Gölge ve Taç

By Esciels

6.4K 3.6K 15

Yılların geçişi, insanlığı hem derin değişimlere hem de yeni bir çağa taşıdı. Gelişmişlikleri arttıkça, bazı... More

Bölüm 1: Gölgelerin Doğuşu
Bölüm 2: Yeşil Göz
Bölüm 3: Aile Broşu
Bölüm 4: Yeni Bir Hayat
Bölüm 5: Davetsiz Misafir
Bölüm 6: Sonsuzluk Aynası
Bölüm 7: Kırık Kılıç
Bölüm 8: Av Heyecanı
Bölüm 10: Alt Sokaklar
Bölüm 11: Ormandaki mektup
Bölüm 12: Balo
Yazar Notu 1
Bölüm 13: Visterya Akademisi
Bölüm 14: Yıkılan Kale
Bölüm 15: Derin Dalgalar
Bölüm 16: Siyah Kapı
Bölüm 17: Dondurucu Soğuk
Bölüm 18: Kemerin Ötesi
Bölüm 19: Kanlı Toplantı
Karakter Tanıtımı 1
Bölüm 20: İlk Gölge
Bölüm 21: Sislerin En Dibi
Bölüm 22: Su Kulesi
Karakter Tanıtımı 2
Bölüm 23: Kayıp Şehir
Bölüm 24: Wathong Kalesi
Bölüm 25: Kaçak
Karakter Tanıtımı 3
Bölüm 26: Yükseliş
Bölüm 27: Kaybolan Silah
Bölüm 28: Ölü Kral
Karakter Tanıtımı 4
Bölüm 29: Yozlaşmış Yükselen
Bölüm 30: Savaş Kararı
Bölüm 31: Yıkılan Heykeller
Karakter Tanıtımı 5
Bölüm 32: Ormandan Sesler
Bölüm 33: Son Yudum
Bölüm 34: Umut Işığı |Final|
Karakter Tanıtımı 6
2. Sezon Duyurusu

Bölüm 9: Kardeş Krallık

218 152 0
By Esciels

Keyifli okumalar ♡( ◡‿◡ )

28.07.2307

Arden'in gözleri yavaşça açıldığında, odanın soluk ışığında siluetler belirmeye başladı. Yatağında uzanırken, bedenini kaplayan acı onun ruhunu sardı, sessiz bir inilti dudaklarından kaçtı. Odasına göz gezdirdiğinde, normalde alışık olduğu düzenin değiştiğini fark etti. Köşede, odanın içini huzurlu bir maviye boyayan güneşin ışıklarından oluşan bir parıltı dans ediyordu. Diğer tarafta ise, derinliklerinden gelen karanlık, bir gizemin örtüsünü örüyordu. Arden, bu manzaranın ne anlama geldiğini anlamaya çalışırken, zorlukla yataktan kalkmaya çabaladı. Ancak bedeni, acının pençesinde kıvranarak ona izin vermedi. Soluğunu tutarak, hayal kırıklığı içinde mırıldandı. O an, odasında birinin olduğunu hissetti.

Gözleri, sandalyenin üzerinde uyuklayan Astrid'e takıldı. Astrid, bütün gece boyunca onun yanında beklemiş olmalıydı. Arden'in bedeni, bir savaş alanı gibi çiziklerle doluydu. Kolları ve bacakları, dün gece hayatta kalmak için verdiği mücadeleyle kazanılmış bandajlarla sarılıydı. Astrid, başını dinlendirdiği masadan hızla kalktı ve Arden'in uyanmış olduğunu fark edince, hafif bir gülümsemeyle ona baktı.

"Astrid, iyi misin canım?" diye sordu, gözlerindeki endişe belirginleşirken. Astrid, nazikçe elini uzatarak Arden'in başını okşadı. Arden, başını yavaşça aşağı yukarı sallayarak evet yanıtını verdi. Astrid'in gözlerindeki acıma dolu bakışlara karşılık Arden, sessizce başını salladı. "Beni dinleyen yok ki. Sizin gitmenizi istemedim, hava kötü görünüyordu, üstelik erteleseydiniz diye ısrar ettim ama kurallar böyle dedi," diye mırıldandı Astrid. "Bak, başınıza gelenlere rağmen en azından hayattasınız."

Arden, yatakta hafifçe doğrulduğunda, Astrid arkasındaki yastığı dikleştirdi ve oturmasına yardım etti. Astrid, sessizce ayağa kalktı ve yavaşça Arden'e döndü. Arden'in yüzündeki çaresiz ifadeyi gören Astrid, onun saçlarıyla oynamaya başladı. Gülümseyerek, hafif bir sırıtışla ona yaklaştı. "Her şey yolunda olacak, bugün dinlenmelisin," dedi, ardından odadan çıkmak için paravanı açtı.

Paravanın açılmasıyla birlikte, karşılarında bekleyen Harold'ı gören Astrid, ona içeri girmesi için izin verdi. Harold, hızlı adımlarla Arden'in yanına oturdu. "Aşırı havalıydın. Bir uzun kuyruk öldürdün," dedi, gözlerinde hayranlık parıldıyordu. Arden, gözlerini devirerek yanıtladı, "Ben öldürmedim ki. En fazla kuyruk kesmişimdir."

Harold, hafifçe elini havada sallayarak devam etti, "Boş ver, daha ne yapacaksın. Ben onu bile yapamadım." Arden, yorgunluktan ölüyormuş gibi hissediyordu, ama Harold için aynısı geçerli değildi. Harold, mırıldanarak devam etti, "Neden hala yatıyorsun? Kardeş Krallığa gitmeyecek misin?"

Arden, anlamadığını belirten bir bakışla Harold'a baktı. Harold'ın gözleri büyüdü, "Bilmiyor musun? Bugün Kardeş Krallığa ziyarete gidilecek, seni de çağırırlar sanmıştım. Gerçi pek iyi durmuyorsun," dedi ve sandalyesini bir ileri bir geri salladı.

"Ben de gelmek istiyorum. Ne zaman gidilecek?" diye sordu Arden heyecanla. Harold, saate baktı ve yüksek sesle, "Bir saat sonra gidilecek!" diye yanıtladı. Arden, hızla yatağından fırlayıp banyoya doğru koştu. Koşarken, vücudundaki acıların ne kadar yoğun olduğunu bir kez daha hissetti. Bacakları ve elleri tamamen bandajlarla sarılıydı. Hafifçe bandajları sökmek ve yaralarına bir sürü yara bandı yapıştırmak istedi. Duş alamazdı ancak en azından yüzünü ve saçını yıkayabilirdi. Hafifçe suyu açtı ve Harold'dan yardım istedi.

Harold, Arden'in bu görevini tamamen yapamadığını anladı. Ancak aklında harika bir fikir belirdi: Banyo havlusu ve bir sürü gazlı bez kullanarak bütün yaralarını temizleyebilirlerdi. Bu fikir, Arden için çok daha kolay görünüyordu ve neyse ki oldukça etkiliydi. Harold, hemen işe koyuldu, yaraları nazikçe temizlerken, Arden'in yüzünde biraz rahatlama beliriyordu.

Yarım saat içinde, Harold tüm yaralarını temizleyip bandajları yeniden sarmaya yardım etti. Saçını ve yüzünü yıkamışlardı. Arden, saçını kuruturken, "Ben de senin kıyafetlerini getireyim. Beyaz takımı çıkarayım," dedi Harold. Arden, saçını kuruturken dolabına sakladığı kitabı hatırladı.

Harold, kitabı alarak masaya oturdu. Derin bir nefes alarak, gün boyunca Arden'in okuduğu işaretli sayfaları düşünmeye başladı. Ağzından dökülen anlamsız kelimeler, heyecan verici fikirlerin filizlenmesine yardımcı oldu. Zamanla, büyüyen düşüncelerin içine dalarken, Harold kendini bu hikayenin derinliklerine kaptırmıştı. Kitabın sayfaları arasında kaybolurken, gerçeklikten uzaklaşarak fantastik dünyalara adım atmıştı.

Banyodan çıkan Arden, nemli saçlarından damlayan suyun izlerini takip ederek odasına doğru ilerledi. Ancak odada, beklenmedik bir şey gördü: Harold, elinde bir kitapla odasının ortasında durmuş, dalmış bir şekilde sayfaları çeviriyordu. Arden'in adımını duyduğunda, irkilerek kitaba gömülmüş halinden sıyrılıp ona doğru döndü. Ancak gördüğü manzara karşısında bir an şaşkınlıkla donup kaldı.

Arden hızla yaklaşıp kitabı alarak, "Bunu nereden buldun?" diye sordu, sesindeki endişe ve kararlılık hissediliyordu. Harold ise ayağa kalkıp kitabın yasaklı olduğunu belirterek bağırmaya başladı. Odanın içindeki gerilim hissedilir bir şekilde artıyordu.

Arden'in yüzünde korkuyla karışık bir ifade belirdi. "Bu seni ilgilendirmez," dedi ancak Harold'ın şüphe dolu bakışları altında kendini korumak için kollarını kenetledi.

Harold'ın gözleri bir anlığına büyüdü, heyecanla titriyordu. "Yoksa o asker seni mi gördü? Yeteneğini biliyor musun?" diye sordu, konuşmasına ara vermeden devam ederek, "İnanamıyorum, aşırı heyecanlıyım. Yoksa özel güçlerinle mi öldürdün uzun kuyruğu?" dedi ve heyecanından odada hızla dönüp duruyordu. Bu sırada, odanın içindeki gizem ve gerilim hissedilir bir biçimde yoğunlaşıyordu.

Arden, Harold'ın omuzlarını sertçe tuttu ve onu birkaç kez silkeleyerek gerçekliğe döndürdü. "Kendine gel! Öyle bir şey yok. Hepsi senin hayal gücün," dedi, sesinde kararlılık ve endişe bir aradaydı. Harold, bu sözler üzerine hafifçe gülümsedi ve Arden'in omzuna dostça bir dokunuşla karşılık verdi. "Kesinlikle öyledir. Dediklerim yaşanmamıştır," diye ekledi.

"Tamam, sana her şeyi anlatacağım ama bir kişinin ağzından duyarsam seni öldürürüm. Yani kovarım," dedi Arden, sonra hızlıca yaşadıklarını anlatmaya başladı. Harold, dinledikçe bazen şaşkınlıkla, bazen de korkuyla karışık çığlık atıyordu. Anlatılanlar, sanki o da oradaymış gibi bir etki yaratıyordu. Harold, Arden'in hikayesini dinledikçe, yaşadığı hayal kırıklığını ve kafa karışıklığını hissetti. Ancak aynı zamanda, anlatılanlar arasında gizemli bağlantılar kurmaya çalışıyordu.

Harold, hikayenin ardındaki bilinmeyen bağlantıları araştırmak için içinde bir merak uyandırdı. Anlatılanlar, onun için bir bulmacanın parçaları gibi görünmeye başladı. Hikayede açık kalan noktalar, sadece daha fazla keşif yapması gerektiğini belirtiyordu. Harold, hayal kırıklığına rağmen, bulmacayı çözmek için izlediği yola odaklanmaya kararlıydı. Gözleri, olayların ardındaki gerçeği ortaya çıkarmak için her bir detayı incelemeye yönelik bir arzuyla parlıyordu.

"Yani seni zaten biliyordum. Mor portal açan bir tane yükselen var. Şimdi de gökyüzünde uçan bir yükselen. Sandığımdan daha fazla kişi varmış," dedi ve kafasını kaşıyarak düşüncelere daldı. Hazırlanması için sadece on dakikası kalmıştı ve çıkarılan kıyafeti hızlıca giyerek aceleyle odadan çıktılar. Yükselenler kitabını Harold'ın dolabına sakladılar çünkü hizmetlilerin odasını düzenlemesi için izinleri yoktu.

Aşağı indiklerinde, bütün aile arabaya binmeye hazırlanıyordu. Astrid, Arden'i görünce şaşkınlıkla bakarak eliyle işaret yaptı, onu çağırarak. "Senin yorgun olacağını düşünmüştüm, o yüzden çağırmamıştık," dedi. Arden hafifçe gülümseyerek cevap verdi, "Yorgunum ama sizinle gelmek istiyorum. Kardeş krallığı merak ediyorum."

Astrid, Arden'in sözlerinden etkilenmişti. Onun merak ve heyecan dolu bakışları, Astrid'in de içindeki macera ruhunu uyandırmıştı. "Tabii ki gelebilirsin," dedi gülümseyerek. "Biz de şimdi çıkıyoruz." Arabayı kullanan kişi, ön araçların sürücüsüne talimat vererek harekete geçti. Astrid, Arden'in gözlerindeki sevincin farkına vardı ve onun heyecanına ortak oldu.

Ormanın içinde, düzensiz ağaçların arasından ilerliyorlardı. Yol yoktu, sadece eski izler ve doğanın yıllar içinde oluşturduğu patikalar vardı. Bu da aracın ilerlemesini zorlaştırıyordu ancak yerel sürücü, aracı ustalıkla manevra ettirerek ilerlemeyi sağlıyordu. Kocaman ağaçların altından geçiş yapıyorlardı, bazen dalların arasından geçmek zorunda kalıyorlardı.

Aniden, etraflarında sessizliği kesen bir hışırtı duyuldu. Astrid'in dikkatini çeken bir uzun kuyruk, ağaçların arasından fırlayarak göründü. Ancak hayvan, araçları fark edince ani bir hareketle yan dallara atlayarak hızla uzaklaştı. Arden ve Astrid, bu anlık görüntü karşısında şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Ormanın derinliklerinde nelerin saklı olduğunu düşünmek, heyecanlarını bir kat daha artırdı.

Kocaman ağaçların arasında, sessizliği bozan tek şey vahşi yaşamın hareketiydi. Ağaçların dalları arasından sürekli olarak uçuşan kuşlar, melodik şarkılarıyla ormanın ritmine eşlik ediyordu. Uzun kuyruklar, yüksek sesle çıkardıkları çirkin çirkin inlemelerle dikkat çekiyor, tepelerde dolaşan geyikler ise zarif adımlarıyla doğanın asil koruyucuları gibi beliriyordu.

Tahta tekerleklerinin gıcırtısı, sessizliği yarıp geçerken, içindeki insanlar ve hayvanlar merakla çevreyi gözlemliyordu. Güneşin ışınları ormanın koyu gölgelerine vururken, araç sürücüsü ustalıkla yolunu buluyor, doğayla uyum içinde seyahat etmelerine olanak sağlıyordu. Şimdi etraftaki her şey daha canlı görünüyordu; doğa, ormanın derinliklerinden geçenlere sakin bir yolculuk sunuyordu.

Yol boyunca ilerledikçe, uzaklarda bir şelale görünmeye başladı ve karşılarında uzun bir köprü uzanıyordu. Önlerindeki fayton durdu ve içindekiler dağın içine doğru ilerlemeye başladılar. Köprünün kapıları yavaşça açıldı ve içeri adım atmalarına izin verdi. Araçlar köprüden geçerken, Arden dışarıya meraklı bir şekilde baktı. Aşağıyı göremese de, derin uçurumun tahrik edici sırrını hissediyordu. Çünkü bu köprüyü daha önce eğitim alanında görmüştü.

Karşıya geçtiklerinde, köprünün arkasındaki kapı yavaşça kapanmaya başladı ve dağın içine doğru yolculuklarına devam ettiler. Arden'in içindeki merak ve heyecan, bilinmeyen diyarlara doğru yapılan bu yolculukta giderek artıyordu.

Kale, kocaman kayaların arasına ustaca inşa edilmişti, adeta doğanın kolları arasında saklıydı. Bu tasarımın güvenlik açısından mükemmel olduğu düşünülüyordu; kayalara oyulmuş yaşam alanları, dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehdide karşı doğal bir savunma sağlıyordu. Kale, dağın içine yontulmuştu ve geniş bir alanı kaplıyordu. Bu sığınak, birçok insanın hayatını idame ettirdiği bir yer haline gelmişti.

Kale, yerel halk arasında büyük bir saygı görüyordu ve zor zamanlarda, halk kaleyi korumak için bir araya gelirdi. Doğudan batıya uzanan geniş alanda yer alıyordu ve halkın güvenliği için kritik bir rol üstleniyordu. Batı tarafı, dağın içine doğru gömülmüştü ve tek giriş kapısına sahipti.

Batı kapısının önünde durdular ve kapılar açıldı. Dışarıda, şiddetli bir rüzgar esiyordu; hava, kaledeki tek çıkış yönü olduğu için bu kadar güçlüydü. Kapının önünde, bir dizi koruma sıralanmıştı ve ileride kral ve kraliçe onları bekliyordu. Sağ tarafta ise bir grup çocuk duruyordu, hepsi heyecanla bekliyordu.

Kral ve kraliçe, gelenleri selamladılar ve kaleye girmeleri için eşlik ettiler. Kalenin içine adım attıklarında, büyülü bir atmosfer onları karşıladı; kale, taş duvarlarının arasında gizemli bir aura taşıyordu ve içerideki yaşam, fantastik bir dünyanın parçası gibi görünüyordu.

Kaleye girişte, çocuklar büyük bir hayranlıkla kralların ve kraliçenin renkli süslenmiş elbiselerini ve onların yanında yer alan armağanları izlerken, kraliyet ailesinin görkemli ve gösterişli görünümü herkesin zihninde yer etti. Farklı milletlerden gelen insanlar arasında bir karışım hissedildiği için çocuklar arasında bir gurur ve heyecan hâkimdi.

Kaleye giriş yapıldığında, herkes heyecanla koridorlara ve salonlara yöneldi. İçeride, kraliyet müzisyenleri ve gökyüzüne renk katan havai fişekler gibi şaşırtıcı sürprizlerle karşılaştılar. Salonlar, renkli ışıklar altında parlıyor, müzikle birlikte dans eden kalabalık, kaledeki atmosferi daha da büyülü kılıyordu.

Teras alanına vardıklarında, insanlar birbiriyle kaynaşmaya başladı. Harold, Arden'i dikkatle takip ederken, Arden ise Albert'in izinden gidiyordu. Albert, Kardeş Krallığın en büyük prensi ile konuşuyor, Arden'i diğer insanlarla tanıştırıyor ve merak edenlere gerekli açıklamaları yapıyordu. Arden'in etrafındaki insanlarla olan etkileşimi, kaledeki sosyal hayatın zenginliğini ve çeşitliliğini yansıtıyordu. Her biri farklı hikayeler ve kültürlerle doluydu ve bu, Kardeş Krallık'taki birleştirici gücün bir yansımasıydı.

Harold, yakınındaki insanlarla konuşmaya başladı. Herkesin gözlerindeki heyecan, hareketleri birbirine benzeyen bir dizi ritüel haline gelmişti. Gürültü arttıkça ve insanlar arasındaki sohbetler yayıldıkça, ortam hızla doldu ve bir zamanlar düşünülemeyen bir canlılıkla değişti. Herkesin gözlerinde yabancılara karşı merak belirdi ve kısa sürede sorular havada uçuşmaya başladı. Albert, bu sorulara cevap vermek için elinden geleni yapmaya başladı ve aralarındaki iletişim giderek arttı. İçecekler tükendiğinde, kalabalık yavaşça yemek salonuna doğru ilerlemeye başladı.

Kalenin koridorları dar ve loştu, etrafı ışıklandırma olmasa her şey karanlıkla kaplıymış gibi görünüyordu. Yemek salonu, kayaların arka tarafına doğru yerleştirilmişti ve akan nehrin muhteşem manzarasını sunuyordu. Yemek masalarına oturduklarında, önlerine sunum tabakları geldi ve yavaş yavaş yemek servisi başladı. Başka kişiler de içecek servisi yaparken, salonun içi, zengin bir tarih ve kültür dokusuyla dolup taşıyordu. Her bir detay, kaledeki yaşamın büyüleyici ve göz kamaştırıcı bir parçasıydı, adeta bir fantastik dünyanın gerçeklikle buluştuğu bir sahne gibiydi.

Tatlıların sunumu sırasında, tüm gözler, mermer zemin üzerinde adımlarını atan gizemli kadına odaklandı. O, koridorun sonunda durarak onlara yaklaştı ve gülümseyerek ellerini havaya kaldırarak, herkese kısa bir şarkı söylemeye başladı. Müziğin ritmiyle birlikte, masaya gelen tabaklar dans eder gibi etrafa sallanmaya başladı. İnsanlar, bu büyülü gösterinin etkisi altında meselelerini unuttular ve neşeli bir atmosferin içine girdiler. Gülmeler ve eğlenmeler, kalabalığın arasında yankılanırken, herkesin yüzünde bir mutluluk ifadesi belirdi.

Sonra, yardımcı kadın, servis tabağını masaya bıraktı ve herkesin yemeğini ikram etmeye başladı. Bu sırada, Kardeş Krallığın kralı Leo, yanındaki Kral Bert'e dönerek, "Dün av nasıldı?" diye sordu. Kral Bert bir an duraksadıktan sonra gülerek, "Yorucuydu," cevabını verdi. Bu yanıt üzerine, masadaki herkes kahkahalarla gülmeye başladı.

Bert, geçmişe bir göz atarak devam etti, "Biz eskiden hiç yorulmazdık. Hatırlıyor musun? Sabahtan akşama kadar sürerdi. Ondan sonraki gün eğitime koşardık. Ne günlerdi öyle, en azından gelenekler hala devam ediyor," dedi. Leo, geçmişi düşünerek biraz hüzünlendi ve "Hala elimiz kolumuz tutuyor. Haftaya beraber gideriz," dedi, bir anıya sarılarak. Bu konuşma, masadaki dostluğun ve birlik duygusunun güçlü bağlarını ortaya koydu ve Kardeş Krallık halkının geçmişten gelen geleneklerine olan bağlılığını vurguladı.

''Aslında bazı olaylar yaşandı. Bunu önce sizinle konuşmak istedim.'' dedi Bert.  Bert'in bu beklenmedik açıklaması, Leo'yu şaşkına çevirdi. Sandalyesinde doğrulurken, Bert'in yüzüne dikkatlice baktı, ne söyleyeceğini merakla bekliyordu. Bert, kralın merakını gidermek için gülümseyerek konuşmaya başladı.

"Sizin için özel olarak seçilen altı kahramanımız var," dedi Bert, sesi otoriter ve kararlı bir tonla. "Bu kahramanlar, krallığınızın düşmanlarına karşı savaşmaya hazır. Sizin gözetiminiz altında, onlar sizin adınızda savaşacak ve bu krallığı korumaya yardımcı olacak. İkimiz köprü bölümünü savunabiliriz." Kral Bert'in gizemli teklifi, Leo'nun gözlerinde şaşkınlık ve merakla yansıdı.

Leo, Bert'in sözlerini dikkatle dinledi, şaşkınlıkla karışık bir endişeyle yüz ifadesini belirginleştirdi. Beklenmedik bir teklif karşısında ne yapacağını bilemiyordu; ancak içten içe biliyordu ki, bu teklifi reddetmek, krallığının geleceği açısından yanlış olabilirdi. Bu nedenle, kafasını hafifçe eğerek, düşünceli bir şekilde cevapladı: "Kahramanlar seçilecekse, çok iyi eğitilmeleri ve iyi donanımlar gerektiğine inanmaktayım. Ancak neden böyle bir teklifte bulundun? Benim yeterince askerim var." Leo'nun sesindeki belirsizlik ve dikkat, Bert'in teklifine karşı hem merakını hem de dikkatini yansıtıyordu.

''Dün ormanda bir yükselen görüldü. Asker daha kendine gelemediği için bilgi alamıyoruz ama gördü.'' dedi Bert. Bert'in haber verdiği son gelişme, Leo ve kalabalığın yüzlerine endişeli bir ifade yerleştirdi. Leo, boğazını hafifçe temizleyerek konuştu, sesindeki titreme endişesini yansıtıyordu: "Diğer krallıklara haber verdin mi?" Bert, sessizce başını salladı, hayır anlamında.

Leo'nun yüz ifadesi ciddileşti. "Bu kötü oldu. Dondurucu soğuklar geliyor. Kara gün ilan edilirse, ki görüldüğü için büyük ihtimalle edilecek, nöbetçi askerlerin işi çok zor olacak. Senin kötü haberinle birlikte, benim de kötü haberim var," dedi, endişe dolu bir ses tonuyla.

"Balo günü Visterya Akademisi de gelecekmiş," diye ekledi Leo, yüzünde bir kararsızlık ifadesi belirginleşti. "Bu ne demek oluyor? Yani baloya kesinlikle bir yükselen de katılacak demektir. Onlar hiçbir krallık ile iletişime bile geçmiyorlar ama baloya geliyorlar. Zaten şu ana kadar bütün yükselenler o çevrede görüldü," diye devam etti, kelimelerindeki endişe ve şüphe net bir şekilde hissediliyordu. Leo'nun sözleri, ortamdaki gerginliği daha da arttırdı ve gelecekteki belirsizlik duygusunu yoğunlaştırdı.

Arden derin bir nefes aldı, içinde karmaşık duygular ve düşünceler dönüp duruyordu. Visterya Akademisi'nin kendisini istemesi, onu hem heyecanlandırıyor hem de tedirgin ediyordu. Visterya'nın yükselenleri nasıl gizlediği hakkında düşünürken, aklına birçok soru geliyordu. İnsanlar bunun hakkında konuşsalar bile neden Visterya'ya karşı bir savaş açılmıyordu? Ya da neden hiç yakalanmıyorlardı? Arden, kimliğinin gizli kalması nedeniyle biraz rahatlamış olsa da, içinde hala bir tedirginlik vardı. Ancak, Kralların gözcü kulelerinden birine haber yollama kararı aldığını öğrendiğinde, bu durum biraz daha güven vermişti.

Saatler hızla geçmiş, iki Kardeş Krallık vedalaşıp araçlarına binmek için yola çıkmışlardı. Yemekte birçok konu tartışılmıştı ancak genel olarak yükselenler ve krallığın geleceği üzerinde yoğunlaşılmıştı. Balo konusu da gündeme gelmiş, balo günü hızla yaklaşıyordu. Altın Kale'nin kralının bir açıklama yapacağı ve bu açıklamanın ne hakkında olacağının gizli tutulduğu biliniyordu.

Sonunda, araçlarına binerek uzun köprünün üzerinden geçip yol izlerini takibe başladılar. Arden, içindeki karmaşık duyguları ve düşünceleri düşünürken, önünde beliren manzara da onun içindeki karışıklığı arttırıyordu. Yolculukları boyunca, gelecekleri hakkında belirsizlikle dolu bir süreçle karşı karşıya olduklarını biliyorlardı.

Yolculukları hızlı bir süreçti, ancak kalplerindeki heyecan her an canlıydı. Araçlar hızla ilerlerken, herkes etrafı izleyerek yeni güzellikler aramaya daldı. Yol boyunca, gülüşmeler ve sohbetler arasında, Kardeş Krallıklar arasındaki mesafelerin ne kadar büyük olduğunu anlamaya başladılar. Ancak bu, onların birbirlerine olan bağlılıklarını zayıflatmadı, aksine daha da güçlendirdi. Akşamın gelmesiyle birlikte gökyüzündeki yıldızlar parlamaya başladı, uzaklık ve ayrılık duygusunu bir nebze olsun hafifletirken, birlikte geçirdikleri zamanın değerini hatırlattı.

Arden, odasına gelip üstünü değiştirmeden yatağına uzandı. Bir an için soluklandı ve ardından Harold'a iyi geceler demek için paravanı açtı. Harold, sabah bulduğu yükselenler kitabını okuyordu, içeriğe dikkatlice gömülmüş gibiydi. Arden, onu rahatsız etmeden yatağına geri döndü. Penceresinden dışarıyı seyrederken, uyku onu yakaladı. Yıldızların ışıltısı altında, Kardeş Krallıklar arasındaki bağlılığın ve maceranın getirdiği huzur içinde derin bir uykuya daldı.

▓▒░░░░░░░░░||░░░░░░░░░▒▓

Stolapis ile Prinhol kalesi arasındaki köprü.

Köprü yıkıldığı zaman kardeşliğin biteceğine inanılıyor bu yüzden her ay düzenli bakım yapılıyor. 

Beğendiyseniz yorum atmayı ve oylamayı unutmayın! (>•)

Kendinize iyi bakın (づ ̄ ³ ̄)づ 

Continue Reading

You'll Also Like

5.6K 503 37
Küçükken masalları cok severdim. Güzel prensesleri kötü ejderhalardan kurtaran yakışıklı prensler, küçük bir öpücükle prensesi uyandıranlar... Ama bü...
17.3K 1.7K 24
KETEVAN I - HİÇLİĞİN PRENSESİ Savaşçıların, nişancıların, suikastçıların, şifacıların ve büyücülerin olduğu bir okul düşünün.. İkinci Güneş Yılında k...
4.7K 1.2K 17
"Onlar ne vampir ne cadı ne de büyücüydü. Bambaşka bir şeydiler. Tenleri soğuk ve yüzleri kusursuzdu. Ne olduklarını bilmiyordum ama insan olmadıkla...
745 64 8
*** Kraliçe Lola'nın mantıklı sorusuyla herkes gözleri parlayarak Yaşlı Büyücü Omino'ya baktı. Omino kafasını olumsuz anlamda sallayarak, "İnanın, bi...