SAKA VE SANRI

By Maral_Atmc6

19.2M 1M 1.6M

"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin fa... More

Giriş.
(1) Kiminle Evli?
(2) Aşkın En Çirkin Olanı.
(3) Karım Mı?
(4) İlk İzlenim İçin Berbat Bir Başlangıç.
(5) Metres!
(6) Masa Altı Oyunlar.
(7) Teklif Edilen Para.
(8) Babam Gibi...
(9) Bahis
(10) Sanrı'nın Karısı.
(11) Güzellikle Veya Zorla!
(12) Kalbini Ört Üşümesin.
(13) Öpmek Geldi İçimden.
(14) Çağırın Gelsin!
(15) Mahşerin Resmi.
(16) On Bir Milyonluk Öpücük.
(17) İlk Hediye.
(18) Gönül Suçu.
(19) Kırılmışsa Kanatları.
(20) 13 Haziran Etkisi.
(21) Gitme Üzerinde Eflatun Bir Elbise Var!
(22) Son Öpücük
(23) Kusursuz Kaos.
(24) Beni Nasıl Unutursun?
(25) İhtiras
(26) Denemedim Demeyeceğim.
(27) Kaçış Planı.
(28) Soğuk Savaş.
(29) Karım Ol!
(30) Beni Benimle Aldat.
(31) Kralın Tahtı Yıkıldı.
(32) Her Şeyi Benden İste.
(33) Erkek Dayanışması.
(34) Soğuk, Çok Soğuk.
(35) Bunu Bana Nasıl Yaptı?
(36) Bir Menekşe Kokusu. (Sezon finali)
Duyuru
(37) Nefesim Gidiyor
(38) Gözlerime Ağlamayı Öğretti.
(39) Ellerimle Gömdüm Seni
(40) Tüm Umutlar Tükendiğinde...
(41) Beni Affetmenin Bir Yolunu Bul
(42) Seni Tekrar Kaybedemem
(44) Masadaki Şüpheli Yemek
(45) Kal Dersen Kalırım
(46) Uyanmaktan Korktuğum Bir Rüyasın.
(47) Hamile Miyim?
(48) İstenmeyen Bebek
DUYURU
(49)Unutma Beni Çiçeği
Alıntı

(43) Sol Göğsümdeki Damga

363K 20.2K 24.5K
By Maral_Atmc6

İstanbul sokaklarında tek başıma yürürken avazım çıktığı kadar çığlık atmak istiyorum. İçimde biriken yoğun çaresizliği boğazım yırtılana kadar bağırarak dışarı atmak istiyorum. Çaresizim, köşeye sıkışmış bir haldeyim ve geride bıraktığım her günle zamanım biraz daha tükeniyordu. Kocaeli'nden döndüğümüz günden beri Karun'u hiç görmemiştim. Eve gelmiyordu, şirkete gittiğimde ise beni görmeyi reddediyordu. Hangi otelde kaldığını da sır gibi benden gizliyordu. Benden uzak durarak on üç günün dolmasını bekliyordu.

Beni yokluğuyla cezalandırıyordu. Allah kahretsin ki, bunu çok iyi yapıyordu. Yakında istediği gibi onun evinden gideceğim ama öncesinde yapmam gereken şeyler vardı. On üç gün dolmadan gitmeyi düşünmüyorum. Hayatımda yolunda gitmeyen tek şey aşk hayatım değildi. Hâlâ annemi görmüş değilim. Gurur bana onun yerini söylemek yerine bunu Karun'dan öğrenmem gerektiğini söylüyordu. Karun'dan bilgi almak şöyle dursun, artık onun yüzünü bile göremiyorum. Gazel ise buluşmaya gitmediğim için telefonlarımı bile açmıyordu. Sanki keyfimden gitmedim.

"Hepinizin canı cehenneme!" Kaldırıma tekme atarken akşamın bir saati şuursuzca sokaklarda tek başıma yürüyordum. "Yeter artık nedir bu çektiğim!" O hayvan herif bugün eve gelecekti. Kendi isteğiyle gelmiyorsa bende zorla getiririm.

Muhtemelen çoktan eve gelmiştir bile. Bu sabah evden gizlice çıktığımda kimseye haber vermemiştim. Telefonumu özellikle kapatmıştım ki hiçbir yerden bana ulaşamasın. Günlerdir beni arayıp sorduğu yoktu ama evde olmadığımı ve bana ulaşılmadığını duyunca soluğu evde alacaktı. "Şimdi arasın da dursun bakalım."

Ona ulaşmaya çalıştıkça tüm yollarımı kapatan oydu şimdi yapabiliyorsa bulsun beni. "Benden uzak durursan kendimi nasıl affettireceğim ki!" O kadar sinirliyim ki karşımda olsa suratını yumruklardım. Onun olmadığı bir evde onu beklemektense kendimi sokaklara atmıştım. Acaba neredeyim?

Sabahtan beri sokaklarda olduğum için tüm gün yürüyerek ve ara sıra dinlenerek İstanbul'un neresine kadar ilerlediğimi bilmiyorum. Aklıma gelenlerle güldüm. "Yürüyerek Kocaeli'ne kadar gelmiş olmayayım?" Gurur en son kaybolmadığımızı ve hâlâ İstanbul'da olduğumuzu söylediğinde kendimizi Kocaeli'nde bulmuştuk. Benzer bir çılgınlığı yapsam buna pek şaşırmazdım.

Yürümekten yorulduğum için otobüs duraklarından birine girip banka oturdum. Tüm gün kapalı olan telefonu açıp çiseleyen karı izlemeye başladım. Kar en güzel akşamları hissedilirdi. Telefonu yeni açtığım için yığınla bildiri gelmeye başladı. Büyük bir bölümü Karun'a ait çağrılar ve mesajlardı. 148 çağrının 121'i ona aitti. Gelen aramaları yok sayıp hızlıca Karun'dan gelen mesajlara girdim.

"Neredesin?" (10:00)

"Telefonu aç." (10:12)

"Bige, tüm gün kendini bana arattıramazsın. Oyun oynamayı bırak ve aç şu telefonu!" (12:45)

"Bana sorun çıkarmadığın tek bir gün bile yok!" (12:53)

"Seni bulduğumda bu sorumsuzluğun için geçerli bir mazeretin olsa iyi olur!" (01:10)

"Beni cezalandırmak için böyle yapıyorsan sonuçları senin için çok ağır olur!" (15:32)

"Pekâlâ, seninle işim bitti. Bu şımarıklığına daha fazla tahammül etmeyeceğim!" (17:58)

"Neredesin Allah'ın cezası, seni bulamadıkça kafayı bozacağım! Bige, aç şu telefonu... Lütfen." (19:17)

"Hatalıydım eve dönmeli veya telefonlarını açmalıydım. N'olur aç şu telefonu. Sana böyle hissettirdiğimin farkında değildim. İyi olduğunu bilmeye ihtiyacım var. Bige, böyle yapma." (19:50)"

"Seni bulduğumda başın büyük belada!" (20: 38)

Son mesajı bir saat öncesine aitti. Bana ulaşamadıkça çıldırıyor olmalıydı. "Müstahak sana," diye homurdanıp telefonu çantama koydum.

On dakika boyunca gecenin bir yarısı bir durakta oturup yağan karı izledim. Hayatımın gidişatını ciddi anlamda sorguladığım anlardan birini yaşıyordum. Ta ki birbiri ardına kaldırıma yanaşan siyah arabaları görene kadar. Gerildim. Karun gelmişti. Tüm gün beni bulamamışken şimdi nasıl buldu. Kahretsin! Kapalı telefonu açtıktan on dakika sonra yerimi bulmuştu. Telefonumda takip cihazı mı var? Hassiktir! Kocaeli'nde uzun süre bizi ormanda aradıktan sonra telefonuma takip cihazı veya takip programı yüklemiş olmalı.

Karun arabadan bir hışımla dışarı çıktığında iliklerime kadar titredim. Fazla sinirli görünüyordu. Öyle ki sinirle aldığı hızlı soluklar yüzünden göğüs kafesi sarsılıyor, geniş omuzları hareket ediyordu. Attığı her adımla sinirinden kaldırım taşını parçalamak ister gibi yürürken, "Bu saate kadar hangi cehennemdeydin!" dedi gür bir sesle. Endişeden deliye dönmüş gibiydi.

Çatık kaşlarının altında bana kızgınca baktığı için buz saçağı gözleri ödümü kopartıyordu. "Seni defalarca kez aradım!" Yüksek çıkan sesinin desibelini kontrol edecek durumda değildi. Bana doğru hızlı adımlarla yürüyüp tam karşımda durduğunda yumruklarını sıkıyordu. "Ne işler karıştırıyorsun?"

"Ben-" demiştim ki apar topar beni arabaya bindirdi. Ağzımı bile açtırmadan sert bir ifadeyle, "Tek kelime etme," diyerek beni susmam için uyardı. "En azından ben biraz sakinleşene kadar," dedikten sonra yanıma oturup kapıyı kapattı. "Gidelim!" Şoför bir saniye bile beklemeden arabayı çalıştırmıştı.

Yüzünü sinirle ovuşturduğunu görünce sakin bir sesle, "Neyin var?" dedim. İnanamayan gözlerle bana bakıyordu. "Bunu gerçekten soruyor musun?" Pişkinliğim karşısında bir küfür savurup, "Baş belası bir karım var daha ne olsun!" dedi. Cümlesini daha yeni bitirmişti ki kendine kızar gibi dilini ısırdı. "Eski karım."

Yerimde kayarak ondan iyice uzaklaştım. "Bunu bana hatırlattığın için teşekkür ederim." Cama iyice yaklaşarak aramıza iki kişilik mesafe koydum. "Benden önce kendine hatırlat ki dilin sürçmesin eski kocam."

Başını çevirip hızla bana bakınca artçı şoklarla yükselen öfkesi yerime sinmeme neden oluyordu. "Ben senin eskin değilim!" Beni boşayan o değilmiş gibi dişlerini sıkıp, "Kocam demeyeceksen eski kocam da deme," diyerek beni tersledi.

"Ne diyeyim Allah'ın cezası, beni boşadın sen!"

Çenesinde bir kas seğirdi. "Neden yaptığımı iyi biliyorsun ancak konumuz bu değil." Oturuşunu dikleştirdi. "Telefonunu açmayarak bu saate kadar ne yapıyordun?"

Yalandan esnedim. "Uykum var daha sonra söylerim. İzin verirsen yolculuğun kalanını seninle tartışmak yerine uyuyarak geçirmek istiyorum."

"Önce şu saate kadar nerede ve kiminle olduğunu söyle."

"Sana bir şey söylemek zorunda değilim."

Çıldırmak üzereydi. Şakaklarındaki damarlar belirginleşirken sıktığı dişlerinin arasından, "Bige, sabrımı zorluyorsun!" dedi sertçe. Bana böyle hitap etmesinden nefret ediyorum. Eskisi gibi bana Saka demesini özlemiştim.

"Bana bağırarak nerede olduğumu öğrenemezsin!"

"Ulan sen kendi sesinin farkında mısın?"

"Bana ulan deme karşında koruman yok senin!"

Aramızdaki mesafeyi o kadar hızlı kapatmıştı ki kaşlarını çatarak, "Üste çıkmayı bırak bundan bu kadar kolay kurtulmana izin vermeyeceğim!" diyerek beni susturdu. Dik dik birbirimize bakarken bakışlarıyla beni eziyordu. "Tüm gün neredeydin?" Tek kelime etmedim.

Şakaklarındaki damarlar belirginleşti. Gırtlağından çıkan hırıltılı bir sesle, "Sana bir soru sordum!" dediğinde tehdit eder gibiydi. Sanki her an belindeki silahı çıkartıp yanımdaki cama benim kanımı sıçratacakmış gibi bakıyordu.

İnatla sustuğumda çenesini sıkarak burnundan derin derin nefesler aldı. Öğrenmek istediği şeyi beni korkutarak elde edemeyeceğini bildiği için bakışlarını daha insancıl bir ifadeye sokması birkaç dakikasını aldı. "Bige," dediğinde sesini sakin çıkarmak için elinden geleni yapıyordu. "Nerede olduğunu bilmek istiyorum." Çocuk kandırır gibi çenemi tutup yumuşak bir sesle, "Bana nerede olduğunu söyler misin?" diye sordu.

"Hayır."

"Seni şu camdan atarım dışarı!"

"Bana bağırıp durma!"

Çıldırmak üzereydi. "Yavrum güzellikle sorunca da söylemiyorsun!"

"Bana yavrum deme, güzelim de deme."

"Peki, tertip şu saate kadar hangi cehennemdeydin!"

"Asker arkadaşın değilim senin!"

"Olmadığına şükrediyorum, Bige. Olmadığına şükrediyorum yoksa çoktan beynini dağıtmıştım!"

"Bana hâlâ bağırıp duruyorsun! Şimdi yere oturup ağlarım görürsün!"

Başını çevirip arabayı kullanan şoföre, "Durdur lan şu siktiğim arabayı!" diye bağırdığında sesi kükrer gibiydi. "Bu kadından derhal uzaklaşmazsam elimden bir kaza çıkacak!" Ciddiydi.

İrkilerek gözlerimi kırpıştırdım. "Bana vurmak mı istiyorsun?" diye sorduğumda hızla bana döndü. Sorduğum soru aklını başından almış gibi ifadesi sarsıcıydı. "Bunu nasıl düşünebilirsin?" İnanamayan gözlerle bana bakarken ondan korkma ihtimalimin hüznü gözlerine çöktü. "Sana asla el kaldırmam." Beni buna inandırmak ister gibi gözlerimin en derinine baktı. "Sana zarar vermem, vermeye kalkışanı da yaşatmam."

Yüzümde küçük bir gülümseme oluşunca bunu görmek onu rahatlattı. "Uyu biraz." Derin bir nefes aldı. "Eve gittiğimizde konuşuruz." Sorduğum sorudan sonra daha fazla üzerime gelmek yerine sorgu işini eve saklamıştı.

Şimdilik kurtuldum peki, eve gidince ne olacak?

***

Yol boyunca uyumadım ama başımı cama yaslayıp uyumuş taklidi yaptım. Karun buna ne kadar inandı, bilmiyorum ama numara yaptığımı da ortaya çıkarmadı. Sessizliğini koruyarak aklındaki tüm sorular için eve gelmemizi bekledi. Araba durduğu an kapalı gözlerimi açıp arabadan fırlamıştım. Bu yaptığımı görünce kısık bir sesle küfredip arkamdan, "Kaçarak benden kurtulamazsın!" dedi ama onu duymazlıktan gelip eve yürüdüm.

İçeri girip basamakları aceleyle çıktığımda peşimden geliyordu. Çatı katındaki odaya girdiğimde ne yazık ki kaçacak bir yerim kalmamıştı. Peşimden gelip kapıyı sertçe kapatınca derin bir nefes alıp ona döndüm. "Çok yorgunum bu konuşmayı yarına ertelesek olur mu?" Tüm gün sokaklarda boş boş gezip durduğum için ayaklarım şişmişti. Ilık bir duş alıp uyumak istiyorum. Daha doğrusu onunla tartışmaktan kaçınmak istiyordum çünkü son günlerdeki tüm konuşmalarımız kavgayla son buluyordu.

Kapının önünde dikilirken sorgulayıcı bakışlarını üzerimden çekmiyordu. "Tüm gün neredeydin?" Bunun cevabını almadan bu gece uyuyamayacağını iyi biliyorum. "Nerede olduğunu söyle."

"Tam olarak neyi bilmek istiyorsun?" Çantamı yatağın üzerine attım. "Asıl merak ettiğin şey nerede olduğum mu yoksa kiminle olduğum mu?"

Son söylediklerimle kaşları belli belirsiz çatıldı. "Benimle oynama, Bige." Biriyle olma ihtimalim bile yanında duran ellerini sıkmasına neden olmuştu. "Biriyle olmadığını biliyorum."

Alay edercesine güldüm. "Bundan nasıl bu kadar emin olabilirsin?"

Bakışları delici bir ifadeye büründüğünde çenesini sıktı. "Biriyle miydin?"

"Evet veya hayır, seni neden ilgilendiriyor?" Ona sırtımı dönüp gardıroba doğru yürüdüm. "Biz seninle boşandık, Karun. Birbirimize herhangi bir konuda açıklama yapmak zorunda değiliz." Dolabı açıp pijamalarımı karıştırdım. "Ben sana iki gün boyunca nerede olduğunu sormuyorsam sende bana günümü nerede ve kiminle geçirdiğimi soramazsın." Pamuklu tişörtlerimden birini ve pijama altını çıkartıp dolabın kapısını kapattım. " Kiminle ne yaptığım artık senin sorunun değil."

Arkamı döndüğüm an onu tam karşımda bulunca irkilerek geriye çekilmek istedim ama sırtım gardırobun kapısına çarptı. Sinirliydi hem de ne sinir. Burnumun ucuna girecek kadar kendini kaybetmişti. Çatık kaşlarının altından bana bakarken beyninden vurulmuşa dönmüştü. "Sadece bir kez soracağım!" Kelimeler ağzından tükürürcesine çıkarken öfkesinin şiddetiyle göğüs kafesi hareket ediyordu. "Tüm gün..." Omuzları gerildi. "Biriyle miydin?" Gözlerimin içine baktı. "Bir herifle miydin?"

Bu sorunun zeminini ona söylediklerim hazırlamıştı. Bu yüzden ona kızamadım çünkü nerede olduğumu söylemek yerine ona böyle düşündürmüştüm. "Biriyle birlikte olmak istesem sence bu evde ne işim var?" Dışarıda kimseyle vakit geçirmediğimi o da çok iyi biliyordu ama birkaç dakika önce söylediklerim aklına nefret ettiği bir ihtimali düşürmüştü.

"Bir yıl boyunca yaşadığımdan bile haberin yoktu ve ben dünyanın diğer bir ucundaydım. Biriyle birlikte olmak istesem senin evine yerleştikten sonra değil, senin evinden çıktığımda yapardım."

Dişlerini sıktı. "O zaman o söylediklerin neydi?"

"Gerçekler!" Çenemi dikleştirip gözlerimi kaçırmadan ona baktım. "Er veya geç olacak bir şeyden bahsediyorum. Ne sanıyorsun yaşlanana kadar benden nefret eden bir adamın evinde kalacağımı mı?" Buz kesti.

Sinirden gülerek başımı iki yana salladım. "On üç gün dolduğunda bu evdeki zamanım bitiyor. O gün geldiğinde-" Kapıyı işaret ettim. "Ben şu kapıdan çıkacağım ve sende bir yıl önce olduğu gibi tam burada gidişimi izleyecek, gitmeme izin vereceksin. Bu olduğunda ikimizde kendi hayatımıza döneceğiz."

Acı bir gerçeği her ikimizi de hatırlatmak ister gibi baktım ona. "Belki başlarda çok zorlanırız ama bir süre sonra unuturuz. Senin Rengin'i benim de Serhat'ı unuttuğum gibi birbirimizi de unuturuz." Gözlerine bakınca içinde patlayan öfkenin kokusunu aldım ama en çok da nefretin. "Ne de olsa kimse unutulmaz değil." Kayıtlara geçseydi benden nefret etmeyi her şeyden çok istediği gece olarak bu an tarihe geçerdi.

Bana olan bakışlarına karanlık bir ifade çöktü. "Sana bu kadar acımasız olmayı ben mi öğrettim yoksa hep böyle miydin?" Vücudu sinirle kasılırken onu boğuyormuşum gibi boynundaki kravatı sertçe çekiştirdi. "Bir konuda yanılıyorsun!" Elini kaldırıp yaslandığım dolaba sertçe vurduğunda darbesi kulağımın yakınında geçmişti. "Senin için herkesin bir son kullanma tarihi olabilir ama benim için değil." Çenesinde bir kas seğirdi. "Ama olmasını isterdim." Gözlerimin içine sinirle baktı. "Belki o zaman beni mezarı başında 383 gün uyutan bir kadını tarihe gömebilirdim!"

Umarsızca omuz silktim. "Bu senin sorunun benim değil."

"Çık şu odadan!"

Alay ederek güldüm. "Gidersem yine soluğu mezarımın başında alacak mısın?" dediğimde donup kaldı. Kahretsin!

Öyle bir dondu ki ciğerlerine çektiği nefes bile dudaklarının arasında kurumuştu. Kirpikleri titreştiğinde inanamayan gözlerle bana bakıyordu. Doğru duyup duymadığına ama en önemlisi ona bunu söyleyenin ben olup olmadığımı sorguluyordu. Evet, doğru duymuştu ve evet, ona bunu söyleyen onu 383 gün boyunca mezarının başında yatıran kadındı.

O kadar uzun baktı ki bana, ilk kez onun bakışlarının odağı olmaktan utandım. Canımı yakan bakışları değildi, söylemeye mecbur kaldığım şeylerdi. Sol gözümden süzülen bir damla yaşı takip ettiğinde işte o zaman ne yapmaya çalıştığımı anladı. Buz kesti. Öyle ki yüzü bembeyaz olmuştu. "Sana zarar vermemi istiyorsun?" Sertçe yutkundu. "Sikeyim sana karşılık vermemi istiyorsun!"

"Evet." Akan bir damla yaşımı daha fazlası takip etti. "İstediğim şey bu."

İrkilerek benden uzaklaştığında bana olan bakışı hayretler içinde kalmış gibiydi. Sanki boynunda kör bir bıçak vardı ve bana bakınca ne görüyorsa o bıçak kanırta kanırta boğazını kesiyordu. "Sen çıldırmışsın." Sesi o kadar kısık çıkmıştı ki yaşadığı sarsıntı sesindeki otoriteyi katletmişti. Arkaya doğru attığı adımlar bile sarsaktı. "Delilik bu."

"Neden? Senin de istediğin bu değil mi?" Gözlerime yaşlar akın ederken gülerek başımı salladım. "Beni öldürmek kolay değil, Sanrı." Dalıp gittiğim mavilerine uzun uzun baktım. Onu izlerken sıradan bir şeyden bahseder gibi, "Ama sana izin veririm," dedim.

"Bir gün beni öldürmek istediğinde sana izin vereceğim." Omuzları gerilirken kanayan ruhuma rağmen burukça gülümsedim. "Tıpkı bu gece izin verdiğim gibi." Bu yüzden onu kışkırtmaya çalışıp ağır konuşmuştum. Ödeşmek istiyordum. Belki o da benim canımı yakarsa bu küslük son bulurdu.

Bu konuşmayı katlanılmaz bulmuş olmalı ki çenesindeki kaslar seğirdi. "Bu da nereden çıktı şimdi?" Ona sebebini söylemedim ya da gözlerindeki o ifadede ne gördüğümü. Geri döndüğümden beri gözlerine ne zaman baksam hep aynı ifadeyi görüyordum. Benimle olamıyordu ama bensiz de olamıyordu. Bu yüzden son günlerde tek düşündüğü şey önce benden sonra da kendinden kurtulmaktı. Yanılmıyordum, değil mi? Artık bunu saklayamıyordu bile. Anlamadığımı sanıyordu ama anlıyordum.

"Aklında bulunsun diye söyledim." İçim burkulurken içli bir nefes dudaklarımın arasından süzüldü. "Bu on üç günün sonunda bizi neyin beklediğini kim bilebilir ki?" Gitme vakti geldiğinde bana kal diyemezdi ama gitmeme de katlanamazdı. Ona yaşattığım bu çıkmazı sonlandırmak için ikimizden de kurtulmaya çalışabilirdi.

Bunu yapacak kadar hastaydı.

Bunu yapmasına izin verecek kadar hastayım.

Biz geçmişi ağır travmalarla dolu hasta ruhlu bir çifttik.

"Benden kurtulamıyorsan bana haber vermen yeterli. Seni kendimden kurtarabilirim." Ona sırtımı dönüp banyoya doğru yürüdüm. "Ama bir konuda yalnız değilsin." Elim kapı kolunda donup kaldı ancak ona doğru dönmedim. "Bende kendimden kurtulamıyorum." Kapıyı açıp içeri girdiğimde onu son söylediklerimle baş başa bırakmıştım.

Banyoda düşündüğümden daha uzun kalmıştım. Üzerimi değiştirmem ve yüzümdeki makyajı çıkarmam biraz zamanımı almıştı. Banyodan çıktığımda Karun odada yoktu. Gözlerimin ardı sızladı. İki gün boyunca eve gelmemiş, geceyi benimle aynı odada geçirmemişti. Bugünkü tartışmadan sonra yine gitti, değil mi? Derin bir nefes alarak terasa çıktığımda soğuk hava beni karşıladı. Hiçbir yere sığamıyordum.

Vücudum ürperirken terasın kenarına yaklaştım. Aşağıya baktığımda Karun'u çardakta bulunca buna sevinemedim çünkü berbat görünüyordu. Onu bu hale getirmekten nefret ediyorum. Çardakta tek başına oturuyordu. Gecenin bir yarısı sıcak yatağında uyumak yerine bu soğuk havada bir çardaktaydı. Eğdiği başını ellerinin arasına alıp kara kara düşünüyordu. Muhtemelen benimle ne yapacağını düşünüyordu. O kadar yorgun ve yenik görünüyordu ki sanki tüm dünyanın yükü onun omuzlarındaydı. Omuzları çökmüş, başı elleri arasında öne eğilmişti.

Bir zamanlar ona ödüldüm ama artık azap olduğumu görebiliyorum. Aldığı nefesi bile ona haram etmeye başlamıştım. Gecenin bir yarısı onu o soğuk çardağa iten bendim. Sol gözümden süzülen bir damla yaşla, "Özür dilerim," diye fısıldadım. Hiç duymadı ama bu gece bir kez daha ondan özür diledim. "En az senin kadar ne yapacağımı bilmez bir haldeyim."

Bu gece canımı yaksın diye onu kışkırtmamın sebebi bile beni affetmesi içindi. Ona yaşattıklarımdan sonra benden intikam alıp canımı yakacak bir şey yapmamıştı. O kadar çaresiz bir haldeyim ki, belki canımı yakarsa içindeki kin az da olsun diner diye düşündüm. Böyle delice şeyleri bile düşünecek kadar çaresizim.

Bir süre derin acılar içinde düşünüp durdu. Düşüncelerinin içinde çıkamamış gibi başındaki elleri çözüldü. Başını kaldırıp çatı katına bakınca gözleri benimle kesişti. İçim öyle bir kasıldı ki, acı karşısında iki büklüm oldum. Buz saçağı mavilerinin ağladığına yemin edebilirdim.

Bu uzaklıkta yüzünü yakından göremiyorum ama gözlerindeki o hisli bakış bana onun ağladığını düşündürttü. Bunu ona bir tek ben yapıyordum. Onun canını yakmaya devam ediyordum. Son bir yıldır ağlamayı bilmeyen bir adamın gözlerindeki yaş olmuştum.

Ben ona azaptım.

***

En güzel elbiselerimden birini giyip ayna karşısında hazırlanırken hiç mutlu değildim. Dün gece Karun uzun süre bahçedeki çardakta tek başına oturmuştu. O sürede bir paket sigarayı bitirdiğine eminim. Gecenin kalanını ise çalışma odasında geçirmişti. Benim olduğum bir odaya gelmektense çalışma odasında uyumayı yeğlemişti. Artık bu konuda profesyonel bir yardım almanın zamanı gelmişti.

Biz aramızdaki sorunları konuşarak aşmayı bilmiyorduk belki bu işte uzman olan birinin yardımı dokunabilirdi. Bu yüzden sabah uyanır uyanmaz bir çift terapistine randevu almıştım. Açıkçası Yavuz Bey konusunda pek emin değildim ama yine de randevu almıştım. Adama yapılan yorumları okumak iyi bir fikir değildi çünkü yorumların büyük bir bölümü eleştirilerle doluydu. Birleştirmekten çok insanları ayırdığını söyleyen o saçma yorumları ciddiye alacak değilim.

Şimdi işin en zor kısmı başlıyordu. Karun'u benimle çift terapistine gelmeye ikna etmeliydim. Benimle gelmesi için ısrar edersem asla gelmezdi. Israr etmeden teklif etsem bile gelmezdi. Karun terapistte gidecek biri değildi. Hayatının içine etmeseydim psikoloğa bile gitmezdi. En azından psikoloğa düzenli olarak gidiyordu. Karun'a benimle gelmesini teklif etmeyeceğim, onun gelmeyi istemesini sağlayacağım.

Bu yüzden bugüne özel kırmızı, ateşli bir elbise giymiştim. Straplez elbise önemli bir davete katılacakmışım gibi dikkat çekiyordu. Kalçamı saran kalem eteği ve derin yırtmacı tüm dikkatleri üzerine çekecek türdendi. Sivri uçlu, siyah stiletto ayakkabılarımı giydikten sonra kırmızı rujumu sürerek odadan çıktım. Siyah pardösümü koluma atıp merdiveni inmeye başladım. Aşağıya inerken kendi telefonumdan annemin telefonunu arayarak onun telefonundan aramamı cevapladım. Her şey planımın bir parçasıydı.

Annemin telefonunu çantanın içine koyarak suçumun delilini gizledim. Kendi telefonumu kulağıma yaslayıp aşağıya iniyordum. Karun'u bulana kadar bu telefonu kulağımdan çekmeyeceğim. İkinci kata indiğimde onu aramak için fazla uzağa bakmama gerek kalmamıştı çünkü Çağıl ile konuşarak çalışma odasından çıkmıştı.

Daha onlar beni görmeden hemen başımı eğip, "Sen neler diyorsun, Elay," diye konuşarak yürümeye devam ettim. Alt kata inmek için merdivene yönelirken kulağımda telefonu tutarak kahkaha attım. "Duha böyle konuştuğunu duyarsa sana çok kızar ama evet," diyerek başımı salladım. "Sırf dilinden düşürmediğin için o terapistte randevu aldım. Birazdan onunla görüşmeye gideceğim." Basamakları inerken Karun ve Çağıl'ın arkamdan geldiğini fark etmeyecek kadar kendimi telefon görüşmesine kaptırmışım gibi davranıyordum.

"Hayır, çok yakışıklı diye ondan randevu almadım. Kes şunu," diyerek gülmeye başladım. "Tamam, belki birazcık merak ediyorum." Karun'un delici bakışlarını sırtımda hissediyordum ama arkamda onun olduğunu bilmiyormuş gibi neşeyle konuşup aşağıya iniyordum. Biriyle konuşmadığımı asla anlayamazdı çünkü bunu öğrenmek için beni aradığında telefonum meşgul çalacaktı. Annemin telefonundan kendi aramamı cevapladığım için şu anda gerçekten telefonum meşguldeydi.

Hole inip doğrudan dış kapıya doğru yürüdüm. "Saçmalama tabii ki Karun benimle gelmeyecek," dediğimde evden çıkmak için acele ediyormuş gibi davranıyordum. "Çift terapistine sadece çiftlerin gittiğini bende biliyorum ama Karun'un benimle gelmesini istemiyorum. Orada bana sorun çıkartacağını sende biliyorsun."

Gülerek başımı salladım. "Hayır, Elay nereye gittiğimi öğrense de neden gittiğimi anlayamaz. İlişkimizi kurtarmak için terapistten tavsiye aldığımı söylerim." Sırıttım. "Yavuz Bey ile yanımda eski kocam olmadan tanışmak istiyorum." Tüm bunları duyduğunu düşünürsek beni kurşuna dizmesi an meselesiydi.

Telefonu kapatıp dışarı çıktığımda, "Furkan," diye seslendim. "Benim için bir taksi çağırır mısın, dışarıda küçük bir işim var."

"Dışarıda ne işin var?" Arkamda sinirli sesini duyunca irkilerek ona doğru döndüm. Çağıl ile kapının önünde dikildiğini görünce yakalanmış gibi telaşlanarak, "Hiiiç," dedim harfleri uzatarak.

Onun benimle gelmesini istiyorsam bu konuda ustaca bir rol çıkarmalıydım. Bu yüzden her şeyin yolunda olduğunu göstermek için yalandan gülmeye çalıştım. "Şey... Elay ile buluşacağım. Birlikte dışarıda kahvaltı yapmak için sözleşmiştik."

Duyduğu telefon konuşmasından sonra Elay ile buluşmayacağımı çok iyi bildiği için bakışlarında karanlık bir ifade geçti. "Demek Elay ile buluşacaksın?" Dişlerini sıktığında birbirine sürtünen dişlerinin gıcırtısı ürkütücüydü. "Bige!" Adımı dişlerinin arasından ezercesine söylemişti. "Bana söylemek istediğin bir şey var mı?" Peşime düşüp beni takip edeceğini tahmin etmek zor değil. Beni kıskıvrak yakalamadan önce gerçeği benden duymak için bana bir şans tanımıştı.

Yalanımı sürdürerek başımı iki yana salladım. "Hayır, yok." Dün geceden kalma dağınık saçlarına, boynunda atkı gibi duran açık kravatına ve kırışık gömleğine baktım. Üzerine sinen sigara ve alkol kokusunu bu uzaklıkta bile soluyordum. "Sen odaya çıkıp banyo yaparak giyin istersen." Kocasını aldatmak üzere olan bir kadının yüzsüzlüğüyle ona gülümsedim. "Fazla oyalanmadan eve dönerim."

Çenesinde bir kas seğirdi. "Bizim çocuklar seni bırakır," dediğinde sesinin kontrolünü yapmak için kendiyle savaş halindeydi. "Taksiyle gitmene gerek yok."

Telaşlanmış gibi yapıp, "Hayır," dedim hızlıca. Onun adamlarıyla buluşmaya gidersem Elay ile buluşmadığım ortaya çıkacakmış gibi davranıyordum. "Birazdan işe gideceksin korumalar sana lazım."

Her söylediğim onu sinirden deli ettiği için kaşlarını çatarak bana doğru bir adım atmıştı ki, Çağıl koluna tutarak onu durdurdu. Sakinleşmek için burnundan hızlı hızlı nefesler alırken sıktığı dişlerinin arasından, "Sen nasıl istersen!" dedi. Hızlı adımlarla içeri girdi. Odasına çıkar çıkmaz korumaları arayıp beni gizlice takip etmelerini isteyecekti çünkü hangi terapistte gideceğimi bilmiyordu.

Abisinin aksine Çağıl gülerek bana doğru yürüdü. "Sıkı bir hamle olduğunu kabul etmeliyim." Tam karşımda durduğunda keyfine diyecek yoktu. "Kıskançlığını tetiklemeseydin onu bir terapistte götürmenin hiçbir yolu yoktu."

Ne yapmaya çalıştığımı anlamasını beklemiyordum. "Neyin peşinde olduğumu nasıl anladın?"

Gözlerinde manidar bir ifade oluştu. "Çünkü seni tanıyorum istediğin tek kişi Karun. Eğer öyle olmasaydı bir yıl boyunca ülke ülke gezerken birçok kişiyle çıkabilirdin."

Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Çıkmadığımı nereden biliyorsun?"

Yapabilseydi bana baygınca göz devirirdi. "Eğer öyle olsaydı Karun bu evin kapısından bile girmene izin vermezdi. Son bir yılın araştırmasını yapmadığını mı düşünüyorsun?"

"Analiz yeteneğin çok iyi zeki çocuk." Sırıtarak ona yaklaştım. "Keşke özel hayatında da bu kadar iyi olsan. Neden benimle uğraşmak yerine Çiçek konusunu halletmiyorsun?" Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Senin aksine ben en azından kimi istediğimi biliyorum ve onu almak için buradayım." Tek kaşımı havaya kaldırdım. "Sense kimi istediğini biliyorsun ama bu konuda hiçbir şey yapmayacak kadar korkaksın."

"Korkak mı?" Tersçe bana baktı. "Bu biraz ağır olmadı mı?"

"Gerçekler hep ağırdır ve bil bakalım kim bu konuda uzman." İki elimi kaldırdım ve işaret parmaklarımı kendime doğrulttum. "Tabii ki ben! Annemin yaşadığı gerçeği hafif miydi sanıyorsun? Ya da bunca zamandır kendine bir aile kurduğunu ve bir kızı olduğunu bilmek? Abinin neden benden boşanmak zorunda olduğu gerçeği de hiç hafif değildi veya kendi ellerimle mahvettiğim hayatımın gidişatını değiştirememek." Acımla dalga geçercesine güldüm. "Gördüğün gibi gerçekler acıtıyor ama senin aksine ben kaçmak yerine acının üzerine üzerine yürüyorum."

Duydukları karşısında hiç kıpırdamadan bana bakınca derin bir nefes aldım. "Bak ben senin annen değilim ama uçmayı öğren diye seni bir uçurumdan itmekten de çekinmem." Bu konuda artık bir şeyler yapmalıydı. "Korkaklığı bırakıp git açıl şu kıza." Bu konudaki çekimserliği beni deli ediyordu. "Ya seni kabul eder ya da reddeder hepsi bu. Bir uçurumda düştüğünde ya kanatlarını kullanmayı öğrenirsin ya da yere çakılırsın ama her ikisinde de mutlak bir sonuca ulaşırsın."

Onu cesaretlendirmek için ellerimi göğsüne bastırdım. "Bir belirsizliği yaşamak yerine artık bir sonuca varmanın zamanı geldi." Göğsüne hafifçe baskı uygulayarak onu bir adım arkaya ittim. "Farz et ki şimdi seni uçurumdan ittim. Geri döndüğümde doğrudan odana geleceğim. Evet, bunu yapacağım. Uçmayı mı öğrendin yoksa yere mi çakıldın göreceğim."

Tam bir şey söyleyecekti ki işaret parmağımı tehdit eder gibi ona doğrulttum. "İki cevaptan birini bugünün sonunda bana vermezsen, Üsteğmen Çağıl Kalender bu konuyu kendi yöntemlerimle hallederim." Dudağımın köşesi tehlikeli bir ifadeyle kıvrıldı. "Emin ol bu konuya dahil olmamı istemezsin."

Onu karşıma alıp çocuk gibi azarladığım için gülmek ve kızmak arasında gidip geliyordu. Gülmemek için yanaklarının içini ısırırken oldukça eğleniyor gibiydi. "Senden iki yaş büyük olduğumun farkında mısın?"

"Evet."

"O zaman neden annem gibi davranıyorsun?"

"Çünkü birinin bunu yapması gerekiyordu." Yüzümü buruşturdum. "Ayrıca annen olsaydım bu konuşmayı terlik eşliğinde yapardık."

"Sen terlik giymezsin." Muzır bakışları ayağımdaki sivri uçlu ayakkabılara kaydı. "Yapacağımız konuşma topuklu ayakkabılar eşliğinde olurdu."

"Kafana geçirdiğim topuklular." Ona en güzel gülümsememi sundum. "Annen olmamı ister miydin?"

Kahkaha attı. "Ortada doğal afet gibi dolaşan bir anne isteyip istemediğimi mi soruyorsun?"

"Evet, haklısın bu seni şanslı yapardı." Omuzlarından onu çevirip kapıya doğru ittim. "Şimdi oyalanmayı bırak ve bitir şu işi."

"Beni istemediğini söyleyecek." Dağların aslanı söz konusu bir kız olunca çok özgüvensizdi!

"Ne var bunda abinde hep beni istemediğini söylüyor ama bu doğru mu, hayır! Muhtemelen şu anda üst katta beni takip etmek için aceleyle giyiniyordur." İri cüssesi arkaya çekilmek için direndikçe onu sırtından itip içeri sokmaya çalışıyordum. "Sen bir Kalender'sin, aptal olma ve açıl şu kıza!"

"Beni çok geriyorsun sonra yaparım!"

"Bunun için dört yıl daha beklemene izin vermeyeceğim! Çağıl, direnmeyi bırakıp gir içeri!"

Malikanenin kapısının önünde resmen onunla cebelleşiyorduk. "Şu ellerini çek sırtımdan! Seneye ona açılırım!"

"Seneye mi? Seni boğarım delirtme beni!"

"Rahat bırak beni yenge hanım! Ya bana hayır derse?"

"Sen böyle yaptıkça er veya geç birilerine evet diyecek ama o kişi sen olmayacaksın!"

"Bige Hanım, Çağıl Bey?" Çiçek'in naif sesini duyunca boğuşmayı bırakıp yutkunarak ona döndük. Serada topladığı çiçekleri kucağında tutarak bize bakıyordu. Kapının önünde dalaştığımız için şaşkınca gözlerini kırpıştırdı. "Her şey yolunda mı?"

"Evet," dedi Çağıl.

"Hayır," dedim aynı hızda.

Kaşlarını çatarak kısık bir sesle, "Kes şunu," dedi. Bu sefer benden kurtulamazdı.

Nedim ile bahçe kapısının önünde duran Furkan, "Bige Hanım," diye bağırdı. Bizden çok uzakta oldukları için sesini duyurmak için bağırmıştı. "Taksiniz geldi."

Dudaklarım kıvrıldığında Çağıl aklımdan geçeni anlamış gibi korkuyla yutkunup, "Sakın!" diye tısladı dişlerinin arasından. "Bunu yaparsan seni balkondan aşağıya atarım," demişti ki Çiçek'e bakıp, "Çağıl sana sırılsıklam aşık," dedim. "Hem de dört yıldır," dedikten sonra bahçe kapısına doğru koştum. Bombanın fitilini çekip kaçarken Çiçek'in elindeki güllerin yere düştüğünü göz ucuyla görmüştüm. Çağıl ise o esnada arkamda yaratıcı küfürler etmekle meşguldü. Geri döndüğümde umarım balkon konusunda ciddi şaka yapıyordur.

Birinin onun yerine bunu yapması gerekiyordu.

Çağıl peşimden gelip beni üst katın balkonundan atacak diye koşarak malikaneden çıkmıştım. Taksiye o kadar hızlı bindim ki bir tek yola çıkınca rahat bir nefes almıştım. Terapistte doğru giderken sırtımı koltuğa yaslayıp kıkırdadım. Çiçek'in şoke olan suratı aklıma geldikçe gülmek istiyordum. Uzun süre kendine gelemeyeceğini tahmin etmek zor değil.

Eğer Çağıl'ın ona açılacağına zerre kadar inancım olsaydı onun işine karışmazdım ama bu konuda bir şey yapmayacaktı. Çiçek'i kaybetmekten o kadar çok korkuyordu ki, duygularından ona bahsedemiyordu. "O herif bana kızmak yerine teşekkür etmeli." Bu aile benim kıymetimi hiç bilmiyordu.

Yolculuğun kalanında tekrar ve tekrar Gazel'e ulaşmaya çalıştım. Onu bıktırana kadar arayıp durduğum için en sonunda beni engelledi. Ne sanıyordu? Özlediğim için aradığımı falan mı? Bana annemin yerini söyledikten sonra cehenneme kadar yolu vardı! Engelleyerek benden kurtulamazdı. O benim de annemdi er veya geç bana onun yerini söylemek zorundaydı. Telefonu çantama koyarken, "Bunun hesabını vereceksin!" diye mırıldandım.

Taksici terapisttin ofisinin önünde durunca ücretini ödeyip arabadan indim. Binaya doğru bir adım atmıştım ki sokağı dolduran arabaların gelişiyle kahkaha atmak istedim. Karun ve adamları baskın yapar gibi gelmişti. Gülmek yerine suçüstü yakalanan bir insan gibi korku dolu gözlerle yaklaşan arabalara baktım. "Ben harikayım," diye mırıldandım. Karun'un kıskançlığını kullanarak hiç teklif etmeden onu buraya getirmiştim.

Kapıyı çarparak arabadan indiğinde burnunda soluyordu. Bana duyduğu öfkeden üzerini bile değiştirmemişti. Hâlâ dün geceki dağınık haliyle duruyordu. Tıpkı benim gibi giydikleri konusunda çok özenli bir adamı ceketsiz, kırışık bir gömlek ve boynundan sarkan bir kravatla görmek çok tuhaftı. Vücudu öfkeden yanıyor olmalı ki soğuğu bile hissetmiyormuş gibi yanına ceketini almamıştı. Bu dağınık haliyle bile göze fazla hitap ediyordu. Onu her haliyle iyi gösteren yakışıklı bir yüzü ve fit bir vücudu varken bu konuda avantaj ondaydı.

Çatık kaşlarla hızlı adımlarla yanıma gelip ağzımı bile açtırmadan arkamdaki binayı işaret etti. "Elay ile burada mı buluşacaksın?" Aldığı hızlı soluklar yüzünden omuzları inip kalkıyordu. Binaya nefret etmiş gibi baktı. "Kahvaltı yapılacak bir yere benzemiyor!"

Birbirini aldatan insanların kullandığı o rezil cümle dudaklarımdan döküldü. "Açıklayabilirim."

Bana hayal kırıklığı içinde baktı. "Açıklamanı içeride yaparsın!" Kolumu tutup beni kapıya doğru sürüklerken söyleyeceğim hiçbir şeyle ilgilenmiyormuş gibiydi. "Şu siktiğim puştunu bir de ben göreyim!" Terapistti öldürmez, değil mi?

Asansöre bindiğimizde, "Hangi kat?" derken yüzüme bile bakmıyordu. Aldatıldığını düşünen her erkek gibi bana hesap sormayı sonraya saklıyordu. Ona göre buraya onu aldatmak için gelmiştim ve benim canıma okumadan önce o herife gününü gösterecekti. Bütün bunlar ondan beklediğim ve kendimi hazırladığım tepkilerdi. Bu yüzden dördüncü katın düğmesine basarken rolüme devam edip suçluymuşum gibi başımı yerden kaldırmıyordum.

Dördüncü kata çıktığımızda benim yönlendirmemle Yavuz Bey'in ofisine geldik. Randevuma tam zamanında geldiğim için asistanı Yavuz Bey'in bizi beklediğini söyleyince Karun, bana öldürecekmiş gibi baktı. "Kimi beklediği ortada!" Sinirli yüzündeki her kas seğirdiği için ürkerek bir adım geriye çekildim. Kızmasını bekliyordum ama bakışlarında gördüğüm saf ölüm beni dehşete düşürmüştü. Nabzım hızlandı. Buraya tek bir amaçla gelmişti. Öldürmek.

Gözlerinde gördüğüm katliam beni endişelendirdiği için, "Dinle," diyerek hemen koluna yapıştım. Küçük oyunumun ayağıma dolanması an meselesiydi. "Hiçbir şey sandığın gibi değil," demiştim ki kolunu sertçe çekip bir hışımla terapisttin odasına girdi. Lanet olsun!

Peşinden koşarak içeri girdiğimde ofisin ortasında kaskatı kesilerek durduğunu gördüm. Rahat bir nefes aldım. Onu bekleyen adamı görünce öfkesi yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Evet, adam yaşlıydı. Muhtemelen ellilerinin sonundaydı. Karun'un telefon konuşmamda duyduğu o yakışıklı adamla en küçük bir ilgisi yoktu. Saçlarının tamamı dökülen kel bir adamdı. Üstelik boyu benim omuz hizama gelirdi. Kahve gözlerinin etrafındaki kırışıklıkların bir benzeri alnında ve dudaklarının çevresinde de vardı. Şık bir takım elbisenin içinde kendi halinde bir adamdı.

Karun'u buraya getirmek için bile olsa genç bir terapistten randevu almazdım. Buraya gelmeden önce oynadığım oyun yüzünden terapistle aramda bir şey olmadığına onu inandıramazdım. Bana olan güvenini sahte bir ölümle sarsmışken bir de sadakatim konusunda güvenini sarsmayı göze alamazdım. Tüm bunları düşünecek kadar aklım başımda olduğu için kötü yorumlara rağmen bulduğum en yaşlı terapistti seçip ondan randevu almıştım.

Karun beklediği gibi birini karşısında bulamayınca başını çevirip omuzunun üzerinden bana baktı. Kıvrılan dudaklarımdaki sinsiliği görünce kaşlarını çatıp, "Lanet kadın!" dedi küfreder gibi. Evet, tuzağa düştüğünü anlamıştı. Kahkaha atmak istiyorum.

Bu ofisten derhal çıkmak için bir adım atmıştı ki yolunu kesip, "Aklından bile geçirme," diyerek karşısında durdum. "Buraya kadar gelmişken o terapiye ödediğim paranın hakkını verip bir saat boyunca bu odada kalacağız."

Buraya onu aldatmak için gelmediğimi anladığı için sert yüz hatları gevşedi ancak onu tuzağa düşürdüğüm için hâlâ bana sinirli bakıyordu. "Hayır, buradan hemen gidiyoruz!"

"Gitmek mi?" Kati suretle karşı çıktım. "Seni buraya getirmek için yapmam gereken en adi oyunu oynadım! Sence bu kapıdan çıkmana izin verir miyim?"

Omuzları gerildi. "Bige, eğer hemen şimdi buradan çıkmazsak adice oynayan tek kişi sen olmayacaksın!"

"Dene istersen bana karşı hiç kazanamadın."

"Bilerek verdiğim zaferler mağlubiyetimi göstermez, sana yenilmeye istekli olduğumu gösterir!" Kolumu tutarak beni kapıya doğru çekiştirdi. "Gerçek bir yenilgiyle paramparça olmak istemiyorsan yürü!" Buz gibi bir ifadeyle gözlerimin en derinine baktı. "Benim de sabrımın bir sonu var ve sen o sınırı çoktan aştın!"

Birbirimize bağırarak onu burada tutamayacağımı bildiğim için, "Benim için burada kalamaz mısın kocam," diye fısıldadığımda kolumdaki eli dondu. Hızla bana baktığında bunun hâlâ işe yarıyor olmasına hayret ettim. Ona yaptığım onca şeye rağmen hâlâ kocam deyişime zaafı vardı.

Kocam deyişim az da olsun onu yumuşatınca bunu sonuna kadar kullandım. "Lütfen," diye mırıldanıp kolumdaki elini tuttum. "Bu kapıdan çıkıp gitmen beni çok üzer." Gözlerim doldu ve bu seferki yaşlar sahte değildi. "Biliyorum buraya sadece evli çiftler geliyor ve biz artık evli değiliz." Ona bakmak için kendimi zorlarken, "Ama ben kendimi hâlâ senin karın gibi hissediyorum," dedim kısık bir sesle. "Basit bir boşanma evrakı bana boşandığımı söyleyebilir ama nasıl hissedeceğimi söyleyemez." Bana olan bakışları yumuşadığına göre doğru yoldayım.

Ona sırnaşıp göğsüne sokulmak ister gibi dibine kadar girdim. "Tüm bunları seni yeniden kazanmak için yaptığımı görmüyor musun?" Göğsüne sokulup hep orada kalmak isterken bakışlarım çekingendi. İstesem de elini tutmak dışında ona temas edemiyordum. Tepkisini kestiremediğim için bu konuda çekimserim.

"Karun, benim için uğruna savaşacağım kadar değerlisin," dedim. Gözlerim titreşirken dürüstlüğüm sorgulanamazdı çünkü bunlar gerçek hislerimdi. "Seni çok kolay kaybettim, zor olan geri kazanmak. Biliyorum beni görmek bile istemiyorsun ama senden istediğim on üç gün dolana kadar hiç olmazsa çabalamama izin ver." Başımı kaldırıp içimi titreten mavilerine baktım. "Senin için çabalamama izin ver."

Cevabını soluğum tutarak beklemeye başladım. Kati suretle bunu kabul etmeyecek gibiydi. Bana hayır demek için dudaklarını aralamıştı ki kirpiklerimin arasından süzülen bir damla gözyaşı onu durdurdu. Her daim dik olan omuzları düştü. Bir kez daha kendi isteğiyle bana yenilmeyi tercih ederek, "Sadece on dakika," dedi isteksiz bir sesle. "Bu saçmalığa en fazla on dakika tahammül ederim sonra ikimizde gidiyoruz buradan." Başlangıç için bu kadarı bile yeterliydi.

Gözlerimi kırpıştırdım. "On üç dakika olsa olmaz mı?"

"On dakika dedim."

"Benimle üç dakikanın pazarlığını mı yapıyorsun?"

"Tıpkı senin şu anda yaptığın gibi mi?"

"On üçte anlaşmazsak hastalanıp kahrımdan ölürüm."

"Abartma her haltı on üçle kıyaslamak zorunda değilsin."

"Ama kocam-"

"Tamam, ulan on üç dakika!" dediğinde istediğimi almanın neşesiyle kıkırdadım. Bana tersçe bakıp, "Gülme şöyle," deyince gülerek başımı salladım ve o, homurdanarak Yavuz Bey'e doğru yürüdü.

Onunla tanışmak için isteksiz bir şekilde, "Karun Kalender," diyerek kendini tanıttığında Yavuz Bey zaten onun kim olduğunu biliyormuş gibi bakıyordu. Karşısında attığı her adımı haber olan ve sık sık gazetelerin gündeminde yer edinen bir adam varken onu tanımaması imkansızdı. "Hoş geldiniz, Karun Bey," dedi kibar bir sesle.

"Merhaba," diyerek ona doğru yürüdüm. "Bende Bige Efil Saka," dediğimde Karun bir an boşandığımızı unutup çatık kaşlarla, "Kalender!" demişti ki hatırladığı şeylerle dilini ısırarak sustu. Artık Kalender değildim. Bu gerçek kısa bir an göz göze gelmemize neden olmuştu. İkimizin de bakışlarındaki burukluğu dışarıda bakan herkes görebilirdi.

Yavuz Bey ile tanıştıktan sonra ikimizde onun masasının önündeki koltuklara geçtik. Başlangıç konuşmalarımız tamamen birbirimizi tanımaya yönelikti. Bir süre sonra Yavuz Bey evliliğimizdeki sorunlardan bahsetmemizi isteyince çenem düştü. "Aslında bizim buraya gelen o çiftler gibi normal bir evliliğimiz yoktu." Karşımda oturan ve bacak bacak üstüne atarak telefonuyla meşgul olan Karun'u işaret ettim. "Birbirimizle isteyerek evlenmedik." Daha ilk dakikada sıkıldığı için kafasını telefona gömmüştü.

Bizi doğru şekilde anlamak için Yavuz Bey ihtiyatlı bir ifadeyle, "Zoraki bir evlilik miydi?" diye sordu. "Veya görücü usulü?"

"Şu karşınızdaki mağara adamı sizce görücü usulüyle evlenecek birine benziyor mu?" Karun söylediklerim için hiç alınganlık yapmazken başımı iki yana salladım. "Biz birbirimizi hiç görmeden evlendik." Derin bir nefes alıp her şeyi en başında anlatmaya karar verdim. "İkimizde başka birileriyle evlilik planları yapıyorduk ama Duha bizi birbirimizle evlendirdi."

Yavuz Bey hiç tepki vermeden bana bakarken, "Duha Tunus mu?" diye sordu. Duha'yı tanıması beni şaşırtmadı çünkü Karun'u tanıyan herkes mutlaka onu da tanırdı. Bu ikisinin adı hep birlikte anılıyordu. Sıra dışı düşmanlıkları herkesin dilindeydi.

"Duha bir nevi Karun'un gizli aşkı gibi bir şey,"  dediğimde Karun sonunda bir tepki gösterdi ve ters gözlerle bana baktı. "Duha şimdilerde Karun ile görüşmüyor çünkü Elay ile ama geçen gün Ersin'i dövmüş."

"Ersin kim?" diye sordu Yavuz Bey.

"Karun'un yeni düşmanı. Duha bunu sindiremediği için zavallı adama pusu kurup onu dövmüş. Elay'ı kıskanmıyor ama Karun'u kıskanıyor," dediğimde Karun kısık bir sesle küfredip, "Ersin'i mi dövmüş?" dedi şaşkınca. Sonunda koltuğa oturduğundan beri bir tepki verebilmişti. Ne yani bundan haberi yok muydu?

"Evet." Sesimdeki kıskançlığı gizlemenin bir yolu yoktu. "Dün sabah Elay telefonda bana anlattı." Kinayeli bakışlarımı ona yönelttim. "Senin için Ersin'i dövmesi çok romantik değil mi?"

Kaşlarının kavisi ürkütücü bir hızla çatıldı. "O puşttun neyi ne sebeple yaptığını bilmiyorum, ilgilenmiyorum da!"

"Ama o seninle ve takıldığın insanlarla oldukça ilgileniyor."

"Böyle devam edersen bende onun bozuk kalbini durdurmakla yakından ilgileneceğim." Meydan okurcasına kaşlarını yukarı kaldırdı. "Suç ortağını ortadan kaldırmam ilgini çekiyorsa konuşmaya devam et."

Durduk yere Duha'nın başını belaya sokmak istemediğim için Yavuz Bey'e döndüm. "İlişkimizin boyutunu anlamanız için önce hayatımızdaki diğer insanların kim olduğunu bilmelisiniz çünkü bu hale gelmemizde hepsinin payı var." Derin bir nefes alarak koltuğuma yaslandım. "Duha her şeyi başlatan lanet herifin teki. Neyse ki şimdilerde hastalığı ve Elay ile meşgul olduğu için insanların hayatına burnunu sokmuyor."

Sessizliğini koruyarak beni dinleyen Yavuz Bey, "Elay kim?" diye sordu.

"Elay benim evlendiğimi sandığım ama aslında onun yerine Karun ile evlendiğim Serhat'ın eski eşi. Tıpkı Rengin gibi Serhat'ta tarihe karıştı ama Serhat ölmedi. Karun onu hadım ettiği için ortalarda kayboldu. Bu arada Rengin'de Karun'un eski nişanlısı. Rengin aynı zamanda Duha'nın da eski sevgilisi. Hayır, Duha onu çoktan unuttu çünkü artık Elay ile. Karun ile ikimizi evlendirip Elay'ın evliliğini yıktığı yetmezmiş gibi şimdi kendisi Elay'dan hoşlanıyor. Karun'da Rengin'i öldürerek benimle olmaya başladı." Yavuz Bey'in dehşetle açılan gözlerine tebessüm ederek baktım. "Evet, biz böyle kocaman bir aileyiz."

Yaşlı gözleri irileşerek sersemleyen adama masumca bakıyordum. "Burada konuşulan her şeyin burada kalacak olması çok güzel, değil mi? Neyse ki hasta ve doktor arasındaki konuşmalar mahkemede delil niteliği taşımıyor."

Yerinde rahatsızca kıpırdandı. "Buna neden değindiğiniz?"

Karun telefonu cebine koyduğunda dikkati artık Yavuz Bey'in değişen suratındaydı. "En kötüsünün birini hadım etmem veya Rengin'i intihara zorlamam olduğunu mu sanıyorsunuz?" Yavuz Bey'in korkusu onu eğlendirmeye başlamış olacak ki dudakları kıvrıldı. "Daha başlamadı bile."

Adamın gözlerinin içine baktı. "Tüm hikâyeyi henüz duymadınız ve gördüğünüz gibi sevgili karım anlatmaya bir hayli istekli." Kısacası ona korkman için daha çok erken çünkü bundan daha fazlası var diyordu.

Köşedeki ayaklı panoyu görünce yerimden kalktım. "Yavuz Bey izin verirseniz anlayacağınız şekilde anlatmak istiyorum çünkü bizim hikayemiz gerçekten çok karışık." Masanın üzerindeki fosforlu kalemlerden birini alıp panonun yanına gittim.

Panoyu ikisinin göreceği bir yere koyup panonun ortasına Karun ve Duha'nın isimlerini yazdım. Sınıftaki öğrencilere ders verir gibi, "Her şey bu ikisinin düşmanlığıyla başladı," dedim. "Düşmanlıklarının ne kadar eskiye dayandığını veya tam olarak ne üzerine olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz. Bence onlar da bilmiyor veya hatırlamıyor." Bu konuda güçlü şüphelerim vardı.

İkisinin isminin altına Rengin'in adını yazdım. "Bu arkadaşımız aynı anda ikisiyle birlikte çıkmaya başladığı için işler karıştı." Rengin'in üzerine iki ok çizip okları Karun ve Duha'ya doğru uzattım. "Aynı kadınla görüştüklerini Karun ve Duha uzun süre bilmedi." Yüzümü buruşturdum. "Her haltı biliyorlar ama iki yıl boyunca aynı kadınla çıktıklarını bilemediler."

Karun rahatsızlığını belli ederek, "Ben bu anlatım tarzından hiç hoşlanmadım," dedi. "Otur yerine, Bige."

Yavuz Bey gerginliği azaltmak için ona yumuşak bir ifadeyle bakıp, "İzin verelim de bitirsin," dedi.

"Oraya senin ismini yazmıyorsa kapat çeneni."

"Terapistimize karşı daha kibar ol," diyerek onu uyardım.

Lafını hiç esirgemeden, "Bu herif benim terapistim değil," diyerek bana bileğindeki saati gösterdi. "Dokuz dakikan kaldı acele etsen iyi olur." Ciddi ciddi dakika mı tutmuştu.

Onun adına özür diler gibi Yavuz Bey'e bakınca, "Hiç sorun değil," diyerek tebessüm etti. "Meslek hayatım boyunca karşılaştığım tek fevri hasta Karun Bey değil."

Kaşlarını çattı. "Hasta mı?"

"Karun rahat bırak adamı!" Elimdeki kalemi kafasına fırlatmamak için kendimi zor tutuyordum. "Ne yapmaya çalıştığını görebiliyorum ama Yavuz Bey'e sataşarak dokuz dakikam dolmadan bu odadan çıkmama neden olamazsın." Bu seanstan kurtulmak için Yavuz Bey ile uğraşıp duruyordu.

Ona kızıp tekrar panoya döndüm. "Duha aldatıldığını Karun ve Rengin nişanlanınca anladı." Duha'nın isminde başlayan bir ok çizip okun ucuna Kadem'in adını yazdım. "Sağ kolunu çirkin bir plan için görevlendirdi." Kadem'den uzanan okun ucuna Serhat ve Elay'ın ismini yazdım. "Duha'nın isteği üzerine Kadem bu çiftin hayatına girerek Serhat'ı satın aldı." Kendi adımı yazarak Serhat'ın okunu ismime doğru çizecektim ki Karun, "O panoyu parçalamamı istemiyorsan o it ve kendi isminin arasına bir bağlantı çizmezsin," diyerek beni deli etti. Sürekli oyunbozan çocuklar gibi davranıp duruyordu!

Karun yüzünden Serhat ve ismim arasına ok çizmekten vazgeçtim. Adımın üzerine dokunarak Yavuz Bey'e baktım. "Bu noktada benim hikâyeye giriş yaptığım kısım başlıyor," diyerek her şeyi pano üzerinden anlatmaya başladım.

Uzun ve entrikalarla dolu bir hikâye Yavuz Bey'i bekliyordu.

***

"Bende karşılık olarak sahte bir ölümle ortadan kayboldum," diyerek sonunda anlatmayı bitirdiğimde bunu yapmak kırk dakikamı almıştı. Kırk dakika boyunca odada konuşan sadece bendim. Karun hiç konuşmamıştı ama anlattığım her şeyle Yavuz Bey'in değişen suratına bakıp bıyık altında gülmüştü. Zavallı adamın kalbine inecek gibiydi ve Karun bunun olmasını her şeyden çok istediğini gizleme çabasında bulunmuyordu.

Yavuz Bey meslek hayatı boyunca böylesine bir çiftle karşılaşmamış olmalı ki dehşete düşmüştü. Kireç gibi solan suratı gerçekten bir kalp krizi geçirecekmiş gibi endişe vericiydi. "Acaba ona her şeyi detaylıca anlatmasa mıydım?" diye fısıldadığımda Karun güldü. "Carlos'u havaya uçurduğunu anlattığın kısım çok iyiydi." Hayır, değildi çünkü o kısımda Yavuz Bey neredeyse kendi tükürüğünde boğulacaktı. Karun'un iyi anlayışı Yavuz Bey'in kıvranışlarıydı.

Kırk dakika boyunca panoya bir şeyler yazıp çizdiğim için ayaklarım yorulmuştu. Panoyla bir işim kalmadığı için yürüyüp yerime oturdum. Karun ile birbirimize yaptığımız her şeyi eksiksiz anlattığım için Yavuz Bey'in bize olan bakışları müthişti. Karşısında kulak yerine antenleri olan bir çift varmış gibi bakıyordu. Kırk dakika boyunca bir sürahi dolusu suyu içmemiş gibi bir kez daha suya uzandı. "Tüm bu şeylerden sonra birbirinizi bırakmayı hiç düşündünüz mü?" dediğinde hayretler içinde kalmış gibiydi. "Bu seçeneği gözden geçirdiniz mi?"

Herkesin iyiliği için birbirimizden uzak durmamız gerektiğine inanmaya başlamıştı. Anlattığım tüm o kan ve vahşet olaylarından sonra ayrılmamız gerektiğini düşünüyordu. Karun ona bıkkın gözlerle bakarken, "Biz zaten boşandık," dedi düz bir sesle. "Beni buraya kandırarak getirdi. Bir şeyleri kurtarmak istediğim yok."

"Bende ortada kurtarılacak bir şey göremiyorum," dedi Yavuz Bey. "Birbirinizden uzak durmalısınız."

"Ne diyorsun sen be!" diye çıkıştığımda Karun gülmemek için başını hafifçe öne eğdi. "Bige, terapistimizle daha kibar konuşur musun?" Hayvan herif beni kendi sözlerimle vurmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu.

"Ben sizin gibi düşünmüyorum." En ters bakışlarım Yavuz Bey'in üzerindeydi. "Siz terapist değil misiniz? Biz bulamasak da sizin kurtarılacak bir şeyler bulmanız gerekiyor." Keşke onun hakkında yapılan tüm o kötü yorumları ciddiye alsaydım. "Siz boşanma avukatı mısınız? İnsanları ayırmayı bırakın."

Derin bir nefes alıp, "Bige Hanım bu anlattıklarınız normal şeyler değil," diyerek öne doğru eğildi. Duyduklarından sonra kendine gelmek için doldurduğu bardaktan birkaç yudum daha içti. "Yaşadıklarınız ve birbirinize yaşattıklarınız sağlıklı bir ilişkinin temelinde olmaması gereken her şeyi kapsıyor." Bana kendi doğrularını kabul ettirmek ister gibi bakmaya başladı. "Birbirinizi saplantı haline getirmek yerine bu noktada bırakmak en doğru karar olabilir." Ben bu adama yolunda gitmeyen ilişkimi kurtarmak için geldim, bitirmek için değil.

Onu buraya getirdiğime beni pişman etmek isteyen Karun, sonunda eğlenmenin bir yolunu buldu. Yavuz Bey'e katılıp, "Sizinle aynı fikirdeyim," diyerek beni kızdırmaya çalıştı. "Olmuyorsa zorlamanın bir anlamı yok. Bu konuda bize ne önerirsiniz?" Sanki daha önce çoğu şeyi zorlayan o değilmiş gibi konuşması yok mu, beni deli ediyor!

Yavuz Bey bizim hakkımızdaki notunu vermiş gibi, "Başka insanlara şans vermeyi deneyebilirsiniz," dedi. "Boşandığınızı da düşünürsek ortada kurtarılacak bir evliliğin olmadığını kabullenmelisiniz. Belki de yapmanız gereken tek şey yeni insanlara bir şans tanımak."

Karun'un çatılan kaşlarını görünce kahkaha attım. "Harika bir fikir." Şimdi eğlenme sırası bana geçmişti.

Oturduğu yerde gergin bir ifadeyle dikleşti. "Harika bir fikir mi?" Gözlerini gözlerime diktiğinde mavilerinde gördüğüm kıyım omurgama buz gibi bir ürperti gönderdi. "Sen neyden bahsettiğinin farkında mısın?"

Öfkesi onu sinsice yakarken benim için çölde su bulmuş gibi serinleticiydi çünkü onu kıskıvrak yakalamıştım. "Az önce Yavuz Bey ile aynı fikirde değil miydin?" Dudaklarından çıkan her cümleyi ona karşı kullanmasını iyi bilen bir kadın olarak gülümsedim. "Kurtarılacak bir şey olmadığını söyledin, o zaman başka insanlarla görüşmemiz senin için bir sorun olmamalı, değil mi?"

Dizindeki elinin parmakları tıpkı bir yılan gibi kıvrılarak avucunun içine büküldü. Öfkesini yumruğunun içine hapsetmeye çalışarak yumruk yaptığı elini sıktı. "Kimseyle görüşmeyeceğim sende öyle!" Bu fikri gerekirse kafama vura vura aklıma sokmak ister gibi sert bakıyordu. "Siktiğim insanları kiminle istiyorsa onunla olabilir ama bizim için bizden başkası yok!"

"Bu yaşananlardan sonra birbirinizle olmanız da hiç sağlıklı değil," diyen Yavuz Bey bunları ona söyleyecek kadar cesaretliydi. "Birlikte olmayı deneseniz bile bunun uzun süreceğini düşünmüyorum. Birbirinize bu sefer daha da büyük acılar yaşatmayacağınızın bir garantisi yok." Bu adam yanlış mesleği yapıyordu. İstifa edip boşanma avukatı olmalı.

Karun'un bakışlarındaki tehditti görmeyerek, "Bakın Karun Bey bu anlatılanlar sıradan şeyler değil," dedi. "Bu birliktelikte siz birbirinizle olmak yerine birbirinizden kurtulmaya çalışmışsınız. Tüm bunlar daha ağır travmatik olayları tetikleyebilir ve emin olun bundan daha ağır ne yaşanılabilir, bilmiyorum." İkimizin de travmatik bir vaka olduğunu düşünüyordu. "Birbirinize zarar verdiğinizin farkında değil misiniz?"

Karun tüm öfkesini çatık kaşlarla ona yöneltti. Delici bakışlarını doğrudan ona diktiğinde zavallı adam onun bakışlarından ürkmüş gibi yutkunarak hemen bakışlarını kaçırdı. "En azından başkalarıyla olan randevuyu bir seferliğine denemelisiniz," diyerek yumuşak bir sesle bizi ikna etmeye çalıştı. Bu konuda ısrarcıydı. Bu gidişle Karun'a gerek kalmadan ben ona dalacağım.

"Randevunuz boyunca birbirinizi hiç aramayacak, görmeyecek ve rahatsız etmeyeceksiniz. Kendinizi tamamen randevunuza vermelisiniz." Önce Karun'a sonra da bana baktı. "Düşündüğünüzün aksine bu yararlı bir öneri olabilir. Bunu deneyin ve bir sonraki seansımızda nasıl sonuçlandığını bana anlatın."

Karun kan beynine sıçramış gibi bir hışımla ayağa kalkıp, "Ne diyorsun lan sen!" diyerek onun üzerine yürüyünce hemen ayağa kalkıp koluna yapıştım. "Sakin ol kızacağın kadar kötü bir şey demedi."

"Demedi mi?" Çenesi kasıldı. "Karımın biriyle randevuya çıkmasını teklif ediyor ve benden de buna göz yummamı istiyor. Pezevenk miyim ben!" Kolunu sertçe çekerek yanımdan geçti. O kadar hızlı Yavuz Bey'e ulaştı ki ona vurmasına engel olmak için, "Ben denemek istiyorum!" dedim yüksek bir sesle. Bu onu durdurmuştu. Kahretsin, bunu söylerken ciddi değildim.

Yavuz Bey'in tam karşısında dururken başını ağır bir ifadeyle çevirdi ve bana baktı. Boynundaki atar damarların şiddetli atışını hissederken bakışları karşısında korkuyla geriledim. Buna rağmen, "Randevuya çıkacağım," demeyi başardım. "Ne yaparsam kendimi sana affettiremiyorum. Belki de sende ısrarcı olmak yerine farklı alternatifleri düşünmemin zamanı geldi." Bu konuda ciddi değilim. Ondan başka kimseyi istemiyorum. Onunla olmak istiyorsam beni kaybetmek üzere olduğunu ona hissettirmeliyim.

Bu karar belki de hayatımın en yanlış kararıydı ama o kadar umutsuz bir haldeyim ki, aklıma gelen en saçma fikirleri bile değerlendirmek istiyorum. Farklı insanlarla denemek istediğimi söylemek onda bardağı taşıran son noktaydı. Omuzları öylesine gerildi ki sırt kaslarıyla üzerindeki gömleği ikiye bölebilirdi. Karşısındaki her insana ölümü iliklerine kadar hissettirirken onun sert bakışlarından kaçmanın bir yolu yoktu.

Çenesini sıktıkça yüzü sinirden kasılıyordu. Sıktığı dişlerinin arasından, "Demek farklı alternatifler denemek istiyorsun?" dediğinde sesi tıslar gibiydi. Sinirden yerinde duramazken bana günümü göstermek ister gibi, "Dene bakalım!" dedi. "Hatta ikimizde deneyelim!"

Boğazımda bir yumru oluştu.

Başım büyük belada, değil mi?

***

"Sen niye bu kadar aptalsın?" Duha ofisinin içinde dönüp dururken karşısında akıldan noksan biri varmış gibi davranıyordu. "Biz seni o eve Kalender ile barış diye gönderelim ama sen git adama başka insanlarla çıkmayı kabul ettir! Pes doğrusu!"

"Kabul edeceğini beklemiyordum ki." Kafamı duvarlara vurmak ister gibi sızlandım. "Olayların bu raddeye gelmesini beklemiyordum." Yardım ister gibi ağlamaklı bakışlarımı ona diktim. "Görmüyor musun, çok müşkül bir durumdayım."

Duha ters bir şey söylememek için dudaklarını birbirine sımsıkı bastırırken Kadem güldü. "Bana kendimi zeki hissettiren tek insansın." Boğazından çıkan kıkırtıya engel olamadı. "Çünkü senden daha aptalı yok."

"Lütfen kendine haksızlık etmez misin?" dedim. "Bu konuda en az benim kadar iyisin."

"Ama bir sen etmem."

"Teveccühün."

"Çıldıracağım bir tek aptallıklarınızı yarıştırmadığınız kalmıştı!" diyen Duha sinirle ellerini saçlarından geçirmekle meşguldü. "Elalemdekiler zekalarını konuşturur ama bendekiler aptallıklarını yarıştırır!"

"Komşunun tavuğu insana kaz görünürmüş," diye homurdandım. "Bize haksızlık etme."

"Komşumuzun bir tavuğu mu var?" Kadem gözlerini kısarak bana doğru eğildi. "Karun evde tavuk mu besliyor?"

"Karun nereden çıktı şimdi?"

"Komşumuz o."

"Hayır, malikanede tavuk beslemiyorlar," dedim safça.

"Besleseydi çoktan mideye indirirdin," dedi Kadem.

"Yemezdim."

"Seni tanıyorum yerdin."

"Haklısın yerdim."

"Konumuz bu mu Allah'ın eksik kromozomları!" Duha'nın kızgın sesiyle irkilerek hemen ona döndük. Konuyu dağıtmakta üstümüze yoktu.

Çatık kaşlarının altındaki sinirli gözlerini bana dikince omuzlarım düştü. "Benim amacım Karun'a beni kaybetmek üzere olduğunu düşündürmekti ama o, başka insanlarla denemeye dünden razıymış gibi hemen kabul etti." Yüzümü sinirle ovuşturdum. "Bu gece bir kadınla yemeğe çıkacak!" Yavuz Bey'in ofisinden çıkar çıkmaz Kenan'ı arayıp ona bir randevu ayarlamasını istemişti!

Kadem çilekli sütünü höpürdeterek içerken çok sakin bir sesle, "Bırak ne hali varsa görsün," dedi. Evli olmadığım biriyle aynı evde yaşamamı sorun ettiği için son gelişmelerden memnundu. "Eve geri dön."

"Dönmeyecek." Duha onu tersleyerek elindeki sütü aldı. "Beni Kalender ile barıştırana kadar o evden çıkamaz. Karşı atak olarak bizim kuşta bu gece biriyle randevuya çıkacak."

"Abi sen bir sektir gitsene artık." Kadem buna izin vermeyecekmiş gibi kaşlarını çattı. "İki gün boş kaldı diye kıza hemen birini ayarlama."

Bir detaya değinmek ister gibi işaret parmağımı havaya kaldırdım. "İki gün değil toplamda 405 gündür boşum," dedim masumca.

"Sayıyor musun lan bir de!" Kadem'in sert çıkışıyla gülerek başımı salladım. "Sen saymıyor musun?"

"Nesini sayacak?" diye homurdandı Duha. "Onu tanıdığımdan beri hayatına kimseyi almadı ve onu on yaşından beri tanıyorum."

Kadem böbürlenir gibi gömleğinin yakasını düzeltti. "İlişkiler konusunda çok seçiciyim." Göğsünü kabarttı. "Sizin gibi her gördüğümün üzerine atlamak yerine kendimi doğru kişiye saklıyorum."

Yüzümü buruşturdum. "Bu gidişle turşunu kuracağız. Git artık kendine bir sevgili yap."

Duha tüm ciddiyetiyle, "Mümkünse kadınlardan yana yap seçimini," dedi.

"Abi artık ayıp oluyor," diye sızlandı. "Bu imalarından bıktım."

Aynı bıkkınlık ifadesi Duha'nın yüzünde de vardı. "Ben de senin hangi cinsten hoşlandığını anlayamamaktan bıktım."

Kadem kaşlarını çatıp tam bir şey söyleyecekti ki, aklına ne geldiyse bakışlarında şeytani bir ifade geçti. Onu birazcık tanıdıysam korkmamız gerekiyordu. "Bunu sizlerle paylaşmak için biraz beklemek istiyordum ama sanırım zamanı geldi." Öne doğru eğilip gözlerini Duha'ya kenetledi. "Yarın akşam sevgilimi seninle tanıştırmak için eve getireceğim."

Kelimenin tam anlamıyla bizi şaşırtmayı başardı. Duha ağzı bir karış açılmış bir halde ona bakıp, "Sevgilin mi var?" dediğinde buna hiç ihtimal vermiyordu.

Kadem uzanıp onun elindeki çilekli sütünü alarak arkasına yaslandı. "Evet var ve siz yarın akşam onunla tanışacaksınız." Neden bir işler karıştırdığını düşünmeye başladım?

Duha yıllardır bunun olmasını bekliyormuş gibi rahatlayarak nefesini koyuverdi. "Kendi gözlerimle görmedikçe inanmam." Tehdit eder gibi dik dik Kadem'e baktı. "Yarın o kızı benimle tanışmaya getirmezsen geceyi dışarıda geçirirsin."

Duha'nın aksine ben bu habere pek sevinmemiştim çünkü hayatında biri olsaydı bunu benden saklamazdı. "Yine ne işler karıştırıyorsun?" Gözlerimi kısarak ona doğru eğildim. "Nerede çıktı bu sevgili işi?"

"Nerede mi çıktı?" İşaret parmağını alnıma bastırarak beni arkaya doğru itti. "Her sağlıklı erkek gibi benim de bir sevgilim olabilir."

"Yarın akşam foyan ortaya çıkınca görürüm seni." Ona zerre kadar inanmadığım için söylediği yalanı kurcalamak yerine Duha'ya döndüm. "Beni bu geceki yemekten kurtaracak bir yol bul."

Bundan kurtuluşun yok der gibi bakarken bana sırtını dönüp masasına doğru yürüdü. "Sana bir ders vermek için randevuya çıkmayı kabul ettiği çok belli. Bunun altında kalamazsın, özellikle de bu fikir senden çıkmışken." Tükürdüğümü yalamamak için mecburen bende randevuya çıkacaktım öyle mi?

"Ya randevulaştığı kadından hoşlanırsa?"

"Keşke böyle bir şey olsa da bizde artık rahat bir nefes alsak," dedi Kadem bıkkınca. "Bir aydır içim dışım Karun oldu. Sen sussan bu seferde bu başlıyor," diyerek Duha'yı işaret etti. "Ne Karun'muş arkadaş, sanırsın dünya onun etrafında dönüyor."

Kıkırdayarak, "Sen tam olarak burada hangimizi kıskanıyorsun?" diye sordum. "Duha'yı mı yoksa beni mi?"

Ceketinin iç cebinden bir tane çilekli şeker çıkartarak, "Her ikinizi de!" diyerek itiraf etti. "Son günlerde tek düşündüğünüz Karun. Kimse benimle ilgilenmiyor, Kenan piçi de konuşmuyor benimle." Ayaklarını uzatıp kabaca orta masaya koydu. "Çok ihmal ediliyorum."

"Yarın akşam size geldiğimde sevgilinle üçümüz biraz takılalım mı?" dedim yumuşak bir sesle. "Dışarı çıkıp vakit geçiririz." Bir sevgilisi olduğuna inanmıyorum ama yarına kadar bundan emin olamam. Son günlerde onu çok ihmal ettiğimin hiç farkında değildim.

Teklifim onu heyecanlandırdı. "Öncesinde korku evine de gider miyiz? Hep gitmek istemişimdir."

Tebessüm ederek başımı salladım. "Elay'ı da alırız dördümüz biraz eğleniriz."

"Ben niye dışlanıyorum?" diyen Duha alındığını gizlemeye çalışıyordu. "Korku evine bende hiç gitmedim." Ensesini kaşıyarak bizden başka her yere bakarken, "Uğraşacak bir Karun'da yok zaten," diyerek kendini acındırmaya çalıştı. "İyice ortada kaldım!"

"Senin kalbin var." Kadem onu saf dışı bırakarak sırıttı. "Evde oturup ilaçlarını içerek uslu uslu bizi bekle."

"Çocuk muyum lan ben piç! Bende geliyorum."

"Gelemezsin senin kalbin var," dedim.

"Kendi türünle aynı beyin miktarını taşıyan beyinden yoksun kuş, senin kalbin yok mu?" diyerek beni azarladı. "Herkesin kalbi var!"

"Ama bizimki iyi durumda," dedi Kadem. "Seninki bozuk."

Hızlıca başımı salladım. "Korku bozuk kalbine iyi gelmez. Orada fenalaşıp keyfimizin içine edersin."

Celallenerek masasındaki evrakları bize fırlattı. "Kaybolun lan gözümün önünde!" Tavuk kışlar gibi eliyle saçma bir hareket yapıp bize kapıyı gösterdi. "Hasta birine hiç saygınız yok. Yeter sizinle uğraştığım!" Bizden yılmış gibi kendini koltuğa bıraktı. "Depresyondaki bir adamın halinden anlamayacak kadar düşüncesizsiniz!"

"Depresyon öyle mi?" Ayağa kalkarak dik dik ona bakmaya başladım. "Bu yüzden mi Ersin'i dövdün?"

Ersin'i nasıl hastanelik ettiğini hatırlayınca sırıttı. "Piçin suratını yamulttum. Bundan sonra sıkıysa Karun ile takılsın." Kaşlarımı çatarak tam bir şey söyleyecektim ki, "Kapat o çeneni eski kocana büyük bir iyilik yaptım," diyerek beni susturdu. "Benden daha iyi bir düşman bulamaz o." Sanki bulmasına izin veriyordu da!

"Ben artık sana diyecek hiçbir şey bulamıyorum." Bu herifin önünde yaka silkmiştim. "Düşman ayağıyla ne işler karıştırdığınızı düşünmek bile istemiyorum."

Ofisin kapısı gürültüyle açılınca bakışlarımız içeriye giren Elay'ı buldu. Günün bu saatlerinde hep hastanede olurdu ama gözleri kan çanağına dönmüş bir halde şirkete gelmişti. Saatlerce ağlamış gibi mavi gözleri şişmişti. Duha onun bu halini görünce hemen yerinde kalkıp, "Elay?" diyerek hızlıca ona doğru yürüdü. "Ne bu halin?" Onun tam karşısında durdu. "Kim ağlattı seni?"

Elay avucundaki beyaz bir zarfı sıkarak o kadar çok titriyordu ki, hepimizi endişeye boğdu. Kadem ile hemen onun yanına gittiğimizde hâlâ ağlıyordu. Ağlamaktan burnunun ucu kıpkırmızı olmuştu ama o, gözyaşlarını tutamıyordu. Ayakta bile zor durduğunu gören Duha onu hemen bir koltuğa oturttu. Onun karşısında bir dizinin üstüne çökerek, "Elay," diye fısıldayıp çenesini tuttu. Çenesini hafifçe sıkarak başını kaldırdı. "Neyin var güzelim?" Elay'ın döktüğü her damla gözyaşıyla endişesi büyüyordu.

Elay titreyerek, "Ben..." dedi ama konuşamadan tekrar ağlamaya başladı. "Bunun olmaması gerekiyordu."

Onun parça parça söylediklerinden hiçbir şey anlamayan Duha, "Neyin olmaması gerekiyordu?" diye sorduğunda sesi kısıktı. "Elay, biri sana bir şey mi yaptı?" Kaşları o kadar hızlı çatıldı ki, Elay'ın çenesindeki eli gerildi. "Biri canını mı yaktı? Eğer öyleyse Allah şahidimdir ki onun eceli olurum!"

Hıçkıran Elay başını iki yana salladığında suçlayan bakışları Duha'nın üzerindeydi. "Sen yaptın," deyince Duha donup kaldı. Açıkçası bizde donup kalmıştık çünkü ne ben ne de Kadem böyle bir cevap beklemiyorduk.

Duha onu hep kızdırırdı ama ona değer veriyordu. Bilinçli bir şekilde asla Elay'ın canını yakmazdı. Bu yüzden afallayarak, "Ben mi?" diye mırıldandı. İşaret parmağıyla kendisini gösterirken şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. "Seni böylesine ağlatan ben miyim?"

Elay'ın mavileri titreşirken başını sallayarak hıçkırdı. "Sensin ve senin bir ay önce yaptığın bir şey." Güzel gözlerinden yaşlar oluk oluk akarken, "Ben anlamıyorum," diye fısıldadı. "Böyle bir şeyin olması yüzde bir ihtimaldi. Bebeğimi kaybettiğimde test sonuçlarımı gördüm." Başını eğerek omuzları sarsıla sarsıla ağladı. Neler oluyor?

Onun bu halini gördükçe artık ciddi anlamda korkmaya başlamıştık. "Bir daha anne olamayacağımı gösteren tüm o testlere bizzat bakmıştım." Elindeki zarfı tüm gücüyle sıkarken dağınık saçlarının arasından Duha'ya baktı. "Hayatımda hiçbir zaman bir çocuk kokusu olmayacağını kabul etmek benim için hiç kolay değildi."

Çocuk konusu hepimizin sebep olduğu bir katliam, ondan aldığımız ve asla geri veremeyeceğimiz derin bir yara olduğu için yutkunduk. Elay bu konuyu ne zaman açsa kaybettiği bebeğinde hepimizin bir payı olduğu için vicdanımızın altında eziliyorduk. Ancak Elay bu sefer bu konuyu farklı bir nedenden dolayı açmış gibi, "Buna hiç hazır değildim," diye fısıldadı. Bakışlarında endişe, korku ve aşamadığı bir şok ifadesi vardı. "Hem de hiç hazır değilim." Neye hiç hazır değildi?

Duha'nın gözlerinin içine baktığında ıslak kirpikleri titreşti. "Bunun olacağına hiç ihtimal vermediğim için korunmamıştım." Elini tutarak zarfı onun avucuna bıraktı ve "Hamileyim," dedi. Gözlerini Duha'nın geceyi andıran siyahlarına dikerek başını salladı. "Baba olacaksın, Duha Tunus."

Duha donup kaldı.

Kadem sertçe yutkundu.

Ve ben nefes dahi alamadım.

Elay hamile mi?

Ofisin içine bir sessizlik çöktüğünde Elay dışında hepimiz bir donma anı yaşadık. Hepimizin gözleri Duha'nın avucundaki zarfta oyalanıyor, Elay'ın hamileyim diyen sözlerini idrak etmeye çalışıyorduk. Doğru duyup duymadığımdan bile emin değildim. Elay az önce hamile olduğunu mu söyledi? Bize bir tür şaka yapıp yapmadığını bile düşündüm çünkü son düşük vakasından sonra hamile kalma ihtimali sıfır denecek kadar azdı. Şaka yapmıyordu, değil mi? Elay böylesine hassas bir konuda şaka yapacak biri değildi.

Bebek konusu onun en zayıf noktasıyken böyle bir konuda asla şaka yapmazdı. Sertçe yutkundum. Elay gerçekten hamileydi. Kalbim müthiş bir hızda atmaya başlayınca ne zamandır ağladığımın farkında bile değildim. "Şükürler olsun Allah'ım," dediğimde bu haber ondan daha fazla beni mutlu etmişti. Omuzlarımda büyük bir yük kalkmış gibi rahat bir nefes aldım. Bu konuda kendimi suçlamayı hiç bırakmamışken bu haber benim için tarifi olmayan bir mutluluktu.

Duha güçlükle kendine gelerek hemen ayağa kalktı. Elindeki zarfı aceleyle açarken beti benzi atmıştı. "Bu doğru olamaz," diye bir şeyler mırıldanırken zarfı yırtarcasına açtı. "Tek bir geceyi birlikte geçirdik." Zarfın içinde çıkan test sonucuna heyecanlı ama bir o kadar ürkmüş gözlerle baktı. "Tek bir atışta hedefi on ikide vurmuş olamam." Ne saçmalıyor?

Elay çatık kaşlarla, "Ne diyorsun sen be!" dediğinde Duha'nın şu anda ne dediğini bildiğini sanmıyorum. Gözleriyle test sonucunu hızlıca taradı. "Seni hamile bırakmış olamam bir yanlışlık olmalı." Soğuk terler dökerken itiraz edercesine başını iki yana salladı. "Kabul ediyorum her konuda çok iyiyim ama doktorların hamile kalması mümkün değil dediği bir kadını tek bir gecede hamile bırakmış-" demişti ki gözleri testin pozitif olduğunu gösteren satırı bulunca, "Siktir!" diyerek korkuyla yutkundu. "Ben bu konuda bile çok iyiyim."

"Sen ne saçmalıyorsun?" dedim. Bu konuda bile kendine pay çıkarmayı başarmıştı. İşin komik tarafı Elay'ın hamileliğinde gerçekten büyük payının olmasıydı.

Saçmaladığı konunun şaka olmadığını idrak edince kaskatı kesildi. Evet, baba oluyordu ve anlaşılan bunu daha yeni idrak ediyordu. Yüzü donuklaştığında Elay'ın karnına attığı bakışları ürkütücü derecede ciddiydi. Böylesine büyük bir haber karşısında yüzünün kasılması Elay'ı tedirgin etti. Yerinden rahatsızca kıpırdanıp ayağa kalktı. "Baba olmaya hazır olup olmadığın umurumda değil." Bunu söylerken korumacı bir tavırla eli düz karnındaydı.

Ofisin tam ortasına fitili çekilmiş bir bomba atarak kapıya doğru yürüdü. "Tekrar hamile kalmam yüzde bir ihtimalken bu bebek benim için bir mucize," dediğinde kaçarcasına adımları hızlıydı. "Buraya bebeği isteyip istemediğini sormaya gelmedim. Yurtdışına gideceğimi ve peşime düşmemeni söylemeye geldim." Kapıyı açtı ve dışarı çıkmadan hemen önce, "Sen istesen de senin gibi bir adamın bebeğime babalık yapmasına izin vermem!" diyerek gitti. Hassiktir!

Bebek haberiyle Duha tepki bile göstermeyecek kadar şoke olmuşken bebeği isteyip istemediğini anlayamayız. Onun yanına gidip koluna dokundum. "Bir şey söylemeyecek misin?" Elay önce ona baba olacağını söylemişti, sonra da bebeğine babalık yapmasına izin vermeyeceğini söyleyip gitmişti.

Onu hafifçe sarsınca bir rüyadan uyanmış gibi irkilerek başını kaldırdı. Yüzü bembeyaz olmuştu ve aldığı haberin büyüklüğü irileşen göz bebeklerine yansıyordu. Elay'ın gittiğini ve gitmeden önce söylediklerini duyduğunu sanmıyorum. İfadesi olmayan gözlerle bana bakıp, "Bige," dediğinde sesi o kadar kısıktı ki onu güçlükle duymuştum. Aşırı heyecandan kalp spazmı geçiriyor gibi yüzü acıyla kasıldı ama gözleri mutlu bakıyordu. "Baba mı olacağım?"

Elindeki test sonucuna rağmen bunu bana teyit ettirmek istiyordu. "Baba mı olacağım ben şimdi?" İçim sıcacık oldu. Bakışlarındaki neşeli parıltıların farkında mıydı? Duha bu çocuğu istiyordu.

Tebessüm ederek başımı salladım. "Evet, baba oluyorsun. Nasıl hissediyorsun?"

Dudaklarında bana rahat bir nefes aldırtacak bir gülümseme oluştu. "Bilmiyorum ama mutsuz da değilim." Elindeki teste tekrar baktı. "Şu zamana kadar baba olmayı istiyor muyum diye kendime hiç sormadım." Heyecandan sesi titriyordu. "İstiyormuşum."

Ona baba olacağını müjdeleyen rapora gülerek bakıp, "Elay, bunu ne zaman öğrendin?" demişti ki Elay'ı bulamadı. Başını çevirip ofisin içine hızlıca bakarak onu aradı lakin Elay burada yoktu. Dudaklarındaki gülüşü kayboldu. Artık mutluluk yerine gözlerinde endişe vardı. "Elay, nereye gitti?"

Tam da düşündüğüm gibi bebek haberiyle şoke olduğu sırada Elay'ın giderken söylediklerini duymamıştı. Üzgün gözlerle ona bakıp, "Nereye gittiğini bilmiyorum ama bebeğine babalık yapmana izin vermeyeceğini söyledi," dedim.

Aldığı mutlu bir haberden sonra söylediklerim tüm neşesini kaçırmakla kalmadı, öfkesini ortaya çıkardı. Sinirden kaşları çatılırken hemen telefonu çıkartıp hızlı adımlarla kapıya yürüdü. "Uraz, sakın Elay'ın şirketten çıkmasına izin vermeyin!" diye bağırarak bir hışımla ofisten çıktı. "Çocuğumu benden alıp gidemez! Evet, lan baba oluyormuşum!"

Kadem ile ofiste yalnız kalınca başımı çevirip ona baktım. Yanımda hiç kıpırdamadan durduğu için koluna vurdum. "Tepki ver kardeşim."

Komutumu bekliyormuş gibi kocaman açılan gözlerle bana döndü. "Şimdi Elay-"

"O kelimeyi Elay'ın bebeği için kullanmıyoruz yoksa Duha bizi öldürür."

İşaret parmağıyla Elay'ın çıktığı kapıyı gösterdi. "Şimdi onun karnında-"

"Ağzını bebek demeye alıştır!"

Dehşete kapıldı. "Şimdi onun karnında bir-"

"Bana bak sakın söyleme yoksa benim de dilime dolanır!"

Sertçe yutkundu. "Elay'ın-"

"Evet!" diye bağırdım. "Bir paraziti olacak!"

"Sektir!" diye kız gibi ciyakladığında korkudan ödü kopmuş gibi ürktü. "Yarısı Duha abiye ait bir parazit olacak. Bizimle mi yaşayacak o?" Fenalık geçirir gibi kravatını çekiştirdi. "Dokuz ay boyunca annesinin kanını emecek, doğduktan sonra da bizim. Ne aguşu bitecek ne buğusu." Yüzü bembeyaz oldu. "Pırtlayamadığı için sabaha kadar bizi uyutmayacak!"

Yerinde sendeleyince hemen koluna tutup, "Sakin ol," dedim telaşla. "Doğunca tatile çıkarız ve o büyüyene kadar ülkeye dönmeyiz." Böyle bir durumda onu nasıl sakinleştireceğimi bilmiyorum.

"Kadem, sakin olman için okkalı bir tokat atmam gerekiyorsa bunu zevkle yaparım." Omuzlarını tutup yönünü tamamen kendime doğru çevirdim. "Derin derin nefes almayı dene." Onu hiç böyle korkmuş görmemiştim. "Duha adına mutlu olup onu tebrik etmelisin."

Kıskanç bir çocuk gibi dik dik bana bakarken, "Neden?" diye sordu tripli bir sesle. "Bir kadını hamile bıraktığı için mi?"

"Böyle söyleyince kulağa biraz garip geliyor." Yüzümü buruşturdum. "Bir kere de sorun çıkarmayıp onun adına sevinsen olmaz mı?"

Geriye çekilip temasımdan kurtuldu. "Ben bu habere senin kadar sevinmedim." Elay'ı hamile bırakan benmişim gibi düşmanca gözlerle bana bakıyordu. "Prezervatif diye bir şeyin varlığını bilmiyor olamaz."

"Bana niye kızıyorsun bende seninle aynı anda öğrendim."

"Duha abi o paraziti benden daha çok sevecek!" Şimdi asıl derdi anlaşıldı.

"Sen varsın diye çocuğunu sevmesin mi?"

Kıskançlıktan delirerek kapıya yürüdü. "Elay'ı ondan önce bulmalıyım. Yurtdışına kaçmasına yardım edersem küçük parazitini hiç hayatımıza sokmaz!"

"Sen artık iyice çıldırdın!" Peşinden koşarken onu durdurmaya çalışıyordum. "Parazit dediğin o çocuk bu imparatorluğun bir varisi. Hatırlatırım o bir Tunus!"

"Bu da ondan kurtulmam için iyi bir sebep!"

"Buraya gel ortalığı karıştırma!"

Doğacak kardeşini istemeyen evin kıskanç çocuğu gibi davranıyordu.

***

Duha, Elay konusunda ne yaptı, hiç bilmiyorum. Bebek konusunda ortak bir karara varmaları gerekiyordu. Telefonda bunu sormak yerine yarın tekrar ofise uğrayıp öğrenmeye karar verdim çünkü ben orada çıktığımda ortalık çok karışıktı. Elay, Duha'nın adamlarına yakalanmadan şirketten çıkmayı başardığı için Duha çıldırmış bir halde onu aramakla meşguldü.

Kadem konusuna değinmek bile istemiyorum. Duha, Elay'ı bulduktan sonra Kadem'i de sakinleştirmek zorundaydı çünkü o da kontrolden çıkmıştı. Açıkçası Duha'nın yerinde olmak istemezdim çünkü hem Elay ile hem de Kadem ile uğraşmak zorundaydı. Kadem'e ne oluyorsa.

Elay'ın hamileliğini şimdilik kimseye söylemedim. Bunu birilerine söyleyecek kişi ben değildim. Duha ve Elay istediğinde zaten bunun bilgisini herkese verirdi. Tabii bunu yapmadan önce aralarındaki sorunu halletmeliler. Elay'ın ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum. Bebeği Duha'dan uzakta büyütmek istiyorsa hamile olduğunu gizleyip çok uzaklara gidebilirdi. Duha'nın baba olacağını bilmesini istiyordu ama bebeğine babalık yapmasını istemiyordu. Bunu yapmaktaki amacı neydi?

Üstelik Duha baba olacağını öğrenince onu hayal kırıklığına uğratacak hiçbir şey yapmamıştı. Eminim Karun'a böyle bir haber verseydim önce bana kızar, daha sonra da kolumdan tuttuğu gibi kürtaj için beni bir hastaneye götürürdü. Duha gibi bebeği sahiplenmezdi. Bu duygunun nasıl bir şey olduğunu Karun ile hiç yaşamayacağım. Onunla olmak istiyorsam kendimi çocuksuz bir hayata alıştırmalıydım çünkü Karun baba olmayı istemiyordu. Bunun şakasına bile katlanamıyordu.

Neyse ki anne olmak gibi bir düşüncem yoktu. Bir ara bunu istemiştim ama anlık bir heves olduğu için bu istek çok kısa sürmüştü. Çocuk istemeyen sadece Karun değildi. O kadar hasarlıydım ki benden iyi bir anne olmazdı. Dünyaya bir çocuk getirip ona karşı sorumsuz bir anne olacağıma hiç olmamam daha iyiydi.

Makyaj aynamın önünde oturmuş yüzüme son dokunuşları yaparken Gurur'u aradım. Sesi hoparlöre vererek fırçayı alıp yüzüme pudralamaya başladım. Telefonu, "Hayır," diyerek açtı. "Senin için Karun'un bu gece randevuya çıkacağı kişiyi bulmayacağım."

Afalladım. "Bunu isteyeceğimi nereden anladın?"

Gülüşünü duydum. "Boyundan büyük işlere kalkışmışken bunun için beni arayacağını tahmin etmek zor değildi. Başka insanlarla denemek mi?" Yüz ifadesindeki tiksintiyi görür gibiyim. "Sen çıldırdın mı?"

"Berbat bir fikir olduğunu biliyorum ama o an psikolojik baskı altındaydım."

"Psikoloğun odasındayken psikolojik baskıya uğradığını mı söylüyorsun?" Alay edişi beni deli ediyordu. "İnsanlar o tür yerlerde genelde daha rahat olur."

"Deneyimlerine dayanarak mı konuşuyorsun? Psikolojik geçmişini düşünürsek doğru varsayıyorum."

"Eğer varsayımlar üzerine konuşmaya başlayacaksak gelin hanım, sen kocasını kör randevuya ikna eden bir kadınsın ve şu an o randevuya hazırlanıyor olmalısın. Ne demek istediğimi anlıyor musun? Bunlar aklı başında bir insanın yapacağı şeyler değil."

Onunla inatlaşmak yerine geri adım attım. "Tamam, yaptığım büyük aptallıktı ama bu gece Karun bir kadınla buluşmamalı."

Beni geri püskürttüğü için şu anda zevkten dört köşe olduğunu tahmin etmek zor değildi. Zaten eğlenen sesi bunu fazlasıyla belli ediyordu. "Aptal olduğunu cümle içinde üç kez kullanırsan belki sana yardım etmeyi düşünebilirim."

"Ne bu şimdi? Ortaokulda mıyız?" Fondötenin kapağını sertçe açtım. "Tatlım bu zorbalıklar için fazla büyük değil miyiz?"

"Bu işte yalnız başınasın! Şimdi telefonu kapatıyorum." Ona tatlım dememden nefret ediyordu.

"Ben çok zeki bir kadınım ama bazen diğer herkes gibi görünmek amacıyla bilerek bazı aptallıklar yapabilirim. Yaptığım aptallıklar aptal olduğumu kanıtlamaz!" dedim hızlıca. "Cümle içinde üç kez aptal kelimesini kendim için kullandım şimdi yardım et!"

Kahkaha attı. "Kendini överek araya sıkıştırdığın kelimeler sayılmaz."

"Şansını çok zorlama istersen tatlım." Son kısmı söylediğimde bile boğazından çıkan sinirli hırlamayı duydum. "Sana borçlu kalmamı sağla ki bana işin düştüğünde kıçını kurtarmak için bir sebebim olsun," dedim.

Gülüşünü duydum. "Değerli kıçımın kurtarılmaya ihtiyacı olduğunu mu sanıyorsun?"

Sırıttım. "Karının evine yerleşmek benim için çok zor mu sanıyorsun? Sevgili kayın pederini buna ikna etmem sence kaç dakikamı alır? Düşündüm de seninle aynı evde yaşamak eğlenceli olabilir. Karının en yakın arkadaşı olmamı ister misin? Kapatıyorum tatlım çünkü Ümit Tozlu ile bir görüşme ayarlamalıyım."

Telefonun diğer ucunda ettiği küfürleri duydum. "Karun'un beklediği kadın bu gece o görüşmeye gitmeyecek!" diyerek telefonu suratıma kapatınca kahkaha attım. Karısının arkadaşı olmamı göze alamazdı çünkü onu ayartıp yoldan çıkarmamdan korkardı.

Dudaklarıma kırmızı ruju sürerken güldüm. "Oysaki herkesin kendi için isteyeceği iyi bir arkadaşımdır." Hayır, bu doğru değildi.

Hazırlığımı yeni bitirmiştim ki Karun içeri girdi. Çantamı alıp ayağa kalktığımda kapının önünde donup kaldığını gördüm. Gözlerimi kısınca çatık kaşlarla üzerimdeki elbiseye baktığını fark ettim. Başımı eğip elbisemin üzerimde nasıl göründüğüne baktım. Sütlü kahve tonlarında ince askılı, uzun bir elbiseydi fakat elbisenin tamamı dantellerden oluşuyordu. İç astarı göğüslerimi ve mahrem yerlerimi gizliyordu. Bunun dışında oldukça cüretkâr bir elbiseydi.

Karun bugüne kadar ne giydiğime hiç karışmamıştı ama bugün giydiğim her kıyafeti sorun ediyor gibi bakıyordu. Bunun nedeni başka bir erkek için hazırlandığımı düşünmesiydi. Pudra rengindeki bu dantel elbiseyi bu gece buluşacağım adam için giydiğimi düşünüyordu. Bu yüzden kaşları çatıktı. Oysaki bu elbiseyi başka bir erkek için değil onu kızdırmak için giymiştim.

Sırtını kapı kirişine yaslayarak tekrar tekrar beni süzdü. "O piç için mi giydin bu elbiseyi?" Delici bakışları evet dersem elbiseyi üzerimde parçalayacağını avaz avaz haykırıyordu.

Anlamazlıktan geldim. "Kim için?"

Sırtını kapı kirişinden ayırdığında tehditkâr bakışları karşısında arkaya doğru gitmemek için kendimi zorladım. Ya da camdan atlamamak için. Tam karşımda durdu. "Benimle oyun oynama, Bige." Gözlerimin içine bakarken sesi buz gibiydi. "Özellikle de araya başka erkekleri sokarak bunu yapma." Üzerime eğildiğinde ılık nefesini yüzümde hissettim. "Neler yapacağımı kestiremiyorsan sakın boyundan büyük işlere kalkışma."

Alık alık yüzüne baktım. "Boyum kısa değil."

Sanki boynuzlarım varmış gibi bana baktı. "Konumuz senin-"

"Siktiğin boyum değil," diyerek lafı ağzından aldığımda sinirle soludu.

Uzun boyundan dolayı bana üstten bakışlarını atarak biraz daha üzerime eğildi. Yüzünü yüzümle aynı hizaya getirerek gözlerini titreşen kahvelerime dikti. "Ne söyleyeceğimi çok iyi biliyorsun ama bu gece neler yapabileceğimi bilmiyorsun." Kısık sesi yoğun bakışlarıyla buluşunca o kadar tahrik ediciydi ki, hızlanan nefes alışlarıma engel olamadım.

Gözleri hızla inip kalkan göğüs kafesimi bulunca dudakları belli belirsiz kıvrıldı. Hâlâ beni heyecanlandırdığını bilmek hoşuna gitmişti. Sanki ondan başka bir erkeğin beni heyecanlandırması mümkünmüş gibi beni kıskanıyordu. Dudaklarına yapışmak için delice bir istek duyarken doğrulup yanımdan geçti. Beni öpmediği için ters bakışlarımı sırtından hissediyormuş gibi keyifli bir sesle, "Randevuma geç kalıyorum," dedi. Dolabın ona ait olan tarafını açtı. "Şanslıyım ki bu geceyi bana sorun çıkarmayan bir kadınla geçireceğim." Benim sorunlu olduğumu mu ima ediyordu?

"Çok beklersin," diye mırıldandığımda siyah takımını çıkartırken omuzunun üzerinden bana baktı. "Bir şey mi dedin?"

Ona kocaman gülümsedim. "İyi şans diledim." Ben yaşadığım sürece bir kadınla görüşemezdi. "Sen bana şans dilemeyecek misin?" Gülüşüm genişledi. "Bende bu geceyi sinirlerimi bozmayan bir adamla geçireceğim."

"İzin verirsem geçirirsin tabii," diye bir şeyler söyledi ama fısıltıyla konuştuğu için tam olarak ne duyduğumdan emin olamadım. "Bir şey mi dedin?"

Bana gülümsedi. "İyi şans diledim."

Onu hazırlanması için yalnız bırakıp odadan çıktım. Aşağıya inerken Çağıl'ı bulmak için etrafıma bakıp durdum ama ortalıkta görünmüyordu. Eve döndüğümden beri onu arıyordum ancak onu bulamadığım gibi telefonuna da ulaşamıyorum. Çiçek ile neler olduğunu merak ediyorum. Onun için endişeleniyorum. Nerelerdeydi?

Dışarı çıkınca arabaların yanında bekleyen korumaları gördüm. Arabaları hazırladıklarına göre çıkmak için Karun'u bekliyorlardı. Furkan'a doğru yürüyüp, "Gidelim hadi," dedim.

Yerinde zerre kadar kıpırdamadı. "Karun Bey geldiğinde gideriz."

"Onunla çıkmıyorum neden onunla gitmek zorundayım?"

Nedim ellerini önünde birleştirerek saygılı bir ifadeyle, "İkinizin de gideceği yer aynı efendim," dedi. "Korumaları ikiye bölmek yerine ikinizin aynı arabanın içinde olması güvenliğiniz açısından çok daha iyi."

"Umurumda değil ben önden gitmek istiyorum."

Nedim tüm kibarlığıyla tam yeni bir şey söyleyecekti ki Furkan, "Karun Bey ile aynı arabada gideceksiniz," diyerek kabaca araya girdi. "Bu konuda aldığımız emir böyle."

"Sinirlenmeye başlıyorum, Furkan."

Tripli bir ifadeyle çenesini dikleştirdi. "383 gün ortadan kaybolup bana yaşadığını bildirmeyen bir kadının siniriyle ilgilenmiyorum, Bige Hanım." Şimdi neden böyle yaptığı anlaşıldı.

Derin bir nefes aldığımda omuzlarım yenilgiyle düştü. "Sana söyleyemezdim."

"Çünkü bana hiç güvenmediniz." Şaka gibi ama incinmiş gözlerle bakıyordu. "Ne sanıyordunuz gerçeği öğrenir öğrenmez hemen Karun Bey'e yetiştireceğimi mi?"

"Evet."

Tek ayağının üzerinden dönerek bana sırtını döndü. "Biri şu kadını gözümün önünden çeksin. Bir de utanmadan evet diyor."

Bana trip atan tek korumaya afallayarak bakıyordum. "Bana bak sinirleniyorum artık!" Yürüyüp etrafından dönerek tam karşısında durdum. "Bana sırtını dönerek beni görmezden gelemezsin."

"Yapabilirim ve yapıyorum." Yine bana sırtını döndü.

İnatla yürüyüp karşısında durdum. "Kovarım seni görürsün!"

"Doğrudan size çalışmadığım için kovamazsınız." Hıh dercesine yine bana arkasını döndü. Bunu gerçekten yaşıyor muyum?

Bir kez daha karşısına geçtim. "Karun'a söylersem kesin kovar." Tehdit eder gibi omuzlarımı dikleştirdim. "Özellikle de seni kovmak için bahane ararken beni kızdırma istersen."

"Kovmaz." Beni taklit ederek tıpkı benim gibi omuzlarını dikleştirdi. "Özellikle de siz bu gece başka bir erkekle randevuya çıkarken."

Birbirimize düşman gözlerle bakarken diğer korumalar bıyık altında gülerek bizi izliyordu. "Bunu unutmayacağım!" dediğimde baygınca göz devirdi. "Unutursunuz tıpkı 383 gün boyunca beni unuttuğunuz gibi." Ya sabır! Bunun derdi yaşadığımı gizleyip herkese büyük acılar yaşatmam değildi, yaşadığımı ondan gizlememdi.

Karun'un dışarı çıktığını görünce hemen benden uzaklaştı. Bense olduğum yerde dilimi yutmuş gibi dışarı çıkan adama bakıyordum. "Vay canına." Dudaklarımdan benden bağımsız dökülen kelimeyi duymadığını ummaktan başka bir çarem yoktu. Kelimenin tam anlamıyla muhteşem görünüyordu. Saç spreyiyle düzgünce şekil verdiği gür saçlarının her bir telini dağıtmak istiyordum çünkü tüm bu hazırlık benim için değildi.

Geniş omuzlarını saran siyah ceketinin pahalı kumaşı bu uzaklıkta bile dikkat çekiyordu. Siyah gömleği ve kaslı vücudunu saran iç yeleğiyle bu adam aklımı başımdan almıştı. Pantolonunun güz çizgisi ve cilalı ayakkabılarıyla bakan herkese milyar dolarlık bir adam olduğunu düşündürüyordu. Kravat iğnesi ve taktığı Rolex saatlerinden biri yine bileğindeydi. Saat seçimi genelde hep Rolex oluyordu bu da onun saatlerini bir çantaya doldurup ülkeyi terk etmeyi istememe sebep oluyordu. Zengin olmak ve zengin giyinmek arasında ince bir fark vardı ve bu herif her ikisine de sahipti.

Bu gece görüşeceği kadın onu gördüğü an üzerine atlayacaktır ve bunu yaptığı için kimse onu suçlayamaz. Karun'u istediği için savunmasında bana birçok sebep sayabilirdi. Göz kamaştıran bir yakışıklılık, milyon dolarlık bir arabayla buluşma yerine gelmesi ve oldukça pahalı bir mekânda randevu ayarlaması. Nadiren insanlara gösterdiği o karizmatik gülüşü ve hafifçe gözlerini kıstığında ortaya çıkan o seksi bakışıyla bu gecenin sonu otelde biterdi. Neden ortalama bir insanın görünüşüne sahip değil ki ya da daha az zengin?

Umarım Gurur planlarımı sekteye uğratmaz ve kadının icabına bakar. Aksi taktirde rakibimi saf dışı bırakmak için farklı bir taktik geliştirmeliyim. Dibim düşmüş gibi ona bakıyor olmalıyım ki, beğeni dolu bakışlarım egosunu gökdelenlere taşıdı. Dudaklarının küstah kıvrımında bunu görebiliyorum. Boğazımı temizleyerek, "İyi görünüyorsun," dedim. Ceketinin ön cebine taktığı mendilin rengi elbisemle uyumluydu. Mendili elbisemle aynı pastel rengine sahipti. Dudaklarım kıvrıldı. "Mendilini sevdim."

Neyi ima ettiğimi çok iyi biliyordu. Taktığı o mendille aramızda bir uyum oluşturup bizi bir çift gibi göstermişti. Bunu bilinçli yaptığına adım gibi eminim. Gözlerindeki o hınzır ifadeyi gizlemeden, "Elbiseni sevdim," dedi karşılık olarak. Önce benim giyinmeme bu yüzden izin verdi, değil mi? Elbiseme göre bir mendil seçmek için. Bu gece oradaki herkese bir çift olduğumuzu göstermek için yapılan ustaca bir taktikti.

Gözlerim çatı katındaki odanın pencerelerini buldu. "Acaba-"

"Deneme bile," diyerek bana arabasını işaret etti. "Randevuma geç kalıyorum bin şu arabaya." Böylece elbisemi değiştirmek için olan küçük girişimimi en iyi şekilde savuşturdu.

Benim için açtığı kapıdan arabaya bindiğimde kapımı örtüp sürücü koltuğuna geçti. Nadiren kapımı açardı. Şoför yerine bu gece arabayı o kullanacaktı. Korumalar eşliğinde kısa süre içinde yola çıkmıştık. İlk on dakika birbirimizle hiç konuşmadık. Döşemelerine onun kokusu sinen arabanın içinde keyfime bakarken, "Şu buluşacağın herif..." diyerek bir konu başlattı. "Onu sen mi buldun yoksa bu işi senin için Tunus mu ayarladı?"

Başımı çevirip ona baktığımda cevabımla ilgilenmiyormuş gibi gözleri yoldaydı ama tüm dikkatinin vereceğim cevapta olduğunu biliyorum. Onu kızdırıp kendim seçtim diyebilirim ama bu konuda gereken araştırmayı çoktan yaptıysa yalan söylediğim ortaya çıkardı. Bu yüzden dürüst davranıp, "Duha'nın adamlarından Uraz ayarladı her şeyi," dedim. Duha baba olacağını öğrenince bugün içinde yapacağı tüm işleri unutmuştu. Heyecanlı bir baba adayı olduğu için bugün onu kendi sorunlarımla uğraştırmak yerine onu kendi haline bıraktım.

"Kör bir randevu olduğu için kim olduğunu önceden bilmek istemedim. Bu yüzden birini seçmekle uğraşmadım. Peki, sen?" Gözlerim kısıldı. "Buluşacağın kadını kim seçti?" Eğer bizzat kendisi seçtiyse ona yapacaklarımı hayal dahi edemiyorum. Suratını direksiyona geçirmek de seçeneklerimin arasında.

Umursamaz bir sesle, "Kenan ayarladı," diyerek elini aramızdaki vitese uzattı. Soğuk ama içimde büyük bir yangına sebep olan elini elimin üstünde hissedene kadar elimi vitesin üzerine koyduğumu fark etmemiştim. Kolumu dinlendirmek için farkında olmadan bunu yapmış olmalıyım. Vites yerine benim sıcak elimle karşılaşınca omuzları gerildi. Bana dönüp hiç bakmadı ama gerginliğini soludum.

Elimi hemen çekmek istedim ancak bunu tam yapacaktım ki buna izin vermedi. Gözlerini yoldan ayırmadan araba kullanırken bir kez olsun bana bakmadı ancak parmaklarını parmaklarımın arasından geçirerek vitesi arttırdı. Omurgama delici bir his yayıldı. Elim onun eli ve vites arasındaydı ve o, bunun farkında değilmiş gibi davranıyordu. Oysaki parmaklarını bırakmak istemezcesine parmaklarımın arasına geçiren oydu. İçim ısındı. En az benim kadar bana dokunmayı özlemişti.

Ve en önemlisi onun yanındayken bana dokunmadan duramazdı. Tenime olan bağımlılığı ellerini farkında olarak veya olmayarak hep üzerimde tutmasını sağlıyordu. Eli mutlaka bir yerlerime dokunurdu. Çoğu zaman bunu yaptığını bile fark etmezdi. Temas bağımlısı olduğunu söylesem şiddetle karşı çıkardı ama öyleydi.

Yolun geri kalanında hiç konuşmadık ama ellerimiz de birbirinden hiç ayrılmadı. Bu konuda da hiç konuşmamıştık. Neden bunu yaptığını sormadım çünkü savunmaya geçip elini çekmesini istemedim. Bu konudaki sessizliğim yolun kalanında hep elimi tutmasını sağlamıştı. Yol boyunca vitesi avuçlarında benim elim varken kontrol etmişti. Bu çok hoşuma gitmişti. Flörtüz bir hareketti ve oldukça baştan çıkarıcıydı.

İstanbul'un gözde restoranlarından birine onun kolunda girmeyi çok istesem de bunu yapamadım. İkimizde buraya farklı insanlarla görüşmeye geldiğimiz için yan yana girdik içeri. İki garson bize masamıza kadar eşlik etmek için geldiğinde birbirimizden ayrılmak zorunda kaldık. Uraz beni kırmayıp benim isteğim üzerine on üç numaralı masayı benim için ayırtmıştı. Karun ise masa yirmi birdeydi.

Kör randevuya çıkmanın en kötü yanı kiminle buluşacağınızı bilmemenizdi. Birazdan kiminle buluşacağım hakkında en küçük bir fikrim yoktu. Bunu kabul etmemin tek nedeni Karun'a ondan başka birileriyle olabileceğimi göstermekti. Ondan başka kimseyle olamam.

Beklediğim kişi gelene kadar siparişimi vermek istemediğim için telefonu çıkardım. Geç kalmıştı. Buluşacağım kişi teşrif edene kadar Duha ile konuşabilirim. Aklım onda kalmıştı. Normalde telefonumu hemen açardı ama bu sefer üçüncü arayışımda açmıştı. "Söyle baş belası kuş." Sesi kötü geliyordu.

"Nasıl olduğunu merak ettim." Restoranda çalan müziğe kendimi bırakarak telefonu kulağıma yakın tuttum. "Her şey yolunda mı?"

Derin bir nefes aldı. "Yolunda olduğunu söyleyemem."

Ona takılarak, "Baba adayları daha mutlu ve daha heyecanlı olmaz mı?" dedim.

"Demek ki olmuyormuş."

"Neler oluyor?"

Cevap vermeden önce bir süre sustu. İçtiğine eminim ama bunu kanıtlayamam çünkü sesi sarhoş çıkmıyordu. Belki de henüz sarhoş olmamıştı. "Telefonda konuşacak şeyler değil." Sıkıntıyla soludu. "Bırak şimdi beni, randevu yerine gittin mi?"

Başımı salladım. "Evet, Karun'da burada."

"Aynı mekânda buluşma ayarlamak zorunda mıydınız?" diyen sesini duyunca güldüm. "Farklı insanlarlayken birbirimizin nabzını yoklamak için böyle bir karar aldık." İkimizde bir diğerine onsuz da mutlu olduğumuzu göstermek istiyorduk.

"Peki, Kalender'in buluşacağı kadın geldi mi?" diye sorduğunda Karun'un masasına bakarak sırıttım. "Öyle biri asla gelmeyecek." Karun o masada tek başına oturuyordu.

"Neden?"

"Gurur ile konuştum. Benim için Karun'un randevuya gideceği kadını bulup onu saf dışı bırakmasını istedim."

"Buna ne gerek vardı?" dediğinde ne işler karıştırdığımı anlamaya çalışıyordu. "Hani kör randevudaydınız? Bunu yaparak terapistin tavsiyesini ihlal etmiş olmadın mı?"

"Çok da umurumda," dedim ters bir sesle. "Gözümün önünde kocamın başka bir kadınla flört etmesine izin vermeyeceğim."

"Senin buluşacağın kişi geldi mi?"

"Hayır, geç kaldı."

Sinirden kahkaha attı. "Anlaşılan o da senin randevunun icabına bakmış," dediğinde ağzım bir karış açılmış bir halde Karun'a baktım. Bu olabilir mi? Birbirimizin flörtlerini sabotaj ederek terapistin tavsiyesini çiğnemiş olabilir miyiz? Ben bunu yaptım. Şu saate kadar buluşacağım kişi gelmediğine göre anlaşılan aynı şeyi o da yapmıştı.

Telefonu kapatıp kısık sesle gülmeye başladım. "İnanılır gibi değil." Biz iflah olmazdık. Bunu terapiste anlattığımda suratının alacağı ifadeyi merak ediyorum. Bahsettiği kör randevunun bu olmadığına eminim.

Bir garson masama yaklaşıp tepsideki bir kadeh beyaz şarabı masama bırakınca şaşırdım. Cevap bekleyen bakışlarıma karşılık başıyla bir yönü işaret etti. "Masa yirmi birdeki beyefendi bu şarabı size gönderdi." Masa yirmi birde Karun vardı.

Başımı çevirip onun bulunduğu masaya baktığımda beni izlediğini gördüm. Buz saçağı mavileri aklımı başımdan alacak bir güzellikte bakarken viski olduğunu düşündüğüm kadehini hafifçe yukarı kaldırdı. Benim şerefime içer gibi viskiden bir yudum alınca bu hareketi o kadar karizmatikti ki, içim eridi. Gözlerimi ondan ayırmadan garsona, "Beyefendiye teşekkürlerimi iletin lütfen," dedim.

Garson masamdan ayrılıp ona doğru yürüdüğünde bile gözlerimizi birbirimizden ayırmıyorduk. Garson ona yaklaşıp ona teşekkür ettiğimi söylediğinde bile tek baktığı bendim. Gözlerini benden ayırmadan yanında dikilen garsona bir şeyler söyledi. Başını sallayan garson aramızda telefon görevi görür gibi tekrar bana doğru yürüdü.

Yanıma gelip, "Beyefendi sizi masasına davet ediyor," deyince az kalsın kahkaha atacaktım. İkinci bir kuralı daha çiğnemek üzereydik çünkü terapistimiz bu gece için sadece flörtlerimizle ilgilenmemizi ve birbirimizle görüşmememizi söylemişti.

Tepemde dikilen garsona tebessüm ederek baktım. "Söyleyin beyefendiye birini bekliyorum," dedim kibar bir sesle. Başımı çevirip beni izleyen Karun'a baktım ve gözlerimi gözlerine kenetleyerek, "İlla benimle görüşmek istiyorsa çağırın gelsin," dedim.

Dudaklarımın hareketinden ne dediğimi anlamış olmalı ki garsona gerek kalmadan ayağa kalktı. Ceketinin önünü düğmeleyerek bana doğru adım attıkça restoranın bir yerlerinde duran korumaları şaşkınlık içinde onu izliyordu. Yeraltının en karanlık adamları onun önünde ceketinin önünü kapatıp eğilirdi, o ise bir tek benim. Ona yaptıklarıma rağmen bu konuda beni kendinden daha üstün tutuyordu.

Masama gelip tepemde dikilince onu görmek için başımı kaldırmak zorunda kaldım. Bu gece her zamankinden daha yakışıklıydı. Belki de bunun nedeni randevusu için bu kadar özenli giyinmesiydi. "Yalnız mısınız?" Karşımdaki sandalyeyi işaret etti. "Oturabilir miyim?"

"Aslında birini bekliyordum." Üzülmüş gibi dudaklarımı büzdüm. "Sanırım ekildim." Sandalyeyi işaret ettim. "Buyurun lütfen."

Başkaları yerine birbirimizle buluştuğumuzu duyan terapisttin yaşayacağı anlık şoku tahmin edebiliyorum.

Bu geceyi birbirimiz için daha keyifli kılabilirdik. "İkimizde ekildiğimize göre tanışmaya ne dersiniz?" Tam karşıma oturduğunda ona elimi uzattım. "Bige Efil Saka."

Hep yaptığı gibi beni düzeltip ismimin sonuna Kalender eklemek yerine bu sefer kendine hâkim olabildi. Ceketinin önünü açarak daha rahat oturduktan sonra elimi sıktı. "Karun Kalender." Elimi avucunun içine aldığında baş parmağıyla elimin üstünü hafifçe okşamıştı. Bu küçük teması bile içimi sıcacık etti.

Küçük bir el işaretiyle garsonu çağırınca siparişlerimizi verdik. Yemeklerimiz gelene kadar sorgularcasına gözlerimi ona diktim. "Beklediğiniz kadının gelmemesi sizi üzmüş gibi görünmüyor."

Başını omuzuna doğru eğdiğinde bana yandan bir bakış attı. "Daha güzeli karşımda dururken pek üzüldüğümü söyleyemem." Bu geceyi mahvedecek tek şey bakışlarının etkisindeyken duran kalbim olabilirdi. Bu gece bana olan bakışları çok farklıydı.

Küçük oyunumuzu sürdürerek, "Neden buradasınız, Bige Hanım?" diye sordu yumuşak bir sesle. "Bir erkek tarafından bekletilecek bir kadına benzemiyorsunuz."

"Onu beklediğimi de kim söyledi?" Yemeklerimiz gelene kadar bir kadeh şarap içmeyi sorun etmediğim için kadehime uzandım. "Ekileceğimi zaten biliyordum." Randevumu sabote etmesi beklediğim şeylerden biriydi. "Ben buraya biriyle buluşmak için gelmedim."

Gözlerimin içine baktı. "O halde niçin buradasınız?"

"Bilmiyorum," diye homurdandım. "Bazen olayların gidişatını kontrol edemiyorum. Peki, siz neden buradasınız?"

Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Hayatımda kontrol edemediğim püsküllü bir bela var. Beni ilk kez istemediğim olayların içine çekmiyor."

Gözlerimi kıstım. "Bir kadından mı bahsediyoruz?" Ellerimi çenemin altında birleştirdim. "Sizde eski sevgililerini aşamayan o erkeklerden misiniz?"

"Sevgilim değildi."

"O halde neyinizdi?"

"Karım."

Gözlerimi abartılı bir ifadeyle büyüttüm. "Olamaz, evli bir adamla mı masamı paylaşıyorum?"

Gülmemeye çalışarak, "Eski karım," diye düzeltti. "Uzun zaman önce boşandık." Son kısmı söylerken gülüşü tatsız bir hale gelmişti.

Tam yeni bir şeyle onu köşeye sıkıştıracaktım ki koltuğuna yaslanarak, "Peki, siz evli misiniz?" diye sordu. "Veya öyle miydiniz?"

"Hayır."

Kaşlarını o kadar hızlı çattı ki. "Hayır mı?"

Gülmemeye çalışarak başımı salladım. "Evli değilim." Gözlerinin içine baka baka yalan söylemem onu delirtiyordu. "Hiç evlenmedim." Eğlendiğimi inkâr edemem. "Hayatımda da biri yok." Karşısındaki yakışıklı erkeği ayartmaya çalışan bir kadın gibi, "Yeni ilişkilere açığım," dediğimde dişlerini sıkarak, "Ölmek mi istiyorsun?" deyince kahkaha atabilirdim.

"Anlamadım?" dedim. "Bir şey mi dediniz?" Bir yabancıyı oynuyorsa beni ifşalayamazdı.

Masadaki kadehe uzanıp tüm içkiyi bir dikişte içti. "Bir şey demedim!" İçtiği o şarabın bana gönderdiği şarap olduğunu unutacak kadar sinirlenmişti.

Garsonlar servis arabasıyla masamıza gelince ikimizde susmak zorunda kaldık. Masamızı donatıp çekildiklerinde tabağımdaki bifteğe aç gözlerle bakıyordum. Bıçağı alıp eti hemen parçalamaya başladığımı görünce gülümsedi. "Et seviyor olmalısınız?"

"Hayatımda sevdiğim birkaç şeyden biri." Çatalı bifteğe batırıp ağzıma kocaman bir parça attım. Etin karşı konulmaz tadıyla mırıldanıp kendimi kaybettiğimde gülerek başını iki yana salladı. Etin her türlü çeşidine karşı koyamadığımı iyi biliyordu.

Siparişlerimin tamamı etten oluştuğu için karnımı doyurmadan benimle sohbet edemeyeceğini biliyordu. Bu yüzden yemeklerimizi sessizlik içinde yedik. Aslına bakarsak ben iştahlı bir şekilde tabağımdaki etlere yumulurken o, yüzündeki küçük gülümsemeyle beni izleyip durmuştu. Sık sık bana olan bakışlarını yakalamıştım. Uzun zaman sonra onun bakışları eşliğinde güzel bir yemek yiyebilmiştim.

Karnım doyunca dans eden insanları işaret edip gözlerimi ona diktim. "Beni dansa kaldırmayı düşünüyor musunuz?"

Masadaki peçeteye uzandı. "Kaldırmalı mıyım?"

Peçeteyi parmaklarının arasında katlayıp dudaklarını silmesini izlerken başımı salladım. "Bu gece beni etkilemek istiyorsanız dansa kaldırmalısınız."

Yüzü yumuşadığında gözlerinde hınzır bir ifade oluştu. "Sizi etkilemek istediğimi de nereden çıkardınız?"

Kıvrımlı kirpiklerimin altında göz süzerek ona baktığımda bu fazlasıyla flörtüz bir hareketti. "Öyle olmasaydı masamda ne işiniz olsun?"

İnkâr etmesini beklerken beni şaşırtarak, "Haklısınız," diyerek ayağa kalktı. "Hadi dans edelim."

"Doğru şekilde sorar mısınız?"

"Fazla zorlamasan mı?"

Ona tatlı tatlı gülümsedim. "Hep zorlarım."

Dişlerinin arasından, "Bilmez miyim," diye bir şeyler homurdanıp bana elini uzattı. "Benimle dans eder misiniz?"

Bu teklifi ona zorla yaptırmamış gibi kocaman gülümseyip, "Madem çok istiyorsunuz..." diyerek elini tuttuğumda bana tersçe bakmaktan kendini alıkoyamadı.

Beni dans eden diğer insanların yanına çekmesine izin verdim. Karşılıklı durduğumuzda heyecanımı gizleyemiyordum. Bir eli usulca belime kayarken boştaki eli şimdiden terlemeye başlayan elimi avucunun içine aldı. Yanımda duran elimi kaldırıp onun omuzuna koyduğumda dans etmeye başlamıştık. Başımı kaldırıp onun güzel yüzünü seyrederken heyecandan çok hızlı nefes alıyordum.

Bana dünyanın en değerli şeyi gibi bakarken, "Bige," diye mırıldandı. "Çok güzelsin."

Derimin altı ısınırken gözlerimi kaçırdım. "Bu da neyin nesi?" Yüzünde oyunbaz bir ifade oluştuğunda bakışları yanaklarımda oyalandı. "Kızardın."

"Ne var bunda?"

"Müstehcen cümleler kurduğunda bile yanaklarının kızardığını hiç görmedim." Şaşırmış gibiydi ama daha çok etkilenmiş. "Şimdi ise sana güzel olduğunu söyleyince kızardın." Güldü. "İşte bu çok ilginç."

İki yabancıyı oynamayı bıraktığımız için artık ona siz dememe gerek yoktu. "Belki de bana daha önce hiç güzel olduğumu söylemediğin içindir."

"Birçok kez söyledim. Az önce masadayken bile..."

"Doğrudan değil," dediğimde bunu daha önce hiç yapmadığını o da fark etti. Gözlerini kırpmadan aralıksız beni izleyince bakışlarımı kaçırmamak için kendimi zor tuttum. "Haklısın doğrudan hiç söylemedim." Yoğun bakıyordu. "Güzelsin Bige hem de gördüğüm en güzel varlıksın." Kalbim kasıldı.

Bu gece kendi gibi davranmıyordu. Bakışlarındaki bir şeyler içimi acıtıyordu. "Sadece bu gece için ateşkes yapamaz mıyız?" Omuzundaki kolumu boynuna doladığımda ona olan muhtaçlığımı gizlemenin bir yolu yoktu. "Karun bir geceliğine durup soluklanamaz mıyız? Seninle savaşmaktan o kadar yoruldum ki artık aynaya bakınca gördüğüm kadını tanıyamıyorum."

Dudaklarını birbirine bastırarak burnundan nefes aldı. Bir süre başımın arkasındaki boşluğa baktı ama daha sonra gözleri yeniden yüzüme kaydı. "Aynaya bakınca ne görüyorsun?"

Çenem acıyla kasıldı. "Nefret ettiğim ve nefret edilen bir kadın."

Cevabım aramızdaki savaşın bana nasıl hissettirdiğini fazlasıyla anlatınca başını ağır ağır salladı. "Bu gece için ateşkes," diyerek nefesini koyuverdi. İkimizin de bir köşeye çekilip tekrar savaşacak gücü bulmamız için ateşkes yapması gerekiyordu. Sadece bir gece sürse bile buna ihtiyacımız vardı çünkü yarın olduğunda eski halimize dönecektik.

"Her şeyi batırdım değil mi?" Bir şeyleri düzeltemeyen bir kadının yorgunluğuyla ona baktım. "İşleri berbat ettim."

Düz bir ifadeyle beni izlerken, "Sanırım öyle," diye mırıldandı. Uzun zamandır ilk kez birbirimize sesimizi yükseltmeden konuşuyorduk. "Ama şunu söylemeliyim ki bu tek taraflı bir şey değil. Bu yıkımı biz yaptık."

Öyle bir hale gelmiştik ki artık birbirimizle konuşamıyorduk. Her konuşma girişimimiz büyük bir kavgayla ve kırıcı sözlerle son buluyordu. "İki gün boyunca neredeydin?" Eve gelmediği o iki günde neler yaptığını merak ediyorum.

Yüzünde iğneleyici bir ifade oluştu. "Demek nerede olduğumu doğrudan bana sormaya karar verdin?" Dün geceki tartışmamız aklıma gelince bunu ona sormadığımı fark ettim. Nerede olduğunu sormak yerine ona ikimizin de kendi hayatımıza bakması gerektiğini ve birbirimize hesap vermek zorunda olmadığımızı söylemiştim. Bu yüzden sözleri bu kadar iğneleyiciydi.

"Evet." Başımı salladım. "Nerede olduğunu bilmek istiyorum."

Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Babama bir ders vermekle meşguldüm." Gözlerimin içine baktı. "Gurur ve sana yaptıklarını göz ardı edemezdim." Kocaeli'nden döndükten hemen sonra evden ayrılmıştı. Babasına haddini bildirmek için mi gitmişti?

"Bu onu bizden uzak tutar mı?"

Nefret ettiği bir şeyden bahseder gibi ifadesi karardı. "Bir süre meşgul eder ama uzun süre uzak tutmaz. Şirketin yönetimini ele geçirmeden duracak biri değil." Babasını öldürmedikçe ondan kurtulamazdı fakat bunu ondan ne ben isteyebilirim ne de bir başkası çünkü ne kadar kötü olursa olsun karşısındaki kişi öz babasıydı.

Bana olan bakışları dalgındı. "Sen neredeydin?" Dün tüm gün ortada kaybolduğumda nerede olduğumu anlamak için iyi bir fırsat yakalamıştı. Nerede olduğumu bilmeden rahat bir nefes almayacağını biliyorum. Her şeyin kontrolü altında olmasını isterdi.

"Tüm gün sokaklarda tek başımaydım," diyerek gerçeği itiraf ettim. "Eve gelmiyordun ve telefonlarımı açmıyordun. Bende evinde kalacağım süreyi benden uzakta geçireceğini düşündüm." Sakince konuşup başımı önüme eğdim. "Düşündüm ki evinde olmazsam oraya dönersin."

"Senin olmadığın bir eve döneceğimi mi düşündün?"

Acı içinde güldüm. "Ama döndün. Hep olduğu gibi varlığımı görmezden gelirken yokluğum seni bana getirdi."

Üzgün bakışlarımı katlanılmaz bulmuş gibi mavilerinde merhameti hissettiren sıcak bir ifade belirdi. İstese de bana kıyamıyordu, böyle anlarda bunu bakışlarıyla belli ediyordu. "Eve dönmemin nedeni orada olmaman değildi, nerede olduğunu bilmememdi. Korku ve meşguliyeti birbirine karıştırma." Başıma bir şey geleceğinden korktuğu için dönmüştü.

Gözlerimin ardı sızlarken başımı biraz daha kaldırıp durgun gözlerine baktım. "Bir yolu olmalı, Karun." Nemli gözlerim kovulduğum mavileriyle buluştuğunda ne denli incindiğimi saklayamadım. "Beni affetmenin bir yolu olmalı."

Gözlerimin içine baktığında bakışları o kadar sarsıcıydı ki, o sarsıntıda gözden çıkardığı tek şeyin ben olduğumu gördüm. "Bu kez yok." Sakince konuşuyordu ama bağırsa sözleri bu denli şiddetli çıkmazdı. "Bazı şeyleri ölüm bile affettiremez." Beni ölüme ertelemesine katlanamıyorum.

Gözlerime akın eden yaşların gerçek olduğunu bilmesine rağmen bana karşı bu kadar acımasız olurken içi bile titremedi. "Seni istemiyorum, Bige." Beni çıkardığı darağacında ayaklarımın altındaki tabureyi çekerek, "Artık istemiyorum," dedi. Yağlı bir urgan boynumu sararken ayaklarımın boşlukta sallandığını hissettim. Boğuluyordum.

Kirpiklerim titreşirken, "Bunu yapamazsın," diye fısıldadığımda onu puslu gözlerin ardından izliyordum. "Beni istemeni istiyorum." Çaresizliğimin bir simgesi olan bir damla gözyaşıma hissiz gözlerle bakarak cevabını vermişti. Beni isteyeceği bir gün gelmeyecekti.

Müzik bittiğinde onun kollarının arasından çıktım. "Sigara içmeliyim." Masaya doğru yürüyerek ona sırtımı dönmüştüm. "Döndüğümde masamda olmazsan sevinirim." Buna daha fazla devam edemem. Bu kadar yakınımdayken bana kilometrelerce uzağımdaymış gibi hissettirmesine dayanamıyorum.

Masadaki çantamı alıp restoranın terasına çıktım. Çantamdaki paketten bir dal sigara çıkartıp dudaklarımın arasına yerleştirdiğimde bana doğru uzanan çakmağı gördüm. Ona gitmesini söylememe rağmen peşimden gelmişti. Başımı eğip yaktığı çakmaktan sigaramın ucunu tutuşturdum. Dumanı içime çekerek başımı kaldırdığımda korkuluğun üzerine koyduğum paketten bir dal sigara aldı. Sigarasını yakarak yanımda dikilirken tıpkı benim gibi ışıkların süslediği karanlık şehri izlemeye başladı.

"Bu gece ateşkes ilan ettiğimizi sanıyordum?" dediğinde bana bakmak yerine manzaraya izliyordu.

Soğuk hava vücuduma ürpertici dokunuşlar yaptığı için üşüdüğümü ondan gizliyordum. "Anlaşmamız hâlâ geçerli." Parmaklarımın arasındaki sigarayı dudaklarıma yaklaştırdım. "Bu gece için kavga yok."

"Madem öyle bu suratının hali nedir?" Başını çevirip omuzunun üzerinden bana baktı. "Geceyi surat asarak mı bitireceksin?" İçime çektiğim gri duman dudaklarımın arasından süzülmeye başlayınca gözleri dudaklarıma kaydı.

"Ne yapmamı bekliyorsun?" İnanamayan gözlerle ona bakıyordum. "Beni istemediğin haberini mutlulukla karşılamamı benden bekleyemezsin."

Tam bir şey söyleyecekti ki, "Ne var biliyor musun, şu saçmalığı bırakıp iki yetişkin gibi artık konuşmalıyız," diyerek onu susturdum. "Bu işteki tek kurbanın sen olmadığını anlamalısın." Elimdeki sigarayı mermer korkuluğun üzerine bırakıp açık yakama dikkat çektim. Hep baktığı ama göremediği sol göğsümün üzerini işaret ettim. "Baktığında sana yaptıklarını hatırlatacak bir iz görmemen o izin kalbimin tam üstünde olduğu gerçeğini değiştirmiyor."

Elbisemin açık yakasını biraz daha aşağıya çekiştirerek sol göğsümün üstünü iyice açtım. Tırnaklarımla kazıyarak göğsümün üzerindeki bandın kenarını buldum. Yara izini tenimde gizleyen ince ve yuvarlak bir banttı. Su bardağının ağzı genişliğindeki bu bandın her tene göre uygun tonları vardı. Benim gibi saklamak istedikleri şeyleri olan insanlar için özel üretimdi. O kadar yumuşak ve inceydi ki göğsümün üzerine yapıştırdığımda yara izi hiç görünmüyordu.

Bandın orada olduğunu gizlemek için üzerinde kapatıcıyla geçiyordum. Artık makyaj ürünlerimi sadece yüzüm için kullanmıyordum. Bu yüzden malikaneye geri döndüğümde Karun beni sütyenle görünce göğsümdeki yara izini görmemişti. Görmediği bir şey bana yaptıklarını unutturuyorsa belki de görmesinin zamanı gelmişti.

Bandı göğsümden söktüğümde bir anda bakışları değişti. Mavileri sol göğsümün üzerine kayınca gözlerindeki o kin tuzla buz olmuştu. Kurşun yarasına bakınca suratı kireç gibi soldu. Heybetli vücudu taş kesilirken bu yara izine bakmak bile onun için ölümle eşdeğerdi. Bir sokak lambasının altındaki kanlı görüntümü ona hatırlatan bu kurşun izine bakmak bile gözlerinin ardını sızlattı.

Elini uzattığında soğuk parmakları tenimi ürpertti. Parmak uçları kurşun yarasının bıraktığı ize sürtününce dolan gözlerini gördüm. Bu iz benim tenimdeydi ama durmaksızın kanayan yarası onun sol göğsündeydi. Gökyüzünü kıskandıran mavilerindeki derin acı bu yaranın üstesinden gelemediğini tüm çıplaklığıyla yansıtıyordu. Bu kurşun izi bizi birbirimizden koparan günün damgasıydı.

Bana karşı az da olsun yumuşadığını görünce, "Bilerek canını yakmadım," diyerek şansımı bir kez daha denedim. "Canım o kadar çok yanmıştı ki, o 383 günde tek düşündüğüm senin de canını yakmaktı. Neyi neden yaptığını bilseydim asla o kadar ileri gitmezdim." Gözlerinin içine bakarken, "Karun," diye fısıldadım. "Senin aksine ben her şeyi bilmeden yaptım. Masum olduğunu bilmeden canını yaktım ama sen benim canımı yakarken suçsuz olduğumu biliyordun."

Bitecekse de gerçekleri kabul ederek bitmeliydi. "Sen bir seçim yaptığın için ben o odada parçalanarak çıkıp bir sokak lambasının altında vuruldum." Can yakan bir ifadeyle ona bakıp, "Ama ben seçim yapmadım," diye fısıldadım. "Benimki ödeşmekti çünkü ilk günden beri canımı çok yakmıştın." Sertçe yutkundu.

Donup kaldığında bana söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Parmaklarının arasındaki sigaranın dumanı yüzünü yalayıp geçerken gri bir sisin ardından bana bakar gibiydi. Başımı kaldırıp titreşen ıslak kirpiklerimi araladım. "Ne bu gece ne yarın ne de bu on üç günün sonunda," diyerek başımı iki yana salladım. "Beni asla affetmeyeceksin çünkü bunu denemiyorsun bile."

Bana öyle bir baktı ki sitem eden bakışları onu hiç tanımamakla beni suçluyordu. "Denemediğimi mi sanıyorsun?" Sanmıyordum bunu görüyordum fakat o, aksini iddia ederek, "Deniyorum!" dedi bezgin bir sesle. "Bunu her şeyden çok istiyorum ama sen kendini affettirmek için hiçbir şey yapmıyorsun." Gözlerimin içine öyle bir baktı ki bu bakışı canımı yaktı. "Senin için o kadar değersizim ki beni affetmek zorundasın demek dışında bunun için hiç çabalamıyorsun!"

Şiddetle karşı çıktım. "Bu doğru değil."

Fevri bir hareketle benden uzaklaştı. "Doğru!" dediğinde donup kaldım. Bu konuda hiç çaba göstermediğime körü körüne inanıyordu. O zaman bu yaptığım neydi? Neden buradaydım ve neden onunla bu konuşmayı yapıyordum? Tüm bunlar çabalamak değil miydi?

Kulağına vesveseler fısıldayan şeytanları onu benden uzaklaştırırken kaşlarını çattı. "İstediğim tek şey her şeyi unutmak!" Çenesindeki kaslar seğirdi. "Allah kahretsin, bana her şeyi unutturmanı istiyorum ama sen bunun için fazladan çaba bile göstermiyorsun!" dediğinde tek kelime edemedim. Ne yapacağımı bilsem yapmaz mıyım sanıyordu? Ama bilmiyorum. Ona yaşattığım 383 günün telafisini nasıl yapacağımı bilmiyorum.

Gözlerimin içine baka baka, "Mutlusun, Bige," dediğinde kalbim kasıldı. "Sen hep mutlu olacak bir şeyler buluyorsun. Seni ne zaman görsem hep birilerine gülümsüyorsun. Öyle veya böyle sen mutlu olacak bir şeyler buluyorsun." Yanıldığını söylemek için dudaklarımı araladım ama haklı olması beni susturdu. Evet, söyledikleri doğruydu ama gülüşlerim mutlu olduğumu göstermezdi.

İtiraz etmemi bekledi ama bakışlarımda kendimi ele verdiğim için omuzları hayal kırıklığıyla düştü. Yanılmadığını anlamıştı. "Benimle veya bensiz sen mutsuzluğu uzun süre yaşamıyorsun," dediğinde gözlerinde bana kendimi berbat hissettirecek bir şeyler vardı. "Bense sensiz gülmeyi bile bilmiyorum."

"Onların hepsi geçici mutluluklar," demeyi başardım. "Hiçbiri kalıcı değil hayatımda."

İçi acırcasına bana baktığında bakışları buruktu. "Bende sahtesi bile yok," dediğinde ağlamamak için kendimle savaş halindeydim. Onun hayatındaki rolüm içler acısıydı. Ona kötü hissettiren ve canını yakan tüm duyguları benimle tadıyormuş gibi bakıyordu. "Yanında birileri olduğu sürece sen mutlusun."

İçini çekerek başını ağır ağır salladı. "Öyle anlarda gülüşlerinin çoğu gerçek. Gülüşlerindeki gerçekliği ve sahteliği artık ayırt edebiliyorum." Vücudum cayır cayır yanıyordu ama ben ayazda kalmışçasına titriyordum. "Bize olanları düşündüğün ve acı çektiğin tek anlar, şimdi olduğu gibi yalnız kaldığın anlar."

Etrafımda birileri olduğunda da mutlu değildim ama aklımı meşgul edip kendimi Karun'u düşünmekten alıkoyabiliyordum. Yalnız kaldığımda ise gün içinde kaçtığım her şeyle yüzleşiyordum. Tüm bunları uzun zaman önce fark etmiş gibi yüzünü sertçe ovuşturdu. "Etrafında birileri olduğu sürece aklına bile gelmiyorum."

Bir süre sustu ama daha sonra içi sızlamışçasına bakışlarını bana kenetledi. "Bunu senden isteyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama daha az mutlu olabilir misin?" diyerek beni öyle bir acıttı ki, onu böyle bir şeyi söylemeye zorlayan ben olamazdım.

"Bige," dedi kısık ve yaralı bir sesle. Gözlerimin içine baktı ve o vurucu cümle dudaklarından döküldü. "Ben seni affetmenin yollarını ararken, sende hiç olmazsa benim olduğum yerlerde üzülüyormuş gibi rol yapabilir misin?" Kalbim kasıldı. Bu gecenin en ağır cümlesi buydu.

"Karun, bize olanlara üzülen ve acı çeken sadece sen değilsin." Ne sanıyordu, o bu haldeyken benim keyfime bakıp günümü gün ettiğimi mi? Başımı iki yana sallayarak eline uzandım ama tutmama izin vermedi. "Sensizlik canımı yakmasa neden saçımdaki tokayı çıkartarak ölmeyi isteyeyim?" Elini tutmamı bile istemiyordu.

Başta sevgim olmak üzere hiçbir konuda bana inanmadığını biliyorum ama bana inanmalıydı. Onsuz bir hayat istemediğimi ve o olmadan mutlu olmadığıma inanmalıydı. En önemlisi onun canı yanarken benim yüzümün gülmediğini bilmeliydi. "Çok acı çektim ve hâlâ çekiyorum." Bir türlü ona ulaşamamanın çaresizliğiyle, "Karun," diye mırıldandım can çekişir gibi. "Senin tarafından sevilmemek ölüm gibiydi ve ben o kaldırım kenarında bunu sana kanıtladığımı düşünüyorum." Soluğu kesildi.

Sertçe yutkunup mavilerini bana kenetlediğinde sol gözümden süzülen yaşa engel olamadım. Bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı ama etli dudaklarından tek kelime dökülmedi. "Sensiz mutlu değilim, sensiz bir kaçıştayım." Başımı sallayarak sözlerimi onayladım. "Etrafımdaki insanlar seni düşünmemi engelliyor ama seni unutturamıyor."

Titreyen kirpiklerimin arasında düşen gözyaşımın yanağımda süzülüşünü izledi. Silmek yerine kalbimde kopan her damlanın yüzümü ıslatmasına izin verdim. "Sen nasıl ki beni düşünmemek için kendini işle meşgul ediyorsan, bende seni aklımdan çıkarmak için etrafımda birileri olsun istiyorum ama günün sonunda aklımda olan tek kişi sensin." Yanlış fikirlere kapılmasını istemediğim için artık bunları bilmeliydi.

Sözlerimin etkisi ona zar zor nefes aldırıyordu ama bunu gizlemeye çalışıyordu. Göğsümdeki yara izini işaret ettim. "Sensiz yaşayamadığımı sana kanıtlamak için bu kurşun yarasından daha büyük ne yapmalıyım?"

Ondan bir cevap beklerken zaman durmuş gibi yüzümü izlemekten başka tek kelime etmedi. Suskunluğu benim için freni tutmayan bir araba gibiydi. Direksiyonda benim olduğum bir araba ve o susmaya devam ettikçe arabayı daha kontrolsüz sürüyordum. Her an bir yere çarpıp camdan fırlayabilirdim.

"Umarım bir gün beni affetmeye karar verdiğinde ikimizde hâlâ yaşıyor oluruz." Gazı kökleyip emniyet kemerini açarak beklenen çarpışmayı ruhumda yarattım. "Beni affetmeden ölürsen seni affetmem." Gözlerinin ta içine baktım. "Sen beni affetmeden öldüğümde ise affetmek için artık çok geç kalmış olacaksın," dedikten sonra ona sırtımı dönerek terastan çıktım.

Kendimi toparlamak için kadınlar tuvaletine girdiğimde Gurur aradı. Sinirli bir sesle, "Ne var!" diyerek telefonu açtım. "Ne istiyorsun benden!" Karun'a olan sinirimi ondan çıkartmam an meselesiydi.

"Bağırmak yerine sana yardım ettiğim için teşekkür etmen gerekmiyor muydu?" dedi.

Aynanın önüne çantamı atıp suratımı astım. "Gecem istediğim şekilde ilerlemiyor çünkü yeğeninin katır gibi inadı var!"

"Tam olarak ne bekliyordun?" diyerek alay etti. "Bir gecede her şeyi unutmasını mı?"

"Bir gece mi?" Hayretler içinde kalarak kaşlarımı çattım. "Yaşadığımı öğrenmesinin üzerinden bir aydan fazla zaman geçti ama bana karşı hiç yumuşamıyor."

"Yaptıklarının cezasını çekiyorsun sızlanmayı bırak."

"Planın ikinci aşamasını söyle."

Şaşkınlığını soludum. "Seninle bir planımız vardı da ben mi hatırlamıyorum?"

"Olduğunu anlamak zor değil," dedim alay ederek. "Halimi hatırımı sormak için aramadığını biliyorum." Kendimi tutamayıp güldüm. "Bir konuda bana işin düştü, değil mi? Belli ki kabul etmeyeceğim kadar büyük bir şey."

"Bravo zeki kadın şıp diye anladın. Yardım edeceksin çünkü bana borçlusun."

"Hiç sanmıyorum tatlım," diyerek çantamdaki kırmızı ruju çıkardım. "Benim için yaptığın tek şey adamlarına küçük bir emir verip Karun'un buluşacağı kadına engel olmak. Bu küçük bir iyilik ve karşılığı da küçük olmalı." Sırıttım. "Büyük bir konuda yardımıma ihtiyacın olduğu çok belli. Karşılığını büyük bir şekilde vermezsen yardım etmeyeceğimi bilecek kadar beni tanıdığını umuyorum. Şimdi söyle benim için elinde ne var?"

Telefonun diğer ucunda ettiği küfürleri duydum. "Böyle bir karşılık vereceğini bildiğim için bu gece sana ikinci kez yardım etmek için gereken tüm ayarlamaları yaptım. Bu gecenin sonunda Karun senden kaçmayı bırakmış olacak."

Meraklandım. "Bunu nasıl sağlayacaksın?"

Böbürlenircesine çıkan gülüşünü duydum. "Sen o işi bana bırak gelin hanım. Bu gece istediğin gibi sonlanacak ama karşılığında yarın gece benim için bir şey yapacaksın."

"Yarın gece senin için tam olarak ne yapacağım?"

Güldü. "Daha önce yapmadığın bir şey değil. Şimdi kapatmalıyım bir anlaşmaya vardığımızı umuyorum?"

"Bekle hasta herif! Anlaşmanın içeriğini bilmeden teklifini kabul edeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun. Bana yarın gece ne yapacağımı söyle?"

"Karun ve Duha'yı bana getireceksin. İkisini istediğim yere bir tek sen getirebilirsin."

"Neden onları istiyorsun?"

"Canlarına okumak için."

"Neden?"

"Çünkü az önce kayın pederim olacak piçten üç yıl önceki oylamada ikisinin verdiği oyu öğrendim! Yarın sabah gerçeği bildiğimi Ümit piçi ikisine de yetiştirecektir. Etraflarındaki adam sayısını arttıracaklarını tahmin etmek zor değil. Bunun için de sana ihtiyacım var."

Kahkaha attım. "İnfaz edilmenden yana mı oylarını kullanmışlar?"

"Zaten bildiğin bir şeyi bilmiyormuş gibi yapma."

Kıkırdadım. "Ne zaman öğreneceğini merak ediyordum."

"Öğrendiğime göre bundan sonra olacakları o ikisi düşünsün. Karun ve Duha'nın hayatındaki rolünü iyi biliyorum ama sormak zorundayım. Kendi çıkarın için onları satabilir misin?"

"Bu gece Karun ile barışacağımın garantisini veriyor musun?"

"Altında imzam olduğu hiçbir plan başarısız olmaz gelin hanım."

"Yarın ikisini de sana getireceğim!"

Kahkaha attı. "Onlara işkence edeceğimi biliyorsun, değil mi?"

Heyecanlandım. "Bende izleyebilir miyim?"

Gür kahkahasını duydum. "Seni daha fazla ne kadar sevebilirim diye düşünüyorum," dediğinde gülmeye başladım.

Telefonu kapattığımda Gurur sayesinde kadınlar tuvaletinde mutlu bir şekilde çıktım. Biriyle iş birliği yapacaksam bu sadece oyunu kuralsız oynayan bir deli olabilirdi çünkü kazanmak için her şeyi yapardı. Bu yüzden Karun ve Duha'yı tuzağa düşürüp ona götüreceğim.

Bunu yapmamın asıl sebebi ortak bir düşmana karşı eskiden olduğu gibi güçlerini birleştirmek zorunda olmalarıydı. Gurur onlara işkence etmek için onları istiyordu ama gözden kaçırdığı bir detay vardı. Onun bu katliam planı farkında olmadan Karun ve Duha'yı yakınlaştırabilirdi. Kabul etmemin sebebi tam olarak buydu.

Duha bunun için bana kızamazdı çünkü ikisinin arasını yapmamı istemişti. Bahsettiği şeyin bu olmadığına eminim. Neyse sonuç odaklı düşünürsek yarın gece işkence için bile olsa ikisini bir araya getireceğim.

Restorana girdiğimde Karun hesabı ödeyerek beni bekliyordu. Peşimizdeki korumalarla dışarı çıkana kadar Gurur'un bana nasıl yardım edeceğini anlamamıştım. Kaldırımda duran arabalara doğru yürürken aklım bu gecenin nasıl sonuçlanacağıyla meşguldü. Yolun karşısındaki seyyar satıcı, "Kestane şekeri," diye bağırınca dikkatimi çekmeyi başardı. "Karun?" Arkamı dönüp ona baktım. "Bana kestane şekeri alır mısın?" Kestane şekerini çok sevdiğimi biliyordu.

Bana arabayı işaret etti. "Arabaya bin çocuklar halleder."

Suratım asıldı. "Onların almasını isteseydim onlardan isterdim," dedikten sonra yolu kontrol edip karşıya geçmek için yürüdüm.

Arkamdan, "Bige, çocukluk yapmayı bırakıp buraya gel!" dedi sinirli bir sesle. "Açık alandayız güvenli olmadığı için onlar halletsin dedim."

Gözlerimi devirerek yolu geçmek için yürüdüm. "Alt tarafı bir şeker," demiştim ki bir anda patlayan silahlarla Karun'un, "Bige!" diyen kükreyişini duydum. Ona doğru döndüğümde saçlarım yüzüme savrulmuştu. Birbiri ardına yoldan geçen arabaların camlarında birileri bizi kurşun yağmuruna tutmaya başlamıştı. Soluğum kesildi.

Korumalar arabaların arkasına saklanarak onlara karşılık verirken Karun saklanmak yerine bana doğru koştu. Nedim telaşla, "Abi dur!" diye bağırdı ama Karun kendi hayatını hiçe sayarak bana doğru koşuyordu. Bizi ateş hattına tutan arabalar ise tam arkamda vızır vızır geçiyordu çünkü yola çok yakındım.

Kurşunların hiçbiri bana isabet etmiyordu fakat Karun bunu ayırt edecek halde değildi. Lazerli bir silahın kırmızı ışığını onun göğüs kafesinde görünce, "Karun!" diye bağırıp ona doğru atıldım. Daha o bana ulaşmadan ona koştum ve üzerine atlayarak onu sırtüstü düşürdüm. Kurşun kafamızın üstünden geçmişti.

Yere düşüşümüz çok şiddetli olmuştu. Kendimi ona siper etmek ister gibi kollarımı ona sardığımda bir saniye bile beklemeden beni altına aldı ve iri vücudunu bir kalkan gibi üzerime örttü. Bedenim ağırlığı altında ezilirken gümbür gümbür atan kalbini göğüs kafesimde hissettim. Silahlı saldırı çok kısa sürmüştü ama Karun tamamen güvende olduğumdan emin olmadan üzerimden kalkmadı. Bize ateş eden arabalar hızla uzaklaşmıştı. Nedim ve yanına aldığı birkaç araba onların peşine düştü, kalanlar ise bizi korumak için etrafımızda etten bir duvar oluşturdu.

Yaşadığımız adrenalin yüzünden kalplerimiz o kadar hızlı atıyordu ki, Karun'un korku dolu bakışlarına odaklanamıyordum. "Bige, bana iyi olduğunu söyle!" Korkudan sesinin ne denli yüksek çıktığını fark etmiyordu. Üzerimden çekilip aceleyle vücudumu tararken göreceği küçük bir kan damlası aklını kaçırmasına neden olabilirdi.

"Bana onları bulun!" diye bağırdığında havada hiç bulut yoktu ama gürleyen gök gürültüsünü duyar gibiydim. Çenesini sıktı. "Bunun arkasında kim varsa evveliyatını sikip soyunu kurutacağım!" derken gözleri endişeyle vücudumda oyalanıyordu. Bu öfkesinin nedeni bana bir şey olma korkusuydu.

Omuzlarımı tutarak sırtımı yerden ayırdığında o kadar çok titriyordum ki, karşımda diz çöktüğünü puslu gözlerin ardından görüyordum. "Şşş geçti." Beni sakinleştirmek için yüzümü avuçlarının arasına aldığında asıl sakinleşmesi gereken oydu çünkü yüzümdeki elleri titriyordu. "Bige n'olur bana bir şey söyle." Bembeyaz yüzüme baktıkça dehşete kapılıyordu. Kaşları büküldüğünde, "İyi olduğunu duymalıyım," diye fısıldadı.

Konuşmak için dudaklarımı araladığımda hıçkırdım. Ağladığımın farkında bile değildim. "O te-tetikçinin silahı..." deyip ağlamaya başladım. "Göğsünün üzerindeydi. Seni kaybedeceğimi düşündüm." Kaskatı kesildi. Eli ayağı buz keserken neden üzerine atladığımı anlamıştı. Onu korumak için.

Yüzümdeki eli kasılırken bana öyle bir bakışı vardı ki, korku dolu gözlerinde ne kin vardı ne de geçmişte olanların hesaplaşması. Issız bir okyanusu andıran gözlerindeki tek şey onun hayatındaki önemim ve az kalsın beni kaybetmek üzere olduğu gerçeği. Bir saniye bile beklemeden beni kollarının arasına çekip öyle sıkı sarıldı ki, tüm kemiklerim birbirine geçmiş gibiydi.

"Bunu bir daha sakın yapma!" dediğinde yüzünü saçlarıma gömdüğü için sesi boğuktu. "Benim için bile olsa bir daha siktiğim bir kurşunun önüne atlama!"

Bugün beni kaybetme gerçeğiyle yüzleşmişti.

Aklıma gelen şeyle kanım dondu. Gurur! Aman Allah'ım bunu o yapmıştı! Tam da bu sebeple yapmıştı, Karun'a onun için olan önemimi göstermek için. Bu yüzden kurşunların hiçbiri bize isabet etmemişti çünkü amaç öldürmek değildi, Karun'a bir ders vermekti. O hasta ruhlu herif beni sürüden ayırmak için kestane şekerlerini kullanacak kadar planını kusursuz işlemişti.

Bir şekilde kestane şekerlerini sevdiğimi öğrenmişti. Karun'un göğsünü hedef alan tetikçiyi bile özel olarak ayarlamıştı. Karun'u kurtarmam için. Bu şekilde Karun'a onun için canımı bile verebileceğimi göstermişti.  Onun hakkındaki söylentiler bir yalandan ibaret değilmiş. Gurur Kalender gerçekten de oyunu kuralsız oynuyordu!

O akıl hastası herif en azından önceden beni uyarabilirdi!

Tetikçi aslında Karun'u hiç vurmayacaktı. Ateş etmek için Karun'un üzerine atlamamı bekliyordu. Gurur ile telefon konuşmamızın üzerinde beş dakika geçmeden silahlı saldırıya uğramıştık. Telefonu kapatır kapatmaz bu tuzağı kurmamıştı, biz henüz yemeklerimizi yerken bunu tezgahlamıştı. Karun ve Duha'nın verdiği oyu öğrenir öğrenmez beni kendine borçlandırmak için hemen adamlarını buraya göndermişti. Dua etsin de bunu tezgahlayan kişinin o olduğunu Karun öğrenmesin yoksa başı büyük beladaydı.

Hiç olmazsa bana saldırıyı çıtlatabilirdi. Ödüm koptu burada!

***

"Seni aşağılık herif!" Telefonu kulağımda tutarken sinirle odanın içinde dönüp duruyordum. "Bana olacakları önceden söyleyebilirdin!" Eve döner dönmez bulduğum ilk fırsatta hemen Karun'un deli amcasını aramıştım. "Önceden detaylardan bana bahsetmek zor değildi!"

Ben burada ne kadar sinirliysem Gurur, bulunduğu yerden çok eğleniyordu. "Detaylardan sana bahsetseydim sende bu plana dahil olurdun. Seninle ilgili her şey doğaçlama olmalıydı. Bana kızıyorsun ama sana söylememekle aslında seni korudum çünkü Karun bu işi benim yaptırdığımı öğrenirse sen bu olayın dışında kalacaksın. Ne de olsa saldırıyı bilmiyordun." Bu açıdan bakınca haklıydı.

"Karun delirmiş vaziyette. Şu anda çalışma odasında birçok telefon görüşmesi yaparak saldırının kimin işi olduğunu bulmaya çalışıyor." Eve döner dönmez kendini çalışma odasına kapatmıştı.

"Endişe etme benim yaptığımı kolay kolay öğrenemez. Saldırıda kullanılan arabalardaki plakalar bile sahte. Üstelik saldırıdan önce oradaki tüm güvenlik kameralarının icabına bakıldı. Bu işleri ilk kez yapmıyoruz gelin hanım. Kocan şu anda birilerinin ona uyarı ateşi yaptığını düşünüyor ve muhtemelen bunun için babasını suçlayacak." Neşeyle güldü. "Abim olacak piçe yapacakları beni üzmez."

"Bu kadar ileri gitmeseydin daha iyiydi," diye homurdandım. "Ona bir şey olacak diye çok korktum."

"Biliyorum ve emin ol aynı korkuyu o da yaşadı. Amaçta buydu zaten," dediğinde artık alay etmiyordu. "Sayemde hayatın ne kadar kısa olduğunu ve bunu birbirinizi kırıp dökmekle harcamamanız gerektiğini anladınız. Size ücretsiz bir ders verdim ama bunun karşılığı bana kızıyorsun." Neşeli gülüşünü duydum. "Bu kadar nankör olmayı kocan mı sana öğretti?"

"Korkudan aklımızı aldığın için sana teşekkür etmeyeceğim."

"Bu da senin iyilik bilmez bir nankör olduğunu doğruluyor. Yarınki işin detaylarını sana bildirmek için sabah ararım," dediğinde telefonun diğer ucunda bir şeylerin hışırdayan sesi geliyordu. "Şimdi şu siktiğim evinde karımı daha hızlı uyutacak bir masal kitabı bulmalıyım. Bu kadının uykuyla sorunu nedir lan!" diyerek telefonu suratıma kapattığında kıkırdadım. Karısına da kıyamazmış. Bunu ona söylesek asla kabul etmez.

Dolapta pamuklu pijamamı alarak banyoya girdim. Saat çok geç olduğu için uyuyup bugün olanları unutmak istiyorum. Üzerimi hızlıca değiştirdikten sonra yüzümdeki makyajı çıkardım. Taradığım saçlarımı bağlamaya çalışarak banyodan çıktığımda Karun'un odaya döndüğünü gördüm. Ceketini çıkartıp bir köşeye attığında endişesi hâlâ gözlerindeki yerini koruyordu. Bu gece yaşadığı korku azımsanamazdı bu yüzden gözüne batıp onu rahatsız etmek istemiyorum.

Yastığı alıp koltuğa doğru yürüdüğümü görünce, "Ne yapıyorsun?" diye sordu.

Koltuğu işaret ettim. "Burada uyuyacağım sen yatakta uyuyabilirsin."

Gömleğinin düğmelerini açarken, "Neden?" diye sordu. Yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı.

"Daha rahat uyuman için." Derin bir nefes aldım. "Bu gece kolay şeyler yaşamadın."

"Sende öyle," diyerek gözleriyle yatağı işaret etti. "Yatağa geç."

"Ama-"

"Beni yorma güzelim." Sesi ondan beklemediğim bir yumuşaklıktaydı. "Canım yeterince sıkkın bir de sen beni uğraştırma." Tekrar yatağı gösterdi. "Bu gece yalnız uyumayacağım."

"Benimle mi uyuyacaksın?"

"Yok Kenan ile uyuyacağım!" deyince gülmemeye çalışarak yatağa ilerledim. Onu Kenan ile aynı yatakta düşünemiyorum. Muhtemelen onu tekmeleyip yataktan atardı.

Gömleğini çıkardıktan sonra elleri pantolonun kemerine gidince alt dudağımı dişledim. Bakışlarımla kendimi ele verdiğim için az da olsun sakinleşerek güldü. "Düşündüğün şey için aynı yatakta uyumayacağız."

Yatağın üstüne oturup homurdandım. "Sandığın şeyi düşünmüyordum."

Bana zerre adar inanmadığını gösteren bir bakış attı. "Sana inanıyorum."

Pantolonunu çıkartınca artık üzerinde sadece boxser vardı. Eşofman altıyla bile uyumaktan nefret ederdi. Onu izlerken vücuduma yayılan sıcaklığa engel olamadım. Ellerimi kaslarından gezdirmek için çıldırıyordum. Bronz teninde tırnak izlerimi bırakıp dudaklarımı kaslı vücuduna bastırmak için çıldırıyordum. Onu istiyordum ve bunu gizlemek için hiçbir şey yapmıyordum. Sanki bana dokunmayalı bir asır olmuş gibi geliyordu. Ona bakmak bile uyluklarımdan başlayıp kasıklarıma akın eden tatlı bir sızı bırakıyordu. Her an kontrolümü kaybedip üzerine atlayabilirdim.

Sol göğsünün üzerindeki dövmeyi görünce kendiliğimden gülümsedim. Kalbimin ritimleri onun kalbinin üzerindeydi. Işığı kapattıktan sonra yatağa girip yanıma uzandı. Bu sefer aramıza yastık koymamıştı. Gece lambası ve şöminenin ateşi odada loş bir ışık bırakıyordu. Bir kolunun üzerine yaslanıp bana doğru eğildiğinde nefes alışlarım hızlandı. Benim düşündüğüm tek şey onu öpmekken o, bambaşka şeyler düşünüyormuş gibi bana bakıyordu. "Senden bir söz istiyorum ve bu sözü ne pahasına olursa olsun tutacaksın," dediğinde üzerime eğildiği için söylediklerine odaklanamıyordum.

Tek düşündüğüm şeyin sevişmek olduğunun farkında mı?

Üzerime eğilen yüzünü seyre dalarken, "Ne sözü?" diye sormayı başardım.

Gözlerimin içine tüm ciddiyetiyle bakarak, "Bir daha kimse için bir kurşunun önüne atlamayacaksın," dedi. "Bu kişi ben olsam bile." Yüzümdeki saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Sana bir şey olmasını kaldıramam." Parmaklarının tersi yanağıma sürtünerek küçük dokunuşlar yapmaya başladı.

Yanağımı okşarken her şeyimi avuçlarına bırakabilirdim. İyi ve kötü olan her şeyi. Beni ben yapan her şeyi. Bakışları bu sefer farklıydı daha içten ve daha sıcak. "Şunu o güzel kafana koy artık," diyerek iç çekti. "Sen ah desen benim içim gidiyor be kızım. Beni yokluğunla sınama." Soluğum kesildi, nabzım hızlandı.

Bu gece yaşadıklarından sonra beni affetmese de bana karşı duvarlarını bir bir yıkmıştı. "Bige," dediğinde hayıflanır gibi bakıyordu. "Sen benim başımın püsküllü belasısın. Ne ben canını yakabilirim..." Gözleri açık yakama kaydığında bakışları kurşun izinde oyalandı. "Ne de bir daha birinin canını yakmasına izin veririm."

Mavileri doğrudan gözlerimi bulduğunda bu konuda yemin eder gibi son derece ciddi bir şekilde baktı. "Seninle ilgili değişmeyen tek kural bu," dedi. "Sen benim kırmızı çizgimsin ve kimsenin o çizgiyi geçmesine izin vermem." Bunun sözünü bana vererek başını ağır ağır salladı. "Ben bile çeyrek mafya," diyerek belli belirsiz gülümsedi. "Ben bile o çizgiyi geçmeyeceğim. Bana ne yapmış olursan ol." Başını eğerek dudaklarını sol göğsümün üzerine bastırdı. Kalbim boğazımda attı. Sözünü mühürlemek ister gibi beni yara izimden öpmüştü.

Dudakları bir süre sol göğsümün üzerinde durdu. Daha sonra yüzümde küçük bir tebessüm oluşturan bir şey yaptı. Sağ göğsümün üzerini de öperek öpücüğünü eşitledi. Çift olan her şeyin eşitlenmesine takıntılı olduğumu biliyordu. Başını kalbimin üzerine yaslayıp, "Uyuyalım hadi," dediğinde mutluluktan hızlanan kalbimi duyuyordu. Kolunu karnıma dolayarak bana yastığıymışım gibi sarılarak bu gece ilk kez gözlerini huzurla yumdu. Tıpkı eskiden olduğu gibi bu gecede göğsümde uyudu.

Gurur'un planı işe yaramıştı.

Karun bu gece beni hayatına yeniden kabul etmişti.

Ve bir gün bana eskisi gibi Saka dediğinde affettiğini de anlayacağım.




























Bu bölümün düzenlemesini bitirmek beni çok uğraştırdı çünkü şu ana dek yazdığım en uzun bölüm bu. Bu yüzden bu saate kadar sürdü.

Gurur'un yaptığı tehlikeli plan sayesinde Karun bazı gerçekleri daha iyi anladı. Bundan sonra Bige'ye karşı çok sert davranmayacağını tahmin etmek zor değil. Gurur'un bu kadar ileri gitmesini bekliyor muydunuz?

Peki, Bige ve Gurur'un işbirliğine ne diyorsunuz? İkisi de sınırları yıkmayı seviyor.

Gurur üç yıl önceki oylamada Karun ve Duha'nın verdiği oyunu sonunda öğrendi ve bu konuda gereken ayarlamayı yaparak planına Bige'yi de dahil etti. Sizce tam olarak neler olacak?

Karun ve Duha için korkmalı mıyız?

Ve bölümdeki beklenmedik bir diğer olaya değinelim. Elay'ın hamile olmasını bekliyor muydunuz? Hiçbiri bunun olmasını beklemiyordu.

Elay önce Duha'ya baba olacağı haberini verdi sonra da bebeğini tek başına büyüteceğini söyleyip gitti. Elay'ın ne yapmaya çalıştığı hakkında fikri olan var mı?

Ve Çağıl, Bige rahat durmayıp onun aşk hayatına da burnunu sokup kaçtı. Çağıl ve Çiçek arasında tam olarak ne olmuş olabilir? Bige eve döndüğünde Çağıl'ı neden bulamadı?

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle canlarım. Hepiniz Allah'a emanet olun.💙

Continue Reading

You'll Also Like

557 441 8
4 öğrenci Eski bir kasaba Her gün can veren öğrenciler **** "Dikkat edin" Sıkıntıyla oflayıp onların aklına uyduğum için kendimi öldürmek istedim Y...
5.8K 544 41
Artemis Yayınları'ndan çıkan Cehennem Ekspres serisinin son kitabına hoş geldiniz :) Hikaye burada sona eriyor. İlk 2 kitap Lunapark ve Karnaval'ı o...
75.1K 3.8K 13
Not 1: Kitapta ki tüm kişi ve kurumlar hayal ürünüdür. Not 2: Kapak şahsıma aittir. 《》《》《》 "Seni bir serçenin gözyaşları kadar seviyorum." "Ne alak...
3M 152K 64
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...