Varoluşun Hissi

By YamurYilmazlar

2.7M 152K 64.4K

"Ruhumu cezalandır güzel adam. Bedenimin hisleri tatmasını sağla. Bir Anka kuşu misali, Önce usulca yakmaya b... More

2.Bölüm- Fortid.
3.Bölüm- Sannhet.
4.Bölüm- Bar
5.Bölüm- Beklenmeyen
6.Bölüm- Oyuncak
7.Bölüm- Merhamet
8.Bölüm- Hayal Kırıklığı
9.Bölüm- Kırgınlığın Öfkesi
10.Bölüm- Ruh ve Beden
11.Bölüm- Tehlikeli Kadın
12.Bölüm- Geçmişin Gerçekleri
13.Bölüm- Gözyaşının Acı Yakarışı
14.Bölüm- Varoluş
15.Bölüm- Korkak Tehlike
16.Bölüm- Öldüren Yalnızlık
17.Bölüm- Kıskançlık
18.Bölüm- Duyguların Yoğunluğu
Geri Dönüş, Alıntı- İstanbul Tüyap
19.Bölüm- Ölü Bedenlerin Dirilişi
20.Bölüm- Ölü Ruhların Dirilişi
21.Bölüm- Zincirleri Kırmak
22.Bölüm- Katil
23.Bölüm- Arınma
24.Bölüm- Yemin
25.Bölüm- Mürekkep
26.Bölüm- Panzehir
27.Bölüm- Şimşek
28.Bölüm- Güzel Adam
29.Bölüm- Kayıp
Bayram Özel Çekiliş
30.Bölüm- Aleksander
Hayal.
31.Bölüm- Öfke
32.Bölüm- İntikam.
33.Bölüm- Yalnızlık ve Ölüm.
34.Bölüm- Sonsuzluk
35.Bölüm- Tükenen Nefes
36.Bölüm- Kjærlighet.
Melankoli.
37.Bölüm- Håper.
38.Bölüm-Requiem.
39.Bölüm-Døden.
40.Bölüm- Begynnelse.
41.Bölüm- Mirakel.
Insomnia.
42.Bölüm-Metanoia.
43.Bölüm- Luna.
Sosyal Medya ve Whatsapp Grubu
44.Bölüm- Saudade.
45.Bölüm- Ethereal.

1.Bölüm- Iskald.

220K 5.7K 2.5K
By YamurYilmazlar

Herkese merhaba,

Öncelikle bana birkaç dakikanızı ayırırsanız size birkaç cümle söylemek istiyorum. Ben bu platformda yaklaşık olarak bir senedir varım. Acısıyla, tatlısıyla bir wattpad serüvenine giriştim. Her ne yaşarsam yaşayım buraya olan bağlılığımı asla bırakmadım çünkü wattpad'e bağladığın anda geri dönmek için dakika sayar hale geliyorsun.

Sonuç olarak burası benim için farklı bir aile oldu. İmkansız'dan sonra Varoluşun Hissi'ne başladım ve bütün hatalarımdan tecrübe çıkartarak yeni hayal dünyama giriştim. Evet, bu hikayede beğenmediğiniz hatta nefret ettiğiniz yerler çıkacaktır ama sizden tek istediğim tüm bunlar söylerken güzel bir dile başvurun.

Burası hayal gücü kuvvetli olan küçük bir yazarın dünyası. Onu kırmadan istediğinizi anlatırsanız emin olun o da size karşılık verecektir.

Uzun lafın kısasına gelelim, Varoluşun Hissi ailesine hoşgeldin güzel okuyucum. Umarım bu serüven bitene kadar benim yanımda olursun.

İyi okumalar...

Multimedia : Ana Karakterlerimiz : Çağın Gürsoy, Ada Solmaz ve Enes Erdem

Bölüm Videosu: Varoluşun Hissi Tanıtım Fragmanı

Bölüm Şarkısı : Feeling Of Being- Lucy Schwartz


Duyuyor musun?

Duyuyor musun onu?

Ölüm bize sesleniyor sevgilim.

Yağmur yerine kan akıyor artık.

Akan kan ise günahları taşıyor.

Günahlarımız.

Bedenimizi kirleten günahlarımız.

Duyuyor musun onu sevgilim?

Ölüm meleği günahlarımızı istiyor.

Cehennem için.

Ne de olsa cehennem bizi yakacak odunları topluyor artık.

1.Bölüm- Iskald.

(Iskald: Norveççe buz kadar soğuk anlamına gelir.)

Darbeler.

Bedenimi ruhumdan sökmek için çaba sarf ediyor her gün.

Her seferinde daha acı verici, her seferinde daha yakıcı bir şekilde.

Bugün ise ilk defa durmadan aynaya bakıyordum. Yansımamda gördüğüm kızın kim olduğunu çözmeye çalışıyordum aslında. Koyu sarı uzun saçlarım dalgalar halinde sırtıma yayılırken elimi havaya doğru kaldırdım. O sırada bulutların içindeki griye bulanmış mavilik gözlerimde usulca parlamaya başladı. Güneş ışıkları odama ilk defa heyecanla dolmuşken dudaklarımda bana ait olmayan bir gülüş var oldu.

"İlginç."

Evet, ilginçti. Sanki bir kuklanın yardımıyla kıvrılmış dudaklarım ilk defa yüzümde gerçek bir gülüşe yer veriyordu. Mutluydum belki de. İnsanların söylediği bu kelimeyi o kadar az hissetmiştim ki, benim için inanmak zordu.

"Bugün mutlu olmayı hak ediyorum."

Sonuçta bugün her zaman rutinlere sahip olan hayatımın dönüm noktasıydı kendimce. Üniversiteye başlıyordum. Anneme verdiğim sözü en sonunda gerçekleştiriyordum. Hayatım için olan bu büyük adım beni kurtaracaktı. Buna inanarak gecemi ve gündüzümü birbirine karıştırarak çalışmıştım.

Bir amacım vardı. Kimseye dile getirmediğim bir amacım.

Adalet.

Ben adaleti istiyordum. 

Yaşadığımız bu evrende iyiden çok kötüye izin veriyorduk hayatlarımızda. Akşam haberlerini açtığımız andan itibaren dünyanın dört bir yanında olan kaosu izliyorduk öylece. İşin üzücü yanı, bu sadece gördüğümüz kısmıydı. Yüz binlerce evde daha kötüleri yaşanıyor ve kaoslar ölümler ile son bulana kadar devam ediyordu.

Bunu nereden mi biliyorum?

Çünkü ben de o evlerden birinde yaşıyordum.

Kapalı perdelerin ardında kendi küçük kabusumu uzun yıllardır yaşıyordum. Bedenim her geçen günde verdiği savaşı kaybediyor ve ruhuma da küçük bir çentik atıp ilerliyordu. Geriye ise aynada baktığım yaralı bir beden kalıyordu.

Yıkık dökük kalmış bir beden. Genç bir kıza ait olamayacak kadar üzücü ve acınası.

Ve bu görüntü beni daha fazla yıkmasın diye sessizce gizleniyordum. Perdelerin ardındaki kabusu kapatmak için de makyaj malzemelerine sığınıyordum.

Benim yaşımdaki genç kızlar makyaj malzemelerini güzelleşmek için kullanıyordu ama benim kullanışımın tek amacı evde yaşadığım acıların izlerini dışarıda da taşımamaktı. Bu yüzden kapatıcıyla uzun ama iyi sonuç veren işimi bitirdikten sonra aynada kendime bakmaya devam ettim.

En sonunda düşüncelerimi bir kenara bırakıp geniş bez çantamı elime aldığım gibi ayakkabılığa yürüdüm. Rahat spor ayakkabılarımı giydikten sonra etrafı son kez kontrol ettim. Dün babam yine sızdığı için bu sabahı olaysız atlatabilecek gibiydim. Evi kontrol edip çıkmadan önce son kez aynada kendime baktığımda her zamanki Ada'yı gördüm.

Ada.

İnsanlar için belki bir yaz esintisini anımsatabilecek bir kelimeydi.

Benim içinse hiçbir şey ifade etmiyordu çünkü bu kabuğun altında bomboş bir insan vardı. Hisleri olmayan ve insanlıktan tiksinen biri. Tabi bugün daha farklı olmalıydı. Bugün mutlu olmayı hak ediyordum değil mi? Aynadaki yansımamda okula gitmek için hevesli bir yüzde görmüştüm ve bu görüntünün ne kadar özel olduğunu asla inkar edemezdim.

Evimiz güzel bir apartman dairesiydi hatta babamın iğrenç tavırlarının aksine durumumuz iyiydi. O işe yaramaz adam, nereden geldiğini bilmediğim bir parayla çevresindekilere bana iyi baktığını gösterebiliyordu. Bu yüzden kimse benim bir sıkıntı yaşadığımı düşünmüyordu.

Evimizin içinde var olan ateşsiz cehennemi herkesten gizli tutuyordu.

En sonunda apartmanın merdivenlerini hızlıca inmeye başladım. Adımlarım karşımda gördüğüm insan ile hafiften yavaşlarken içime ufakta olsa bir huzur dolmuştu. Sadece onun sağlayabileceği bir huzur. Bana her zaman insanların aksine sıcak bakan o kahvelere sahipti ve dudaklarımın küçük bir kıvrılma yaşamasına onun sayesinde göz yumuyordum. 

Enes Erdem.

Ailem diyebileceğim tek insan.

Açık ve koyu tutamlara sahip kahverengi saçları yine hafifçe alnına doğru dağılmıştı. Beni gördüğü anda çehresinde herkese karşı göstermekten çekinmediği o gülüşü var oldu ve sevimliliği ile bir anlığına da olsa kalbimi ısıtmayı başardı. 

Ona doğru yürüdüğüm anda hafif dolgun dudaklarının arasında son zamanlarda tutmaya başladığı sigarayı alıp ayağımla ezdikten sonra Enes'e odaklandım. Kimseye göstermediğim ama sadece ona ait olan sıcak bakışımla yavaşça konuştum.

"Günaydın."

"Günaydın sarışınım."

Evet, sarışın.

Klişe bir çocuktan beklenecek klişe bir kelime.

Yine de bunu umursamıyordum çünkü hayat klişelerden ibaretti. Ne kadar onlardan nefret ettiğimizi ilan etsek de, klişeler anılarımızı güzelleştiren küçük dokunuşlardı. Rutinimiz olan o saçma ve klişeleri barındıran takma isim içimi her zaman ısıtmayı başarırdı.

Enes ile olan ilişkim çok eskiye dayanıyordu ve her ne kadar bana mantıksız görünse de uzun zamanlar boyunca hem birbirimizin en iyi arkadaşı hem de sırdaşı olmuştuk.

Çevresinde onunla olmak isteyecek milyonlarca kız varken Enes her zaman benim yanımda olmuştu. Şu ana kadar yaşadığım her günün, aklımda kalan her anının içinde onun güler yüzü ve anlayışı vardı. Bu durum beni hem korkutuyor hem de sevindiriyordu.

Eğer onu kaybedersem ne yapacağımı bilemiyordum. Düşüncesi bile beni çok çaresiz hissettiriyordu. Sonuçta sevdiğim bir insanı önceden de kaybetmiştim ve aradan yıllar geçmesine rağmen acısını hissedebiliyordum. Bir yandan da hayatımın onunla çok daha iyi olduğunu düşünüyor, bu bağlılığım için ufak kılıflar uyduruyordum.

Enes benim hakkımda en çok şeyi bilen insandı. Beni babamdan çok daha iyi tanıyordu. Kapatıcıyla yaralarımı perdelesem de gözlerimdeki ifadeden, ses tonumdan hatta bazen uzaklara dalıp gitmemden de anlıyordu her şeyi. Bu yüzden beni korumak için babamın karşısına da çıkmıştı. Tabi ben onu engelleyip bunu yaparsa onunla arkadaşlığımı keseceğimi söylemiştim. Enes'in benim yüzünden başının belaya girmesini istemiyordum. Ben bu durumdan yeteri kadar üzülürken onun başına bir şey gelmesini asla kaldıramazdım.

"Ee, ilk güne hazır mısın ?"

Kahverengi gözlerindeki heyecana karşılık tedirgin bir şekilde başımı salladım. Benim bu düşünceli halim çoğu zaman onun neşeli tavırları yanında sönük kalıyordu ama bu sabah diğer sabahlardan farklıydı.

Ben mutluğu hak ediyordum değil mi?

"Hem de nasıl. Şu dört sene hayatımın en güzel dört senesi olacak Enes."

Hayal kurarak konuşmamla Enes'in kolunun omzumu sarması bir oldu. Ne de olsa nadiren bu kadar neşeli ya da umutlu konuşurdum ve bu halim onu daha da sevindirmişe benziyordu. Sonuçta benim gibi buzdolabı olarak anlandırabilecek bir kızın umut verici sözler dile getirmesi günümüz dünyası için imkânsız sayılabilirdi.

"Tabi ki öyle olacak. Bir kere aynı okuldayız ve bu yakışıklı suratı istediğin kadar görebileceksin." Enes'in kendini övmesine hafifçe gülümsedim ve kaburgalarına hafifçe baskı yaparak onu dürttüm.

"Zaten okula sırf senin o tatlı yüzünü görmek için gidiyorum koca bebek."

Sesimdeki alaycı tınıyı fark edince güldü. Her zaman çekici olan o dolgun dudaklarına parmağını koydu ve tatlı bir hemşire gibi "sus" işareti yaptı.

"Bana karşı olan hayranlığını herkese söyleme. Kızlar buna daha hazır değil sarışınım."

En sonunda Enes'in beline son kez geçirdiğim kolumla hızlıca spor bir model olan arabasına bindik. Bundan iki sene öncesine kadar Enes'le komşuyduk ama babasının yurtdışında başardığı birkaç iş yüzünden Enes'lerin durumu çok iyi bir hal almıştı ve burada oturmayı bırakmışlardı. O gideceği zaman ne kadar ağladığımı ve beni asla bırakmaması gerektiğini söyleyip durmuştum. Bu yalvarışlarımın üstüne de Enes beni asla bırakmayacağına söz vermişti. Başlarda ona çok inanmamıştım ama o beni yanıltmış ve sözünü mükemmel bir şekilde tutmuştu.

"Ee, sende heyecan var mı ?"

Alayla sorduğum soruya Enes sadece kaşlarını kaldırarak yanıt vermişti. Bazen ondaki özgüvenin çeyreği bende olsa neler yapabileceğimi düşünmüyor değildim.

"Azıcık olsa da heyecan yok mu Enes ?" Bir umutla sorduğum soru ile Enes omuzlarını silkti.

"Zaten okulun yarısını tanıyorum Ada. Unutma hepsi bizim orada oturuyor."

"Ha kimseyi tanımayan çocuk olduğumu hatırlatmak zorunda mısın?"

Yüzümü buruştururken okulun olduğunu mahalleye geldiğimizi fark etmiştim. İçimdeki gereksiz heyecanı yatıştırmayı denesem de bir türlü sakin olamıyordum. İlk defa yeni bir ortama giriyordum ve bu ortam aldığım yüzde yüz burs sayesindeydi. Bundan dolayı olabilecek sorunları hayal bile edemiyordum. Benim gibi ruhsuz bir insanı bile endişeye düşürebiliyordu.

Ben düşüncelere dalmış bir şekilde camdan dışarıyı izlerken arabanın durması ile Enes'in yüzüne çevirdim gözlerimi. O güven verici kahverengi gözleri beni görünce hafif bir tebessüm etti.

"Herkesle seni tanıştıracağım ve güzel bir okul dönemi geçireceksin. Kendini kasmana hiç gerek yok." Sesinden her zaman belirgin olan özgüveni belli oluyordu ama yüzündeki ifadeden ne kadar samimi olduğunu anlayabiliyordum.

"Ben kimseyle tanışmak istemiyorum Enes. Sen bana yetersin. Sadece ben sana yetemem diye korkuyorum."

İçimden gelen bu itirafla Enes'in kemerini çıkarıp benim tarafıma doğru dönmesi bir oldu. Daracık alanda beni yanına çekince gülümsedim. O benim için bir aile gibiydi ve ben bu kollarda hep güvende hissediyordum. Enes'in ellerinin çeneme çıkması ile bakışımı tamamen ona çevirdim.

"Sen benim için bu dünyadaki en önemli varlıksın Ada. Senin yanından asla ayrılmayı düşünmüyorum. Bu yüzden aklındaki komplo teorilerini at ve bana o korkusuz kızı göster. Bir avuç şımarık insan topluluğundan korkmadığını o buğulu bulutlarında görmek istiyorum."

Buğulu bulut.

Her zaman eksik bakan gözlerimin tanımı olabilir miydi aslında?

En sonunda kurduğu tüm cümlelerin ardından zor da olsa hafifçe gülümsemeye başladım ve her zamanki gibi iyimserliğim çabuk sona ermişti. Düşüncelerim hep karanlığa doğru sürükleniyordu ve sanki bunu engelleyemiyordum. En umutlu dolu anda bile  kabus dolu zamanlar birden aklıma geliyordu. 

Ben yıllarca acı çekmiş bir insandım ve yeni hayatım bu acıların hiçbirini görmeyeceğine kendime yemin etmiştim. Bunu kendime hatırlatmam gerekiyor ve ona göre hareket etmek gerekiyordu.

En sonunda güzel ve bir o kadar da yüreklendirici konuşmamızdan sonra arabadan inerken sol kaburgalarımın altında ani bir sancı hissettim. Doğrulduğum anda derin acı birkaç saniyeliğine olsa da nefesimi kesmişti ve maalesef Enes'in dikkatli gözlerinden bu durum kaçmamıştı. Tekrar düzenli nefes alıp vermeye başladığımda Enes'in elini kolumda hissettim.

"Yine ne yaptı o adam?" diye sordu.

Yüzüne bakmak istemiyordum çünkü okulun ilk gününde babamla olan ilişkimi tartışmak en son istediğim şeydi. Eğer yüzündeki öfkeli hatta acıyan ifadeyi görürsem konu uzayacaktı, emindim.

"Birden doğrulunca oldu. Üstelik o hiçbir şey yapmadı. Üniversiteyi kazandığımdan beri bana dokunmuyor." diye yalan söyledim. Artık yalan söylerken kalp atışım ya da ses tonum değişmiyordu. Her gün hem kendimi hem de çevremdekileri kandırdığım için bu durum bir alışkanlık olmuştu.

Yalanlar, benim gerçeklerimdi.

"Normal insanlar hiçbir sıkıntı yaşamadan arabadan inebiliyor Ada." dedi. Burnundan derin bir nefes verdikten sonra hala kolumu tutan eliyle beni kendine çevirdi. Bu sefer gözlerine bakmaktan başka çarem kalmamıştı. Eliyle hafifçe yanağımı okşarken bahçedeki öğrencilerin bakışını üzerimde hissedebiliyordum.

"Keşke bizimle kalsan. Keşke şu inadı bıraksan da hem kendini hem de beni bu acıdan kurtarsan. Annemle babam da seni ne kadar seviyor biliyorsun hem. Evde yeterince oda da var. En azından-"

"Şu an bunu konuşmak için uygun bir zaman değil Enes." dedim yanağımdaki elini tutup aşağı indirirken.

Hiçbir zaman bu konu hakkında beni anlaması beklemiyordum çünkü o dünyadaki şanslı çocuklardan biriydi. Anne ve babası ona değer veriyor, çocukların geleceği için çaba gösteriyorlardı ve ben bu tabloyu bozan insan olmak istemiyordum. Daha fazla insanın gerçekleri görmesine izin veremezdim.

"Hem ailen, hem de sen bana zaten kabul edebileceğimden çok daha fazla iyilikte bulundunuz. Eğer bir sorun olursa kapısını çalacağım ilk kişi olduğunu biliyorsun. Bu yetmez mi?" Sorumu cevaplamadı ama gözerindeki inatçı, korumacı ifade yumuşadı.

"Umalım da sen kapımı çalmak zorunda kalmadan her şey normale dönsün sarışınım."

Konunun kapandığına sevinerek okula döndüm. Ben ufak adımlarla ilerlerken Enes'in de arkamdan takip ettiğini hissedebiliyordum. Sabah ki neşeli ruh hali artık tamamen değişmişti. İşte sırf bu yüzden babamla olan sorunlarımı hep gizli tutmaya çalışıyordum,  her ne zaman benim acı çektiğimi görse Enes düşüncelere dalıp sessizleşirdi.

"E, bana okulu gezdirmeyecek misin?" diye sordum ortamı yumuşatmaya çalışarak. Sorumla düşüncelerinden usulca sıyrıldı, kolundaki saate baktı.

"Sanırım onun için yeterli vaktimiz kalmadı." Sonra hemen yanıma gelip kolunu omzuma attı ve o anda yüzüne gülümsemesi geri yerleşmişti.

"Ama bizim sınıflarımız çok uzakta değil."

Enes işletme okumaya karar vermişti, bu alana karşı çok ilgili olmasa da babasının işini devam ettirme konusunda kararlıydı. Biraz motivasyonla ileride çok daha başarılı olacağından emindim.

Bense hukuk kazanmıştım. Babamın imkanı olmasına rağmen benim eğitimim için gereğinden fazla harcama yapmayacağını bildiğim için genelde devlet okullarını tercih etsem de Enes'in ısrarlarına dayanamayıp tercihlerim arasında bu okulu da koymuştum. Burslu okuyacaktım ve Enes'inde bu okulda olması tek tesellimdi.

Okulun bahçesinde ilerlerken bir yandan da geldiğimiz yolu öğrenmeye çalışıyordum. Enes beni sınıfımın önüne kadar bıraktı ve kendi dersine geç kalmamak için kısaca "iyi dersler" dedikten sonra hızla uzaklaştı. Demek ki sınıflarımız o kadar da yakın değilmiş diye düşünmekten kendimi alamadım. Bu yaptığı ufacık özveriler bile bana çok şey ifade ediyordu ve o hala benim için daha fazlasını yapmaya hazırdı.

En sonunda sınıfa yüzümde hafif bir tebessümle girdim ve ben gelene kadar çoğu kişi sıralarına yerleşmiş dersin başlamasını bekliyordu. Çoğunun önünde kağıt kalem hazırdı ve ilk gün olduğu ve kimse birbirini çok iyi tanımadığı için olsa gerek, çok gürültü yoktu.

Amfide orta sırada bir koltuğa yerleştim. İlk dersime girecek olmanın verdiği gerginlik yüzümdeki tebessümü silmişti. Çantamdan ufak bir defter ve tükenmez kalem çıkardıktan sonra sıranın altındaki bölmeye yerleştirdim. Henüz etrafı incelemeye fırsat bulamadan yanımda oturan kızın hafifçe koluma dokunduğunu hissettim.

"Merhaba, ben Naz." dedi neşeyle. Benim endişem ve sessizliğimin aksine Naz neşeli ve hareketliydi. Bana doğru uzattığı eli hafifçe sıktım.

"Klişeler..." diye mırıldandı benliğim.

Her hikayede var olan bazı insanlar vardır. Karşımdaki mutlu yüze baktığım anda onun nasıl olduğunu anlamıştım. Hayatı bilmeyen ama hayatı seven kızlardandı Naz. Ben onlardan biri olmasam da onu anlayabilmiştim.

"Ben de Ada."

Önüme dönüp kağıda günün tarihini ve ders adını yazdım. Programda medeni hukuk yazsa da ilk dersimizin daha çok giriş dersi olacağını tahmin ediyordum. Ben yazmayı bitirmeden Naz konuşmaya devam etti.

"Sen de çok heyecanlı değil misin? İlk dersimiz bu! İnanabiliyor musun, avukat olacağız." dedi. Bu sefer yüzümü ona çevirip konuşmak istermiş gibi davranmak için kendimi zorladım. Tanışmamızın ilk beş dakikasından bile anlaşılıyordu ki, Naz ve ben zıt kutuplardık. Ancak bu beş dakikada onun kötü bir insan olmadığını da anlamıştım ve en azından bir süre için kaba olmamaya karar verdim.

"Ben de heyecanlıyım aslında..." dedim bir süre sonra. Bana diktiği zümrüt yeşili gözleri heyecanla parlıyordu ve ben hayatımda hiç bu kadar hayat dolu bir insan gördüğümü hatırlamıyordum.

"Sadece senin kadar değil."

"Deli misin, hayatım boyunca avukat olmayı istedim ben." dedi irice açtığı gözlerle. Açık pembe ojeli elleriyle kolumu sertçe kavrayınca acıyla inlememek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Tam elinin olduğu yerde en az iki günlük kocaman bir morluk olduğunu biliyordum. Neyse ki fazla gözlemci bir insan değildi, yüz ifademdeki değişimi sorgulamadı bile.

"Ya sen, sen de özellikle istiyor muydun yoksa puanın tuttuğu için mi burayı tercih ettin?"

"Ben de avukat olmayı istiyordum." diye cevapladım kısaca. Naz bir dirseğini masaya koymuş, başını eline yaslamış beni izliyordu. Hoca daha ilk günden derse geç kalmıştı ve yanımdaki kızın da konuşmaktan vazgeçecek gibi bir hali yoktu. Şansıma küstüm.

"Peki neden? Özellikle seni avukat olmaya iten bir neden var mı?" Evet var ama cevabı sadece beni ilgilendirdiği için cevap vermeyeceğim.

"Çok önemli bir meslek olduğunu düşünüyorum." dedim aklımdan geçenleri tamamen yok sayarak. "Beni en çok sinirlendiren şey belki de bu dünyadaki adaletsizlik." Yüzündeki gülümseme yerini daha düşünceli bir tebessüme dönüştü. Yanağındaki gamzeler yok olmuştu.

"Benim de. Küçükken daha büyüktü hedeflerim, tüm dünyaya adaleti getirebileceğimi düşünürdüm. Ama gerçekçi düşünmek gerekirse, sadece davasını aldığım insanlara adaleti getireceğim."

"Orası da kesin değil. Aldığın her davayı kazanabilecek misin? Ya da davasını aldığın insanlar gerçekten masum olacak mı?"

"İyice içimi kararttın." dedi kolumun morarmış yerine parmaklarıyla çöktürerek. Artık kasıtlı yaptığını düşünmeye başlayacaktım ve kesik bir nefes daha aldım.

"İnsan biraz olumlu şeyler söyler. Ağabeyimden betersin." Cümlelerine tezat bir şekilde gülüyordu ve yanağındaki gamzeleri tekrar belirmişti.

"Olumlu şeyler söylemek pek tarzım değil." dedim somurtkan ifademden taviz vermeyerek. Gülümsemesi iyice genişledi ve başını omzuma yasladı.

"Çok yakın zamanda seninle çok yakın arkadaş olacağız, demedi deme." Bu kadar cana yakın ve konuşkan olması ne kadar kolay arkadaş bulabileceğinin göstergesiydi. Ama ben çok yakın arkadaş olma konusunda şüpheliydim.

Hocanın sınıfa girmesiyle doğruldu ve ellerini önünde bağladı. Dikkatle dinliyormuş gibi görünse de önünde kağıt kalem yoktu. Hocanın sesini duyunca ben de kendi önüme dönüp kalemimi elimde hazır beklettim.

--------------------------

İlk ders tahmin ettiğim gibi hukuka ve üniversiteye girişle ilgili uzun bir konuşmayla geçmişti. Hocanın önerdiği kitaplar dışında hiçbir şey yazılmamış kağıdımı katlayıp çantama attım.

"Kitapları bana sonra söyler misin?" diye sordu Naz. Hareketli kişiliğine rağmen derste ağzını bir kere bile açmamış, dikkatlice dinlemişti.

"Tabi ne zaman istersen." diye cevapladım çantamı koluma takarken. O da telefonunda bir şeylere bakıp gülümsüyordu.

Tam ben çıkışa doğru ilerlerken "Bekle, bekle!" diyerek beni durdurdu.

"Öğle arası şimdi. Birlikte gidelim, sana yemekhaneyi gösteririm."

Koluma girip beni ardından sürüklemeye başladı. Kendi boyuna göre çok hızlı adım atıyordu ve tüm bu tavırlarına bakılırsa gerçekten en yakın arkadaşım olabileceğini düşünüyordu. Şimdiden hevesini kırmanın bir nedeni yoktu o yüzden beni de yanında götürmesine izin verdim. Sonuçta en yakın ve belki de tek arkadaşım Enes'ti ve bunu değiştirmek gibi bir planım da yoktu. Önceden yaşadıklarımı hatırladıkça kendime bu yeminimi hatırlatıyordum.

Henüz kantine ulaşmadan Enes'in bize doğru geldiğini fark ettim. İyi insan lafının üzerine gelirmiş. Yanımda Naz'ı gördüğüne şaşırsa da bir yorum yapmadı.

"Sarışınım. Ben de tam seni sınıftan almaya geliyordum." dedi soluk soluğa. "Hoca biraz geç bırakınca koşmak zorunda kaldım. Bakıyorum da Naz'la tanışmışsınız."

Ben cevap vermek için nefes alırken Naz konuşmaya başlamıştı bile, "Evet, aynı sınıftayız. Arkadaş olduğunuzu bilmiyordum Enes. Şansa bakın, yan yana oturuyorduk derste. Çok iyi oldu..." O nefes almadan konuşmaya devam ederken Enes'e döndüm.

"Sen neden beni almaya geliyordun?"

"Yemekhaneyi göstermek için. Hem de seni benimkilerle tanıştıracaktım. Daha ilk günden seni yalnız bırakacağımı düşünmedin herhalde." dedi gülümseyerek.

"Ben de masamıza davet ederdim ama aklımdan uçmuş işte." diye atıldı Naz biraz utanmış görünerek. Beni masasına davet etmesi için bir neden yoktu, o yüzden de alınmamıştım. Görmezden gelip Enes'e baktım.

"Tamam gidelim o zaman." dedi Enes her zaman yaptığı gibi kolunu omzuma atarak. "İlk gün ben ısmarlıyorum sana." Naz yine hızlı adımlarıyla önümüzden gidiyordu o yüzden kısık bir sesle konuşmaya başladım.

"Yeterli param var, bana bir şey ısmarlamak zorunda değilsin Enes." dedim. Biliyordum ki izin verirsem bu kısa zamanda ikinci gün, üçüncü gün hatta ikinci yıl ısmarlamasına kadar giderdi. Enes sadece babasının işi tuttuğunda değil, ondan önce de bana karşı her zaman cömertti. Başlarda bu davranışı hoşuma gitse de karşılık olarak verecek hiç bir şeyim olmadığını fark edince tekliflerini reddetmeye başlamıştım.

"Bir şeyi de kabul etsen." Kolumu beline dolayınca vücudu biraz daha rahatladı ama vazgeçmiş görünmüyordu.

"Sadece ilk gün, söz veriyorum yarın ısmarlamayacağım. Lütfen, bugünlük izin ver." Kolundan kurtulup yüzüne baktım. Benim vereceğim tepkiden çekindiği için çoğu zaman düşüncelerini gizliyordu ama uzun yıllar süren arkadaşlığımız, gözlerine bir bakışla neler hissettiğini anlamama yardım ediyordu. Her ne kadar yüzünden bana acıdığını okumaktan korksam da öğrenmem gerekiyordu.

Beklentimin tersine kahverengi gözlerinde sadece içtenlik gördüm. Bana acıyan gözlerle bakacağı günü korkuyla bekliyordum. Şu dünyada belki de her şeyin ileride daha iyi olacağına inandıran tek insan Enes'ti. Eğer onu da kaybedersem ne olacağından korkuyordum.

"Tamam, bugünlük." diye mırıldandım ama duyduğuna emindim. Yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Sonra hızlıca kantine ilerlemeye başladık.

"Senin yüzünden ilk günden geç kaldık." dedi yolda giderken şakayla karışık. "Şimdi orası kim bilir ne kadar kalabalık olur. Yemek alana kadar pestilimiz çıkacak." Bugün üçüncü defa gülümsedim ve o bunu farkına varamayacak şekilde konuşmaya devam ediyordu.

"Bu arada Naz tatlı kızdır, tanışmanıza sevindim. O ve ağabeyi komşumuz sayılırlar, onları oradan tanıyorum. Gerçi Çağın geçen sene Demir ile eve çıktı, onu sadece okulda görüyorum ama..."

"Bana 'ağabeyimden betersin' dedi." diye dersten önce Naz'la konuştuklarımızı hatırladım. Kaşları önce hayretle yukarı kalktı, sonra da aniden çatıldı.

"Halt etmiş. Senin Çağın Gürsoy ile hiçbir ortak noktan yok."

"Az önce iyi insanlar diyordun."

"İyi insanlar demedim. Naz tatlı kızdır dedim. Ki kendimi hemen düzeltiyorum, sana söylediklerinden sonra hiç tatlı değil." Bu korumacı tavrına güldüm. Çağın Gürsoy denilen insanın nasıl biri olduğunu bilmiyordum bile ama Enes benim yerime bu kadar alındıysa, bir sorun var demekti. Yine de benim güldüğümü duyunca hemen yumuşadı.

Kantinden beklentim neydi bilmiyordum ama kesinlikle bu olmadığına emindim. İki katlı, kocaman bir binadan oluşuyordu. Enes'in de söylediği gibi insanlar çoktan gelmiş, masaların büyük kısmı dolmuştu. İnsanların arkasına, sıraya girdik.

"Biz şuradaki masada oturuyoruz." diye cam kenarı olan köşeyi işaret etti Enes. Masada bir tane erkek, bir tane de sarışın bir kız oturuyordu. Erkek olan çok şık giyimli ve güleçti. Konuşurken kullandığı el hareketlerinden komik bir hikaye anlatıyor gibiydi. Açık kumral saçları dağınık ve buradan bile belli olan renkli gözleri büyük bir enerjiyi gösteriyordu. 

Yanında oturan kız ise elindeki telefondan başka bir şeyle ilgilenmiyor gibiydi. Telefonundan başını kaldırıp birini arıyormuş gibi çevresine bakınınca göz göze geldik. Gözlerini hafif kıstı ve sanki ona çok kötü bir şey yapmışım gibi bana bakmaya devam etti.

"Birlikte gidelim masaya." Enes'in sesiyle başımı kızdan çevirdim. Zaten tek başıma gitmeyi planlamıyordum, özellikle de o kız bana öyle baktıktan sonra, ama Enes'in telaşlı sesi merakımı ateşledi.

"Neden?"

"Çünkü Ece masada ve yabani kızın tekidir. Yabancıları sevmez."

"Neden?" diye tekrar sordum. Kızı tanımıyordum bile, benimle ne problemi olabilirdi ki? Enes sadece omuz silkip sırada ilerledi. Onu takip ederken gözlerim tekrar Ece'yi buldu. Şimdi masaya elinde yemeğiyle giden Naz'ı karşılıyordu. O Naz'la sarılırken tekrar göz göze geldik. Önceki bakışındaki öfke biraz olsun azalmamıştı.

Önüme dönerken aman ne güzel diye düşündüm. İhtiyacım olan tek şey benden nedensiz yere nefret eden ikinci bir insandı.

Üzerimdeki rahatsız edici bakışları hissetmemek için önüme döndüm. Şu an bir konuşma başlatmak için hiç hevesim olmasa da o bakışları üstümde hissetmek istemiyordum bu yüzden Enes'e döndüm ve sahte bir hevesle konuşmaya başladım.

"Sence bu sırada yıllarca bekleyecek miyiz ?"

"Yok ya. İlk günün şanssızlığı, yoksa ben bu sırada asla beklemezdim."

Enes'in mahcup bakışları ile ona hafifçe gülümsedim ve en sonunda sıranın bize gelmesi ile zafer dolu bir bakış attım. Ta ki yemeklerin ne olduğunu anlamayana kadar.  Hepsi garip gurup isimli yemeklerdi. Evet, benim durumumda kötü sayılmazdı ama bu yemeklerin isimlerini şimdiye kadar duymamıştım bile. Gördüğüm sahne yüzünden gözlerim hayal kırıklığı ve karışıklıkla parlamıştı. Enes'te bunu anlamış olacak ki benim tepsime de yemekler almaya başlamıştı. Yemekleri koyarken de tatlı bir tonda kendini açıklamaya başlamıştı.

"Şimdi sen tavuk seversin o yüzden bunu alalım. Yanında brokoli falan yok merak etme sen. Tatlı olarak da sana bol şekerli bir şey aldık mı sen bugünü tamamlarsın." Enes'in söyledikleriyle onu ne kadar çok sevdiğimi bir kez daha hissetmiştim. Kimseyi umursamadan yanağına küçük bir öpücük kondurdum.

"Çok teşekkürler." Enes'te bunu beklemiyormuş gibi anında başını önüne eğmişti. Onu tanımasan utandığını bile düşünürdüm ama bu Enes Erdem'di. Kızların baya meraklı olduğu Enes.

En sonunda yemek alma faslını bitirmiş ve gereksiz bakışların olduğu masaya doğru ilerlemiştik. Kimse ile konuşmak istemediğim için bakışlarımı ayaklarımda tuttum ve Enes'in çektiği sandalyeye oturdum. Enes beni herkesle tanıştırmaya başlamışken yemeğimi her ince ayrıntısına kadar inceliyordum.

"Enes'ciğim arkadaşının dili yok galiba. Hep sen konuştun." Gelen itici ses ile bakışlarımı havaya kaldırdım ve Ece olduğunu gördüğüm kızı süzmeye başladım.

Sahte sarı saçları ve şu an bana baya itici gelen kahverengi gözleriyle bu kızın okulun popüler kesiminden olduğu barizdi. Giydiği kısa kırmızı elbiseyle sadece erkeklerin değil aslında benim bile dikkatimi çekmişti. 

Ona baktığım anda ise içimde bir duygu belirmişti. Uzun süredir insanlar ile konuşmayıp sadece onları inceleyen biriydim. Ece denilen kızın ailesi ise büyük ihtimalle ona ilgi vermiyor gibiydi ve tavırları ile ilgi odağı olmak istercesine hareket ediyordu.

Sanki bunların hepsini ona sesli söylemişim gibi gözlerini telaşla kırpıştırdı ama bu telaş sadece benim görebileceğim kadar kısa sürmüştü. Daha sonra yavaşça yemeğime döndüm ve ortada olan konuşmaya dikkate almadan yemeğimi sürdürdüm. Ece'nin ikiz kardeşi olduğunu öğrendiğim Efe'nin bana soru sormasıyla ilgimi tabağımdan çektim.

"Hangi bölümde okuyorsun Ada?" O anda Naz'ın heyecanlı sesinin girmesi ile hafifçe gülümsedim.

"Hukukta okuyor. İlk derslerde birlikteydik ve benim aksime çok sakindi. Bir ara hoca ona soru bile sordu ama sakinlikle cevap verdi." Sesindeki hayran tını ile gözlerimi tekrar yere indirdim çünkü insanların beni övmesini sevmezdim. Yine de bunu söylemedim, sustum ve kelimeleri kullanmama kararı aldım.

En sonunda benim unutulmam ile bir süre daha devam eden konuşmaları sadece dinlemiştim. Efe'nin komik esprileri, Naz'ın enerjisi derken ortam beklediğimden daha güzel olmuştu. Ta ki arkamda birilerinin olduğunu hissedene kadar.

"Sonunda abi ve Demir yani Demir abi..."

Naz'ın kızaran yüzü ile Demir denilen çocuğa karşı heyecanlandığını hissetmiştim. Hatta onu bu utandıran tavırdan kurtarmak bile istemiştim ama maalesef bugün daha fazla konuşmayı planlamıyordum. Ece'ninde dikleşip ayağa kalkması ile başımı tekrar kaldırdım.

"Çağın? Nerede kaldınız? Öyle yemeğini birlikte yiyemedik." Ece'den çıkan dudak büzen sesle yüzümü buruşturdum. Normal bir insanın bebek gibi bir sesle konuşmasını asla anlamayacaktım.

"İşimiz vardı."

Gelen sesle belimde bir ürpertinin oluşması bir olmuştu. Bu kişinin yüzünü görmemiş olsam da sesi iliklerime kadar donmama sebep olmuştu aslında. Kelimelerin sert bastığı o derin ve bir o kadar da tok ses bir şeyler vaat ediyordu sanki. Hayatımda ilk defa birinin yüzünü merak ederken kendimi frenleyip başımı yemeğime doğru eğdim.

Oluşan birkaç kıpırtıdan herkesin bir yere oturduğunu anlamıştım ama nedense o sesin sahibi ile tanışmaya hazır hissetmiyordum. Enes ise bu duruma ters olarak konuşmaya başlamıştı.

"Gençler, işte size bahsettiğim arkadaşım Ada." Enes'in lafı üzerine bakışlarımı yavaşça kaldırdım ve hiç hazır olmadığım o gözlerle karşılaştım.

Soğuk bir kışın ortasında kalmış buz mavileri.

Sanki gökten bana doğru yavaşça yağan kar tanelerini andırıyorlardı. Her bir bakış içimdeki acıları su yüzüne doğru çıkartırken o gözlerden kurtulmam gerektiğini biliyordum ama başaramıyordum. Birkaç dakika aralıksız bir şekilde gözlerimiz birbirine bağlanmışken ikimizde hiçbir şey söylememiştik.

Karşımda oturan Çağın Gürsoy varlığı ile sesindeki etkileyiciliği bile solda sıfır bırakıyordu. Yanları hafif kısa, önleri daha uzun duran buğday rengi saçlara sahipti ve usta bir heykeltıraş sanki aylarca yüz hatları ile uğramış gibi göz alıcı bir görünüşü vardı. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir erkeğe göre fazla dolgun dudakları, düz burnu ve saçlarıyla aynı renkte olan kaşlarıyla buz mavilerini daha da ulaşılmaz göstermişti. Bedeni ise bu yüze uyum sağlamıştı sanki. Geniş omuzları tişörtünü sarmış. Uzun boyu ise oturduğu sandalyenin yetmediği göstermişti. 

Karşımda güzel bir adam vardı. 

Gözlerimi o gözlere daha da uzun bir süre sabitlemek istesem de nedense bunu yapmamam gerektiğini hissediyordum. Bu yüzden yavaşça Demir denen çocuğa baktım. Dağınık siyah saçları ve su yeşilinin güzel bir tonu olan büyük gözleriyle o da etkileyiciydi ama içimde Çağın'ın bıraktığı etkiyi bırakamamıştı. Naz'ın heyecanlı sesi ile bakışlarımı bu değişik ikiliden yavaşça çektim ve dinlemeye başladım.

"Abi, Ada'yla aynı bölümdeyiz. Şimdiden kendime iyi bir arkadaş edindiğime inanamıyorum."

Naz'ın umutlu sesine karşı ne kadar gülümsesem de ona gerçekleri de söylemeliydim. Ben insanlarla asla yakınlaşmıyordum. Yaşadığım acının onlara bulaşmasını istemiyordum. Hele Naz gibi pozitif bir kızın üzülmesini asla istemezdim ve bana kazık atan geçmişteki insanları hatırladıkça ondan uzak duracağımı kendi kendime söz vermiştim. Bu yüzden bakışlarımı Enes'in olduğu tarafa çevirdim. İçimdekini anlayabilecek en iyi insandı ve ben artık buradan gitmek istiyordum.

"Biz artık yavaştan kalkalım. Ada'yı dersine bırakacağım daha."

Enes'in komutu ile ayağa kalktım ve bütün bakışların bizim üstümüzde olduğu hissettim. Naz'ın da ayağa kalktığını hissedince istemsizce ama onu kıracağım kelimeleri söyledim.

"Naz benim önce Enes ile özel bir işim var. Derslerimiz çakıştığı zaman belki görüşürüz olur mu?"

Dediğim laf ile Naz'ın zümrüt yeşil gözleri hayal kırıklığıyla doldu. Onu üzmek beni üzse de onun için en iyi seçenek buydu. Yavaş ve belli olacak şekilde onu kendimden uzak tutmalıydım. Kendine başka bir arkadaş bulduğu anda zaten benimle olan bu konuşmayı bile hatırlamayacak hale gelirdi.

O temizdi ve benim kirliliğime bulanmasına izin veremezdim.

En sonunda Naz yavaşça yerine geri otururken Ece sevimsiz bir kahkaha attı.

"Biz sana aşağı mı geliyoruz canım? Çok üzüldük gerçekten."

Ona cevap vermek istemediğim için arkamı döndüm. Enes ile gitmek için harekete geçtim ama kolumdan sıkı bir şekilde tutulmam ile acıyla inledim. Herkes neden burayı bulup elliyordu bilmiyorum ama gerçekten sinir bozucu olmuştu. Kolun sahibine bakmak için gözlerimi kaldırdığım zaman buz mavisi gözleri görmemle ile hafifçe yutkundum. Bu gözler çok fazla şey anlatıyordu ve ben kendimi bu yoğunluğun içinde kaybetmiştim.

Sanki bazı acılar yaşamıştı, çok kötü acılar. Ağza alınmayacak kadar derin acılar. Bakışları benden bile fazla doluydu. Yine de kolumu tuttuğu için bu ayrıntıya daha fazla odaklanmayacak kadar öfkelenmiştim. Bir süre bakışmamızdan sonra gözlerimi ilk defa bir insandan kaçırdım ve etkileyici sahibine bakmayarak konuştum.

"Elini çek."

"Özür dile."

Emreden sesi duymam ile derin nefesler aldım ve yaşadığım bu gereksiz duruma ses çıkarmak için hareketlendim.

"Ne için özür dileyeceğim ?"

Bütün okulun bize baktığını bilerek o buz mavisi gözlere döndüm ve bana uzattığı öfkeden bir çatal alarak aynı hisleri paylaşmamıza izin verdim.

"Küçük egon yüzünden kardeşimi üzdün. Bu yüzden özür dile. Bir daha tekrarlamayacağım."

Emir veren o gözlere içimden yükselen sinir ile bakmaya başladım. Tamam, kardeşine istemsizce terbiyesiz bir tavır sergilemiştim ama onun bunu demeye hakkı yoktu. Naz'ında yanımıza gelmesi ile gözüm istemsizce ona gitti.

"Abi bırak Ada'yı. Kız bir şey yapmadı."

Çağın'ın birden yükselen sesi ile atağa geçmek için duran Enes'i durdurdum.

"Özür dile!"

Gözlerimi kapatıp her zaman yaptığım gibi içimden ona kadar saydım. Ne de olsa babam ruhumu ve bedenimi parçalarken de bu hareketi yapıyordum ve rahatlamaya çalışıyordum. İnsanlar uyumak için kuzu sayardı ama ben sakinleşmek için bunu kullanıyordum.

En sonunda sayılar sayesinde sakinleştikten sonra bu çelik ellerden kurtulamayacağımı anladığım için gözlerimi Naz'a çevirdim. Zümrüt yeşili gözler yaşadığımız olaydan dolayı ne kadar mahcup olduğunu vurgularken bu işin daha fazla uzamamasına istemiştim, yine de kelimeler dudaklarımdan çıkamadı.

"Özür dilemene gerek yok Ada." diye mırıldandı Naz.

Bakışlarımı ondan çektim ve tüm sorunları yaşatan asıl kişiye baktım, soğuk bakan gözlere puslu bulutlarımı çevirdim. Paslanmış bir demiri andıran bakışları midemi burksa da ona bakmaya devam ettim.

Acı.

Yükler ile dolu bir acı vardı.

Maskesi ne kadar güçlü olsa da kolumu tutan ellerinde bunu hissediyordum. Bakışlarım ona karşı derinleştikçe gözleri daha berrak bir hale gelmişti. Kar fırtınalarını anımsıyordum. Bembeyaz gökyüzünü kaplayan o fırtınalarında saf bir mavi ortaya çıkardı.

Buz mavileri.

Bu gözlerde o renge bulanıyordum sanki. Ondan rahatsız olsam da ona bakmaya devam etmek istiyordum çünkü merak beni kendine çekiyordu. İkimizin gözleri birbirine karışmaya başladığı anda benimle aynı yaşta olan bir çocuk buraya doğru koşarak geldi.

"Ada Solmaz?" diye konuştu çocuk nefes nefese.

O anda ise kolumu tutan kol birden beni bırakıverdi. Çağın Gürsoy'un gözlerinde şaşkınlık kırıntıları oluştu. Birkaç adım geriye doğru gitti ve bakışlarını benden çekmeden önce öylece beni inceledi. Yüzümü, bedenimi yavaş yavaş sorguladı. Daha sonra yemekhaneyi terk etmeden önce gözlerime baktı ve kendi kendine son kez mırıldandı.

"Fy faen."*


1)Bölümü nasıl buldunuz?

2)Sizce Ada'nın sergilediği tavır doğru mu?

3)İlk bölümde size en yakın gelen karakter kim oldu?

Cevaplarınızı bekliyorum.

Fy faen*= Norveççe siktir veya kahretsin demek.



Daha fazla gelecek bölümler hakkında bilgiler için;

Snapchat/Instagram : yagmuryilmazlar

Instagram :

http://instagram.com/yagmuryilmazlarhikayeleri

Facebook:

https://www.facebook.com/Yağmur-Yılmazlar-Hikayeleri-1692922360968067/

Wattpad:

https://www.wattpad.com/user/YamurYlmzlrHkayeleri

AskFm: yagmuryilmazlar
🍁🍁

Y.Y

Continue Reading

You'll Also Like

126K 8.9K 89
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...
538K 18.8K 12
Doğum gününde ailesini kaybeden Almira Dolunay Soylu aylar sonra abisine gelen bir telefon çağrısıyla hastanede bebeklerin, nedeni belli olmayan bir...
1.6M 28.4K 34
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
1.4M 54.7K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...