SAKA VE SANRI

Bởi Maral_Atmc6

19.2M 1M 1.6M

"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin fa... Xem Thêm

Giriş.
(1) Kiminle Evli?
(2) Aşkın En Çirkin Olanı.
(3) Karım Mı?
(4) İlk İzlenim İçin Berbat Bir Başlangıç.
(5) Metres!
(6) Masa Altı Oyunlar.
(7) Teklif Edilen Para.
(8) Babam Gibi...
(9) Bahis
(10) Sanrı'nın Karısı.
(11) Güzellikle Veya Zorla!
(12) Kalbini Ört Üşümesin.
(13) Öpmek Geldi İçimden.
(14) Çağırın Gelsin!
(15) Mahşerin Resmi.
(16) On Bir Milyonluk Öpücük.
(17) İlk Hediye.
(18) Gönül Suçu.
(19) Kırılmışsa Kanatları.
(20) 13 Haziran Etkisi.
(21) Gitme Üzerinde Eflatun Bir Elbise Var!
(22) Son Öpücük
(23) Kusursuz Kaos.
(24) Beni Nasıl Unutursun?
(25) İhtiras
(26) Denemedim Demeyeceğim.
(27) Kaçış Planı.
(28) Soğuk Savaş.
(29) Karım Ol!
(30) Beni Benimle Aldat.
(31) Kralın Tahtı Yıkıldı.
(32) Her Şeyi Benden İste.
(33) Erkek Dayanışması.
(34) Soğuk, Çok Soğuk.
(35) Bunu Bana Nasıl Yaptı?
(36) Bir Menekşe Kokusu. (Sezon finali)
Duyuru
(37) Nefesim Gidiyor
(38) Gözlerime Ağlamayı Öğretti.
(39) Ellerimle Gömdüm Seni
(40) Tüm Umutlar Tükendiğinde...
(41) Beni Affetmenin Bir Yolunu Bul
(42) Seni Tekrar Kaybedemem
(43) Sol Göğsümdeki Damga
(44) Masadaki Şüpheli Yemek
(45) Kal Dersen Kalırım
(47) Hamile Miyim?
(48) İstenmeyen Bebek
DUYURU
(49)Unutma Beni Çiçeği
Alıntı

(46) Uyanmaktan Korktuğum Bir Rüyasın.

544K 22.8K 23.1K
Bởi Maral_Atmc6

"Bilemezdim bu kadar sarsılacağımı. Senden kaçarken aslında kaçtığım şeyin gerçeğin ta kendisi olduğunu bilemezdim. Yıkıl dünya, yıkıl artık kelimeler kifayetsiz kalıyor. Öyle bir yıkıl ki bir ablanın çaresizliğinde boğulsun tüm insanlık."

Parmaklarım sıcak kahve kupasını sararken sessizlik içinde karşımdaki kadını izliyordum. Karun'un benim için bulduğu bu psikoloğa düzenli olarak iki aydır geliyordum. Yılların birikimini ilerlemiş yaşının olgunluğuyla birleştirip bana akıllıca tavsiyeler veriyordu. İki ay içinde her seansta ona biraz daha kendimi anlatmış, yavaş yavaş çözülmeye başlamıştım. İki ayın sonunda ise tüm hayatımı bilen birine dönüşmüştü. Feyza Hanım aynı zamanda Karun'un da psikoloğuydu. İkimizle haftanın farklı günlerinde görüştüğü için yaşadığımız her şeyi biliyordu.

Çenesinin hizasındaki saçlarının bir tutamını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Bana karşı tamamen dürüst olmadığını düşünüyorum." Oturuşunu dikleştirdi. "Hâlâ annenle ilgili o kâbusları görüyor musun?" Bu konu sinirlerimi bozuyordu.

"Evet," dedim bıkkınca. Ona doğruları söylemedikçe aynı soruyu farklı şekillerde sormaya devam ediyordu. "Kabuslarım bir gece için bile son bulmadı. Yıllardır olduğu gibi her gece annemi vurduğum o günün kabuslarını görüyorum."

Kocaman ela gözlerini kıstı. "Karun Bey'in bu kabuslardan haberi var mı?"

Başımı iki yana salladım. "Kabuslarımın devam ettiğini bilmiyor çünkü onun evine taşındığımdan beri bunu ondan gizliyorum."

"Nasıl?"

"Kabuslarım genelde annemi vurduğum o saatlerde başlıyor, yani gece üç gibi." O saatlerde başlayıp sabaha kadar sürüyordu ya da bana öyle geliyordu çünkü rüyalarımız aslında sekiz saniyeyle sınırlıydı. Sekiz saniyelik bir şey bana nasıl sabaha kadar kâbus gördüğümü düşündürebilir?

Yüzümü ovuşturdum ama görünüşüme fazla önem verdiğim için hemen sonrasında kakülümü düzelttim. "Alarmı ayarlayıp telefonu yastığımın altına koyuyorum." Üzerimdeki dar elbisenin toplanan eteğini umursamadan bacak bacak üzerine attım. "Saat üç gibi alarm çalınca Karun'u uyandırmadan hemen alarmı kapatıyorum."

Uykulu gözlerime bakıp derin bir nefes aldı. "Sonrada sabaha kadar hiç uyumuyorsun, değil mi?" Başımı salladım. Saat üçten sonrası kabusların başlangıcıydı bu yüzden o saatlerde uyumak istemiyorum.

Yataktan sessizce çıkıp odanın köşesindeki tuvalin başına geçiyor ve loş ışıkta resim yapıyordum. Bazense çizim defterimi alıp şömine karşısındaki koltukta bir şeyler çiziyordum. Saat üç ve altı arasındaki o boşlukta yaptığım şey bunlardı. Saat altıda üzerimi değiştirip ya malikanenin spor salonunda egzersizlerimi yapıyor ya da bahçede sabah koşusu yapıyordum. Spor yaptıktan sonra odaya dönüp hızlı bir duş alıyor ve aceleyle giyinip saat tam yedide kahvaltı masasında oluyordum.

Aslında abartılacak bir şey yoktu çünkü sadece üç saat uykumdan ödün veriyordum. Ben normalde de hep erken kalkardım. Uyanma saatim normalde altıydı ama kabuslarım yüzünde artık üçte kalkıyordum. Feyza Hanım'ın kırışıklarla dolu yüzü gerilince, "Karun'a söyleyemem çünkü annemin yaşadığını öğrendiğimden beri kabuslarımın son bulduğunu düşünüyor," dedim. Omuzlarım düştü. "Annemi görmedikçe yaşadığına tam olarak ikna olamıyorum." Bu da kabuslarımın devam etmesine neden oluyordu. Rüyamda hâlâ onu öldürüyordum.

Ellerini masada birleştirdiğinde gözleri fazla kurnazca bakıyordu. "Ona söylemen senin açından daha iyi olmaz mı?" Gözlerini kısınca alnındaki kırışıklıklar arttı. "Kabuslarının devam ettiğini öğrenirse sana annenin yerini söyleyebilir. Sence de annenin yerini öğrenmek için elinde iyi bir koz yok mu?"

"Evet, Karun kabuslarımın devam ettiğini öğrenirse hemen beni anneme götürür." Bunu yapacağından hiç şüphem yoktu. "Tam da bu yüzden bilmemesi gerekiyor çünkü bana annemi vermek için her şeyini gözden çıkardı."

Kahvemden bir yudum alarak bakışlarımı ona diktim. "Böyle bir adama psikolojik baskı uygulayarak ondan annemi almak istemiyorum." Dudaklarım burukça kıvrıldı. "Onu bırakıp gitmeyeceğimden emin olunca bana annemi vereceğini biliyorum." Gözlerimin ardı sızladı. "Ben on dört yıldır bir annenin yokluğunu çekiyorum biraz daha dayanabilirim."

Dudaklarında küçük bir gülümseme oluştuğunda bu huysuz cadı belki de ilk kez benimle gurur duyuyormuş gibiydi. "Hiçbir hastam iki ayda bu kadar hızlı bir gelişme gösteremedi. İki ay önce bu kapıdan giren kadının tek düşündüğü kendi istekleriydi." Tebessümü büyüdü. "Şimdi ise yan yollara sapmadan beklemeyi ve sabretmeyi öğrendin. Gösterdiğin çabayı takdir ettiğimi bilmelisin."

"İki aylık bir çabayla bu hale geldiğimi söyleyerek başarının çoğunu kendinize mi alıyorsunuz?" Elimdeki kahve kupasını önümdeki sehpanın üzerine bıraktım. "Benim zaten bir yıllık psikolog geçmişim var ve öncesinde de birkaç psikoloğa gitmiştim." Omuzlarımı dikleştirdim. "Ben tedaviye açık olmasaydım bu iki ayda bir adım bile ilerleyemezdik. Burada tüm teşekkürü ben hak ediyorum."

Nadiren ortaya çıkan kahkahası odayı doldurdu. "Hâlâ bazı konuların üzerinden çalışmalıyız. Mesela takdire şayan mütevaziliğin ve haddinden fazla olan şu açık sözlülüğün."

"İnsanlar buna dürüstlük diyor."

"İnsanlar her zaman doğruları duymayı istemez."

"Biliyorum." Hatırladıklarımla yüzümü buruşturdum. "Dün Elay'a birkaç ay sonra balon gibi şişeceğini söylediğim için üzerime kustu." Kendimi tutamayıp öğürdüm. "Bir daha onunla sinemaya gitmeyeceğim."

Kırışıklıkların çevrelediği dudaklarını aralayıp tam bir şey söyleyecekti ki saatin tik sesiyle çantamı alıp ayağa kalktım. "Haftaya görüşürüz, Feyza Hanım." Kabanımı alıp kaçarcasına odasından çıktım. Seans boyunca o kadar geriliyordum ki süre dolar dolmaz çok hızlı dışarı çıkıyordum. Neyse ki artık bugünden itibaren haftada bir kez görüşecektik. İki ay boyunca haftanın üç günü ona gelmek beni çok yormuştu. Bu süreyi haftada bire düşürmüştüm.

Dışarı çıktığımda yirmi korumam beni bekliyordu. Pardon, yirmi bir. Bu herifler beni kendilerine benzettiği için tıpkı onlar gibi bende çoğu zaman Ali'nin varlığını unutuyordum. Karşılarında durduğumda birkaçının elindeki cep kitabını arkasına sakladığını gördüm. Gülmemeye çalıştım. "Haftaya hepinize tek tek okutacağım Nas ve Felak'ı." İki aydır bunun için onlara baskı uyguladığım için artık dua kitaplarıyla geziyorlardı.

Kendimle övünürcesine çenemi kaldırdım. "Size iyi bir örnek teşkil etmek için ben çoktan ezberledim hatta yanında ekstradan beş sure daha ezberledim." Kaşlarımı çattım. "Madem sizden kurtulamıyorum o zaman Karun'un adamlarından hiçbir farkınız kalmayacak. İki ay oldu be, iki ay! Kim olsa ezberlerdi!"

Furkan göğsünü kabartarak, "Valla ben ezberledim," diyerek güldü. "Haftaya olan sınavı çok rahat veririm. İki ayda sadece Felak suresini ezberledim ama bu da bir şey."

"Beceriksiz," diyerek ona çıkıştım. "İki ayda sadece Felak suresini mi ezberledin?"

Hemen savunmaya geçti. "Öyle demeyin, Bige Hanım." Büyük bir zorluğu aşmış gibi davranıyordu. "Felak suresi düşündüğümden daha uzunmuş."

"Nesi uzun toplasan yarım sayfayı doldurmaz."

Ortada komik bir şey varmış gibi diğerleri gülmemek için kendilerini zor tutarken Furkan, "Yarım sayfa mı?" diyerek gözlerini belertti. "Daha Felak suresinin uzunluğunu bilmiyorsunuz ama karşımıza geçmiş bize kızıyorsunuz. O kadar uzun cin kovucu sure mi olurmuş." Neyden bahsediyor?

Ensesini kaşıyarak kafa karışıklığıyla bana baktı. "Ruhani varlıklar size saldırdığında ben Felak okumaya başlayınca kaçarlar ama korktukları için değil, sıkıntıdan. Ne de olsa 83 Ayetten oluşan bir surenin bitmesini beklemek her babayiğit cinin harcı değil." 83 ayetten oluşan mı?

"Sen neyden bahsediyorsun Felak suresi-" demiştim ki rahmetli babaannemin verdiği mevlitlerden bir şeyler hatırlayınca, "Hadi be!" dedim şaşkınca. Şoke olmuş bir halde ona bakıyordum. "Yâsin-i Şerifi mi hatmettin dengesiz herif?"

Demek ki diğer korumaların kıkırdamalarının sebebi buymuş çünkü hepsi gülerek başını sallayınca şaşkınlıktan level atladım. Bu herifler ciddi mi? Ağzım bir karış açılmıştı. Gerçek anlamda Yasin suresini ezberlemiş olamazdı, değil mi? Furkan hiçbir şey anlamayarak bana bakınca ona yanlış sureyi ezberlettiklerini anladım. Nedim, Celil ve diğerlerine bakıp gülmeye başladım. "Adisiniz." Onlar gibi bende gülüyordum. Bunu yaptıklarına inanamıyorum.

Furkan kahve gözlerini bize dikerek, "Burada ne haltlar dönüyor?" diye sordu. Birazdan olacakları az çok tahmin edebiliyorum.

"Ezberlediğin bu Felak suresini sen hangi kitaptan buldun?" Bunun kimin başının altından çıktığını merak ediyorum. Furkan'ın iki ayda Yâsin suresini ezberlediğine hâlâ inanamıyorum. Ezberinin bu kadar iyi olduğunu bilmiyordum.

Gittikçe ondan uzaklaşan hatta küçük adımlarla onun yanında tüymeye başlayan Nedim'i işaret etti. "Ondan istedim o da çıktı halinde tüm o sayfaları bana verdi." Kendimi tutamayıp kahkaha attım. Anlaşılan Nedim, Yasin Suresinin fotokopisini çıkarmış ve başına da Felak yazıp bu aptala vermişti.

Nedim'in arabasına doğru koştuğunu görünce kıkırdadım. "Daha hızlı kaç birazdan ona gerçeği söyleyeceğim."

"Ben arabayı çalıştırmadan söylemeyin, Bige Hanım!" diye bağırınca güldüm. Çocuk gibi haylazlar.

Furkan aklı karışarak onun arkasından bakıyordu. "Bu piç neyden kaçıyor?"

"Senden," diyen İsa'da bu işin içinde olmalı ki gülerek kendi arabasına doğru koştu.

"Beni bekle lan!" Celil'de koşmaya başladı. Onun arkasından Yakup, Halil, Nazım, Mert ve birkaç kişi daha arabalara doğru koşunca kahkaha attım. Suçlular nasıl da kendini belli ediyordu.

Onlar arabalara atlayıp yola çıkınca merakla bana bakan Furkan'a döndüm. "Tatlım seni kandırmışlar." Çantamdaki telefonumu çıkartıp Google'dan Felak suresini açtım. Dört satırlık sureyi ona gösterdim. "Felak bu." Sertçe yutkununca gülmemeye çalışarak başımı salladım. "Sana ezberlettikleri şey Kuran'ın en uzun surelerinden olan Yasin suresi."

Önce bir süre telefonun ekranındaki sureye baktı, daha sonra bana. Bunu birkaç kez yaptıktan sonra sertçe yutkundu. Yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atmaya çalışıyordu. Başardığı şeyin güzelliğine sevinemiyordu çünkü arkadaşları tarafından tuzağa düştüğünü anlamıştı. Sinirden gözü seğirdiğinde kaşlarını çattı. "Onları sikeceğim!" Sinirle hırladıktan sonra hemen benden uzaklaştı. Onların peşlerine düşmek için arabasına doğru koşarken ağza alınmayacak küfürler ediyordu.

Onu tuzağa düşürdükleri için çok kızmıştı. "Bela olup o piçlerin üzerine yağacağım! Günlerdir gece gündüz yanlış sureyi mi ezberledim!"

"Tatlım ne kadar güzel bir şeye vesile olduklarının farkında mısın?" Arkasından seslendim. "Bu başarın için seni ödüllendireceğim. Birkaç ikramiye maaş nasıl? Nedim'in yakışıklı suratına zarar verirsen parayı unut!" İlk günden beri Nedim'in yüzünü sevdiğimi hepsi biliyordu çünkü çok yakışıklıydı.

Arabaya binmeden önce kısa bir an bana baktığında bakışları hiddet doluydu. "Onun çirkin suratına kezzap döküp yakacağım!"

"Kıskanma çocuğu gayet yakışıklı."

Tıpkı büyükbabam gibi, "Gözleriniz bozulmuş sizin!" diyerek arabaya bindi hayvan. "Gidin tamir ettirin şu gözlerinizi!"

Umarım Nedim'in yüzüne zarar vermezdi.

***

"Allah'ın cezası ergen!" Bağırarak Levent'in peşinden koşup merdiveni hızlıca indim. "Bu kaç etti!"

Benden kaçarken arkasına bile bakmıyordu. "Yenge, bırak peşimi!" Bu iki ayda gösterdiği tek iyi gelişme bana yenge demeye başlamasıydı ama onun dışında hâlâ canımı sıkacak şeyler yapıyordu.

"Benden kaçarak bu sorunu çözemezsin!" Evden dışarı fırladığında peşinden koştum. Ayağımda çıkardığım topuklu ayakkabıyı ona fırlattığımda hedefi tam on ikiden vurmuştum.

Ayakkabım kafasının arkasına çarpınca acıyla inleyerek durdu. Etraftaki korumaları göstererek bana döndü. "Herkesin içinde ayıp olmuyor mu? Ben artık üniversiten mezun olan bir yetişkinim!"

"Bana cevap verme!" Ona doğru yürüyüp çenesini sertçe kavrayarak yanağındaki morluğa baktım. "Şu suratının haline bak! Yarın seninle geleceğim ve bana bunu kimin yaptığını göstereceksin." Son günlerde dayak yiyip yiyip eve geliyordu.

Kaç gündür çenemden bezmiş gibi yaka silkerek, "Annem gibi davranma yenge," demişti ki ne fark ettiyse sinirden güldü. "Gerçi annem pek takmaz böyle şeyleri." Çenesini benden kurtararak geriye çekildi. "Arkadaşlar arasında olan bir şey." Umursamaz bir ifadeyle omuzlarını kaldırıp indirdi. "Bu kadar büyütme."

Kafasına sertçe vurdum. "Bunlar nasıl bir arkadaş ki son günlerde seni hep bu halde eve gönderiyorlar?" Tam bir şey söyleyecekti ki kulağına yapışarak çekince başını eğmek zorunda kalmıştı. "Yenge bırak acıyor!"

Kulağını benden kurtarmaya çalıştı ama ona izin vermedim. "Yarın o arkadaşlarınla tanışacağım gözlüklü ergen! Beni yine atlatırsan bu sefer kafanı kırar ve abine şakalaşıyorduk derim. Ne de olsa sen alışmışsın şaka ayağıyla dayak yemeye!"

Onu sertçe bıraktım. Yüzündeki morluğu gördükçe çıldırıyordum. "Şu hale bak dayak arsızı olmuşsun sen!"

Savunmaya geçmek için ağzını açmıştı ki, "Kabul etmezsen beş saniye içinde diğer yanağını da ben morartacağım," diyerek ona tatlı tatlı gülümsedim. "Ve bilirsin yaparım. Şimdi bana duymak istediğim şeyi söyle bakayım."

Bu tür konularda şakam olmadığı için burnundan nefesini vererek başını salladı. "Peki ama orada sorun çıkartıp beni utandırmayacaksın?"

Göğsümü kabarttım. "Tatlım benim olduğum bir yerde insanlar utanmaz gururlanır."

"Buna benzer bir cümleyi en son kurduğunda hastanedeki bir adama kafa atmıştın." Bu hafta olanlardan bahsediyordu. Melek'in durumu çok kötüleştiği için birkaç gün hastanede kalmak zorundaydı. Oradaki bir hasta yakını car car asistan kıza bağırıp duruyordu. Adam çok saldırgandı hatta termostaki sıcak suyu zavallı kızın yüzüne dökmeye kalkışmıştı. Kendimi tutamayıp adamın yüzüne kafa atmıştım. Böylece kimsenin yüzüne zarar vermeyeceğini anlamıştı.

"Bir köşede durup sizi izleyeceğim." Onun arkadaş ortamını görmek için duymak istediklerini söyledim. "Hiçbir şeye karışmayacağım. Sadece bir süre orada durup gözlemleyeceğim."

Bana zerre kadar inanmadığı için gözlerinin ardından yoğun bir şüphe geçti. "Söz ver bana?"

"O dediğinden."

"Yenge açık bir şekilde söz ver."

"Söz veriyorum gerekmedikçe karışmayacağım." Bir şeylere karışmam için kendime çok fazla gerekçe sunabilen bir kadınım.

Karun ve adamlarının arabası malikanenin kapısından içeri girince Levent kısık bir sesle küfretti. "Akşam yemeğini odamda yiyeceğim beni idare et." Günlerdir yaptığı gibi abisi suratındaki morluğu görmesin diye hemen içeri girdi. Onu nereye kadar idare edeceğim acaba? Karun bu olanları bir bilse Levent'in arkadaşlarını kurşuna dizerdi. Pardon, sözde arkadaşlarını!

Karun hep olduğu gibi akşam sekizde eve gelmişti. Yürüyüp Levent'e fırlattığım ayakkabımı alıp giydim. Şoförün açtığı kapıdan dışarı çıkan yakışıklıya kocaman gülümsedim. "Hoş geldin kocam." Yanına gidip kollarımı boynuna doladım ve dudaklarına sulu bir öpücük kondurdum. "Ne çok göresim gelmiş seni." Boğmak istercesine sımsıkı sarıldım. "Evimin direği kocam gelmiş," diyerek ona sırnaştığımda beti benzi attı. Hâlâ bu hallerime alışamadığı için hemen sonrasında kıyametin kopacağını falan sanıyordu.

Belimi tutup beni kendisine doğru çekerken dudaklarında küçük bir gülümseme vardı. "Bana ne zaman kocam desen hemen arkasında büyük bir felaket gelecekmiş gibi hissediyorum," deyince kıkırdadım. Travma sebebiydim.

Kollarının arasından çıkıp elini tuttum. "Hadi gel senin için harika yemekler yaptım."

Şaşırdı. "Sen yemek mi yaptın?"

Gözlerimi devirerek ona kırmızı ojeli tırnaklarımı gösterdim. "Sevgilim şu tırnaklara bakar mısın? Sence bunları mutfakta harcar mıyım?" Omuzlarımı dikleştirdim. "Düzeltiyorum senin için harika yemekler yaptırdım," dediğimde başımı iki yana sallayarak güldü. "Şaşırtmıyorsun."

Kenan'da arabasından inip yanımıza geldiğinde Karun yönünü tamamen bana çevirdi. "Söyle hadi."

Safça ona baktım. "Neyi kocam?"

"Bu tatlı hallerinin sebebini?" Bakışları ciddiyetle kasıldı. "Bir yerleri veya birilerini havaya mı uçurdun? Bir mekânda kavga mı çıkardın yoksa evdekilere bir şey mi yaptın?" Kısık bir sesle küfredip malikaneye kısa bir bakış attı. "Levent ve Melek hâlâ sağ mı?" deyince ben homurdanırken Kenan kahkaha attı. Ciddi anlamda travma sebebiydim.

Suratımı astım. "Aşk olsun kocam hiç yapar mıyım öyle şeyler?"

"Daha fazlasını yaparsın Çeyrek Mafya." Şüpheli bakışlarından hiçbir şey kaybetmeden mavilerini kıstı. "Bu şirinliğin sebebi nedir?"

"Ben zaten güzel ve şirinim."

"Yavrum neler olduğunu söyle."

"Kadem'e buraya istediği zaman gelebileceğini ve ona kızmayacağını söyledim."

İfadesi sertleştiğinde tuttuğum eli gerilmişti. Bir yıl boyunca beni ölü gösterdikleri için Kadem ve Duha'yı görmeye bile katlanamıyordu. Yüzümdeki tüm gülümseme soldu. "O benim arkadaşım, Sanrı." Bu konudaki üzüntümü gizleyemeden ona baktım. "Onu her özlediğimde Duha'nın evine gidiyorum ama o beni özlediğinde buraya gelemiyor." Cebimdeki telefonu çıkartıp ona gösterdim. "Evinde olması seni rahatsız edecekse arayıp buraya hiçbir koşulda gelmemesini söyleyebilirim." Bu konuda blöf yapmıyorum. Eğer istemiyorsa Kadem'i ararım.

Sıkkın ifadesinden bir şey kaybetmedi ama Kadem'in hayatımdaki önemini bildiği için onunla olan ilişkime karışarak bencillik yapmadı. "Burası senin de evin." Derin bir nefes alarak başını ağır ağır salladı. "Seni mutlu edecekse buraya istediği zaman gelebilir." Hemen sonrasında çatık kaşlarla ekledi. "Ancak Tunus bu kapıdan içeri girmeyecek. Bu konudaki kararımı çiğnemeye kalkışma." Hayır, böyle bir şey asla yapmam. Artık onu zorlayacak eylemlerden kaçınıyordum. Duha konusunda ona baskı uygulamam.

Eve geçtikten kısa süre sonra yemek masasına geçtik. Başlamak için Karun'u bekliyorduk. Üzerini değiştirip birazdan gelirdi. Masada Kenan ile ikimiz vardık. Levent yemeğe bile inmemişti. Melek ise hazırlanıp geleceğini söylemişti. Derin bir nefes alarak, "Çağıl'ı özlüyorum," diye mırıldandım. Çağıl iki ay önce orduya geri dönmüştü. Fırsat buldukça bizi aramaya çalışıyordu ama bazen günlerce ondan haber alamadığımız oluyordu.

Kenan önündeki yemeklere bakarken kısa bir an bana döndü. "Bu kadar üzülme onun işi bu. İstese de çok uzun burada kalamaz."

"Çiçek ondan kaçıp duracağına ona net bir cevap verseydi belki gitmek için bu kadar acele etmezdi." Günlerce Çiçek ile konuşmaya çalışmıştı. Ancak Çiçek onu gördüğü yerde yolunu değiştirdiği için bu duruma daha fazla dayanamamış ve bir sabah ansızın gitmişti.

Konuyu değiştirerek, "Kadem ile aranız nasıl?" dediğimde tüm iştahı kaçmış gibi suratının rengi attı. "Bana o piçten bahsetme. Seni ölü göstererek bir yıl boyunca burada hepimizi kahreden o ama beni gördüğü yerde çeşitli triplere giren de o!"

"Anlamadım?"

"Nesini anlamadın? Arkadaşın olacak canlı türü Karun'un Duha'ya uyguladığı tarifeyi bana uyguluyor!" Eğer bu kadar sinirli olmasaydı bu dediğine kahkahalarla gülebilirdim. Duha, Kadem'den bir şeyler öğrenmeliydi. Yurtdışından döndüğümüzde Kadem başlarda Kenan ile konuşmaya çalışmıştı ama Kenan ona soğuk yapıp durunca bu seferde Kadem onu görmezden gelmeye başlamıştı. Günlerdir buna hakkı varmış gibi Kenan'a trip atıp duruyordu.

"Onun gönlünü almalısın." Hep olduğu gibi Kadem'in tarafını tutarak omuzlarımı dikleştirdim. "Benim arkadaşım çok hassastır ve sen uzun süre onu görmezden geldin. Git çocuğa çilek falan al da barışın."

Hayretler içinde kalarak gözlerini büyüttü. "O piç arkamızda onca entrika çevirmişken bir de ona çilek mi alacağım?" Katı bir suretle kaşlarını çattı. "O gelsin benim gönlümü alsın! Burada haklı olan benim." Çenesini dikleştirdi. "Karun, Duha'ya çilek alıyor mu ki ben ona alayım?"

"Ya siz juniorlar niye Karun ve Duha'nın izinden gidiyorsunuz? Üstatlarınızdan el almayı bırakıp kendi bildiğinizi yapsanıza." Adamlar resmen Kenan ve Kadem'i çekirdekten yetiştirip kendilerine benzetmişler.

Tam bir şey söyleyecekti ki Karun ve Melek içeri girdiği için bu konuyu kapattık. İkisi büyük masadaki yerini alınca yemeğe başladık. Yemeğe başlayalı daha beş dakika olmamıştı ki Gurur geldi. Sinirliydi, kızgındı ve burnundan soluyordu. Beyaz gömleğindeki kan lekelerine baktıkça siniri hat safhaya ulaşıyordu. "Neden boşanmayim ki ben o karidan!" Yakasını sertçe düzeltti. "O zargananın kizi ha buraya gelup baa yalvarmadan dönmeyim o eve!" Anlaşılan karısına kızıp yine evi terk etmişti.

Karun kollarını sandalyesinin kenarına yaslayarak ona dik dik baktı. "Benim evimde de kalamazsın. Siktir git başka yere." Gurur'un son yaptıklarını hâlâ unutmamıştı.

Gurur onu zerre kadar takmadan Melek'e doğru yürüdü. "Meleğumu özleyim." Kollarını Melek'e açtığında Melek, Karun'a bakıp ona Gurur'u gösterdi. "O benum babamdur, o giderse bende gideyim," dedikten sonra hemen ayağa kalkıp Gurur'un kollarına atıldı. Amcasına sımsıkı sarılıp onun göğsüne sokuldu. "Gidelum buralardan amca. Yine sadece biz olalum."

"Sen hiçbir yere gitmiyorsun!" Karun'un bu konudaki duruşu sertti. "Gidecek biri varsa o da amcan olacak bu piç."

Melek zayıf kollarını Gurur'un beline daha sıkı sardı. "Amcam nereye ben oraya."

Karun çatık kaşlarla tam bir şey söyleyecekti ki Gurur onu tersleyerek, "İlişme meleğume," dedi. Başını eğip burnunu onun saçlarına gömdü.

Cennet kokusunu içine çeker gibi Melek'in kendi saçlarından yapılmış peruğunun kokusunu içine çekti. Bir perukta bile Melek'in kokusunu soluyormuş gibi huzurluydu. Yakın zamanda Melek birkaç gün hastanede yatmak zorunda kalmıştı ve bu sürede Gurur bir dakika bile onun yanından ayrılmamıştı. "Ah, meleğum yanimdayken bile özleyim seni," dediğinde sesindeki keder insanın içini dağlıyordu. Sanki nasıl ayrılırım senden der gibiydi. Melek gittiğinde beni en çok endişelendiren Gurur'a olacaklardı.

İkisi bir süre birbirinden hiç ayrılmak istemezcesine sarıldı. Gurur her gün onu görmeye geliyordu ama birbirlerine doymuyorlardı. Melek masadaki yerini aldıktan sonra Gurur'da oturdu. Hizmetçiler hemen onun için de bir servis açınca yemeğe başladık. Kenan dayanamayıp meraklı bakışlarını Gurur'a dikti. "Bu halin nedir?" Gömleğindeki kanları işaret etti. "Senin kanın mı yoksa karının mı?"

Kendisi için bir bardak su doldururken oldukça rahattı. "İkisi de değil." Bardağı tutan eline bakınca parmak boğumlarının tahriş olduğunu gördüm. "Farah Hanım'ın pek kıymetli spor hocasını dövdüğüm için biraz tartıştık."

Melek şaşırdı. "Farah yenge seninle tartışabiliyor mu?" Bunu bile yapamayacak kadar korkak olduğunu bilmeyen yoktu.

Gurur gülmemeye çalışarak başını salladı. "Yüz yüzeyken hayır ama banyoya saklanınca evet." İştahlı bir şekilde yemek tabağını önüne çekti. "Ne zaman bana kızsa banyoya saklanıp kapıyı içeriden kilitleyerek car car konuşuyor." Gülerek başını iki yana salladı. "O kapıyı kıramayacağımı ona düşündüren nedir, anlamıyorum."

Yönümü ona doğru çevirdim. "Böyle anlarda banyo kapısını kırıyor musun?"

Ağzını yemekle doldurmadan önce, "Hayır," diyerek omuzlarını silkti. "Ona kendisini güvende hissettiren bir şeyi ondan almam," dediğinde Karun'un bakışları kısıldı, bense gülmemek için yanaklarımın içini dişledim. Gurur farkında değildi ama bunlar karısını seven bir erkeğin sözleriydi.

Karun ne söylerse söylesin ben onunla aynı fikirde değildim. Gurur'un yöntemleri yanlış olabilirdi ama amacının karısını evcilleştirmek olduğunu sanmıyorum. O daha çok Farah'ı daha güçlü bir kadına dönüştürmeye çalışıyor gibiydi. Farah bölge liderlerinden birinin kızı ve Gurur gibi belalı bir adamın karısıydı. Tehlikenin tam göbeğinde olduğu için er veya geç birileri onun da peşine düşecekti. Hep babasının arkasına saklanamazdı. Gurur böyle bir şeyin yaşanmasını istemediği için karısını daha güçlü bir kadına çevirmek istiyor olabilirdi.

Aslında bunu anlamanın çok kolay bir yolu vardı. "Bir şeyi çok merak ediyorum, Gurur." Neyin peşinde olduğumu anlamasın diye suratımı düz bir ifade de tutmaya çalıştım. "Farah'a kendisini savunmayı öğretmeyi hiç denedin mi?"

Boş bulunup, "Evet ama bunu yaparken bana sinir krizleri geçirtiyor çünkü henüz yumruk atmayı bile öğrenemedi!" demişti ki ağzından kaçırdıklarıyla dilini sertçe ısırınca kıkırdadım. Gereken cevabı almıştım.

Kimse ne yapmaya çalıştığımı anlamamıştı ama Gurur, çok iyi anlamış gibi dik dik bana bakıyordu. "Canım sıkıldığında sadece bir kez ona bir şeyler öğretmeye kalkışmıştım," diyerek hemen kıvırmaya çalıştı. "İşim gücüm yok Ümit'in kızıyla mı uğraşacağım." Homurdanarak önüne döndü. "O korkaktan bahsetmek istemiyorum." Kahkaha atabilirdim ama bunu yaparsam canıma okuyacağını iyi biliyorum. Kim ne derse desin onun hakkında yanılmamıştım.

Birini evcilleştirmek isteyen biri onun güçlü yanlarını törpüler, zayıflıklarını ortaya çıkarırdı. Gurur ise bunun tam tersini yapıyordu çünkü amacı Farah'tan evcil bir hayvan yaratmak değildi. Farah'ın zayıf yanlarını bulup onları tek tek ortadan kaldırmanın peşindeydi. Karısının her kadının olması gerektiği gibi kimseye muhtaç olmasını istemiyordu. Gurur, Farah'ı ayakları yere sağlam basan bir kadına dönüştürmeye çalışıyordu. Babasına boyun eğmeyen, kocasının karşısında ezilip bükülmeyen bir Farah görmek istiyordu. Tüm çabaları bunun içindi. Aksi olsaydı Farah'a savunma dersleri vermeye kalkışmazdı.

Farah insanların karşısında eğilip bükülünce ona karşı sert bir tavır takınıyor ve onu ilgisinden mahrum bırakıyordu. Yöntemleri yanlış olabilirdi ama amacının yanlış olduğunu sanmıyorum. Farah'a bir şeyler öğretmenin tek yolu onu ilgisiz bırakmak olduğunu keşfetmiş olabilir. Belki de bu konuda çok fazla şey denedi ama hiçbiri işe yaramadığı için böyle bir yola başvurdu. İkisinin ne yaşadığını bilemeyiz ama emin olduğum tek şey insanların Gurur hakkında çok yanıldığıydı. Karun'un düşündüğü şeylerin aksine ben Gurur'un Farah'a değer verdiğini düşünüyorum.

"Neden spor hocasını dövdün?" diye sorduğumda ne hatırladıysa kaşları çatıldı. Gözlerinin yeşili haşin bir öfkeyle koyulaştığında çenesinden bir kas attı. "O aptal kadın o kadar saf ki etrafındaki erkeklerin ona ne amaçla yaklaştığını göremiyor." Sinirli bir şekilde önüne döndü. "Canım yeterince sıkkın kapatalım şu konuyu. O puştu savunduğu gibi beni savunmayan bir aptalla evliyim! Boşayacağım lan bu kadını!"

Karun kısık bir sesle küfrettiğinde afallayarak amcasına bakıyordu. İyice ona doğru sokulup, "Sanrı," diye fısıldadım. "Bence ondan boşanmayacak."

Hayret verici bir şeye tanık olmuş gibi Gurur'a bakıp dururken aynı fısıltıyla, "Karısını kıskandığı evrelere girdiyse artık sikseler ondan boşanmaz," diyerek güldü. Omuzlarından büyük bir yük kalkmış gibi rahatlamış görünüyordu.

Gurur'un Farah'a bir şeyler yapmasından hep endişelenmişti çünkü buna kalkışırsa Karun, Ümit Tozlu'ya verdiği sözü yerine getirmek zorunda kalacaktı. İki ay öncesine kadar Gurur'un Farah'ı üzeceğine çok emindi ama şimdi gördükleri onu rahatlatmıştı. Gurur karısını kıskandığı için önce birisini dövmüş, daha sonra Farah ile tartışmış ve en sonunda da evi terk edip buraya gelmişti. Bunlar gerçek bir evlilikte olan şeylerdi. Bizim geçtiğimiz tüm o yollardan geçtiklerinin farkında değillerdi.

Karun'da benimle aynı şeyleri düşünüyormuş gibi güldü. "Keşke sende arada bir Farah'tan feyz alsan." Gülüşünün bendeki etkisini ah bir bilse. Gözlerinde muzır bir ifade oluştu. "Elalemin karıları kızınca kendilerini banyoya kilitliyor ama bendeki eline bir sopa alıp beni kovalıyor." Beni kızdıran o değilmiş gibi konuşması yok mu.

Gözlerim Melek'in solgun yüzünde oyalanmaya başladı. Son günlerde durumu daha da fenaydı. Artık haftanın üç günü bizimleyse kalan dört gününü hastanede geçiriyordu. Gurur'dan gizlemeye çalışıyordu ama durumu çok kötüydü. Çok yorgun ve halsiz görünüyordu. Sadece Gurur değil Karun'da Melek konusunda çok endişeliydi. Ona bakıp, "Yarın tekneyle denize açılalım mı?" diye sordu. Ona Melek'i kan kusarken gördüğümü anlattığımdan beri Melek'e daha çok ilgi gösteriyordu.

Melek heyecanlanarak, "Balık da tutar mıyız?" diye sorunca gülümseyerek başını salladı. "Tutarız."

"Gurur amcam da gelsin mi?"

Gurur'a tersçe bakan Karun, "Sadece ikimiz olacağız dayıcığım," diyerek Gurur'u saf dışı bıraktı. "Bu piç başka zaman bizimle gelir." Bakışları muzır bir ifadeye büründü. "Yoksa benimle yalnız kalmak istemiyor musun?"

Melek boncuk gibi olan gözlerini kırpıştırarak ona gülümsedi. "Tüm gününü bana mı ayıracaksın?" Bunu çok istiyordu.

Karun yemeğine uzanırken başını salladı. "Sana ayıracak her zaman vaktim var." Tebessüm edemeden duramadım. Melek'e yakın olup ona daha çok vakit ayırması beni mutlu ediyordu. Gurur'da benimle aynı hisleri paylaşıyor olmalı ki ikisinin yakınlaşmasından memnundu. Bu yüzden onlarla gitmek için herhangi bir girişimde bulunmadı.

Melek'in gözlerinin arkasında mahsun bir ifade geçti. Karun'a bakarken bakışları biraz çekingendi. "Balıkların kancaya takılmasını beklerken bana annemi de anlatır mısın?"

Karun'un tabağa uzanan eli kısa bir an hareketsiz kaldı. Ters bir cevap vermesinden endişe ederek yerimden rahatsızca kıpırdandım. Gurur dahil masadaki herkes gerilmeye başlamıştı. Neyse ki korktuğumuz gibi olmadı. Karun ona kızmak yerine Melek'e bakmak için kendini zorladı. Bunu yapmak onun için hiç kolay değildi çünkü Defne onun zaafı, kanayan yarasıydı. Zoraki bir kabullenmeyle başını ağır ağır salladı. "Anlatırım dayıcığım. Sen neyi nasıl istersen öyle olacak." Hepimiz rahat bir nefes aldık. Onu kırmamıştı.

Melek'in sayılı günleri olduğunu bildiği için onun tüm isteklerini yerine getirmeye çalışıyordu. Bence Melek'te bunun farkındaydı. Farkındaydı ama dayısını üzecek şeyler söylemekten kaçınıyordu. "Yenge?" İçten bir şekilde bana gülümsedi. "Sende bizimle gelmek ister misin?"

"Bensiz gidin canım." İkisinin baş başa kalıp birlikte vakit geçirmesini istiyorum. "Bu aralar biraz halsiz hissediyorum deniz havası beni çarpsın istemiyorum." Bu yalan değildi. Son günlerde kendimi yorgun hissediyordum.

"Hasta mı hissediyorsun?" Başımı çevirince yanımda oturan Karun'un mavilerindeki endişeyi gördüm. "Doktoru çağırmamı ister misin?" Bana bir şey olmasından ödü kopuyordu. Sahte ölümümle onda yarattığım travma o kadar büyüktü ki grip olsam bile öleceğim sanıyordu. Üzerime haddinden fazla düşüyordu.

Masadaki elini tutarak korkularını yatıştırmaya çalıştım. "Ben iyiyim sevgilim." Elini sıkarak ona gülümsedim. "Son günlerde enerjim biraz düşük ama bunun uzun sürmeyeceğine eminim."

Onu olduğundan daha karizmatik gösteren çarpık bir gülümsemeyle bir süre bana baktı. "Gün içinde etrafta cazgırlık yapıp kendini çok yormamaya çalış." Elimi kaldırıp avucumun içini öptü. Dudaklarını avuç içimde hissedince göğüs kafesim sıkıştı. "Evde sıkılıyorsan sana yanımda iş verebilirim." Öpücükler konusundaki takıntımı bildiği için diğer elimi de tutup öpücüğünü eşitledi. "Hem böylece istediğim her an seni görebilirim." Dudakları çapkınca kıvrıldı. "Asistanım olmak ister misin?"

Gülmemeye çalıştım. "Teklifini değerlendirmem bana ödeyeceğin maaşa bağlı ve bir de..." Ona doğru eğilip dudaklarımı kulağının yakınına getirdim. "Ofisindeki çalışma masanın büyüklüğü de önemli." Kısık fakat kışkırtıcı bir sesle söylediklerim sertçe yutkunmasını sağladı. Fısıldarken dudaklarımın kulağına sürtünmesi onu deli ediyordu. "Yanında çalışacaksam istediğim her an yakışıklı patronumla küçük kaçamaklar yapabilmeliyim." Omuzları gerildi.

Hırıltıyla karışık bir sesle, "Siktir!" diye bir şey söyleyip koyulaşan gözlerini bana dikti. "Yanımda çalışman için sana bir servet ödeyebilirim! Maaşını sen belirle." Kahkaha attım.

İki ayın her gününü değerlendirmemize rağmen seks konusunda çok doyumsuzdu. Aslında bundan şikayetçi değilim çünkü çoğu zaman onu ayartıp üzerine atlayan bendim. Gurur uyarı anlamında öksürerek başıyla Melek'i işaret etti. "Çocuk var burada. Yemeğe biraz saygınız olsun."

"Yirmi bir yaşındayım," diyerek ona çıkıştı Melek. "Çocuk değilim."

"Çocuksun." Hepimiz aynı anda bunu söyleyince bize çatık kaşlarla bakarak önüne döndü.

Karnım çok aç olduğu için yemeklere döndüm. Karun'un sevdiği yemeklerden yaptırmıştım ama şimdi yemekler gözüme hiç iç açıcı görünmüyordu. Bu evde çoğunlukla Karadeniz yöresine ait yemekler yapılıyordu, yani onların yemeklerine çoktan alışmıştım. İtiraf etmem gerekirse hepsi de çok lezzetliydi. Ancak şu anda kara lahana çorbası, palamut dolması, hamsili pilav veya diğer yemekler pek ilgimi çekmiyordu. Mutfaktakiler her öğün için ben seviyorum diye masaya mutlaka etli bir yemekte koyardı. İşin garip tarafı şu anda tabağımdaki pirzola bile hiç ilgimi çekmiyordu. Canım farklı bir şeyler çekiyordu ama ne olduğunu bilmiyorum.

Turşu kavurmasından bir parça alan Kenan, "Hımm," diye mırıldandı. "Bu sefer çok daha güzel yapmışlar." Tavayı bana doğru uzattı. "Sen çok seviyordun bunu, değil mi? Tadına baksana."

Burnuma gelen keskin kokuyla yüzümü buruşturarak başımı arkaya çektim. "Al şunu gözümün önünde. Kokusu çok ağır... Öğğk!" Öğürdüğümde Kenan hemen tavayı çekti, Karun ve Gurur ise afallayarak bana döndü. Özellikle Karun'un bakışları şoke olmuş gibiydi. "Bu da neydi şimdi?" Yüzünde çok garip bir ifade vardı. "Sen az önce öğürdün mü?" Yaşadığımız o ateşli gecelerden öğürme refleksimin olmadığını çok iyi biliyordu. Zaten bu yüzden bu kadar şaşırmıştı. Benden daha fazla şaşırmış olamazdı.

Elimi karnıma bastırdım. "Kokusu midemi bulandırdı." Suratımı asarak önüme döndüm. Masadakilerin yoğun bakışlarından kaçmak için bulduğum tek çözüm buydu. "Canım şey çekiyor..."

Karun ilgiyle yönünü bana çevirdi. "Canın ne çekiyor?" Tabağımdaki pirzolayı işaret etti. "Düzeltiyorum senin canın et dışında başka ne çekebilir?"

Gurur gülmemek için yanaklarının içini ısırdı. "Et konusunda pek seçici olduğu söylenemez," diyerek Karun'u kızdırdı. Ne kadar ısrar edersek edelim o gece bana yedirdiği etin türünü söylemiyordu. İnsan eti yiyip yemediğimi bir tek o biliyordu.

Karun'un sorusuna karşılık olarak verdiğim cevap buradaki herkesi şoke etti. "Zeytinyağlı kabak istiyorum."

Karun bana dünyanın en garip yaratığıymışım gibi baktı. "Anlamadım?"

Tuhaf bakışları beni geriyordu. "Salatalık gibi olan taze ve yeşil kabaklar var ya, işte canım ondan çekiyor." Düşüncesi bile iştahımı kabartmıştı. "Zeytinyağlı kabak istiyorum," dediğimde Karun boynuzlarım çıkmış gibi bakıyordu. Kenan ve Melek'in bakışları da ondan kalır yanı yoktu. Gurur ise hayretler içinde kalmıştı.

Kenan konuşmak için kendini zorlayıp boğazını temizledi. "Senin canın et dışında herhangi bir şey mi çekiyor? Hem de bir sebze?"

Melek aralık dudaklarını birkaç kez kapatıp açtı. "Sen sebzeden nefret edersin yenge?"

Gurur endişeyle, "Hassiktir!" dedi. "Kenan doktoru çağır, belli ki gelin hanım hastalanıyor." Beni sinir ediyorlardı.

"Hasta falan değilim!" Keyifsiz bir şekilde önümdeki suya uzandım. "Bende aç yatarım ne olacak. Zaten şimdi başlasalar bile bir saatten önce hazır olmaz. Canım zeytinyağlı kabak çekti diye ağlayacak değilim ya." Gözlerimin ardı sızladı. Bir yemek için dolan gözlerimden nefret ettim. Bu aralar çok sık duygu değişikliği yaşıyordum. "İyiyim ben." Burnumu çekerek başımı eğdim. "Yemem olur biter." Sesim kısıldı. "Aç kalabilirim." Başımı çevirip nemli gözlerle Karun'a baktım. "Aç mı kalayım kocam?"

Bana olan bakışları yumuşarken gülmemek için kendisiyle cebelleşiyordu. "Güzel karımın canı zeytinyağlı kabak çektiyse onu yemeli." Hizmetçilerden isteyip pişmesini beklemek yerine cebinden telefonunu çıkardı. Birini arayıp telefonu kulağına yasladı. "Nedim mümkün olan en kısa sürede zeytin yağlı kabak yemeği bulup getirin," dedikten sonra telefonu kapatınca gülümsedim. Her şey için hızlı bir çözümü vardı.

"Başka istediğin bir şey var mı?" Gülümsemem onun için dünyanın en değerli şeyiymiş gibi bakışları kıvrılan dudaklarımdaydı. "Her ne olursa söyle?"

"Teşekkür ederim ama istediğim her şeye sahibim." Aşık gözlerle ona baktım. "İstediğim her şeyi zaten bana veriyorsun daha fazla ne verebilirsin ki?"

"Soyadımı," deyince kalbim kasıldı.

Elini ceketinin iç cebine daldırdı. Cebinden çıkardığı siyah kadife kutuyla nabzım hızlandı. Hayatımda gördüğüm en kaba ama bir o kadar da en heyecan verici evlilik teklifini yaparak kadife kutuyu önüme itti. Göğsüm sıkışırken titreyen ellerle kadife kutunun kapağını açtım. Şu ana kadar gördüğüm en büyük taşa sahip pırlanta yüzüğe bakıyordum. Yüzüğün kristal taşı ışıltısıyla beni büyüledi. Ona hayır demek imkansızken Karun gözlerimin içine baktı. "Bige," dedi iç gıdıklayan yumuşak bir sesle. "Soyadımı almak ister misin?" Nefesim kesildi.

Sanırım bu kendi çapında bana yaptığı ikinci evlilik teklifi oluyordu. Karun'un sabırsız bakışlarına Kenan ve Melek'in meraklı gözleri de eşlik ediyordu. Gurur ise onlara doğru eğilip kısık bir sesle, "Hayır demezse namerdim," diyerek Karun'un sinirleriyle oynamaya başladı. "Neyse ki bu sefer arabamın yanında bu teklifi yapmadı." Huzursuzca kaşlarını çattı. "Sanki ortada bir araba bıraktılar da. O araba koleksiyonumun en nadide parçalarından biriydi." Hiç rahat durmuyordu. İki aydır haşat ettiğim arabayı dilinden düşürmüyordu.

Beni etkisi altına alan yüzüğe bakıp daha sonra önüme döndüm. "Kabul edemem," dedim sakince. Onu gücendirmekten ve incitmekten kaçındığım için sesimi oldukça sıcak çıkarmaya çalışıyordum. "Seni her şeyden çok seviyorum ama evlenmeyi düşünmüyorum." Bu sefer evlilik işini aceleye getirmek istemiyorum. Sütten ağzım o kadar çok yandı ki yoğurdu üfleyerek yemek şöyle dursun, yoğurt bile yemiyordum.

İkinci kez benim tarafımdan reddedilmek tüm keyfini kaçırmıştı. Bu sadece tadını kaçırmamış aynı zamanda onu kızdırmıştı da. Kaşları belli belirsiz çatıldığında gizleyemediği bir sinirle bana bakıyordu. "Evlenmek için neyi bekliyoruz?" Çenesi kasıldı. "Beni sevdiğinden eminsen o zaman sorun ne? Aynı evin içinde ve aynı odada yaşıyoruz. Zaten evli gibi bir hayat sürüyoruz peki, bunu neden resmiyete dökemiyoruz?"

İnatçı bir tutumla çenemi dikleştirdim. "Evlenmek istemiyorum."

Derin bir nefes alarak elimi tuttu. "Bige, zaten evli gibiyiz." Yüzüme gelen birkaç tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken parmakları yanağıma sürtündü. İçim titredi. "Birbirimizi hâlâ karı koca olarak görecek kadar boşandığımızı kabullenemiyoruz." Çocuk kandırır gibi çenemi tutup başımı kaldırdı. "Bırak şu inadı da he de artık." Parmakları beni etkisi altına almak ister gibi çenemi okşadı. "Evlenelim mi güzelim?"

"Hayır."

"Seni şu masaya gömerim şimdi!" deyince masadaki herkes kahkahalarla gülmeye başladı. Uzun süre sakin kalamayacağını herkes biliyordu.

"Bağırma bana!" Sandalyemden kayarak ondan uzaklaştım. "Evlenmeye meraklıysan git başkasıyla evlen."

Kaşlarını çattı. "Yarın başka bir kadınla evlendiğimde bu sözlerini yutarsın!"

"Furkan!" diye bağırdım. "Silahımı getir!"

Öldürmek ister gibi bana bakarken, "Senden başkasıyla evlenirsem namerdim!" dedi hızlıca. Masadakilerin gülüşü birbirine karıştı. Başka bir kadınla beni tehdit ederse ona yapacaklarımı iyi biliyordu.

Araya girmeyi kendine görev bilen Gurur sırıttı. "Onu boşayan bir adamla evlenecek kadar aptal mı?"

Karun yumruğunu sıktığında her an ayağa fırlayıp Gurur'un suratını parçalayabilirdi. Onu yeterince kızdırdığım için sinir krizleri geçirmek üzereydi. Onun kızgın bakışlarına bağışıklık kazanmış gibi Gurur çok rahattı. "Keşke arada karına da böyle baksan." Kuyruk acısını çıkartmak ister gibi büyük bir kinayeyle tek kaşını kaldırdı. "Belki o zaman senden biraz korkar da seni sopayla kovalamaz. Tabii o esnada milletin arabasını da parçalamaz." Ne arabaymış arkadaş.

Daha söyleyecekleri bitmemiş gibi işaret parmağını kaldırıp kendisini işaret etti. "Az önceki cümlemde bahsi geçen millet ben oluyorum." Bir konuda kendisiyle övünüyormuş gibi göğsünü abarttı. "Evelallah tek başıma bir ulusum." Sırıttı. "Çok değerli bir şahsiyetim." Ruh hastası herif duygudan duyguya geçtiği için bu seferde kaşlarını çattı. "Arabamın aynısından istiyorum lan!"

Boğmak ister gibi ona bakıyordum. "Bana şüpheli bir et yedirmişken bir de sana araba mı alacağız?"

Alaycı bir üslupla, "Yerken halinden şikayetçi görünmüyordun," dedi. "İkinci tabağı isteyen kimdi?"

Yüzüm sinir ve utançla yandı. "Yediğim şey insan eti miydi?"

Kol düğmelerini düzelterek çatalı sarmaya batırdı. "Bunun cevabıyla pek ilgilendiğini sanmıyorum." Gülüşüne engel olamadı. "Seni ilgilendiren tek şey etin tadıydı." Koca bir sarmayı ağzına atarak bana döndü. "Kimi yediğini sorgulayarak o güzel kafanı yorma."

"Kafamı güzel mi buluyorsun?" diye sordum.

Karun kıskançlıkla dişlerini sıktı. "Karımın kafasını güzel mi buluyorsun?"

Gurur ise bir kahkaha patlattı. "Lafımı geri alıyorum."

Konunun değişmesine izin vermeyerek bakışlarımı Gurur'dan çekmedim. "Yediğim o et ne etiydi?" Gerildim. "Bana Uraz'ı yedirmiş olamazsın, değil mi?" O gece Duha'nın sağ kolu Uraz'ın parçalanmış cesedi de masaya düşmüştü.

Eğer Gurur'un ağzındaki lokma olmasaydı kahkaha atabilirdi. Gülüşünü güçlükle bastırıyordu. "Bir zamanlar muhabbet ettiğin birini sana yedirecek kadar şerefsiz miyim?"

"Evet."

Yüksek sesle güldü. "Lafını esirgemeyen kadınları seviyorum."

Karun dişlerini gıcırdatacak kadar çenesini sıktı. "Kimin karısını seviyorsun lan sen!" Bugün haddinden fazla kıskançtı.

"Seninkini," dedi Gurur sakince.

"Senin ecdadını sikerim piç!" Karun bir hışımla ayağa kalktığında Gurur teslim oluyormuş gibi hemen ellerini yukarı kaldırdı. "O anlamda değil lan!" Bir çılgınlık yapmadan Karun'a engel olduğunda ne kadar eğlendiğini gizleyemiyordu. Karun'u sakinleştirmek için başıyla beni işaret etti. "Bendeki tüm mesele kuş sevgisi," dedikten sonra iyice saçmalayıp kaşığı bulgura daldırdı. Bir kuşu yemle besler gibi bir kaşık bulguru önüme attı. "Pır pır etmeden ye bakayım."

"Karun!" diye cırladım. "Bu herif kuş besler gibi bana yem atıyor!"

"Kuş değul musun ula, ne bağuraysun? Kendunu de bilmeyene bir şey demeyim."

Elimi sertçe masaya vurdum. "İnsanım ben!" Ona sırtımı işaret ettim. "Hani nerede kanatlarım?" Benimle uğraşıp durduğu için suratımı astım. "İnsan olduğumu söyle yoksa yere oturur, ağlarım görürsün." Burnumu çekip ağlamaklı bir ifade takındım. "Seni duyamıyorum çabuk söyle."

Gözyaşlarımın buğusuna bile dayanamayan Karun belindeki silahı çıkartıp silahın emniyet kemerini açtı. Bunu yaparken kaşları çatıktı. "Ona duymak istediklerini söyle." Silahı Gurur'a doğrulttu. "Ağlarsa sikerim belanı!"

Gurur canından bezmiş gibi çatalı masaya attı. "Ağız tadıyla bir yemek yedirtmediniz." Bıkkınca bana baktı. "İnsansın." Hemen sonrasında ekledi. "Ama bunlar benim gerçek düşüncelerim değil." Karun'un ona doğrulttuğu silahı işaret etti. "Tehdit altında söylediklerim geçerli değildir." İnsanı çıldırtırdı.

Sandalyemi iterek ayağa kalktım. "Gidip biraz temiz hava alacağım." Masadaki yemeklerin kokusu midemi bulandırdığı için kapıya doğru yürüdüm. Midemin bulantısını gizlemek için Gurur'a kızıp adımlarımı hızlandırdım. "O çok istediğin arabayı da kendin al!" Çok acilen temiz hava almazsam buraya kusabilirdim. "Dünya kadar paran var ama kendine bir araba alamıyorsun!"

Gurur arkamdan, "Sen parçalamadan önce benim zaten bir arabam vardı!" diye sinirle bağırdı. "Parçalamayı biliyorsan yenisi de alacaksın!"

"O kadar param yok benim!"

"O zaman paran kadar parçalayacaktın!"

"Şimdi kafanı param kadar parçalarım görürsün!" dedikten sonra hemen dışarı çıktım. Ne kıymetli arabası varmış. İki aydır arabam da arabam deyip duruyordu.

Askıdaki çantamı ve şalımı alarak dışarı çıktım. Başımı kaldırıp midemdeki rahatsız edici hissi bastırmak için birkaç kez derin nefesler aldım. Bu durum biraz daha böyle devam ederse doktora gideceğim. İnsanların midesiz diye adlandıracağı kadar sağlam bir midem vardı ama son zamanlarda olur olmadık her şeyde midem bulanıyordu. Gecenin ayazında üşümemek için şalı omuzuma atarak bahçedeki çardağa girdim. Çantamdaki iki telefonu çıkartıp masanın üstüne koydum. Annemle konuşmayı özledim.

Kendi telefonumdan annemi aradım. Sabırsız bir hareketle onun telefonundan çağrıma cevap verdim. Telefonumu kulağıma yaslayıp, "Merhaba anne," dediğimde sanki beni duyacakmış gibi heyecanlıydım. "Bugün nasılsın?" On dört yıldır onunla tek taraflı bir görüşme yaptığımı ah bir bilse...

"Umarım iyisindir." Başımı kaldırıp gökyüzündeki yıldızları izlerken tebessüm ettim. "Bende iyiyim. Sana güzel haberlerim var." Dudaklarım kıvrıldı. "Hector öldü, Azap Tarikatı tarihe gömüldü ve Marasliyan defteri kapandı. Hayatım yeni yeni yoluna giriyordu." Keşke karşımda olsa da tüm bunları ona yüz yüze anlatsam.

"Hatalarımı tekrarlamaktan kaçınıyorum. Kendimi törpülemeye çalışıyorum anne, Karun'da öyle," diyerek başımı salladım. "O zaten çok önceden değişmişti bense daha yeni yeni."

Karanlık gökyüzünü ışıltısıyla süsleyen yıldızlara dalıp gittim. "Bugün ikinci kez bana evlenme teklifi etti ve bende ikinci kez onu reddetmek zorunda kaldım." Ona hayır demek benim için hiç kolay değildi ama doğru olanı yaptığımı biliyorum.

"Eski Bige olsaydı enine boyuna düşünmeden kalbinin sesini dinler ve ona evet derdi." Gözlerimi yakan yaşların sıcaklarını hissettim. "Ama ben artık eskisi gibi değilim. Korkuyorum anne." Gözümden süzülen bir damla yaşla başımı usulca salladım. "Kızın ona evet demekten korkuyor, Begüm Hanım çünkü şu zamana kadar bir kez bile beni sevdiğini söylemedi."

"Beni sevdiğini biliyorum ama bunu ondan duymaya ihtiyacım var." Sonlara doğru sesim kısılırken, "Anne," diye fısıldadım. "Geleceğin bize ne göstereceğini bilmiyorum. Ya bir gün karşıma geçip bana, 'Seni sevdiğimi de nereden çıkardın? Sana bunu hiç söyledim mi?' derse ne yaparım?" Bir karar vermeden önce artık iki kez düşünüyordum.

Bir yıl önce bana, 'Fazla açıktı kolların, ben kaçıyordum sende sana koştuğumu sandın,' demişken benzer şeyler yaşatmayacağından nasıl emin olabilirim? Karun ile karşılıklı birbirimizi o kadar kırdık ki aramızdaki güven duygusu zedelenmişti.

Evlilikten kaçmamın sebebi tam olarak buydu. Yaralarımızı sarmadan acele bir kararla evlenmek büyük bir hata olabilirdi. Henüz bana Saka bile diyemeyen bir adamla evlenmem aynı hatayı tekrarlamak olurdu. Birbirimizden eminsek zamanla zaten evlenirdik ama şu an için değil. O hâlâ beni affetmiş değildi ve ne kadar tam tersini söylesem de bende hâlâ bana yaşattığı birçok şeyi aşmış değilim. Karşılıklı çabalayarak tüm bunları geride bırakmadan evlenemeyiz.

Bir süre daha annemle telefonda konuştum. Ona içimi dökmem hep olduğu gibi bana iyi gelmişti. Uzun süre dışarıda kaldığım için üşümeye başlamıştım. Şalıma sarılarak malikaneye girip odama çıktım. Odaya girdiğimde Karun şömine başındaki koltuğunda kitap okuyordu. Adım seslerimi duyunca kısa bir an bana baktı. "Yemeğini getirmişlerdi, yedin mi?"

Başımı iki yana salladım. "Artık canım istemiyor." Ona doğru yürüyüp ayakkabılarımı çıkardım. Dizlerinin önüne kıvrılarak başımı dizlerine yasladım. O koltukta oturuyordu bense ayaklarının hemen önünde. Dizlerinde kendime yer edinerek gözlerimi yumduğumda, "İyi misin?" diyen sesiyle iç çektim. "Şefkate ihtiyacım var beni biraz sevebilir misin?" Sertçe yutkunduğunu duydum. Bu aralar duygularım çok hassastı.

Elindeki kitabı kapatıp yan tarafına bıraktığını hissettim. Daha sonra eğildi ve omuzlarımı tutarak beni yerden kaldırdı. Dizlerinin üzerine oturmamı sağladığında beni göğsüne çekerek saçlarımın tepesine dudaklarını bastırdı. Kucağında küçülerek başımı göğsüne yasladığımda saçlarımla oynuyordu. Saçlarımı okşayan eli iyi hissettiriyordu. "Neyin var güzelim?" Yumuşak bir sesle fısıldayıp bana ne olduğunu öğrenmek istedi. "Evlilik konusunda ısrar ederek seni üzüyor muyum?"

Gözlerim kapalı bir şekilde onun kokusuyla uyuşurken, "Hayır," diye mırıldandım. "Sorun bu değil, aslında sorunun ne olduğunu bile bilmiyorum." Sesim ağlayacakmış gibi kısık çıkıyordu. "Bana ne olduğunu bilmiyorum. Durduk yere bazen ağlamak istiyorum bazense gülmek. Bazı anlar başım dönüyor, gözlerimin önü kararıyor." Buz kesti.

Saçlarımdaki eli yüzüme kayarak çenemi kavradı. Başımı kaldırdığında bana olan bakışı endişeliydi. "Şu inadı bırak bir doktora gidelim." Çenemi okşayarak bana sıcaklığını hissettirdi. Eksikliğini hissettiğim her şeyi bana vermek istercesine bakıyordu ama bu bile endişesini dizginleyemiyordu. "Hastaneye gidip senin için gereken testleri yaptırmadıkça içim rahat etmeyecek," dediğinde küçük bir çocuğu doktora gitmeye ikna eder gibi sesi yumuşacıktı. "Son günlerde bir tuhafsın."

Yüzümü okşayan eline yanağımı yaslayıp gözlerimi yumdum. "Doktorluk bir şeyim yok. Uykum var."

"Bu saatte mi? Uyumak için henüz çok erken değil mi?"

"Yorgun hissediyorum." Uzanıp kollarımı beline sararak başımı göğsüne yasladım. "Bu gece beni göğsünde uyutur musun?"

Bir eli omuzuma sürtünürken diğer eli saçlarımda geziniyordu. "Öyle olsun bakalım," dediğinde bile benimle ilgili içine sinmeyen, onu endişeden kıvrandıran bir şeyler vardı. Bana bir şey olmasından ödü kopuyordu.

Eğilip dudaklarını bir kez daha saçlarıma bastırdı. "Bu gece benim göğsüm senin yastığın olacak." Kulağımın altında hızlanan kalp atışları ninni gibi geliyordu. Ben uyuyana kadar Karun'un elleri saçlarımı hep okşadı. Ara ara saçlarımım kokusunu içine çekip beni öptü ve kulağıma hep güzel şeyler fısıldadı. İhtiyacım olan şefkati beni kollarında avutarak vermeye çalıştı.

Bilincim uykuya teslim olmadan hemen önce söyledikleri ise benim için en etkileyici aşk itirafından daha tesirliydi. "Uyanmaktan korktuğum bir rüyasın," demişti. "Beni hiç bırakma."

O artık benim tüm dünyamdı.

***

Saat tam üçte yine uyanmıştım. Kabuslarımın başlayacağı saatte uyanıp Karun'u uyandırmadan odadan çıkmıştım. Herkes uyuduğu için etrafta gezinip kimseyi uyandırmak istemedim. Malikanenin sosyal tesisleri olduğu için önce biraz spor salonunda oyalanmış daha sonra da kapalı havuza gelmiştim. Dışarıdaki havuzun suyu bu saatte buz gibidir ama kapalı havuzun suyu ılıktı. Kıyafetlerimi çıkartıp iç çamaşırlarıyla havuza girdim. Odadan çıkarken aklımda yüzmek olmadığı için bikini giymemiştim.

Bikini yerine üzerimde siyah iç çamaşırları vardı. Bu saatte kimse havuza girmeyeceği için rahattım. Gerçi olsa bile bana fark etmezdi. Bu konularda pek utangaç değildim. Karun'un ailesinden birileri evde olmasaydı evde çıplak gezmeyi bile sorun etmezdim. Bunu yapmamın tek sebebi kocamın ailesine saygı duymamdı. Bazı konularda insan ölçülü olmayı bilmeliydi.

Biraz yüzdükten sonra suya dalıp en dibine oturdum. Uzun süre suyun altında nefesimi tutabiliyordum. Dizlerimi karnıma çekip kollarımı dizlerime sararak bir süre öyle kaldım. İçimdeki boşluk hissinden kurtulmak istercesine suyun altında kalmak için kendimi zorladım. Ancak ailemin yokluğuna duyduğum özlem göğüs kafesimde kara delik gibiydi. O kara deliği kapatmak için oraya ne koyarsam koyayım hepsini yutuyor ama yama tutmuyordu. Büyükbabamı çok özlüyorum. Annemi görmek istiyorum ve kabul etmek istemesem de babamın nasıl olduğunu ve Gazel'in nerede olduğunu merak ediyordum.

Ciğerlerim hava için kıvranana kadar suyun altında kaldım. Ağzımdan baloncuklar çıkınca sınırları daha fazla zorlamadan suyun yüzeyine çıktım. Hızlı hızlı nefesler alırken yüzüme gelen ıslak saçlarımı arkaya ittim. Adım seslerini duyunca irkildim. Karun'u görünce şaşırdım çünkü saat henüz dört olmalıydı. Neden yatakta değildi? Üzerinde siyah bir tişört ve eşofman altı vardı. Saçları dağınık, gözleri uykuluydu. Havuzun kenarında durup gizleyemediği bir endişeyle bana bakmaya başladı. "Yarım saattir malikanenin her yerinde seni arıyorum. Burada ne yapıyorsun?"

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Yüzüyorum."

Kaşları yukarı havalandı. "Saat gecenin dördü?"

"Biliyorum ama uyanınca tekrar uyuyamadım."

Bir süre donuk gözlerle bana baktığında ne düşündüğünü anlamak zor değildi. "Ne zamandır bu saatlere alarm kuruyorsun?" Kahretsin, alarmı duymuştu.

Gözlerimi kaçırmamaya çalışarak, "Yanlışlıkla alarmı bu saate kurmuş olmalıyım," dedim ama yalan söylediğimi anladı. Ayakkabılarını çıkartırken, "Bak sen şu işe," diyerek alay ediyordu. "Eskiden gördüğün kabuslar hep bu saatlerde başlardı, değil mi?" Gerildim ve bunu saklamanın bir yolu yoktu.

Tişörtünü ensesinden kavrayıp başından çıkardı. "Alarmı bu saate kurman sence bir tesadüf mü?" Kısık gözlerle beni sorgularken eşofmanı bacaklarından çıkardı. Artık üzerinde sadece boxser vardı. Aklımı başımdan alacak kadar dikkat dağıtıcıydı. Havuza atlayıp bana doğru kulaç atmaya başlayınca soluğumu tutarak yanıma gelmesini bekledim.

Tam karşımda durduğunda artık ondan kaçacak bir yerim yoktu. Kaçmak istediğimden emin değilim. Ara sıra kollarımı hareket ettirerek kendimi suyun üstünde tutarken bana biraz daha yaklaştı. Bakışları hisliydi. "Kabusların hâlâ devam ediyor, değil mi?"

İnkâr etmek için dudaklarımı araladım ama er veya geç bunu anlayacağını bildiğim için omuzlarım düştü. "Bazen."

Su damlacıkları yakışıklı yüzünden süzülürken gerildi. "Bu kelimeyi tanımla."

Bakışlarımı ondan çekerek başımı eğdim. "Her zaman."

Burnundan aldığı sert nefesi duydum. "Bunu neden bana söylemedin?" Çenemi tutarak başımı kaldırdı. Bana o kadar yaklaştı ki ciğerlerime erkeksi ve ferahlatıcı kokusu doluşunca dikkatim çok hızlı dağıldı. "Ne zamandır alarm kurup bu saatlerde uyanıyorsun?"

Gözlerimi kaçırmak istedim ama çenemi sıkarak beni ona bakmaya zorladı. "Bir süredir," diyerek ona kaçamak bir cevap verdim.

Yalan söylediğimi sezdiği için son derece ciddi bir ifadeyle, "Bige," dedi adımı vurgulayarak. "Tam olarak ne kadar süredir kâbus görüyorsun?"

Gözlerinin içine bakarak, "On dört yıldır," dediğimde çenemdeki eli taş kesildi. Bu konu artık inceldiği yerden kopmalıydı. "Son iki ayda buna dahil." Nefes dahi alamadı. Evet, artık annemin yaşamasının bile kabuslarımı durdurmadığını biliyordu. Onu görüp yaşadığına kendimi inandırmadıkça bu kabusların son bulmayacağını artık biliyordu.

Elini çenemden çektiğinde yüzünde endişe verici bir ciddiyet vardı. "Bunu bana neden daha önce söylemedin?" Kanımı donduracak bir soğuklukla bakıyordu ama onu kızdıran ben değildim, bunu daha önce fark etmediği için kendine kızıyordu. "Eğer çok önceden söyleseydin-"

"Ne yapardın?" diyerek alayla güldüm. "Bana annemi mi verirdin?" Yüzümü buruşturarak ona sırtımı döndüm. "Boş versene."

Ondan uzaklaşmama izin vermeden kolumu yakalayıp beni kendisine doğru çevirdi. "Bana kızgınsın?" Bu sorudan çok doğruluğu su götürmez bir gerçekti. "Bige-"

"Onu özlüyorum!" Bir anda öfke patlaması yaşayarak ellerimi etrafımdaki suya vurdum. "Ben sadece onu özlüyorum hepsi bu." Gözlerimden taşan yaşlarla başımı salladım. "Bu öylesine birkaç günlük özlem değil." Başımı omuzuma doğru eğip ıslak gözlerle baktım. "Karun, ben annemi on dört yıldır görmüyorum ve bunun on üç yılı kendimi suçlayarak geçti." Kaşlarım büküldü. "Ben onu vurdum." Hiç kıpırdamadı. Öyle ki nefes dahi alamadı.

Yüzü bembeyaz olduğunda, "Şşş," diyerek beni yatıştırmak için yanıma yaklaşmaya çalıştı ama buna izin vermedim. Geriye doğru yüzerek aramıza mesafe koydum.

"Yıllardır kabuslarımda ne görüyorum, biliyor musun?" Dudaklarım titrerken hıçkırdım. "Onu öldürdüğümü! Her defasında elimde bir silah oluyor ve onun annem olduğunu bilmeden ona ateş ediyorum. Gazel'in, 'Efil, sen ne yaptın!' diyen sesi, annemin beni Gazel'e emanet edişi ve hemen sonrasında ölmesi hiç gözümün önünde gitmiyor." Benden neyi esirgediğini hiç bilmiyordu veya kimi. Ben hâlâ annesini vuran o çocuktum.

Ellerini görmek ister gibi suyun altına baktım sonra da kendi ellerime baktım. "Annem bir yerlerde yaşıyor ama ben hâlâ ellerime bakınca onun kanını görüyorum." Hıçkırıklar içinde ağlarken gözlerimi onun fırtınalar kopan mavilerine kenetledim. "İki aydır hep bu saatlere alarm kuruyorum. Kabuslarım yüzünden değil, artık gitmeyeceğime emin olduğun için bana annemi vermeni istiyorum ama sen vermiyorsun." Başımı eğip omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. "Bana o kadar güvenmiyorsun ki yanında kalacağıma hiç itimat etmiyorsun. Yerini öğrenirsem giderim diye on dört yıllık bir özlemi gidermiyorsun."

Bir anda onun kollarına çekildiğimde neler olduğunu anlayamadım. Bir eli çıplak belimi kavrarken diğer eli gözyaşlarımı silmeye başladı. Göğüs kafesi sıkışıyormuş gibi nefes almakta güçlük çekiyordu. Büyük bir suçlulukla, "Özür dilerim," dediğinde sesi konuşamayacak kadar kötü çıkmıştı. Bana yoksunluğunu çektirdiği şeyin ağırlığını daha yeni anlıyormuş gibiydi.

Gözlerime kenetlenen mavileri içimde bir elektrik akımına neden olurken pişmanlık içinde nefesini koyuverdi. "Kişi her şeyi kendinde bilirmiş. Ben annemi yıllarca görmesem de yokluğunu artık aramıyorum. Herkesin böyle olduğunu düşünecek kadar aptalım." İçim öyle bir kıyıldı ki bu sözlerden sonra ona kızamadım. Onun annesiyle olan ilişkisinde hiçbir zaman sevgi olmadığı için herkes böyle sanıyordu. Bu yüzden annemi bu denli özlememi yadırgıyordu. Aile sevgisinden yoksun büyüdüğü için empati yapıp annemin hayatımdaki rolünü anlayamıyordu. Buna rağmen bir yıl önce kendi mutluluğundan vazgeçerek Hector'dan annemi almıştı.

"Peki, bana annemi verecek misin?"

Cevap vermedi. Herhangi bir şey söylemek yerine beni kendisine doğru çekip üzerime eğildi ve öptü. Beni öperek susturmuştu. Bende cevap almak için ısrar etmedim. Artık annemin yokluğunda ne denli acı çektiğimi biliyordu. Bundan sonra bu konuda ne yapacağına o karar verecekti. Onu zorlamak yerine kararını beklemeyi doğru buldum. Bu bile ne denli değiştiğimi gösteriyordu çünkü eskiden olsa gördüğüm kâbusları bahane eder ve onu manipüle ederek annemin yerini öğrenirdim. Artık o Bige değildim. Kollarımı boynuna dolayıp kendimi onun dudaklarına teslim ederken şimdilik ikimizde bu konuyu kapatmıştık.

Beni soluksuz bir şekilde öperken sırtımdaki elleri aşağıya doğru kaydı. İri parmakları kalçalarımı kavrayıp sertçe sıkarak beni kendisine bastırınca inledim. Nefes nefese başımı geriye çekip, "Ciddi misin?" diyerek hissettiğim sertliğe değindim. Suyun altındayken bile uyarılmasını beklemiyordum.

Kalçamdaki elleri rahat durmayıp iç çamaşırımın altına sızarken dudağının köşesi kıvrıldı. "Kedi gibi göğsüme sokulup uyumasaydın şimdi bu halde olmazdım."

Gülerek başımı iki yana salladım. "Sadece bir geceyi boş geçirdik. Bunun dışında iki ayın her günü yapıyoruz ve sende değişen hiçbir şey yok." Parmağının ucuyla bana dokunsa hemen tahrik oluyordu. Öyle garip biriydi işte.

Gözleri yoğun bir şekilde üzerimde oyalanırken tenimde kayan su damlacıklarını izliyordu. Sütyenimin arasına doğru akan damlalar göğüslerimin kıvrımında son buluyordu. "Bir yılın yoksunluğunu iki ayda kapatacağını sana düşündüren nedir?" Başını eğip gözlerinin takip ettiği noktaya, yani göğüslerimin kıvrımına dudaklarını bastırdı. İçim ürperdi.

Önce öptü daha sonra da tenimin tadını almak istercesine dilini göğüslerimin çatalında gezdirerek yukarı çıktı. Dudaklarının yolculuğu boynumun çukurunda son bulduğunda omurgama sıcak bir his yayıldı. Başımı eğerek onun için boynumun diğer tarafında da alan açtım. "Şu lanet öpücüklerini eşitle," dediğimde dudaklarında erkeksi bir kıkırtı döküldü. Gözlerinin mavisinde yoğun bir tutku oluştuğunda bunu yapmaya can atıyormuş gibi, "Emrin olur," dedi ve boynumun diğer tarafına yöneldi.

Baştan çıkarıcı öpücüklerini eşitleyince ondan uzaklaştım. Bu hareketimle kaşları çatılınca havuzun kenarına doğru yüzerek onu arkamda bıraktım. Sırtımı havuzun kenarına yaslayıp ona döndüğümde beni izliyordu. Ellerimi sırtıma uzatıp sütyenimin kopçasını açtım. Sütyenin askılarını kollarımdan çıkartarak kirpiklerimin altında ona bakıyordum. Çıkardığım sütyeni havuzun kenarına bırakırken alt dudağımı dişledim. "Eğer hızlı olacaksan yaklaş."

Aramızdaki mesafeyi o kadar hızlı kapattı ki etrafa sıçrattığı sular kıkırdamamı sağladı. Tam karşımda belirince gözleri suyun gizleyemediği göğüslerimde oyalandı. Boğazında hırıltılı bir ses çıkardı. Konu seks olunca hayvani bir vahşiliği vardı. "Hızlı olmalısın," dediğimde dudağının köşesi belli belirsiz kıvrıldı. "Bu konuda endişen olmasın." Birinin gelme ihtimaline karşı hızlı olsa iyi ederdi. Kimsenin bu saatte uykusundan uyanıp havuza geleceğini sanmıyorum ama bu hiç belli olmazdı.

Alt dudağımı dişleyerek, "O zaman acele et," diyerek kalan son parçayı da bacaklarımdan sıyırdım. Onun üzerinde sadece boxser vardı ama ben çırılçıplaktım. Açıkçası bunu hiç sorun etmiyorum. Ona yaklaşıp boxserını aşağıya sıyırdığımda belimi yakalayıp sırtımı havuzun duvarına yasladı. Bunu yaparken fazla sertti.

Ellerimi omuzlarına bastırıp bacaklarımı beline doladığımda kor gibi yanan gözlerle bana bakıyordu. Kalçalarımı sıkarak beni biraz daha yukarı kaldırdı ve kendini sertçe içime itince, "Yavaş!" diye bağırdım. Her defasında bunu o kadar sert ve hızlı yapıyordu ki bir anda içimi doldurunca canım yanıyordu. Çığlıklarım onu azdırdığı için çoğu zaman beni hazırlamadan içime sertçe giriyordu.

"Bir daha bunu yavaş yapmazsan-" demiştim ki kalçasını geriye çekip kendini sertçe bana doğru itince inleyerek kontrolümü kaybettim. "Ya da sen bildiğin gibi devam et," dediğimde kendini tutamayıp güldü. "Sen hiç susmaz mısın?"

Başını omuzuna doğru eğip dudaklarıma uzandı. "Sanırım seni susturmanın tek yolu bu," dedi ve hemen ardından beni öptü. Seks esnasında nasıl konuşabildiğimi anlayamıyordu çünkü böyle anlarda onun tek düşündüğü yorgunluktan canım çıkana kadar bana sahip olmaktı.

Hoyrat öpüşlerine karşılık verirken tırnaklarımı omuzlarına geçirerek onun ritmine uydum. İçime giriş ve çıkışları sabırsız ve hoyrattı. Her hareketi baştan çıkarıcı ve iniltilerimi arttıracak kadar kışkırtıcıydı. Vücudum sarsılıyor, göğüslerim her bir çarpışmayla hareket ediyordu. Alt dudağımı dişlerinin arasına alıp hafifçe çekiştirerek bıraktığında dudağımdaki sızıyla kalçamı ona doğru ittim. Kalçama saplanan parmakları beni ritmine uydururken parmaklarının altındaki tenimde onun izleri kalıyordu.

Bana dokunma şekli bile insanların büyülendiği tüm o aşklar ve saçma monologlardan daha etkileyiciydi. Bacaklarımla belini mengene gibi sararken her bir darbesiyle göğüslerim zıplıyordu. Aramızdaki nefes sesleri havada izlerini bırakacak kadar keskindi. Boynuma sert ısırıklar bırakarak göğüslerime eğildiğinde başımı geriye atarak kendimi tamamen ona bıraktım. İniltilerim beyaz led ışıkla aydınlanan havuzun her bir köşesine çarpıyor, tüm duyguları doruklarda hissederek hızlı hızlı nefesler alıyordum.

Ereksiyonun sadece başı içeride kalana kadar kendini dışarı çıkardı ve sert bir itişle tekrar içime girince çığlık attım. Sesimin kesilmesine asla izin vermiyordu. Hızlı, sert ve acımasızdı bu konuda. Göğsümün ucunda dişlerini hissedince bacaklarımın arası zonkladı. Omurgamda sarsıcı bir ürperti geçtiğinde bacaklarımla belini biraz daha sıktım. Tırnaklarımda onun kanını hissedecek kadar gerilirken sırtım yay gibi büküldü. Çıkardığım boğuk iniltilerle onun kollarında sarsılmaya başlamıştım. Gözlerimin önünde yanıp kayan küçük noktalarla başım boynuna düştü. İhtiyacım olan nefesi alamıyordum. Kalbim patlayacak gibiydi.

Daima orgazma ulaşan ilk kişi ben oluyordum. Bunun için istesem de onu bekleyemiyordum. Beklememi de istemiyordu çünkü beni orgazm olurken izlemek onun için keyif aldığı şeylerin başında geliyordu. Başımı kaldırıp ona baktığımda mayışan gözlerime, terden sırılsıklam olmuş yüzüme ve hafif aralıklı dudaklarımı izliyordu. Yüzümün son hali onun eseriydi ve o, kendi eserine büyülenmiş gözlerle bakıp hareketlerini hızlandırdı. O da sınırdaydı. Boğuk bir sesle, "Buraya gelirken yanıma prezervatif almadım," dediğinde bacaklarımı daha sıkı beline sararak dışarı çıkmasına izin vermedim. "Sorun olmaz." Bu konuda endişelenmesine gerek yoktu.

"Düzenli olarak doğum kontrol hapı kullandığımı biliyorsun," dediğimde daha fazla kendini tutamadı ve güçlü bir çarpmayla içimde titremeye başladı. İçimdeki kasılmalarını hissetmeyi sevdiğim için genelde dışarıya çıkmasına izin vermiyordum. İkimizde korunduğumuz için prezervatif olmasa da endişeleneceğimiz bir şey yoktu.

Nefes alışlarımız belli bir düzene girene kadar bir süre onun kollarının arasında kaldım. Daha sonra ondan ayrılıp havuzun kenarına koyduğum iç çamaşırlarımı hızlıca giydim. Havuzdan çıkıp bana elini uzatınca onun yardımıyla havuzdan çıktım. Çıkardığımız kıyafetlere doğru yürürken esniyordum. "Saat daha çok erken gidip biraz daha uyuyacağım."

Piç herif arkadan kalçamı izlemek için yanımda yürümek yerine arkamdan gelirken, "Hımm," diye garip bir ses çıkardı. "Tekrar uyuyabileceğimi sanmıyorum. Belki odada devam ederiz."

"Yuh ama artık ya!" Ona çıkışarak yerdeki taytımı ve tişörtümü hızlıca giydim. "Her gün her gün bu nedir böyle."

Eşofmanını giyip tişörtüne uzanırken güldü. "Uykumu kaçıran senin alarmındı. Bunu telafi etmelisin." Az önce bunu zaten yapmıştım. Kahretsin ki şikayetçi de değildim.

Kaşlarımı çattığımı görünce gülüşüne engel olmak için yanaklarının içini dişledi. "Tamam, bu gece için daha fazla yok." Yanıma gelip kolunu omuzuma attı. Beni kapıya doğru yürütürken göğsüne doğru çekti. "Dışarı çıkmaya ne dersin? Güneş doğana kadar birlikte vakit geçirebiliriz."

Başımı iki yana salladım. "Karnım aç benim."

Kafasını eğerek bana baktı. "Gecenin dördünde yemek mi yiyeceksin?"

"Aç mı kalayım ben!" Omuzumdaki kolunu ittim. "Akşam da bir şey yemedim açlıktan öleyim mi?" Suratım asıldı. "Fırında patates yemeyim mi kocam?"

Suratındaki tuhaf ifadeyle bana bakarken, "Yavrum ye," dedi şaşkınca. "İstediğin her şeyi ye, engel olanın eceli olurum ama sence de sende bir gariplik yok mu?" Mavi irisleri büyürken neyim olduğunu anlamak ister gibi bakıyordu. "Şu zamana kadar et dışında ağzına bir şey sürdüğünü görmedim. Akşam zeytinyağlı kabak diye tutturdun şimdi de fırında patates." Aklına kan dondurucu bir şey gelmiş gibi beti benzi attı. "Bige, ölümcül bir hastalığın mı var?"

Şaşkınca gözlerimi kırpıştırdım. "Neyden bahsediyorsun?"

"Siktir, bilmiyorum!" dediğinde fevri bir şekilde kaşlarını çatmıştı. "Kendin gibi davranmadığın için korkmadan duramıyorum." Yüzü gerildiğinde ters ters bana bakıyordu. "Daha düne kadar et diye tutturuyordun şimdi ise sebze. Kızım senin bir ayarın yok mu? Tam bu sefer oldu, onu çözdüm diyorum ama bir frekanstan diğerine geçiyorsun." Çenesi kasıldı. "Ortada bir yerde dur!"

"Ama ben solunda durmayı seviyorum." Koluna sarılarak yanağımı kolunun üst tarafına sürttüm. "Tıpkı şu anda olduğu gibi."

Ona sırnaşmam hoşuna gittiği için bana olan siniri saman alevi gibi söndü. "Yemek yapayım mı sevimli karıma?"

Heyecanlandım. "Yapar mısın kocam?"

Başını eğdi ve boynumun çukuruna dudaklarını bastırarak kokumu içine çekti. Küçük ama etkisi büyük bir öpücüktü. Kalbim göğüs kafesime süratle çarptı, şiddetini kaburgalarımda hissettim. Uzanıp boynumun diğer tarafını da öperek öpücüğü eşitledi. Artık ben ondan istemeden öpücüklerini eşitliyordu. Başını küçük bir açıyla kaldırdığında bakışları bana kendimi özel hissettiriyordu. "Senin bir kocam deyişine yapamayacağım hiçbir şey yok." Bana tüm dünyasıymışım gibi bakarken eğildi ve dudaklarıma tüy gibi bir öpücük bıraktı. "Benden her şeyi iste, iste ki dünyaları ayaklarının bastığı yere sereyim."

Omurgama ılık bir his yayıldı. Ağzımın içi öyle bir kurudu ki tek kelime edemeyince uzanıp onu öptüm. Daha sonra büyülenmiş bir şekilde gözlerine baktım ve sır verir gibi fısıltıyla, "Bu bana bir nafaka bağlayacağın anlamına mı geliyor?" diye sordum.

Romantik bir atmosferin içindeyken benden tam olarak ne duymayı bekledi, bilmiyorum ama bir süre şaşkın gözlerle bana bakıp durdu. Hemen sonrasında ise başını geriye atıp kahkaha attı. "Sen niye böylesin?" derken bile hâlâ gülüyordu.

"Nasılım?"

"Fazla sevilesi."

Kalbim hızlandı. "O zaman sende sev beni."

Gülüşü bir tebessüme dönüştüğünde dizlerini hafifçe bükerek üzerime eğildi. Titredim. Yüzünü yüzümün hizasına getirecek kadar eğildi. Ciğerlerimdeki tüm oksijen bir anda tükendi çünkü beni zaten sevdiğini söyleyecekmiş gibi bakıyordu. Yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırdı. Gözlerime baktı ve sır verir gibi alçak bir sesle, "Gidip şu yemeği yapalım," dedi. Beni buz gibi bir suyun içine atmış gibi irkildim. Kendime gelmek için gözlerimi birkaç kez kapatıp açmak zorunda kaldım. Yemek mi? Ciddi mi bu? Beni sevdiğini söylemesini bekliyordum!

"Ama bu artık adilik!" dediğimde gülerek kapıya doğru yürüdü. "Oysaki nafaka konusunu açmak çok yerinde bir davranıştı, değil mi?" Beni benim hareketlerimle vuruyordu.

Somurtarak peşine takıldım. Bunu yaparken de sızlanıp duruyordum. "Ne duymayı bekliyordun ki?"

"Bir erkek sana dünyaları vermeye hazır olduğunu söylediğinde ona nafakadan bahsedemezsin."

"Peki, üstat bundan sonraki taliplerim için bu dediğini aklıma yazarım."

Bana doğru o kadar hızlı döndü ki az kalsın ona çarpacaktım. Bakışları acımasız, soğuk ve sertti. "Belki sana bir şey yapmam," dediğinde surat ifadesi kanımı donduruyordu. "Ama gözlerinin değdiği tüm o piçleri parçalar, leşini ayaklarının önüne atarım!"

Sırıttım. "Gurur'da orada olacak mı?" İştahlı bir şekilde dilimi dudaklarımın üzerinden gezdirdim. "O parçalarla harika yemekler yaptığını artık biliyoruz."

Ağız dolusu küfredip hemen benden uzaklaştı. "Siktir git yamyam karı!" deyince kahkaha attım. "Tadı gerçekten çok güzeldi."

Karşısında tehlikeli bir canlı türü varmış gibi ürkerek bir adım geriye gitmesine saatlerce gülebilirdim. Böyle anlarda onu korkutuyordum. "Gidip şu karnını doyuralım yoksa iyice zıvanadan çıkacaksın!" dediğinde hızlı hatta koşar adımlarla dışarı çıkınca gülerek başımı iki yana salladım. Onunla uğraşmayı seviyorum.

Yukarı çıkıp üzerimizi değiştirerek kuru kıyafetler giydik. Makyajımı yapıp aşağı ineceğimi söylediğim için Karun beni beklemeden mutfağa gitmişti. Zaten yemeği o yapacaktı bu yüzden ben geç gitsem de olurdu. Saatin dört buçuk olmasını umursamadan yarım kollu, siyah bir elbise giymiştim. Dar elbisenin açık yakasında göğüslerimin kıvrımı görünüyordu. Belimi saran elbise kalçamın bir karış altında bitiyordu. Karun bu elbiseyi giydiğimi görünce bir an mutfağa gitmekten vazgeçecek gibi olmuştu. Ancak etle ilgili söylediklerimi hatırlayınca önceliğin karnımı doyurmak olduğuna karar kıldı.

Ondan bir ısırık alacağımı falan düşünüyor olamazdı, değil mi?

Makyajımı yapıp mutfağa geldiğimde adımlarım kapının önünde durdu. Gördüğüm görüntü yüzümde küçük bir tebessüm bırakarak beni durdurmuştu. Karun adım seslerime aşina olduğu için daha ben ona yaklaşmadan geldiğimi anlardı. Ancak Gurur ile telefonda hararetli bir görüşme yaptığı için bu sefer adım seslerimi duymadı. Sırtımı kapı kirişine yaslayarak beceriksizce patates soymaya çalışan adamı izlemeye başladım. Patatesleri mutfak adasının üzerine koymuş, yüksek taburelerden birine oturarak patatesleri soymaya çalışıyordu. Hiç beceremiyordu ama görüntüsü bile içimi sıcacık ediyordu.

Telefonun hoparlörünü açıp cam tepsinin yanına koyduğu için Gurur'un, "Patatesleri soyaysun sonra da dilimleyup tepsuye koy oni," diyen sesini duydum. "Bu saatte beni uyandirduğun şeye bak!"

"Bekle lan!" Karun elindeki patatesle cebelleşirken kaşlarını çattı. "Daha soymadım önce soymamı bekle, sonra sıradaki aşamayı söyle."

"Henüz soymadun mu?" Gurur'un küfreden sesini duydum. "On dakikadur ne halt edeysun?"

Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Soymaya çalışıyorum. İkinci patatesteyim."

"Kapat ula!" diyerek ona kızdı. "Sabah ara anlatayim."

"Bu gece malikanede kalmadın mı? İn lan aşağıya! Buraya gelip şunu adam akıllı tarif et! Şimdi yapmam lazım bu yemeği, neden sabah arıyorum?"

"Sabaha anca soyarsunda ondan!"

İri ellerine hiç yakışmayan meyve bıçağına baktı. "Bende bir sorun yok bıçak fazla küçük. Nereye koyuyorlar bu bıçakları?"

"Ebenun-"

"Ebem senin anan piç."

"Dedenun-"

"Dedem de baban oluyor."

"Bıçaklar babanun amindadur! Oldi mi?"

Karun gülerek başını iki yana salladı. "Babam da senin abin."

"Her yerde akraba çıkayik olmayi böyle," diyen Gurur'un sesi artık sinirli gelmiyordu. "Canum isteyunce küfredemeyim bile."

"Aşağıya inip bana yardım et."

"Baa amca demeduğun sürece sence sıcak yatağumdan çıkıp gelur muyum?"

"Siktir git!"

"Tüm kibarluğumla telefoni yüzüne kapatayim!" dedikten sonra kapattı.

Karun elinin tersiyle telefonu iterek kendinden uzaklaştırdı. İfadesi hoşnutsuzdu. "Amcammış!" derken küfreder gibiydi. "Benden beş ay küçük amca mı olurmuş!" Amcasının kendisinden küçük olmasına katlanamıyordu.

Yürüyüp içeri girdim. Kalın bir şekilde soyduğu patatesin kabuğunu masaya atınca kıkırdadım. "Kocamın da eline ne güzel yakışırmış patates ve bıçak. Heyt be, kimin kocasıymış bu."

Önünde biriken patates kabuklarını avuçlayıp bana attı. "Dalga geçme alırım ayağımın altına."

Omuzlarımı dikleştirip mutfak adasının etrafında süzülerek ona yaklaştım. Arkasına geçip kollarımı boynuna doladım. "Pek de maharetliymiş bu adam." Başımı omuzunun üstünden uzatarak kafamı ona doğru eğdim. "Analar neler doğuruyor be!" Onu kızdırmak için sesimi kalınlaştırıp çapkınca sırıttım. "Alayım mı yavrum seni nikahıma?"

Bana kızmaya çalıştı ama dudaklarından kaçan gülüşü ciddiyete yer vermiyordu. "Al ulan beni nikahına!" Gözleri hınzırca ışıldadı. "İşin ucunda seninle evlenmek varsa gel sen beni ailemden iste," deyince gülüşüm tüm mutfağı doldurdu. Çok tatlıydı.

"İsteriz oğlum, bize her yer Adana," dedim racon keser gibi. Yanına oturup bacak bacak üstüne attım. Bir tek elimde tesbihim eksikti. "Yalnız ben istemem öyle sabah dışarı çıkıp akşam eve gelen kocayı." Elimi kaldırıp yumruğumu masaya vurdum. "Dizini kırıp oturacaksın evinde. Elaleme Bige'nin kocası orada burada geziyor dedirtmem! Namusuma leke sürdürmeyeceksin!"

Başını arkaya doğru atıp gür bir kahkaha patlattığında neredeyse tabureden düşecekti. Eğlenmediğini söyleyemezdi. Gülüşü güzel gözlerine yansırken dudakları muziplikle kıvrıldı. "Başka Çeyrek Mafya?" derken gülüşünün o hoş tınısı sesini titretiyordu. "Tüm şartlarını peşin peşin söyle de bizde kime vardığımızı bilelim."

Kabuğunu kalınca soyduğu patatesleri ona gösterdim. "Bir kere işini düzgün yapacaksın. Şu hale bak patateslerin yarısı yerde. Sen beni batıracak mısın?" Avucumun içiyle şak diye masaya vurdum. "Boşarım ulan seni, boşar ve tek bir kuruş bile nafaka vermem." Gözlerinin içine imalı bir şekilde baktım. "Bunu yapan piçler var."

İncinmiş gibi gözlerini büyüttü. "Senin için saçımı süpürge ediyorum karşılığı bu mu?" Elindeki patatesi ve bıçağı yavaşça masaya bıraktı. "Yaranılmıyor bu kadın milletine." Tripli bir ifadeyle çenesini kaldırdı. "Ben babamın evine gidiyorum," diyerek oturduğu yerden kalkınca gülüşümü bastırmamın bir yolu yoktu. Yerim ya ben bu adamı.

Ayağa kalktığımda üzerimde bir ceket varmış gibi elimi belimin yanına kaydırdım. Hayali ceketi kenara çekip belimde bir silah varmış gibi davrandım. "Sen ölmeyi bayılmak mı sanıyorsun?" Suratımı ciddileştirerek dik dik ona baktım. "Otur şuraya kırdırma bacaklarını bana. Senin tribin şeyimde bile değil, yemeğimi yap!"

Kendimi role çok kaptırdığımı yüzünde oluşan tuhaf ifadeyle fark ettim. "Neyinde değil?" Az kalsın söylemek üzere olduğum şeyi çok hızlı yakalamıştı. Gülmemek için kendisiyle cebelleştiğinde gözleri kısıldı, göz çevresinde birkaç kırışıklık belirdi. "Senin olmayan sikini sikeyim, Bige!" Bana doğru atılınca gülerek masanın diğer tarafına kaçtım. Beni yakalamak için peşimden koşarken gırtlağından çıkan kalın bir sesle, "Hanımefendiye yemek yapıyoruz bir de üzerine küfür işitiyoruz!" diye hırladı.

"Ne oldu koçum, ağır mı geldi? Bunu yaşayan kaç kadın var senin haberin var mı?"

Kısık sesle bir küfür savurdu. "Düzelt şu ağzını! Barbie misin harbi misin belli değil!"

Masanın diğer tarafına kaçarak kıkırdadım. "Tatlım ben ikisiyim." Mutfak adasının iki farklı ucunda durduğumuzda sırıttım. "Anlarsın ya adamına göre muamele."

"Öyle mi?" Masadaki patatesleri işaret etti. "Yemeğini kendin yap ben uyumaya gidiyorum."

Yüzüme ağlamaklı bir ifade kondurdum. "Senin elinden yemek yemeyim mi?" Başımı omuzuma doğru yatırarak dudaklarımı büzdüm. "Öleyim mi açlıktan?" Bir ayağımı sertçe yere vurdum. "Aç mı kalayım ben!" Yeri işaret ettim. "Bak oturur yere ağlarım görürsün!"

Bıkkınca bana bakarken burun delikleri genişleyerek nefesini verdi. "Hiç olmazsa patatesleri sen soy," dedi bezgince. "Yoksa sabaha kadar uzar bu iş."

Yürüyüp onun kalktığı tabureye oturdum. "Tabii bu işler adam öldürmeye benzemez." İnceden inceye ona laf sokarken bıçağı elime alıp patatesleri soymaya başladım. "Yaklaş da nasıl yapıldığını gör."

Ciddi bir duruş sergileyerek yerinden hiç kıpırdamadı. "Nesini göreceğim yemek yapmayı öğrenmeye ihtiyacım yok," diyerek böbürlendi. "Ben yemek yapacaksam evdeki hizmetçiler ne diye var."

Omuzlarımı dikleştirdim. "Paranla bana hava atma toplamda elli dairem var."

Dudağının köşesi hınzırca kıvrıldı. "Mal varlıklarının sayısını bilen insanlar genelde fakirdirler." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Sahip olduğum mülk ve paranın sayısını hiç bilmem çünkü sayamayacağım kadar çok." Zenginlik böyle bir şey olsa gerek.

"Paranla bana hava mı atıyorsun?"

Kaşları usulca havalandı. "Gerek var mı?"

"Tüm mal varlığını kaybetmediğin sürece istediğin kadar paranla bana hava atabilirsin." Sırıttım. "Ne kadar zengin olduğunu duymaktan hiç sıkılmam." Şimdi ise tehdit eder gibi ona bakıyordum. "Mümkünse hep böyle zengin kal."

Güldüğünde gülüşü dünyanın en güzel şeyiydi. "Param mı yoksa ben mi diye sormaya korkuyorum?"

"Bu nasıl bir soru kocam." Bana böyle bir soruyu sorduğu için kınarcasına ona bakmaya başladım. "Tabii ki paran."

Bu cevabı vereceğimden oldukça eminmiş gibi dudaklarını birbirine bastırdı. Ciddi bir duruş sergilemek için kendini bir hayli zorladı ama kasılan yüzü tüm ciddiyetini yerle bir etti. Yüksek sesle gülerken çok sevilesi görünüyordu. "Bir kere de şaşırt beni." Bu gece ne çok gülmüştü. Birbirimizle böyle şakalaşıp gülmeyeli bir asır olmuş gibiydi.

Ojeli tırnaklarla patatesleri ustaca soyduğumu görünce yüzünde küçük bir gülümseme oluştu. "Garip bir şekilde eline her şey yakışıyor." Adana'dayken kendi işimi kendim yapardım. Buradaki gibi yemek ve temizlik için evimde hizmetçiler yoktu.

Patatesleri soyup elma dilimleri şeklinde doğradım. Hepsini yıkadıktan sonra metal süzeğe koyup suyu aksın diye bir kenara bıraktım. Karun ise biber ve domatesleri birbirine karışmayacak şekilde doğradı. "Salçayı dolaptan çıkartır mısın?" dediğimde anlamayan gözlerle bana baktı. "Fırında yapmıyor muyuz? Neden salça istiyorsun?"

"Aşkım sosu için ben genelde biraz salça katıyorum," dediğimde başını sallayarak dolaba doğru bir adım atmıştı ki durdu. Ne söylediğimi yeni fark etmiş gibi başını çevirip omuzunun üzerinden bana bakınca gülümsedim. Bu halime hâlâ alışamamıştı.

Ona aşkım diye hitap ettiğimi duymak şaşırtıcı bir şekilde onu etkilemişti. Okyanus mavisi gözlerinde oluşan o parıltılara ölebilirdim. Geride bıraktığımız şu iki ayda onu tüm aşk sözcüklerine boğuyordum. Sevgi pıtırcığı gibi bir şey olmuştum ama bundan hiç şikayetçi değilim çünkü sözcükler kendiliğinden ağzımdan çıkıyordu. Son zamanlarda Karun güzel olan her şeyi kalbime işlediği için dudaklarımdan çıkan şeyler de kalbimden süzülenlerdi.

Dolaptan salçayı çıkartınca cam kâseyi önüne ittim. "Bir kaşık salçanın üzerine biraz yağ, kekik, pul biber, dere otu ve az bir şey tuz koyup karıştır."

"Yavaş söyle." İsyan eder gibi homurdandı. "Hepsini aklımda nasıl tutayım?"

Ben tarif ettim o da yapmaya başladı. Bazen ölçüyü biraz kaçırdı ama ilk deneyimi olduğu için olur o kadar. Sosu patateslerin üzerine döküp iyice karıştırdıktan sonra hepsini tepsiye döktü. İkimizin ortak yaptığı bir yemekti bu. Domatesleri patateslerin üzerine dizmeye başladığımda arkamda durup, "Biberleri neden koymuyorsun?" diye sordu.

"Biberleri şimdi koyarsam patatesler pişene kadar yanar. Onları patateslerin pişmesine yakın koyacağım." Domatesleri dizmeye devam ettim. "Aslında ben bunun içine tavuk budu da koyuyordum ama canım şimdi hiç et istemiyor."

Ellerini belimden hissedince içim ürperdi. Belimdeki elleri kayarak karnımın üstünde durdu. "Hımm," derken arkadan bana sarılmıştı. "Kaç dakikada pişer bu?" Çenesini omuzumun çukuruna yasladığında sesi kısıktı. "Sanırım bende acıktım." Tenim karıncalandığında boynumu omuzuma doğru eğerek ona biraz daha alan açtım. "Yemek pişene kadar ne yapmamızı önerirsin?" dedi. Boynumda dudaklarını hissedince kasıklarımın arası sızladı. Yine başlıyoruz.

Öpücüğünü eşitlediği an ondan uzaklaştığımda huysuzca homurdandı. Tepsiyi alıp önceden ayarladığım fırına koyduktan sonra mutfak tezgahına yaklaştım. Suyu açıp ellerimi yıkadıktan sonra arkamı dönünce Karun'u tam karşımda buldum. Şehvetten koyulaşan gözlerini görünce güldüm. "Ama benim canım dans etmek istiyor."

"Yavrum senin canın niye olur olmadık şeyler istiyor?" Belimi yakalayıp beni tezgâhın üzerine oturttu. "Biraz da benim canımın istediği şeyleri yapalım." Elbisemin eteğini yukarı sıyırıp araladığı bacaklarımın arasına girdi. Nefesim hızlandı. Üzerime eğilip kısa bir an gözlerime baktı. "Benim önerim dans etmekten daha zevkli." Bunları söyledikten hemen sonra beni öptü. Bu noktada ona kızmayı istedim ama ensesini kavrayıp dudaklarına teslim olurken asıl istediğim şeyi yapıyordum.

Kendimi onun ihtiras dolu öpücüklerine bırakmak üzereydim ki yavaşça dudaklarımızın temasını kopardı. Geriye çekilip bacaklarımın arasından çıkarak beni şaşırttı. Yukarı topladığı elbisemin eteklerini kalçamdan bacaklarıma doğru çekince şaşkınlığım arttı. Elbisemi düzelterek beli tuttu ve beni tezgâhtan indirdi. Karşısında durduğumda ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum.

Bir elimi kaldırıp avucunun içine hapsetti. Uzanıp boştaki elimi de tuttu ve göğsünün üstüne bastırdı. "Sana hayır diyememek en kötü huyum." Müzik bile olmadan dans etmeye başladık. Gözleri muzırlıkla ışıldarken dudaklarındaki çarpık gülüşünü koruyordu. "Karımın canı dans etmek istiyorsa öyle olsun bakalım." Kalbim öyle bir hızlandı ki nabzımın atışını duydum.

Benim isteklerimi kendi isteklerinin önünde tutuyordu.

***

Karun ile her şey rüya gibiydi ve bu rüyanın bozulmasından endişe ediyorum. Her şey gerçek olamayacak kadar güzeldi. İkimizde ilişkimiz konusunda çok çaba gösterdiğimiz için büyük gelişme katetmiştik. Birlikte yemek yaparken o gece mutfakta onunla çok eğlenmiştim. Karun o gece ilk kez mutfağa girip birine yemek yapmıştı ve belki de ilk kez biriyle mutfakta dans etmişti. Her anı benim için çok değerliydi. Ertesi gün biz Gurur ile malikanede birbirimizle uğraşıp dururken Karun ve Melek birlikte denize açılmıştı.

Küçük deniz gezileri ikisi için çok keyifli geçmiş olmalı ki Melek akşam eve döndüğünde yüzünde güller açıyordu. Levent ise beni arkadaşlarıyla tanıştırmamak için her yolu deniyordu ama er veya geç onun zorba arkadaşlarıyla tanışacağım. Çağıl'a gelince... Onunla daha dün telefonda görüştüm. Aklı hep Çiçek'te olduğu için laf arasında onun nasıl olduğunu sormuştu. Çiçek'in iyi olduğunu söyleyerek içini rahatlatmıştım. Çağıl gideli iki ay olduğu için onu çok özlüyordum. Anladığım kadarıyla büyük ve tehlikeli bir operasyonun hazırlıklarındalarmış. Çağıl görevi hakkında bana pek bilgi vermedi ama hemen sonrasında söyledikleri beni endişelendiriyordu. "Ne olur ne olmaz yenge hanım, sen yine de hakkını helal et," demişti.

Sağ salim eve dönmesi için dua ediyorum.

Bunun dışında her şey olması gerektiği kadar iyiydi. Hayatımızdaki her şey fazla yolunda gidiyordu ve açıkçası bu beni biraz korkutuyordu. Bu büyünün bozulmasını istemiyorum. Şimdi ise Duha'nın evindeydim. Karun buraya gelmemden nefret etse de karışmamaya çalışıyordu. Elay'ın morali çok bozuk olduğu için onu sakinleştirmeye çalışıyordum. "Kendini üzmeyi bırak." İç çekerek ıslak gözlerine baktım. "Böyle yaparak bebeğe de zarar veriyorsun."

Omuzlarındaki şalına sarılarak derin bir nefes aldı. "Biliyorum ama daha yeni hastaneden çıkmasına rağmen dün gece ciddi bir kalp spazmı geçirdi." Elini hafif şişkin karnının üzerinden gezdirdi. "Bebeğimin babasız bir dünyaya doğmasını istemiyorum, Bige." Bebeği üç aylık olmuştu ama Elay onun için sevinemiyordu çünkü her geçen günle bebeği büyürken Duha'nın buradaki zamanı biraz daha azalıyordu. Duha son bir haftasını hastanede geçirip dün taburcu olmuştu ama gece tekrar kriz geçirmiş. Son günlerde kriz ve atakları sıklaşmaya başlamıştı.

Duha ve Kadem'in evden çıktığını görünce, "Neşelenmeye çalış geliyorlar," dedim kısık bir sesle. Çardakta oturup Elay ile temiz hava alıyorduk. Duha, Elay'ın üzüldüğünü görüp üzülsün istemiyorum. Elay ve bebeği için hayata tutunmaya çalışıyor ve yeni bir kalp arıyordu ama ona uyan lanet kalp bir türlü bulunamıyordu.

Çardağa girip Elay'ın yanına oturduğunda Kadem'de benim yanımdaki yerini aldı. Duha'nın solgun yüzüne, göz altlarında oluşan halkalara bakıp derin bir nefes aldım. "Bugün nasıl hissediyorsun?" Hiç iyi görünmüyordu.

Bana gülümsemeye çalıştı. "Ben iyiyim gergin kuş. Rahatla biraz."

Asık suratımı neşelendirmenin bir yolu yoktu. Ona bir şey olmasından çok korkuyordum. "Dün gece kalbini yoracak ne yaptığını merak ediyorum?"

Dudaklarında bir sırıtış meydana geldiğinde bunu sorduğuma pişman oldum. İhtiyatlı gözlerle bana baktığında gülmemeye çalışıyordu. "Bence bilmek istemezsin." Elay'ın kızaran yanakları ne yaptıklarını ele veriyordu. Heyecandan uzak durmalıydı!

Kadem çatık kaşlarla ona tersçe baktı. "Ameliyat olana kadar kendini tutmazsan en rezil şekilde can vereceksin." Daha sonra sert bakışlarını Elay'a çıkardı. "Küçük parazitinin babasını görmesini istiyorsan geceleri bu herifi odana alma."

Duha ekşi bir şey yemiş gibi burnunu kırıştırdı. "Çocuğuma bir daha parazit dersen sikerim o ağzını."

"O şeyin cinsiyeti belli oldu mu?" Dudaklarımdan çıkan sözlerle Elay kafamı kırmak ister gibi bana bakmaya başladı. "O şeyin mi? Siz ikinizin bebek demekle sorunu ne?"

"Çünkü parazitler korkunç yaratıklar," dedi Kadem hızlıca. "Tecrübelerime dayanarak konuşuyorum. Oya'nın ne gazı biterdi ne de ciyaklaması." Patlamada kaybettiği küçük kız kardeşinden bahsediyordu. "O kadar çok ağlardı ki zavallı annemi hiç uyutmazdı."

Geçmişe dönerek iç çektim. "Bir seferinde ona suikast düzenlemeye kalkışmıştık. Kadem onu camdan atacaktı bende koridoru gözetleyecektim."

Elay'ın beti benzi atarken Duha bunun sonunun nereye varacağını merak ederek sessizliğini korudu. "İkimizde çocuktuk," diyen Kadem tıpkı benim gibi o günleri anımsayarak iç çekti. "Onu beşiğinden çıkartıp pencereye yaklaştım ama onu atamadım." Burnunun direği sızlamışçasına gözleri nemlendi. "Küçük gözlerini belerterek bana bakıyor, garip sesler çıkartarak bana gülümsüyordu." Göğsü sıkışmış gibi iç çekti. "Tam o anda sevdiğim tek parazitin Oya olduğunu anladım." O günden sonra kardeşine eziyet etmek yerine ona abilik yapmaya çalışmıştı.

Aklına ne geldiyse kısa bir an bana baktı. "İyi ki Oya'yı atmamışım çünkü Efil yine oyunbozanlık yapmıştı." Gülerek başını iki yana salladı. "Güya gözcülük yapacaktı ama bu hain beni satmış. Sırf babamın sevgisini kazanmak için ona koşup Uğur, Oya'yı camdan atacak demiş." Sinirleri bozulmuş gibi kahkaha attı. "Babamın odaya daldığı o anı hiç unutamıyorum." Zavallı adamın kalbine inecekti.

Duha'nın siyahlarında manidar bir ifade geçti. "Anlaşılan çocukken de şimdi olduğunuzdan bir farkınız yokmuş." Bakışları uyarırcasına ikimizin arasında gidip gelmeye başladı. "Çocuğumu kendinize benzetirseniz ikinizi de ülkeden sürerim." Bize benzeyecek olmasından ödü kopuyordu. Daha sonra bakışları Kadem'de durdu. "Onu camdan atmaya kalkışırsan seni çatıdan atarım!"

Masaya içecek ve atıştırmalık bir şeyler getirdiklerinde Duha, Elay'ın önüne bir bardak ılık süt koydu ama Elay'dan önce onu ben aldım. Duha süt bardağını benden almak için uzandı. "Bebeğin gelişimi için Elay'ın o sütü içmesi gerekiyor." Benim için getirdikleri kahveyi işaret etti. "Senin için kahve var."

Bardağı kendime doğru çekerek ona vermedim. "Canım çekti bende içmek istiyorum. Elay'a yenisini getirsinler."

Yüzü tiksintiyle kasıldı. "O şeyin tadı iğrenç sen içemezsin. İçinde sadece süt yok. Hamile kadınlar için birkaç karışım var." Daha önce tadına bakmış olmalı ki öğürür gibi bir ses çıkardı. "Elay onu nasıl içiyor anlamıyorum."

"Ama şimdi daha çok merak ettim tadını," dediğimde Kadem, "Bende," diyerek bardağı elimden aldı. Sütten bir yudum aldığında az kalsın içtiği yudumu püskürterek çıkartacaktı. "Berbat bir tadı var." Bardağı önüme itti. "Ayrıca içinde çilek de yok." Kendi çilekli sütüne uzandı. "Süt çileksiz içilmez."

"Ne kadar kötü olabilir ki?" Bardağı alıp ılık sütten bir yudum aldığımda dilimde hissettiğim bal ve Hindistan yağıyla, "Hımm," diye mırıldandım. "Ama bunun tadı çok güzel." Bardağı kafama dikip hepsini hızlıca içtiğimde Duha tuhaf bir ifadeyle bana bakıyordu. "Anlaşılan siz kadınların tat alma duygusu biz erkeklerden çok farklı."

Elay şalına daha sıkı sarılarak arkasına yaslandı. "Belki de siz erkekler ağzınızın tadını bilmiyorsunuz."

Duha gülmemeye çalışarak hınzırca ona döndü. "Ağzımın tadını bildiğim için seni yanımdan ayırmıyorum doktor."

"Yalnız bu çok ucu açık bir cümle," dedim.

Kadem sırıttı. "Aklıma neler gelmiyor ki."

Elay ise kıpkırmızı bir suratla bize öldürecekmiş gibi bakıyordu. "Çirkinleşmeyin hemen." Masadaki kurabiyelere uzandığında parmağındaki tek taş dikkatimi çekti. Gözlerimi belerttim. "Evlilik teklifi mi aldın?" Parmağında bir tektaş vardı.

Parmağındaki yüzüğe bakarak gülümsedi. "Evet."

Kadem yerinden rahatsızca kıpırdandı. "Kimden?"

Kaşlarını çatan Duha omuzlarını dikleştirdi. "Ne demek kimden lan! Benden başka ona evlilik teklifi yapacak biri mi var?"

Heyecanlandım. "Ona evlilik teklifi mi yaptın?"

Kadem totosunda kurt varmış gibi bir kez daha oturduğu yerde rahatsızca kıpırdandı. "Benim niye bundan haberim yok?" Kıskançlıktan her an Duha'ya saldıracak gibiydi. "Önce bir parazitinin olacağını öğreniyorum şimdi de evleneceğini. İkisine de karşıyım!" Çocuk gibiydi.

Elay kıkırdarken Duha yanımda oturan canlı türüne canından bezmiş gibi bakıyordu. "Keşke sende karşıma bu tür şeylerle çıksan. Birini hamile bırakıp ben evleniyorum diyeceğin günleri görebilecek miyim?"

"Ben damızlık boğa mıyım abi? Niye insanları hamile bırakayım?" Düşüncesi bile onu ürkütmüş gibi beti benzi attı. "Cinsellik hiç hijyenik değil. Öpüşürken niye başka birinin salyaları ağzıma girsin? Ya da ben niye birine girip kendimi kirleteyim?" dediğinde ben kahkaha atarken Duha içtiği kahveyi öksürerek çıkardı. Kadem'den daha değişik biri dünyaya gelmemiştir ve geleceğini de sanmıyorum.

Duha'nın yüzündeki tüm kan çekildi. "Kadem?" Bakışları şoke olmuş gibiydi. "Sakın." Gözlerini kapatıp açtı. "Bana." Kelimeleri tane tane ve vurgulayarak söylüyordu. "Hâlâ bakir olduğunu söyleme."

Kadem safça, "Ne var bunda?" dediğinde Duha'nın küfürleri havada uçuştu ama Kadem son derece rahat bir halde pipetle çilekli sütünü içiyordu. "Benim bedenim benim kurallarım." Omuz silkerek sütünü höpürdeterek içmeye devam etti. "Kendime çok iyi bakıyorum kimsenin vücuduma dokunmasına izin vermem."

Duha nefes almak için kravatını çekiştirirken yüzü sinirden kıpkırmızıydı. "Kimse değil bu piç öldürecek beni! Lan oğlum bir kadınla yatarak o siktiğim vücudun kirlenmez!"

"Abi beni bir sal ya." En az Duha kadar bu konuda bezmişti. "Ne kadınlar ne de erkekler ilgimi çekmiyor, nesini anlamıyorsun?"

"Hani senin sevgilin vardı?" diyerek üzerine gittim. "Hatta bizi onunla tanıştıracaktın?"

Başını salladı. "Var."

Elay merakla masadan öne eğildi. "Nerede?"

"Odamda," diyerek hepimizi şaşırttı. "Tanıştırmamı ister misiniz?"

Bunun altında nasıl bir şey çıkacağını bilmediğimiz için üçümüz kafa karışıklığıyla birbirimize baktık. Duha bize göre daha iyimser düşünmeye çalışarak, "Hemen tanıştır," dedi hızlıca. "Onu görmek istiyorum." Kadem'in odasında bir kadın olduğunu düşünmek bile onu mutlu etmişti. Kadem'in kadınlarla yakınlaşmasını çok istiyordu çünkü bir diğer ihtimal erkeklerdi ve bu Duha'yı ölesiye korkutuyordu.

Kadem ayağa kalkarak malikaneye girince, "Bence siz yine de fazla umutlanmayın," dedim tereddüt ederek. "Onu birazcık tanıyorsam odasında kadın falan yoktur. Büyük bir titizlikle baktığı vücuduna kimsenin dokunmasına izin vermez."

Duha küfreder gibi bir ses çıkardığında iyimser olmaya çalışıyordu. "Hiç belli olmaz. Bu piçin bana iyi bir ters köşe yapmasını bekliyorum. Belki de bir kızla gizlice buluşuyor ama beni kızdırmak için bana söylemiyor." Birazdan gerçeği anlayacağız.

Gözümüzü malikanenin kapısına dikip Kadem'in bir kızla dışarı çıkmasını bekledik. Nefes dahi almadan kapıya bakmamız çok komikti. Beş dakika sonra Kadem dışarı çıktığında ben bir kahkaha patlatırken Duha, "Gelmişini geçmişini siktiğim piçi!" diyerek küfürler yağdırıyordu çünkü Kadem kendi maketiyle dışarı çıkmıştı. Kartondan kendinin üç boyutlu bir maketini yaptırmıştı. Bir tek kendisine âşık olduğunu daha iyi anlatamazdı.

Siyah takım elbiseli maketinin boynuna sardığı püsküllü pembe fuları görülmeye değerdi. Maketi alıp çardağa girerek masanın yanına dikti. Hepimiz şaşkınlıkla ona bakarken bizim aksimize çok rahattı. Bizlere bakarak son derece sakin bir sesle, "Tanıştırayım yirmi dokuz yıldır kalbimi kazanan tek aşkım, Kadem," dedikten sonra maketine döndü. "Hayatım bunlar da Duha abi, Bige ve junior parazitin anası Elay."

Buradan bakılınca bir akıl hastası gibi görünüyordu. Duha sinirden zangır zangır titrerken çenesinde bir kas seğirdi. Bir saniye bile düşünmeden belindeki silahı çıkartıp emniyeti açtı ve maketi alnının çatısından vurdu. "Tanıştığıma memnun oldum!" Tüm şarjörü maketin üzerine boşaltana kadar tetiğe durmaksızın bastı. Deliye dönmüştü.

Kadem delik deşik olan maketine bakarken dudaklarını hüsranla büzdü. "Ve böylece yirmi dokuz yıllık bir aşk son buldu." Hemen sonrasında sırıttı. "Neyse ki odamda yedekleri var."

Duha bu sefer silahı doğrudan ona tutunca korkuyla yutkunup, "Şaka yapıyordum abi," dedi hızlıca ama şaka yapmadığını hepimiz biliyorduk. Acaba odasında kendinden kaç tane vardı? O odayı bir görmek lazımdı.

Duha'yı sakinleştirmemiz hiç kolay olmamıştı. Elay'dan konuşmasını isteyene kadar sinirli halinden kurtulamamıştı. Elay'ın sesi tuhaf bir şekilde onun sinirlerini yatıştırıyordu. Bazen Elay'ı sevmeye ilk sesinden başladığını düşünüyorum çünkü Duha seslere karşı çok seçiciydi. Her ses onun kulağına güzel gitmezdi. Kemal'in sevgilisinin tiz sesinden hoşlanmadığı için yemek boyunca Kemal ile uğraşıp durması da bunun en büyük kanıtıydı.

Kadem'in kurşunlanan maketini ortadan kaldırınca Duha az da olsun kendine gelebilmişti. Elay'ın yeni yeni belli eden karnını okşayarak, "Cinsiyetini ne zaman öğreniriz?" dediğinde gözleri aşkla parlıyordu. Onu bir an önce kucağına almak için sabırsızlanıyordu.

Bu gebelikte Elay'ın en büyük destekçisi Duha'ydı. Elay karnının üzerinde duran Duha'nın elinin üstüne kendi elini bastırarak gülümsedi. "Gebeliğin dördüncü ayı dolduğunda cinsiyetini öğreneceğiz. Henüz üç aylık olduğu için bir ay daha beklemeliyiz." Duha'nın bebek konusunda bu kadar istekli olması onu mutlu ediyordu.

Kolunu Elay'ın yaslandığı sandalyeye uzatan Duha, "Eee sessiz kuş?" diyerek bakışlarını bana dikti. "Kalender ile nasıl gidiyor?"

"Endişe verici derecede güzel." Bunun bozulmasından ne kadar çok korktuğumu gizleyemiyordum. "Uzun süredir bu kadar mutlu olmadığım için her an bir terslik çıkacak diye diken üstündeyim."

"Adama saldırıp durmazsan bir sorun çıkmaz." Elay'ın mavileri kinayeyle ışıldıyordu. "Onu beyzbol sopasıyla kovaladığın doğru mu?"

"Her şeyden de haberiniz var." Bir dedektif edasıyla gözlerimi kıstım. "Malikanede bir casusunuz var da benim mi haberim yok?"

"O evde bir casus var ama bizimle ilgisi yok." Bir şekilde her şeyden haberi olan Duha, tüm ciddiyetiyle bana bakıyordu. "Karun ve Gurur kimseyi uyandırmadan bir süredir evdeki köstebeği arıyor. Şeref Kalender'e çalışan birinin eve sızdığı çok açık. O kişi her kimse aynı zamanda Gurur'un arabasının frenlerini de kesti." Bana bunları anlatmasının asıl nedeni beni korumaya çalışmaktı çünkü, "Dikkatli ol," diyerek beni uyardı. "O evde yediğine içtiğine çok dikkat et. Son olanlardan sonra Şeref Kalender ona sıktığın kurşunu yanına bırakacak biri değil."

Uyarısını ciddiye alacağım çünkü Duha asla boş konuşmazdı ama Şeref Kalender'den korkmuyorum. "Ona sıktığım kurşunun üzerinden iki ay geçti. Sence bir şey yapmak istese şu ana kadar çoktan yapmaz mıydı?"

Her konuda bana akıl hocalığı yaptığı için bu rahatlığım onu kızdırdı. "Bizim gibi adamların nasıl oynadığını hâlâ anlamadın, değil mi?" Oturuşunu dikleştirerek öne doğru eğildi. "Birine acı vermenin en doğru zamanı onun mutlu olduğu anlardır." Ellerini masada birleştirerek bana doğru biraz daha eğildi. "Birine sert bir düşüş yaşatmak istiyorsan önce onun göklere uçmasını beklemelisin." Kalbim endişeyle kasıldı.

Kirpiklerinin altından ikaz edercesine bana bakarken onu doğru şekilde anladığıma emin olmak istiyordu. "Ve sen çoktan kanatlanıp uçmaya başladın. Dikkat et küçük kuş çünkü avcının nereye saklandığını kanatların kanamadan bilemezsin."

"Yeterince kanamadı mı kanatlarım?" Sesim buruktu.

İç çekerek başını iki yana salladı. "Bizim dünyamızda hiçbir şey yeterince değildir. Ya ölürsün ya da öldürürsün, tek kural bu."

Kadem'in bakışları Elay ile ikimizin üzerinde oyalandı. "Siz uzun zamandır bu dünyanın bir parçasısınız çünkü kendiniz için seçtiğiniz herifler bu kirli dünyanın krallarından biri." Derin bir nefes alarak bitirdiği süt bardağını masaya bıraktı. "Kraliçe zayıf olursa-"

"Ne olur?" diye sordu Elay.

Kadem sinirden güldü. "Sonu mezarlık olur. Küçük parazitini korumak istiyorsan eskisinden daha güçlü olmalısın."

Duha dişlerini sıktığında gırtlağından hırıltıyı andıran bir ses çıkardı. "Bebeğime bir daha parazit dersen bu sefer kurşunlarımı harcadığım şey siktiğim maketin olmayacak!" Ne kadar kızarsa kızsın Kadem'in ağzından bebek kelimesini duyamazdı.

Telefonumun melodisi hepsini susturdu. Masadaki telefonun ekranında beliren Kocam yazısı hepsinin dikkatini çekmişti. Duha heyecanlanarak yerinden kıpırdandı. "Kalender arıyor," diyerek hepimizi yine çıldırtmaya başladı. "Hoparlörü aç iki aydır sesini duymuyorum." Beni deli ediyordu!

Bir kedi gibi tıslayarak ona bakıyordum. Her an ellerimi masaya bastırıp masanın üzerinden ona saldırabilirdim. "Sen böyle yaptıkça seni bir kuytuda öldürüp cinayetine kaza süsü vermek istiyorum!" Ona çıkıştığımda Elay artık ağlama raddesine gelmişti. "Ben aradığımda bir kez bile böyle heyecanlanmıyor."

Bizi hiç duymuyormuş gibi açmam için telefonu işaret etti. "Bekletme adamı." Bu herif şaka gibi bir şeydi! Kınayan bakışlarını üzerime kenetlendiğinde bana kendimi yetersiz hissettirmeye başlamıştı. "Zaten bir işe yaradığın da yok. Seni o eve bizi barıştır diye gönderdim ama sen orada gününü gün ediyorsun." Ya sabır!

Telefonu açmak yerine inadına meşgule attım. Kıskançlık damarımı ortaya çıkartacak kadar Karun'a düşkündü. "Deniyorum ama bir anda olacak bir şey değil." Yanımda oturan Kadem'i işaret ettim. "Daha Kadem'i ona yeni kabul ettirdim. Her şey zamanla olacak." Elay'ın parmağındaki yüzüğü gösterdim. "Ayrıca Karun'da bana evlenme teklifi etti hem de iki kez."

Bu habere sevinir sanmıştım fakat kaşlarını çatarak ağız dolusu küfretti. "Sikik herif kesin benimle yarışıyor!" Aceleyle parmaklarıma baktı. "Yüzük nerede?"

"Kabul etmedim."

"Neden? Ya da boş ver nedenini." Siyahlarının ardından apaçık bir tehdit belirdi. "Ben evlenmeden onunla nikah masasına oturursan sana hakkımı helal etmem. Bu sefer benden önce evlenemez!" Elay'ın karnına bakarak sırıttı. "Üstelik ondan önce baba olacağım." Her konuda yarışmasalar olmuyordu.

Elay sinirle ayağa kalktı. "Bazen sana gerçekten tahammül edemiyorum!" dedikten sonra hızlı adımlarla eve yürüdü. Bense bıkkın gözlerle bu herife bakıyordum. "Karun'un seni geçmeyeceği ve geçmek istemeyeceği tek konu bebek," dedim. "Çocuk fikrinden bile nefret ediyor."

Tam bir şey söyleyecekti ki Karun bir kez daha arayınca bu sefer onu meşgule almadım çünkü açmayınca ısrarla arayacağını biliyorum. Önce telefonu sonra da hoparlörü açtım. Hoparlörü açmayacaktım ama bunu yapmazsam Duha benden telefonu zorla alacakmış gibi bakıyordu. Karun'un kızgın sesini duydum. "O piçin evinde telefonumu açmayacak kadar ne yaşıyor olabilirsin?" Duha'nın evine gelmemden nefret ediyordu ama Duha'ya olan düşkünlüğümü bildiği için bana engel olamıyordu.

"Elay'a evlilik teklifi etmiş," dediğimde telefonun diğer ucunda küçük çaplı bir gürültü duydum. "Hemen evleniyoruz!" deyişi beni deli ederken Duha'ya az kalsın kahkaha attıracaktı. Birbirleriyle konuşmasalar bile hâlâ rekabet ediyorlardı.

"Bize ne onlardan," diyerek ona kızdım. "Sırf onlardan önce evlenmek için evlenmeyeceğim."

"Bige, o piçi tanımıyormuş gibi konuşma." Duha ile ilgili son gelişmelerden hiç memnun değildi. "Benden önce evlenirse düğün fotoğraflarını görebileceğim her yere asar. Herifin şirketi tam karşımda. Şirketin tamamını düğün afişleriyle kaplatacak kadar hasta! Ceddini siktiğim piçini görmeye bile dayanamıyorum bir de kafamı çevirdiğim her yerde onun sikik fotoğraflarını göremem! Onu vurup düğüne engel olmayacaksan benimle evlenmek zorundasın." Allah'ım çıldıracağım! Bu ikisine maruz kalan herkes ya tımarhaneye düşerdi ya da kanser olup ölürdü.

Kadem kolumu dürtünce ona döndüm. Duha'yı işaret ediyordu. Duha telefonunu çıkarmış ne yapıyordu öyle? Yerimden kalkıp masadan öne doğru eğilince reklam ajanslarını araştırdığını gördüm. "Bana bak döverim seni!" dedim çıldırarak. Karun'un dediklerini duydu ya, onu kızdırmak için daha şimdiden afiş için reklam ajanslarını araştırıyordu.

Duha'ya söylediklerimi üzerine alınan Karun, "Evlenelim istediğin kadar döversin," diyerek sinirlerimi bozdu. "Ne diyorsun evlenelim mi?" Üçüncü evlilik teklifimi de bir telefonda almış bulunmaktayım.

"Hayır diyorum, Karun." Ceketimi ve çantamı alarak çardaktan çıktım. "Lütfen bu konuyu kapat artık."

Nefesini sertçe verdi. "Sen bana evet diyene kadar bu konu kapanmayacak ve mümkünse o piç evlenmeden evet de."

Keşke yüzümdeki bıkkın ifadeyi görebilseydi. "Beni neden aramıştın?" diyerek konuyu şimdilik değiştirdim.

Evlilik konusunu kapatmaya çalışmam hoşuna gitmedi ama daha fazla üzerime gelmedi. "Eve geliyorum hazırlan," dedi. "Seninle bir yere gitmeliyiz. Şimdi kapatmam gerek." Nereye gideceğiz? Bildiğim kadarıyla bugün için bir planımız yoktu. Telefonu çantama koyup malikaneden çıkarak Karun'un malikanesine doğru yürüdüm. Duha'nın evleneceğini ona söylemem hiç iyi olmamıştı. Zaten evlilik konusunda bana baskı uyguluyordu artık hiç nefes aldırmazdı.

Aralarındaki yarışa sövesim vardı!

***

Karun beni almaya geldiğinde nereye gittiğimiz hakkında tek kelime etmemişti. Yolda ne kadar sorarsam sorayım gittiğimizde öğreneceğimi söyleyip beni susturmuştu. Bende yol üstünde ona aldırdığım limonlu keki yerken arkama yaslanıp beklemeye başladım. Keke yumuluyor, arada sırada bacaklarımın arasına sıkıştırdığım kivi suyundan birkaç yudum alıyordum. Her hışırtı sesiyle Karun başını çevirip bana bakıyor ve yeni bir kekin paketini açtığımı görüyordu. Üçüncü paketi açtığımda gülerek başını iki yana salladı. "Sabah kahvaltıda da iyi yedin peki, bu oburluğunun sebebi nedir?"

Ağzım kekle tıka basa doluyken, "Lokmalarımı say da tam olsun," dediğimde dudağının köşesi manidar bir ifadeyle kıvrıldı. "Hangi birini?"

Kivili meyve suyumdan birkaç yudum alarak ağzımdaki lokmayı yuttum. "Bu aralar yemek yememe çok taktın." Kaşlarım belli belirsiz çatıldı. "Merak etme düzenli spor yaptığım için kilo alıp çirkinleşmem."

"Yavrum yüz kilo bile olsan sana olan sevgimden hiçbir şey eksilmez ama endişeleniyorum çünkü normalde bu kadar çok yiyen biri değildin. Sen üç öğününü tam saatinde yer ve arada hiçbir şey yemezdin." Kalbim boğazımdan atarken altı kelimesi dışında diğer söyledikleri kulağıma bile ulaşmadı. Laf arasında farkında olmadan söylediği o altı kelimenin büyüsüne kapılmıştım. Sana olan sevgimden hiçbir şey eksilmez demişti. Kalbim hızlandı.

"Sanrı?" diye mırıldandım yumuşacık bir sesle.

Sesimin kadifemsi tonuyla içindeki buzlar erimiş gibi, "Emret nefesim," diyerek iç çekti.

"Çok seviyorum seni."

"Benden daha mı fazla?"

Nabzım hızlandı.

Kalbimin uğultusu tüm sesleri bastırdı.

Geriye kalan tek şey Karun'un, 'benden daha mı fazla?' diyen sesiydi.

Kulaklarımda onun sesi yankılanırken yolu kontrol edip omuzunun üzerinden bana baktı. Bugün tam olarak ne oldu veya birazdan neler olacak, bilmiyorum ama beni koruma iç güdüsüyle bakıyordu. Aklındaki tüm o kaosun içinden sıyrılıp bana sahip olduğu en güzel şeymişim gibi baktı. "Beni, seni sevdiğimden daha fazla sevemezsin, Bige," diyerek başını iki yana ağır ağır salladı. "Kimse seni benden daha fazla sevemez." İki elin parmaklarının birbirine geçmesi gibi kaburgalarım iki yandan birleşti. Birbirine geçen kaburgalarım kalbimin alanını daraltmış gibi nefes alamadım. Karun beni sevdiğini söylüyordu.

Arabanın döşemelerine bile onun kokusu sinmişken ciğerlerime çektiğim havaya kadar onunla doldum. Seyir noktasından şaşan aklımın merkezine onun adı kazınmış gibi bakıyordum. Aklım ve kalbim ilk kez bir konuda uzlaşarak Karun'a çekilmeye başlamıştı. O ise bir arabanın içinde bana kalp krizi geçirttiğinin farkında olmadan yolu kontrol etti ve bir kez daha bana döndü.

İtirafıyla suratımın aldığı ifadeyi sevmiş gibi derin bir iç çekti. "Günün sonunda herkes yasını tutup kenara çekilmişti ama 383 gün boyunca mezarının başında olan bir tek bendim." O günleri hatırlamak bile canını yakmış gibi mavileri titreşti. "Sadece dirini değil, ölünü bile seven bir adamım ben." Dolan gözlerime değen bakışları pusluydu. "İlla duymaya ihtiyacın varsa o zaman iyi dinle." Buz saçağı gözleri taparcasına bana bakınca onun her şeyi olduğumu kemiklerime hissettirdi. "Bana yaşattığın tüm o şeylere rağmen seni hâlâ çok seviyorum, Bige."

Nefesim kesildi hem de gerçek anlamda.

Bu anı kafamda o kadar çok hayal etmiştim ki bir gün beni sevdiğini söylerse ne hissedeceğimi çok düşünmüştüm. Kalbim mi hızlanırdı yoksa dizlerimin bağı mı çözülürdü? Kulaklarımda bir basınç oluşur, kemiklerime kadar titrer miydim? Soluğum kesilir ve ciğerlerime hava gitmez miydi? Beni sevdiğini söylerse bu ihtimallerden birini yaşayacağımı biliyordum ama hepsini aynı anda yaşayacağımı hayal dahi edemezdim. Bir elimde marketten alınmış garip bir kek, diğer elimde ne aromalı olduğunu unuttuğum yeşil bir meyve suyuyla öylece kalakalmıştım. Sanki zaman durmuştu.

Yolu kontrol ederek tekrar bana baktığında put gibi donmuş bir halde onu izlediğimi gördü. İtirafı karşısında donup kalmam onu endişelendirmiş olmalı ki gözlerini az bir şey kıstı. "Bir şey söyle güzelim."

Dudaklarımı açıp kapattım. Kendime gelene kadar bunu birkaç kez tekrarladım, daha sonra, "Hemen devamında evlilik teklifi gelecekse seni camdan dışarı atarım," dedim. "Sırf Duha'yı geçmek için bu anı bozup araya evlilik teklifini sıkıştır da bak sana neler yapıyorum," dediğimde aval aval yüzüme baktı. Aşk itirafından sonra duymayı beklediği şeyler kesinlikle bunlar değildi.

Karşılık olarak daha romantik bir şeyler duymayı beklemiş gibi garip bir ifadeyle bir süre bana baktı ama daha sonra yüksek sesle gülerek önüne döndü. "Asla istediğim doğrultuda hareket etmeyeceksin, değil mi?" dediğinde şikâyet eder gibiydi ama böyle olmam hoşuna gidiyormuş gibi gülüyordu. Benim yanımdayken uzun süre somurtamıyordu. Bir şekilde birbirimizi hep güldürüyorduk.

Elimdekileri yerdeki poşetin içine tıkıştırıp hemen doğruldum. Koltuğumdan ona doğru kayıp koltuk dayanağına yaslı koluna yapıştım. "Beni sevdiğini tekrar söylesene."

Çipil çipil bakan hevesli gözlerime kısa bir an bakıp, "Bige," dedi huysuzca. "Şu yapışkan ellerinle ceketimin kolunu batırıyorsun. O kadar şey yedin bana dokunmadan önce ellerini sil." Kolunu kek parçaları olan elimden çekmeye çalıştı. "Koala gibi yapışma yerine geç."

"Bana hemen şimdi beni sevdiğini söylemezsen on üç gün boyunca seni sevdiğimi hiç söylemeyeceğim."

"Seni seviyorum lan!" dedi kızar gibi. "Şimdi yerine kay bana kaza yaptıracaksın."

Koluna daha sıkı yapıştım. "Lan demeden beni sevdiğini söyle ve mümkünse bağırmadan yap bunu. Sonuna lan ekleyince hiç romantik olmuyor!"

Dikkatini yola veremediği için az kalsın öndeki arabaya çarpacaktı. Bunun siniriyle direksiyonu sıkarak, "Başlayacağım şimdi inadına!" diyerek hızını biraz düşürdü. "Seviyorum kızım!" Başını çevirip bana bakınca tüm siniri kayboldu. Gergin yüzü pamuk gibi yumuşadı. Gülüşüne engel olmaya çalıştı. "Allah Kuran hakkı için çok seviyorum seni." Mavileri dudaklarıma kayınca bakışları dudaklarımın çevresinde gezindi. Dudağımın kenarlarında yediğim kekin kırıntıları olmalı ki belli belirsiz gülümsedi. "Senin gibi bir pasaklıyı kim sevmez ki?"

Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşunca emniyet kemerimi çözüp ona doğru uzandım. "Öpeyim mi kocam?" Yanağına sulu bir öpücük kondurduğumda benden kurtulmak için başını çekmeye çalıştı. "Yanağımda kekli ruj izini bırakma," diye söylenmeye başladı ama onu dinlemedim.

Öpücüğümü eşitlemek için görüş alanını kapatıp yanağının diğer tarafına uzandım. "Kaza yapacağız rahat dur!" diye bana kızdı ama yanağının diğer tarafına da küçük bir öpücük kondurdum. Yerime geçtiğimde hâlâ bana kızmakla meşguldü. "Çocuk gibisin iki dakika rahat durmuyorsun."

Onun o meşhur cümlesini taklit ederek, "Çocuksam sana çocuğum kim ne karışır?" dediğimde gülmemek için yanaklarının içini dişledi. Kaşlarını kinayeyle havaya kaldırdığında gözleri alaycıydı. "İlla beni müşkül durumlara sokacaksın, öyle mi?" Benim sıklıkla kurduğum cümlelerden birine atıfta bulununca kıkırdadım. Birbirimizle anlaşma şeklimiz müthişti.

Ucuz bir kenar mahallesine girdiğimizde burada ne işimiz olduğunu sorguladım. Etraftaki evler alışık olduğum lüks yaşamda gördüğüm evlerden çok farklıydı. Tuğla çatısı olan evler, boyası dökülen eski binalar ve balkonda çamaşırların sarktığı daireler Karun'un yanında alıştığım o dünyaya çok tersti. Gecekondulardan birinin önünde arabayı durdurdu. "Sana söylemem gereken bir şey var, Bige," dediğinde başımı çevirip omuzumun üzerinden ona baktım. İfadesi sıkkındı. Bense buraya neden geldiğimizi anlamaya çalışıyordum. "O gün uçurum kenarında sana karşı tamamen dürüst olmadım." Neyden bahsediyordu?

Yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Ne konuda?"

"Ablan konusunda." Sertçe yutkundum. Gazel konusunda benden bir şey sakladıklarını hissetmiştim.

Yüzünü sıkıntıyla ovuşturup bana bakmak için kendini zorladı. "Orada gerçekleri saklamamın tek nedeni Hector'un karşısında boynunun eğilmesini istemememdi." Başıyla önünde durduğumuz eski püskü gecekondunu işaret etti. "Şu zamana kadar susmamın nedeni ise Gazel hakkındaki gerçekleri ondan dinlemeni istemem."

Arabanın içindeki hava benim için yetersiz gelmeye başladığında, "Karun?" diye mırıldandım. İçimde peydahlanan sıkıntının sebebi bugün ne öğreneceğimi bilmememden kaynaklanıyordu. "Gazel hakkında bilmem gereken şey nedir?"

Bana cevap vermek yerine emniyet kemerini çözerek arabadan indi. Arabanın etrafından dönerek inmem için kapımı açtı. "Gerçekleri Gazel'den duymalısın çünkü ne yaşadığını en iyi o sana anlatabilir." Elimi tutarak beni arabadan indirdiğinde uzanıp içerideki pardösümü aldı. "Şu an için ablan senin nazarında bir suçlu ve bir hain, bunu biliyorum ama onu dinlemeden ona karşı kırıcı olma."

Pardösümü omuzuma atarak beni soğuk havadan korumaya çalıştı. "Sonradan pişman olmamak için onu incitecek, küçük düşürecek davranışlarda bulunma."

Beni tam olarak neye hazırlıyordu, bilmiyorum ama çok garip davranıyordu. "Hemen sonrasında adamlarım seni annene götürecek." Kalbim hızlandığında omuzlarımı tuttu. "Seninle gelmemi ister misin?" Boğazım düğümlendi. Bana annemi verecekti. Bunun için ona gidip ısrar etmeme gerek kalmadan annemin yerini bana söyleyecekti.

Annemi bulursam onu bırakıp gitmeyeceğimi artık biliyordu. Bu yüzden annemi benden gizlemeyi bırakmıştı. Benim için bulduğu psikoloğun tavsiyelerini dinlemeye başladığımdan beri gelişme katetmiştim. Artık şuursuzca davranışlarda bulunmuyor, bencilce cümleler kurmuyordum. Hareketlerim ölçülü, sözlerim ise önceden düşünülmüş bir şekilde çıkıyordu. Geçtiğimiz günlerde kendimi düzeltmek için elimden gelen çabayı göstermeye başlamıştım. Karun bendeki olumlu değişimi gördüğü için sanırım bana ve sevgime yeniden inanmaya başlamıştı.

Çünkü artık onun arkasından herhangi bir iş çevirmiyordum. Ona hiçbir konuda yalan söylemiyor ve öfkeme yenilip en küçük bir yanlış anlamayla gitmeye kalkışmıyordum. Ona verdiğim sözü tutmaya çalıştığımı görüyordu. Bu yüzden artık annemin yerini bilmemi sorun etmiyordu. Onu bırakıp gitmemden endişe ettiği için annemi bana karşı koz olarak elinde tuttuğunu hep biliyordum. Artık annemin yerini öğrenmek için değil, onu sevdiğim için yanında kaldığımı biliyordu.

"Bunu yalnız yapmak istiyorum," dediğimde beni anlayışla karşıladı. Beni korumak istediği şey her neyse sanırım bunun üstesinden yalnız gelebilirim. Gazel ile olan yüzleşmem anladığım kadarıyla benim için iyi geçmeyecekti. Bunun Karun'un yanında yaşanmasını istemiyorum çünkü bu benim ve Gazel arasında olan bir mevzuydu. Bunu yalnız yapmalıyım.

Eğilip arabadan çantamı aldıktan sonra karşısında durdum. "Günün sonunda sana gelip ağlayacak mıyım?" Gazel'in bana ne anlatacağını bilmiyorum.

İç çekerek uzanıp dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. "Günün sonunda göğsümden ağlaman için kollarım sana açık olacak."

Kaşlarımı alayla yukarı kaldırdım. "Şimdi kolların bana kapalı mı?"

"Sende biliyorsun ki bu kollar sana hep açık," deyince sertçe yutkundum. Bir zamanlar bana, "Fazla açıktı kolların," dediğini hatırlayınca içim burkuldu. Karun ile birbirimize söylediğimiz veya yaptığımız her şeyin karması bir şekilde gelip bizi buluyordu.

Ne düşündüğümden habersiz beni eve doğru hafifçe ittirdi. "Şimdi oyalanmayı bırak ve içeri gir. O eve girdiğini görmeden buradan ayrılmayacağım." Arabaların yanında duran yirmi bir korumayı işaret etti. "Onlar evin etrafında bir güvenlik çemberi oluşturarak güvende olmanızı sağlayacak."

Kararsız gözlerle berbat görünen tuğla evi gösterdim. "Bu eve girmek konusunda emin değilim. Acaba çağırsam o mu dışarı çıksa?" Yüzümü buruşturdum. Sorun Gazel'in yaşadığı ev değildi, evden aldığım kokulardı. "Evden çok iğrenç bir soğan kokusu geliyor."

"Neyden bahsediyorsun sen?" Havayı kokladı. "Ben soğan kokusu falan almıyorum." Elini alnıma bastırıp vücut sıcaklığımı ve ateşimi kontrol etti. "Hasta mı olacaksın? Bu aralar tazı gibi her şeyin kokusunu almaya başladın." Onun da dediği gibi sanırım hasta olacaktım çünkü son günlerde duyularım fazla hassaslaşmaya başlamıştı.

"Pekâlâ, bol soğan kokulu şu eve gireyim de zehirleneyim." Onu bırakıp gecekonduya yürürken, "Furkan sende git bir yerlerde bana tahinli çörek bul," dedim. "Sabahtan beri canım çekiyor."

Karun arkamdan, "Sence de son günlerde biraz fazla yemiyor musun?" diye sorunca ona doğru dönüp, "Aç mı kalayım!" diye sesimi yükseltince gülmemeye çalışarak teslim oluyormuş gibi ellerini kaldırdı. "Hiçbir şey demedim."

"Hele ki bu aralar iştahım açıldı ya, hemen gözüne batsın." Ona kızarak eve doğru yürüyüp kapının önünde durdum. "Cimri herif çok mu paranı yedim!" Zile basmak yerine ayağımın ucuyla kapıya vurdum. "Benim bir nafakam bile yok!" dediğimde gülüşünü duydum. Bu konuda sitem etmeyi hiç bırakmayacağımı iyi biliyordu.

Kapıya tekrar vurduğumda içeriden Gazel'in, "Geliyorum," diyen sesiyle kaskatı kesildim. Bir yıldan sonra onu ilk kez görecektim. Onu görmeye hazır mıyım, bunu bile bilmiyorum.

Bana anlatacağı neyi olabilirdi ki?

İçeride adım seslerini duyunca heyecanlandım ama bu heyecanın sebebi mutluluk veya özlem değildi. Bana yaptıklarından sonra suratını dağıtma isteğinden kaynaklanıyordu. Çekip gitmek istiyordum ama Karun'un beni izlediğini biliyordum. Ben içeri girmeden gitmeyeceğini söylemişti. Bir korkak gibi görünmemek için arkaya doğru tek bir adım dahi atamıyordum. Ve kapı açıldı. Beni görmeyi beklemediği için Gazel donup kaldı, bense yutkunamadım bile. İşte buradaydı, siyah Saka tam karşımdaydı. Bir zamanlar gücüm, zayıflığım, özlemim ve yollarını gözlediğim ablam tam karşımdaydı.

Üzerinde onu son gördüğümden farklı bir kıyafet vardı. Uzun kollu yün bir kazak ve sıradan bir kargo pantolonla karşımda duruyordu. Yine simsiyah giyinmişti. Şöyle bir düşündüm de o hep siyah giyinirdi hatta çocukken bile. Siyah giymeye ben annemi vurduğumda başlamıştı ve o günden sonra sanki siyah onun bir parçası olmuştu. Annemi gömdükten sonra yanımızda kaldığı o bir haftada hep siyah giyindiği için yas tuttuğunu düşünmüştüm. Ancak yıllar sonra tekrar karşıma çıktığında ve ondan sonraki günlerde de Gazel'i hep siyah kıyafetler içinde gördüm. Sertçe yutkundum. Bunu yeni fark ediyordum.

Ben yıllarca siyah bir kurdelenin esiri olmuştum. Ve anlaşılan Gazel'de yıllarca siyah dışındaki tüm renkleri terk etmişti. Ben siyah kurdeleden kurtulmuştum ancak Gazel hâlâ canlı renklere kavuşamamış gibiydi. Sanki onun için güneş hiç doğmamış gibiydi. Beni görünce, "Efil," deyişi içimi titretti çünkü onun da sesi titremişti.

Karun'un uyarısını unutup acımasızca, "Ne o?" dedim. "Bu sefer babasının kızı demek yok mu?" Onu iğnelemeden duramıyordum.

İncindiğini sanmıyorum öyleyse bile bunu bana belli etmedi. "Kim olarak kapıma geldiğine bağlı." Derin bir nefes alarak arkamdan bir yeri işaret etti. "Asım Saka'nın kızı olarak bana geldiysen Karun'un yanına dön." Şimdi ise kapıyı sonuna kadar açtı. "Hâlâ bir yerlerde beni ablan olarak gören o kızsan," Başıyla içeriyi işaret etti. "Buyur geç."

Bir saniye bile düşünmeden, "Siktir etsene bunu yapmayacağım," diyerek ona sırtımı döndüm. Eşikten inmek için bir adım atmıştım ki baş belası sağ kolum Furkan, "Bige Hanım, bırakın korkaklığı ve içeri girin!" diye bağırdı arabasının yanında. Bana istediğim çöreği getirmek için önce içeri girmemi bekliyordu.

Kaşlarımı çattım. "Onun bana ne yaptığını bilmiyormuş gibi orada konuşma! İçeri girersem onu öldürebilirim ve bu konuda şaka yaptığımı düşünüyorsan bundan daha fazla yanılamazsın!"

Gazel arkamdan göz devirir gibi, "Beni öldürmeye gücün yetmez," dedi baygınca. "O kafesin içinde gücümün yarısını bile üzerinde kullanmadım."

Ona doğru dönmedim ama sinirden güldüm. "O kafesin içinde gücümün onda birini bile kullanmadım." Başımı çevirip omuzumun üzerinden ona küstahça baktım. "Yarısını kullanmadım demiştin, değil mi?" Dudağımın köşesi kıvrıldı. "Onda birlik bir çabayı yüzde elliyle kıyaslayınca ortaya çıkan sonuç çok komik."

Kontrol edemediği bir sinirle dişlerini sıktı. "Ben şu süslü suratını dağıtmadan neden evimden siktir olup gitmiyorsun?"

Yönümü tamamen ona doğru çevirdim. "Neden gelip şu süslü suratımı dağıtmayı denemiyorsun?"

"Bige Hanım!" diye bağırdı Furkan bir kez daha. "Bırakın şu vahşiliği de içeri girin artık. Onunla konuşmayınca eve döndüğümüzde acaba bana ne anlatacaktı deyip kendi kendinizi yiyeceksiniz. Bu size yetmeyecek bu sefer de bize sataşacaksınız!"

Gazel'e dik dik bakarken, "Karun, Furkan'ı vurmak istersen sana engel olmayacağım!" diye bağırdım.

Karun'un sinir bozucu gülüşünü duydum. "Beni kızdırdığı ilk fırsatta sana bu sözünü hatırlatacağım. Şimdi girer misin içeri?"

Kendimi Gazel'e nefretle bakmaktan alıkoyamıyordum. "Önce tüm pencereleri açsın o soğan kokusu çıkmadan kimse beni bu eve sokamaz."

Karun arabasının yanında içeri girmemi beklerken, "Soğanı bahane etmeyi bırakıp içeri gir," dedi bıkkınca. Eve girmemek için bahane ürettiğimi düşündüğü için bana inanmıyordu ama içeriden gerçekten iğrenç bir soğan kokusu geliyordu.

Bugün bu eve girmezsem Karun ve Furkan'ın çenesinden kurtulamayacağımı bildiğim için isteksizce eve girdim. Karun'un üstesinden gelebilirdim ama Furkan için aynı şeyleri söyleyemem. İstediğinde sinir bozucu olabilirdi. Aslında o hep fazla sinir bozucuydu. Ona Yasin suresini ezberlettiklerinden beri de iyice çekilmez biri olmuştu. Buna sevineceğine enayi yerine konulduğunu düşünüp canımıza okuyordu. Sadece Nedim'in suratına yaptıkları için bile onu öldürebilirdim.

İsteksizce içeri girdikten sonra Gazel arkamdan kapıyı kapatırken, "Ayakkabılarını çıkar," dedi ama çıkarmadım. "Topuklu terliklerin yoksa kimse bana ayakkabılarımı çıkartamaz."

"Bir insan hiç mi değişmez!" dedi sertçe. Ona doğru dönünce ayakkabılığı açıp bir çift terlik çıkardı. Terlikleri ayaklarımın önüne atınca eğilip onları yerden aldım.

Benim ayak numaramla aynıydı ama hatırladığım kadarıyla Gazel benden bir numara küçük giyerdi. En azından çocukken ayakları bana kıyasla daha küçüktü. Ucuz plastik terliklerin içindeki ayaklarına baktım ancak değişen bir şey yok gibiydi. Ayakları hâlâ çok zarif ve küçük görünüyordu. Elimdeki terlikler ona bir numara büyük gelirdi. Üstelik bu terlikler onun plastik terliklerinden çok daha pahalı ve kaliteli görünüyordu. Buz kestim. Bu terlik benim sıklıkla alışveriş yaptığım bir markanın kaşesini taşıyordu.

Dahası da vardı. Benim gibi gösterişi seven biri için özellikle seçilmiş gibi üzerinde taşlar vardı ve sivri bir topuğa sahipti. Topuklu ayakkabılara zaafı olan bir kadının ev terliğinde bile isteyeceği türden bir terlikti. Ve bir kez bile giyilmemiş gibi yeniydi. Midem kasıldı. Bir gün evine gelme ihtimaline karşı Gazel bunları benim için mi almıştı? Ne diyeceğimi bilmez bir halde ona bakarken elimdeki terlikleri gösterdim. "Senin zevkine göre biraz fazla süslü değiller mi?"

Umarsızca omuzlarını indirip kaldırdı. "Körkütük sarhoşken yaptığım yanlış bir alışverişin eseri."

Onu bozmadım. "Anlaşılan sadece sarhoşken zevk sahibi olabiliyorsun." Terlikleri yere bırakıp giydim. "Daha çok içmelisin."

Burnuma gelen soğan kokusuna direnerek etrafıma baktım. Dış kapıdan içeri girince kendimi kutu gibi bir holde bulmuştum. Sağda iki kapı, solda bir kapı ve arkamda da bir vardı. Soldaki kapı açık olduğu için orasının mutfak olduğunu görebiliyorum. Soğan kokusu yoğun bir şekilde oradan geliyordu. Kolumla burnumu kapatıp mutfağa girerek pencereye doğru yürüdüm. Gazel ne yaptığımı izlerken havanın soğuk olmasını umursamadan pencereyi açtım. İçerisi biraz havalanmalıydı.

Beni bu kadar çok neyin rahatsız ettiğini görmek için ocağın üzerinde kaynayan tencereye yaklaştım. Tencerenin kapağını açtığım an bamya yemeğinden yoğun bir şekilde yükselen soğan kokusu midemi bulandırdı. "Öğğk," diye bir ses çıkardığımda tencerenin kapağını hemen kapatmıştım.

Midem fokurdamaya başladığında koşarak mutfaktan çıktım. Elimi ağzıma bastırdığımda kusacağımı anlayan Gazel, "Lavabo arkandaki kapı," dedi hızlıca.

Kusmamaya çalışarak hemen lavaboya girdim. Klozetin yanına diz çöktüğümde öğürerek midemdeki her şeyi çıkarmaya başladım. Birinin saçlarımı toplayıp ensemde tuttuğunu hissettim ama üst üste öğürüp kusarsak onun kim olduğuna bakacak durumda değildim. Ellerimi klozetin kenarlarına bastırıp kusmakla meşguldüm. Gazel arkamda saçlarımı tutarken, "Sen büyükbabamın ambarındaki kemirgenleri yediğinde bile kusmamıştın," dedi şaşkınca. "Neler oluyor, Efil? Sende öğürme refleksi bile yok, bir soğan kokusu seni nasıl kusturabilir?"

"Bana ne olduğunu bende bil- Öğğk!" Başımı eğip tekrar kustum. Bu iğrenç! Midemin nesi vardı!

Bu sabah yediğim her şeyi çıkartınca nefes nefese başımı kaldırdım. Gözlerimin önü kararıp duruyordu, üstelik kendimi çok halsiz hissediyorum. Gazel yığıldığım yerden kalkamayacak kadar kötü olduğumu görünce belimi tutup kalkmama yardım etti. Beni lavabonun önüne taşıyınca suyu açıp ellerimi sabunladım. Suyu avuçlayıp ağzımın içini çalkalayarak ağzımdaki berbat tattan kurtulmaya çalıştım. Yüzümü yıkarken nefes nefese, "Tüm pençeleri açıp soğan kokusunu bastırması için şu eve oda spreyi falan sık," dedim. "Eğer oda kokusu yoksa çantamdaki parfümü kullan. Ve lütfen o yemekten kurtul! Öğle yemeğin için bizim çocuklar sana dışarıdan bir şeyler getirebilir."

"Yemeğimi çöpe atmayacağım."

Yüzümde sular akarken aynadan arkamdaki yansımasına baktım. "Sen öğle yemeğinde midene bir şeyler koyacaksın diye ben tüm midemi dışarı çıkartamam. Eğer hemen şimdi o yemekten kurtulmazsan tencerenin içinde kaynayan sen olursun." Dudaklarım ürpertici bir ifadeyle kıvrıldı. "Sanırım artık insan etinin tadını biliyorum ve emin ol tadı sandığın kadar kötü değil." Dilimi dudaklarımın üzerinden geçirdim. "Hatta leziz."

Gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi büyürken arkaya doğru bir adım attı. "Midemi bulandırıyorsun."

"Senin öğle yemeğinde aynı şeyi benim mideme yapıyor."

Kaşlarını çatıp kapıya doğru yürürken kısık bir sesle bana küfretmekle meşguldü. Askıdaki havluyu alıp yüzümdeki makyajı fazla bozmadan yüzümü kuruladım. Lavabodan çıkıp parfümümü her yere sıkmaya başladım. Gazel küçük mutfağındaki kokuyu gidermeye çalışırken başka bir kapıyı açıp içeri girdim. "Anlaşılan Marasliyan'ların parası olmadan bir hiçsin." Bunları o duymasın diye kısık bir sesle söyleyip salon olduğunu düşündüğüm yere baktım.

"Seni duyuyorum lanet olası!" diye içeriden bana bağırdı.

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Dürüstlüğümü psikoloğum bile değiştiremiyor."

Mutfaktan, "Bu dürüstlük değil patavatsızlık!" dedi yüksek bir sesle.

"Ben ve patavatsızlığım çok mutluyuz şimdi kurtul o yemekten!"

Başımı çevirip Gazel'in küçük oturma odasını gözden geçirdim. Eski koltukların döşemeleri ikinci el eşya satan bir dükkândan alınmış gibi solgundu. Yerdeki kilim bile fazla antikaydı ama değeri olmayan ve çöp sayılacak bir antika. Üstelik burası sobayla ısınıyordu. İnsanların artık soba kullandıklarını bıraktıklarını sanmıştım. Sobanın yanında duran kovadaki kömürü görünce yüzümü buruşturdum. Gece uyurken zehirlenmese bari. Perdeyi çekip içerisi hava alsın diye pencereyi açtım. Gazel'in burada nasıl yaşadığını anlamış değilim. Bir yıldır bu harabede mi yaşıyordu?

Su sızdıran tavana, duvarlardaki rutubete yüzümü buruşturarak bakıyordum. Gazel'in adım seslerini duyunca surat ifademi hemen değiştirdim. Evinin çok kötü olduğunu söyleyip onu utandırmak istemiyorum. İçeri girdiğinde, "Burası berbat bir yer," dedim hızlıca. "Köpek bağlasan durmaz." Kahretsin! Neden düşüncelerim ve söylediklerim hiçbir zaman birbirine uymaz ki!

Dilimi sertçe ısırdığımda alınmak yerine sinirden güldü. "Görüyorum ki açık sözlülüğünden bir şey kaybetmemişsin." Kapıyı arkasından sonuna açarken ekledi. "Ama bir konuda yanılıyorsun." Birinin geçmesi için yana kaydı ve gözlerime baktı. "Bir köpeği bağlamadan da durur burada." İçeri giren köpekle soluğum kesildi. Nabzım hızlanırken sertçe yutkundum. Bu o olamaz değil mi?

Kıtmir.

14 yıl önce

"Sessiz ol annem gelecek!" Elimdeki ete yumulurken şişe dibi gözlüklerimin arkasında babamın bana zorla kabul ettirdiği köpeğe kızıyordum. Havlayıp duruyordu. "Kes sesini dolapta yiyecek hiçbir şey olmadığını sende gördün!"

El kadar boyuyla dişlerini bana gösterip hırlayan küçük köpeğin üzerine eğildim. "Bu fare yerine seni yememi ister misin, Kıtmir?" Ciyaklayarak kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp deponun bir köşesine kaçınca sırıttım. "Uslu köpek." Sinirlerimi bozarsa ona yapacaklarımı iyi biliyordu. Onu daha önce ısırmıştım. İlk o başlatmıştı çünkü beni ısırdığı için onu ısırmıştım.

"Acaba-" Yerdeki fare iç organlarını ona gösterdim. "Bu şeyleri de sen yiyebilir misin? Arkamızda iz bırakmamak için birinin bunları yemesi gerekiyor." Temizlediğim farenin çiğ etine dişlerimi geçirip çekiştirirken dudaklarımda kanları akıyordu. "Gördüğün gibi ben meşgulüm sende iç organların icabına bak."

Bir kedi gibi kahverengi tüylerini kabartıp bana hırlayınca kaşlarımı çattım. "Senden önceki köpeğim her şeyi yiyordu. Bana uyum sağlamayacak bir köpek istemiyorum!" Onu hiçbir zaman sevmeyeceğim ve bence o da beni sevmiyordu. Babam birlikte büyüyün diyerek bu baş belasını bana vermişti ama Kıtmir ile birbirimizden nefret ediyorduk.

Yukarıda annemin, "Efil?" diyen sesini duyunca Kıtmir havlayarak depodaki merdiveni çıkmaya başladı. "Bunu yapma!" Ona kızarak peşinden koştum ama benden daha hızlı koşuyordu.

Keşke arkamda bodrum katına açılan kapıyı kapatsaydım. Ya da en güzeli depodaki fareleri yakalamakla uğraşmak yerine bu köpekle karnımı doyursaydım! Aslında bunu düşünmüştüm ama daha önce birbirimizi ısırıp birimiz hastaneye diğerimiz veterinere gittiği için onun ortada kaybolması beni ele verirdi. Babam onu yersem beni kurşuna dizeceğini söylerken fazla ciddi görünmeseydi belki kendime bir ziyafet çekebilirdim.

Kıtmir'in peşinden hızlıca merdiveni çıkarken yukarıdan babamın, "Bodrumun kapısını kilitlememiş miydin?" diyen sinirli sesi geliyordu. "Kesin yine orada kemirgenlerle besleniyor!"

"Kilitlemiştim, Asım ama senin yamyam kızın burası olmasa bile komşuların deposuna dadanıyor. Her gün kaç şikâyet alıyorum haberin var mı? Onun yüzünden kilerdeki haşerelerden kurtulmak için fare zehri bile kullanamıyorum çünkü onlar zehri yer, Efil'de onları!" Anlaşılan babamla dışarı çıkmak annemin istediği gibi geçmemişti çünkü kolay kolay sesini yükselten biri değildi.

Kıtmir yerimizi belli ederek kapıdan fırladı, bende onun peşinden. Giriş katın holünde annem ve babam beni görünce annem bir an bayılacak sandım. Üniformamın beyaz gömleğinin yaka kısmındaki kanları görmek aklını almıştı. Dudaklarım ve çenemdeki kanları görmek ise ona kalp krizi geçirtebilirdi. Elimdeki fare leşine bembeyaz bir suratla bakıyordu. Babam ise belindeki silahı çıkartıp beni vurmamak için kendine zor hâkim oluyordu. Gür kaşlarını çatıp yumruklarını sıkarak üzerime yürüdü. "Sana bir daha bunu yaparsan seni hayvanlara yem ederim dememiş miydim!" Korkudan nefes bile alamadım.

Az önce beni ele veren o değilmiş gibi Kıtmir küçük bir aslan kesilip önümde durdu. Kulaklarını dikerek babama havlamaya başlamasına afalladım çünkü onunla her gün birbirimize giriyorduk. Bildiğin vahşice boğuşuyor, birbirimizi hastanelik ediyorduk. Ancak babam üzerime yürüyünce beni korumak ister gibi önüme atılmıştı. Babamın çenesi gerildi. "Çekil yolumdan pire torbası!" Ona tekme atmak için ayağını kaldırınca, "Bunu yaparsan ilk fırsatta bahçedeki köpeğini yerim!" dedim hızlıca. Gerçekten yaparım.

Eğilip hemen Kıtmir'i kucağıma aldığımda ikimizde dik dik babama bakıyorduk. "Köpeğime vurursan gider senin köpeğini yerim." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Kulübedeki köpeği yemek kilerde fare yakalamaktan daha kolay."

Annem çıldırdı. "Asım ne diyor bu kız!" derken ayakta durmak için tutunacak bir şeyler arıyordu. Güzel yüzü gittikçe daha çok solarken bayılacak gibiydi. "Onca tedavi hiç mi işe yaramaz. Evde bir yamyam besliyoruz." Kahve gözleri irileşirken korkudan sertçe yutkundu. "Ya bir gün insan etinin tadını da merak ederse?"

Annemi her konuda fazla evhamlı bulan babam, göz devirir gibi bir hareket yaptı. "Kendine gel, Begüm," dedi bıkkınca. "Yakında yaşıtları gibi o da normal beslenmeye alışacak. İnsan etini nereden bulup da yiyecek?"

"Büyüyünce morgda çalışmayı düşünüyorum," dedim masumca. Açık sözlülüğüm konusunda acilen bir şeyler yapılmalıydı.

Bunu duyan annem küt diye yere yığılıp bayıldı. Annemi yerde gören babam ise adeta hırlayarak üzerime atılınca hemen çıkış kapısına doğru koştum. Kıtmir'i sıkıca göğsüme bastırırken avaz avaz bağırıp, "Baba bırak peşimi de annemle ilgilen!" diyordum. "Öğretmenim çocukların etle beslenmesinin çok yararlı olduğunu söyledi!" Tabii bunu söyledikten on dakika sonra çığlık atarak annemi aramıştı çünkü sınıfımızda bulunan akvaryumdaki balığı yemeye kalkışmıştım.

Evden fırladığım gibi kapıya doğru koştum. Arkamda sıkılan kurşun sesiyle irkilip tökezlesem de durmadım. Babam arkamda kurşun sıkarken kükrer gibi bir sesle bana bağırıyordu. "Senin yüzünden konu komşuya her gün rezil oluyoruz!"

"O Allah'ın cezası komşular üç maymunu oynayacağına polisi arasın!" diye bağırıp babamdan kaçmaya devam ettim. "Kızına kurşun sıkamazsın bu yasalara aykırı. Tüm haklarımı biliyorum baba!"

"Hayvanlarla beslenen bir yamyam benim kızım olamaz!"

"Senin yediğin o etler ne eti acaba?"

"Bana çemkiren o dilini koparacağım yamyam velet!" Kulağımın yakınında geçen kurşunla, "Baba!" diye bağırdım yerimde sıçrayarak. Kulağımda kurşunun bıraktığı uğultuyu bastırmaya çalışırken korkudan titriyordum. "Şu bahçe kapısını bu kadar uzağa yapacak ne vardı acaba!" diye sızlandım. "Koşuyorum koşuyorum ama bahçeden çıkamıyorum. Kıtmir'de zaten çok ağır." Durup bir ayağımı sertçe yere vurarak ona döndüm. "Anlamıyor musun, çok müşkül bir durumdayım." Aşağıyı gösterdim. "Şimdi oturur yere ağlarım görürsün."

Evin önünde dururken silahı kaldırıp tam kalbime hedef alınca kanlı dudaklarımı sarkıttım. "Valla dolapta yemek yoktu." Gözyaşlarım benim isteğimle çalıştığı için gözlerim çok hızlı doldu. "Sebze bile yoktu." Burnumu çektim. "Aç mı kalayım baba?" Kalın camlı gözlüklerin ardından gözlerimi kırpıştırdım. "Açlıktan öleyim mi?"

Annem olsa hemen yumuşardı ama sert çehresinden en küçük bir değişim olmadı. Ayaklarımın hemen önüne kurşun sıkıp beni birkaç adım geriletirken sinirden boynundaki damarlar belirginleşmişti. "Tok evin aç kedisi!" dedi tükürürcesine. "Böyle midesizlik yapacaksan yaşama daha iyi!" Kalbim kasıldı. Sol gözümden bir damla yaş süzüldü ama bu sefer numaradan değildi. Babam sevgisini hiç gösteremezdi ama öfkesini en ağır şekilde yansıtırdı. Nefretini de öyle.

"Sen öl!" Gazel'in sesini duyunca ikimizin de bakışları bahçedeki çardaktan çıkan kızı buldu. Açık havada ödevlerini yaparken tanık olduğu şeylere daha fazla dayanamamıştı.

Hızlı adımlarla bana doğru yürüyüp yanımda durarak babama nefretle baktı. Benim aksime babama karşı gelmekten çekinmeyen biriydi. Bunun sonucunda ağır bir şekilde cezalandırılacağını bilmesine rağmen babama asilik yapmayı hiç bırakmıyordu. On altı yaşında bir ergen olduğu için babama karşı böyle değildi çünkü Gazel hep böyleydi. Babamın kurallarıyla yaşamaktan nefret ediyordu. Böyle olduğu için babamla hiç geçinemezlerdi. Bu evde babama karşı çıkan bir tek Gazel vardı ve bu da babamın ona karşı daha sert olmasına neden oluyordu.

Beni babamın kırıcı sözlerinden korumak ister gibi yanımda durup babamın sert bakışlarına aynı şekilde karşılık vermeye başladı. "Kemirgen ve haşerelerle beslenmeyi daha çok seviyorsa ne olmuş? Efil böyle diye yaşamayı hak etmiyor mu?" Korkusuzca babamın gözlerinin içine baktı. "Belki de Efil'in bu yamyamlığı babasına çekti çünkü babası da kontrol edemediği her şeyden kurtulmaya çalışan bir canavar," demişti ki havayı yaran bir kurşun sesi onu susturdu. Geriye kalan tek şey Gazel'in acı dolu iniltisiydi.

İliklerime kadar titredim.

Babam onu vurmuştu.

Parmaklarım gevşedi ve kucağımdaki Kıtmir yere atlayıp havlayarak babama doğru koştu. Yutkunarak başımı çevirip Gazel'e baktığımda kolundan sızan kanı gördüm. Babamın sıktığı kurşun onun kolunu sıyırıp geçmişti. Kurşun belki kolunu deşmemişti ama babamın istediği gibi ona haddini bildirmek için kolunu sıyırmıştı. Biz Saka kızları işte bu yüzden normal değildik çünkü her fırsatta bize silah gösteren ve etrafımıza ateş eden bir babanın kontrolü altında büyüyorduk. Odamızda spor aletleri ve ağırlıklar, arka bahçede ise parkurlar vardı. Biz normal şartlarda büyümüyorduk.

Albay Asım Saka kızlarını daha güçlü olması için eğittiğini sanıyordu ama aslında bizi kan, silahlar ve ölümlere alıştırdığının farkında değildi. Kıtmir babamın paçasına yapışıp dişleriyle onun pantolonunu çekiştirirken babam gözlerini Gazel'den ayırmıyordu. Buz gibi gözlerle en büyük kızına bakıyordu. Keşke Gazel'e bakarken gözlerinde oluşan bu nefreti gizlemeye çalışsa. "Daha kendinden üç yaş küçük kardeşinin bileğini bükemeyen bir çocuk karşıma geçip konuşamaz!" Sertçe konuşup Gazel'e beni işaret etti. "Babana sesini yükseltecek kadar büyüdüğünü düşünüyorsan önce rakibini yere sererek bunu bana kanıtla!" dediğinde Gazel'in bakışları hızla beni buldu.

O ana kadar beni korumak isteyen siyah gözlerde yoğun bir nefret harlandı çünkü babam yine onu küçük kardeşiyle kıyaslamıştı. Gazel'in tek zaafı dövüş sanatlarından benden daha kötü olmasıydı. Bunu bu kadar çok kafaya takmasının nedeni babamdı. Babam iki kardeşin arasını açıp onları birbirine düşman ettiğinin bilincinde olmayarak her defasında bizi yarıştırıyordu. Böyle yaptığında ikimizin de en iyisi olmak için daha çok çaba göstereceğimizi düşünüyordu. Oysaki yaptığı tek şey kardeşi kardeşe kırdırmaktı. Farkında olmadan beni Gazel için nefret edilesi ve kurtulmak istediği biri haline getiriyordu.

Aramıza nifak tohumları ektiğinin farkında değildi.

İşin trajikomik tarafı bende bir çocuktum ve gönlü olsun diye bir kez bile olsun Gazel'e bilerek yenilmek istemiyordum. Bunu yaparsam babam beni sevmeyi bırakır diye çok korkuyordum. En iyisi olduğum sürece babam beni severdi çünkü babamın zayıflığa tahammülü yoktu.

Yıllardır böyle böyle iki kardeş birbirimize düşman olmuştuk. Babam yüzünden birbirimizi kardeş gibi görmek yerine rakibimiz olarak görmüştük. Birkaç gün sonra annem on üçüncü yaş günümde ölünce ve Gazel, Kıtmir'i alıp evi terk edince tamamen birbirimizden kopmuştuk. Yıllar sonraki karşılaşmamız bir kafesin içinde olacaktı. O an için ikimizde bunu bilemezdik.

Şimdiki zaman.

Başımı iki yana sallayarak geçmişin anılarından çıkmaya çalıştım. Çoktan öldüğünü sandığım köpeği karşımda bulunca ister istemez içim burkulmuş, geçmişte onunla yaşadıklarımız aklıma gelmişti. Oldukça dinç ve iyi görünüyordu. Gözlerimin ardı sızlayarak ona doğru bir adım attığımda Gazel, "O Kıtmir değil," dedi. Derin bir nefes alarak başını iki yana salladı. "Onun cinsinden sahiplendiğim başka bir köpek." Bana bakmak için kendini zorladı."Üzgünüm, Efil," diyerek duymaktan korktuğum o cümleyi kurdu. "Kıtmir evden ayrıldıktan birkaç yıl sonra öldü."

Öldü mü?

Başımdan aşağıya buz gibi sular dökülürken gözlerimden süzülen birkaç damla yaşın farkında değildim. "Yalan söylüyorsun." Duyduklarımı inkâr ederek sertçe ona baktım. "Gayet sağlıklıydı. Birkaç yıl içinde ölmüş olamaz!"

Bana karşı büyük bir suç işlemiş gibi bakışlarını kaçırdı. "Ona en iyi şekilde bakmak için elimden geleni yaptım ama onu koruyamadım." Dolan gözlerini saklamak ister gibi bana sırtını dönüp sobayı tutuşturmak için maşayı aldı. "Beni korumaya çalışırken Carlos onu vurdu."

Başını çevirip kısa bir an bana baktı. Siyahları nemli ve hüzünlüydü. "Sana fazla sadıktı." Dudaklarını birbirine bastırarak başını salladı. "Önüne ne zaman et koysam onu alıp balkona çıkıyordu. Eti yere bırakıp uzaklara bakarak havlıyordu. Sanki seni çağırıyor ve yemeğini seninle paylaşmak istiyordu." Yanımdaki koltuğa yığıldım. Çocukken bazen onun kabındaki eti yerdim bazense kendi tabağımdaki eti ona verirdim. O benim çocukluğumun bir parçasıydı. Ölmüş olamazdı.

Birbirimizle hiç geçinemezdik ama birbirimizi severdik. "O benim köpeğimdi." Sesim boğuk ve ağlamaklı çıkarken suçlayan bakışlarım Gazel'in üzerindeydi. "Onu benden aldın." Kıtmir'den önce birçok köpeğim olmuştu ama Kıtmir'den sonra hiç köpeğim olmadı.

Gözlerim ileri derecede kötüleştiğinde bile bir köpeğin yardımını almaktansa körlere özgü değneklerden kullanıyordum. Beni her arabanın önüne çeken o aptal köpeğin bir gün bana döneceğini umuyordum. Evet, onunla düşman gibiydik ne zaman geçici körlük yaşasam ya beni bir arabanın önüne çekiyordu ya da kaldırımdaki direklerden birine çarpmama neden oluyordu. Ancak başım gerçek anlamda derde girince bir aslan kesilip hemen önüme atlıyordu. Bana sadıktı tıpkı benim de ona olduğum gibi.

Onun yokluğunda yıllarca onu beklediğim gibi acaba bensiz geçirdiği o yıllarda Kıtmir'de bir gün bana gelmeyi beklemiş miydi? Köpeklerin ilk sahiplerini kolay kolay unutmadıklarını duymuştum. O da bir gün beni tekrar görmeyi beklemiş miydi?

Gazel sobaya birkaç odun ve biraz kömür döktükten sonra dışarı çıktı. Köpeğim için benden özür bile dilemeden salondan çıkmıştı. Kıtmir'e tıpatıp benzeyen şu köpekle beni baş başa bırakıp gitti. Bir kedi gibi sobanın yanına kıvrılıp ısınmaya çalışan köpeğe tersçe bakıyordum. Kıtmir ile aynı cinse sahip olması bile bana onu hatırlattığı için sinirlerimi bozuyordu.

Gazel bir süre sonra iki fincanla geri döndü. Kahvemi önüme koyarken alaycı bir ifadeyle fincanı işaret etti. "İyi ve kötü alışkanlıklarından vazgeçemediğini düşünürsek kahveyi hâlâ baban gibi içiyor olmalısın." Yüzü tiksintiyle kasıldı. "Sade ve şekersiz."

Kıtmir'e olanlardan sonra suratını dağıtmak ister gibi bakarken sesim donuktu. "Sende hâlâ sütlü ve bol şekerli içiyor olmalısın." Tıpkı annem gibi.

İç çekerek başını iki yana salladı. "Yıllardır kahve içmiyorum." Karşıma oturduğunda fincanını gösterdi. "Ihlamur," dedi kısaca. "Sinirleri yatıştırır." Manidar gözlerle baktı. "Sende ister misin?"

"Köpeğimin ölmesine neden olan birine tahammül etmem için ıhlamurdan daha fazlası gerekli." Ona hiç güvenmediğim için içinde zehir olma ihtimaline karşı kahve fincanını iterek kendimden uzaklaştırdım. "On dört yıl önce köpeğimi neden yanında götürdün?" Her an ayağa fırlayıp yakasına yapışabilirdim ve bunu saklama gereğinde bile bulunmuyordum.

Ihlamurdan bir yudum alarak birkaç kez derin nefesler aldı. "Sanırım korktum." Bunu itiraf etmek bile canını sıkmış gibi yüzüne gelen birkaç tutam saçı hızlıca kulağının arkasına sıkıştırdı. "Yanında kendimi güvende hissedeceğim bir şeylere ihtiyacım vardı." Burukça güldü. "Sonuçta evden ayrılırken on altı yaşında bir çocuktum."

"Ayrılmasaydın." Bu konuda ona anlayış sağlayacak değilim. "Kimse seni bunun için zorlamadı, sen bizi terk ettin."

Gözlerinin ardında gizleyemediği bir sır perdesi aralanmaya başladığında, "Zorlandım, Efil," diyerek yorgunca başını salladı. "Hayatım boyunca hep bir şeylere zorlandım ve hepsinin bedeli çok ağır oldu." Ağzı kısmen açıktı ama nefes almıyor gibiydi. "Sana bir abladan çok rakip olmaya zorlandım ve bunu yapan babandı." Ona artık baba demiyordu.

Siyahları titreştiğinde bana bakmak için kendini zorladı. "Üzgünüm, Efil," dedi yıllar sonra. Tıpkı yıllar sonra babasının kızı demek yerine bana yine Efil demeye başlaması gibi. "Üzgünüm bende çocuktum ve senin gibi onun sevgisini kazanmaya çalışıyordum."

Ağlamamak için kendini zor tutarken başını eğip ıhlamur çayından birkaç yudum aldı ama çayın tadını bile almıyor gibi ifadesi tatsızdı. "Çocukken sana yaptığım zorbalıklar büyüyünce yerini hep pişmanlıklara bıraktı." Zorbalıklarının çoğuna karşılık verdiğim için bu konuda üzgün olmasına gerek yoktu çünkü bende hiçbir zaman pasif bir çocuk olmamıştım.

Açık camdan sızan rüzgâr yüzünden irkildiğimi görünce fincanını sehpanın üzerine bırakıp ayağa kalktı. "O evde normal şartlarda yaşamıyorduk ama normal olan ve bize iyi davranan tek kişi annemdi." Yürüyüp pencereyi benim için kapattı. "Onu kaybetmekten hep çok korktum." Yerine oturup bir süre durgun gözlerle bana baktı. "On üçüncü yaş gününde tek istediğim annemi kurtarmaktı." Bir kez daha gözleri sızlayınca gözyaşlarına direnmek için tırnaklarını avuç içine geçirdiğini gördüm. "Bu yüzden ateş etmen için seni zorladım."

O kadınlardan birinin annem olacağını ikimizde bilemezdik ama devamında olanlar affedilemezdi. Çünkü suçladığı kişi bendim. "Sen istedin diye ateş ettim." Acımasız gözlerle ona bakarken bu konuda onu affetmeye niyetim yoktu. "Beni ateş etmeye sen zorladın ama devamında her şeyin tek suçlusu benmişim gibi davrandın." Sen ne yaptın, Efil diyen sesi on dört yıldır peşimi hiç bırakmamıştı.

Bunu konuşmaktan nefret ediyordu ama konuyu açan oydu, bundan kaçamazdı. Üste çıkmak yerine beni şaşırtarak başını yavaşça salladı. "Benim suçumdu ama bunu kabullenmek yerine seni suçlamak daha kolaydı." Titreyen dudaklarını birbirine bastırıp bir süre kendini toparlamak için bekledi. Gardını benim karşımda düşürmemeye çalışıyordu lakin oturuşunda bile belli bir yenilgi vardı.

"Tetiğe sen bastın ama annemin katili bendim." Yüzünde eğreti duran bir gülümsemenin burukluğu içimi kor gibi yaktı. "Bu yüzden sustum ve babanın beni suçlamasına izin verdim." Hangi kızının tetiğe basıp annesinin katili olduğunu babam hiç öğrenememişti. İlk şüphelendiği kişi Gazel'di ve Gazel sessiz kalarak benim suçumu üstlenmişti.

Anlamayan gözlerle ona baktım. "Yıllar sonra bunları neden konuşuyoruz?"

Gülümsemeye çalışarak omuzlarını kaldırıp indirdi. "Çünkü yeniden başlamamın tek yolu senden helallik almak."

Alayla güldüm. "Üzerinde varsa bir gram hakkım..." Gözlerinin içine bakıp, "Helal etmiyorum," dedim canım yanarak ve onun da canını yakmayı isteyerek. "Bir gün toprağın altına girdiğinde bile kardeş hakkıyla gideceksin." O kafesin içinde beni sırtımdan bıçaklamasını aşamıyorum. O benim ablamdı, beni korumalıydı. Annesinin emanetine bu kadarını yapmamalıydı.

Son söylediklerimden sonra sol gözünde süzülen bir damla yaşa engel olamadı. Birbirimize benzediğimiz tek konu buydu. Yoğun acı karşısında ikimizin de ilk sol gözünde bir damla yaş akardı. Derler ki ilk gözyaşı sağ gözden akarsa sebebi mutluluktur ama ilk gözyaşı sol gözden akarsa sebebi acıdır. Gazel sol gözünden süzülen yaşı hızlıca silerek bakışlarını kaçırdı. "Annemin ölümünde seni suçlamamalıydım ama telafi etmeye çalıştım." Başını omuzuna doğru eğerek bana baktığında kaşları büküldü. "İkimizi bu suçluluk duygusundan kurtarıp annemi geri getirmek için her şeyimden vazgeçtim."

Sinirden dişlerimi sıktım. "Evden ayrılıp bize ihanet ederek mi telafi etmeye çalıştın?" Yaptığı hiçbir şeyin savunulur bir yanı yoktu.

İnkâr etmek yerine başını salladı. "Evet, tam olarak böyle yaptım." Gözlerim önünde duran ellerine kayınca sertçe yutkundum. İşaret parmağının ucuna dokunuyordu. Üzerinde yıllar geçse de tıpkı benim gibi çocukluktan kalan bu alışkanlığı farkında olmadan o da yapıyordu. Gazel'de hâlâ unutarak parmaklarla olan bu işareti yapıyordu. Farkında değildi ama sık sık işaret parmağının ucuna dokunup duruyordu.

Korkuyorsan işaret parmağına dokun.

Kaskatı kesildim.

Gazel benimle yüzleşmekten korkuyordu.

Parmaklarına baktığımı görünce hemen ellerinin temasına son verdi. Bunu tekrar yapmamak için uzanıp çay fincanını aldı. Böylece fincanı tutarak bir elini meşgul edecek bir şey bulmuştu. "Evi terk etmek hep istediğim ama asla yapmayacağım bir şeydi çünkü o evde annem ve sen vardın. Annemin öldüğünü düşündüğümde bile gitmek aklımda geçmedi." Derin bir nefes alarak beni işaret etti. "Sen hâlâ o evdeyken gidemezdim. Annemin benden son isteği seni korumamdı."

Soğuduğunu düşündüğüm çaydan biraz içtikten sonra bakışlarını küçük salonun içinde gezdirdi. Bu benimle göz teması kurmamak için yaptığı bir şeydi. "Seni bırakıp gitmeyi hiç istemedim ama Carlos'tan bir telefon aldım. Annemi geri istiyorsam onunla buluşmamı söylüyordu."

Yerimde rahatsızca kıpırdanıp oturuşumu dikleştirdim. Gazel annemin yaşadığını on dört yıl önce mi öğrenmişti? Yüzüme sert bir tokat yemişim gibi sarsıldım. Ben bunca zamandır annemin yasını tutarken o, gerçeği benden sakladı mı? "Sen korkunç birisin!" Bir hışımla yerimden kalkıp kapıya doğru yürüdüm. "Seninle işim bitti daha fazla dinlemeyeceğim!" Onca zamandır bunu benden saklayacak kadar bencil ve acımasızdı. Tıpkı benim gibi annemin yaşadığını daha yeni öğrendiğini sanıyordum ama meğerse o bunu yıllardır biliyormuş.

"Carlos'un şartlarından biri buydu!" dediğinde çoktan kapıya ulaşmıştım. "Annemin yaşadığını birine bile söylersem onu öldürecekti! Özellikle de senin bilmeni istemedi çünkü acı çekmeni istiyordu."

"Sende buna izin verdin!" Bir anda ona dönüp bağırarak üzerine yürüdüm. "Yıllarca canımı yakmasına izin verdin hatta bunun için ona yardım ettin!" Ayağa kalktığında onu sertçe göğsünden ittim. "O benim de annemdi!" derken sinirden kendimi kaybetmiş durumdaydım. "Benden annemi nasıl saklarsın!"

"Beni dinle."

"Hayır, sen beni dinleyeceksin!" Yıllarca annemin yaşadığını benden saklamasının siniriyle onu bir kez daha ittim. "Sen istedin diye ateş ettim çünkü beni buna zorladın!" Yılların öfkesini ondan çıkarmak ister gibi ters ters bakmaya başladım. "Beni hep kıskandın ve her zaman hayatınızda yok olmamı istedin!" diye bağırırken ona vurmamak için kendime güçlükle hâkim oluyordum. "Hiçbir zaman kardeşin olduğumu kabullenmedin ama nefret etsen de biz kardeştik! Annesini kaybeden sadece sen değildin. En azından bana onun yaşadığını söyleyebilirdin!"

Karşımda dik durmaya çalışarak, "Yapamazdım," dediğinde onu anlamamı istiyordu ama anlayacağım şeyler yapmamıştı. "Sana söyleyemezdim bunun için zorlandım."

"Zorlanmadın beni cezalandırmak için benden annemi sakladın!"

Daha fazla dayanamayıp kaşlarını çatarak beni arkaya doğru itti. "Evet!" diyerek bir öfke patlamasıyla o da bana bağırdı. "On altı yaşında tecavüze uğradığımı senden nasıl sakladıysam annemi de öyle sakladım!" Donup kaldım. Nefes dahi alamadım. Öyle bir sarsıldım ki bir donma anı yaşıyordum. Kulağımda tecavüz kelimesi uğuldarken yer ayaklarımın altında kaymaya başladı. Ne dediğinin farkında mı?

Tecavüz mü?





























Bu bölüm normalde attığım bölümlerin iki katı uzunluğunda. Aslında daha da uzundu ama 20 bin kelimeye ulaşınca küçük bir kısmını kesmek zorunda kaldım. Bölüm çok uzun olunca sıkılırsınız diye en fazla bu kadar azaltabildim.

Şimdi gelelim okuduğunuz bölüme. Öncelikle bölümü nasıl buldunuz? Olaysız ve sakin bir bölümdü. Arada bize nefes aldırmak böyle bölümlere ihtiyacımız var.

Bige bazı konularda ilerleme katettiğini düşünüyor ve bunun için çok da uğraşıyor. Sizce istediği gibi bir gelişme gösterebilmiş mi?

Karun ve Bige için her şey yolunda gitmeye başladı ama görünen o ki şimdi de endişelenmemiz gereken başka bir şey var. Bige'nin hamileliği. Evet, Bige hamile.

Defne, yani Karun'un ablası doğum yaparken öldüğü için bu Karun'da büyük bir travma yarattı. Kurgunun başından beri çocuk istemediğini açıkça belirtmişken Bige'nin hamile olduğunu öğrenince sizce tepkisi ne olacak?

Diğer açıdan bakarsak Duha'da bu habere pek sevinmeyecek. Her konuda Karun ile yarıştığı için onun da baba olacağını öğrenince çıldıracağını tahmin etmek zor değil.

Ve Gazel... Bölüm sonunda okuduklarımız ne yazık ki Gazel'in yaşadıklarının küçük bir kısmı. Yeni bölümde onun tüm hikayesini öğrenmiş olacağız.

Şimdilik benden bu kadar. Yeni bölümde görüşmek dileğiyle. Hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Son olarak okuduğunuz bölüme oy verip satır arası yorumlar yaparsanız sevinirim. Yazması da düzenlemesi de çok zamanımı aldı. En azından verdiğim emeklerin karşılığı olması beni mutlu eder.🌸

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

15.1M 171K 34
Koca sema, diz çöktü gözlerine. Ay bembeyaz parlak tenin yanında soluk kaldı, yıldızlar gökyüzü kadar karanlık olan saçlara meydan okudu. Bulutlar ağ...
4.2M 14.1K 6
Merhaba kimsenin haberi olmadığı üyelerinin birer kimliksiz olduğu suç örgütüne Çöplüğe Hoş Geldiniz. Kimliksizler den biri ama aslında Kralın ( Çöpl...
OĞLANCI | BXB Bởi Lord

Tiểu Thuyết Chung

2.9M 215K 51
{Tamamlandı} {texting-düz metin} Ablasına asıldığını düşündüğü adama atar mesajı atan liseli bir çocuk en fazla ne kadar absürt fakat bir o kadar da...
5.8K 544 41
Artemis Yayınları'ndan çıkan Cehennem Ekspres serisinin son kitabına hoş geldiniz :) Hikaye burada sona eriyor. İlk 2 kitap Lunapark ve Karnaval'ı o...