SAKA VE SANRI

By Maral_Atmc6

19.2M 1M 1.6M

"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin fa... More

Giriş.
(1) Kiminle Evli?
(2) Aşkın En Çirkin Olanı.
(3) Karım Mı?
(4) İlk İzlenim İçin Berbat Bir Başlangıç.
(5) Metres!
(6) Masa Altı Oyunlar.
(7) Teklif Edilen Para.
(8) Babam Gibi...
(9) Bahis
(10) Sanrı'nın Karısı.
(11) Güzellikle Veya Zorla!
(12) Kalbini Ört Üşümesin.
(13) Öpmek Geldi İçimden.
(14) Çağırın Gelsin!
(15) Mahşerin Resmi.
(16) On Bir Milyonluk Öpücük.
(17) İlk Hediye.
(18) Gönül Suçu.
(19) Kırılmışsa Kanatları.
(20) 13 Haziran Etkisi.
(21) Gitme Üzerinde Eflatun Bir Elbise Var!
(22) Son Öpücük
(23) Kusursuz Kaos.
(24) Beni Nasıl Unutursun?
(25) İhtiras
(26) Denemedim Demeyeceğim.
(27) Kaçış Planı.
(28) Soğuk Savaş.
(29) Karım Ol!
(30) Beni Benimle Aldat.
(31) Kralın Tahtı Yıkıldı.
(32) Her Şeyi Benden İste.
(33) Erkek Dayanışması.
(34) Soğuk, Çok Soğuk.
(35) Bunu Bana Nasıl Yaptı?
(36) Bir Menekşe Kokusu. (Sezon finali)
Duyuru
(37) Nefesim Gidiyor
(38) Gözlerime Ağlamayı Öğretti.
(39) Ellerimle Gömdüm Seni
(40) Tüm Umutlar Tükendiğinde...
(41) Beni Affetmenin Bir Yolunu Bul
(42) Seni Tekrar Kaybedemem
(43) Sol Göğsümdeki Damga
(45) Kal Dersen Kalırım
(46) Uyanmaktan Korktuğum Bir Rüyasın.
(47) Hamile Miyim?
(48) İstenmeyen Bebek
DUYURU
(49)Unutma Beni Çiçeği
Alıntı

(44) Masadaki Şüpheli Yemek

478K 21.9K 27K
By Maral_Atmc6

Uzun zaman sonra ilk kez gözlerimi huzurlu bir şekilde açmıştım. Dün akşamki yemekten sonra Gurur yüzünden küçük bir saldırıya uğramıştık ama güzel bir şekilde sonuçlanmıştı. Karun beni kaybetme tehlikesiyle yüzleşince bana soğuk davranıp beni kendinden uzağa itmeyi bırakmıştı. Dün geceyi benimle aynı yatakta ve benim kollarımda geçirmişti. Sabaha kadar başını göğsüme yaslayıp benimle uyumuştu. Bir yıldan sonra belki de ilk kez rahat bir uyku çekmişti. Sabah uyandığımızda da bana karşı soğuk değildi. Fazla iyi de değildi ama hep olduğu gibi soğuk da değildi.

Kendi içinde bir şeyleri halletmeye çalıştığını bildiğim için üzerine gidip ona baskı yapmamaya çalışıyorum. Yatakta bağdaş kurarak oturmuş, Karun'u izliyordum. İşe gitmek için giyinmişti, şu anda ayna karşısında kravatını takıyordu. "Bende seninle şirkete gitmek istiyorum," dediğimde aceleyle kravatını takmaya çalışırken bana dönmedi. "Bugün şirkete gitmiyorum. Birkaç şantiyeyi gezeceğim daha sonra da dışarıda bir toplantım var." Kravatını düzelttikten sonra ceketine uzandı. "Eğer istersen yarın benimle gelebilirsin."

Ceketini giydikten sonra bileğindeki saate bakınca yüzünü buruşturdu. "Çok geç kaldım beni daha erken uyandırmalıydın." Bana doğru aceleyle yürüyüp, "Kahvaltını yapmayı unutma," dedikten sonra eğildi ve dudaklarıma küçük bir öpücük kondurunca donup kaldım. Beni öptü mü?

Dudaklarıma tüy gibi bir öpücük kondurup kapıya doğru yürümüştü ki, yaptığı şeyi yeni fark etmiş gibi adımları durdu. Omuzları gerildi, hiç kıpırdamadan kapının önünde kalakaldı. Ben şaşkınca onun sırtıyla bakışırken o, kim bilir ne halde kapıya bakıyordu. Evli çiftlerin yaptığı gibi işe gitmeden önce dudaklarıma küçük bir öpücük kondurmuştu. Evliyken bile bunu neredeyse hiç yapmamıştı. Unutarak yaptığı şey ikimiz için de çok yeni bir şeydi.

Yönünü tamamen bana doğru çevirmedi ama omuzunun üzerinden bana baktı. Yüzünde büyük bir karmaşa vardı. Kafa karışıklığıyla beni izlemeye başladı. Yatağının ortasında bağdaş kurarak oturuyor olmam ifadesini yumuşattı. Beni yatağında görmeyi özlemiş gibi bakıyordu. Makyajsız yüzüm, dağınık saçlarım ve üzerimde salaşça duran tişört ve şortun içinde nasıl görünüyorum, bilmiyorum ama bu halimi sevmiş gibi bakıyordu. Dudağının kıvrımında belli belirsiz bir tebessüm oluştu. "Çok güzel görünüyorsun." Duraksadı. "Ve de sevimli."

Derimin altı ısınınca gözlerimi kaçırmamak için kendimi zor tuttum. Uyku mahmurluğuyla ve en bakımsız halimle nasıl güzel görünebilirim, bilmiyorum. Gözleri yanaklarımda oyalandığında gülüşündeki belirsizlik yok oldu. Şimdi gözle görülür bir şekilde gülümsüyordu. "Utandığında-"

"Kapat çeneni." Yastığı alıp ona fırlattığımda gülerek başını iki yana salladı. "Hiçbir şey seni utandıramaz sanıyordum ama iltifat karşısında kızarıyorsun."

"İlk kez birinden güzel olduğumu duymuyorum." Kızaran yanaklarımı gizlemek için saçımı hemen yüzüme çektim. "Utanmadım."

Yanaklarımı işaret edip keyifli bir sesle, "Aynaya bak güzelim," dedi. Mum gibi erimiş bir halde ona bakıyordum. Dün gece dans ederken ona daha önce doğrudan bana hiç güzel olduğumu söylemediğini hatırlatmıştım. O an donup kalmıştı. Bunun eksikliğini bana yaşattığını yeni fark etmiş olmalı ki, dün geceden beri ya güzel olduğumu bana söylüyordu ya da bana güzelim diye hitap ediyordu. Sanki onun yanında hiçbir şeyin eksikliğini çekmemi istemiyordu.

Bileğindeki saati kontrol edip, "Gitmem gerek," dedi. "Gelirken bir şey istiyor musun?" Annemi dememek için kendimi zor tuttum. Bu kelime dilimin ucuna kadar geldi ama bana annemi vermeyeceğini bildiğim için sustum. Annemin yerini söylemeye yanaşmıyordu. Bu yüzden başımı iki yana sallayıp, "Hayır," dedim. "İstediğim her şeye sahibim." Annem dışında...

Çok geç kaldığı için fazla oyalanmadan odadan çıkınca abartısız beş dakika boyunca arkasından baktım. Bir gün bana annemin yerini söylemesi umuduyla arkasında bakıp durdum. On dört yıldır anne özlemiyle yanıp tutuşurken umarım beni daha fazla bekletmezdi. Gazel'e bir türlü ulaşamadığım için Karun'dan başka kimse bana annemin yerini söyleyemezdi. Onun nerede yaşadığını Gurur'da biliyordu ama Karun'un bana vermediği bir bilgiyi o hiç vermezdi.

Odamın kapısı tıklatıldı. "Bige müsait misin?" Sabah sabah Çağıl'ın kapıma gelmesini beklemiyordum.

Başımı eğip üzerime baktım. Üzerimde tişört ve kalçamı saran şort vardı. Şortum çok dar ve kısa olduğu için, "Bir dakika bekle," diyerek gardırobu açıp bir tane eşofman altı çıkardım. Kıyafetlerim konusunda hep fazla rahattım fakat kocamın kardeşini odamda mini bir şortla karşılamam hoş olmazdı. Bu yüzden aceleyle eşofmanı giyerek etrafıma baktım.

Karun ile cinsel hayatımız olmadığı için odada etrafa saçılmış iç çamaşırlarım veya bir yere attığım gecelik falan yoktu. Yatak dağınıktı ama sabah uyanınca herkesin yatağı dağınık olduğu için bunu sorun etmedim. "Gelebilirsin." Çağıl daha önce hiç yatak odamın kapısın çalmadığı için neden geldiğini merak ediyorum.

İçeri girdiğinde sabaha kadar uyumamış gibiydi. Üzerindekiler dün bahçede en son üzerinde olan şeylerdi. Çiçek'e Çağıl'ın ona âşık olduğunu söyleyip oradan kaçmadan önce ne giyiyorsa hâlâ onları giyiyordu. Sanki dünden beri eve daha yeni gelmiş gibi üzerini değiştirmemişti. Çiçek ile neler olduğunu deli gibi merak ediyordum. "Dün neler oldu?"

"Anlatacağım," derken sinirli bakışları başımın dertte olduğunu gösteriyordu. Ela gözleri bir şeyi kafasından tartar gibi üzerimdekilere bakıyordu. Mini etek yerine eşofman giymemden memnun kalmış gibi birkaç mırıltı çıkardı. "Tişörtünün eteklerini eşofmanın altına koy." Neden?

Neyin peşinde olduğunu anlamadığım için, "Bunu neden yapayım?" dedim anlamaya çalışarak.

Sabırsız bakışları beni bir bardak suda boğmak ister gibi bakıyordu. "Yap şunu!" deyince irkilerek, "Tamam!" dedim. Tişörtümün eteklerini eşofmanın altına sokarken neyi olduğunu anlayamıyorum. "Sabah sabah derdin ne senin?"

Tişörtün eteklerini içeriye koyduğumu görünce daha fazla dayanamayıp, "Derdim sensin!" diyerek üzerime yürüdü. Daha ben ne olduğunu anlamadan beni omuzuna attığı gibi terasa doğru yürüdü. "Sana karışma demiştim!" diye hırladı. "Bunu yaparsan seni balkondan atarım dememiş miydim!"

"Çağıl, saçmalama!" Omuzundan baş aşağı sallanırken yüksek sesle çığlık attım. "Levent!" diye bağırdım onun sırtına vururken. "Karun'u ara hemen Çağıl çıldırmış!" Hayvan herif gerçekten beni balkondan mı atacaktı? Bu yüzden üzerimde mini etek olmadığına sevindi ve bu yüzden tişörtün eteklerini eşofmanın altına koymamı istedi! "Balkondan atmak konusunda şaka yaptığını sanmıştım!"

"Yere çakıldığında bir Üsteğmenin mizah anlayışının olmadığını daha iyi anlayacaksın!"

Terasın buz gibi havasıyla karşılaştığımda, "Ama senin mizah anlayışın hep vardı!" diye bağırdım. İçim dışıma çıkmıştı.

"Çiçek konusunda yok!"

Terasın kenarına yaklaştığında onun omuzundan sarkarken bir anda kendimi onun karşısında buldum. Ayaklarım yerle buluşunca hemen içeri kaçmaya çalıştım fakat arkadan belimi yakaladığı gibi beni arkaya doğru çekti. Terasın mermer duvarına doğru çevik bir hareketle beni eğince avazım çıktığı kadar bağırdım. Ayaklarımdan tutarak aşağıya sarkıttığında ise çığlığımla koca malikaneyi inlettim. "Çağıl!" diye çığlık çığlığa bağırırken baş aşağı boşlukta sallanıyordum. "Beni içeri çekip ne olduğunu anlat!"

Ayak bileklerimden sıkıca tutarken kolunu biraz daha uzatınca korkudan aklım çıktı. Üçüncü katın terasında baş aşağıya sarkarken her an düşeceğim diye ödüm kopuyordu. "Tamam!" diye bağırdım kendimi parçalayarak. "Bir daha karışmayacağım!"

"Yapacağını yaptın zaten!" dediğinde sinirli sesi ödümü koparıyordu çünkü her an ayaklarımı bırakacak gibiydi. "Senin yüzünden dünden beri benden kaçıp duruyor!"

"Yahu evde bile değilmişsin kaçtığını nereden biliyorsun!"

"Az önce eve geldiğimde koridorda karşılaştık lan! Beni gördüğü yerde yolunu değiştirdi!"

"Bırak ne hali varsa görsün sana daha iyisini bulurum!"

"Ben onu istiyorum!"

"Belli ki o seni istemiyormuş." Ayaklarımdan birini bırakınca bağırarak, "Hayır, hayır, istiyor!" dedim ciddi bir mide bulantısı geçirerek. Beni biraz daha bu pozisyonda tutarsa dün akşam yediğim ne varsa çıkartabilirdim. "O aptal da seni istiyor ama biraz teşvik edilmeye ihtiyacı var," dedim çırpınışlarımın arasında. "İndir beni halledeceğim!"

"Ulan sen hiç mi akıllanmıyorsun! Hâlâ halledeceğim diyor arsız şeytan!"

"Düzgün konuş yengenim ben senin! Akşam Karun geldiğinde bu yaptığını öğrenirse canına okur!"

"Ona söylemek için önce yaşamalısın!" Ayak bileğimdeki parmaklarını biraz gevşetince, "Sakın bırakma!" diye bağırdım korkuyla.

"Neler oluyor orada?" Gurur'un sesini duyunca yere doğru sarkarken kendimi zorlayarak başımı kaldırmaya çalıştım. Arabasından aceleyle indiğini görünce, "Gurur!" diye bağırdım çırpınışlarımın arasında. "Yardım et Çağıl çıldırdı!"

"Çağıl!" Sert bir sesle konuşup tam altımda durduğunda aramızda üç kat vardı. "Bırakaysun kızı!"

"Ne diyorsun sen be!" diye bağırdım. "Bırakırsa yere çakılırım!"

"Doğru dedun. Çağıl, çek oni içeru!"

"Bırak gebersin!" diyen Çağıl inatla beni içeri çekmiyordu. "Bu aileye kan kusturmaktan başka bildiği bir şey yok. Ondan kurtulup ailecek rahat bir nefes alırız!"

"Ben ondan kurtulmak istemeyim!" diye bağıran Gurur'u tersten görüyordum. "Kız baa lazum. Başina bir iş gelurse kendune ölümlerden ölüm beğenesun!"

"Duydun amcanı!" diye bağırdığımda Çağıl sinirle, "O piç benim amcam değil!" dedi.

"Amcanum!" dedi Gurur.

"Değilsin!" dedi Çağıl.

Ve bende can çekişirken, "Bu konuyu daha sonra tartışabilirsiniz!" diye feryat ettim. "Mümkünse balkondan sarkmadığım bir zamanda!"

Çağıl büyük bir kararlılıkla beni aşağıya sarkıtmaya devam etti. "Kurtuluşun yok seni buradan atacağım yenge hanım!"

Gurur'un belindeki silahı çıkardığını güçlükle gördüm. "Korkmayasun gelin hanum, seni atarsa bu uşağu kuş gibi avlarum."

"Bige Hanım?" diyen Furkan'ın sesini aşağıda duydum. "Ne işiniz var orada?"

"Temiz hava alıyorum geri zekalı!" diye bağırdım sağa sola sallanırken. "Görmüyor musun, kayın biraderim çıldırdı!"

"Çağıl Bey!" diye bağırdı Furkan. "Atın onu aşağıya Karun Bey sorarsa balkondan düştü deriz."

Çağıl, "Aklımda geçen tam olarak bu," diyerek parmaklarını gevşetince, "Gurur!" diye bağırdım korkuyla. "Furkan'ı vur!"

"Şahadet getir bırakıyorum!" deyince, "Hamileyim!" diye bağırdım. "Beni bırakırsan karnımdaki yeğenin de ölür!"

"Senden bir tane daha mı?" İyice çıldırdı. "Artık bırakmayacağım varsa da bırakacağım seni!"

"Yalan söyledim hamile değilim!"

"Dayı!" duyan koşarak dışarı çıkıyor olmalı ki Melek'in sesini de duydum. "Bıraksana yengemi!"

"Bırakırsa düşerim!" dedim sinir krizleri geçirerek. "Biri de demiyor ki çek şu kadını içeri!"

"Dayı yengemi içeri çeksene!"

"Melek'e de hayır demezsin, çek beni içeri!"

"Kim gelirse gelsin fikrim değişmeyecek!"

"Çağıl Bey?" Çiçek'in ince sesini duyduğumda Melek'in yanında olduğunu güçlükle gördüm. Tıpkı diğerleri gibi başını kaldırmış bize bakıyordu. "Bige Hanım'ı lütfen içeri çeker misiniz?" deyince elimde olsa gülerdim. Çiçek'e hayır diyemezdi.

Öyle de oldu. Kızın gözünde saldırgan bir profil oluşturup onu daha fazla korkutmamak için beni içeri çekti. Ayaklarımın üstünde durduğumda her an dizlerimin üzerine düşebilirdim. Baş aşağı sarkmaktan midem bulanıyor, başım dönüyordu. Dizlerimin bağı çözülmüş gibi ayakta durmaktan güçlük çekiyordum. Yerimde sendelediğimde hemen kolumu tutarak beni kendine doğru çekti. Başım göğsüne çarptı. "İyi misin?" Haddinden fazla titriyor olmalıyım ki hemen beni kucağına almıştı.

Korku dolu gözlerle bembeyaz olmuş suratıma bakarken aklına ne geldiyse sertçe yutkundu. "Yoksa gerçekten hamile miydin?" Ela gözleri titreşti. Onun yüzünden yeğenine bir şey olacakmış gibi korku dolu gözlerle karnıma baktı. "Bige korkutma beni hamile miydin?" Evet, desem suçluluktan kalp krizi geçirecek gibi duruyordu. Onun yüzünden bebeğe bir şey olma fikri bile onu dehşete düşürmüştü. Tabii ortada bir bebek olsaydı.

Başım durmaksızın dönerken, "Hayır," diye mırıldanıp kafamı göğsüne yasladım. "Birazdan kendime gelirim ama izin ver az soluklanayım," dediğimde rahat bir nefes alarak kollarını çekti ve beni küt diye yere attı. Kalçamın üzerine sertçe düşünce, "Abisi kılıklı haydut!" diye bağırdım. "Yatağıma götürseydin beni!"

Düştüğüm yerde dağınık saçlarımın arasından ona bakarken bana göz devirip kapıya doğru yürüdü. "Hamile bile değilmişsin senin için parmağımı kıpırdatmam!" Bu evdeki erkekler kibarlıktan yoksundu!

Yabani!

Çağıl gittikten sonra kendimi toparlayıp terastan çıktım. Kalça kemiğim kırılmış gibi kalçam ağrıyordu. Beni bu kadar sert bir şekilde kucağından atmak zorunda değildi! İlla atacaksa yatağın üzerine atsaydı bari. "Eğer hamile olsaydım görürdüm o zaman seni!" Homurdanarak banyoya girdim. Sabah sabah başıma gelmeyen kalmamıştı.

Aklıma gelenlerle güldüm. Hamile olsaydım asla böyle bir şeye cesaret edemezdi çünkü hamile olduğumu sandığı için hemen beni kucağına almıştı. Ortada olmayan yeğeni için ne denli korktuğunu görmüştüm. Bu aileye bir bebek şarttı ama onlara o bebeği büyük ihtimalle ya Gurur verecekti ya da Çağıl. Karun cephesinde asla bir bebek müjdesi gelmezdi. Karun bebek fikrine şiddetle karşıydı.

Üzerimi değiştirip makyajımı hızlıca yaparak aşağı indim. Merdiveni inerken Gurur ile karşılaştım. Acelesi var gibiydi. Yolunu keserek yukarı çıkmasına engel oldum. "Nereye gidiyorsun?"

Etrafını kontrol ettikten sonra bana yaklaşıp sır verir gibi, "Çağıl'ın odasına," dedi. "Az önce banyo yapacağını söyleyerek odasına çıktı. Bende mutfağa girip Çiçek'e Çağıl'ın dışarı çıktığını, yukarı çıkıp onun odasını toplamasını söyledim." Ne yapmaya çalıştığını anlayınca gözlerimi büyüttüm. "Önceki hayatından bir çöpçatan olabilir misin?"

Hızlıca yanımdan geçti. "Önceki hayatımda yeğenlerimin aşk hayatıyla uğraşmaktan daha önemli işler yaptığıma eminim."

Topuklu ayakkabılarım basamaklarda ses çıkartırken peşine takıldım. "Çiçek karşısında Çağıl'ın dili tutulduğu için onunla konuşamıyor." Üst katın koridoruna çıkınca koluna yapışarak onu durdurdum. "Gözlemleyip tam olarak nerede hata yaptığını bulmalıyız."

Yeşillerinde alaycı bir ifade oluştuğunda kolunu çekerek benden uzaklaştı. "Onları dikizlemek için aklımı çelmeye mi çalışıyorsun?"

"Sen de zaten bunun için yukarı çıkmadın mı?"

"Hayır." Başıyla Levent'in odasının olduğu yönü işaret etti. "Levent'in canına okumak için bugün eve geldim. Şimdi de onu görmeye gidiyordum." Kaşları belli belirsiz çatıldı. "Son zamanlarda iyice sapıtmış." Yeğenlerinin önünde yaka silkmiş gibi yüzünde bezgin bir ifade vardı. "Bana amca bile demiyorlar neden umursuyorsam."

Yüzümde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Gurur bu ailenin can damarı gibi bir şeydi. Yıllarını Melek'e bakmakla geçirmişti. Döndüğünden beri de Karun, Çağıl ve Levent ile ilgileniyordu. Buna ek olarak Melek'in durumunu yakından takip ediyor, onu ihmal etmemek için elinden geleni yapıyordu. Karun'dan beş ay küçük olabilir ama kendini dört yeğenine adamıştı. Onları onlardan daha çok düşünüyordu. Onları koruma işini o kadar iyi yapıyordu ki, adı geçtiğinde bile insanlar ürküyordu.

Karun ile sürekli didişip durabilirler ama Karun'un arkasında Gurur gibi biri olduğu sürece sırtı kolay kolay yere gelmezdi. "Sen gördüğüm en iyi amcasın" dediğimde belli belirsiz tebessüm etti. "Bunu kocan olarak piçe de söyle." Bence o zaten bunu biliyordu.

Çiçek'in merdiveni çıktığını görünce ona görünmeden hemen Çağıl'ın odasına doğru koştum. "Bunu kaçırmayacak kadar meraklıyım," dediğimde peşimden gelen Gurur, "Allah kahretsin ki bende öyleyim!" diyerek kısık bir sesle kendine küfrediyordu.

Kafa olarak ruh ikizimdi.

Koşarak Çağıl'ın odasına girince neyse ki istemediğimiz bir görüntüyle karşılaşmadık. Bekar bir erkeğin odasına böyle şuursuzca girmenin kötü sonuçları olabilirdi. O sonuçlarla karşılaşmamak beni mutlu etmişti. Gurur sebebini anlayamadığım bir şekilde odayı dağıtmaya başladığında bende saklanacak bir yer arıyordum. Dolabın içine girmeyi bile düşündüm ama havasız kalıp boğulmak istemiyorum. Dışarıdan Çiçek'in adım seslerini duyunca koşarak perdenin arkasına saklandım. Güneşlik gri perde beni Çiçek'ten gizleyebilirdi.

Yatağı iyice dağıttıktan sonra odada o kadar yer varken Gurur benim yanıma koştu. Saklandığım perdenin arkasına geçince onu itmeye çalışarak, "Başka yere saklan," dedim. "Buraya ben zor sığıyorum."

Arkamda dururken perdeyi iyice önüme çekerek bizi gizledi. "Hiç kıpırdamazsan ikimizde sığarız."

Tam ona kızacaktım ki kapının açılan sesiyle hemen sustum. Çiçek odaya girmiş olmalıydı. Kıpırdadıkça ona çarptığım için, "Çekil Allah'ın cezası," diye mırıldandım. "Perdeyi yırtıp düşeceğim şimdi."

Tıpkı benim gibi kıpırdamadan durmaya çalışırken, "Sessiz olaysun," diye fısıldadı. "Hiçbir şey duyamayim." Acaba ne duymayı umuyordu? Çağıl odada bile değildi.

Cık cıklayarak başımı iki yana salladım. Bunu yaparken Çiçek beni duymasın diye alçak bir ses çıkartıyordum. "Bir de bu evin amcası olacaksın. Hiç yakışıyor mu yeğeninin odasına girip perdenin arkasına saklanmak?"

Koluma vurdu. "Ula sende bu evun hanimu değul musun? Asıl saa yakışmayi."

"Kısık sesle konuş bizi duyacak."

"Önce sen sus."

"Bana bak-"

"Sus ula!" Gurur Kalender'den nefret ediyorum!

Sesimizi kısarak beklemeye başladık. Çiçek'i Çağıl'ın odasına çağırmıştı ama Çağıl hâlâ banyoda çıkmamıştı. Zamanında banyodan çıkmazsa Çiçek giderdi. Neyse ki bunu düşünen Gurur, Çağıl'ın odasını dağıttığı için Çiçek odayı toplamakla meşguldü. Çağıl'ın banyoda olduğunu anlarsa bu odadan hemen kaçardı. Gurur onu Çağıl dışarı çıktı diye kandırmıştı. Arkamdaki yabani gri perdenin arkasından kafasını çıkarmamak için kendini zor tutarken, "Bu uşak banyoda ne halt edeyi?" diye mırıldandı. "Çıkmak bilmeyi."

"Belki de gusül alıyordur." Kısık bir sesle kıkırdadım. "Ne de olsa bekar adam." Suratım asıldı. "Dün gece Karun ile koyun koyuna uyuduğumuza inanabiliyor musun? Sevişeceğimizi ummuştum."

Arkamda olabilir ama ters bakışlarını ensemde hissedebiliyorum. "Acımasızca dürüstsün!"

Biliyorum.

Banyo kapısının açılan sesini duyunca Gurur ile kafamızı perdenin arkasından uzattık. Çağıl banyodan çıktığına göre artık bunu yapmamızın bir sakıncası yoktu çünkü ikisi birbirini görünce etrafındaki şeylere odaklanamazdı. Veya röntgencilere. Gurur'un kafası benim kafamın üstündeydi ve ikimizde saklandığımız yerde odadakileri dikizliyorduk. Çağıl beline bir havlu sarıp elindeki küçük havluyla saçlarını kurutarak banyodan çıkmıştı. Çiçek'i odasında görünce banyo kapısının önünde donup kaldı.

Çiçek ise dağınık yatağın çarşafını düzeltirken banyodan çıkan Çağıl'ı görmeyi beklemiyordu. "Çağıl Bey?" dediğinde sesi titremişti. Onun dışarıda olduğunu düşündüğü için bu odaya girmişti.

Su damlacıkları Çağıl'ın kaslarına süzülürken Çiçek hemen ona sırtını döndü. Onun çıplaklığından utanıp bocalamıştı. Hızlı adımlarla kapıya doğru yürüyüp, "Burayı toplaması için Nermin'i gönderirim," dedi. Kaçıyordu.

Çağıl öne doğru atılıp Çiçekten önce kapıya ulaştı. Kapıyı içeriden kilitleyip anahtarı aldı. Çiçek irkilerek geriye çekilirken, "Çağıl Bey," diye fısıldadı korku dolu bir sesle. "Si-siz ne yapıyorsunuz?"

"Ne mi yapıyorum?" Avucundaki anahtarı sıkarak Çiçek'e doğru yürüdü. "Bu köşe kapmaca oyununa bir son veriyorum!" Çiçek'in tam karşısında durduğunda bakışları fazla sinirliydi. "Neden benden kaçıyorsun?"

Çiçek balık gibi ağzını açıp tam bir şey söyleyecekti ki Çağıl, "Bekle," diyerek onu susturdu. Kapıya doğru yürüyüp elindeki anahtarla kapıyı açınca Çiçek rahatlayarak kapıya yaklaştı. Ancak Çağıl ona kızgınlıkla bakıp, "Sen kalıyorsun," diyerek ona engel oldu. "Gidecek olan onlar." Başını kaldırıp bizim olduğumuz tarafa bakınca hemen kafamızı perdenin arkasına çektik ama belli ki odaya girdiğinden beri burada olduğumuzu biliyordu. Bir Üsteğmeni kandırmak kolay değildi.

Adım seslerini duyunca Gurur ile kısık bir sesle küfretmeye başladık. Perdeyi bir anda çekince ikimizde kabak gibi ortaya çıkmıştık. Çiçek şaşkınlıkla bize bakarken Çağıl'ın bakışları hesap sorar gibiydi. Dik dik Gurur'a bakıp sıktığı dişlerinin arasından, "Ne işin var odamda?" diye sordu ama sebebini az çok tahmin ediyordu.

Gurur zerre kadar bozulmadan saklandığı yerden çıktı. "Bu konuda yorum yapmayacağum." Odayı keşfe çıkmış gibi etrafına bakıp, "Odan güzeldur yeğenum," dedi. "Güle güle kullanaysun," dedikten sonra sakin adımlarla odadan çıktı. Yok artık. Sakince olay yerini terk etmişti.

Onun arkasından bakan Çağıl, "Akıl hastası piç!" diye küfretti. Amcasına olan sevgisi göz yaşartıyordu.

Pıtı pıtı adımlarla yürüyüp tam kaçacaktım ki, ensemden yakalayarak beni dibine kadar çekti. "Sen hiç akıllanmayacaksın değil mi?" Başını eğip çocuk azarlar gibi bana baktı. "Bu sefer seni balkonda sallandırmam, havuzda boğarım!" dedi sert bir sesle. Bir tek bana işaret parmağını sallamadığı kalmıştı. "Hangi taşı kaldırsam altından sen çıkıyorsun. Git kocanla uğraş biraz!"

"Bağırma bana!" Elini iterek ensemden çektim. "Kocam evde mi ki onunla uğraşayım? Onun kardeşi değil misin, yasalar sana da karışma hakkını bana veriyor. Bunu istemiyorsan git soyadını değiştir!"

Ela gözlerinde öfkesini yansıtan bir kıvılcım geçti. "Hangi yasa lan o? Bu hakkı sana veren öyle bir yasa mı varmış!"

"Yengenim ben senin hadsiz!" Ona kızarak kapıya doğru yürüdüm. "Bir daha bana lan dersen gör bak nasıl Nedim'e gidiyorum! Kız kardeşine âşık olduğunu ona söylersem görürsün!"

Arkamdan, "Git söyle!" diye hırladı. "Kime istiyorsan git ona söyle!"

"Söylediğimde görürsün!" Ona kızarak odadan çıkıp kapıyı sertçe arkamdan kapattım. "İyilik bilmez nankör!"

Önüme dönüp birkaç adım atmıştım ki Çiçek'in hızlıca merdiveni indiğini görünce çatı katına çıkmak için hemen koşmaya başladım. Çağıl ile birbirimizle dalaşırken Çiçek bundan faydalanıp odadan kaçmıştı. Çağıl bunu anlamadan ortadan kaybolsam iyi olacaktı. "Bige!" diyen kükreyen sesini duyunca hemen çatı katının merdivenini yırmanmaya başladım. Anlaşılan Çiçek'in yokluğunu fark etmişti.

Kendi halletsin bundan sonra karışmayacağım.

Odama girdiğimde masanın üzerindeki telefonuma üst üste gelen mesaj seslerini duydum. Yürüyüp telefonu aldığımda Kadem'den gelen çağrıları gördüm. Beni birkaç kez arayıp ulaşamayınca mesaj atmaya başlamıştı. Mesajlara girdiğimde okuduklarımla sıkıntıyla soludum. Haberler iyi değildi.

"Dünden beri her yerde Elay'ı arıyoruz."

"Bebek haberini verdikten sonra ortadan kayboldu."

"Az önce yerini buldular. Adamlarımız onu malikaneye getiriyor ama Duha abi hiç iyi değil. Hem çok sinirli hem de hasta. Elay geldiğinde neler olur, bilmiyorum ama Duha abinin kalbini tetikleyecek bir şeyler olmasından endişeleniyorum. Yardımına ihtiyacım olabilir malikaneye gel!"

Kadem'in mesajlarını okuyunca telefonumu çantama koyup montumu da alarak hemen odadan çıktım. Umarım ikisinin yüzleşmesi Kadem'in korktuğu gibi sonuçlanmazdı. Korumaların bakışları eşliğinden evden çıkıp karşıdaki malikaneye yürüdüm. "Acaba her ihtimale karşı ambulansı arasam mı?" Duha'nın sağlık durumu o kadar kötüydü ki bir anda gözümüzün önünde kayıp gidebilirdi. Bunun olmasından deli gibi korkuyorum.

***

Duha

Çalışma odasında dönüp dururken sık sık pencereyi kontrol ediyordum. Nerede kalmıştı bunlar? Gidiyordu daha doğrusu gitmeye kalkışmıştı! Bunu yapacağını tahmin ettiğim için İstanbul'daki tüm uçuşları yakın takibe almıştım. Saat on uçuşuyla Berlin'e giden uçağa bineceğini öğrenince Uraz ve çocukları hemen havaalanına göndermiştim. Zorla da olsa onu buraya getiriyorlardı. Hamile olduğunu söyledikten sonra kaçıp gitmesine izin verir miyim sanıyordu? Dünden beri kafayı yiyeceğim neyin peşindeydi!

Çocuğu benden uzakta büyütmek istiyorsa o zaman neden bana çocuktan bahsetti? Benim olan bir çocuğu alıp gitmesine izin vermeyeceğim! Siktiğim kalbim yine tekleyince koltuğa oturup derin derin nefesler alarak kendime gelmeye çalıştım. Kadem her on dakikada yaptığı gibi, "Abi gözünü seveyim inadı bırak bir hastaneye gidelim," deyince tersçe ona baktım. Bende hastaneye gidecek hal mi bırakmışlardı!

"O çocuğu istiyorum, Kadem!" Uzattığı ilacı alırken aklımda olan tek şey henüz doğmayan bir bebekti. "Onun babasıyım benden uzakta büyümesine izin vermem."

Bir bardak suyu bana uzattığında titreyen elimi görünce içim öyle bir acıdı ki, bu acıyı tarif edecek bir şey yoktu. "Ölüyorum," dedim acı bir kabullenişle. "Büyüdüğünü bile görmeyeceğim." Baba olacağıma sevinemiyordum çünkü onun doğumunu görüp görmeyeceğim bile meçhuldü. En azından son nefesimi verene kadar kızım veya oğlumun yakınında olmalıydım.

Suyu aldığımda Kadem gözlerini kaçırarak pencereye doğru yürüdü. Dolan gözlerini saklamak için bana sırtını döndüğünü biliyorum. Pencereden dışarı bakınca, "Bizim çocuklar geldi," deyince hemen oturduğum yerden ayağa kalktım. Geldiler.

Pencereye yaklaşınca Uraz'ın arabasından inen Elay'ı gördüm. Onu zorla buraya getirdikleri için korumalara kızgınlıkla bakıp başını kaldırdı. Gözleri çalışma odasının penceresini bulunca benimle göz göze geldi. Sinirli bakışları bana yaşattığı öfkeyle yarışamazdı. Hızlı adımlarla içeri girdiğinde, "Dışarı çık, Kadem," dedim soğuk bir sesle. "Bizi yalnız bırak." Birazdan gelirdi. Gelsin bakalım.

Kadem itiraz etmeye kalkıştı ancak sinirli bakışlarımı görünce derin bir nefes alıp başını salladı. Onun dışarı çıkmasından birkaç dakika sonra Elay burnundan soluyarak içeri girdi. Buna hakkı varmış gibi kaşlarını çattı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen!" diyerek benden hesap sordu. "Adamların yaka paça beni buraya getirdi!"

Üzerine yürüyüp omuzlarını tutup onu sarsmamak için kendimi zor tutuyordum. Asıl o ne yaptığını sanıyordu! Sinirlerime hâkim olmak için hızlı hızlı nefesler alırken, "Derdin ne senin?" dedim dişlerimi sıkarak. "Nereden çıktı bu gitmeler!"

Arkasındaki kapıyı sertçe kapatarak kollarını göğsünde birleştirdi. "Nereye gideceğimi sana mı soracağım?"

"Karnında benim çocuğumu taşıyorsan evet, soracaksın." Gitmeye kalkıştığı yer dünyanın diğer ucuydu!

Benden geçmişin intikamını alır gibi acımasızca gözlerime bakıp gülmeye başladı. "Çocuğuma asla babalık yapmayacaksın buna izin vermeyeceğim."

"O benim de çocuğum!" Aramızdaki mesafeyi hızla kapatıp karşısına dikildim. "Ona babalık yapmak için senin iznine ihtiyacım olduğunu mu sanıyorsun?" Bu konuda ondan izin almam gerektiğini düşünüyorsa, beni hiç tanımamış demektir.

Dudakları büküldüğünde bir yabancının gözleriyle bana bakar gibiydi. Bu soğuk gözler tanıdığım Elay'a ait olamazdı. "Bir hapishanede çocuğuna babalık yapamazsın." Ne demek istediğini sorguladığımda başını kaldırıp omuzlarını dikleştirdi. "Girdiğimiz o iddiayı ne çabuk unuttun? Yaptığın tüm pis işlerin yazılı belgeleri bende," dediğinde kalbim kasıldı. Kendi ellerimle ona o evrakları vermiştim. Bir gün hepsini bana karşı kullanacağını düşünemeyecek kadar ona güvenmiştim. Yapmaya çalıştığı şey bu muydu? Şantaj veya tehdit?

"Evet," diyerek kararlı bir şekilde başını salladı. "Peşimi bırakmazsan tüm o belgeleri savcılığa gönderirim. Tutuklanıp hapsi boyladığında çocuğunu nasıl göreceksin?" Sözleri kalbime bıçak gibi saplandığında aldığım nefesler yavaşladı. Beni nereden vuracağını iyi biliyordu.

"Seni ele vermesem bile çocuğunun ilk adımlarını görecek kadar yaşayacağını mı sanıyorsun?" Başını iki yana sallayarak bana bu kahredici gerçeği kabul ettirmeye çalıştı. "Her iki ihtimalde de çocuğuna babalık yapamayacaksın."

Haklıydı.

Her iki ihtimalde de çocuğumun babası olamayacağım. Zaten bildiğim bir gerçeği onda duymak kadar sarsıcı bir şey yoktu. Kalbim bir kez daha sızlayınca sol kolumdaki uyuşmayı hissediyorum. Parmak uçlarımdan başlayan bir karıncalanma tüm koluma yayılıyordu. "Bunun için bana hamile olduğunu söyledin." Fark ettiğim şey kanımı dondururken yanımda öylece duran sol kolumu artık hareket ettiremiyordum. "Benim yüzümden çocuğunu kaybettin ve ona karşılık benden çocuğumu almak istiyorsun!" Ben istemeyerek de olsa ondan bir çocuk almıştım ve şimdi o da isteyerek benden bir çocuk alıyordu.

İnkâr etmesini bekledim hatta inkâr etmesi için ona yalvarmak istedim ama tek kelime etmeden bana bakıyordu. Kahretsin, evet dercesine bakıyordu! Benim ondan annelik hakkını aldığım gibi o da benden babalık hakkımı almak istiyordu. Kalbim sancılarını art arda göğsüme gönderirken, "Evrakları savcıya ver!" dedim bu konudaki kararımı vererek. "O siktiğim belgelerin hepsini kime veriyorsan ver, umurumda değil ama çocuğumdan vazgeçmeyeceğim!"

"Bunu yapamayacağımı mı sanıyorsun?"

Sağ elimin parmaklarını avucumun içinde sıkarken, "Durma yap!" dedim yüksek sesle. "Beni içeri attır zerre kadar umurumda olursa namerdim!" Elimi kaldırıp karnına bastırdım. "Ne yaparsan yap çocuğumdan vazgeçmeyeceğim. İster hapiste olayım isterse de mezarda ama babasının onu istediğini hep bilecek!" Tıpkı benim gibi o da babası tarafından istendiğini ve sevildiğini bilecek. Bunun bilincinde olarak ayakları yere hep sağlam basacak.

Mavi gözleri titreşirken, "Bilse ne olur!" diyerek göğsüme bastırıp beni itti. "Yanında olmadıktan sonra onu sevdiğini bilse ne olacak!" diye bağırdığında işte şimdi karşımda tanıdığım Elay vardı. Oynadığı acımasız kadın rolünü uzun süre taşıyamamıştı.

Yüzüne gelen saçlarını hırsla itti. "Senden aldığım tüm o belgeleri o gün yaktım," dediğinde gizleyemediği bir çaresizlikle bana bakıyordu. "Bana ne yapmış olursan ol seni hapse gönderemem!" Eli üzerindeki elbisenin kumaşına sürtünerek karnının üzerinde durdu. "Senden intikam almıyorum bebeğimi korumaya çalışıyorum."

"Onu benden kaçırarak mı?" dediğimde alaycıydım çünkü bunun bir üstü öfkeydi ve ben hamile bir kadını öfkemden korumaya çalışıyordum. Ona olan öfkemin önüne geçen tek şey hamile olmasıydı. Sesimi bile yükseltsem karnındaki bebek bundan etkilenecekmiş gibi tedirgin oluyordum. Onunla tartışmayacak kadar yorgun hissediyordum. "O benim de çocuğum, Elay. Onu benden mi korumaya çalışıyorsun?"

Gözleri dolduğunda kendi içinde parçalanırcasına bana baktı. "Onu babasından değil, babasının yokluğundan korumaya çalışıyorum." Bir damla gözyaşı kirpik uçlarından süzülürken, "Ölüyorsun, Duha," diye fısıldadı. Bana bilmediğim bir şey söylemiyordu.

Kendini susturmak için dudaklarını birbirine bastırmaya çalıştı ama yapamadı. "Kalsam ne olacak ki, onun doğumunu görebilecek misin?" dediğinde bugün istese de susamıyordu. "Onun yanında olacak bir babası olmayacak çünkü her şeye gücü yeten babası yaşamak için hiçbir şey yapmıyor."

"Elay-"

"Yapmıyorsun!" Saldırgan bir ifadeyle bağırdığında vücut dili fazla kavgacıydı. Ellerini sinirle gelişigüzel sallarken, "Onun yanında olamayacaksan kimse babasının sen olduğunu bilmemeli!" diye bağırdı.

"Onu belki tüm bu servetin sahibi yapabilirsin ama kendi yerine ona bir baba veremezsin! Yanında olmayacaksan ona soyadını veremezsin çünkü senden sonra tüm hasımların onun peşine düşer! Onu senin düşmanlarında koruyamam." Gözlerimin içine ona acı veren bir çaresizlikle bakıp, "Ya onun için yaşa ya da onun yaşaması için babalık hakkından vazgeç," dedi.

Gözlerim o ve karnı arasında gidip gelmeye başladı. Şuursuzca sarfettiği ama her kelimesiyle haklılığını haykırdığı cümlelerini kafamda, kalbimde ve vicdanımda tartarak uzun uzun bakmaya başladım. Ona bakınca gördüğüm tek şey bir annenin çaresizliğiydi. Bebeğini benim pis işlerimden ve düşmanlarımdan korumaya çalışan bir anneydi. Bebeği birçok şeyden korumaya çalışıyordu ama benden değil. Fazla zamanımın kalmadığını bildiği için kimse benim bebeğimi taşıdığını öğrenmeden onu uzaklara götürmek istiyordu.

Onu korumanın tek yolunun bu olduğunu düşünüyordu. İkisinin yanında olmayacağıma o kadar emindi ki, karnındaki bebeğin bir Tunus olduğunu gizleyerek onu korumaya çalışıyordu. Daha önce kendimi bu kadar boktan hissettiğim bir durum olmamıştı. Tüm bunları Elay'ın değil benim düşünmem gerekiyordu. İkisi benim sorumluluğum altındaydı ve artık ikisi hayatımın ayrılmaz bir parçasıydı. Onlara güvenli bir alan sağlamak benim işimdi. Elay bunları düşünüp strese girmemeliydi.

"Ya yaşarsam?" dediğimde gözlerini irice açıp komik bir suratla bana bakmaya başladı. Ne demek istediğimi çok iyi anladığı içindi bu şaşkınlığı.

Şu zamana kadar karışmadığım pislik kalmamıştı ancak organ mafyasına gitmek yapmadığım tek şeydi. Yapmadığım, nefret ettiğim ve kendime yakıştıramadığım bir şeydi. Açıkçası bunu bana yaptıracak bir güç olduğunu hiç düşünmüyordum. Ta ki Elay dün ofisimin kapısından içeri girip baba olacağımı söyleyene kadar. Baba oluyordum. Bir çocuğum olacaktı. Ve ben onun hayatının her anında yanında olmak istiyorum.

Babasız hayata bir sıfır yenik başlamasını istemiyorum. Dün gece neredeyse sabaha kadar bunu düşünmüştüm. Beni düşüncelere boğan doğacak çocuğumu görüp göremeyeceğimdi. Elay onu bensiz büyütmek zorunda mı kalacaktı yoksa ikimizin büyüttüğü bir çocuk mu olacaktı? Arkasında bir babası olmayınca herkes tarafından itilip kakılan bir çocuk mu olacaktı yoksa babasının desteğiyle güçlü biri mi olacaktı? Oğlum olursa benden sonra nasıl olacaktı? Ayakları yere sağlam basan genç bir delikanlı olabilecek miydi yoksa sokaklarda insanları gasp eden, uyuşturucuya tapan bir serseri mi olacaktı?

Ya kızım olursa? Hayır, kız çocuğu istemediğimden değil ama yanında olamayacaksam bir kızım olmasını istemezdim. Dün gece sabaha kadar kafa yorduğum şeylerden biri de buydu. Kalbim yüzünden ölürsem ve Elay'ın doğuracağı çocuk kız olursa diye sabaha kadar düşünmüştüm. Kız çocukları babaya düşkün olurdu ama kızımın hayatında babası olmayacaktı.

Başı sıkıştığında, canı yandığında ve birileri onu üzdüğünde, "Baba yardım et," diye gideceği bir babası olmayacaktı. Ben o mezardan çıkıp onun tek bir damla gözyaşına tüm o piçlerin eceli olamayacaktım!

Düşüncesi bile beni uyutmamış, sabaha kadar deli etmişti. Kızım babasının nazlı prensesi olarak büyümeyecekse bir kız çocuk istemiyordum. Eğer öleceksem arkamda boynu bükük küçük bir kız çocuğu bırakmak istemiyordum. Aynı şekilde oğlumun hor görülüp insanların elinde oyuncağa dönüşmesini de istemiyordum. Tüm gece bunları düşünmüş, daha sonra da kız veya erkek çocuk olmasının fark etmediğini anlamıştım. Beni asıl endişelendiren şey burada olup onu koruyamamaktı.

İşte bu yüzden yaşamak istiyordum. Elay'ın karnındaki çocuk için yaşamak istiyorum. Onun hayatının her alanında yanında olmayı her şeyden çok istiyordum. Ve dahası şu huysuz kadını da tek başına bir çocukla bırakmak istemiyorum. Gözlerinden tutamadığı yaşlar süzülürken bana yaklaşıp başını kaldırdı. "Ne demek istiyorsun?" Heyecanlandığını gizleyemiyordu. "Çocuğun için kalp nakli olacak mısın?" Evet ama öncesinde bana uyan kalbi bulmalıydım.

Başımı sallayıp onu biraz neşelendirmek için işi muzırlığa vurdum. "Sırf bana çalıntı bir kalbi kabul ettirmek için hamile kaldığını düşünüyorum."

Islak gözlerle gülmeye başladı. "Eğer kısır olduğuma inancım tam olmasaydı bunu çok önceden denerdim." Bunu deneyeceğine hiç şüphem yoktu ama farkında olmadan istediğini her şekilde almıştı.

Gözlerim karnını bulduğunda bakışlarım yumuşadı. "Doktorların imkânsız dediği bir şeyi başardığımın farkında mısın? Bana tam olarak ne zaman teşekkür edeceksin?" dediğimde onu yine kızdırmayı başlamıştım. "Şöyle dik dik bakma. Kendin söyledin sen bile artık kısır olduğunu düşünmeye başlamışsın ama ben tek bir gecede-"

Sinirden gülerek, "Hayatında ilk kez bir işe yaradığın için teşekkür mü bekliyorsun?" dedi.

"İlk kez mi?" İnanamayan gözlerle ona bakıyordum. "Kızım ben hayatımın her alanında işe yarar bir adamım. Kazara sıktığım kurşun bile ıskalamaz benim. Bunun en canlı örneği karnında."

"İğrençleşme hemen!" dediğinde gülerek onu yakınıma çektim. "Tam olarak ne zaman doğuracaksın?" Belindeki elim sık sık karnına kayıyordu. "Odasını hazırlamak için ne kadar zamanımız var?"

Kollarımın arasında gevşerken ellerini boynuma doladı. "Daha dokuz ay var."

"Dokuz ay çok fazla. Bu süreyi biraz kısaltamıyor muyuz?"

Tatlı kıkırtısıyla kulaklarımı doldururken o güzel sesiyle, "Böyle işliyor," dedi. "Dokuz ay beklemelisin." Elay'ın çok güzel bir sesi vardı. Ne zaman konuşsa bende uyandırdığı tek his onu soluksuz bir şekilde dinleme isteğiydi. Sesi o kadar hoştu ki ne söylese kulağa müzik gibi geliyordu.

Yüzünü avuçlarımın arasına aldığımda baş parmağım az önce döktüğü yaşların izlerini siliyordu. "Sana söylemem gereken bir şey var ve bunu çocuğumu taşıdığın için söylediğimi düşünme."

Her zerremle ona çekilirken, "Elay," diye mırıldandım tam bir teslimiyetle. "Sana yaşattığım her şey için gerçekten çok üzgünüm. Bunun vicdan azabını hep çekeceğim. Üzgün olduğum konu kaybettiğin bebeğin, yıkılan evliliğin değil." Pişmanlık duymadığım tek şey onun evliliğini bitirmekti. O planın sonucunda Elay'a sahip olduğum için evliliğini bitirdiğim için pişman değilim. Serhat piçi Elay gibi birini hak etmiyordu.

Aslında bende Elay'ı hak etmiyorum ama kimin umurunda, onu her şeyiyle istiyorum. Kollarımın arasında heyecanlı bir bekleyişle gözlerime bakıp durması bile kalbimi durma noktasına getiriyordu. Rengi'nin kuruttuğu bir kalpte yeniden çiçek açtıran oydu ve bunu çok uzun zaman önce yapmıştı. Gördüğüm en güzel mavilere bakarak, "Seni seviyorum, Elay," diye fısıldadım. "Uzun zamandır seni seviyorum." Kendimde şüphe etmediğim tek şey ona olan sevgimdi.

Duyduğu iki cümle kollarımın arasında kuş gibi titremesini sağladı. Onu sevdiğimi zaten biliyor muydu yoksa buna hiç ihtimal vermedi mi, bilmiyorum ama kalbinin hızlanan ritmini duyabiliyorum. Boynumdaki kolları taş kesilecek derecede donup kalmıştı. Onda hareket eden tek şey hızlanan göğüs kafesi ve titreşen kirpikleriydi. "Çocuğunu taşıyorum diye bana bunları söylüyorsun," dediğinde erkekler konusunda ne kadar aptal olduğunu bir kez daha anladım.

"Daha dün öğrendim bebeğin varlığını peki, öncesinde nasıldım sana karşı?" Yanağını okşarken bunu yapmam hoşuna gittiği için başını eğerek yüzünü elime yasladı. "Sana hiç kötü davrandım mı?"

Bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki, "Kes sesini onlar sayılmaz," dediğimde gülerek sustu. Onu kızdırmak için onunla uğraşıp durmamı bana karşı kullanamazdı.

"İstanbul'a geldiğinden beri hayatımdaki tek kadın olduğunu hiç fark etmedin mi?" diye sorduğumda sertçe yutkundu. "Bir yılı geçkin bir süredir benimlesin peki, bu süreçte uğraştığım, kızdırdığım, ilgilendiğim ve hayatımın her alanına aldığım kadın kimdi?" Gözlerinin içine baktığımda cevabı çok iyi bildiği için nefesini tuttu. Ondan başkası değildi.

Başımı sallayarak, "Sensin," diyerek itiraf ettim. "Etrafımda olan ve etrafımda olmasını istediğim tek kadın sensin." Yüzü alev almış gibi kızarınca güzelliği karşısında iç çektim. "Seni seviyorum, Elay Zemheri." Elimi karnına bastırarak gözlerinde kayboldum. "Sizi seviyorum," dedim kısık bir sesle. "Ve hep seveceğim."

Dikkatle onu izledim. Dudaklarında oluşan tebessümün tüm yüzüne yayılmasını büyülenmiş gözlerle izledim. Güldüğü, baktığı ve kollarında titrediği o adam olmanın gururuyla onu izliyordum. O bana aitti ve bende ona. Bunu bu kadar geç anladığıma hâlâ inanamıyordum. Benim için doğru kadın uzaklarda değildi, son bir buçuk yıldır hep etrafımdaydı. İçine çektiği nefesi sesli bir şekilde verirken, "Bende seni seviyorum," dedi kısık ve utangaç bir sesle. "Çoğu zaman tam bir şerefsiz olsan da seni seviyorum," deyince dudaklarına uzanmak için bir saniye bile beklemedim.

Soluğunu kesecek bir şekilde onu öpmeye başladığımda kapının dışındaki sesleri duyuyordum. Kadem ve Bige'nin çıkardığı sesler bile Elay'ın dudaklarında kaybolmamı engelleyemedi. O iki baş belası başından beri kapının dışında bizi dinliyordu, değil mi? Olası bir kalp krizinde içeri dalmak için kapının önünde beklediklerini tahmin etmek zor değildi. Ne yazık ki onlardan kurtuluş yoktu. Umarım onların tuhaflıkları bulaşıcı değildir çünkü çocuğumu da kendilerine benzetmelerini istemiyorum.

Çocuk doğduktan sonra ikisini uzun soluklu bir tatile gönderebilirim.

Yirmi veya otuz yıl sürecek bir tatil.

***

Bige

Duha'nın cephesinde işler yoluna girince o ve Elay'ı biraz yalnız bırakmak için Kadem ile dışarı çıkmıştık. Evi arayıp Kadem ile dışarıda vakit geçireceğimi söyleyince Melek çok sıkıldığını ve bize katılmak istediğini söylemişti. Bu yüzden onu da yanımıza almıştık. Korumalar belli bir mesafede hep bizi takip ettiği için ne yaptığımızı Karun'a yetiştirdiklerine eminim. Aslında yaptığımız bir şeyde yoktu çünkü güzellik salonuna gelmiştik. Üçümüzde farklı bir şey deneyip çamur banyosu yapacaktık.

Üçümüzde beyaz bornozların içinde yan yana duran taş küvetlere bakıyorduk. İçi kil dolu küvetlere girmek istediğimden emin değilim. "Çamura benziyor," diye mırıldandım. "Cildimi kurutmaz değil mi?"

Kadem'in tavsiyesiyle buraya geldiğimiz için Melek ile ona bakıyorduk. Kadem ise üzerindeki bakışların farkında olmadan bornozunun kuşağını açtı. "Bu çamur değil mineral oranı yüksek bir kil. Vücuttaki nem oranını dengeleyip cildi tazeliyor." Üzerindeki bornozu çıkartıp yere attı. "Sızlanmayı bırakıp girin içine. Her hafta buraya geliyorum kurusa benim cildim kurur." Ona neden her hafta buraya geldiğini sormadık çünkü onu tanıyan herkes vücudu konusunda çok bakımlı olduğunu bilirdi.

Kadem bornozunu çıkartıp küvetlerden birine doğru yürüyünce Melek'in hızlanan nefes seslerini duydum. Üzerinde siyah bir şort olan Kadem'e kaçamak bakışlar atıyordu. Ona sırtı dönük olduğu için Melek'in ona attığı utangaç bakışları görmüyordu. Melek onun sırt kaslarına, sıkı baldırlarına ve üzerinde şort olmasına rağmen daha birçok yerine bakıp duruyordu. Yanakları kızarırken alt dudağını dişleyerek Kadem'i röntgenliyordu.

İtiraf ediyorum Melek'in bizimle gelmesini istemeyerek kabul etmiştim çünkü Kadem'e karşı hisleri olduğunu biliyorum. Bu yüzden elimden geldiğince ikisini yan yana getirmemeye çalışıyordum. Çamur dolu küvetin içine ilk giren Kadem oldu. Küvetin içine rahatça uzanıp sırtını yasladığında çamur boynunun hizasındaydı. Sadece kafası görünüyordu. Çamurlu kollarını küvetin yanlarına koyarak, "Çok iyi," dedi gevşeyen bir sesle.

"Umarım öyledir," diyerek bornozumun kuşağını açtım. "O akışkan şey cildime zarar verirse bunun sorumlusu sen olursun." Bornozu çıkardığımda üzerimde sadece siyah iç çamaşırlarım vardı. "Buraya geleceğimizi bilseydim bikini giyerdim." Terliklerimi çıkartıp küvete doğru yürüdüğümde Kadem baştan ayağa vücudumu süzdü.

El kadar iç çamaşırının içindeki kıvrımlı vücuduma olan bakışları rahatsız edici değildi çünkü bana asla art niyet taşıyan gözlerle bakmazdı. Bu aptalın bakışları eleştireldi. "Kilo mu aldın sen?" demesi de bunun en büyük kanıtıydı.

"Almadım iki kilo vermişim." Yanındaki küvetin içine girdiğimde ılık çamurun bu kadar iyi hissettirmesini beklemiyordum. Tüm vücudum çamurun içine gömüldüğünde tıpkı onun gibi arkama yaslanıp kollarımı gri küvetin kenarlarına yasladım. Evde kullandığımız mermer küvetlerin aksine bunlar gri taştan yapılmıştı. Şekli bile orantısızdı.

Melek üzerinde bornoz, ayağında terliklerle ayakta durmaya devam edince Kadem, "Neyi bekliyorsun?" diyerek ona yanındaki küveti gösterdi. "Gelsene."

Utangaç bir ifadeyle gözlerini kaçırıp, "Şey... Ben girmesem mi acaba?" diye mırıldandı. "Bir kenara otururum sizin saatiniz dolunca gideriz."

Kadem onun tam olarak neyden utandığını anlamadığı için kahvelerinde merak belirdi. "Bir saat boyunca oturup bizi beklemen sıkılmana neden olur." Yerinde rahatsızca kıpırdanan kıza gözlerini kısarak bakıyordu. "Sorun nedir, Melek?"

Melek ona cevap vermek yerine utana sıkıla başını eğince Kadem bana döndü. Cevapları bende bulmak için bana bakınca dudaklarımı oynatıp, "Utanıyor," diye fısıldadım. "Çok zayıf olduğu için vücudundan utanıyor olmalı."

Kısık bir sesle söylediklerimden sonra derin bir nefes alarak Melek'e döndü. "Sen küvete girene kadar gözlerimi kapatmamı ister misin?"

Melek başını hızla kaldırıp ona bakınca Kadem, "Sorun değil," dedi yumuşak bir sesle. Karşısında ölümcül bir hasta olduğu için ona karşı her konuda anlayışlı olmaya çalışıyordu. Bu yüzden gözlerini kapatarak başını eğdi. "Rahatına bak."

Kadem'in gözlerini kapatması bile Melek'in kalbinde bir yerlere dokunmuş olmalı ki Kadem'e olan bakışları değişmişti. Kahretsin, Kadem ne yaparsa yapsın onda etkilenecek bir şeyler buluyordu. Onun Kadem'den uzak durmasını istedikçe kendimi kötü hissediyordum ama ikisinin arasında bir şeyler yaşanmasını istemiyorum. Kadem'in iyiliği için bunu istemiyorum. Şu zamana kadar hayatında hiç kadın olmadığı için birini sevmesini istiyorum ama bu kadın kati suretle Melek olmamalıydı.

Melek, Kadem'in ona bakmadığından emin olunca bornozu çıkardı. Beyaz, pamuklu iç çamaşırının içindeki düz vücudu insanın içini acıtıyordu. Yirmi bir yaşındaki genç bir kıza göre haddinden fazla zayıftı. Taşıdığı hastalık, kullandığı ağır ilaçlar ve gördüğü tedaviler sonucu eriyip bitmişti. Zayıf vücudundan o kadar çok utanıyordu ki Kadem'in bunu görmesini istemiyordu. Oysaki utanacağı hiçbir şey yoktu.

Hızlı adımlarla küvetin içine girip hemen vücudunu koyu çamurla gizleyince rahat bir nefes aldı. Kadem'in küveti ikimizin arasında olduğu için başını çevirip ona baktı. "Gözlerini açabilirsin," dediğinde sarı peruğu kirlenmesin diye yapay saçlarını bileğindeki tokayla ensesinde topluyordu.

Kadem gözlerini açıp ona baktı. "Daha iyi hissediyor musun?"

Tebessüm ederek başını salladı. "Çocukken oynadığım çamura benziyor."

İlgili bir şekilde kaşlarını kaldırdı. "Çocukken çamurla mı oynuyordun?"

"Evet." Saçlarını rahat bırakarak elini yoğun çamurun içine daldırdı. "Ne zaman yağmur yağsa çocuk yurdunun arka bahçesine giderdim." Avuçladığı çamurun parmaklarının arasında sızmasını izledi. "Oradaki arkadaşlarımla çamura şekil verip oynardık."

Melek'in geçmişi hakkında hiçbir fikri olmadığı için, "Orası nasıl bir yerdi?" diye sordu. Boğazını temizleyip hafifçe öksürdü. "Orada sana iyi davranıyorlar mıydı?" Asıl bilmek istediği buydu.

Melek buruk bir tebessümle başını salladı. "Ben çocukken de hep hastaydım. Aslında kendimi bildim bileli hep hastayım." Elini bir kez daha çamura daldırıp toprağı hissetmek ister gibi onu avuçladı. "Çocuklar hasta birine zorbalık yapmazdı. Bizimle ilgilenen yurt sorumluları ise yaramazlık yapmayan çocuklara kötü davranmazdı." İnce omuzlarını kaldırıp indirdi. "Ben hep fazla uslu bir çocuktum."

Onu neşelendirmek için, "Mutlaka vardır senin de bazı haylazlıkların," dediğimde, "Yoktu yenge," diyerek başını iki yana salladı. "Kaldığım yurttaki çocukların geneli fazla usluydu."

Kadem buna ihtimal vermedi. "Çocuk dediğin fazla yaramaz olur," dediğinde başıyla beni işaret ediyordu. "Orada mutlaka bizim gibi olan ve sürekli ceza yiyen çocuklarda olmalı." İkimizin çocukluğu aşırı olay içeriyordu.

Melek'in gözlerinin ardında bizim anlayamadığımız hisli bir ifade geçti. "Eğer kimsesiz çocuk yurdunda olsaydınız eminim sizde hiç yaramazlık yapmazdınız. Öyle yerlerde kalan çocuklar kimsesiz olduklarını bilirler çünkü bu onlara her gün hatırlatılır." Başını omuzuna doğru eğerek bakışlarını bizden kaçırdı. "Şımaracak bir ailesi olmayan tüm çocuklar fazla usludur." Benim boğazım düğümlendi ama yutkunan Kadem oldu.

"Şımaracak bir ailesi olmayan tüm çocuklar fazla usludur," demişti. Bundan daha acı veren bir cümle duymamıştım. Melek fazla uslu, uysal ve kimseye zoru olmayan sessiz bir kızdı çünkü şımaracağı bir ailesi hiç olmamıştı. Nazını çeken, yanında olan ve onunla ilgilenen bir ailesi olmamıştı. Geçen yıla kadar hayatında sadece Gurur vardı. Şimdilerde dayıları yanında olabilirdi ama Melek yirmi yılını onlardan uzakta geçirmişti. Hayatının son demlerinde dayıları onu kabul etmişti.

Tüm keyfimizin kaçtığını görünce kendini kötü hissederek, "Çocukken de hep birlikteydiniz, değil mi?" diyerek bizi neşelendirmeye çalıştı. "Eskiden de böyle iyi anlaşır mıydınız?"

"Hep böyle ikimiz değildik," diyen Kadem kısa bir an bana baktı ama o kısacık bakışmasına tüm geçmişi sığdırdı. "Aynı karargâhta olan tüm asker çocuklarıyla arkadaştık." Geriye sadece ikimiz kalmıştık. Bir de Gazel...

"Hepsiyle iyi anlaşırdık ama bir tek Efil ile aramızda su sızmazdı," dediğinde eskilere dalmış gibiydi. "Şimdi neyse eskiden de böyleydi. Başıma ne geliyorsa hep onun yüzünden geliyordu."

"Çocukken ablama aşıktı," dedim.

O da beni şikâyet ederek, "Çocukken babama aşıktı," dedi.

Melek inanamayan gözlerle bize bakınca gülerek başımı salladım. "Çocukken de doğru tercihlerimiz yoktu." Yanlış insanları sevmemiz ta çocukluğa dayanıyordu.

"Gazel'e mi aşıktın?" Melek'in dikkatini çeken tek şey bu olmuştu. Ekşi bir şey yemiş gibi yüzündeki garip ifadeyle Kadem'e bakıyordu. "Daha önce birine âşık olduğunu hiç bilmiyordum. Kenan abi şu zamana kadar hayatında hiç kimsenin olmadığını söylemişti."

Melek'in kırdığı potu havada yakaladı. Muzır gözlerle ona bakıp, "Kenan'a beni mi sordun?" diyerek onu utandırdı. "Neden?"

Kendini çok fazla ele verdiği için utançtan ne yapacağını bilemedi. Bir an kendini su dolu küvette sanmış olmalı ki, Kadem'in bakışlarından kaçmak için hemen küvetin içinde kayarak kendini en dibe bıraktı. Kafası bile çamurun içine gömülünce Kadem panikledi. "Ne yapıyor lan bu!" diyerek hemen küvetin içinden çıktı. O kadar hızlı Melek'in yanına koştu ki telaşının somut bir şekli olabilirdi. Vücudundan çamurlar akarken eğilip elini küvetteki çamura daldırdı ve Melek'in ensesini kavrayarak kafasını dışarı çıkardı.

Temiz havaya kavuşan Melek öksürmeye başladığında çamurdan dolayı gözlerini açamıyordu. Nefes almaya çalıştıkça yüzündeki çamur ağzına giriyordu. Bu da nefes almasını daha da güçleştiriyordu. Ona bir şey olacak korkusuyla hemen küvetten çıktığımda Kadem hızlı düşünerek onu kucağına aldı. Aceleci adımlarla onu köşedeki muslukların altına götürünce hemen yanlarına gittim. Melek hâlâ öksürerek nefes almaya çalışıyordu.

Kadem'in beti benzi atarken yaşadığı korkudan, "Sikeyim orada ne kadar çamur yuttun!" dedi kızgın bir sesle. Sansür bile kullanmayacak kadar kendini kaybetmişti.

Hemen yukarıdaki suyu açtım. Su otomatik olarak ayarlı olduğu için suyun ısısını dengelemek için uğraşmak zorunda kalmamıştım. Melek, Kadem'in kucağında olduğu için yukarıda akan ılık su doğrudan onun yüzüne geliyordu. Bu da nefesini iyice kesiyor, yutkunmasını zorlaştırıyordu. Titreyişleri artınca oradan oraya koşturup, "Allah kahretsin, onu öldürüyoruz!" diye bağırdım. "Karun'un yeğenini öldürürsem benimle barışacağı varsa da barışmaz! Gurur'un bana yapacaklarına değinmek bile istemiyorum!"

Kadem kaşlarını çattığında eğer kucağında Melek olmasaydı kafamı duvara vurabilirdi. "Kıza olacakları düşün kendine olacakları değil!" dedikten sonra Melek'in yüzünü göğsüne bastırdı. Böylelikle su doğrudan Melek'in ağzına akmıyordu. Bana niye kızıyor ki panik ve korkudan ne dediğimi bilmez haldeydim.

Duş başlığında akan su Melek'in yüzündeki çamurları yıkamaya başlamıştı. Allah'a şükürler olsun ki doğru şekilde nefes almaya başlamıştı. Öksürükleri dindiğinde Kadem ile yaşadığımız mutluluk gözlerimizden okunuyordu. Su ikisinin üzerindeki tüm çamuru yıkarken gözlerini dahi kırpmadan kollarındaki kızı izliyordu. Melek'in nefes alışları normale döndükçe korkuları yatışıyordu. Ona bir şey olacak korkusuyla gözlerini dahi kırpmadan ona bakıyordu. Melek ise kapalı gözlerle başını onun göğsüne yaslamış, onun kolları arasında soluklanıyordu.

Melek kendini daha iyi hissedene kadar Kadem'in kollarında hiç kıpırdamadı. Bir süre sonra başını kaldırdığında yukarıdan akan su yüzünden gözlerini kırpıştırdı. Gözlerini açtığında Kadem'in yüzünü bu kadar yakınında bulunca nefes alışları tekrar hızlanmaya başladı. Bunu gizlemek için yapabileceği hiçbir şey yoktu. "Üzgünüm," dedi kısık bir sesle. "Bir an küvetteki şeyin su olmadığını unuttum."

Endişesini gizleyemeyen gözlerle kollarında kuş gibi titreyen kıza bakarken, "Siktir et şimdi çamuru, iyi misin onu söyle!" dedi.

Melek ıslanan takma kirpiklerini kırpıştırıp ona bakarken dudaklarında küçük bir gülümseme oluştu. "Benim için endişelendin mi?"

Ona tersçe bakan Kadem, "Anlaşılan iyisin şimdi in bakalım yere," diyerek onu yere indirmeye çalıştı ama Melek hemen kollarını onun boynuna doladı. Neredeyse ona sarılır gibiydi. "İnmem!"

Sımsıkı ona yapıştığında yüzleri arasında çok az mesafe vardı. "İyiyim ama ayakta duracak kadar değil." Sevimli suratını ona biraz daha yaklaştırıp gülümsedi. "Biraz daha böyle kalabilir miyiz?"

Kadem donup kaldı. Yaşadığım gerginlik elle tutulur şekilde artarken Melek'ten hemen uzaklaşmasını istedim ama o öyle yapmadı. Melek'in tatlı arsızlığı her uzvunu dondurdu. İkisi suyun altında sırılsıklam bir halde birbirine bakarken Melek'e yakın olmaktan herhangi bir rahatsızlık duymuyordu. Aksine onu kolları arasında tutmak hoşuna gidiyormuş gibi Melek'in isteklerine boyun eğdi ve onu yere indirmedi. Hayır, hayır, Kadem'de ona karşı bir şeyler hissediyor olamazdı!

Melek'i severim ama Kadem'i kendimden bile daha çok seviyorum. Bu yüzden hiçbir şeyin onu üzmesini istemiyordum. Melek onu üzerdi. Keşke yaşarken bunu yapsa ama ölerek bunu yapacaktı. Hiç istemese de onu çok üzerdi. Aralarındaki çekim can sıkıcı bir şekilde hissedilirken ikisini birbirinden nasıl uzak tutacağımı bilmiyorum. Kadem aşkı kaybedeceği bir kadında bulmamalıydı.

Yanımdaki şampuan kutusuna vurarak onu yere düşürdüm. Böylece çıkardığım sesten ikisinin sessiz bakışmasını bitirmeyi umdum. Yere düşen şampuan kutusu bile onları gerçek dünyaya döndürmedi! Kadem halinden son derece memnun bir şekilde Melek'i izlerken, "Bu kadar yeterli mi?" diye sordu yumuşak bir sesle. "Kendini daha iyi hissediyorsan çıkalım şu suyun altından."

Kadem'e duyduğu yakınlık nefesini kestiği için ciğerlerine çekecek havayı bulamamış gibi yutkundu. Daha sonra suratını asarak, "Ya beni indirdiğinde düşersem?" dedi nazlanarak. "Zemin çok sert düşersem bir yerlerimi kırabilirim."

"Düşmezsin tutarım seni," dedi.

Gizleyemediğim bir kızgınlıkla, "Bende tutabilirim seni!" dedim. "Bırak artık şu adamı."

"O yabancı değil ki yenge." Kollarını biraz daha Kadem'in boynuna dolayarak ona iyice sırnaştı. "Senin arkadaşın."

"Kim olursa olsun bu onun bir erkek olduğunu değiştirmez!" diyerek ona çıkıştım. "Bırak şu hayvanı."

"Hayvan mı?" Kadem kafası karışmış bir halde bana baktı. "Benimle derdin ne senin?"

"Eve gidince biliyorum ben sana yapacağımı. Şimdi indir kızı yere."

"İyice dengesizleştin." Homurdanarak Melek'i dikkatli bir şekilde yere indirdi.

Hemen Melek'in kolunu tutup onu Kadem'den uzaklaştırdım. Bornozunu aceleyle ona giydirirken, "Şu haline bak nasıl da titriyorsun," diye ona kızıyordum. "Suyun altında bu kadar çok kalırsan olacağı bu!"

Kendi bornozumu da giydikten sonra onu peşimden sürükleyerek dışarı çıkardım. Soyunma odasına doğru yürürken hâlâ ona söyleniyordum. "Hasta olursan amcan ve dayına nedenini sen açıklarsın artık."

"Yenge olduğumdan daha fazla hasta olamam ki." Suçlu çocuklar gibi boynunu bükünce Allah kahretsin ki, ona kızgın kalamadım.

Sırf hasta diye ona kimseye âşık olma diyemezdim çünkü kalp öyle bir şeydi ki ne hastalık dinlerdi ne de fikrimizi sorardı. Kime atıyorsa bizi o insanın delisi yapardı. Zaten bende Kadem'den hoşlanıyor diye Melek'e kızmıyor veya onu suçlamıyordum. Benim yapmak istediğim tek şey Kadem'i korumaya çalışmaktı.

Onu üzmeye dayanamadığım için, "Asma hemen suratını," diyerek ona gülümsedim. "Hadi üzerimizi değiştirelim daha sinemaya gideceğiz. Oradan da yemek yemeye gideriz," deyince kocaman gülüşü çok hızlı dudaklarındaki yerini aldı. Küçük şeylerde bu kadar çok mutlu olan başka kimse görmedim. Melek'i mutlu etmek için çok fazla düşünmeye ihtiyacınız yoktu çünkü her şeyde mutlu olacak bir şeyler buluyordu.

Böyle birinin ölümle sınanması büyük bir haksızlıktı.

***

Akşama kadar Kadem ve Melek ile dışarıda vakit geçirmiştim. Tüm bu sürede korumalar hep bizi takip etse de çok eğlendiğimizi inkâr edemem. Programımızı Melek'i yormayacak aktivitelerden oluşturmuştuk. Ne yazık ki günün çoğunu Melek ve Kadem'i birbirinden uzak tutmak için geçirmiştim. Tüm çabalarıma rağmen mıknatıs gibi birbirlerine çekilip durmuşlardı. Kaç kez birbirlerine attıkları kaçamak bakışlarını yakalamıştım. Bugün ikisi de benim aracılığımla dışarı çıkıp tüm günü birlikte geçirme fırsatı bulmuşlardı. Böyle sonuçlanacağını bilseydim ikisinden birini mutlaka evde bırakırdım.

Yolda trafiğe takılınca eve dönüşümüz biraz uzamıştı. Melek ile arabadan indiğimizde Karun'un henüz eve dönmediğini anladım. Arabası görünürde yoktu ya da ona eşlik eden korumaları. Melek güzel bir gün geçirdiği için yüzünde gülücükler saçarak eve girerken bende Gurur'un mesajını okuyordum. Bana bir adres atmıştı ve Karun ile Duha'yı o adrese götürmemi istiyordu. Sanırım şimdi işin en sıkıntılı kısmı başlıyordu. Ona yardım etme sırası bendeydi.

Duha'yı arayarak bahçedeki korumalardan biraz uzaklaştım. Beni fazla bekletmeden telefonu açınca, "Senin işini hallettim," dedim.

Selam bile vermeden dan diye söylediğim şeyle, "Hangi işimi?" diye sordu. Elay ile her şey yolunda olmalı ki sesi keyifli geliyordu.

Korumaların beni duyamayacağı bir yerde durarak derin bir nefes aldım. "Zor oldu ama Karun'u seninle konuşmaya ikna ettim." Tek endişem bu gecenin sonunda Duha'nın sağlık durumuydu. Gurur onlara her ne yapacaksa umarım Duha'nın sağlık sorununu göz önünde bulundururdu.

Karun ile olan bu küskünlüğü bitirmeyi her şeyden çok istediği için onun adını bile duyunca heyecanlandı. "Kuş olalı sonunda bir solucan yakaladın," dediğinde değiştirdiği cümleye küfretmek istedim. "Şu anda nerede? Şimdi mi konuşmak istiyor?"

"Evet ama bana attığı adrese yalnız gitmeni istiyor."

Telefonun diğer ucunda kısa süreliğine bir sessizlik oldu. Duha aptal biri değildi hatta içimizdeki en zeki insanlardan biriydi. Bir şeylerden şüphelenirse asla Gurur'un tuzağına düşmezdi. "Neden yalnız gitmeliyim?" dediğinde sesi fazla kuşkucuydu. "Benimle konuşmak istiyorsa yanımdaki adamlar onun için neden sorun olsun?"

"Çünkü o da yalnız gelecekmiş. Aranızdaki her şeyi bu gece konuşup halletmek istiyor."

"Korumalarımız varken konuşamıyor muyuz? Ne haltlar dönüyor sinsi kuş?" Bu adamı kandırmak neden bu kadar zordu!

"Belli ki sana atmak istediği birkaç yumruk var. Onunla görüşmek istediğini sanıyordum ne bu sorular?"

"Ben bir yıl boyunca bu adamın anasını ağlattım, yalnız buluşmasını nasıl normal karşılayabilirim?" dediğinde sesindeki şüpheden zerre kadar bir şey eksilmemişti. "Bir tuzak olmadığına nasıl emin olacağım?"

"Sence Karun sana bir şey yapmak isteseydi şu zamana kadar çoktan yapmaz mıydı?" diyerek onu ikna etmeye çalıştım. "Belli ki bu küslükten o da sıkıldı ve yalnız olacağınız bir yerde bu sorunu bitirmek istiyor."

"Bitirmek istediği ben olmayayım?" dedi.

"Ya öyle bir şey olsa ben hiç buna aracı olur muyum? Sen bana hiç güvenmiyor musun?"

"Zerre kadar güvenmiyorum," deyince sinirden kahkaha attım. Zeki piç.

Gülüşlerimin arasında, "Aşk olsun," dedim. "Bana yaptığın onca iyilikten sonra seni bir tuzağın içine çeker miyim?"

"Kızım senin sadık olduğun kimse yok ki," dediğinde beni bu kadar iyi tanımasından nefret ettim. "Sen kendine bile ihanet edecek türden bir dengesizsin. Senin ipinle kuyuya inmem. Karun arayıp bir tuzak olmadığını söylerse istediği adrese korumasız giderim." Karun'un sözüne bile itimat ediyordu ama benimkine hayır.

Baygın bir ifadeyle, "İyi," dedim omuzlarımı silkerek. "Sen bilirsin. Bu görüşmeyi ayarlayana kadar anam ağladı. Karun'a onunla görüşmek istemediğini iletirim," dediğimde nefesini sertçe verip, "Tamam!" dedi. "Adresi at." Ha şöyle.

Telefonu kapatıp Gurur'un bana gönderdiği adresi ona attıktan sonra Karun'u aradım. Şimdi sıra onu bu tuzağın içine çekmeye gelmişti. Telefonu ilk çalışta açınca en tatlı sesimle, "Kocammm," diyerek harfleri uzattığımda telefonun diğer ucunda bir küfür savurdu. "Her ne halt yediysen bu sefer fena olur," deyince birkaç saniye telefonun ekranıyla bakıştım. Derdi ne bunun?

"Durduk yere bana niye kızıyorsun şimdi?"

"Ne zaman kocam desen altında hep canımı sıkacak bir şeyler çıkıyor," dediğinde ilk kez beni bu kadar iyi tanımasından hoşlanmadım.

Saçlarımın ucuyla oynayarak bir ayağımın üzerinden salındım. "Kocam demeyeyim mi?" dedim cilveli bir sesle.

Burnundan nefesini vermiş gibi, "Söyle ama bir suç işlemediğinde söyle," dedi bıkkınca. "Şimdi söyle bakalım bu sefer ne yaptın?"

"İnanmayacaksın ama canını sıkacak hiçbir şey yapmadım." Henüz yapmamıştım. "Tüm gün Kadem ve Melek ile takıldım. Bu süreçte seni kızdıracak olaylardan itinayla kaçındım." Zaten korumalar ona gereken raporu çoktan vermiştir.

"Aramamın sebebi bu gece seninle dışarıda biraz vakit geçirmek. Birazdan evden çıkacağım acaba sana attığım adrese gelir misin? Yalnız gelmeni istiyorum, korumalar olmadan."

Cevap vermeden önce bir süre bekledi. Daha sonra ise, "Nereden çıktı bu şimdi?" dedi şüpheci bir sesle. "Dışarıda buluşmak istemeni bir yerden anlarım ama neden yalnız gelmemi istiyorsun?"

"Çünkü seninle yalnız vakit geçirmek istiyorum."

"Korumalar seni rahatsız etmeyecek bir mesafede durabilir."

Nefesimi bezgince verdim. Tıpkı Duha gibi o da beni çok uğraştırıyordu. "Karun o korumalar hayatımızın her yerinde. Sıradan insanlar gibi bir gece sadece ikimizin olmasını istiyorum."

"Sıradan insanlar değiliz."

"Ben öyleyim sen değilsin. Bir gece tahtından inip insanların arasına karışsan kibrinden bir şey kaybetmezsin."

"Bige, gerçekten çok yorgunum. Eve gelip bir şeyler yedikten sonra dinlenmek istiyorum. Bu gece dışarı çıkmamız şart mı?"

"Peki, çıkmayalım," dedim tripli bir sesle. "On üç günün dolmasına şunun şurasında ne kadar kaldı ki." Suratım asıldı. "Ne kadar müşkül bir durumda olduğumu hiç görmüyorsun." Ağlamak üzereymiş gibi burnumu çektim. "Kapatıyorum şimdi."

"Bekle kapatma!" İsteksizce kabul etti. "Sen nasıl istiyorsan öyle olsun. Geceyi dışarıda geçirmek istiyorsan geçiririz."

Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. "Adresi atıyorum sana. Unutma oraya yalnız geleceksin," dedikten sonra telefonu kapattım.

Duha'ya gönderdiğim adresi Karun'a da gönderdikten sonra Gurur'a mesaj attım. "İkisi de söylediğin yere geliyor. Karun'un yüzüne, Duha'nın da kalbine zarar verirsen sonuçlarına katlanırsın."

Mesajımı görmesi ve bana cevap yazması uzun sürmedi. "Karun'un yüzü neden anlaşmaya dahil oldu?"

"Kocamın yakışıklı olmasını seviyorum. Çirkin bir koca istemiyorum."

"Şu mesajını kopyalayıp ona göndermek vardı şimdi."

Bunu yapmayacağını bildiğim için arabaya doğru yürüdüm. Gurur'un ne kadar ileri gideceğini bilmediğim için orada olmalıyım. Bu gece hiçbir aksilik çıkmasın diye her şeyin kontrolümde olmasını istiyorum.

***

Ne kadar acele etmek istesem de elimden olmayan sebeplerden yol çok uzamıştı. İstanbul trafiği diye kahrolası bir şey vardı. Karun ve Duha çoktan Gurur'un istediği yere gitmiş olmalı ama ben çok geç kalmıştım. Hem yoğun trafik hem de peşimdeki korumaları atlatmam hiç kolay olmamıştı. Lüks bir restoranın önünde durduğumda bir an doğru gelip gelmediğimi sorguladım ama Karun ve Duha'nın arabasını görünce ortada bir yanlışlık olmadığını anladım.

Restoranın her yerinde birçok adam vardı. Gurur'un adamları olduklarını tahmin etmek zor değildi. Gurur normalde tek gezerdi ama ihtiyaç olduğunda korumalarını çok hızlı etrafına toplardı. Restoranın kapısına yaklaştığımda Gurur onlara geleceğimi bildirmiş olmalı ki adamları yolumdan çekildi.

İki koruma yanımda durarak, "Bizi takip edin, Bige Hanım," deyince gösterdikleri yöne doğru yürümeye başladım. Bana eşlik ederken içlerinden biri Gurur'u arayıp, "Bige Hanım geldi," diyerek geldiğimi ona bildirdi.

Onları takip ederek koridorda yürüyüp gösterdikleri kapıdan içeri girdim. İçeri girdiğimde adımlarım duraksadı. Tam olarak ne beklediğimi bilmiyorum ama hiçbir şey beklediğim gibi değildi. Gurur bu akşam için restoranı kapatmıştı. Uzun masanın etrafında sadece Karun ve Duha yoktu, Ümit Tozlu ve kızı Farah'ta buradaydı. Onlar dışında sekiz adam daha vardı ve hepsinin yanında bir kadın vardı.

Karun'un annesi hatta babası bile buradaydı. Hepsi fazla gergin görünüyordu. Neler oluyor? Sanki tüm bölge liderleri bu akşam buraya toplanmış gibiydi. İçerideki ölüm sessizliğini restorana girerek bölmüştüm. Tüm kafalar bana çevrildiğinde Karun beni gördü. Buz saçağı gözlerin odağına girdiğimde masadaki tehlikeli adamların bakışları altında ayağa kalktı. Yeraltının nam salmış liderleri şaşkınlık içinde onu izlerken Karun benim önümde ayağa kalkıp ceketinin önünü kapatarak bana doğru yürüdü.

Karun'un bu hareketiyle koca restoranda uğultular ve fısıltılar artmaya başladı. Anne ve babası bile bir ilke tanık oluyormuş gibi şaşkın fısıltılara dahil oldular. Herkes bana bakarak kısık bir sesle konuşuyor, Karun Kalender'in önünde ayağa kalktığı kadının dedikodusunu yapıyordu. Karun ise göz korkutan bir bölge lideri olmasına rağmen üstünlüğü bana vererek benim önümde ayağa kalkmayı sorun etmiyordu.

Önünde ayağa kalkıp ceketinin önünü kapattığı tek kişi benmişim gibi buradaki herkese benim ondan daha üstün olduğumu gösteriyordu. Masadakilere sırtı dönük bir şekilde bana doğru yürüdüğü için gözleriyle omuzlarımı işaret etti. İçeride beni neyin beklediğini bilmediğim için sıfır özgüvenle içeri girmiştim. Bu yüzden kapının önünde oldukça ürkek görünüyordum.

Karun'un işaretiyle omuzlarımın düşük olduğunu fark edince omuzlarımı dikleştirdim. Mavileri memnun bir ifadeyle başımı işaret edince başımı kaldırdım. Beni masadaki insanlara karşı hazırlıyordu.

Yanıma gelip tam karşımda durduğunda dik duruşuma rağmen titrememek için kendimi zor tutuyordum. Onu içine çektiğim tuzak için her an boynumu kıracağını düşünüyordum. Ancak korktuğum hiçbir şey yapmadı. Heybetli vücudu karşımda durarak beni insanların meraklı bakışlarında gizlerken, "Bige?" dedi gözlerimin içine bakarak. Bir şey söylemeden önce haksız bir yargıda bulunmamak için bana söz hakkı tanıdı. "Beni buraya korunmasız bir halde getirten sensin." Gözlerinin ardında kanımı donduran yakıcı bir ifade geçti. "Bu tuzağın bir parçası mısın?"

Hemen başımı iki yana salladım. "Gurur bana Duha ile ikinizi barıştıracağını söylemişti." Sadece onun duyacağı bir fısıltıyla konuşup üzgünce baktım. "Barışmanızı ne kadar çok istediğimi bildiği için bana ikinizi attığı adrese tek getirmemi söyleyince ona inandım." Gözyaşlarıyla aram çok iyi olduğu için gözlerime akın eden yaşlarla ona baktım. "Yanlış bir şey mi yaptım kocam? Burada neler oluyor?"

Nemli gözlerim içine dokunurken titreyen sesim dürüstlüğümü sorgulamasına engel oldu. Kocam deyişim ise düşünme yetisini tamamen elinden almış gibi bana olan sert tavrı kırdı. "O piç seni kandırmış," diyerek derin bir nefes aldı. "Bu akşam bu masadaki tüm adamlar üç yıl önce onun infaz kararını onaylayan kişiler."

Kısık bir sesle konuşup kaşlarını belli belirsiz çattı. "Masadaki kadınlar ise buradakilerin ya eşleri ya da sevgilileri." Diğerleri onu duymasın diye sesini kısık tutarken benim için endişelendiğini gizleyemiyordu. Deli Gurur'un sağı solu belli olmadığı için bu gece olacakları kestiremiyordu. "Piç kurusunun kafası çok farklı çalışıyor," dedi küfreder gibi. "Bir şekilde hepimizi buraya korumasız getirmeyi başardı."

"Sence tam olarak ne yapmayı planlıyor? Karısı da burada."

"Buradaki her kadın masadaki biri için değerli," dedi. "Ümit'e göz dağı vermek için Farah'ı yanında getirdi. Kadınlarımızı bize karşı kullanacak kadar onursuzca oynayacak biri." Tüm ciddiyetiyle gözlerimin içine bakıp, "Bu akşam masadaki hiçbir şeyi yeme," dedi. Bu konudaki uyarısının büyük ehemmiyeti varmış gibi bakıyordu. "Özellikle önüne et gelirse elini bile sürme."

"Karun ben henüz akşam yemeği yemedim." Elimi karnıma bastırıp kocaman gözlerle, "Karnım tokken bile eti geri çevirmem," diye fısıldadım. "Boş bir mideyle eti görmezden geleceğimi düşünebiliyor musun?" Her türlü etin hastası olduğumu iyi biliyordu.

"Dinle!" Farkında olmadan sesini yükseltince burada yalnız olmadığımızı fark edip dilini ısırdı. Üzerime biraz eğilerek çocuk kandırır gibi, "Bu gece masaya gelen eti yemezsen eve gidince masayı etle donatacağım," dedi yumuşak bir sesle. "Eve gidince istediğin kadar et yersin."

"Burada niye yiyemiyorum?"

"Gurur'un sana sunacağı etin içinde ne olacağını kimse bilemez." Ete olan düşkünlüğü bildiği için beni avutmak için çenemi tuttu ve baş parmağıyla hafifçe çenemi okşadı. "Masadaki hiçbir şeyi yemek yok. Anlaşıldı mı güzelim?"

Onun büyüsüne kapılarak, "Sen nasıl istersen kocam," dediğimde yüz hatları gevşedi. Dudaklarında küçük bir gülümseme oluştu. "Aferin karıma." Karım deyişine kalbim hızlandı.

"Saçımı da karıştır tam olsun," diye homurdandım. "Aferinmiş çocuk muyum ben?"

Gülmemek için yanaklarının içini ısırarak elimi tuttu. Yönünü masadakilere doğru çevirdiğinde tüm ciddiyeti suratındaki yerini aldı. Elimi bırakmadan benimle yürüyüp beni masaya getirdi. Sandalyesinin yanındaki boş sandalyeyi benim için çektiğinde tüm gözler üzerimizdeydi. Sandalyemi çekmesine tebessüm ederek oturdum. Yanımdaki yerini alıp oturduktan sonra masadakilere gelişigüzel baktı. "Buradaki herkesin karımı tanıdığını varsayıyorum," dedi düz bir sesle. "Bu yüzden tanışma faslına gerek yok."

"Karım mı?" Güzin Hanım yani Karun'un annesi rujlu dudaklarını büzerek, "Eski karım demek istedin sanırım?" dedi. Ona attığım o tokattan sonra kadın benden nefret ediyordu.

Karun'un omuzları gerildi. "Eski mi yoksa yeni mi olduğuna ben karar veririm," dediğinde sesi buz gibiydi. "Ona hâlâ karım diyorsam demek ki eski değil." Arkasına yaslanarak kolunu sandalyemin kenarına koydu. Buradaki herkese ona ait olduğumu göstermek için yaptığı bir hareketti.

Güzin Hanım'ın yanında oturan kır saçlı adamın Karun'un babası olduğunu biliyorum. İlk kez aynı ortamda bulunuyor olabiliriz ama onu gazetelere çıkan fotoğraflarından tanıyorum. Oğullarının içinde Karun onun bir kopyasıydı diyebilirim çünkü tıpkı Karun gibi mavi gözlü ve kumraldı. Saçlarına ak düşmüş olabilir ama saçlarının arasındaki tek tük kumral saç telleri saçlarının eski rengini belli ediyordu. Baba ve oğul birbirine o kadar çok benziyordu ki aynı sert hatlara sahiplerdi.

İlerleyen yaşına rağmen takım elbisenin içinde göz dolduran Şeref Bey, "Madem onu hâlâ karın olarak görüyorsun..." diyerek gözlerini bana dikti. Karısına attığım tokadın kinini taşıyan bakışlarını görmezden gelmenin bir yolu yoktu. "Gelinimiz elimi öpsün de kocasının babasına hürmette kusur etmesin." Restoranın içi buz kesti.

Karun'un sandalyemin arkasına yaslı olan kolu sırtıma değdiği için gerginliğini hissettim. Masadaki herkes bu gerginlikten nasibini alarak bana bakmaya başladılar. Karun gibi bir adamın karısının Şeref Kalender'in elini öpüp öpmeyeceğini merak ediyorlardı. Tüm bu insanlar benim kocamın önünde ayağa kalkıp onun elini öperken, benim de aynı şeyi babasına yapıp yapmayacağımı görmek istiyorlardı.

Omuzlarımı dikleştirerek bunu yapmayacağımı düz bakışlarımla belli ettiğimde Karun'un gergin vücudu gevşedi. Dudağının köşesi kıvrıldığında başını çevirip uzun masada babasının olduğu yöne baktı. "Bana bile elini öptüren bir kadına elini öptüreceğini mi sanıyorsun?" Bir kez daha beni kendinden daha yüksek bir konuma taşıyarak aşağılar gibi babasına baktı. "Benim karım kimsenin elini eteğini öpmez. Git dalkavuklarına öptür elini."

Şeref Bey bozguna uğrarken annesi çocuk azarlar gibi, "Karun!" diyerek ona çıkıştı. "İnsanların içinde babanla düzgün konuş."

"Karşınızda çocuk yok, Güzin Hanım." Kadının nefretine aynı şekilde karşılık vererek oturuşumu dikleştirdim. "O sesiniz bir daha kocama yükselirse sonuçlarına katlanırsınız," dediğimde Karun gülüşünü saklamak için dudaklarını birbirine bastırırken Gurur kahkaha attı. "Daha şimdiden eğlenmeye başladım."

Evde kedi köpek gibi birbirimizle didişiyor olabiliriz ama insanların içinde karı koca birbirimizi hep savunurduk. Biz birbirimize her şeyi yaparız ama bir başkasının canımızı sıkmasına kolay kolay izin vermezdik. Bölge liderlerinden biri olan Sadri, endişesini gizlemeden Gurur'a baktı. "Neden buradayız?"

Şu an için masada herkesin önünde bir kadeh beyaz şarap vardı ama Gurur dışında kimse içkisine dokunmuyordu. Gurur uzun masanın en başında otururken onların kıvranışlarından zevk alır gibi her birine bakıyordu. Sinsice bakan yeşilleri ona soru soran Sadri'yi buldu. "Neden burada olmamalısınız?" Hissizleşen bakışları bir kez daha masadaki herkesin üzerinde gezindi. "Üç yıl önce tam olarak böyle bir masada değil miydiniz? Belki eskiyi yad etmek istersiniz diye düşündüm." İnsanları tedirgin etmekten zevk alırcasına dudağının kenarı kıvrıldı. "Sahi siz üç yıl önce neden toplanmıştınız?" Onun infazını onaylamak için olduğunu biliyordu.

Şaşılacak bir şeydi ama bu masadaki herkes gerçekten ondan korkuyordu. Hepsi birbirine bakarken kimse onun sorusuna cevap verme cesareti gösteremedi. Kimsenin ona cevap vermeyeceğini gören Karun, "İnfazın için," dedi bıkkınca. "Sanki bilmiyorsun."

"Demek infazım için?" Gurur sakince başını sallayıp, "Peki kimler onayladı infaz kararımı?" diye sordu. Bu masadaki herkes o kararı onaylamıştı.

"Hepimiz onayladık." Bu konuşan Duha'ydı. Karun ve Duha'da ondan korkuyordu ama diğerlerinin aksine ödlekçe susup birinin cevap vermesini beklemek yerine ona cevap veriyordu.

Şeref Bey herkese meydan gösterisi yapan küçük kardeşine bakıp, "Ben kurulda bile değildim," dediğinde burada ne işi olduğunu sorguluyordu. Gurur'dan yaşça çok büyüktü çünkü Gurur onun oğluyla aynı yaştaydı. Karun ve Gurur arasında sadece beş ay vardı. "Liderlerin yaptığı bir oylama için ben neden buradayım?"

Gurur abisine sırıtarak baktı. "Sen farklı bir sebepten buradasın abi," dedi eğlenen bir sesle. "Senin sayende Kocaeli'ne küçük bir ziyaret yapmışken karşılığında sana teşekkür etmeyeyim mi?" Arabasının frenlerini kesip bize saldırdığı için bu gece canına okuyacağını daha iyi belirtemezdi.

"Farah'ı eve gönder," dedi Ümit Tozlu. "Oylamada bile yoktu kızım neden burada?"

"Evde sıkılayi," dedi pişkince. Farkında olmadan yine Karadeniz ağzıyla konuşup yanında oturan zavallı kıza baktı. Farah korkudan öyle bir titriyordu ki onun titreyişlerini görmemek imkansızdı. Bu gece restoranda onu ve babasını neyin beklediğini bilmemek onu dehşete düşürüyordu. Evde sıkıldığı için değil, Gurur'un zorlamasıyla buraya geldiğini fazla belli ediyordu.

Gurur onun titreyişlerini yeni fark etmiş gibi tüm dikkatini ona verdi. Elini Farah'ın masadaki elinin üzerine koyarak, "Sakin ol," dedi yatıştırıcı bir sesle. Farah'ın elini tutması bile kızın irkilmesine neden olmuştu.

"Şşşş." Onun korkularını dindirmek istercesine başını eğip karısının güzel yüzüne baktı. "Bugün bu masada saçının teline bile zarar gelmeyecek iki kadından birisin." Güldü. "Aslında ikiniz dışında diğerlerinin belasını sikeceğim."

Farah elini onun avuçlarından çekmemek için kendini zorlarken titreşen kirpiklerinin arasında ona baktı. "İkincisi kim?"

Gurur'un yengesi olduğu için bahsedilen diğer kadının kendisi olduğunu düşünen Güzin Hanım tam göğsünü kabartmıştı ki Gurur, "Orada oturuyor," diyerek beni işaret edince kadının bozulan suratına kahkaha atmak istedim. Beni bile yengesinden daha çok seviyordu. O ve Karun'a üvey annelik yapmışken hâlâ ayrıcalık mı bekliyordu?

Garsonlar birbiri ardında servis arabalarıyla girince herkes bembeyaz olmuş bir suratla birbirine bakmaya başladı. Gurur ise bu manzarayı sırıtarak izliyordu. "Yemeklerimiz de geldi." Arkasına yaslanarak güldü. Gözlerinin ardında tehlikeli bir parıltı geçti. "Damak zevkinize hitap etmesi için yemeklerle özellikle ilgilendim." Yemekler gelince neden herkesin beti benzi attı?

Diğer tüm alternatifler es geçilerek önümüze ana yemekler konuldu. Hepimizin önüne bir tabak et koymuşlardı. Garsonlar hepimizin önüne bir tabak et koyup geri çekilince tüm gözler Gurur'a döndü. Herkes ona ve önündeki tabağa bakıyordu. Gurur'un tabağında kırmızı et yerine balık vardı. Bu da herkesi kendi tabağındaki et konusunda tedirgin ediyordu. Farah'ın tabağında bile kırmızı et vardı. Ağlamaklı gözlerle tabağına bakıp onu nasıl yiyeceğini düşünüyordu. Allah aşkına alt tarafı bir tabak et, niye bu kadar abartıyorlar?

Kimse yemiyorsa ben yerim ya, ne var bunda.

Çatal ve bıçağa uzanmıştım ki Karun bunu bekliyormuş gibi hemen elimi tutarak beni durdurdu. Masumca ona baktığımda başını iki yana salladı. "Bu konuda anlaştığımızı sanıyordum?"

Dumanı üzerinde tüten biftek benden bir ısırık al dercesine beni ayartırken dudaklarımı sarkıttım. "Ama bu et," diye fısıldayıp kaşlarımı büktüm. "Bir ısırık alayım başka yemeyeceğim." Yüzüme dramatize bir ifade kondurup, "Anlamıyorsun çok müşkül bir durumdayım," dedim ağlamaklı bir ifadeyle. "Bir parça diyorum ya, sadece bir parça yiyeyim başka yemem."

"Bige, tut kendini." Elimi çataldan uzaklaştırarak dizinin üzerine koydu. Acıklı bakışlarıma direnmeye çalışarak kendinden ödün vermedi. "Et konusundaki oburluğunu biliyorum ama bunu yiyemezsin."

Elim ete uzanmasın diye dizinin üzerinde sıkıca tutuyordu. Ona sert bir bakış atarak elimi çekmeye çalıştım ama buna izin vermedi. "Tamam yemeyeceğim bırak elimi," diye homurdandım. "Ben iradesi güçlü bir kadınım yememi istemiyorsan yemem."

Elimi çekmeme izin verdi ama bu konuda bana hiç güvenmiyormuş gibi gözlerini üzerimden ayırmıyordu. "O eti yersen geceyi hastanede geçireceğini temin ederim," diyerek beni tehdit etti. Bunu gerçekten yapacakmış gibi katı gözlerle bakıyordu. "Mideni yıkatmak için seni hastaneye götürmemi istemiyorsan sakın yeme."

"Midemi yıkatacak kadar ne var bu ette?"

Etrafımızdaki insanlara kısaca bakarak bana döndü. "Eve gidince anlatırım. Bir kez olsun koca sözü dinle ve yeme bunları."

Çenemi dikleştirdim. "Ben hep koca sözü dinliyorum bir kere."

"Say ulan bana bir tane!" Bana kızarken bile sesini yükseltmekten kaçınıyordu. "Şu zamana kadar sözümü dinlediğin tek bir konu söyle?"

"O kadar çok ki hiç aklıma gelmiyor," diye homurdandığımda sinirden gülerek başını iki yana salladı. "Tertemiz dövmek gerek seni," dediğinde az da olsa keyfi yerine gelmişti.

Duha ete midesi bulanarak bakıp, "Hiç aç değilim," dedi tiksinti içinde. Etten uzak durarak gözlerini Gurur'a dikti. "Bu yemeği başka zamana ertelesek olur mu? Kadem beni kız arkadaşıyla tanıştıracaktı bunu kaçırmak istemiyorum."

"Olur tabii." Gurur gülümseyerek ona başını salladı. "Parçalarına ayrılmadan o sandalyeden kalkacağını düşünüyorsan kalkabilirsin."

Duha'nın yüzündeki kaslar seğirdi. "Bu ne demek lan şimdi?"

Gurur ceketinin iç cebinde küçük bir kumanda çıkartarak onlara gösterdi. "Hepinizin sandalyesinin döşemesinde vücut ısınıza duyarlı bir bomba var." Masadakiler kaskatı kesilirken gülerek başını salladı. "Bige ve Karun yerine oturduktan sonra tek bir düğmeyle hepsini aktif hale getirdim. O bombaların kıçınızdan patlamasını istiyorsanız kalkmayı deneyin." Ne diyor yahu bu?

Bir bombanın üzerinde mi oturuyoruz?

Küfürler havada uçuşurken Farah dehşete kapılarak, "Hi-hiç kalkamayacak mıyız ayağa?" dedi ağlamaklı bir sesle.

Gurur ürkek karısının korku dolu gözleri önünde ayağa kalktı. "Benimkinde yok." Gülerek tekrar yerine oturdu. "Ama siz kalkamazsınız." Farah'ı korkudan deli ederek, "İstersen bir dene," dedi. Masadakilere baktı. "Blöf yapıp yapmadığımı anlamak için sizde deneyebilirsiniz."

Kimse bir delinin sözlerini teyit ettirmek için ayağa kalkmaya cesaret edemedi. "Allah'ın cezası psikopat!" diye bağırdığımda sandalyeden kıpırdamaya korkuyordum. "Makyajımı yenilemem gerekirse ne halt edeceğim? Herkesin gözleri önünde yüzümü pudralayıp ruj mu süreyim!"

Ter derdimin bu olmasına kahkaha attı. "Burada yapabilirsin eminim buradakiler seni çok yadırgamaz."

"Ama çantam arabada kaldı." Dokunaklı bir ifadeyle burnumu çektim. "Farkında olmadan dudaklarımı dişlediğim için rujun çoğunu emiyorum." Kahrolmuş gibi başımı ellerimin arasına aldığımda Karun dahil herkes inanamayan gözlerle bana bakıyordu. "Kırmızı rujumu istiyorum!"

Duha çıldırdı. "Kıçımızda patlayacak bir bombanın üzerinde otururken ter derdin rujun mu?"

"Evet!" diye ona cırladığımda Karun ağız dolusu küfrederken Gurur içerideki adamlarından birine, "Buraya bak koçum," dedi gülerek. "Dışarı çıkıp yengenin çantasını getir." Burada beni tuhaf bulmayan tek insan oydu.

Güzin Hanım kaşlarını çatarak elini masaya sertçe vurdu. "Buradaki kimse onun rujuyla ilgilenmiyor! Bırak bu saçmalığı da şu bombaları imha et!"

"Ben ilgileniyorum," dedi Gurur sakince. "Kocan yüzünden onunla saldırıya uğradığımızda bile tek derdi kırmızı rujuydu." O günü hatırlayınca bile yüzünü buruşturdu. "Kırmızı rujum deyip tutturacak tüm gece. Keyfimin içine limon sıkmasını istemiyorum bu yüzden önceliğim onun rujunu getirmek," deyince ben gülerken masadaki herkesten bir kez daha küfürler yükseldi.

"Deli deliyi dakikasında bulurmuş!" dedi yaşlı adam, yani Sadri. Karun'a ben ve Gurur'u gösterdi. "Bu ikisini daha az yan yana getir."

"Sana mı soracağım lan!" dedi Karun onu tersleyerek. "Kendi işine bak."

Gözlerimi ona dikip, "Bana bir daha deli dersen ayağa kalkarım!" diyerek onu tehdit ettim. "Kendimle birlikte hepinizi havaya uçurduğumda görürsünüz deliyi!" Sinirlerim bozulmuş gibi saçlarımı sertçe arkaya doğru savurdum. "O rapor gerçek değil!"

"Konumuz Kalender'in karısının tuhaflıkları değil!" Masada adını bilmediğim kırklı yaşlardaki bir adam hırslı bakışlarını Gurur'a yöneltti. "Bizlerin kim olduğunu unutmuş olmazsın. Bu gece burada başımıza bir iş gelirse bundan sıyrılacağını mı sanıyorsun?"

"Çok da sikimde lan." Gurur onu tersleyerek içkisinden bir yudum aldı. "Yemeğinizi yiyin yoksa hepinizin kıçında kocama bir delik açılır."

Karun tabağındaki etten tek bir lokma bile almayacağını belirterek yüzünü buruşturdu. "Akşamüzeri yemeği fazla kaçırmış olmalıyım." Tabağı kendinden uzaklaştırmak için öne doğru itti. "Midemde bir lokma için bile yer yok."

"Kalender Beyciğim ile aynı tokluğu yaşıyorum," diyen Duha, Karun'un tam karşısındaki sandalyeye oturarak onu yeterince kızdırdığı yetmiyormuş gibi bir de ona laf atıyordu. Tabağı kendinden uzaklaştırarak. "Hiç aç değilim," dedi.

Karun'un Duha'ya olan bakışları bile kan dondurucuydu. Ona olan kırgınlığını soğuk bakışlarıyla iyi gizliyordu ama öfkesini gizlemenin hiçbir yolu yoktu. Duha ile aynı mekânda olup aynı havayı paylaşmak bile onu kızdırıyordu. Sinirlerine hâkim olmak için mümkün olduğunca ona bakmamaya çalışıyordu ama ne zaman bakışları kontrolü dışında Duha'yı bulsa refleks olarak kaşları çatılıyordu. Belindeki silahı çıkartıp tüm şarjörü Duha'nın üzerine boşaltmamak için kendiyle savaş halindeydi.

Onu görmeye bile katlanamıyorken ikisi nasıl barışacak, bilmiyorum. Üstelik Karun çok kinci biriydi. Ona yapılan bir yanlışı kolay kolay affetmez, affetmediği gibi unutmazdı da. Şu zamana kadar bir tek benim için inisiyatif kullanıp kendini zorlayarak sınırlarının çok dışına çıkmıştı. Ne yazık ki bana gösterdiği müsemmayı Duha'ya göstermeyecek gibiydi. Arkasında iş çeviren insanlar konusunda çok katıydı. Beni bile hâlâ affetmiş değildi.

Dün geceki saldırıdan sonra bana karşı daha insancıl olması ona yaşattıklarımı unuttuğu anlamına gelmiyordu. Bana iyi davranması beni affettiğini göstermezdi, affetmek için kendini her şeyiyle zorladığını gösterirdi. Ona 383 gün boyunca büyük acılar yaşatan bir kadını affetmek için her şeyini ortaya koyuyordu. Deniyordu, bu sefer gerçekten deniyor ve bunun için uğraşıyordu. Bige yerine bir gün bana tekrar Saka demeyi başarırsa işte o gün kendi içindeki çatışmadan sağ çıktığını ve beni affettiğini anlayacağım.

O güne kadar sabretmeliyim. Öyle bir günün geleceğine kendimi inandırmak istiyorum. İşin trajikomik tarafı onunla tanıştığımız ilk günden beri bana adımla hitap etmesini istemiştim. Sadece ölüm anlarında bana Bige dediği için adımı ölümle lanetlememesini, normal günlerde de bana Bige demesini çok istemiştim. Tüm bu süre zarfında ondan Saka ismini duymaya alıştığımı ve bana Saka demesini sevdiğimi anlamadan bana Bige demesini istemiştim.

Beni Saka yapan şeyin onun Saka ismini severek kullanması olduğunu bilmeden bana Bige demesini istemiştim. Oysaki Karun'un adımla bir sorunu yoktu. Ben herkes için Bige'yken onun için Saka olmamı istemişti. Bana Saka diyerek beni kendine özel kılmış, Sanrı'nın Saka'sı yapmıştı. Şimdilerde ise beni kalbinden kovmuş gibi bana Bige diyordu. Ondaki değerimi yitirdiğimi belirtmek istercesine herkes gibi o da bana Bige diyordu. İşte benim canımı yakan tam olarak buydu. Eskisi gibi herkese Bige ama ona Saka olmak istiyordum.

Koluma dokunarak beni daldığım düşüncelerden çıkardı. Başımı çevirdiğimde bir süredir beni izliyormuş gibi bakışları bana kenetlenmişti. Yüzümdeki durgun ifadeyi görmek hoşuna gitmemiş gibi ilgili gözlerle bana bakmaya devam etti. "İyi misin?" dediğinde sesi içimi ısıtacak kadar sıcaktı.

"İyiyim." Sandalyenin döşemelerinin içinde ne çeşit bir bomba varsa üzerinde oturmama rağmen bana batan bir şeyin olmaması iyi bir şeydi. Sanırım bunun için son teknoloji ürünü olan patlayıcılar kullanmıştı. Karun'un endişelerini dağıtmak istercesine ona gülümsedim. "İyiyim her şey yolunda."

"Korkuyor musun?" Aklımdaki şeylerin durgunluğunu yaşadığımdan habersiz gözlerini kısarak yüzümü incelemeye koyuldu. "Bu masada olmak seni korkutuyor mu?"

"Bu masada olmaktan daha tehlikeli şeyler yaşadım, Sanrı," diyerek iç çektim. "Beni korkutan bu değil." Gözlerimin ardı sızlayınca ona olan bakışlarım hüzünlüydü. "Beni korkutan şey seni kaybetmek. Bir gün karşıma geçip ben ayrılmak istiyorum diyeceksin diye ödüm kopuyor."

Gözlerinin mavisi koyulaştığında acı bir gerçeğin en somut şeklini aramıza koyarak kendini biraz geriye çekti. "Öyle bir konuşma yapmamız için bir ilişki içerisinde olmamız gerekiyor." İçerisi sıcaktı ama aramıza koyduğu milimlik mesafe üşümeme neden oldu.

"Hâlâ anlamadın, değil mi?" Bana göz ardı ettiğim veya ısrarla görmek istemediğim bir gerçeği hatırlatmak ister gibi hisli gözlerle baktı. "Biz bir yıldır ayrıyız, Bige. Ayrılalım demeden de ayrılabiliyor insanlar."

Kalbim acıyla kasıldı.

Boğazım düğümlenirken kelimeler dilime dolanıyordu. "Korkuyorum," diye fısıldadım. Onun bakışları fazla düzdü benimse kalbim delik deşik oluyordu. "Bir gün son nefesinde bana Saka diyeceksin diye çok korkuyorum." İnsan neyden çok korkarsa onunla sınanırmış. Bunun olmasından o kadar çok korkuyordum ki bu korkuyu her zerremde taşıyordum.

Herkes kendi derdindeydi kimsenin bizimle ilgilendiği yoktu ama ortalık yerde ağlamamdan endişe edip, "Fena mı olur," diyerek beni geçiştirdi. "Beni 383 günün her gecesinde mezarının başında uyuturken varlığımın senin için bir anlamı yoktu." Canımı ne denli yaktığından habersiz alay ederek güldü. Dudaklarındaki gerçek bir gülüş değildi. "Belki yokluğum senin için bir anlam ifade eder."

İçimde bir yerlerde küçük bir kız çocuğu çığlık attı ama onun sesini benden başka kimse duymadı. Tıpkı 13 Haziran gecesinde olduğu gibi sanki her şeyim ellerimden kayıp gidiyordu ve yine bu yıkımın tek sebebi bendim. "Bir konuda haklıydın." Sol gözümden süzülen bir damla yaşı kimse görmeden hızlıca sildim ama o gördü. Belki de bunu görmemesi gereken tek kişi oydu. "Bana acımasız bir kadın olmayı sen öğrettin çünkü sana geldiğimde böyle biri değildim."

Buruk bir tebessümle uzun uzun baktım gözlerine. "Şimdi ise ben sana azabı öğreteceğim diyorsun sanki bu bana çoktan öğretilmemiş gibi."

Damarlarındaki kana kadar donup kaldı. "Ben sana azap mıyım?"

Başımı yorgunca salladım. "En az benim sana olduğum kadar."

İtiraz edip değilsin demesini bekledim.

Demedi.

O sustu, bende sustum. Bir kez daha bir konuyu acılarımızla birlikte yastık altı ederek önümüze döndük. Artık sessizlik bile canımı yakıyordu oysaki burası sessiz değildi. Masadaki herkes Gurur'a kızıp bizi zorladığı yemek için ona küfrederken burası hiç sessiz değildi. Bir tek benimle ilgili her şey fazla sessizdi. Kalbim, nefesim ve içimde haykırmamı bekleyen tüm o acılar sessizdi. Omuzlarım düştü, üzerime birinden ödünç alınmış eziklik duygusu çöktü ve başım önüme büküldü.

Cesaretim ve güçlü duruşum bu insanların önünde yanlış yerde ve yanlış zamanda beni terk etti. Sus pus olmuş bir halde masa örtüsünün kırmızı dokusuna bakarken omuzumda bir el hissettim. İrkildiğimde Karun'un kolu omuzlarımın üzerindeki yerini aldı. Başımı çevirip asık bir suratla ona bakıp ne yaptığını sorguladım. Kolunu omuzuma atarak beni hafifçe kendisine doğru çekti.

Kolu sahiplenircesine omuzumda dururken başını eğdi ve dudaklarını saçlarımın tepesine bastırdı. Kalbim göğsümü tekmeledi. Dudaklarıyla sessizliğe gömülen her şeyin sesini geri getirmişti. Suskunluğunu bozan ilk şeyse kalbim olmuştu.

Burnunu saçlarımın tepesine gömüp saçlarımın kokusunu uzun uzun içine çektikten sonra dudaklarını saçlarıma bastırmıştı. İç çekerek, "Bige," dedi boğuk bir sesle. "Senden gelen her şey başım üstüne be kızım. Azapsa azap ben çekiyorum, kim ne karışır?" deyince ağlamamak için dudaklarımı birbirine sımsıkı bastırdım. Boynumu bükünce kıyamamıştı bana, gönlümü almak için hemen saçlarımın tepesinden öpmüştü.

Ona yaptıklarımdan sonra bana karşı bu kadar iyi olması beni kahrediyordu. Başımı kaldırıp dolu dolu gözlerle ona baktım. Tam şu anda onu ne kadar çok sevdiğimi söylemeyi o kadar çok istedim ki ama bunu yapamadım. Kelimeler boğazımı tırmaladı lakin dilimi ısırarak her birine gem vurdum. Onu sevdiğimi böyle bir ortamda duymayı hak etmiyordu. Sevgimden şüphe ederken ve onu sevdiğime hiç ihtimal vermiyorken bunu yalnızken benden duymalıydı. Böylesine özel bir cümleyi benden daha iyi bir ortamda duymalıydı.

Belki onu sevdiğimi söyleyemedim ama bir şeyler söyleme gereği hissettim. Bana olan bakışları o kadar güzeldi ki sözlerine karşılık bir şeyler söylemek istedim. Alık alık onun suratına bakarken, "Sağ ol," deyiverdim. Ne? Sağ mı ol? Etkileyici ve romantik bir şeyler söylemek varken sağ ol nereden çıktı!

Suratımın aldığı şekli görünce gülmemek için yanaklarının içini ısırdı. "Sağ mı olayım?" Açık açık benimle eğleniyordu.

İçimden kendime küfrederken homurdanarak başımı salladım. "Evet, sağ ol."

Gözlerinde muzır bir ifade geçti. "Aklına daha iyi bir şey gelmedi, değil mi?"

"Kamyon arkası sözler sayılıyor mu?"

Kendini tutamayıp kahkaha attı. "Sağ ol duyduğum en güzel cümle."

"Hadi ama yaratıcı kamyon arkası sözlerde var."

"Duymak istediğimden emin değilim."

Aklıma gelen ilk kamyon arkası sözü söylemek için sesimi kalınlaştırdım. "Alayına değil kralına gider, kamyoncuyuz oğlum şeklimiz yeter," dediğimde gülerek selam verir gibi başını omuzuna doğru eğdi. "Eyvallah abi," deyince kıkırdadım. İstediğinde bana ayak uydurup benimle şakalaşıyordu.

Beklenti içine girerek, "Hadi bir tane de sen söyle," dedim en tatlı sesimle.

Hemen kendini geri çekti. "Hiç şansın yok."

Koluna yapışarak ona sırnaştım. "Lütfen."

İşaret parmağını alnıma bastırarak beni kendisinden uzaklaştırmaya çalıştı. "Zorlama benden çıkmaz öyle şeyler."

"Kocam lütfen söyle."

Zaafını kullandığım için bakışlarıyla kızdı ama bana istediğimi de verdi. "Beni takip etme güzelim, bende yanlış yoldayım," deyince kıkırdadım. Seçtiği söz bile bence çok anlamlıydı.

"Şimdi sıra bende."

Beni susturmak istercesine ensemi tutup başımı önüme çevirdi. "Daha fazlası yok."

"Çeksene şu elini." Eline vurarak tekrar ona döndüm. "Sinyal verip geçtiğin bu kalbimi ileride dörtlü yakıp bekleyeceksin," dediğimde başını geriye atarak gür bir kahkaha patlattı. "Bekleriz sıkıntı yok," deyince bende gülmeye başladım. Gülüşü bulaşıcıydı. En önemlisi onu uzun zamandır böyle içten gülerken görmemiştim.

"Oh, Allah muhabbetinizi arttırsın." Duha'nın alaycı sesiyle önümüze döndüğümüzde masadaki herkesin yaratık görmüş gibi bize baktığını gördük. Duha dik dik ikimize bakarken, "Biz burada kıçımızda ter dökerken sizin keyfinize diyecek yok," dedi.

Onu görmek bile Karun'un tüm keyfini kaçırdı. "Senin kıçından bize ne lan!"

Karun'un hiçbir şey olmamış gibi benimle gülüp eğlenmesini zorlayan Güzin Hanım kınarcasına oğluna baktı. "Şimdi gülüp eğlenmenin zamanı mı? Bu masada kaldıkça hepimiz sinirlenmeye başlıyoruz bir de üstüne siz gülerek daha fazla canımızı sıkmayın." Kimin canını sıktığımız fazlasıyla belli oluyordu.

Her fırsatta Karun'u ezmeye çalışan kadına küçümseyerek baktım. "Yangın görseler akılları gidecek ama sorsan hepsi ateş," diyerek bir tane daha kamyon arkası söz söylediğimde Karun gülüşünü saklama çabasına bile girmedi.

Güzin Hanım ince kaşlarını çatarak, "Haddini aşmaya başladın," dediğinde sesi tıslar gibiydi. "Kimi karşına aldığın hakkında zerre kadar fikrin yok!"

"Kimi karşıma aldığımı çok iyi biliyorum." Dudağımın köşesi belli belirsiz kıvrıldığında bu iki kadının birbirine olan meydan okumasıydı. "Şu zamana kadar kimleri karşıma aldığımı bir bilseniz." Omuzlarımı dikleştirdim. "Hiçbiri artık yaşamıyor. Bence siz kimi karşınıza aldığınıza dikkat edin."

Eşref Bey benim yerime Karun ile muhatap olmayı tercih ederek kaşlarını çattı. "Sustur karını."

"Sen sustur karını." Karun babasının gözleri önünde kolunu omuzuma koyarak arkasına rahatça yaslandı. "Benim karım susacağı yeri de konuşacağı zamanı da iyi bilir." Ben bu adama ölürüm be!

Gurur sıkılmış gibi esneyerek, "Kendi aranızda tartışmayı bırakın," diyerek dikkatleri üzerine çekti. "O kadar hazırlık yaptım karnınızı doyurun." Sorun şu ki kimse onun zahmetlerini ödüllendirmek için hazırlattığı yemekleri yemek istemiyordu. Bunu isteyen sadece bendim ama etten yerim diye Karun gözünü üzerimden bir saniye bile ayırmıyordu. Bu konuda karısına hiç güvenmiyordu.

Karun ile aynı yaşlarda olan Devrim'in karısı tabağını öne itti. "Ben hiç aç değilim." Yanılmıyorsam Devrim'de bölge liderlerinden biriydi. Tıpkı diğerleri gibi onun da kızgın bakışları Gurur'un üzerindeydi.

Her konuda Karun'a dalkavukluk yapan Ragıp, "Canım bir şey yemek istemiyor," diyerek yemeyeceğini belirtti. Karısı ise, "Diyetteyim sadece salatayla besleniyorum," dedi.

Karun'un annesi o meşhur tiksinti dolu bakışlarını bu sefer tabağındaki ete yöneltmişti. "Diyetisyenim bir süre bana yüksek kalorili şeyleri yasakladı." Dudaklarını büzerek, "Bu masada yiyeceğim bir şey yok," dedi.

Karun'un babası ise düşmanca bakışlarını deli kardeşine dikerek, "Uzun zamandır vejetaryenim!" deyince neyi ima ettiyse bu Gurur'u güldürdü. "Bilmez miyim."

Masadaki herkes bir bahane bularak yemeyeceğini söyleyince Gurur'un bakışları ondan ödü kopan Farah'ı buldu. "Bakalım güzel karım da sizinle aynı fikirde mi?" Alay ederek başını omuzuna doğru eğip Farah'ın titreşen gözlerine baktı. "Sende aç değil misin?"

Dişlerini sıkan Ümit Bey, "Kızımı rahat bırak!" dedi sert bir sesle.

Gurur'un yeşillerinde apaçık bir meydan okuma belirdi. "Buraya gelip beni durdursana?" Bunu yapamazdı çünkü ayağa kalktığı an hepimiz havaya uçardık.

Ümit Bey'in kızgın bakışlarına zerre kadar aldırış etmeden Farah'ı zorlamaya devam etti. "Ye hadi."

"Lü-lütfen." Farah güçlükle konuşurken dokunsalar ağlayacak gibi gözleri nemliydi. Yalvaran gözlerle psikopat kocasına bakıp kısık bir sesle, "Ben senin tabağından yesem olur mu?" diye sordu çekinerek. "Tabii izin verirsen?"

Gurur'un bakışlarında küçük bir merhamet kırıntısı yakaladım fakat bu çok kısa sürdü. Yalnız kaldıklarında Farah'a nasıl davrandığını bilmiyorum ama Ümit Bey buradayken onun yanında kızına karşı yumuşamamaya çalışıyordu. Babasının gözleri önünde ona zorbalık yaparak Ümit Bey'in canını yakmak istiyordu ancak Farah'ın titreşen gözlerine direnemedi. Onun için kendinden ödün vererek burnundan nefesini sertçe verdi. Önündeki balık tabağını Farah'ın önüne iterek, "Karnını doyur," dedi.

Farah rahat bir nefes alıp önüne dönünce Gurur'un sert bakışları hepimizi buldu. "Sulu gözlü karıma küçük bir ayrıcalık tanımış olabilirim ama aynı şey sizin için geçerli değil." Önümüzdeki yemekleri işaret etti. "O tabaklardaki tüm et bitmeden kimse bu masadan kalkamaz." Herkes sertçe yutkunarak tabağına baktı. Ne vardı etin içinde? Zehir falan mı?

Buradakilere ecel terleri döktürmekten sadistçe zevk alarak Şeref Bey'e baktı. "Hadi abi. Yemeğe başlaman için seni teşvik etmeli miyim?" Güldüğünde gözlerinin ardındaki derin kederi belki de bir tek ben gördüm. "Daha iyi bir atmosfer olması için masaya birkaç mum getirtmemi ister misin?" Dudaklarındaki gülüşünü korumak için kendini zorlarken abisinin gözlerinin içine bir şeyleri ima ederek baktı. "Sen seversin mumları."

Karun kaskatı kesildi.

Benimse boğazım düğümlendi.

Abisinin onun üzerine damlattığı mumlara değinmişti.

Şeref Kalender tek kelime etmeden hınçla ona baktı. Besleyip büyüttüğü şeytana bakar gibiydi hırslı bakışları. "Bu gece çok fazla düşman kazandın, Gurur," dediğinde onu bakışlarıyla tehdit ediyordu. "Bu geceden sonra arkanı kollasan iyi edersin." Karun ve Duha dışında tüm liderlerden onaylayan sesler çıkınca, "Siktiğim piçleri," diyen Gurur ortada komik bir şey varmış gibi korkusuzca güldü. "Sanki daha önce dostummuşsunuz gibi davranmayı bırakın. Hepinizin bu masada olmasının nedeni daha önce beni öldürmeye çalışmak değil mi? Değişen bir şey mi var?"

Dışarı çıkan adam çantamla gelip çantayı bana uzattığında Ragıp, "Sonsuza kadar bizi bu masada tutamazsın," diyordu. "Hepimizin arabasında ve telefonunda yerimizi gösteren vericiler var. Bizden haber alamadıklarında adamlarımız buraya damlar."

Çantamda rujumu ve aynayı çıkartırken Gurur'un, "Gelsinler," diyen eğlenen sesini duydum. "Hepsi için yeteri kadar yerimiz var."

Rujumu sürerken Duha yerinde rahatsızca kıpırdandı fakat altındaki bombayı hatırlayınca küfrederek kıpırdamayı bıraktı. "Tuvalete gitmem lazım!"

Farah'ın balığına biraz tuz serpip limon sıkan Gurur güldü. "Git sana engel olan yok."

"Lan oğlum sen bir dönsene artık tımarhanene!" Duha sinirle yumruğunu masaya geçirdi. "Altımdaki bombayı imha edecek tuşa bas da gideyim. Siktir çok sıkıştım!"

Gurur, Farah'ın balığıyla uğraşmayı bırakıp masadaki peçeteye uzandı. "Hepinizin sandalyesindeki bomba birbirine bağlı. Biri ateşlenirse diğerleri de patlar. Birini durdurursam hepsi durur." Gülmemeye çalışarak Duha'ya baktı. "Hepinizi serbest bırakmak hiç içimden gelmiyor."

"Siktir git piç!" diye bağırdı Duha. "Altıma mı yapayım koyduğumun iti!"

"Yap oğlum," dedi Gurur gülerek. "Burada biz bizeyiz kimse sana çok görmez."

Masadaki kadınlardan biri tiz sesiyle, "Ay burada mı yapacak!" diye ciyakladı. "Her yeri kokutursa bu sandalyeden kalkmayacağımın garantisini veremem!"

Utançtan yüzü kıpkırmızı olan Duha, "Herkesin gözü önünde yapacak değilim!" dedi sinirle. "Kemal söyle karına kapatsın çenesini!"

"Düzgün davran kadına." Ona çıkıştıktan sonra dudaklarımı emerek sürdüğüm ruju dudaklarıma yaydım. "Siz erkeklerin yediği haltlar yüzünden biz bu masadayız."

Duha tüm sinirini benden çıkarmak istercesine çatık kaşlarla bana baktı. "Sen orada ne yüzle konuşabiliyorsun? Senin yüzünden buradayım lan!"

"Bana bağırıp durma." Rujun kapağını kapatarak çantama attım. "Gurur beni kandırdığı için Karun ile ikiniz buradasınız." Tüm suçu Gurur'a atarak çantamı yere bıraktım. "Eve gidince açıklarım sana o mesajın nedenini."

Dişlerini sıkarak, "Tabii eve gidebilirsek!" dedi.

İkinci kez bana sesini yükseltmesine kayıtsız kalamayan Karun'un masadaki eli yumruk oldu. "Üçüncü kez ona sesini yükseltirsen siktiğim patlayıcıları bile ayağa kalkıp suratını dağıtmama engel olamaz!"

Gerginlikten herkes birbirine çatacak yer aradığı için kızgın gözlerle Karun'a baktı. "Siktir git lan!" dedi. "Kalktığında daha sen bana ulaşamadan havaya uçarsın."

Çatık kaşlarının altında, "Sende öyle!" diye hırladı Karun. "Tüm düzenek birbirine bağlıysa burayı havaya uçurmaya bir kişinin ayağa kalkması yeter!"

Karun, Duha ile ağız dalaşına girince fırsattan yararlanıp hemen etten küçük bir parça kestim. Karnım o kadar aç ki daha fazla bu enfes eti görmezden gelemem. Masadaki herkes biriyle dalaşacak bir şeyler bulduğu için Karun beni gözlem altında tutmayı unutmuştu. Çünkü o da şu anda Duha ile tartışmakla meşguldü. Geldiğimizden beri eti yiyeceğim diye gardiyan gibi gözlerini üzerime diktiği için çok istesem de bir lokma bile alamamıştım. Boşluğundan yararlanıp tabağımdaki tüm eti küçük parçalar halinde kesmeye başladım.

Onlar yemesin ama bana karışmasınlar.

Başımı çevirip Karun'u kontrol ettikten sonra hemen ilk parçayı ağzıma attım. Eti çiğnerken beni görmesin diye başımı masanın diğer tarafına çevirerek yüzümü ondan gizledim. Ağzımda dağılan soslu eti çiğnerken aldığım zevk dudaklarımdan mırıltı olarak dökülmesin diye çok dikkat ediyordum. Vay canına şu zamana kadar yediğim en lezzetli etlerden biriydi. Kahretsin, tadını aldıktan sonra tek bir lokmayla yetineceğimi sanmıyorum.

Karun masadakilerle can sıkıcı bir konuşmaya dalmışken bundan yararlanıp tabağımdaki tüm eti hızlıca yedim. Daha sonra boş tabağımı alıp, "Gurur?" diyerek masanın diğer ucundaki psikopata seslendim. "Tadı çok güzeldi bir tabak daha alabilir miyim?" Restoranın içinde buz gibi bir sessizlik oldu.

Herkesin bakışları kurşun hızıyla beni buldu. Herkes boş tabağıma bakarken içlerinde en sarsıcı Karun'un bakışlarıydı. Edemediği küfrü diline dolanırken önce boş tabağa baktı, sonra da bana. Yüzündeki garip ifadeyle bunu birkaç kez tekrarladı. Bana dünyanın en tuhaf şeyiymişim gibi bakarken gözlerindeki karmaşanın içine sürüklenmeye başladım. "Kimi yedin sen?" deyince hayatımın en garip cümlesiyle karşı karşıyaydım.

Ne demek kimi yedim?

Şaşkınca, "Anlamadım?" dedim.

Gözleri delice bakarken sinirden çenesinde bir kas seğirdi. "Yediğin o şey insan eti bile olabilir!" Ne diyor yahu bu?

Tam ne saçmaladığını ona soracaktım ki fark ettiğim bir gerçekle sertçe yutkundum. Tüm gece boyunca herkesin etten uzak durmasının nedeni bu muydu? Tabaklardaki diğer etlere bakarken kanım dondu. Onlar bir insana ait olabilir miydi? Kalbim dehşet verici bir hızla göğsümü tekmeledi, nabzım hızlandı. İnsan eti yeme ihtimalime karşı dizlerimin bağı çözülmeye başlamıştı. Midemdeki çalkantıyı hissediyorum. Boğazımı zorlayan öğürme hissine direnmek için elimden geleni yaptım. Kemirgenlerin bile etini yemişken midem bulanmamıştı ama insan eti yeme fikri midemde kasırgalar estirmeye başladı.

Gurur piçini geberteceğim!

Herkesin bakışları üzerimdeyken hissettiğim berbat duygulara rağmen otokontrolümü ustaca sağladım. Hepsi öğürüp kusmamı beklerken durumu kurtarmak için derin bir nefes aldım ve boş tabağımı gösterip, "Bir tabak daha alabilir miyim?" dedim sakince.

Fısıldaşmalar havada yükseldi.

Gurur kahkaha attı.

Tüm bu gürültünün içinde Karun'un bir küfür savurup, "Siktir manyak karı!" dediğini duydum.

İkinci tabağı getirmedikleri sürece sorun yok.




























Günlerdir evde misafirim olduğu için ne yazık ki bölümü şimdi bitirebildim. Bige'nin o eti yemesini bekliyor muydunuz?

Peki, Gurur'un onları bir masaya toplayıp bu şekilde korkutmasını? Sevmediği kim varsa o masaya toplamış bakalım gece nasıl sonuçlanacak?

Herkesin korktuğu gibi tabaklardaki gerçekten insan eti olabilir mi?

Elay ve Duha'yı konuşalım birazda. Bebeği için Duha'nın organ mafyalarına gitmeye karar vermesini bekliyor muydunuz?

Şimdilik benden bu kadar yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

15.1M 171K 34
Koca sema, diz çöktü gözlerine. Ay bembeyaz parlak tenin yanında soluk kaldı, yıldızlar gökyüzü kadar karanlık olan saçlara meydan okudu. Bulutlar ağ...
5.8K 544 41
Artemis Yayınları'ndan çıkan Cehennem Ekspres serisinin son kitabına hoş geldiniz :) Hikaye burada sona eriyor. İlk 2 kitap Lunapark ve Karnaval'ı o...
OĞLANCI | BXB By Lord

General Fiction

2.9M 215K 51
{Tamamlandı} {texting-düz metin} Ablasına asıldığını düşündüğü adama atar mesajı atan liseli bir çocuk en fazla ne kadar absürt fakat bir o kadar da...
555 441 8
4 öğrenci Eski bir kasaba Her gün can veren öğrenciler **** "Dikkat edin" Sıkıntıyla oflayıp onların aklına uyduğum için kendimi öldürmek istedim Y...