SAKA VE SANRI

By Maral_Atmc6

19.1M 1M 1.6M

"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin fa... More

Giriş.
(1) Kiminle Evli?
(2) Aşkın En Çirkin Olanı.
(3) Karım Mı?
(4) İlk İzlenim İçin Berbat Bir Başlangıç.
(5) Metres!
(6) Masa Altı Oyunlar.
(7) Teklif Edilen Para.
(8) Babam Gibi...
(9) Bahis
(10) Sanrı'nın Karısı.
(11) Güzellikle Veya Zorla!
(12) Kalbini Ört Üşümesin.
(13) Öpmek Geldi İçimden.
(14) Çağırın Gelsin!
(15) Mahşerin Resmi.
(16) On Bir Milyonluk Öpücük.
(17) İlk Hediye.
(18) Gönül Suçu.
(19) Kırılmışsa Kanatları.
(20) 13 Haziran Etkisi.
(21) Gitme Üzerinde Eflatun Bir Elbise Var!
(22) Son Öpücük
(23) Kusursuz Kaos.
(24) Beni Nasıl Unutursun?
(25) İhtiras
(26) Denemedim Demeyeceğim.
(27) Kaçış Planı.
(28) Soğuk Savaş.
(29) Karım Ol!
(30) Beni Benimle Aldat.
(31) Kralın Tahtı Yıkıldı.
(32) Her Şeyi Benden İste.
(33) Erkek Dayanışması.
(34) Soğuk, Çok Soğuk.
(35) Bunu Bana Nasıl Yaptı?
(36) Bir Menekşe Kokusu. (Sezon finali)
Duyuru
(37) Nefesim Gidiyor
(38) Gözlerime Ağlamayı Öğretti.
(39) Ellerimle Gömdüm Seni
(40) Tüm Umutlar Tükendiğinde...
(42) Seni Tekrar Kaybedemem
(43) Sol Göğsümdeki Damga
(44) Masadaki Şüpheli Yemek
(45) Kal Dersen Kalırım
(46) Uyanmaktan Korktuğum Bir Rüyasın.
(47) Hamile Miyim?
(48) İstenmeyen Bebek
DUYURU
(49)Unutma Beni Çiçeği
Alıntı

(41) Beni Affetmenin Bir Yolunu Bul

402K 20.2K 26.1K
By Maral_Atmc6

"Varlığım sana yük olmaya başladığında farkında olmadan seni yokluğuma alıştırdığım gerçeğiyle yüzleştim. Kendime yaptığım en büyük kötülük bu olabilirdi."

Karun'un evine on üç günlüğüne yerleşmek iyi bir karar mı, bilmiyorum. Sonuçlarını düşünmeden onun evine gelmiştim. Karun başta olmak üzere bu evde beni istemeyen çok kişi vardı. Nefretin en yoğun olduğu bir evde on üç günümü geçirecek olmam belki de aptallıktı. Bunun nasıl sonuçlanacağını bilmesem de bir konuda kararlıyım. On üç gün dolmadan bu evden gitmeyeceğim. Karun ve diğerleri gitmem için benimle uğraşırsa bende onlarla uğraşırım. Her zaman bu kadar alttan alan biri değilim.

Karun'un çatı katındaki odasına girdikten sonra gardırobu açıp geçen yılki kıyafetlerimi karıştırdım. İki gündür regli olduğum için gecelik yerine pamuklu pijamalarıma baktım. Siyah bir eşofman altı ve tişört alarak çekmeceye yöneldim. Pedlerin olduğu çekmecede ihtiyacım olanlar hâlâ duruyordu. Bir tanesini alıp banyoya girdim. Karun hâlâ çardaktaydı. Eve dönmemin sinirini yaşadığı için henüz odaya gelmemişti.

Banyoya girip üzerimdeki elbise ve sutyeni çıkartarak tişört ve eşofmanı giydim. Uyurken sutyen takmazdım çünkü çok rahatsız ediciydi. Banyodaki işimi hallettikten sonra aynanın önüne geçtim. Saçlarımı toplayıp eski eşyalarımdan ihtiyacım olan ürünleri çıkardım. Yüzümdeki makyajı çıkartırken tüm bu ürünlerin tarihlerinin geçtiğini biliyorum ama şimdilik bunlarla idare etmeliyim.

Yarın sabah buradaki tüm makyaj ürünlerini bir torbaya koyup atacağım. On üç gün boyunca burada kalacaksam eskilerinden kurtulup yenilerini almalıyım. Yüzümü yıkayıp kuruladıktan sonra saçlarımı taramaya başladım. Aynanın karşısında dururken elim bir kez daha siyah kurdeleli tokanın yerine kaymıştı. O tokayı yıllarca taktığım için aradan geçen bir yıla rağmen hâlâ yokluğunu arıyordum. Özlediğimden değil, korktuğum için yokluğunu arıyordum.

Sanki saçımda olmayınca yine kör bir kurşunun hedefinde olacakmışım gibi hissediyordum. Oysaki Karun beni o uğursuz tokadan kurtarmıştı. Bana bir cehennemi yaşatarak beni kurtarmıştı. Tetikçimin kim olduğunu ve ona ne olduğunu çok merak ediyorum. Beni göğsümden vursa da onun kötü biri olduğunu düşünmüyorum çünkü kumarhane baskınında beni korumak için etrafımdaki adamları vurmuştu.

Acaba Karun onu da yakaladı mı? Yakalamış olmalıydı eğer aksi olsaydı bu bir yılda başıma gelmeyen kalmazdı. Ne de olsa bir yıldır tokayı takmıyordum. Tetikçiye ne olduğunu bir tek Karun biliyordu ama bana bu kadar kızgınken sorsam bile söylemezdi. Önce o sert duvarlarını yıkmalı, sonra ona tetikçi ve Hector'u sormalıyım. Tabii en önemlisi annem... Karun biraz sakinleşince belki bana annemin yerini söylerdi.

Banyodan çıkınca onu odada gördüğüm için şaşırmadım ama o beni görünce afalladı. Evdeki herhangi bir odada kalacağımı düşünmüştü ama gerçekten onun odasında kalacağıma ihtimal vermemişti. Üzerini değiştirmek için gömleğini çıkardığı için üstünde sadece pantolon vardı. Pantolonun kemeri açıktı. Beni görünce gardırobun önünde hiç kıpırdamadan bana bakmaya başladı. "Odamda kalacak kadar aklını kaçırmadığını umuyorum?" Sakin sesi soğuk bakışlarıyla karşılaştırıldığında fırtına öncesi sessizliği çağrıştırıyordu.

Ona cevap vermek istedim ama kavruk tenini kuşatan kasları aklımı başımdan aldığı için alt dudağımı dişlemeye başladım. Bir zamanlar o kaslara dilediğim gibi dokunuyor, dudaklarımla kendi izimi bırakabiliyordum. Şimdi ise dudaklarım kuruyor, parmaklarım onun vücuduna olan yoksunluğu en uçlarda yaşıyordu. Silinebilir dediği dövmesini de sildirmemişti çünkü sol göğsünün üstünde hâlâ kalbimin ritimleri vardı.

Kontrol edemediğim bir arzuyla gözlerim biraz daha aşağıya kaydı. Geniş omuzlarını, boğum boğum olan kaslarına aç gözlerle baktıktan sonra pantolonun kemerinde görünen Adonis kaslarıyla titredim. Bir erkekte beni en çok etkileyen Adonis kasıydı. Göbek bölgesinin altında başlayarak mahrem bölgesinin üstüne kadar gelen o kaslar beni nabzımı hızlandırıyordu. Pantolonu çıkarmasını istemeye başladım. Eğer regli olmasaydım bu konuda onu zorlayabilirdim. Tabii o da bana bu kadar kızgın olmasaydı...

Yalandan öksürerek boğazımı temizledim. "Burada uyuyacağım." Gözlerimi güçlükle kaslarından çekip yüzüne çıkardım. "Giyinir misin?"

Bakışlarımdaki değişimi görünce beni zorlayıp odadan çıkartmak için pontonun kemerini kavradı. Gözlerimin içine bakarak pantolonu çıkartıp, "Böyle uyuyacağım," deyince sertçe yutkundum. Üzerinde boxer dışında hiçbir şey yoktu. Kaslı baldırları ve boxerın önündeki kabarıklığa baktıkça vücudum ısınıyordu. Eğer regli olmasaydım bende soyunurdum. O zaman görürdük kimin bu odadan çıkacağını.

"Uyu." Dilimle dudaklarımı ıslatıp dolgun dudaklarımı emdim. "Eğer istersen boxserı da çıkarabilirsin." Buna dünden razıymış gibi sırıttım. "Bence yatakta rahat olmalıyız," dediğimde bir yıllık bekar hayatından sonra kanı kaynamaya başladı. Gözleri vücuduma kayınca ne yapmaya çalıştığımı anladığı için hemen önüne döndü. Kendine gelmek için başını iki yana salladığında kısık bir sesle küfretmişti. Bu on üç günün onun için hiç kolay geçmeyeceğini iyi biliyordu.

Bana mı güvenmiyor yoksa kendine mi, bilemem ama uzanıp lacivert eşofman altını aldı. Boxserla yatağa giymek yerine eşofman altını giydi. Neyse ki tişört giyip sinirlerimi daha fazla bozmamıştı. Yatağa girdiğinde yastıklardan birini alıp bana uzattı. "Koltukta yatıyorsun," dediğinde şaşkınlıkla uzattığı yastığa bakıyordum. Koltukta mı uyuyacağım?

"Sen uyu koltukta." Terliklerimi çıkartıp yatağa girdim. "Benim vücudum çok narindir, koltuk gibi rahatsız edici yerlerde uyuyamam."

Yastığı alıp sertçe kucağıma attı. "Çık yatağımdan!" Çatık kaşlarıyla beni korkutmaya çalışıyordu. "Koltuktan rahatsız oluyorsan aşağıdaki boş odalardan birinde uyu." Sinirli gözlerle bana bakıp sıktığı dişlerinin arasından, "Ya da bana bir iyilik yap ve git evimden!" dedi.

Tebessüm ederek kucağımdaki yastığı aldım. "Hödüklere pek iyilik yapasım yok," dedikten sonra yastığı kavrayıp suratına çarptım. "Benden rahatsız oluyorsun çık şu yataktan!"

Suratına çarpıp kucağına düşen yastıkla boğazından hırlar gibi bir ses çıktı. "Benim yatağım!" Sıktığı yastığı alıp kafama attı. "Çık şu yataktan!"

"Bağırma bana!" Kafama çarpan yastığı alıp dizlerimin üzerinde doğruldum ve tüm gücümle yastığı kafasına geçirdim. "Bu yastık yüzüme gelseydi o yakışıklı suratın şimdiye dağılmış olurdu." İki elimle tuttuğum yastığı bir kez daha kafasına geçirdim. "Burnum estetik benim!"

"Kırdırma bana o burnunu!"

"Dene bakalım!" dedikten sonra yastığı bir kez daha kafasına geçirdim. Çıldırdı. "Seni var ya!" Üzerime atlayıp beni sırtüstü yatağa düşürdüğünde nefesim kesildi. Bir anda kendimi onun altında bulmayı beklemiyordum. Göğüs kafesi kaburgalarımı ezerken ne denli büyük bir hata yaptığını daha yeni yeni anlıyordu çünkü yüzlerimiz birbirine çok yakındı. Zayıf bedenim ise onun iri vücudunun altında eziliyordu. Bundan şikayetçi değilim.

Aramızda anlamı derin bir sessizlik oluştuğunda mavileri yüzümün her zerresinde gezindi. Aylar sonra ilk kez yüzüme yakından bakma fırsatı bulmuştu. Öfkesi gittikçe sönerken yüzüme olan bakışları özlem doluydu. Mavilerindeki o iç ısıtan ifade ilmek ilmek içime nakşedilmeye başladı. Uzun zamandır bana böyle güzel bakmamıştı. Belki de bana olan sıcak bakışı onun gözlerinin ifadesine güzellik katıyordu.

Tek kelime etmeden beni seyretmesine izin verdim. Üzerimde olabilirdi ya da dışarıdan bakıldığında uygunsuz bir pozisyonda görünebilirdik ama bana olan bakışı tensel bir arzudan çok daha fazlasıydı. Bu büyünün bozulmasını istemediğim için nefes dahi almıyordum. Ancak hiç istemesem de ne yaptığını anlaması uzun sürmedi. Mavilerine buzu aratmayacak soğukluk eklenirken hemen kendini geriye çekerek üzerimden kalktı.

Lakabının büyüklüğündeydi ruhundaki sanrılar. İncittiğim kalbine, kedere boğduğum ruhuna tekrar bir bahar esintisi getirmeden bana yaklaşması çok zordu. Yatağa uzanıp az önce kafasına vurduğum yastığı aramıza koyunca homurdanmaya başladım. Yatak zaten kocamandı yani o yastık olmasa da ona temas etmem kolay değildi. Yatağın boş tarafını işaret ettim. "Sen o tarafta uyu."

Bunu neden istediğimi çok iyi bilmesine rağmen bilmiyormuş gibi yapıp, "Neden?" diye sordu soğuk bir sesle.

"Solun bana ait."

Gözlerimin içine canımı yakacak bir gaddarlıkla baktı. "Artık sol tarafımda değilsin." Kalbim kasıldı. Onunla tanıştığım ilk günden beri sol tarafa takıntılı olduğumu iyi biliyordu. Bu yeni edindiğim bir alışkanlık değildi, ben hep böyleydim.

"Beni solundan kovamazsın." Son derece ciddi bir ifadeyle gözlerine baktım. "Solunda olmayacağım bir adamın hayatının hiçbir yerinde olmam." Emekleyerek yataktan çıkıp koltuğun üzerindeki çantama doğru yürüdüm. "Gidip on üç gün boyunca çardakta uyuyacağım."

Kapıya doğru yürüdüğümde, "Dışarısı buz gibi!" diyen sinirli sesini duydum.

"Sağında öyle," dedikten sonra kapıyı açtım.

Tam odadan çıkacaktım ki küfürle karışık, "Buraya gel!" diyen kızgın sesini duydum. "Solumda uyu." Başımı çevirip omuzumun üzerinden ona baktığımda yataktan kayıp diğer tarafa geçtiğini gördüm. Gülmemek için yanaklarımın içini ısırmaya başladım. Solunda bana yer açmıştı.

Benim yüzümden 383 gece dışarıda uyumuştu ama beni bir gece bile dışarıda uyutamıyordu.

Kıyamıyordu.

Kapıyı kapatıp çantamı aldığım yere geri koydum. Yatağa doğru yürüdüğümde bir kez daha bana boyun eğmenin sinirini taşıyordu. Yatağın ondan tarafında durdum ve üzerine eğilip, "Teşekkür ederim," diyerek dudaklarımı yanağına bastırdım. Kaskatı kesildi. Yanağına temas eden dudağım içinde büyük bir patlama yaratmış gibi hiç kıpırdamadı. Nefes aldığından bile şüpheliyim.

Çenesini kavradığımda soluksuz bir şekilde beni izliyordu. Parmaklarımın altındaki çenesi bile dokunuşuma hasret kalmış gibi kasılmıştı. Çenesini hafifçe sıkarak başını çevirdim ve diğer yanağını da öperek öpücüğümü eşitledim. Daha sonra içli bir ifadeyle ona bakıp, "Bir daha başka kadınlara gülme," dedim acı çeken bir sesle. "Sende gözü olan milyonlarca kadının üstesinden gelebilirim ama senin gözünün değdiği bir kadına yenilirim." Donup kaldı.

Hiçbir şey söylemedi zaten bende bir şey söylemesini beklemedim. Yatağın sol tarafına geçip ışığı kapattım. Onun sadakatinden şüphe etmiyorum çünkü öldüğümü sandığında bile beni hiç aldatmamıştı. Karun birine kolay kolay ihanet edecek bir adam değildi. Bu konuda içim rahat ama yine de onu uyarma gereği hissetmiştim çünkü öfkenin bir insana yaptırmayacağı kötülük yoktu.

Büyük yatağın iki ucunda aramızda bir yastıkla karanlığa çekilmiştik. Uyumadığını biliyorum, bende uyuyamıyorum. Onunla bir yataktayken uyumak hiç kolay değildi. Onun içinse daha zordu çünkü Karun'un tenime bağımlılığı vardı. Aramız iyiyken ne zaman yanında olsam elleri hep bir yerimde olurdu. Öyle anlarda temas hastası olduğundan bile şüphelenirdim. Ellerini üzerimden çekemezdi. Yatakta da böyleydi. Elleri hep üzerimde, başı ise göğsümde olurdu.

Yatağında ben varken bana dokunmadan uyuması hiç kolay olmayacaktı. Bu on üç gece onun için işkenceden farklı olmayacaktı. Bir saate yakın ikimizde yatağın bize ait kısmında dönüp durduk. Saat beşte yatağa girmiştik ve bu durum saat altıya kadar sürdü. Sabahları erken kalkan biri olduğum için yedide uyanacağımı biliyorum. Bu yüzden kendimi uyumaya zorladım.

Dönüp durmayı bırakınca vücudum uyuşmaya başladı. Göz kapaklarıma uykunun ağırlığı çöktüğünde nihayet uykunun kollarına çekilmeye başladım. Nefes alışlarım belli bir düzene girmiş olmalı ki Karun uyuduğumu düşünmüştü. Oysaki uyku ve uyanıklık arasında bir yerdeydim.

Rem uykusu dedikleri yerdeydim yani uykunun başlangıcında. Vücudum uykuya teslim olmuşken etrafımdaki her şeyi algılıyordum çünkü zihnimin kapanmasına henüz bir dakika vardı. Bu yüzden yataktaki hareketlenmeyi hissettim. Aramızdaki yastığı usulca çektiğini ve fazla ses çıkarmadan yavaşça bana doğru kaydığını sezdim. Tüm bunları çoktan uyuduğumu düşündüğü için yapıyordu.

Bana yaklaştığında zihnim uykuya teslim olmuştu ama hemen öncesinde belime dolanan kolunu ve göğsüme yasladığı başının sıcaklığını hissetmiştim. Aynı yataktayken kalbimin sesini dinlemeden uyuyamazdı.

Kalbimin sesi onun en sevdiği ninnisiydi.

***

Sabah düşündüğümden daha geç uyanmıştım. Her zamanki saatimden uyanmak yerine dokuzda uyanmıştım. Uyanınca yaptığım ilk iş hemen yatağın diğer tarafına bakmaktı. Yastık yatağın tam ortasında duruyordu ve Karun yatakta değildi. Sanki o yastığı çekip göğsümde uyumamış gibi erkenden uyanıp tüm izlerini silmişti. Oysaki göğsüme sinen kokusu geceyi nerede geçirdiğini açıklıyordu.

Ne yazık ki güne gözlerimi yoğun bir sancıyla açmıştım. Doktorlar özel günümüzdeyken banyo yapmamızı tavsiye etmiyordu ama kokmaya da niyetim yoktu. Ilık su karın ağrıma belki iyi gelir diye yataktan çıkıp banyoya girdim. Hızlı bir duş alıp saçlarımı kuruttuktan sonra giyindim. Dolaptaki eski kıyafetlerim hâlâ durduğu için yarım kollu, kırmızı bir elbise giymiştim. Elbisenin dar eteği kalçamın bir karış altında bitiyordu. Siyah tül çorapları baldırlarımın üstüne kadar çektikten sonra elbisenin eteğini düzelttim.

Dolaptaki siyah botları çıkartıp deri botları hızlıca giydim. Bacağımı saran botların uzunluğu dizlerimin hizasındaydı. Makyaj aynamın önüne geçtim ama geçen yılki ürünleri kullanmak istemediğim için makyajımı yapamadım. Bunun yerine küçük el çantamın içindeki maskarayı çıkartıp kirpiklerime sürdüm. Çantam küçük olduğu için içinde sadece ruj, maskara ve cüzdanım vardı. Olmazsa olmazım olan kırmızı ruju dudaklarıma sürerek odadan çıktım.

İstediğim gibi makyaj yapamadığım için aşağıya inerken keyifsizdim. Bir alt kata inince Karun'u gördüm. Merdivenin yanında durup telefonla konuşuyordu. Bana sırtı dönük bir olduğu için henüz beni görmemişti. Ona doğru bir adım atmıştım ki karnımdaki ağrı yine ortaya çıktı. Bu seferki reglim çok kötü geçiyordu.

Yüzümdeki acı ifadesini bastırmaya çalışarak ona doğru yürüdüm. "Hayır, daha yüksek teklif vermeyece-" demişti ki adım seslerimi duyunca sustu. Duyduğu sesin bana ait olduğunu bildiği için omuzları gerildi. Tam arkasında olduğumu anlamıştı. "Seni daha sonra ararım." Telefonu kapatıp bana döndü. Adımlarımın sesini beynine kodlayacak kadar sıra dışıydı.

Telefonu cebine koyarak yönünü tamamen bana çevirdiğinde yüzünde yine aynı ifade vardı. Kalıplaşmış o soğuk ifadesi yine yüzündeki yerini koruyordu. Büyük bir arsızlıkla, "Günaydın," dediğimde sesimi neşeli çıkarmaya çalışıyordum. Karnımdaki ağrı baskısını arttırınca ona en güzel gülümsememi sundum. "Bana günaydın demek yok mu?" Sanki onu hiç kırıp incitmemişim gibi davranıyordum.

Yaptıklarımdan sonra bir beklenti içinde olmama kızdığı için tam bir şey söyleyecekti ki, gözleri gülüşümde oyalandı. İki yanına kıvrılan dudaklarıma uzun baktıktan sonra, "Bir yerin mi ağrıyor?" diyerek beni afallattı. "Ha?" dedim şaşkınca.

Neyim olduğunu anlamak ister gibi bakışları kısıldı. "Çektiğin acı duygusal mı yoksa fiziksel mi?" Gözlerindeki o düşmanca ifade kaybolmuştu.

"Karun, bir yerim ağrımıyor," dedim şaşkınca. "Bunu da nereden çıkardın?"

"Gülümsüyorsun."

"Ne var bunda? Hep gülümserim."

"Hayır." Bakışları düşünceliydi. "Fazla güzel gülümsüyorsun." Neyim olduğunu anlamaya çalışan mavileri gözlerime kenetlendi. "Bir tek canın yandığında böyle güzel gülümsersin. Tıpkı korktuğunda fazla cesur göründüğün gibi." Gözlerimi kırpıştırarak ona bakıyordum. Gözlem yeteneğinin bu kadar iyi olduğunu bilmiyordum.

Şaşkınca ona bakarken nefesim kesildiğinde gözlerimi işaret etti. "Acının sızısıyla gözlerinin kahvesi titreştiğinde dudakların bunu gizlemek için hemen kıvrılır." Bu sefer işaret ettiği dudaklarımdı. "Şu anda olduğu gibi." Kalbim boğazımda atarken dudaklarımdaki gülümseme soldu. "Saka?" dedi ilgili bir sesle. "Canın mı yanıyor?"

Beni bu kadar iyi tanıması ve ona yaşattıklarıma rağmen söz konusu benim canım olduğunda dönüştüğü adam vicdanımı sızlatıyordu. Karun her yönden iyi bir adama dönüşmüştü ama onu böylesine iyi birine dönüştüren ben değildim. Yokluğumdu. "Özel günümdeyim," dediğimde sesim benden beklenilmeyecek kadar çekingen çıkmıştı. Beni utandıran ve böylesine mahcup eden regli olmam değildi, onun ilgisiydi. Her yönden ona karşı çok mahcubum. "Bu yüzden biraz karnım ağrıyor."

Duyduklarından sonra gözleri doğrudan karnımı buldu. "Çok mu ağrıyor?" Konuşmak için tam dudaklarımı aralamıştım ki, cevabımla ilgilenmiyormuş gibi, "Hastaneye gidelim," dedi hızlıca. Küçük bir regli sancısının bile canımı yakmasına katlanamıyordu. "Burada bekle ceketimi alıp geliyorum."

Yukarı çıkmak için merdivene yönelince öne atılıp elini tuttum. "Çok ağrımıyor." Baş parmağımla elinin üstünü okşadım. "Üstesinden gelmeyeceğim bir acı değil."

Doğruyu söyleyip söylemediğimi anlamak için gözleri bir süre yüzümde oyalandı. Neyse ki sancım hafiflediği için yüz ifadem onu yatıştıran nitelikteydi. Sandığı kadar kötü olmadığımı anlayınca elini elimden çekerek aşağıya inmeye başladı. Eski hödüklüğüne dönerek merdiveni inince arkasından tersçe bakıyordum. Bu adamın bana iyi davranması için illa canım mı yanmalıydı? İyi olduğumu görünce ona yaptıklarımı hatırlayıp beni görmezden geliyordu.

Canım yandığında canını yaktığımı unutacak kadar benim derdime düşüyordu.

Peşinden aşağıya indiğimde Nermin'e, "Ceketimi getir," dedikten sonra dışarı çıktı. Holde dikilip arkasından öylece baktım. Bir yıldan sonra yeniden onun evindeydim ama bana olan kırgınlığı o kadar büyüktü ki, evde kalmak yerine işe gidiyordu. Bana yakın olmak istemiyor, benden kaçıyordu.

Sadece ben değil, o bile beni nasıl affedeceğini bilmiyordu.

***

Evde Çağıl ve Levent'in suratsız yüzlerini görmekten fenalık geçirdiğim için odamdaki eski eşyaları çöpe atıp yenilerini sipariş etmekle oyalanmıştım. Günün yarısını da uyuyarak geçirmiştim çünkü karnımın sancısı beni öldürüyordu. Hava kararmaya başlayınca çantamı alıp malikaneden çıktım. Duha'nın evine doğru yürürken kimseden izin almadım çünkü artık o aileyle bir bağım yoktu. Karun birazdan eve dönerdi ama beni evde bulamayınca merak edeceğini sanmıyorum. Gittiğimi düşünüp sevinirdi bile.

Korumalar benim için kapıyı açtığında karşı evdeki korumalar Duha'nın evine girdiğimi görmüştü. Bahçeye girip eve doğru yürürken telefonumum çalınca çantadan çıkardım. Kayıtlı olmayan bir numaranın aradığını görünce açıp telefonu kulağıma yasladım. "Efendim?" demiştim ki babamın, "Efil," diyen içli sesini duyunca kaşlarımı çattım. Peşimi bırakmasını istiyorum. "Beni rahat bırakman için illa gerçekten mi ölmem gerekiyor?"

"Efil, böyle yapma." Sesi yalvarır gibi çıkıyordu. "İstanbul'dayız izin ver seni göreyim. Benden uzun süre kaçamazsın, babanım ben senin."

Sesi içime işledi ama yüreğime dokunmasına izin vermedim. "Sen bana hiçbir zaman baba olmadın." Gözlerimin ardı sızladı. "Ben senin kızın olmaya çalıştım ama sen hep benim efendim oldun." Onda babalık vasfı yoktu. "Kurallarının dışına çıkmaya çalıştıkça efendim beni daha fazla cezalandırdı. Kızın olsaydım o mahkemeye çıkıp aleyhimde ifade vermezdin. Evet, ben zır deliyim çünkü sekiz yaşında başladım babamın günahlarını üstlenmeye."

Acısı sesine yansırken, "Benim yüzümden yaşadıkların için mutlu olmadığımı bilmelisin," dedi fısıltıyla.

"Öl veya öldür, Efil, değil mi baba?" Acı içinde gülümsedim. "Sekiz yaşında öldürdüm, bir yıl önce de öldüm." Gözümde süzülen bir damla yaşla başımı salladım. "Senin kızın o kadar uslu ki baba, ondan istediğin gibi hem öldürdü hem de öldü."

Acı dolu yutkunuşunu duydum. "Sadece bir kez konuşalım." Sesi titriyordu. "Bir kez olsun dinle bu yaşlı adamı."

"Sen bir gün Gazel'i dinlediğinde belki bende seni dinlerim. Nefret ettiğin kızını dinleyecek kadar varsa merhametin, benim de nefretimi kazanan bir babaya olur merhametim," dedikten sonra telefonu kapatıp yeni numarasını da engelledim. Onunla görüşmek istemiyorum.

Beni kazanmak için kinini bir kenara bırakıp Gazel'in peşine düşerse, işte o zaman bende ona bir şans veririm. Yani bu hiç olmayacaktı çünkü babamı iyi tanıyordum. Onu öldürseler bile gururunu bir kenara bırakıp yıllar önce onu terk eden Gazel'i bulmaya çalışmazdı. Onun nazarında Gazel günahkardı ve affedilmez hatalar yapmıştı.

Siyah Saka ezeli düşmanımızın safına geçerek günaha bulanmıştı. Babam onu asla affetmezdi, tıpkı benim de affetmeyeceğim gibi. Babamı bile affedebilirim ama Gazel'e karşı içim hiç yumuşamazdı. Beni annemin katili yapan bir adama yıllarca çalışıp beni her anlamda sırtımdan vurmuştu. Böyle birini bana affettirecek hiçbir güç yoktu. Ondan o kadar çok nefret ediyorum ki, ölse bile gözümden bir damla yaş akmazdı.

Kapının önünde durup zile bastığımda hizmetçilerden biri benim için kapıyı açtı. "Duha ve Kadem evde mi?" Hâlâ işte olabilirler.

İçeri girmem için kenara çekilirken, "Az önce eve döndüler, Bige Hanım," dediğinde yüzünde garip bir ifade vardı. "Salondalar." Kızın yüzüne bakınca bile Duha'nın yine eve sinirli döndüğünü anlıyordum. Karun ile barışmadıkça normale dönmeyecekti.

Montumu ona vererek malikanenin geniş holünde yürüdüm. Karnım o kadar çok ağrıyordu ki gün içinde aldığım ağrı kesicilerin ne işe yaradığını sorguluyordum. Elay'ın sesini takip edip oturma salonuna girdiğimde gördüğüm manzara beni hiç şaşırtmadı. Son günlerde sık sık karşılaştığım bir sahne olduğu için gülüşümü bastırarak içeri girdim.

Duha yine bir koltukta uzanıyordu ama bu sefer kafasına herhangi bir şey bağlamamıştı. Bunun yerine ağzında bir tane ateş ölçer çubuğu vardı. Elay onun tansiyonunu ölçüyor, Kadem ise onun ayaklarının altına yastık koyup bileklerine kolonya sürüyordu. Duha ise yarı baygın gözlerle bir şeyler sayıklıyordu. Karun olmayınca bu adam yataklara bile düşerdi.

Yürüyüp orta masanın kenarına oturarak gözlerimi Duha'ya diktim. "Yine ne bu halin?"

Acıdan geberiyormuş gibi sızlanırken, "Hiç sorma kaçak kuş," diye mırıldandı kederli bir sesle. "Aldatılıyorum."

Afallayan gözlerim doğrudan Elay'ı buldu. "Onu aldattın mı?"

Duha'nın kolundaki tansiyon aletini çıkartırken canından bezmiş gibiydi. "Emin ol beni bir adamla görse bu kadar fenalaşmaz." Ayağa kalkıp doğrulduğunda düşman gözlerini Duha'ya dikti. "Aramızda bir halt olduğu yok ama olsaydı bu şartlarda o beni aldatmış olurdu."

Kafam karıştı. "Kim kimi aldatıyor?"

Elay, Duha'nın ağzındaki ateş ölçeri sertçe çekip aldı. "Bu piç beni Karun ile aldatıyor!"

Gözlerim irileşerek Duha'ya baktım. "Karun beni seninle mi aldatıyor?"

Güçlükle koltuğa oturup Kadem'in elindeki kolonya şişesini aldı. "Karun beni Ersin ile aldatıyor!"

"Bu beni aldattığın gerçeğini değiştirmiyor!" dedi Elay. "Hem de bir erkekle!"

Oturduğum yerden ayağa fırladım. "Bu benim de aldatıldığım gerçeğini hiç değiştirmiyor!" Yüzümü buruşturdum. "Hem de seninle!"

"Burada aldatılan tek kişi benim!" Kolonyayı boynuna sıkıp kendini kolonyayla yıkamaya başladı. "Bana bunu nasıl yapabilir!"

Elay irkilerek geriye çekildi. "Karun ile düşman olduğunuzu sanıyordum."

"Öyleydik!" Kolonyayı avucuna sıkıp ıslak elini yanağına sürttü. "Aramızda kaliteli bir düşmanlık vardı ama o artık Ersin ile takılıyor!" Elindeki kolonya şişesini bana fırlattı. "Hepsi senin yüzünden!"

"Sektir!" Kadem homurdanarak üçümüze yüzünü buruşturarak baktı. "Hepsi kafayı yedi."

"Buna artık daha fazla göz yummayacağım!" Elay kaşlarını çatarak bir ayağını sertçe yere vurdu. "Karun mu yoksa ben mi? Yap artık seçimini?"

Çıldırmak üzereydim. "Kocamı seçersen kafanı kırarım!" Masadaki vazoyu elime aldım. "Bu konuda şaka yapmıyorum!"

Kadem kahkaha attı. "İşler ilginçleşiyor."

Duha ise Elay ile ikimize öldürecekmiş gibi bakıyordu. "Siz yine ne saçmalıyorsunuz?"

Elay ile aynı anda, "Karun ile aranızda ne var!" diye bağırdığımızda sinir krizi geçirmek üzereydi. "Yemin ederim bu ikisi adamı katil eder!"

Cehennem bekçisi gibi tepesine dikildiğimizde bir küfür savurup, "Saçmalayın kızım!" diyerek bizi azarladığında siyahları sinirle harlandı. "Tercihim hep güzel kadınlar olmuştur." Gözleri görüş açısında olan Elay'ın çıplak bacaklarına kayınca dudağının köşesi kıvrıldı. "Kanıtlamamı ister misin doktor?

Elay'ın yanakları ısınınca ağzım bir karış açıldı. "İstemez," dedim onun adına konuşarak. "Konuyu kaynatmayı bırak."

"Seni ne ilgilendirir?" diyerek kaşlarını yukarı kaldırdı. "Ben sana Fransızların otelinde yediğin haltları soruyor muyum?"

"Allah'ın cezası herif, bir unutamadın gitti şunu!" Vazoyu kafasına geçirmemek için kendimi zor tutuyordum. "O kadar çok diline doladın ki artık aramıza yastık koyarak uyuyoruz."

"Onunla aynı yatakta mı uyudun?" Kadem'in bakışları ok gibi beni bulurken kaşları çatıktı. "Kocan olmayan biriyle aynı yatakta uyuyamazsın!"

"Oğlum bırak uyusun." Duha onu azarlayarak bana döndü. "Benim hakkımda bir şey söyledi mi?"

"Kocam niye senin hakkında bir şey söylesin?" Kıskanç çıkan sesimi kontrol edemiyordum.

"Eski kocan," diyerek beni düzeltti Kadem. "Eski kocanla aynı yatakta uyuyamazsın." Örnek verir gibi Elay'ı işaret etti. "O eski kocasıyla uyumuyor."

"Uyuyamaz da!" dedi Duha.

Elay kollarını göğsünde birleştirip ona dik dik baktı. "Sen biraz daha Karun'u sayıkla nasıl uyuduğumu görürsün!"

"Biri şu konuyu doğru düzgün anlatsın artık." Herkesi susturup Duha'ya dik dik bakmaya başladım. "Neler oluyor?"

Gün içinde olanları hatırlayınca tüm keyfi kaçtı. "Kendine artık benden daha iyi düşmanlar ediniyor." Sırtını sertçe koltuğa yasladı. "Sanki benden daha iyi bir düşman bulabilecekmiş gibi!" Endişelenerek bize baktı. "Bulabilir mi?"

"Sende haklısın kimse onun hayatını senin gibi katledemez." Elay'ın iğneleyici sözlerine karşılık olarak, "O zaman ne diye Ersin'den ihale kapıyor?" dedi sinirlenerek. "Benim girdiğim ihaleye girmedi bile. Ersin'den ne kadar nefret ettiğimi iyi biliyor!" Yanında oturan Kadem'in elini tutup omuzuna koydu. "Masaj yap depresyondayım."

"Ne yani tüm bu yaygara Karun işini baltalamadığı için mi?" Hayretler içinde kalmıştım. "Yahu bırak kiminle uğraşmak istiyorsa onunla uğraşsın. Sana sarmıyor işte. Daha ne istiyorsun? Allah'tan belanı mı?"

Kadem onun arkasına geçip omuzuna masaj yaparken, "Beni hiç anlamıyorsun," diyerek sızlandı. "Artık benim yerime başkalarıyla uğraşıyor." Bileklerine masaj yapsın diye elini Elay'a uzattı. "Ben ne olacağım?"

"Huzurlu bir hayatın keyfini süreceksin," dedim şaşkınca. Onu gerçekten anlayamıyorum. "Beladan uzak durup Elay ile vakit geçirsene!"

Elay onun yanına oturup uzattığı bileğini ovarken, "Belasız bir hayat bilmiyor ki," diye homurdandı. "Günlerdir içimiz dışımız Karun oldu. Adamın sosyal hesaplarını bile gizlice kontrol ediyor!"

"Ama artık bu sapkınlık!" dedim çıldırarak. "Benim yapmam gereken her şeyi sen yapıyorsun!" Resmen benden rol çalıyordu.

"Benimle ilgili bir şey paylaşmış mı diye baktım."

"Niye seninle ilgili bir şey paylaşsın ki!" Elay onun damarlarını patlatmak ister gibi bileğini sıkarak beni gösterdi. "Onunla ilgili bile bir şey paylaşmıyorsa seninle ilgili hiç paylaşmaz!"

"Beni niye bu kuşla kıyaslıyorsun?" Savunması insanı delirtirdi. "Bizim aramızdaki şey daha derin, siz ne anlarsınız."

"Allah'ım çıldıracağım." Elimdeki vazoyu sıkarken sinir krizi geçirttiği sadece ben değildim. Onun yüzünden bu evdeki herkes günlerdir ne çekiyordu. "Burada dönenleri görmüyorsun, değil mi?" Aklını başına almasını ister gibi bakıyordum. "Karun'un seni görmezden gelip intikam almadığını sanma asıl böyle yaparak senden intikam alıyor. Bir aydır seni görmezden gelerek intikamını alıyor. Senin yerine başka düşmanlar edinerek canını sıkıyor." Sinirden avucumun içiyle alnıma sertçe vurdum. "İki sevgili gibi ne halt ediyorsunuz siz böyle!"

Duyduklarından sonra yüzü gevşedi, söylediklerimi düşünmeye başladı. Konuya bu açıdan bakmaya başlayınca sırıttı. "Hiç böyle düşünmemiştim."

"Sevgili kısmına hiç takılmadın piç herif," diye homurdandığımda Elay kıkırdadı. "Onun kulakları şu anda ilk söylediklerin dışında hiçbir şey duymuyor."

Karun ve Duha birbirinden kopamıyordu. Düşman gibi görünen ama aslında iki dost olan bu adamlar son yaşananlardan sonra nasıl barışacaklar, bilmiyorum. Yıllardır birbirleriyle dalaşmaya o kadar alışmışlardı ki, araları açılınca ortaya trajikomik bir şey çıkmıştı. Karun genelde hep soğuk olan taraf olduğu için Duha'nın hayatında olmayışını sorun etmiyormuş gibi davranıyordu. Ancak bunun doğru olmadığını iyi biliyorum. Duha gibi sızlanıp durmasa da içten içe en az Duha kadar kötü durumda olduğunu biliyorum.

Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. "On üç gün boyunca Karun'un evinde kalacağım." Duha'nın göz bebekleri şaşkınlık içinde büyüdüğünde başımı salladım. "Başta yanaşmadı ama kalmak için onu zorladım."

Afalladı. "Eve kapağı attın mı?" Benimle gurur duyuyormuş gibi ayağa kalktı. "İşte benim zeki kuşum." Ellerini yanağıma koyup beni ödüllendirir gibi dudaklarını yanağıma bastırdı. "Demek ki benden bir şeyler kapmışsın." Ellerini omuzlarıma bastırarak beni savaşa gönderir gibi cesaretlendirmeye başladı. "Git ve şu on üç günde onun aklını başından al," diyerek beni gaza getiriyordu. "Hemen sonra da bizi barıştır." Şimdi asıl derdi anlaşıldı.

Bıkkınca ona bakıp diğer yanağımı çevirdim. "Öpücüğünü eşitlemezsen senin için kılımı bile kıpırdatmam." Sırf barışmalarına yardım edeyim diye dudakları öpmediği yanağımla da buluşmuştu.

Hepimize sinir krizleri geçirtse de Duha'yı seviyorum.

Duha'nın evinden çıkıp Karun'un evine girdim. Bahçeye girdiğimde eve doğru attığım her adımla karnımın ağrısını biraz daha yaşadım. Duha'nın yanındayken onun tuhaflıklarıyla uğraşmaktan çektiğim acıyı unutmuştum. Karun'un soğuk şatosuna dönünce ağrılarımı bana unutturacak bir şey yoktu. Zile bastığımda Çiçek benim için kapıyı açtı.

Soğuk havadan kaçmak için kendimi hemen içeri atıp, "Karun Bey geldi mi?" dediğimde başını salladı. "Duha Bey'in evine gittiğinizi duyunca çok sinirlendi." Benim için endişelendiğini gizleyemiyordu. "Neyse ki Gurur Bey ile uğraşmaktan size kızacak durumda değil."

"Gurur ne yaptı ki?"

Başını çevirip etrafını kontrol ettikten sonra bana yaklaştı. "Akşam üstü büyük bir nöbet geçirmiş. Karun Bey onu bulduğunda kendini ve etrafındaki her şeyi feci halde dağıttığını söylüyorlar." Gurur'dan ödü kopuyormuş gibi beti benzi attı. "Neyse ki kimseye ciddi bir zarar vermeden Karun Bey onu bulmuş. Gurur Bey'in halini görmeliydiniz kan revan içindeydi."

Başıyla merdiveni işaret etti. "Karun Bey ona giyecek bir şeyler verdi. Şimdi üst katta yıkanıyor." Soluğum kesilerek Çiçek'e bakıyordum. Gurur'a nöbet geçirten ne olabilirdi ki? Aralık'ta değiliz.

Yılın son ayında sık sık kriz geçirdiğini duymuştum. Zaten bunun olmasını önlemek için her Aralık'ta kliniğe yatıyordu. Ocağa girmemize rağmen hâlâ kriz geçiriyorsa bu demektir ki geçirdiği bu ataklar hayatının her alanında vardı ama Aralık'ta daha fazla artıyordu. Keşke sadece Aralık'la sınırlı olsaydı o zaman diğer aylarda rahat bir nefes alabilirdi. Nöbet geçirdiği o anlarda nasıl birine dönüştüğünü bilmiyorum ama etrafında olmayı istemezdim.

Çiçek'i takip edip içeri girdiğimde tüm Kalender'ler yemek masasının etrafındaki yerini almıştı. Masanın en başındaki Karun'un sinirli bakışlarıyla karşılaştım. Burada olduğum için mi yoksa Duha'nın evine gittiğim için mi, bilmiyorum ama kaşları çatıktı. Çağıl ve Levent yüzüme bile bakmadı ama Melek tebessüm ederek bana selam verdi. Karun'un henüz tabağına dokunmadığını gördüm. Başlamak için beni mi bekliyordu?

Eskiden olduğu gibi solundaki sandalye yine sadece bana ayrılmıştı. Yanına oturduğum esnada Gurur içeri girdi. Yeni duş aldığı için saçları nemliydi. Vücut yapısı Karun ile aynı olduğu için üzerinde Karun'un beyaz gömleği ve siyah, kumaş pantolonu vardı. İki elinin üstünde de sargı bezi vardı. Yumruk atmaktan parmak boğumlarını kanatmış gibi onları sarmıştı.

Masadakilere kısaca göz gezdirip yeşillerini bana dikti. "Hayırlı akşamlar yenge hanım." Bu adam Karun ile boşandığımızı anlamak istemiyordu.

"Hayırlı akşamlar, Gurur." Melek'ten sonra bana insan gibi davranan tek Kalender o olduğu için ona gülümsedim. "Yemekler çok güzel görünüyor."

Çağıl kısa bir an bana bakıp keyifsiz bir sesle, "Sanki iştahımız kaldı da," deyince gerildim. Olaylara sadece abisinin bakış açısıyla baktığı için benimle uğraşmayı bırakmıyordu.

Levent'te rahatsızlığını belli ederek Karun'a döndü. "Onu göndermek için hâlâ neyi bekliyorsun?" dedi. En az Çağıl kadar beni burada istemiyordu. "Tüm yaptıklarına rağmen neden burada?"

"Ne var biliyor musunuz, umurumda değilsiniz." Sandalyeyi sertçe iterek ayağa kalktım. Çağıl ve Levent'e bakarak Karun'u işaret ettim. "Ben zehirlenip kan kusarken bana panzehir yerine eflatun bir elbise gönderen abinize de böyle tepki gösterdiniz mi?" Gurur gerildi, Karun buz kesti. Burada sadece benim hatalarım konuşulmayacaktı.

Sinirden elim ayağım titrerken, "Neden gösteresiniz ki ne de olsa o sizin kanınızdan ama ben el kızıyım!" dedim sertçe. Daha fazla kimsenin karşısında ezilip bükülmeyeceğim çünkü kimse kendini benim yerime koymuyordu. "Bana deli raporu çıkartan, beni boşayıp bana sen sevilecek bir kadın değilsin diyen sizin abiniz ama göğsüne bir kurşun yiyen benim!" Gözlerim doldu ama acizlikten değil sinirden. "Sizin abiniz karısını iki kere intihara sürükledi, hadi birazda bunu konuşalım!"

Kimseden tek kelime çıkmadı, çıkamazdı da çünkü okun ucu onlara dönmüştü. Karun bile tek kelime etmeden sessizlik içinde zehrimi kusmama izin veriyordu. Sözlerimin hedefinde o olmasına rağmen beni susturmadı. "Kâhin veya müneccim değilim." Sonlara doğru sesim kısık çıkmaya başlamıştı. Bir aydır maruz kaldığım suçlamalar yüzünden artık içimden kendimi savunmak bile gelmiyordu.

"Tüm o şeyleri annemi bana geri vermek için yaptığını bilemezdim. Kalıp sorsa mıydım?" Çağıl'a baktım. "Sormadım mı? Elimde boşanma kağıdıyla avluda o soğukta onu dört saat beklemedim mi? Babam bana ne kadar gurursuz olduğumu söylerken gitmek yerine onu beklemedim mi?" Gözlerimden taşan bir damla yaş yine ilk sol gözümden aktı. "Kaldım, onu bekledim ve nedenini sordum ama aldığım cevaplar fazla aşağılayıcıydı." Olanların tek suçlusu ben değildim.

Derin bir nefes alıp sinirle Çağıl'a bakmaya başladım. "Sence Rengin'den daha kötüyüm öyle mi?" dedim kısık bir sesle. "Hayır, ben Rengin'den daha zavallıyım çünkü Rengin'in kurtulmak istediği abindi ama ben bir tek kendimden kurtulmak istedim. Bana kalıp onu dinleseydin nasıl dersin?"

Dün geceki sözlerini hatırlatarak ona bakıyordum. "Aynı şeyler Melek'in başına gelseydi kalıp dinlemesine izin verir miydin?" Sertçe yutkunurken bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı ama araladığı dudaklarından tek kelime çıkmadı. Sustu ve bana yenilerek başını eğdi. Haklı olduğumu çok iyi biliyordu.

"Ve sen," diyerek Levent'e baktım. "Benim yaşadıklarımı yaşamadıysan bir daha sakın beni yargılama," dedikten sonra kapıya doğru yürüdüm.

Yemek salonundan çıkıp kendimi bahçeye attım. Gözlerim bahçe kapısını bulunca derin bir nefes aldım. Bu evden defolup gitmeyi o kadar çok istiyorum ki ama yapamıyorum. Korkak gibi kaçmak yerine yaptıklarımla yüzleşmek için buradaydım. Bu yüzden çok istesem de gitmek yerine yürüyüp çardağa girdim. Masanın üzerinde gördüğüm sigara paketi ve çakmağa uzandım. Evdekilerden biri bunları burada unutmuş olmalıydı. Paketin içinde bir dal sigara çıkartıp yaktım.

Sigarayı bırakmıştım ama stresten bir kez daha kendimi sigara içerken buldum. Dumanı içime çekerken çantamdaki iki telefonu çıkardım. Kendi telefonumdan annemi arayarak masanın üstündeki telefona uzandım. Aramamı cevaplayarak telefonumu kulağıma yasladım. "Merhaba anne." Sigaranın dumanını içime çekerek derin bir nefes aldım. "Bugün nasılsın? Ben hiç iyi değilim sen nasılsın?"

Sigaranın gri dumanı dudaklarımın arasında süzülürken başını hasır koltuğa yaslayarak gökyüzüne baktım. Karanlık gökyüzü beni kasvete boğmak için fazlasıyla yeterliydi. "Duyduğuma göre evlenmişsin." Bu onunla ilgili duymak istediğim son şey bile değildi. "Yeni bir kocan bir de kızın varmış." Bu konuşmayı onunla yapmaktan bir ay kaçmıştım ama işte buradayım ve onunla konuşuyorum. Her ne kadar beni hiç duymasa da...

"Mutlu musun, Begüm Hanım?" Bulutların arkasında belli belirsiz görünen yıldızları izlerken, "Yeni ailenle mutlu musun?" diye mırıldandım. Annemin artık bizden uzakta başka bir hayatı vardı.

"Kızın..." İçim öyle bir acıdı ki hıçkırığıma engel olmak için dudaklarımı birbirini sımsıkı bastırdım. Annemin bizden başka bir kızı daha vardı. "Şimdilerde on bir yaşında olmalı, değil mi? Söylesene seviyor musun onu? Bizden daha mı çok?"

Daha fazla kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. "Nasıl yaptın bunu?" Öne doğru büküldüğümde artık gökyüzünü izlemiyordum. "Nasıl başka bir çocuk yapabildin?" İçim titrerken küçük bir çocuk gibi çaresizce, "Biz ne olacağız?" dedim.

Bir aydır bu konuyu kendi içimde bastırmaya çalışıyordum. Önemli değil diyordum, o yaşıyor ve mutlu ya gerisi hiç önemli değil diyerek kendimi kandırıyordum ama önemliydi. Annemin başka bir çocuğa annelik yapması önemliydi. On dört yıl boyunca bizi onsuz bırakırken başka bir çocuğun annesi olması önemsiz bir konu değildi.

"Ben kendimi senin katilin bilirken sen nasıl başka bir çocuğun annesi oldun?" Eğdiğim başımı yerden kaldırmadan ağlarken, "Bu haksızlık," diyerek hıçkırdım. "Nasıl yaptın? Kendi kızlarını nasıl unuttun?" Bize geri dönmesinin hiç mi bir yolu yoktu?

Yıllarca Kadem tarafından unutulmuş ve onun ölümüyle kendimi suçlamıştım. Bir ay önce öğreniyorum ki annem de beni unutmuş ve ben yıllarca onun ölümüyle de kendimi suçlamışım. Tıpkı Kadem gibi annem de yıllarca beni unutmuştu. "Neden beni unutuyorsunuz?" Dudaklarım titrerken gözlerimin çukurunda biriken yaşlar sessizce aktı. "Neden unutulan ben oluyorum? Ben niye unutamıyorum kimseyi?"

"Herkes tarafından unutulan kişi değilsin." İrkilerek başımı kaldırdığımda çardak direğinin yanında dikilen Karun'u gördüm. Geldiğini bile fark etmemiştim. Elinde benim için getirdiği beyaz bir şal tutuyordu. Gözleri ise içli bir ifadeyle ıslak kahvelerimde oyalanıyordu. "İçin rahat edecekse ben seni hiç unutmadım." Uzanıp şalı masanın üstüne bırakıp malikaneye doğru yürüdü. "Öldüğünü sandığımda bile..."

Ağlamaklı bir sesle arkasından, "Sanrı," diye seslendim ama ne durdu ne de bana döndü. Beni bırakıp eve doğru giderken, "Dışarısı soğuk, Bige," dedi havadan daha soğuk bir sesle. "Dışarıda çok kalma hasta olursun." Kalbim kurudu, midem bir kez daha kasıldı ve ben arkasından bakarken birkaç damla gözyaşı daha döktüm. Ben artık Sanrı'nın Saka'sı değildim çünkü Karun artık bana Saka demeyi bile bırakmıştı.

O sadece ölüm bana yakın olduğunda adımı söylerdi. Şimdi ise sanki ölmüşüm gibi bana Bige demişti. Onun için öldüğümü daha iyi belirtemezdi. Ölümün gölgesi üzerimde olmadığı anlarda adımı söylemesini ne çok istemiştim ama bu şekilde değil. Beni bitirdiği bir anda hiç değil. Adımı söyleyiş şekli o kadar soğuk ve bitikti ki, kulağımda çınlayan isimden nefret ettim. Eskisi gibi onun Saka'sı olmak isterken Bige ismini ondan duymaktan nefret ettim.

Ve artık biliyorum ki bugünden sonra ondan hiç Saka ismini duyamayacağım. Beni affetmedikçe bana bir daha asla Saka demeyeceğini biliyorum. Belki de hiçbir zaman duyamayacağım çünkü Karun affedecek gibi durmuyordu. "Diğerleri değil keşke sen unutsaydın beni." Hâlâ ondan kalan boşluğa bakıyordum. "O zaman yeniden tanışır, en baştan başlardık." İç çekerek iki nefesten fazla içmediğim sigarayı söndürdüm. "Hayatımdan nefret ediyorum."

Bir süre daha soğuk havayı kendime çekerek çardakta tek başıma oturdum. Esen rüzgâr ağrıyan karnıma pek iyi gelmediği için çardaktan çıkıp eve doğru yürüdüm. Karun'un benim için getirdiği şalı almamıştım. Bana karşı iyi davranması bile canımı yakıyordu. İçeri girip salona geçtiğimde istediğim tek şey biraz televizyon izlemekti ama herkesi burada görünce kapının önünde durdum. Karun yanan şöminenin yanındaki koltuğunda oturup kitap okuyordu. Melek bir şeyler atıştırıyordu ve Gurur silahını temizliyordu. Çağıl ve Levent'te kendi aralarında bir şeyler konuşuyordu.

Tüm aile bir aradayken yine onların tadını kaçırmak istemiyorum. Kimseye görünmeden gitmek istedim. Ancak başını okuduğu kitaptan kaldırmayan Karun, "Buraya gel," diyerek beni tüm gözlerin hedefi yaptı. Parmağıyla bir sonraki sayfaya geçerken başını kaldırmamıştı ama kapının önünde dikildiğimi iyi biliyordu çünkü adım seslerimi duymuştu. "Üşümüş olmalısın geç otur."

Herkes bana bakarken bir korkak gibi dışarı çıkmayı doğru bulmadığım için mecburen içeri yürüdüm. Kimseye bakmadan hepsinden en uzak köşeye oturup telefonumu çıkardım. Onların bakışlarından kurtulmak için başımı telefona gömüp kendimi herkesten soyutladım. "Bir şey yemedin." Çağıl'ın sesini duydum ama başımı kaldırıp ona bakmadım. "Senin için bir şeyler hazırlatmamı ister misin?" Karun onunla konuştu mu yoksa söylediklerimden sonra beni anlamaya mı başladı, bilmiyorum ama sesi üzgün geliyordu.

Telefondan başımı kaldırmadan, "Gerek yok," dedim soğuk bir sesle. "Karnım acıkırsa gider Duha'nın evinde karnımı doyururum."

Karun'un, "Deneme bile!" diyen sert sesine karşılık, "Yaptığımda görürsün," dedim mesaj kutumu temizlerken. "Nerede insan muamelesi görüyorsam karnımı orada doyururum." Bankadan gelen gereksiz bir mesajı daha sildim. "Evinde kalmam bana ne yapacağımı söyleyeceğin anlamına gelmiyor. Hatırlatırım biz boşandık."

"Evliyken de pek söz dinlediğin söylenemez." Sesi gittikçe sinirlenmeye başladığını gösteriyordu ama karın ağrısı çekerken kafamı kaldırıp ona bakmıyordum. Onun da bakmadığını biliyorum muhtemelen gözleri elindeki kitabın sayfalarındayken benimle konuşuyordu. "Her zaman beni dinliyormuşsun gibi konuşmayı bırak," diyerek beni uyardı.

"Git o zaman sözünü dinleteceğin bir kadınla evlen." Hırsla başka bir mesajı daha sildim. "Eminim Çağıl ve Levent sana iyi bir kadın bulur." Laf attığım ikiliden çıkan homurtuları duyduğumda Karun'un, "Ya sabır!" diyen sesi kulağıma geldi. "Bu kadın insanı katil eder!"

"Sanki normalde hiç kimseyi öldürmemiş gibi konuşuyor beyimiz."

"Otuz yıl boyunca öldürmediğim kadar çok insanı son bir yılda öldürdüm," diyen sesi iğneleyiciydi. "Ve bil bakalım kim için? Yani evet, sen insanı katil edersin!" Haklıydı çünkü son bir yılda ülke çapında bir temizlik yapıp koskoca bir tarikatı benim için bitirmişti.

Omuz silkerek telefonumla meşgul olmaya devam ettim. "Yapmasaydın ben mi sana dedim git katliam çıkar?"

"Şu siktiğim özel günün ne zaman bitecek? Normalden daha fazla çekilmezsin!"

"Daha üçüncü günümdeyim! İnsanların içinde özel günümden bahsetme!"

"Normalde çok utangaçsın ya!"

Gurur'un attığı kahkahayı duydum. "Kitap okurken ve telefonla oynarken kavga edecek kadar yeteneklisiniz." Birbirimize hiç bakmadan da bir kavgayı yürütebilirdik.

"Sende Farah ile böyle kavgalar ediyor musun?" Çağıl'ın sorusuyla başımı kaldırıp bir yapbozu bozar gibi silahını söken Gurur'a baktım. Silahın gümüş kabzasını ustaca çıkartırken, "Hayır," dedi düz bir sesle. "Onunla herhangi bir konuda tartışacak kadar muhabbetimiz yok." Tornavidaya uzandı. "Babasıyla kavga etmek daha keyifli."

Çağıl yönünü tamamen ona doğru çevirdi. "Babasıyla dalaştığın için sana kızmıyor mu?"

Tornavidayı ustaca kullanırken başını iki yana salladı. "Birilerine kızamayacak kadar korkak." Bundan nefret ediyormuş gibi yüzünü buruşturdu. "Kendi gölgesinden bile korkuyor."

Çağıl tatsız bir sesle, "Böyle olduğu için onu suçlayamazsın," dediğinde bir konuda amcasına kızar gibiydi. "Üç yıl önceki olaydan sonra bu hale gelmiş olabilir."

Tornavidayı tutan eli silahın üzerinde hareketsiz kaldı. Bir süre hiç kıpırdamadı. "Bir halt bilmeden konuşup durmayın," derken sesi düşünceli geliyordu. "Ama evet, üç yıl önceki hadise yüzünden bu durumda olabilir."

Herkesin dikkati ona yöneldi. Melek yerinde rahatsızca kıpırdanıp, "Üç yıl önce ne yaşandı amca?" diyerek koltukta ona doğru kaydı. "Tam olarak neler oldu?"

"Sen kafanı bunlarla yorma meleğim." Derin bir nefes alarak tekrar silahıyla ilgilenmeye başladı. "Hiçbir şey göründüğü gibi değil."

Gurur bazı konularda fazla ketum olmalı ki kimse ısrar ederek onu konuşturmaya çalışmadı. Farah dün gece Gurur'un ona kötü davranmadığını söylediği için üç yıl önce bilmediğimiz bir şeyler yaşandığını düşünmeye başladım. Gurur hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını söylemişti. Bu sözlerle bile ona zarar vermediğini düşündürüyordu. O zaman Farah neden ondan bu kadar çok korkuyordu?

Farah'ın bu kadar ürkek olmasının nedeni ne olabilirdi. Aklıma gelen korkunç düşünceyle, "Acaba babası ona şiddet uyguluyor olabilir mi?" dediğimde buna hiç ihtimal vermiyormuş gibi başını iki yana salladı. "Böyle bir şey sezseydim çoktan o piçin işini bitirirdim." Bunu söylerken sesinde hiç tereddüt yoktu. "Annesi ve babası onun üzerine titriyor. Farah'ın böyle olması en çok onları üzüyor."

"O zaman sorun ne?" dedi Çağıl.

"Nereden bileyim lan! Bende bunu anlamaya çalışıyorum."

Melek sırıttı. "Onun için endişeleniyorsun, değil mi?" dediğinde hayatındaki en saçma şeyi duymuş gibi yüzünü abartılı bir ifadeyle buruşturdu. "Ümit'in kızına ne olduğu umurumda değil." İlgilenmiyormuş gibi omuz silkti. "Ona ne olduğu benim değil babasının sorunu." Bunları inanarak söylediğini hiç sanmıyorum.

"Karun'da ilk zamanlar Bige için böyle söylüyordu." Çağıl gülmemeye çalışarak amcasının üzerine gitmeye devam etti. "Sen şimdi düşmanının kızından çocuk da yaparsın?" Bu sefer gülüşüne engel olamadı. "Küçük bir Gurur alır mıyız kucağımıza?"

Parçaladığı silahını yağlayan Gurur, söktüğü her parçayı cilalayıp yeniden takıyordu. "Benum zaten bir çocuğum vardur." Uzun süre bizim gibi konuşamadığı için tekrar Karadeniz ağzıyla konuşmaya başladı. Başıyla yulaflı bisküviyi yiyen Melek'i işaret etti. "O yeteyi bana, fazlasuna gerek yoktur."

"Yoktur tabii." Melek ona yılışarak başını amcasının omuzuna yasladı ve yüzünü onun omuzuna sürtüp kedi gibi mırıldandı. "Sadece beni seveysin değul mu amca?"

Gurur tebessüm edip, "Bir tek senu seveyim meleğum," dedi bir baba şefkatiyle. Başını çevirip ona yılışan kızın saçlarının tepesine dudaklarını bastırdı. "En guzel sen sevulursun." Burnunu onun saçlarına gömüp kokusunu sesli bir şekilde içine çekti. "Cennet gibi kokayi benum meleğum."

Melek'in dudakları güzel bir tebessümle kıvrıldı. Gurur'un omuzunu öperek pembe rujunun izini onun gömleğine bıraktı. "Baba gibi kokayi benum amcam," dediğinde aralarındaki güzel bağ onları izleyen herkesin içini ısıtıyordu. Aralarında sadece on yaş olmasına rağmen baba kız gibiydiler. Bence kimse Gurur'dan daha iyi baba olamazdı. İleride bir gün kendi çocuğu olduğunda o çocuk baba konusunda çok şanslı olacaktı.

Dalgın bir şekilde onlara baktığımı gören Gurur'un dudaklarında hınzır bir gülümseme oluştu. "Hayırdur yenge hanım?" diyerek bana takıldı. "Ne düşüneysun öyle dalgun dalgun?"

"Hiiiç," dedim harfleri uzatarak. "Baba olsan nasıl olurdu diye düşünüyordum."

Şaşırdı. "Ula benu niye çocukla düşlersun?" Bir köşede oturup bizi dinlemiyormuş gibi yapıp kitap okuyan Karun'u işaret etti. "Kocan orayadur. Canun çocuk sevmek isteduysa gidip ondan yapaysun." Başını kitaptan kaldırmayan Karun'un tüm dikkati buradaymış gibi omuzları gerildi. Çocuk fikrinden bile nefret ediyordu.

O sıkıcı kitabı elinden bırakmayan Karun'a gözlerimi dikip, "Evli olmadığım bir adamdan çocuk yapmam," dedim kinayeli bir sesle. "Ayrıca biz aramıza yastık koyarak uyuyoruz. Birilerinin bana dokunmaktan ödü kopuyor," dediğimde bu kadar açık sözlü olduğum için Gurur az kalsın kendi tükürüğünde boğulacaktı. Bunu dan diye söylememi beklemiyordu.

Karun bir an başını o kitaptan kaldıracak gibi oldu ama son anda tepkisizliğini korumayı başardı. Rahat durmayıp iyice sinirlerini bozmaya başladım. "Nefret ettiği bir kadına kazara bile dokunmak istemediği için aramıza yastık koyuyor," dediğimde Gurur sinirden güldü. "Detaylaru bilmek istemeyim."

"Anlatacak bir detay var sanki," diyerek ona çıkıştım. "Asker arkadaşı gibi aynı yatağın iki farklı ucunda yatıyoruz işte."

"Ne olmasını bekliyordun?" Daha fazla dayanamayan Karun, elindeki kitaptan başını kaldırıp soğuk gözlerini bana kenetledi. "Sen odamı işgal ettin diye koltukta uyuyacak değilim. Sadece on iki gün daha sana katlanacağım."

"Acaba kim kime katlanıyor?" Homurdanarak ayağa kalktığımda karnıma giren krampla öne doğru eğilip iki büklüm oldum. Dudaklarımdaki kısık iniltiye engel olamazken Karun'u yanı başımda buldum. O koltuktan o kadar hızlı kalkıp yanıma gelmişti ki, telaşını buradaki kimseden gizleyememişti. Şimdi Gurur sırıtarak ona bakıyordu.

Üzerindeki imalı bakışları zerre kadar umursamadan üzerime eğilip, "Yine mi sancın var?" dedi kısık bir sesle. Gözlerini karnımdan ayırmıyordu. "Artık bir hastaneye gitmeliyiz."

Normalde reglin üçüncü gününde canım bu kadar yanmazdı ama özel günümdeyken dün gece saatlerce havaalanında kalmıştım. O soğukta havaalanının önünde saat beşe kadar kaldığım için bugün acısı çıkıyordu. Regliyken kendimi sıcak tutmalıydım ama dün bunu pek düşünemedim. Sabahtan başlayan ağrılar tüm günü bana katlanılmaz kılmıştı. "İyiyim." Mırıldanır gibi çıkan sesim acı çektiğimi ele veriyordu. "Biraz dinlensem geçer."

Ondan uzaklaşıp kapıya doğru bir adım atmıştım ki kasıklarımdaki sancıyla tekrar öne büküldüm. "Bu halde merdiveni çıkamazsın." Belimde elini hissedince başımı çevirip ona baktım. Bana bakmak yerine eğilip kolunu bacaklarımın altından geçirdi. Beni kucağına alıp doğrulduğunda kollarım istemsizce onun boynuna dolanmıştı. Gözleri yüzümde gezinmeye başladığında yakaladığı küçük bir acı kisvesi bile canını sıkmıştı. "Hastaneye gidiyoruz."

"Hayır, hastaneye gidecek kadar kötü değil." Karnıma art arda giren sancıların sızısıyla dişlerimi sıktım. "Üşüttüğüm için böyle oldu."

Az önce bana on iki gün daha katlanacağını söylüyordu ama canım yanınca herkesin içinde beni kucağına almaktan çekinmemişti. Hızlı adımlarla salondan çıkıp merdivene yönelirken Nermin'e, "Ağrı kesici getir ve sıcak su torbası hazırla," demişti. Bunları söylerken bile yüzü fazla endişeliydi. Bir tek canım yandığında beni görmezden gelemiyordu.

Beni kollarında taşıyarak merdiveni çıkmaya başlamıştı. Başımı göğsüne yasladığımda vücudu gerildi ama beni kendinden uzaklaştıracak bir şey yapmadı. Kokusunu içime çekerek göğsüne sokulduğumda vücudu taşlaşmıştı. Tutuşu sertleşirken tepkisizliğini korumaya çalışıyordu. Onu çok zorladığımı biliyorum ama ondan uzak duramam. Sanki o hâlâ benim kocamdı. Boşansak bile hâlâ kocammış gibi hissettiriyordu.

Çatı katına çıktığında sırtım yatakla buluştu. Kollarım onun boynunda olduğu için üzerime eğilmiş bir vaziyetteydi. Doğrulması için önce kollarımı çekmeliydim ama bunu yapmadım. Yakınlığımızdan faydalanarak gözlerinin içine baktım. Gökyüzünün tüm güzelliğini gözlerinin mavisinde toplayan gözlere bakıp, "Beni affetmenin bir yolunu bulmalısın," diye fısıldadım. Yakınımdaki yüzünü seyre dalarken sesim ruhumdan daha zayıftı. "Karun beni affetmenin bir yolunu bulmalısın."

Ellerimin altındaki geniş omuzları gerilmeye başladığında yüzü yine donuklaştı. Ondan böyle bir şey istememin sarsıcı etkisini yaşıyordu. Düz bir ifadeyle bana bakıp, "Denemiyor muyum sanıyorsun?" dediğinde sesindeki sabrın bile acısı, derin bir burukluğu vardı. "Seni nasıl affedeceğimi bilmiyorum."

Gözleri ruhumun aynasına dönüştü ve orada görmeye başladığım tek şey bir yok oluştu. "Bana her şeyi yapabilirdin, yaptığın her şeyin bir affı olurdu." Soğuk elleri boynundaki kollarıma uzandı. "Ama beni sensizlikle sınamamalıydın." Kollarımı tutup yavaşça boynundan çekti. Gözlerimin içine derin bir manayla bakarken sözleri fazla acımasızdı. "Beni yokluğuna alıştırdın şimdilerde alışamadığım şey hayatımdaki varlığın."

Gözlerimin ardı sızlarken, "Karun," dedim titreyen bir sesle ama doğrulup benden uzaklaştı. "Zorlama, Bige." Kollarım onun sıcaklığını ararken, "Zorlama bunun bir affı yok," diyerek bir kez daha bana kendi yokluğunu yaşattı. Bir adımlık yakınımdaydı ama aslında burada bile değildi. Burada olan tek şey içinde ruh olmayan boş bir kabuktu.

Korkarak sordum. "Beni hiç mi affetmeyeceksin?"

Ve onun cevabı fazla yaslıydı. "Belki son nefesimde..."

Karşı çıkarak başımı iki yana salladım. "Böyle konuşma." Beni ölüme erteleyemezdi. "Ben seni affetmiştim." Yatakta oturup artçı sancılarla gözlerimi ona diktim. "Ben seni affetmiştim, sende bir yolunu bulmalısın."

Gözlerimin içine öyle bir bakışı vardı ki, sadece bu bakışıyla ona giden tüm yolları aşılmaz engellerle kapatıyordu. "Sen beni hiç affetmedin." Bana kendi gerçekliğimi sunarken uyanmamı ister gibi gözlerini gözlerimden ayırmadı. "Affetseydin bana tüm bunları yaşatmazdın."

"Karun-"

"Bende bilmiyordum, Bige." Başını ağır bir hareketle iki yana salladı. "Sana metres derken gerçekleri bilmiyordum." Bana geçmişi hatırlatırken tepemde dikilmeye devam ediyordu.

"Kendimi savunmuyorum ama sana sormuştum. Ofisime geldiğin ilk gün sana bu evliliğin nasıl olduğunu ve kimin işi olduğunu sormuştum. Seni yargılamak istemediğim için ilk sana sordum. Gerçekleri gizlemen için bir nedenin yoktu." O günü ikimize hatırlatarak bu konuda kimin suçlu olduğunu her ikimize de gösteriyordu.

"Tehdit edilmemiştin veya sevdiğin birinin hayatı tehlikede değildi. Bana Serhat ve Duha'nın adını vermek yerine sustun. Serhat'ın kaçması için ona zaman kazandırmak istedin." Bana tüm o fenalığı yapan birini korumak için gerçekleri ondan gizlemiştim. Bu konuda hata yapanın ben olduğumu zaten biliyorum.

"Kendi araştırmamı yaptığımda ortaya çıkan tek sonuç evli bir adamla bir ilişkin olduğuydu." Gözlerimin içine tüm ciddiyetiyle bakarak, "Ve evli bir adamla ilişkisi olan bir kadınla evlendiğimdi," dedi. "Böyle bir durumda kim olsaydı başka bir adamın metresiyle evli olduğunu düşünürdü." Sertçe yutkunduğumda gözlerinin güzel mavisi titreşti. "Sana metres dediğim için bile hep kendimi suçladım ama bana böyle düşündüren sendin." Bana karşı sabrının sonuna geldiği için bu konuda benim suçumu üstlenmek istemiyordu.

Suçlu olduğumu biliyorum zaten bu yüzden bu konuda ona hiç kin gütmedim. Gerçekleri söylemek yerine Serhat'ı korumak için kendimi metres konumuna düşüren bendim. "Hatalarımızı yarıştırmıyorum ama karımın bir metres olduğunu bana düşündüren sendin. Buna rağmen seninle ilgili çıkan tüm o haberleri kaldırtmaya çalıştım."

Omuzları düştüğünde yatağın kenarına oturarak yüzünü ovuşturdu. Bu çaresizlikten yapılan bir hareketti. "Bu evliliğin arkasındaki kişinin Duha olduğunu da benden saklayan sendin." Geçmişteki hatalarımızı konuşmaya başlamıştık çünkü şu zamana kadar bunları doğru düzgün konuşmamış, üstünü kapatmıştık. Çok önceden tüm bunları konuşsaydık belki bugün böyle bir durumda olmazdık.

Başını çevirip omuzunun üzerinden bana baktı. Gözleri o kadar yorgun bakıyordu ki, bu gözlerde gördüğüm tükenmişlik beni kahrediyordu. "Benim sana karşı yaptığım ve hâlâ kendimi affedemediğim en büyük hata eflatun elbiseydi." Burnunun direği sızladı, gözlerinin ardı titredi. "Bunun da bana geri dönüşü 383 eflatun gece oldu."

Yaşlar gözlerimi zorlarken artık bunları geride bırakmak istiyordum ama ona yaşattıklarım onun geride bırakamayacağı kadar ağır şeylerdi. "Yorgunum, Bige," dediğinde artık ağlıyordum çünkü gerçekte olmasa da karşımda dizlerinin üzerine düşmüş biri vardı. "Kimse değil," diye fısıldadı gözlerimin içine bakarak. "Beni sen yordun." Başını ağır bir hareketle iki yana salladı. "Ben artık bize bakınca kurtarılacak bir şey göremiyorum."

"Böyle konuşma." Eline uzandım ama elini çekerek yataktan kalktı. Bana sırtını dönüp kapıya doğru yürürken, "Sen veya ben değil," dedi yenilgi dolu bir sesle. "Suçlu ikimiziz. Bu konuda tek bir kişiyi suçlamak doğru değil. Bizi biz bitirdik. Zaten bizi bizden başka kimse de bitiremezdi." Kalbim kasılırken haklılığı karşısında avaz avaz haykırıp içim çıkana kadar ağlamak istiyordum. Biz onunla kimsenin yıkamadığı kusursuz bir kaostuk ve kendi yarattığımız o kaosun içinde kaybolmuştuk. Haklıydı bizi biz bitirmiştik.

Arkasından bakarken, "Sanrı," diye mırıldandım içli bir sesle. En sevdiği şarkı sözlerine değinerek elimle kendimi gösterdim. "Eski yârin ömrünü versin mi Allah yenisine?" Artık eski olan bendim.

Eli kapı kolunda kaldı, hiç kıpırdayamadı. Sırt kasları gerilirken kapı önünde donup kalmıştı. Uzun sayılabilecek bir sessizlikten sonra, "Vermesin," dedi boğuk bir sesle. Kapıdan çıkıp beni kimsesiz bırakmadan hemen önce, "Benden alıp eski yâre versin ama onun ömründen bir gün bile eksilmesin," dedi.

O gitti.

Bense onun yokluğuyla uzun süre kapıya baktım.

Kapıda tutuklu kalan gözlerim uykuya kapanmak üzereyken elinde bir tepsi yemekle içeri giren Nermin'i gördüm. Tepsiyi yatağımın yanındaki komodinin üzerine bırakıp dışarı çıktı. Hiçbir şey yiyecek durumda değildim. Bu yüzden yataktan çıkıp dolaptaki pijamalarımı aldım. Üzerimi değiştirip uyumak istiyorum. Elbisemi ve tül çorapları çıkartıp pamuklu eşofman altını giydim. Ellerim sütyenin kopçasını açmak için sırtıma uzanmıştı ki kapı açılınca donup kaldım. Karun gelmişti.

Elinde sıcak su torbasını ve bir fincan papatya çayı tutuyordu. Kapıdan içeri girip beni görünce adımları duraksadı. Gözleri bir süre şaşkın ama solgun yüzümde oyalandı, daha sonra da bakışları aşağılara kaydı. İnce omuzlarımda düz bir şerit oluşturan sutyenin askılarında oyalandı. Gözlerinin değdiği yer ısınırken kendimi ondan gizlemedim. Mavileri açık bir şekilde sütyenden taşan göğüslerime baktığında bile utanç duymadım çünkü daha önce beni çırılçıplak bile görmüştü.

O zamanlarda bile utanmazken sütyen ve eşofmanla karşısında olmak beni utandırmıyordu. Göğüslerimde haddinden fazla oyalanan bakışları düz karnıma süzüldüğünde gözlerinde tutkudan çok yoksunluk gördüm. Tenime olan yoksunluğunu gizleyemiyordu. Bakışlarını eğip gözlerini başka bir yere çevirerek kendi için bu işkenceye bir son verdi. Acaba özel günümde olmasaydım yine böyle kontrollü olabilir miydi?

Beyaz tişörtümü hızlıca giyip saçlarımı düzelttim. Yürüyüp yatağa girerek yorganı çeneme kadar çektim. Yatakta cenin pozisyonu alarak, "Giderken ışığı kapat," diye mırıldandım. Üşüyen ellerimi bacaklarımın arasına uzatarak gözlerimi kapattım. Uyumak için erken bir saatti ama canım o kadar çok yanıyordu ki acı uykumu getiriyordu. Üzerimdeki yorgana rağmen üşüyorum. Şiddetli bir adet sancısı çekiyordum.

Üzerimdeki yorgan bir anda çekildiğinde iniltiler çıkartarak gözlerimi açtım. Doğalgaz petekleri ısı yayıyordu, üstelik şömine yanıyordu. Bunlara rağmen yatakta küçüldüğümü görünce kaşlarını belli belirsiz çattı. "Üşüyor musun?" Cevap vermemi beklemeden uzanıp elini alnıma bastırdı. İri parmakları alnımı kapatırken soğukluğu karşısında irkildim. Vücut ısısı çok düşüktü.

Eli bir süre alnımda kaldı ama daha sonra çekti. "Ateşin yok," dediğinde gözleri titremeye başlayan vücudumda oyalanıyordu. Tam ona iyi olduğumu söyleyecektim ki üzerime eğilip bir kez daha beni kucağına aldı. "Karun hastaneye gitmeyeceğim!" Kaşlarımı çatarak kucağından inmeye çalıştım. Adet sancısı yüzünden kimse hastanelik olmazdı. Bu kadarcık sancıya katlanabilirim.

Hastane için beni zorlayacağını düşünmüştüm ama neyse ki bunu yapmadı. Beni şöminenin yanındaki yumuşak halının üzerine bırakıp ateşin sıcaklığını hissetmemi sağladı. Yürüyüp Nermin'in getirdiği yemek tepsisini alıp önüme koydu. Daha sonra papatya çayı ve sıcak su torbasını getirdi. Çayı da tepsiye koyduktan sonra su torbasını bana uzattı. Bana karşı bu kadar ilgili olması daha fazla suçluluk duymama neden oluyordu.

Başımı kaldırıp tepemde dikilen adama baktım. "Ben kendime bakabilirim." Su torbasını almadan önüme döndüm. "Uyumak istiyorum."

"La havle!" Yanıma oturup izin bile almadan tişörtümün eteğini yukarı kaldırdı. Sıcak su torbasını kabaca karnıma koyduğunda, "Düşer böyle," dedim karnımdan çıkartarak. "Bunun için uzanmam lazım."

Mızmızlanıp ona sorun çıkardığım için çatık kaşlarla tepsideki yemekleri gösterdi. "Madem öyle hızlı ye." Kızgın gözleri tek kelime etmeme müsaade etmiyordu. Tişörtü kaldırıp su torbasını tekrar karnıma koydu. Tişörtü aşağıya çekip elimi tuttu ve düşmemesi için tişörtün üzerinden su torbasına bastırdı.

"Bunu tutarken nasıl yemek yiyeceğim?" Huysuzluk yaptığımda bana dik dik bakarak, "Ben sana yediririm," deyince az kalsın kendi tükürüğümde boğulacaktım. Bana yemek mi yedirecek?

Tepsiyi önüne çekip çorba kasesini eline aldı. Bardakta su içirir gibi kâseyi dudaklarıma doğru uzatınca afalladım. "Kaşıkla içir."

Rotasını kaybeden gözlerle bana bakarken sanki bakmak istediği kişi bile değildim. Yüz ifadesi bu denli sıkkın ve zorlayıcıydı. "Kaşık kaşık sana çorba içirmek ne kadar zamanımı alır biliyor musun?" Boştaki eliyle ensemi kavrayıp hareketlerimi kısıtladı. "Ağrı kesiciyi alman için o karnının hemen doyması lazım," dedi ve ensemi bırakmadan kâsenin kenarını dudaklarımın arasına bastırdı. Su içirir gibi bana çorba içiren dağ adamına inanamayarak bakıyordum. O ise şaşkınlığımdan faydalanıp yudum yudum tüm çorbayı bana içirdi.

İnanılır gibi değil.

Ilık çorbanın tamamı bitmeden nefes bile almama izin vermedi. Son yudumu içtiğimde boş kâseyi çekti. Dudaklarımdan taşan çorba çeneme doğru süzülmeye başlayınca dilimle dudaklarımı yaladım. Bu hareketimle gözlerinin odağına dudaklarım takılınca başını iki yana salladı. Peçeteye uzanıp çeneme akan çorbayı silmeye başladığında bir eli hâlâ ensemdeydi. Kâğıt peçeteyi çenemde gezdirmeye başladığında gözleri sık sık dudaklarıma kayıyordu. İşte şimdi gözlerinde tüm sınırlarını zorlayan yoğun bir tutku vardı.

Ensemdeki parmakları sıkılaştı, peçeteyi çenemde hareket ettiren eli durdu. Gözleri dilimle ıslattığım dudaklarımda oyalandıkça derimin altı ısınıyor, üşüyen vücudum gevşemeye başlıyordu. Beni öpmek mi istiyordu? Nefesim kesilmişti. Beni öpecek olma ihtimali bile kanımı kaynatıyor, beni beklenti içine sokuyordu. Ancak iradesi düşündüğümden daha güçlüydü çünkü bakışlarını benden çekti. Bana karşı koyarak ilaca uzandı.

Omuzlarım hayal kırıklığıyla düşmüştü. Eğer beni itmeyeceğinden emin olsaydım ben öperdim onu ama bunu yaptığım an beni sertçe iteceğini biliyorum. Paketinden çıkardığı ağrı kesiciyi bana uzatınca suratım asık bir halde aldım. Papatya çayının yardımıyla ilacı içtim. Beni öpmediği için bozulan bir suratla çay fincanını ona gösterdim. "Bence bunu sen içmelisin. Papatya çayı sakinleştirir."

Cebinden sigara paketini çıkartırken hiç bana bakmadı. "Papatya tarlasını yiyip sindirsem bile bu beni sakinleştirmeye yetmez." Sigarayı yakarak yönünü şömineye çevirdi. "O çayın hepsini iç sonra uyursun."

Çayı kafama dikip hızlıca içtikten sonra boş fincanı tepsiye koydum. Tepsiyi iterek bizden uzaklaştırdıktan sonra dizlerini tuttum ve öne doğru çektim. Ne yapıyorsun dercesine bana bakınca, "Karnım ağrıyor," diye sızlandım. Yumuşak halının üzerine uzanıp başımı onun kucağına koymamı beklemiyordu.

Gerilip kaskatı kesildiğinde karnımdaki su torbasını çıkartıp tişörtümü yukarı doğru sıyırdım. "Çocukken ne zaman karnım ağrısa annem ovalardı." Göz bebekleri büyürken sertçe yutkundu. Ondan böyle bir şey isteyeceğimi beklemediği için donup kalmıştı.

Gözleri çıplak karnımda oyalanıyor, ondan istediğim çılgınlık karşısında inanamayan gözlerle bana bakıyordu. Belki de içinden yüzsüzlüğün bu kadarı diyordu çünkü bakışları aynı anda birçok şey söylüyordu. Ona 383 günlük bir cehennem yaşatmışken kedi gibi ona sokulup başımı dizlerine koymam ve karnımı ovmasını istemem belki de ona göre büyük bir arsızlıktı.

Son ana kadar bunu yapmayı düşünmüyordu. Ayağa kalkıp gitmeye bile yeltendi ancak yeni bir sancıyla yüzüm kasılınca elini hemen karnıma bastırdı. Canımı böylesine yakan bir acıyı kendi vücuduna çekmek ister gibi soğuk elini karnıma koymuştu. Bunu yapmak onun için bile sürpriz olmuştu çünkü karnımdaki eline baktıkça kendine şaşıyordu. Konu ben olunca gösterdiği bu zayıflık karşısında sinirleniyor ama acı çeken yüzümü gördükçe yüz hatları gevşiyordu. Canım yandığı anlarda bana kayıtsız kalamıyordu.

Elini karnımda gezdirerek masaj yapmaya başlayınca gergin vücudum yumuşamaya başladı. Sanki elinin altındaki beden bir oyun hamuruydu ve o, istediği gibi yoğurarak onu şekillendiriyordu. Eline teslim olan vücudum gittikçe daha çok gevşiyordu. Sigaranın külünü uzanıp tepsiye çırptığında bile elini karnımdan çekmemişti. Ben onun dizlerinde yatıp onu izlerken o, üzerime hafifçe eğilerek karnıma masaj yapıyordu. İyi de geliyordu.

Uzanıp elindeki sigarayı aldığımda nihayet dikkatini çekebildim. Gözlerini karnımdan ayırıp bana kenetledi. "Hani sigarayı bırakmıştın?" Bakışları donuk, sesi ise azarlar gibiydi. "Bu akşam ikinci kez içiyorsun."

"Sen benim yüzümden başlamışken ben nasıl bırakabilirim?" Sigaranın dumanını içime çektiğimde ciğerlerime nüfus eden duman dudaklarımın arasından onun yüzüne doğru süzüldü. "Seninle aynı zamanda bırakacağım." Elimi yüzüne doğru uzattım ama dokunmaya cesaret edemedim. "Bırakmaya karar verdiğinde bana da haber ver."

Yüzünün yakınlarında duran parmaklarım onun teninin yoksunluğunu yaşıyor, avuç içim yanağına temas etmek istiyordu. Ancak beni nasıl karşılayacağını bilemediğim için dokunmaya cesaret edemiyordum. Şimdilerde onunla ilgili her şey bana yasak gibiydi. Yüzünün yakınındaki elime baktı. Bakışlarının odağında artık ben yoktum. "Eskiden bu kadar çekimser değildin... Ya da zayıf."

Havadaki elim öylece yanıma düşünce gözleri beni buldu. "Dün gece tüm o insanların önünde fazla zayıftın." Beni özüme döndürmek ister gibi bakıyordu. "Onların fısıltıları karşısında omuzların hep düşüktü." Bundan hoşlanmamış gibi bakışları yargılayıcıydı. "Sen dün gece bir zamanlar karım olan Saka değildin."

Dün gece insanların karşısında ezilip büzüldüğüm için beni eleştirmeye devam etti. "Evdekilerin tanıdığı Bige'de değildin." Gözlerimin içine fazla acımasızca baktığında bakışlarındaki soğukluk karşısında ürperdim. "Sen dün gece babasının çocukken sindirdiği Efil'din ama benim tanıdığım o asi Saka değildin."

Parmaklarımın arasındaki sigara titrerken, "Eskisi gibi değilim," diyen sesimdeki acının tek sebebi adet sancısı değildi. "Sana gelene kadar ben aslında Saka bile değildim." Buruk bir tebessüm kondu dudaklarıma ama gülümseyemedim. "Ofisine ilk geldiğim gün Saka oldum çünkü o zamana kadar adım ya Bige'ydi ya da Efil."

Dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdığımda gözlerimin kahvesine akın eden yaşları kontrol edemedim. Karun'un gözlerinden benim gözlerime akan o derin ifade gözlerimin ardını sızlatıyordu. "Beni Saka yapan sendin." Kaybetmişliğin verdiği yenilgiyle, "Artık sen yoksun," dedim fısıltıyla. "Bana Saka bile demezken ben nasıl eskisi gibi olabilirim?"

Sanki benden aldığı sadece kendi değildi, bana aşıladığı o gücü de çekip almış gibiydi. Belki de gücümün kaynağı onun aşkıydı. Beni zehirlediği gibi güçlendiren bir aşk. Benden çekip alınınca ne zehir kalmıştı ne de şifa. Şimdilerde koskoca boşluk dışında hiçbir şey yoktu. Tıpkı bana olan bakışları gibi her şey fazla boştu. Artık gözlerine bakınca bir zamanlar bana sevgiyle bakan bir adam göremiyorum. Orada gördüğüm tek şey saf ve katıksız bir acıydı. Ona acı veren bir şeye bakar gibi bana bakıyordu.

Bir nefesten daha fazlasını çekmediğim sigarayı yeniden ona uzattım. Ayağa kalkıp yatağa doğru yürüyerek kendimi onun hissiz bakışlarından kurtardım. "Geriye dönme şansım olsaydı seni affederdim, Sanrı." Yatağa girip şöminenin ateşini izleyen adamın sırtıyla bakıştım. "Çünkü en zoruydu sana olan nefretimle yaşamak. Beni unutup hayatına devam etmek istiyorsan beni affetmelisin. Artık seni bana bağlayan tek şey bana olan nefretin." Aşk bitti geriye sadece kırgınlıklar ve yaşananlara olan nefret kaldı. Güzel olan her şeyi tükettik.

Görmese bile içim acıyarak başımı salladım. "On iki gün sonra hayatında çıktığımda beni affet ve senden daha fazla yaralı olmayan bir kadınla hayatını yeniden inşa et." Sesim titrerken bir damla gözyaşım yanaklarımdan süzüldü. "Yaralı insanlar en çok birbirlerini yaralar. Yara bandı olmayacağın ve sana yara bandı olmayacak biriyle olmaya çalış."

Uzun süre bana cevap vermedi. Şöminenin ateşinin yansıttığı yüzünün ne halde olduğunu bulunduğum yerde göremedim ama her sözümle sigaranın dumanını biraz daha içine çekmişti. Yüzünü yalayıp kafasının üstüne yükselen gri duman etrafını tamamen sarmıştı. "Bana yara bandı hiç olmadın veya sana yara bandı değildim." Kısık bir sesle konuşup yüzünü benden gizlemeyi sürdürdü. "Ben seni sevmeye ilk yaralarından başlamıştım," deyince kalbim kasıldı. İçim ürperirken ilk kez onun dudaklarından beni sevdiğiyle ilgili bir şey duyuyordum. Sevgi sözcüğü bir tek onun dudaklarından dökülünce bir anlam kazanmaya başlamıştı.

Uzandığım yatak kafesim olmaya başladığında başını çevirdi ve omuzunun üzerinden bana baktı. Belki haddinden uzun baktı belki de aradığı bir şeyleri gözlerimde bulma ümidiyle uzadı bakışlarının süresi. "Birini sevmenin en zor yolu önce onun yaralarını sevmek," dedi içli bir sesle. "Sen bana geldiğinde de fazla yaralıydın."

Öylesine bir şeyden bahseder gibi hafifçe omuz silkti ama sözleri öylesine olmayacak her şeydi. "Fazla kırılmış, fazla incinmiş ve fazla kanatılmıştın. O kadar yaralıydın ki sende sağlam hiçbir bir şey bulamamıştım." Titreşen kirpiklerimden süzülen yaşlara bakarak başını ağır ağır salladı. "Bende seni sevmeye ilk yaralarından başlamıştım..."

Midem kasıldı.

Nabzım boğazımda atmaya başladı.

"Bige," diye mırıldandı kısık bir sesle. Haftalardır bir vedayı taşıyan o gözlerle bir kez daha bana baktı. "Belki doğru şekilde sevemedim ama seni sevmiştim." Kulaklarımda uğuldayıp sarsıcı bir basınç bırakan sözleri karşısında kalbim öyle bir sızladı ki, tam bu noktada durmasını istedim.

Bir kurşunu bile göğüsleyen göğüs kafesim onun sözlerine bir kalkan olup kalbimi koruyamadı çünkü sözleri kurşundan daha keskindi. Beni sevdiğini söylemesini hep istemiştim ama o, bunu itiraf ederken geçmiş zaman eki kullanmıştı. Seviyorum değil, sevmiştim demişti. Artık sevmiyor gibiydi her cümlesi. Beni sevdiğini söylemiyordu, bir zamanlar beni sevdiğinden bahsediyordu.

Sevdiği o dönemlerde söylemek yerine sevgisinin bittiği bu zaman diliminde yapıyordu bu itirafı. Bu haksızlık değil miydi? Bu can yakan, kalbimi hüzne boğacak türden olan bir haksızlık, değil miydi? Bir zamanlar beni havalara uçuracak bir cümleyi zamana erteleyerek bana acı veren bir şeye dönüştürmüştü. Bu kıyımdı, yıkımdı ama mutluluk değildi. Kalbin kıyımıydı sevmiştim demek.

Bu kelimenin anlamı bir zamanlar sevildiğim ama artık sevilmediğimdi.

Ne şimdi ne geçmişte ne de gelecekte asla duymayacağım bir kelime olarak kaldı seni seviyorum.

***

Ertesi gün uyandığımda Karun'un yine benden önce uyanarak odada olmadığını görmüştüm. Buradaki ikinci gecemizde de bana sarılarak uyudu mu, bilmiyorum ama benden önce uyanarak tüm izlerini siliyordu. Saatin yedi olmasına sadece beş dakika kaldığı için tam zamanında kahvaltı masasında olmak için odadan çıktım. Bu konularda çok dakik ve takıntılıydım. Merdiveni inerken elimde tuttuğum telefona gelen mesaj dikkatimi çekti. Mesaja girince kayıtlı olmayan bir numaradan geldiğini gördüm.

Benimle attığım adreste buluş. Saat tam dokuzda orada seni bekleyeceğim. Annemizi görmek istiyorsan benimle buluşursun, Efil.

Okuduğum mesajla adımlarım merdiven basamağında durdu. Gazel'den geldiği çok belli olan mesaja iri gözlerle bakıyordum. Beni şaşkınlığa sürükleyen Gazel'in bana mesaj atması değildi, bana annemin yerini söyleyecek olmasıydı. Annemi benden hep kıskanırdı ve onun yokluğu yüzünden yıllarca beni suçlamıştı. Onun yaşadığını öğrendikten sonra annemi benden saklayacağına çok emindim ama mesajında tam tersi şeyler yazıyordu. Neyin peşindeydi?

Bu da bir tuzak olabilir miydi?

Gazel'e hiç güvenmiyorum ama iki saat sonra istediği gibi onunla buluşmaya gideceğim. Sırf annemin yerini öğrenmek için bunu yapacağım. Artık annemi görmek istiyorum bu yüzden nefret etsem de Gazel'e gidecek ve onunla konuşacağım. Sadece annemi değil, büyükbabamı da çok özlemiştim ama onu görmek için babama gitmeliydim. Büyükbabama ulaşmaya çalışacağımı bildiği için eminim onun yanından hiç ayrılmıyordur. Babamı görmek istemediğim için ne yazık ki büyükbabamla da iletişim kuramıyorum.

Aşağıya inerken holde kahkaha atarak Gurur'a sataşan Çağıl'ı gördüm. "Bende diyorum ki sabahın bu saatinde bu niye buraya geldi." Elini amcasının omuzunun üzerine atıp güldü. "Karın seni evden mi kovdu?"

Gurur bezgince nefesini verirken onun elini sertçe omuzundan itti. "Babası bile beni o evden kovamıyor, o nasıl kovsun?" Agresif bir sesle konuşup uykulu bir halde esnedi. "Laf sokup durması canımı sıktığı için buraya geldim." Kaşlarını çattı. "Kim öptü seni deyip duruyor. Ulan Melek öptü, Melek nesine inanmıyorsun!" Birini arar gibi etrafına baktı. "Melek nerede? Onu arayıp beni öptüğünü söylesin yoksa elimden bir kaza çıkacak!"

Sanırım neler olduğunu anlamıştım. Melek dün gece amcasının omuzunu öptüğünde ruj izi beyaz gömleğinde çıkmıştı. Farah bunu görüp yanlış anlamış olmalı. Sabaha kadar Gurur'un başını ütülemiş olmalı ki Gurur burnundan soluyordu. Elindeki kahveden bir yudum alıp Çağıl ile holde yürürken henüz beni fark etmemişlerdi. "Neyine güveniyorsa bir de beni tehdit ediyor." Farah'a çok kızgın olduğunu gizleyemiyordu. Çenesi seğirirken, "Ümit Tozlu'nun kızını aldatırsam sonuçları ağır olurmuş!" dedi küfreder gibi. "Banyoya saklanarak bunları söylemesi kolay. Çıkıp karşıma söylemeyi denesene!"

Çağıl gülmemeye çalışarak yanaklarının içini ısırdı. "Banyo mu?"

Yüzünü buruşturarak başını salladı. "Doğrudan gözlerime bakıp benimle tartışacak cesareti olmadığı için kendini banyoya kilitleyerek car car konuştu. Sanki ben bilmiyorum o siktiğim kapısını kırmayı!" Küfrederek konuşurken aklına ne geldiyse yeşilleri yumuşadı, dudakları belli belirsiz kıvrıldı. "Demek ki o da sinirlenebiliyormuş." Gülerek başını iki yana salladı. "Karşıma geçip doğrudan kızmasa da bir kapının arkasına saklanarak bunu yaptı. Bence büyük bir gelişme var."

Çağıl başını geriye atıp kahkaha attı. "Korkak olmasından nefret ediyorsun, değil mi?"

"Yedi cihan benden korkarken karımın hepsinden korkmasından nefret ediyorum." Bakışları ciddileştiğinde elindeki kahve fincanını sıkıyordu. "O Gurur Kalender'in karısı, gerektiğinde bana bile kafa tutup yumruğunu o masaya vurmalı." Kahve içmesine rağmen ağzında ekşi bir tat varmış gibi burnunu kırıştırdı. "O narin elleri yumruk atmayı bile bilmiyordur. Babası olacak piçten hiçbir şey öğrenmemiş."

Çağıl'ın bakışlarında muziplik akarken onu test eder gibi gözlerini kıstı. "Madem ondan bu kadar çok şikayetçisin, boşa onu istediğin gibi biriyle evlen."

Yeğeninin ne yapmaya çalıştığını iyi bildiği için Çağıl'ın ortaya attığı yemi yemedi. Çağıl'ın arkasından bir yere bakarken dudakları kıvrıldı. "İyi söyledin," diyerek sırıttı. "Bu tavsiyene uyacağım." Çağıl'ın yanından geçip, "Çiçek?" diye seslenip içeri giren kıza doğru yürüyünce Çağıl kısık bir sesle küfretti. Başına nasıl bir bela aldığını iyi biliyordu.

Elindeki bal kavanozuyla Çiçek'i durdurduğunda Çağıl hemen soluğu ikisinin yanında almıştı. Dün geceden beri Çağıl onunla uğraştığı için Gurur intikam alır gibi baştan ayağa Çiçek'i süzdü. Sırf Çağıl'ı kızdırmak için Çiçek'in sarı saçlarına, korkudan titreşen yeşil gözlerine haddinden uzun bakıyordu ama bakışlarında herhangi bir fenalık veya art niyet yoktu. "Hayatında biri var mı, Çiçek?"

Çağıl'ın tüm dikkati Çiçek'e yönelince Gurur gülmemek için yanaklarının içini ısırmaya başladı. Çağıl'ın merak edip de bir türlü soramadığı soruyu Gurur onun yerine çok kolay sormuştu. Çiçek'te en az abisi Nedim kadar düzgün biriydi. Çağıl gönlünü kaptırmak için iyi birini bulmuştu ama duygularının karşılıklı olup olmadığını bilmiyorum. Çağıl dört yıldır ona platonik aşıktı ancak Çiçek cephesinde işlerin ne boyutta olduğunu bilmiyorduk.

Çağıl, Çiçek'in vereceği cevabın gerginliğini yaşarken bu konuda çok tedirgindi. Karun Kalender'in kardeşi, bu evin beyi ve dağların aslanı olmasına rağmen Çiçek'in karşısında olmaktan çekiniyordu. Demek ki her aslanı kediye çeviren bir kadın mutlaka vardı.

Gözleri pür dikkat Çiçek'i izlerken Çiçek bir kez olsun başını çevirip ona bakmadı. Gurur'un karşısında durmaktan kaçacak yer ararken karşısındaki iki adama bakmıyordu. Gurur gözlerini ondan ödü kopan kıza dikti. "Merak ettiğim için soruyorum hayatında biri var mı?" dediğinde Çiçek boş bulunup Çağıl'a bakınca bizimki bir şey anlamadı ama Gurur ile dudaklarımız aynı anda kıvrıldı. O da ondan hoşlanıyordu.

Eğer birine kimden hoşlandığını sorarsanız gözleri doğrudan hoşlandığı kişiyi bulurdu. İstemsizce ona bakardı. Çiçek bu yaptığıyla kendini ele vermişti ama Çağıl pek bir şey anlamadı. Çiçek'in birinden hoşlanma ihtimali onu kıvrandırdığı için kızın ona olan bakışlarından hiçbir şey anlamadı. Aşk insanı gerçekten de aptallaştırıyordu.

Çiçek yakalanma korkusuyla hızlıca önüne dönüp, "Bu-bunu neden soruyorsunuz efendim?" dediğinde artık Çağıl'a bakmıyor, başını eğerek ayaklarına bakıyordu.

"Dedum ya meraktan sorayim." Uzun süre normal konuşamayan Gurur farkında olmadan yine Karadeniz ağzıyla konuşmaya başlamıştı. "Uzun zamandur bu aileye çalişaysun." Gözleri Çağıl'ı deli edecek bir uzunlukta Çiçek'in üzerinde oyalanmaya başladı. "Onca yıl bir yanluşuni görmeduk, eğer varsa bir sevduğun bizde üzerumuze düşenu yapmak isteyuk. Sen uşağun kim olduğuni söyle düğün masraflarunuz benden," deyince Çağıl'ın kaşları çatıldı. Omuzları dikleşirken bakışlarının hiddeti Gurur'a yönelikti. "Onu evlendirecek misin?"

Gurur sırıtarak başını salladı. "He öyle yapayim." Gerine gerine göğsünü kabartıp yeğeniyle uğraşmaya başladı. "Bir sorun mu vardur?"

Göğsünde hırlamayı andıran bir ses yükseldiğinde Gurur'u öldürecekmiş gibi bakıyordu. Bu hareketleriyle kendini o kadar çok ele veriyordu ki, bunca zaman Çiçek, Çağıl'ın ona âşık olduğunu nasıl anlamadım, bilmiyorum. "He derse kızı hemen evlendirecek misin?" Sinirli bakışlarını kontrol edemezken, "Siktir git lan karının evine!" diyerek onu kovdu. "Git orayı karıştır!"

Çağıl'ın siniri bile onu eğlendirdiği için güldü. "Gitmeyim burasi benu daha çok bağlayi." Omuzlarını dikleştirdi. "Sen hayurdur uşak? Senu neden rahatsuz edeyi bu kizin sevduğu?"

"Yok lan sevdiği!"

"Bunu nereden bileysun, belki var?" Kafasını çevirip yerden başını kaldırmayan Çiçek'e baktı. "Var midur bir sevduğun?"

Gurur tarafından sorgulanmak herkesi ürkütürdü, Çiçek'i ise daha fazla. Ecel terleri dökmeye başlamışken o kadar çok titriyordu ki neredeyse elindeki kavanozu düşürecekti. Sessizliği Çağıl'ın bekleyişini katlanılmaz boyutlara taşıdığı için, "Çiçek?" dedi sabırsız bir sesle. Gözlerini sevdiği kadına dikip, "Hayatında biri mi var?" diye sordu. Sesi bu sefer daha baskındı. "Konuşsana bir sevdiğin mi var?"

Çapraz sorguya alınıyormuş gibi hisseden kız tek kelime etmedi. Ayakları dışında hiçbir yere bakmıyordu. Aklına olmayacak şeyler getiren Çağıl, dişlerini sıkarak, "Var mı yok mu?" dedi sinirli bir sesle.

Derin bir nefes alarak başını kaldırdı. "Çağıl Bey lütfen bu konuyu kapatın." Kaçmak ister gibi elindeki kavanozu işaret etti. "Yapmam gereken çok fazla işim var efendim."

"Başlatma efendine!" Agresif bir sesle konuşup bir adım atarak onun karşısına dikildi. "Bir sevdiğin mi var?" Bu soru onun yakasını bırakmazdı, Çiçek ise ona cevap veremezdi çünkü onu kovmalarından korkardı. Bu yüzden tek kelime etmeden hızlı adımlarla gitti. Çağıl onun arkasından bakıp yumruklarını sıktı ama onu durdurmaya çalışmadı çünkü biz buradayken Çiçek'in tek kelime etmeyeceğini iyi biliyordu.

Gurur telefonu çıkartıp açtığı şarkıyla kahkaha atarken Çağıl, "Siktir git!" diyerek ters ters ona baktı. Telefonda ise, "Oy sevdam," şarkısı çalıyordu. Bundan bir yıl önce yemek masasında Şelale şarkısıyla Karun'un üzerine gitmişken şimdi aynı şeyi Gurur ona yapıyordu.

Gurur şarkıya eşlik edip gözlerini ona dikti. "Oy sevdam dağlara mi çıkayim?
Oy sevdam yollara mi vurayim?
Oy sevdam sensuz nasi durayim?
Oyyy oy, dağlara mi çıkayim? Oyyy oy, yollara mi vurayim? Oyyy oy, sensuz nasi durayim?"

"Yalnuz dağlara çıkmak da kesmeyi senu uşağum." Sırıtarak eğlenen gözlerini Çağıl'ın kızgın suratına dikti. "Gönül işleru öyle dağlarda kurşun sıkmaya benzemeyi, değul mu Üsteğmen Çağıl Kalender?" Kahvesinden keyifle bir yudum aldı. "Göz görmeyunce gönul bağlanmaz derdu nenem. Oturaysun evunde ki kizin gözü görsun senu, gönlu aluşsun."

"Sevmeyi." Kederli bir ifadeyle başını salladı. "Kalsam bir şey değuşur mu sanursun?" Hayır dercesine derin bir nefes aldı. "Baa bakmayi bile nasi sevsun? O sevmedukça bende kaçayim dağlara."

"Ula nasi sevsun senun gibi korkak uşağu?" Gurur hayretler içinde kalmış gibi ona bakıyordu. "Çıkaysun dağlara ve kurşunlarun önüne atlaysun ama bir kiz karşusunda kaçak oynaysun. Adam gibi çık karşusuna ve de ki sevdalandum saa. Yine olmayunca nasip değulmuş deruz"

"Ya sevmeyim derse ne halt yiyeceğum?" Bu konuya çok fazla kafa yormuş gibi açılmaya cesareti yoktu. "Sevseydu bellu ederdu."

"Etmeyi mi?"

"Etmeyi."

"Saa baktukça kendumi suçlayim." Onu azarlayıp dış kapıya doğru yürüdü. "Çocukken az vursaydum o kot kafana şimdu böyle akulsuz bir uşak olmayacaktun," diye söylenmeye başladı. "Dört yıl oldi, dört yıl! Açulaysun artuk şu kiza!" Çağıl'ın bu konudaki aptallığı en az Gurur kadar beni de deli ediyordu. Bence Çiçek artık belli ediyordu ama bizimki işaretleri doğru şekilde yakalayamıyordu.

Gurur gidince Çağıl'da salonun yolunu tuttu. Dilinde ise hiç eksik etmediği, "Oy sevdam dağlara mi çıkayim?" türküsü vardı. Onu anlatan şarkıyı mırıldanarak gitmişti.

Yemek salonuna inip kahvaltımı tek başıma yapmaya başlamıştım. Karun benden kaçtığı için evde kahvaltı yapmadan işe gitmişti. Levent hâlâ uyuyordu, Çağıl ise kahvaltıyı düşünemeyecek kadar fazla efkarlıydı. Gurur'da büyük ihtimalle bahçede kahvesini içiyordu. Bu yüzden kahvaltıda bana eşlik edecek kimse yoktu. Kahvaltıdan sonra odama çıkıp hazırlanmaya başladım. Gazel ile buluşmaya üzerimdeki dekolteli elbiseyle gitmek istemiyorum çünkü bana nasıl bir tuzak kurduğunu bilmiyorum.

Aramızdaki kardeşlik bağı yıllar önce koptuğu için beni nasıl bir sürprizin beklediğini bilmiyorum. Bu yüzden olası bir kavgaya karşı beyaz, yün bir kazak ve siyah, dar pantolon giymiştim. Nadiren de olsa arada sırada giydiğim spor ayakkabılarımdan birini çıkartarak giydim. Kırmızı rujumu yeniledikten sonra saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım. Montumu ve çantamı aldığımda tüm hazırlığım bitmişti. Kahvaltı ve hazırlanmak çok fazla zamanımı aldığı için saatin dokuz olmasına sadece yarım saat kalmıştı.

Daha fazla oyalanmadan aşağı inip malikaneden çıktım. Etrafıma bakıp korumaları kontrol ettim. Telefonda konuşan Furkan'ı görünce bana arabasını vermesi için tam ona seslenecektim ki, "Nereye böyle?" diyen Gurur ile sol tarafa döndüm. Ağaçların arasından çıkan adam siyah kabanının yakasını düzelterek bana doğru yürüyordu. "Bir yere mi gidiyorsun?"

Başımı salladım. "Biriyle buluşacağım."

Gözleri kısıldığında, "Kiminle?" diyen sesi insanı geriyordu. Bileğindeki saati kontrol edip sorgulayan bakışlarını bana dikti. "Bu saatte kiminle buluşacaksın?"

"Saat sekiz buçuk." Ona bakan gözlerimde bıkkınlığım anlaşılıyordu. "Gecenin bir yarısıymış gibi konuşmayı bırak."

Kaşları alaycı bir ifadeyle havalandı. "Bende bunu diyorum ya sabahın sekizinde kiminle bu buluşma?"

"Gazel ile buluşacağım."

Bunu duyunca aklındaki sinir bozucu düşüncelerden uzaklaşarak rahat bir nefes aldı. Kafasıyla arabasını işaret edip, "Atla seni ben bırakırım," dedi korumacı bir tavırla. İtiraz etmek için tam ağzımı açmıştım ki inatçı bir tutumla gözlerime bakınca derin bir nefes aldım. "Öyle olsun bakalım." Hayır cevabını kabul etmediğini az çok bildiğim için arabasına doğru yürüdüm.

Ön koltuğa geçip kemerimi taktığımda sürücü koltuğundaki yerini alması uzun sürmedi. Kısa sürede yola çıktığımızda ikimizde fazla sessizdik. Tanımadığım biriyle gergin geçecek bir sohbet yerine sessizliği tercih ederim. Ne yazık ki bu isteğim fazla uzun sürmedi çünkü gözleri yolu takip ederken, "Karun konusunda ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu düz bir sesle.

İç çekerek, "Bilmiyorum," dedim ona karşı dürüst olarak. "Ona ulaşamayacağım kadar uzak bir yerde."

Kafasını manidar bir ifadeyle sallarken kısa bir an bana baktı. Bakışları fazla hisliydi. "Birinin kendine yapabileceği en büyük kötülük onu seven birini yokluğuna alıştırmak," dediğinde hiçbir cümle bu kadar haklılık kokamazdı.

Karun'a yaptığım tam olarak buydu, onu yokluğuma alıştırmak.

Karun ile birbirimize olan sevgimiz elimize tutuşturulan bir bomba gibiydi. Çoktan pimi çekilmişken patlayıp paramparça olmuş bir sevginin küllerini toplayamazdık. Denesek bile elimizde küllerin isi kalıyor ama eski şeklini almıyordu. O pimi çeken bizdik. "Tek başına sevgi bir şeyler için yeterli olmuyor," diyerek derin bir nefes aldım. "Artık yokluğumu biliyor bundan sonrası çok koymaz ona." Onu yokluğuma alıştırdığım için on iki gün sonra gittiğimde onun için değişen bir şey olmayacaktı çünkü 383 gününü bensiz geçirmişti.

Gazel'in bana attığı adrese doğru yol alırken tek eliyle direksiyonu ustaca kullanıyordu. "Madem bunu biliyorsun o zaman neden eve döndün?" Neyin peşinde olduğumu anlamaya çalışıyordu.

Ona tam cevap verecektim ki telefonu çalınca uzanıp bluetooth'la telefonu arabanın ses sistemine bağladı. "Dinliyorum, Karun," diyerek arabayı kullanmaya devam etti. Görüşmelerini benim de duymamı sorun etmiyordu.

Karşı taraftan birkaç hışırtı çıkarken Karun'un, "Babam konusunda konuşmalıyız!" diyen kızgın sesini duydum. "Son zamanlarda canımı fazla sıkmaya başladı. En son yediği haltı biliyor musun?"

Gurur başını sallayarak arabanın camından arkayı kontrol etti. "Bizzat öğrenmek üzereyim," dedi sakince.

"Ne demek istiyorsun?"

"Emin değilim ama arkamdaki şu itler onun adamı olabilir." Bunları söylerken tepkimi ölçmek için kısa bir an bana baktı. Korkmadığımı görünce rahat bir nefes alıp önüne döndü. "Evinde bir köstebek var."

"Neyden bahsediyorsun?"

"Arabamın frenleri tutmuyor," dediğinde kaskatı kesildim. İşte şimdi korkmaya başlamıştım çünkü bu akıl hastası herif yola çıktığımızdan beri gaza yükleniyordu. "Sabah malikaneye gelirken arabamda herhangi bir sorun yoktu ama şimdi frenler tutmuyor. Peşimizde de bir hayli kalabalık bir grup var." En güzelini sona saklamış gibi dudakları kıvrıldı. "Ve bil bakalım yanımda kim var?"

Eğleniyor mu?

Bu adam normal değil!

Başımı çevirip arkaya baktığımda peşimizdeki adamlar konusunda şaka yapmadığını gördüm. Bir konvoyu andıran kalabalık bir grup peşimizdeydi. Üstelik freni tutmayan bir arabada son sürat gidiyorduk! Karun'un yutkunuşu benimkiyle yarışır nitelikteydi. "Sakın bana Bige'nin yanında olduğunu söyleme!" Sesindeki endişeyi gizleyemiyordu.

Gurur bir deliyi çağrıştıran bir gülümsemeyle başını salladı. "Ablasıyla buluşacağını söyleyince ona yardım etmek istedim."

"Hangi akılla lan!" Karun kükremeyi andıran bir sesle bağırdığında bir şeylerin kırılma sesini duyduk. Öfkesinin şiddeti ta buraya ulaşıyordu. "Hangi akılla onu arabana alırsın! Sen yanına koruma bile almazsın, hangi cesaretle onu korumasız bir arabaya bindirirsin! Nerede olduğunuzu söyle!" Yüksek çıkan sesi irkilmeme neden olurken, "Kenan!" diye bağırdı. "Topla tüm adamları çıkıyoruz!"

Tehlikenin göbeğinde olmamıza rağmen Gurur rahat ifadesinden bir şey kaybetmedi. "Gelmene gerek yok ben hallederim," dediğinde o kadar rahattı ki bir tek ıslık çalmadığı kalmıştı. "Üstelik yalnız da değilim. Bakalım yenge hanım söyledikleri kadar var mı?" dedikten sonra telefonu kapatıp gaza biraz daha yüklendi. Gerçek anlamda bir deli gibi davranıyordu.

Dilimi yutmuş bir halde aval aval suratına bakıyordum. "Sen gerçekten bir delisin." Bunu inanarak söylediğim o kadar belli oluyordu ki. "Tımarhanelik bir delisin!"

Yeşil hareleri kısılırken komik bir şey söylemişim gibi güldü. "Deli raporu olan sadece ben değilim."

"Ne yani gerçek bir raporun mu var?"

"Seninki sahte mi?"

"Kaçık herif!" Çantamı alıp paniklemiş bir halde telefonumu bulmaya çalıştım. "Bir tımarhane kaçkınıyla aynı arabanın içindeyim." Elim ayağım birbirine dolaşırken çıldırmak üzereydim. "Bir şekilde durdur şu arabayı ineceğim!"

"Durursam arkadakiler işini bitirir." Eğleniyormuş gibi kahkaha attı. "Ayrıca istesem de duramam çünkü frenler tutmuyor."

Korkuyla arkamızdakileri kontrol ettim. "Beni bu işe sen bulaştırdın sen kurtaracaksın!" Adamlar gittikçe bize daha çok yaklaşıyordu. "Bir şey yap yetişmek üzereler."

"Arabayı kullanırken ne yapabilirim? On tane elim yok herhalde."

"Bir şeyler yapmak zorundasın." Sesim endişeden fısıltıyla çıkmıştı. "Bugün annemi görmeyi umuyordum peşimizdeki adamları değil. Görmüyor musun, çok müşkül bir durumdayım."

Kahkaha atarak başını iki yana salladı. "Bunu o kadar iyi saklıyorsun ki sen söyleyene kadar hiç anlamamıştım."

Bu adam ikimizi de öldürtecekti.
































Son olanlardan sonra sanırım Bige bir daha Gurur'un arabasına binmeyi düşünmez. Yanlarında hiç koruma olmadan sizce kurtulmayı başaracaklar mı?

Freni tutmayan bir arabayla peşlerindeki adamları atlatıp atlatmayacaklarını henüz bende bilmiyorum ama Karun onların yardımına gelene kadar bayağı bir aksiyon yaşayacakları kesin.

Yeni bölümün bir kısmını Karun'dan okuma ihtimalimiz de var. Bige döndüğünden beri neler düşündüğünü ve bu konudaki hislerini daha iyi anlamamız için bölümün yarısı Karun'dan olabilir.

Son yaşananlardan sonra ikisi de çok ağır bir sınavdan geçiyor. Nasıl sonuçlanacağını hep birlikte okuyacağız.


Bölümü paylaşmadan önce bana sık sorulan iki soruya da hızlıca cevap vermek istiyorum.

-SVS karakterlerinin modelini sen mi seçtin?

Bige ve Karun'un modelini seçtim ama Karun'un modeli bir okuruma fotoğraflarının kullanılmasını istemediğini, bunun için önce ödeme yapılmasını söylemiş. Sanki çok fazla fotoğrafı varmış gibi böyle bir talepte bulunması yok mu. Sonuç olarak o artık Karun'un modeli değil. Adamın bedavadan reklamını yapıyoruz bir de üstüne para mı ödeyeceğim hlkhkjhk

Bige'nin modeliyle herhangi bir sorun yaşamadım zaten Bige için Paola Cossentino'dan başkasını düşünemem.

Gurur'un modeli bana çok soruluyor henüz onun için kimseyi seçmedim ama hikayesini paylaştığımda kafamdakine uyan bir model bulacağım.

Bir de Gurur'un hikayesinin yazılıp yazılmayacağını soruluyor. Evet, Gurur ve Farah için ayrı bir kitap yazılacak zaten bu yüzden ikisinin ilişkisine burada çok değinmiyorum çünkü burada onları yazarsam kendi hikayelerinde yazılacak bir şey kalmaz. SVS kadrosu yeterince kalabalık onları araya sıkıştırıp üstün körü onlara değinmek yerine, onları kendi hikayelerinde daha detaylı okumanızı istiyorum.

Şimdilik benden bu kadar. Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Alllah'a emanet olun canlarım.

Continue Reading

You'll Also Like

222K 1.2K 98
En iyi 💯 yazar Sıralama yok✓
15.1M 171K 34
Koca sema, diz çöktü gözlerine. Ay bembeyaz parlak tenin yanında soluk kaldı, yıldızlar gökyüzü kadar karanlık olan saçlara meydan okudu. Bulutlar ağ...
5.8K 544 41
Artemis Yayınları'ndan çıkan Cehennem Ekspres serisinin son kitabına hoş geldiniz :) Hikaye burada sona eriyor. İlk 2 kitap Lunapark ve Karnaval'ı o...
554 441 8
4 öğrenci Eski bir kasaba Her gün can veren öğrenciler **** "Dikkat edin" Sıkıntıyla oflayıp onların aklına uyduğum için kendimi öldürmek istedim Y...