşfettiğim o ana dönüyordum.

Öfke.

En kuvvetli ve en saf duygu.

Artık zihnimde bir tek bunu düşünüyordum. Yıllardır bana yaptığı tüm kabusları hatırlıyor ve cezasını almasını istiyordum. Sonuçta öfke doğruIuğun sınırIarı dışındaydı. Bu tutku dolu duygu, yaInız işIerine akıIIarıyIa bağIanmayan insanIarın işine yarardı ve ben şu an mantıklı düşünmüyordum.

Televizyona bakan gözler artık kapanmaya yüz tutmuş ve o pislik en sonunda uyuyakalmıştı. Hiç ses çıkarmayacak şekilde bedenimi kendi kanımla bulanmış parkeden yavaşça kaldırdım. Artık acıyı hissetmiyordum ve tek bir yere odaklanmış.

Koltukta sırt üstü yatan o iğrenç yaratığa.

Bakışlarım onun yanında duran tüm o yiyecek artıklarına ve boş bira şişelerine kayarken zor da olsa hareket ederek baş ucuna geldim. Gördüğüm iğrenç yüz uykunun o derin mahmurluğuna kavuşmuştu ve yanına eğilerek elime boş bir bira şişesi aldım.

O herif kendi silahı ile cezalandırılmayı hak ediyordu.

Artık bira şişesi parmaklarımın arasında istemediğim bir şekilde titremeye başlamıştı ve nefes almam her geçen anda zorlanıyordu. Bir insanın belki de yaşayabileceği en zor anı yaşıyordum. Bu an öyle bir andı ki, öfke bile yetersiz gelmeye başlamıştı. Bakışlarım o adamın bu kadar yakınında dururken öfke artık hafif bir duygu gibi gözükmeye başlamıştı ve artık hayal ettiğim sahneyi usulca gerçekleştirdim.

Elimin içinde titreyen şişe en sonunda ait olduğu yere babamın kafasına doğru sarsak bir şekilde iniş yaptı. Parçalanan cam parçaları elimin içinde derin yaralara sebep olurken babam olacak o adamın başını kan içinde bırakmıştı. Derin yaralardan akan kan ile koltukta yatan beden hareketlerini durdurdu ve babamın eli yavaşça yana düştü.

Kulağıma gelen hafif horultusu artık hiçbir şekilde ulaşmazken gözlerimden usulca birkaç damla yaş aktı. Yıllardır hayal ettiğim sahne sanki en sonunda gerçekleşmişti. Oyunun sonuna gelmiştik ve bana acıyı öğreten o adama cezasını vermiştim.

Peki neden iyi hissetmiyordum?

O iğrenç adamın soluğunun kesilmesi beni neden mutlu etmemişti?

Ellerimden akan kan onun iğrenç kanı ile usulca birleşirken neden hayal ettiğim o hisse kavuşamamıştım?

En sonunda acılar ile ayakta kalamayacak gibi duran bedenimi yere bıraktım. Zihnimde ve ruhumda tek bir kelime durmadan tekrarlanıyordu ve artık hiçbir şey görmüyordum. Elimde damlayan kanlar ile bir tekerleme gibi kendime ait hissettiğim kelimeyi tekrarlamaya başladım.

Tik tak.

Katil.

"Onu öldürdüm değil mi?

Dudaklarım nefes almakta zorlanarak bu cümleyi kurarken Çağın beni iyice kendine çekti. Kokusu ruhumun yavaşça sakinleşmesini sağladı ve varlığını tüm benliğimde hissettirdi. Başıma koyduğu küçük öpücük bedenimin iyice top gibi olmasına sebep olurken küçük ellerimi onun bedenine sıkı sıkı sardım.

"Uyuyalım. İnsan uyudu mu her şeyi unutur."

Çağın kitabın en sevdiğim alıntısını okuduktan sonra başımı salladım ve yorgun düşen bedenimi en sonunda uykunun huzurlu kollarına bıraktım.

-------------------------------------

(Lütfen bunu dinleyerek okuyun.)

Güneşin parlak ışıkları yüzüme doğru vururken yalnızdım.

Bu yalnızlık alışık olduğum bir yalnızlıktı ama dün geceden sonra kendimi garip hissetmiştim. Bedenimi saran sıcak bedeni düşündükçe ilk defa yalnız uyandığım için mızmızlanmak istemiştim. Yanımdaki o derin boşluk ruhumun bir yerlerinin eksik olduğunu hissettirse de bacaklarımı yavaşça yataktan sarkıttım.

En sonunda karanlıktan kurtulmuş benliğim güneşin ışıkları ile kendine gelmişti. Yaraları iyileşmemiş olan bedenimdeki hafif ağrılar ile daha önce keşfetmediğim evde yavaş yavaş yürümeye başladım. Büyük bir yer olduğu ilk andan belli olan yerde benim odam gibi birkaç tane daha odaya sahipti. Kapıları kilitli gibi duran bu odaları es geçtim ve ahşap merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başladım.

Kulağıma dolan klasik müzik anlamadığım bir dilde evin içinde yankı yaparken müziğin olduğu yere doğru ilerledim. En sonunda mutfakta yemek yapmaya çalışan ve sadece iç çamaşırı ile duran bir Çağın Gürsoy görmem ile kapının pervazına tutundum.

Dudaklarından döküldüğünü fark etmediği şarkıyı sanki farklı bir yere gitmiş gibi söyleyen Çağın ile şarkının aslında bir ilahi olduğunu fark ettim. Birçok hissi barındıran ve acıyı hissettiren bir müzikti ve Çağın içinde kaybolmuştu. Yaktığı yumurtaları temizlerken bile ortalığı nasıl batırdığının farkında değildi.

"Yardım etmemi ister misin?"

Bu sahneyi her ne kadar bozmak istemesem de ortalık daha da batmadan müdahale ihtiyacı duymuştum. Adımlarımı Çağın'ın olduğu yere getirdim ve son dakika yakmak üzere olduğu yumurtaları ocaktan çektim. Bir karmaşayı andıran bu yer Çağın'ın evde neden yemek yapmadığını açıklarken dudaklarımdaki varolduğu belli olmayan gülümsemeyi yaşadım.

"Evde neden yemek yapmadığın belli Gürsoy."

Çağın ilk defa utanan bir şekilde saçlarını karıştırdı ve koyu granite bedenini yasladı. Bu rahatsız durumdan kurtulmak için çevresine bakındı ve ben de çaktırmadan bu anın tadını çıkardım.

En sonunda ilahinin getirdiği ortam sanki ona fazla geliyormuş gibi koca bir pikabın yanına gitti ve kapatmak için uzandı. Bedenimi ve ruhumu rahatlatan bu müziğin bitmesini istemeyerek Çağın'ı hızlıca durdurdum ve sadece sesin hafifçe azalmasına izin verdim.

"Bu hangi dil?" dedim ilahiye ithafen.

Çağın bu konu ile gözlerini uzağa doğru dikti ve kollarını göğsünde kavuşturdu. Buz mavileri yoğunluk ile kavrulurken sessizce bir nefes aldı ve sonunda bakışlarını bana çevirdi.

"Norveççe."

Neredeyse hiç bilmediğim bu dile hakim olduğu belli olan Çağın'a dikkatli bir şekilde baktım ve tavanın içindeki kurtulamayacağını anladığım yumurtaları çöpe döktüm. Sonunda çöpe attığım yumurtalardan arınmış olarak buzdolabına yönelip yenilerini çıkarttım ve etrafı toparlayarak yumurtaları pişirmeye başladım.

"Norveççe biliyor gibisin." dedim konuyu biraz daha açmak istediğimi belli ederek.

"Annem Norveçli."

Gelen cümle ile kaşığı granite bıraktım ve şaşkın gözler ile Çağın'a döndüm. Naz hiçbir zaman Norveçli olduğundan bahsetmemişti ama Çağın annesinin Norveçli olduğunu söylüyordu. Bu yeni bilgi ile şaşkınlığı üstümden atamazken gözlerimi buz mavilerine kilitledim.

"Ben bilmiyordum. Yani Naz hiç bahsetmemişti."diyerek kelimeleri dudaklarımda geveledim.

"Çünkü Naz'ın annesi Norveçli değil."

Yeni bir şokun daha bedenime girmesine usulca izin verdim ve şaşkınlılığımı bir türlü üstümden atamadım. Kelimeler zaman sayesinde en sonunda anlam kazanırken aklıma sadece bir soru gelmişti.

Çağın ve Naz kardeş değil miydi?

Abi ve kardeş ilişkisine sahip bu iki insan birbirine bağlı değil miydi yani? Bozulduğumu ve her şeyi yeni anladığımı belli etmemeye çalışarak bakışlarımı Çağın'a çevirdim. Aslında Naz ile ne kadar farklı oldukları şu an bile bariz bir şekilde göz önündeydi. Çağın buz mavisi gözleri ve sarı saçları ile gerçekten yabancıları andırırken Naz kahverengi saçlı ve yemyeşil gözlüydü. Bu ikisine baktığın anda benzer olmadıklarını dış görünüşleri vurguluyordu.

"Yani siz kardeş değilsiniz." dedim duruma açıklık getirmek isteyerek.

"Kardeş olmak için kan bağı gerekli olduğunu asla düşünmedim."

Belki cümlem ona kırıcı gelmişti ama bunu belli etmeyerek dudaklarından bu cümleyi çıkarmıştı. Biliyordum, kan bağı benim içinde asla gerekli bir unsur olmamıştı ama bunu yanlış dile getirmiştim. Yıllardır Enes benim ailem olurken ne bir kan bağı ne de başka bir şey gerekmişti ve bu yüzden Çağın'ı anlıyordum.

"Yine de tam olarak anlamak istiyorsan ben evlatlığım. Naz doğmadan önce aileye geldim."

O bakışlarındaki derinliğin yeni ailesine kavuşmadan önce oluştuğunu hissederken pişen yumurtaları en sonunda tabağa koydum ve şaşırtıcı bir şekilde dolu olan buzdolabından diğer kahvaltılıkları çıkardım. O anda aklımda oluşan binlerce soru nedense kendimi düşünmemi engellemiş ve Çağın'dan yüzlerce kelime duymak istemiştim. Yine de şu an ruhu gard almış bir haldeydi ve zorlamamam gerektiğini biliyordum. Aynı tavırlara sahip biri olarak artık tam anlamıyla hazır olan kahvaltıya oturmamızı sağladım.

Sessizlik ile geçen kahvaltı ve patlamış dudağımın verdiği rahatsızlık ile iştahım kaçarken çalmakta olan ilahi en sonunda son bulmuştu. Artık derin sessizliğin varolduğu odada durmak istemezken bakışlarımı telefonu ile oynayan Çağın'a çevirdim. Yüzü ekranın ışığı ile parlamış bir halde keskin hatlarını gösteriyordu ve telefonda hoşlanmadığı bir şey olduğu kesindi.

"Gitmemiz gerekiyorsa artık dönebiliriz." dedim hiç istemeyerek bu cümleyi söylesem de.

Çağın bir an telefonundan gözlerini kaldırdı ve başını hayır anlamında salladı. Bu küçük yanıt bile benim gerçekliğe dönmeyeceğim için deli gibi mutlu ederken kirlenmiş boş tabakları toplamaya başladım. Ağrım ile hareketlerim ne kadar kısıtlı olsa da elime büyük reçel kavanozunu aldım ve granite yavaşça taşıdım. Kaburgama giren keskin acı kendimi zorladığım için durmamı istemişken Çağın tam karşıma geçti.

Bedeninden gelen güzel yoğun koku ve çatık duran kaşları ile yaptığım hatayı fark etmiş gibiydi. Büyük bir kavanozdan hakkım olmayan kurabiyeyi çalmış gibi utanırken Çağın bedenimi birden yukarı doğru havalandırdı ve itirazlarımı kabul etmeden yukarı doğru çıkmaya başladı.

Gittikçe alışmaya başladığım bu hareket ile sesimi çıkarmayı keserken sessiz odaya gelmemiz ile burada kalmak istemediğimi fark ettim. Dışarısı anladığım kadarıyla inanılmaz güzel bir yerdi ve etrafı gezmek istiyordum. Kapalı ve loş bir odada kalmak hiç ama hiç istemiyordum.

"Burası çok sıkıcı." dedim isyanımı belli ederek. Çağın dediğimi umursamayarak yorganı üstüme çekti ve telefonunu eline aldı. Bilinçli bir ebeveyni andıran bu tavırları sinirlerimi bozarken istediğini alamayan küçük bir çocuk gibi olmuştum. Normalde yapmadığım bu tavırlar ilginç bir şekilde beni rahatlatmıştı.

"Yapmam gereken birkaç telefon görüşmesi var. Daha sonra seninle bir şeyler yaparız. Anlaştık mı?"

Karşı çıkamayacağımı bildiğim için göğsümde kollarımı kavuşturdum ve bakışlarımı onun dışında başka yere çektim. Bu tavrım yüzünden kulağıma dolan erkeksi bir ses ile Çağın dudaklarını başımı üstüne kondurdu. Kokusu tekrar burun deliklerime dolmuş bu adam içimde hissetmediğim duyguları tetiklemişken gözlerimi kapattım ve telefon görüşmelerinin bitmesini beklemeye karar vererek saniyeleri saymaya başladım.

10 saniye.

Hemen gelir zaten.

120 saniye.

Birkaç görüşme ne kadar sürer ki?

360 saniye.

İş adamı Çağın Gürsoy!

650 saniye.

Yeter artık ama ya!

10 dakikayı aşmış ve hala gelmemiş olan Çağın yüzünden artık iyice sıkılırken üstümdeki yorganı attım ve bacaklarımı yataktan aşağıya sallandırdım. Ondan gizli bir şekilde konuşmaları bitene kadar etrafı gezmek mantıklı bir karar olarak zihnimde canlandı ve Çağın'ın sesinin geldiği yerden uzak durarak aşağı kata indim. Ana kapıyı açmak çok ses çıkartacağı için evin içerisinde gezme kararı alarak adımlarımı şekillendirdim.

Büyük ve sıcak havası olan ev, kışlık olarak da kullanıldığını belli edercesine şöminesi ve mobilyalarını ile dizayn edilmişken Çağın'ın neden uzun süredir buraya gelmediğini merak ediyordum. Evet, ev temiz ve bir o kadarda düzenli duruyordu ama bir şeyler eksikti. Çağın'ın bakışları uzun süredir burada olmadığını belli ediyor ve o kitabı bulduğundaki yüz ifadesi bunu destekliyordu.

Naz'ın ailesini aslında ait olmayışı ve annesinden bahsederken aldığı yüz ifadesi ile Çağın'ın mutlu bir geçmişi olmadığını anlamıştım. Benimle tanıştığından beri yaşadığım acılar hakkında hep söz sahibi olmak istemişti, peki ona ne yaşamıştı?

Çağın Gürsoy'un geçmişinde neler olmuştu?

Her zaman kelimeler ile oynayan bu adam en az benim kadar yaralı duruyordu. Hatta benden daha kötü bir yaşama ait olduğunu düşündükçe nefes alamaz hale geliyordum. Aylardır onu şımarık bir adam olarak eleştirmiş ve işime burnunu sokmamasını istemiştim ama hata yapmıştım.

Bir insanı dış görünüşüne göre yargılamıştım.

Yıllardır bana yapılanı belki de ben başkasına yapmıştım. Bunu hissi ile içimde yoğun bir rahatsızlık filizlenirken adımlarımı alt kata çevirdim. Bodrum olduğunu belli eden bu yer yoğun bir klor kokusuna ev sahipliği yaparken kilitli olmayan büyük kapıyı açtım.

Karşıma çıkan manzara hem mükemmel hem de olması imkansız gibi dursa da adımlarımı içeri attım. Kocaman içinden sıcak buharların çıktığı bir havuzun olduğu yere girmiştim. Tertemiz olduğunu belli eden su içine girilesi bir şekilde dururken çıplak ayağımı yavaşça suyun içine değdirdim.

Sımsıcak su bana dün gecenin yoğun hislerini anımsatmışken gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Artık ateşle oynadığım tüm o anlar zihnimde belirmişti ve içimde sadece bir düşünce vardı.

Daha fazlasını istiyordum.

Hissettiğim o yoğun duyguların daha fazlasını istiyordum. Hayatımı düşünmediğim o birkaç dakikaya tekrar ulaşmak istiyordum. İlk defa ne hissettiğimi düşünmeden hareket etmiştim ve Çağın Gürsoy bana istediklerimi vermişti. O yoğun bakışları ile bedenimi kavurmuş ve dudaklarından çıkan güzelim kelimesi ile ruhumu parçalamıştı.

"Burada ne yapıyorsun?"

Arkamdan gelen ses ile daldığım düşüncelerden bir anda çıktım ve daha ne olduğunu anlayamadan kendimi sıcak suyun içinde buldum. Yaşadığım heyecan ve boğazıma kaçan klorlu sular ile su yüzüne çıkarken sinirle Çağın'a baktım.

Sarı saçları duştan çıkmış gibi ıslakken üzerini değiştirmiş ve elinde tuttuğu telefonla oynuyordu. Gecikmesinin nedeni belli olurken alaycı bakışları bir an olsun bile benden ayrılmadı.

"Demek yüzmeyi seviyorsun güzelim."

Söylediği cümle daha da sinirlenmemi sağlarken kaşlarım çatık bir şekilde durmaya devam ettim. Benimle eğlenen suratına yapıştırmak istediğim bir yumruk elimin içinde canlanırken aklıma gelen fikir ile ifademi korumaya devam ettim.

İşte şimdi Çağın Gürsoy'u kendi oyununda yenecektim.

"Ahhh!"

Bedenimi suyun içine batırarak sanki boğuluyormuş gibi hareket etmeye başladım. Sonuçta yıpranan bedenim ile bu olası bir durum haline gelmişti ve Çağın'ın içinde yatan gizli kahraman kesinlikle bu planımı yiyecekti. Bunu bilerek daha da çırpınmaya başladım ve suya dalış sesinin gelmesi ile sırıtarak dışarı çıktım.

Belimi anında kaplayan eller dudaklarımdan bir kahkaha çıkmasına sebep olurken Çağın'ın omuzlarına elimi koydum ve dinlenmek için yüzeye çıktım. Islaklıktan koyulaşan saçlar ve su ile rengi açılmış gözler bana telaşla bakarken bir elimi çenesine koydum ve küçük bir çocuk severmiş gibi hareket ettirdim.

"Demek yüzmeyi seviyorsun Gürsoy." dedim alaycı sesim ile.

En sonunda Çağın ne yaptığımı anlamış bir şekilde kaşlarını çattı ve ona tutunan kollarımı üzerinden çekti.

"Al bakalım!"

Güçlü parmakların beni suyun içine batırması ile alamadığım nefes ile çırpınmaya başladım. Birbirimize yapacağımız tüm su şakalarını bir dakika içinde gerçekleştirdiğimize inanamazken yüzeye çıkartıldım ve öksürerek nefes aldım.

"İnanamıyorum sana, boğuluyordum !"

Zor da olsa söylediğim cümle ile Çağın haince sırıtmaya devam etti ve belime ellerini koyarak beni kendine çekti. Artık nefes almam gerektiği için bir süre sesimi çıkartmadım ve bana dikkatle bakan gözlere gözlerimi çevirdim. Artık sırıtmayı kesmiş ve yakınlığı ile beni kendine bağlamış adamın klorundan altında bile belli olan kokusuna sığındım.

Bu küçük hareketim ile Çağın bedenimi bedenine tam anlamıyla yaslarken ağır gelen kazağın rahatsızlığı yüzünden Çağın'a baktım. Bunu hemen anlayan Çağın izin istercesine tüm suyu üstüne çeken kazağı tek seferde çıkarttı.

En sonunda suyun içinde kalan yarı çıplak bedenim nedense Çağın'ın karşısında bana rahatsızlık vermezken ben de Çağın'ın beyaz tişörtünü çıkarmak için harekete geçtim. Dün gece ki gibi bedenlerimiz arasında bir kumaşın olmasını istemeyerek eyleme geçmişken ikimizinde üstünün çıplak kalması ile Çağın tekrar bedenimi bedenine yasladı.

Buz mavileri dün gece tattığım gibi koyu bir renge bulanmışken parmaklarımı çenesine koydum ve çıkmaya başlamış sakalların üstünde gezdirdim. Bu küçük hareket Çağın'ın hoşuna gitmiş gibi gözlerini kapatmasına sebep oldu ve ben de bu andan istifade ederek ıslak dudaklarımı yavaşça çenesine kondurdum.

İlk defa bir erkeğe karşı düşünmeden sadece hissederek hareketlerimi gerçekleştirirken Çağın'ın belimi tutan eli istemsizce sıkılaştı. Bu hareketi acı ama bir o kadar da şehvetli bir inlemenin dudaklarımdan kaçmasına sebep olurken Çağın anında hareketlerimizi ele geçirmişti.

"Çağın..."

Dudakları kulağımdan boynuma usulca öpücükler kondururken başımı geriye atmış ve bacaklarımı sert beline dolamıştım. Artık çoğalan her bir öpücük bedenimi kayan bir hissi ortaya çıkarmıştı ve tek düşünebildiğim o dudakların hep üstümde olmasıydı.

"Güzelim..."

Hırıltılı güzel ses ile artık kendimi frenleyemezken Çağın'ı sarı saçlarından yukarı doğru çektim ve anında dudaklarımın dudaklarını bulmasını sağladım. Bu hareketim sayesinde artık istediğimiz sahne gerçekleşirken dolgun dudaklarının tadını çıkarmaya başladım. Üst dudağı alt dudağımı ısırarak kendine doğru çekerken yaranın olduğu yere hala değmemeye çalışıyordu.

İçindeki bu merhamet artık kaldıramayacağım kadar yoğun olmuşken kendimi ve Çağın'ı suyun içine doğru çektim.




Birbirimize nefes veren dudaklarımız ahenkle anı yaşamaya devam ederken gittikçe dibe doğru iniyorduk ve umursamıyorduk. Dolgun dudağı ruhumu sömürürcesine ona ait olmuşken ellerimi yanakları üzerinde sabit tutuyordum. Suyun içinde sadece duygularımızı hissederek hareket ederken Çağın artık nefes alamayacağımı düşünerek belimden tutarak yukarı çıkmamızı sağladı.

Nefes nefese kalan bedenlerimi bu yoğun anın etkisinden bir türlü çıkamazken kollarımı Çağın'ın boynuna doladım ve alnımı alnına yasladım. Buz mavisi gözler aynı benimkiler gibi koyulaşmış bir halde bakarken Çağın dudağıma küçük bir öpücük bıraktı ve nefesi nefesimi yalarken hırıltılı bir ses ile konuştu.

"Sana yemin ediyorum."

Ne diyeceğini heyecanlı ve bir o kadar da gergin bir şekilde beklerken Çağın yüzüme yapışan saçlarımı arkaya doğru yatırdı. Alnı alnımdan bir an olsun bile ayrılmazken bu sefer de saçlarıma bir öpücük bıraktı ve dudaklarımın üzerine doğru gelen nefesi ile son kez konuştu.

"Kelimelerim ruhunu, dudaklarımda bedenini yavaş yavaş temizleyecek güzelim."


1)Bölümü nasıl buldunuz?

2)Sizce o gece neler yaşandı? Ada'nın babasına ne oldu?

3)Çağın ve Naz'ın kardeş olmadığı ortaya çıktı. Aklınıza gelen fikirleri öğrenebilir miyim?

4)Çağın ve Ada çifti hoşunuza gidiyor mu?

5)Son olarak da içindeki küçük kız çocuğunu yaşatmaya çalışan Ada Solmaz mı yoksa merhameti ile geçmişi silen Çağın Gürsoy mu?

Cevaplarınızı bekliyorum güzellerim...

Son Hatırlatma: Yeni bölüm 720 oy aldığında gelecek :)

Bana ulaşabileceğiniz yerler;

Instagram/Snapchat: yagmuryilmazlar

AskFm: yagmuryilmazlar

İyi akşamlar...

Y.Y

Continue Reading

You'll Also Like

363K 23.4K 24
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
935K 65K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
194K 9.6K 20
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
7.2M 417K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...