Zamanın Üçüncü Tekili

By antided

213K 16.5K 2.7K

Batı için hayatındaki en değerli varlık, ikizi Doğu'ydu. Doğu, ikizine en az ismi kadar zıt bir karaktere sah... More

(0.1)-Çırak
(0.2)-Dönüş
(0.3)-Emanet
(0.4)-İstanbul
(0.5)-Fırtına
(0.6)-Rastlayış
(0.7)-Rest
(0.8)-Plan
(0.9)-Duymak
(1.0)-Yeniden Tanışmak
(1.1)-Ruhun İlk Zelzelesi
(1.2)-Seçim
(1.3)-Afallayış
(1.4)-Ölüm
(1.5)-Tuzak
(1.6)-Hırsızlık
(1.7)-Ukala
(1.8)-His
(1.9)-İhanetin Tadı
(2.0)-Bilinmezlik
(2.1)-Bir Kurşun Üç Ceset
(2.2)-Tanışma
(2.3)-Fedai
(2.4)-Tetik
(2.5)-Boşluk
(2.6)-Yüzleşme
(2.7)-Doğu ve Batı
(2.8)-Vazgeçmemek
(2.9)-Hırs
(3.0)-Bitmek ve Başlamak
(3.1)-İddia
(3.2)-Denge
(3.3)-Yenilmek
(3.4)-Batı'nın İntikamı
(3.5)-Taş, Kağıt, Makas
(3.6)-Sevmenin İtirafı
(3.7)-Çuvallayış
(3.8)-İkizler
(3.9)-Çocuklar Yaşamalı
(4.0)-Katliam
(4.1)-Sembol
(4.2)-Açıklama
(4.3)-Belirsiz Güven
(4.4)-Zamanın Değeri
(4.5)-Rol Değiştirme
(4.6)-Katlanış
(4.7)-İlk aşama
(4.8)-Şans
(4.9)-Bıçak Sırtı
(5.0)-Cellat
(5.1)-Konuşan Şarkılar
(5.2)-Aşkın Sırılsıklam Hali
(5.3)-İsteme Töreni
(5.4)-Hüznün Eşiği
(5.5)-Aşkın Tadına Varmak
(5.6)-Tebessüm
(5.7)-Kural
(5.8)-Huzurla sevmek
(5.9)-Sürpriz
(6.0)-Kuşkunun Kırıntısı
(6.1)-Zaman Geçer, Hikaye Aynı Kalır
(6.2)-Sırra Kadem Basmak
(6.3)-Son Düzlük
(6.4)-Sonun Sözü
(6.5)-Finalin İlk Yüzü
(6.6)-Finalin İkinci Yüzü
(6.7)-Ağacı Kesersin, Umutların Yok Olur
(6.8)-"Final"- Ve Geriye Sadece İzler Kalır

(0.0)

14.8K 546 232
By antided

İki insan arasında, iki dünya vardır.

🍁

Mayıs 2005, İstanbul

Sakin semtin bir sokağında duyulan kahkaha sesleri gökyüzüne yayılıyordu. Eskimeye yüz tutmuş bir çocuk esirgeme kurumunun bahçesinde top oynayan çocukların neşeli konuşmaları bu seslere eşlik ederken hava kararmaya yüz tutmuştu.

Geniş bahçenin boş banklarından birine oturan cılız çocuk, dalgınca etrafı izliyor ve seslere kulak kabartıyordu. Kısılmış gözleri futbol oynayan yaşıtlarına kayarken gördüğü yüzle dudağına minik bir tebessüm yayıldı. Hakem olarak seçilen öğretmen, boynuna astığı düdüğü çalarak "Bugünlük bu kadar yeter çocuklar, bir saat sonra hepiniz yemekhanede olun." dediğinde birkaç itiraz mırıltısı yükseldi dokuz veya on yaşında olan çocuklardan. Otuz sekizine yeni basmış olan seyrek saçlı adam bu hallerine gülerek arkasını döndüğünde gözü kocaman bahçede tek oturmuş ikizini bekleyen çocuğa takıldı birkaç saniye. Ardından hüzünlü bir nefesi dışarı salıp binaya doğru ilerlemeye başladı. Maç oynayan çocuklar berabere biten oyunu tartışırken içlerinden sıyrılan mavi gözlü çocuk, alnındaki teri elinin tersiyle silip koşmaya başladı. Bankta tek başına oturan çocuğun yanına geldiğinde nefes nefese bir şekilde soluklandı bir müddet. Ardından kendisine uzatılan su şişesini kafasına dikti. Minik bedeni diğer çocuğun yanına çökerken "Nasıl oynadım ama?" diye gülümsedi şirince. İkizine bakarken gülümsemesi gitgide büyüdü. "Neden sen hiç bizimle oynamıyorsun Batı?"

Yeşil gözlü, omuz silkti. "Çünkü ben bir tek seninle oyun oynamayı seviyorum, Doğu."

Terli çocuk derince iç çekti. "Söz, yarın sadece ikimiz oynayacağız diğer yarım."

Yeşil gözlü, hevesle konuştu. "Tamam, hadi üstünü değiştir. Yoksa hasta olacaksın."

Doğu, başını sallayarak onu onayladı. Birlikte soluk mavi duvarları olan eski binaya girip sekiz kişilik yurt odasına çıktıklarında Batı yatağına çöküp ikizinin gelmesini beklemeye başladı.

O, Doğu'nun aksine her zaman asosyal bir çocuk olmuştu. On yaşındaydı, kendini bildiğinden beri bu yurttaydı. Belki bir günlük belki de bir aylıkken ikiziyle birlikte bu yurdun önüne bırakılmıştı zira. Terk edilmenin acısını kavrama yeteneği geliştikçe hissetmiş ve kardeşine rağmen daima dışlanan bir karaktere bürünmüştü. Batı için hayatındaki en değerli şey, ikizi Doğu idi. İsimlerini bile yurdun hafif göbekli, yaşlı müdürü Ahmet Bey vermişti onlara. Henüz on yaşında ve gözleri hariç birbirlerinin aynı olmalarına rağmen Batı ve Doğu tümüyle zıttı. Batı ne kadar sessizse Doğu o kadar konuşkandı. Doğu ne kadar mutluysa da Batı o kadar üzgündü burada olmaktan. O, herkes gibi bir ailesi olsun istiyordu ama ikizi bu yurdu evi, içindekileri de ailesi kabul etmişti çoktan. O olmasa, burada bir saniye bile durmayacağından emindi.

Doğu üstünü giyip kardeşinin yanına geldiğinde küçük çocuk düşüncelerini geriye atarak ayaklandı. Beraber yurdun geniş yemekhanesine gidip iki tepsi alarak sıraya girdiklerinde görevli önlerindeki tabaklara biraz pilav, biraz et ve biraz da salata bıraktı. Doğu, teşekkür ederken Batı her zamanki sessizliğiyle yemeğini alıp boş masalardan birine oturdu. İkizi de karşısına geçip iştahla yemeğine dalarken küçük çocuk diliyle dudaklarını ıslatıp yemeğini kardeşine nazaran daha ağır bir şekilde yemeye başladı. Kısa süre sonra birkaç kaşık aldığı pilavını bırakıp yemekle oyalanmayı sürdürürken uykusu gelmişti. Hava tamamen kararmış, güneş yerini aya vermişti. Batı, kendisini aya ikiziniyse güneşe benzetirdi daima. Tüm zıtlıklara rağmen yan yanaydılar ama yine de farklıydılar işte. Doğu, etrafına ışık saçar ve hayata hep iyi yönünden bakardı. Batı ise onun aksine sadece karanlığı sever ve geceleri huzur bulurdu. Yine de karanlığının ikizinin ışığına ihtiyaç duyduğunu biliyordu. Onlar, aynı kaderi yaşayan bambaşka kişilerdi. Kardeşi güneşin doğuşuydu, başlangıçtı. Kendisiyse güneşin batışıydı, sondu.

"Dün rüyamda seni gördüm," dedi birden Doğu. "Elimi bırakıyordun, Batı. Ben kayboluyordum."

"Ben seni bırakmam ki," dedi yeşil gözlerini kırpıştırarak Batı. "Hem Ahmet amca rüyaların tersi olur demişti."

Doğu gülümsedi. "Sence bir gün yollarımız ayrılır mı?"

Batı, omuz silkti. Kardeşi yaramaz diye nitelendirilebilecek bir çocuktu. Yerinde durmaz, sürekli oyun oynardı. Batı ise boş zamanlarında ya onu izler ya da kitap okurdu. En büyük merakı ailesiydi ve durmadan bir şeyleri sorgulamaya, kurcaladıklarını birleştirmeye bayılırdı. Bu soruyu uzun zamandır kendisi de düşünüyordu ama bir o kadar emindi de cevabından. Onlar, birbirlerinin tamamlayıcısıydı ve biri eksikken asla yaşayamayacaklarına inanıyordu. "Kalp atmadan vücut yaşar mı?" diye sordu bu yüzden ikizinin sorusuna karşılık.

Doğu gülümsedi. "Hangimiz vücut hangimiz kalp peki?"

Batı, kıkırdadı. "Bilmem."

Yemeklerini bitirip odalarına çekildiklerinde bir süre oyun oynadılar birlikte. Batı da Doğu da beraber zaman geçirmeyi çok seviyordu. Belki Doğu'nun arkadaşları olduğu için Batı biraz kıskanıyordu ama ikizini mutlu gördüğü her an o da içten içe seviniyordu. İkisinin özelliklerinden en ayırt edici olanı da bu yönleriydi. Doğu hızlı ve korumacıydı ama Batı da zeki ve fedakardı.

Görevli gelip uyumaları için odadakileri ikaz ettiğinde, ikisi de yan yana olan yataklarına girdi. Batı sağa, Doğu sola dönerek yüz yüze gelecekleri bir konum ayarladığında her gece olduğu gibi Doğu elini kardeşine uzattı. Batı da uzatılan eli tutup bir süre sıktı ve onu hissetti. "İyi geceler, diğer yarım." dedi bedeni yavaş yavaş gevşeyip kendisini derin bir uykuya hapsettiğinde. "İyi geceler diğer yarım." diye karşılık verdi Doğu.

Kulak tırmalayıcı bir ses derin uykularını böldüğünde kimse ne olduğunu anlamamıştı. Odadaki çocuklar ürkerek yataktan kalktığında odanın kapısı aniden açıldı ve yatakhaneleriyle ilgilenen hizmetli Murat, telaşla bağırdı. O an can derdine düşmüş ve çocukları korkutmaması gerektiğini unutmuştu. "Çocuklar hemen kaçın binadan, yangın çıktı!"

Herkes, odanın açık kapısından duyulan gürültüye kulak verdi önce. Ardından, oda hızla boşalmaya başladı. Görevli de kaçıp giderken arkasında bıraktığı çocukları fark etmemişti. Doğu yorgunluktan henüz kendine gelmemişti ve Batı da onu bırakamamıştı. Omzunu sertçe dürttü. "Doğu kalk." Birkaç başarısız girişimin ardından uyku sersemi bir halde kendisine bakan Doğu'yu gördüğünde rahatladı. Yangından kaynaklanan dumanın kokusunu hissetmeye başlamıştı ve eğer ikizi biraz daha cevap vermezse ona bir şey olduğunu düşünmeye başlayacaktı zira.

"Ne oldu?" diye doğruldu Doğu. Gözleri terk edilen yataklarda gezindi. "Diğerleri nerede?"

Batı ikizinin elini tutup onu yataktan çekiştirdi. "Yangın çıktı, herkes kaçtı binadan. Hadi, biz de alevler daha fazla yayılmadan çıkalım."

Doğu başını salladı. Odadan çıkıp merdivenlere ilerlerken ikisi de birbirini tedirgin etmemek için göstermemeye çalışsa da korkmuştu. Çünkü yangının bıraktığı is lekeleri bulundukları kata ulaşmıştı bile. Aşağı inerken aniden Batı'nın ayağı takıldı. O acıyla inleyip bulunduğu yere çökerken Doğu "Batı iyi misin?" diye soludu. Son basamaktaydı. "Kalkmalısın, ikiz." Göz ucuyla etrafa büyük bir hızla yayılan alevlere baktı. "Yoksa yanacağız."

Batı birkaç kez kalkmayı denedi fakat ayak bileğini burktuğu için başaramadı. Cılız vücudu bir kez daha yerle buluştuğunda hezimetle çöktü omuzları. "Olmuyor, Doğu. Sen git, ben gelemem."

Doğu çaresizce saçlarını çekiştirdi. "Seni asla bırakmam," diye yükseltti sesini sonra. "Unuttun mu biz altı yaşındayken birbirimize söz verdik. Asla diğer yarımızı yarı yolda bırakmayacağız."

"Öleceksin!" diye bağırdı Batı. "Lütfen, Doğu. Git. Sen yaşamalısın."

Gözünden bir damla süzüldü. Doğu da onun gibi ağlamaya başlasa da gitme niyetinde değildi. Önünde çöktüğü ikizine sırtını döndü ve "Kollarını boynuma dola," dedi emir verici bir sesle. "Seni taşıyacağım."

"Gücün yetmez!" diye itiraz etti Batı. Yangın merdivenlerin ucuna gelmek üzereydi. Hissettiği sıcaklıkla dudaklarının arasından canhıraş bir çığlık yükseldi. "Yapma."

"Ya senle çıkarım ya da hiç çıkmam," diye tehdit etti onu, Doğu. Batı kollarını ikizinin boynuna doladı. Doğu kardeşinin bedenini sırtlanarak ayağa kalktığında hissettiği ağırlıkla bir adım atar atmaz yere düştü. Ama pes etmedi. "Bir daha deneyeceğiz. Hadi."

Dediği gibi bir deneyiş daha gerçekleşti. Sonra bir tane daha...

Nihayet tüm iradesini kullanıp ayağa kalktığında dişlerini birbirine bastırarak alevden kaçındı ve duman yüzünden birkaç defa öksürerek binadan çıktı. Hızla boşalan bahçenin kapısına koşarken etrafta toplanan kalabalığa baktı. Gözler onları bulduğunda tedirginlik hat safhaya ulaşmış, polis arabası ve itfaiyeden siren sesleri yükselmeye başlamıştı. Doğu bitkin halde kapıdan çıktığı an yere düştü. Yangın haberini alır almaz yurdun önüne gelen müdürleri Ahmet Bey, Batı'yı ikizinin sırtından alırken diğer eliyle de Doğu'yu kaldırdı ve evladı gibi bildiği çocuklara sımsıkı sarıldı. İkisi de çok kormuştu. Hatta bir an öleceklerini düşünmüş, korku yerini acıya bırakmıştı.

Birkaç saat sonra söndürülen yangın, binayı kullanılamaz hale getirmişti. Civarda yaşayan insanların da desteğiyle çocuklar geceyi farklı evlerde geçirse de Doğu ve Batı ayrılmamıştı. Ahmet Bey, bilhassa onlarla ilgilenmiş ve onları kendi evinde misafir etmişti.

İkisi de hala atlatamadıkları şokun etkisindeyken evdeki sessizlik, gelen telefonla bozulmuştu. Birbirlerine sarılı vaziyette salondaki krem rengi koltukta uyuyakalan çocuklar yerlerinden sıçrayarak uyandığında Ahmet Bey hızlı adımlarla büyük, altın rengindeki ev telefonuna ulaştı ve aramayı yanıtladı. Çocuklar yaşlı müdürün yüzündeki ifadeyi gözlerini dahi kırpmadan izlerken adamın rengi gittikçe kızardı. Alnı gergince kırışırken ikizlere kaçamak bir bakış attı. Batı, ters giden bir şeyler olduğunu hemen anlamıştı. Doğu ise hala anlamsız gözlerle babası yerine koyduğu adamı inceliyordu. Ahmet Bey, ömrünü o yurda adamış bir adamdı. Birkaç yıl önce eşini kaybetmiş ve hiç çocuğu olmadığı için bu küçük evde tek başına kalmıştı. Karısını kaybedip derin bir boşluğa düştüğü o günlerde yurdun önünde bulduğu iki bebek, onun hayatı için dönüm noktası olmuştu aslında. Onları büyütürken bir baba şefkatiyle yaklaşmıştı onlara. Batı ve Doğu'nun yeri onun için başkaydı. Ancak bir karara varması gerektiği için boğazında oluşan yumruyla telefonu kapattığında gözleri dolmuştu.

Onları istese de evlat edinemeyeceğini biliyordu. Hem yaşı itibariyle emekli olmak üzereyken onlarla ilgilenemezdi hem de evlatlık almak için gerekli koşullardan birkaçını sağlamıyordu. Ancak birkaç gün önce gelen bir çift, arkadaşlarıyla oynayan Doğu'yu görmüş ve çocuk etrafa yaydığı aurayla hemen dikkatlerini çekmişti. Onu almak için müdüre gittiklerinde adam bir ikizi olduğunu söylese de çift ikisini alamayacaklarını belirtmiş, bunun üzerine Doğu ile görüşmek istediklerinde müdür de olabildiğince ertelemişti bunu. Fakat yangından haberdar olan çift, paralarının gücünü de kullanarak gerekli işlemleri halletmiş ve çocukların Ahmet Beyin evinde olduğunu öğrenince de oraya doğru yola çıkmıştı. Kendisini de Doğu'yu hazırlamasını rica etmek için aramışlardı. Yaşlı adam ikisine de sahip çıkacak imkanları olmasına rağmen neden onları birbirinden ayırmak istediklerini anlamamıştı. Bunu sorduğunda ikisine de bakabilecekleri zamanları olmadıklarını, üstelik yurt dışına çıkacakları için de yalnızca birini yanlarında götürme şansına sahip olduklarını söylemişti. Neticede nihai karar onlarındı ve adam çocuğun onayı olmadan onu evlat edinemeyecekleri için acele etmemişti ama dün çıkan yangın her şeyi berbat etmişti.

Birkaç dakika öylece durdu. Kapı çaldığında sertçe yutkunarak gelen genç çifti içeri davet etti. Bunu ikizlere nasıl söyleyeceğini düşünürken fazlasıyla vakit kaybetmişti üstelik. Kızıl kadın, salondaki ikizleri fark eder etmez topuklusuyla zeminde gürültü çıkararak onlara yöneldi. Arkasındaki adam da eşini takip ederken boğazındaki düğümü hiçe saymış ve yüzüne ifadesizlik maskesini geçirmişti.

Ahmet Bey de peşlerinden gittiğinde kadın Doğu'nun önünde duruyordu. "Ahmet baba, bunlar kim?" diye sordu Doğu şaşkınca.

Kadın kaşlarını kaldırarak elini uzattı. "Merhaba tatlım, ben Tülay." Yanındaki adamı gösterdi eliyle. "O da benim eşim, Mert." Saçlarını geriye attı. "Buraya seni almaya geldik."

Batı sessizce onları izlerken Doğu'nun kaşları çatıldı. "Nereye alacaksınız ki bizi?"

"Sizi değil," dedi kadın. "Yalnızca seni." Ahmet Beye yan gözle baktı. Adamın durumu açıklamadığını anlaması uzun sürmemişti. "Birazdan Amerika'ya gitmek için uçağımız kalkacak. Bak, biliyorum bu biraz hızlı ve şaşırtıcı bir gelişme ama şartlar bunu gerektirdi. Biz Mert ile senin oğlumuz olmana karar verdik. Aslında, seninle bir süre vakit geçirip bize alışmanı ve bu sayede her şeyin daha kolay olacağını ummuştuk ama dün geceki yangından sonra kalacak bir yerin bile yokken işlemleri hızlandırmak zorunda kaldık."

Batı yüzünü buruşturdu. "Ahmet amca, ne diyor bu kadın?" derken sinirlenmeye başlamıştı. Hışımla ayağa kalktı. İncinen bileği bugün daha iyi olsa da hala kötüydü fakat o öfkeden şu an acıya yoğunlaşamıyordu. "Yalan söylüyor, desene. Sizi asla ayırmayacağız, desene!" Adam, başını öne eğdi. Sessizlik Batı'ya korktuğu cevabı vermişti. Gözleri dolarken Doğu da kalktı.

"Ben sizinle gelmeyeceğim!" diye bağırdı kadına. "Batı'yı asla bırakmayacağım. Duydunuz mu beni? Bizi ayıramazsınız!"
İkizine sımsıkı sarıldığında kurduğu cümlelere rağmen içinde büyüyen korkuya mani olamıyordu.

"Üzgünüm." dedi kadın. Ardından kocasına baktı. "Gitmeliyiz, Mert. Yarım saat sonra uçak kalkacak."

Adam Batı'nın ıslanmış yeşilliklerine pişmanlıkla baktı. Sonra, Doğu'yu kucağına alarak kapıya doğru ilerlemeye başladı.

Ahmet Bey ve Batı da çiftin peşinden giderken Doğu bağırarak ayaklarını çırpıyor, karnına dolanarak kendisini tutan kollardan çıkmaya çalışıyordu. "Bırak beni! Bırak!"

Sokağa çıktıklarında sesleri duyan birkaç kişi camdan dışarı çıkardı kafasını. İlerideki market sahibi ve kasap işini bırakarak olayı izlerken kahvehanedeki adamlar da dışarı çıktı. Doğu, bu sırada başını eğip kendisini tutan adamın elini ısırdı sertçe. Adam ani acıyla çocuğu bırakırken Doğu hızla kendisine gelen ikizine koştu ve ona sarıldı. Batı da ağlayarak kardeşine sarılırken ikisinin de minik kalbinde asla sarılamayacak bir yara peydahlanmıştı. Adam küçük çocuğa kızmaya kıyamamıştı ama fazla vaktinin olmadığını kendine hatırlatarak yeniden onun yanına gitti ve Doğu'yu ikizinden ayırdı. Çocuklar son bir umutla ellerini kenetlediğinde mahalleli olanları az çok anlamış ve izleyenlerin çoğu onlara acımıştı. Ahmet Bey artık Doğu'nun velayetinin onlarda olduğunu bildiğinden yapabileceği tek şey Batı'yı tutmaktı. "Doğu!" diye acıyla haykırdı Batı. "Elimi bırakma."

Mert daha hızlı çekti Doğu'yu. Birleşmiş elleri kayarken ikisi de indirmedi kolunu. Hala birbirine uzanmaya çalışıyor ve debeleniyorlardı. "Batı, söyle bıraksınlar beni!"

Yürek yakan feryatları sokağı inletirken Mert pahalı olduğu her halinden anlaşılan arabaya bindirdi Doğu'yu. Tülay onu içeride tutarken Mert de şoför koltuğunun kapısını açtı. Dayanamayıp omzunun üstünden arkasına baktığında Batı çırpınmaya devam ediyordu. Göz göze geldikleri an "Sizi pişman edeceğim!" diye öfkeyle konuştu küçük çocuk. Gözyaşları yanaklarından sicim gibi süzülürken "Doğu seni çok seviyorum. Söz veriyorum bir gün seni bulacağım!" diye sürdürdü sözlerini.

Kendilerini izleyen birkaç göz bu cümlelerle ıslanırken Mert arabaya bindi. Araba çalışırken Batı sonunda kendini tutan kollardan kurtuldu ve ilerlemeye başlayan arabanın peşinden koştu. Doğu da arabada arkasını dönmüş avuçlarını cama yaslayarak kendisine bakıyordu. Dudaklarını oynatarak "Seni unutmayacağım." dediğini anladı Batı.

Araba köşeyi döndüğünde bileğinin acısına daha fazla dayanamayıp düştü caddeye. Kendine gelen kahveci onu kaldırırken çocuk hırsla kurtuldu ellerinden ve gökyüzüne bakıp son bir defa haykırdı. "Bizi ayıranlar, bedelini ödeyecek Doğu! Söz veriyorum, intikamımızı alacağım."

Sokaktaki kimse, küçük bir çocuğun intikam naralarını ciddiye almamıştı. Ancak bilmedikleri bir şey vardı, Batı her zaman sözünde dururdu.

Herkesi geride bırakıp yapayalnız kaldığı bilmediği bu şehirde yürümeye başladı Batı. O an İstanbul'dan nefret etti. Hayattan, kendilerine yardım etmeyen Tanrı'dan, insanlardan...

Gitti.

Ve bir daha hiç geri dönmedi.

Continue Reading

You'll Also Like

45.7M 2.1M 86
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...
53.5K 2.8K 15
28 yıl önce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi.Ben Asena Doğu namı değer Kızıl Dağların Kızılı ismini duyanların korkudan titrediği kadın Bu ben...
1M 18.1K 27
🔞Türkiye'nin en büyük mafyası tarafından kaçırılmak ve onla ilişki yaşamak.🔞 🔞Bolca +18 vardır. 🔞
3.7K 149 30
Eylül geldi. Zaman güz yapraklarını geçmişe savurdu. Zifiri karanlık bir yol kenarında açtı gözlerini. Siyaha boyanmış gökyüzündeki bütün yıldızlar...