SAKA VE SANRI

By Maral_Atmc6

18.2M 1M 1.6M

"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin fa... More

Giriş.
(1) Kiminle Evli?
(2) Aşkın En Çirkin Olanı.
(3) Karım Mı?
(4) İlk İzlenim İçin Berbat Bir Başlangıç.
(5) Metres!
(6) Masa Altı Oyunlar.
(7) Teklif Edilen Para.
(8) Babam Gibi...
(9) Bahis
(10) Sanrı'nın Karısı.
(11) Güzellikle Veya Zorla!
(12) Kalbini Ört Üşümesin.
(13) Öpmek Geldi İçimden.
(14) Çağırın Gelsin!
(15) Mahşerin Resmi.
(16) On Bir Milyonluk Öpücük.
(17) İlk Hediye.
(18) Gönül Suçu.
(19) Kırılmışsa Kanatları.
(20) 13 Haziran Etkisi.
(21) Gitme Üzerinde Eflatun Bir Elbise Var!
(22) Son Öpücük
(23) Kusursuz Kaos.
(24) Beni Nasıl Unutursun?
(25) İhtiras
(26) Denemedim Demeyeceğim.
(27) Kaçış Planı.
(28) Soğuk Savaş.
(30) Beni Benimle Aldat.
(31) Kralın Tahtı Yıkıldı.
(32) Her Şeyi Benden İste.
(33) Erkek Dayanışması.
(34) Soğuk, Çok Soğuk.
(35) Bunu Bana Nasıl Yaptı?
(36) Bir Menekşe Kokusu. (Sezon finali)
Duyuru
(37) Nefesim Gidiyor
(38) Gözlerime Ağlamayı Öğretti.
(39) Ellerimle Gömdüm Seni
(40) Tüm Umutlar Tükendiğinde...
(41) Beni Affetmenin Bir Yolunu Bul
(42) Seni Tekrar Kaybedemem
(43) Sol Göğsümdeki Damga
(44) Masadaki Şüpheli Yemek
(45) Kal Dersen Kalırım
(46) Uyanmaktan Korktuğum Bir Rüyasın.
(47) Hamile Miyim?
(48) İstenmeyen Bebek
Alıntı
DUYURU

(29) Karım Ol!

410K 19.9K 41.9K
By Maral_Atmc6

"Kötüye kötülükle karşılık vermek her zaman yanlış değildir. Bırak onun içindeki iyiliği başkası arasın, sen değil. Başkalarının iyilik meleği olacağına kendi şeytanın ol."




Üç aylık bir tatil düşündüğümden de iyi gelmişti. Kendimi dinlemem için geçirdiğim üç ay hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak bana iyi gelmişti. Artık aynaya bakınca eğri bir burun görmediğim için dış görünüşüme olan özgüvenim geri gelmişti. Ameliyat sonrası için olan süreç benim için biraz sıkıntılı geçmişti çünkü yüzümdeki ödemler geçene kadar bir süre dışarı çıkmamıştım. Kimsenin beni şişmiş bir suratla görmesini istememiştim. Yüzüm bakılacak bir hâle gelince de her günümü bir yerleri gezerek geçirmiştim. Haftada iki kez aldığım psikolojik terapiler ise ruhumu dinlendiriyor, iç huzuru bulmamı sağlıyordu.

Her şey çok iyi gidiyordu ama eksikliğini hissettiğim bir şey vardı. Belki de biri... Evet, bu üç ayda eksikliğini yoğun bir şekilde hissettiğim şeylerden biri de Karun'du. Hak etmediği halde onu ve onunla ilgili her şeyi çok özlüyorum. O orada bensiz keyfine bakarken benim burada onu düşünmediğim tek bir saniyem bile olmuyordu.

İçki şişesini kafama diktiğimde sabahın köründe körkütük sarhoş olacak kadar çok içmiştim. Sabahın yedisinden beri aç karınla içiyordum.
Her şey etrafımda dönerken baygın gözlerle şişeye baktım. "Nasıl gelmez?" Ağlamak isterken sarhoş olduğum için gülmeye başladım. "Suçlu olan ben değilim nasıl gelmez!Narsist herif!" Buraya gelmeliydi. Ben çağırdıysam gelmeli, gelmek zorundaydı çünkü hep gelirdi.

Anlamıyordu, neyi neden yaptığımı hiç anlamıyordu. Gelmesine izin vermedim çünkü bu ayrılıkta ikimizin de yalnız kalıp duygularını dinlemesini istedim. Birbirimiz için tam olarak ne hissettiğimizi anlamanın tek yolu ayrılıktı. Bu itirafı yapmak hiç hoşuma gitmiyor ama sanırım onu seviyorum. Üç ay boyunca duygularımı enine boyuna tartınca ortaya çıkan tek sonuç buydu, ona olan sevgim. Bunu kabullenmek üç ayımı almıştı. Hak etmediği hâlde onu seviyorum. Bu çok saçma! Bana ettiği onca şeye rağmen nasıl sevebildim onu? Serhat'tan sonra bile uslanmamıştı yüreğim ve gidip Serhat'tan daha kötüsüne vurulmuştu.

Zoruma gidiyordu, Karun'u sevmiş olmak çok zoruma gidiyordu çünkü benim tarafımdan sevilmeyi gerçekten hak etmiyordu. Aslında o kimse tarafından sevilmeyi hak etmiyordu. Son nefesine kadar yalnızlıkla lânetlenmiş olması için her şeyimi verebilirim çünkü bir yanım onu delice severken bir yanım da ölesiye nefret ediyordu!

"Boşanacak benden." Çağrıma cevap vermediyse boşanmayı bekliyordu. "İyi de ben artık boşanmayı istemiyorum ki." Onu sevdiğimi anlamışken nasıl boşanırım?

Bunu engellemenin bir yolu olmalıydı.

Ona gitmek istiyorum ama gururum buna izin vermiyor. Aynı şekilde arayıp gel de diyemiyorum. Ona gel demeden buraya getirmenin bir yolu olmalıydı. Öyle bir şey olmalı ki duyar duymaz hemen uçağa binip bana gelmeliydi. Biliyorum o da gelmeyi çok istiyordu ama tıpkı benim gibi gururdan bunu yapamıyordu. İkimize bir bahane lazımdı. Aklıma bir şeyler geliyor ama ne kadar doğru, bilmiyorum.

Telefonumu alıp ayağa kalktığımda fazla içmekten başım dönüyordu. Mesajlara girip Kadem'e yazdım. "Üç aydır burada beni takip ettiğini ve yan odamda kaldığını biliyorum. Otelin barındayım buluşalım," diye yazdıktan sonra telefonu masaya bıraktım. Birini sinsice takip etmek ona göre bir şey değildi, fazla dikkat çekiyordu.

Ayakta durmakta güçlük çektiğim için tekrar kalktığım sandalyeye oturdum. Burası neden bu kadar dönüyordu? Bir süre sonra görüş açıma Kadem girdi. Aceleyle odadan çıkmış olmalı ki ceketini daha yeni giyiyordu. Gömleğinin yakasını düzeltirken etrafına bakıp beni bulmaya çalıştı. Bar tezgâhının önünde oturup içtiğimi görünce yüzünü hoşnutsuzluk içinde buruşturdu. "Bu saatte içtiğine inanamıyorum," diyerek bana doğru yürümeye başladı. Otelin barı her saat açıksa istediğim kadar içebilirim.

Yanıma gelip burnunu tutarak etrafındaki yoğun alkol kokusunu eliyle dağıtmaya çalıştı. "Leş gibi içki kokuyorsun!"

"İçtiğim için olabilir mi?"

"Evet."

"Zeki çocuk seni."

Alkolden dolayı tiksinerek bana bakarken, "Dalga geçmeyi bırak," diyerek beni tersledi.

Başımı kaldırıp dağınık saçlarımın arasından baygın gözlerle ona baktım. "Burada olduğumu nasıl anladın?" dediğinde gülmeye başladım. "Karşı odama sık sık giden çileklerden." Odadan dışarı çıktığımda birkaç kez oda servisinin onun odasına çilek taşıdığını görmüştüm.

"Neden peşimden geldin?" dediğimde tam cevap verecekti ki, "Ya da boşver şimdi zamanı değil," dedim ve ayağa kalktım. "Yapmamız gereken daha önemli bir şey var." Onu bırakıp sarsak adımlarla yürümeye başladığımda arkamdan, "Nereye?" diye söylendi ama beni takip etmeyi de ihmal etmedi. Gittiğimizde görürdü nasıl olsa.

Küçük bir suça karışacağımızı şimdilik bilmese de olurdu.

Sürprizi bozmak istemeyiz, değil mi?

***

Kadem ile birlikte arabanın içindeyken karşımızda duran banka şubelerinden birine bakıyorduk. Büyük bir bankaya giderek yarın tüm gazete manşetlerini süslemek istemediğim için küçük bir şubeyi seçmiştim. Birazdan yapacağım skandal hiçbir zaman medyaya yansımamalıydı. Bu yüzden özellikle küçük bir şube olmalıydı. Arabadan indiğimde hâlâ başım döndüğü için topuklu ayakkabıların üzerinde zor duruyordum. Düşmemi istemediği için Kadem koluma girerken, "Burada ne işimiz var?" dedi meraklı bir ifadeyle. "Para mı çekeceksin?"

"Evet," diyerek kıkırdadım. "Para çekeceğim." Aslında fena fikir değildi ama hırsızlık bana yakışmazdı.

İçeri girdiğimizde sırada bekleyen birkaç kişi dışında pek kimse yoktu. Kapının yanında duran güvenlik görevlisine gülümsedim ve sarhoş adımlarımı buradaki müşterilerle ilgilenen kadına doğru attım. Sıradakilerden biri sıraya geçmem için beni uyardı ama onu dinlemedim. Çıkan homurtulardan rahatsız olan Kadem, "Sıraya geç," diyerek beni uyarınca durdum ve ona doğru döndüm. "Sırada kimse yok ki neden sıraya gireyim?"

Göz devirerek bekleyen beş kişiyi bana gösterdi. "Onlar ne oluyor?"

Gülerek, "Onların hiçbiri birazdan burada olmayacak," dedim ve ona iyice yaklaştım. "Başım çok dönüyor," diye mızmızlanıp göğsüne sokulduğumda kollarımı beline sardım.

Aramız uzun zamandır limoni olduğu için ona sarıldığımda heyecanlandı. Heyecanını başımı yasladığım göğüs kafesinin içinde hızlanan kalbinden anlıyordum. Aramızdaki buzları eritmemizi istiyordu. Onun Uğur olduğunu öğrendiğim günden beri sanki birbirimizden iyice uzaklaşmıştık. "Otele geri dönelim biraz uyu," dediğinde bana sarılmaya hazırlanıyordu ki elimi ceketinin altına soktum ve belindeki silahı aldım. Böylece ona yaklaşmaktaki asıl amacımı belli etmiştim.

Silahı aldığım an Kadem'den uzaklaşıp, "Kimse kıpırdamasın bu bir soygundur!" dedim. Bu repliği hep kullanmak istemişimdir.

Elimdeki silahı tezgâhın arkasında duran kadına doğru tutmuştum ama yönüm Kadem'e bakıyordu. Göz göze geldiğimizde bembeyaz olmuş bir suratla bana ve elimdeki silaha baktığını gördüm. Doğru gördüğüne ama en önemlisi doğru duyduğuna emin olmak ister gibi bana bakıyordu. Kahverengi gözleri irice açılmış, dudakları aralıklı ve yüzündeki şoke olmuş ifadeyle bana bakıyordu. Çok sonradan konuşmayı başarıp, "Uyuyorum, yatağımdayım ve sen bir bankayı soymak için beni kullanmadın," dedi. Kendini buna inandırmak ister gibi gözlerini kapatıp saymaya başladı. Gözlerini tekrar açınca kendisini yatağında bulacağını mı sanıyordu?

Kadem gözleri kapalı saymaya başlamışken, "İndir o silahı!" diyen bir ses duyunca başımı kapıya doğru çevirdim. Güvenlik görevlisi silahını çıkarmış bana doğru tutuyordu ama buradaki insanlar kaçmak için ona çarptıkça yeteri kadar odaklanamıyordu.

Baygınlık geçirir gibi göz devirip Fransızca, "Buna gerek yok otuz saniye içinde işim bitmiş olacak," dedim. Elleri yukarıda korkudan tir tir titreyen kadını işaret ettim. "Tabii hanımefendi alarm sistemini harekete geçirecek tuşa basarsa." Bu kadın polisleri çağırmayı düşünmüyor mu?

Güvenlik görevlisi silahı bana doğru tutarken gözlerini bile kırpmıyordu. Tabii o esnada Kadem'de saymayı bırakıp gözlerini açmıştı. Değişen bir şey olmadığını görünce nihayet özüne dönüp, "Lan!" diye bağırdı telaşlı bir sesle. "Banka mı soyuyorsun fakir!"

"Zenginim ben bir kere!" Soymuyorum burayı, soyacakmış gibi yapıyorum. Arada çok fark var bir kere.

"Hanımefendi elinizde bir silah var," dedi güvenlik görevlisi.

"Amacım soygun değil."

Tezgâhın arkasında duran kadın, "Ka-kasayı açmam için ellerimi indirmem gerekiyor," dedi titreyerek.

"Hayır, o kasayı açmıyorsun!" dedim.

Kadem beni gösterip aceleyle, "Bu soyguncu ayyaşı tanımıyorum!" dedi.

"Biri artık şu alarma basıp polisi çağırabilir mi?" diye bağırdım.

Arka taraftaki masalarda duranlardan biri, "İndir o silahı!" diye bağırdı ve çekmeceden çıkardığı silahı bana doğru tuttu. Aynı şekilde orada duran güvenlik görevlileri de silahlarını bana doğru tutmuştu.

"Şaka mı bu?" Sinirlenerek kaşlarımı çattım. "Zaten indireceğim. Sizce banka soymak istesem böyle mi soyarım?" Her işin kendine göre bir usulü olduğunu anlamıyorlardı.

Kadem vurulmamdan korktuğu için hemen önüme geçip, "Efil ver şu silahı!" diyerek elini bana uzattı. Tam o esnada alarm ötmeye başlayınca gülümsedim. "Şükürler olsun biri bunu yaptı." Silahı Kadem'e uzattım. Artık polisler gelip bizi alabilirdi. Planladığım gibi kısa ve acısız oldu.

Silahı Kadem'e verdiğim an güvenlik görevlisi, "Ellerini yukarıda tutarak diz çök!" dedi ve aynı zamanda namluyu Kadem'e doğru çevirdi. "Silahı kendinden uzaklaştırarak sende aynısını yap!" diye bağırdı.

"Ben ne yaptım şimdi!" diye bağıran Kadem isyanlardaydı ama kimse onu dinlemiyordu. "Size onu tanımıyorum dedim!"

"Kendisi çocukluk arkadaşım," dedim.

"Şu anda iftiraya maruz kalıyorum," diyerek silahını yere attı ve ayakkabısının ucuyla silaha vurarak kendisinden uzaklaştırdı. "Bu sarhoşu tanımıyorum!" derken ellerini yukarı kaldırıyordu.

"Beni tanımıyorsa adımın Efil olduğunu nereden biliyor? Az önce bana Efil dediğini hepiniz duydunuz."

"Adın Efil mi?"

"Döverim bak seni!"

"Tutuklanırsak bende seni!"

Etrafımızı kuşattıklarında bize ters kelepçe takmak için fazla beklemediler. Kolumuza girip bizi dışarı çıkartırken Kadem hâlâ, "İçeride çilek veriyor musunuz, bari onu söyleyin. Haklarımı bilmek istiyorum!" diye bir şeyler saçmalıyordu.

Hayatımın en kısa soygun girişimi bu oldu.

Aslında hayatımın ilk soygun girişimi bu oluyordu.

***

"Senin çalışmayan o beynini silkeleyeyim Efil!" diyen Kadem yan taraftaki hücrenin içinde dönüp duruyordu. "Karışmadığımız bir tek banka soygunu kalmıştı!"

"Ya fena mı oldu biraz aksiyon yaşadık." Beni hiç anlamıyordu.

Demir parmaklıklara sertçe asılarak, "Lan tutuklandık geri zekâlı!" diye bana bağırdı. O parmaklıklar olmasaydı hücreme dalıp beni parçalayacağına eminim. "Fransızların bankasını soymaktan tutuklandık!" Sinirle demir parmaklıklara tekme atıp kızgın bakışlarını bana çıkardı. "Banka soyacağımızdan benim niye haberim yoktu?"

"Söyleseydim sürprizi kaçmaz mıydı?"

"Kaçsaydı lan, o arada belki bizde kaçardık!" dediğinde gülmeye başladım, iyice delirdi.

Bizi tutuklayıp en yakın polis departmanına teslim etmişlerdi. Kimlik ve pasaport bilgilerimize çok kolay ulaştıkları için Fransız konsolosluğu Türkiye'deki yakınlarımızla iletişime geçmiş olmalıydı. Dört saattir nezarette olduğumuzu düşünürsek Karun çoktan Fransa'ya gelmiş olmalıydı. Türkiye'den Paris'e uçak üç buçuk saat sürüyordu, yani çoktan gelmiş olmalı. Haberi alır almaz yola çıksa şu dakikalarda gelmiş olması lazımdı.

Bu dört saatte tek yaptığım rahatsız edici zemine uzanıp bir güzel uyumaktı. Dün geceden beri çok az uyumam ve sarhoş olmam deliksiz bir uyku çekmemi sağlamıştı. Uyandığımda içkinin tesirinden biraz çıkmıştım ama Kadem'in söylemleri hâlâ devam ediyordu. Uyurken de bana kızıyordu ben dört saat sonra uyandığımda da. Acaba hiç yorulmuyor mu? Bu kadar konuşmaya çene dayanmazdı.

Kapının sesini duyunca oturduğum zeminden ayağa kalktım. İçeriye polis memurlarından biri girip koridorda nöbet tutan arkadaşlarının yanına doğru koştu. "Karun Kalender ve Duha Tunus burada!" dediğinde adam onları burada görmenin heyecanını yaşıyordu.

O ikisini gerçekten de herkes tanıyordu. Uluslararası tanınıyoruz derken artık şaka yapmadıklarını biliyorum. Karun'un burada olduğunu duyunca rahat bir nefes aldım. Büyük bir zafer kazanmış gibi dudaklarım kıvrıldı. Karun Fransa'ya gelmişti. Geleceğini zaten biliyordum ama o, son ana kadar bana geleceğini bilmiyordu.

Kadem duyduklarından sonra sırıtan yüzümü görünce bir küfür savurup, "Bütün bunlar onu ayağına getirtmek için miydi?" dedi şaşkınlıkla. "Başka bir ülkede ciddi bir suça karışırsan konsolosluğun ilk arayacağı kişi en yakınındakiler olur ve birinci sırada kocan geliyor." Hayretler içinde kalmış gibi irice açtığı gözlerle, "Sen çıldırmışsın!" dedi. "Kocanı ayağına getirtmek için banka soymak nedir lan!"

"Ama işe yaradı."

Deli danalar gibi hücrenin içinde dönerken, "Çılgın çıkacağım ben bu kızın yanında!" diye söylenip çatık kaşlarla bana baktı. "Onu görmek istiyorsan normal insanlar gibi sende kocana gidebilirdin ya da arayıp gel diyebilirdin."

Anlamaz gözlerle ona baktım. "Normal miyim ben Kadem?" Bence değilim.

"Efil!"

"Bağırma bana!" dedim trip atar gibi. "Bende bilirdim ona gel demeyi ama o zaman ne heyecanı kalırdı?"

"Heyecan anlayışın banka soymak mı?

"Ya ben soymadım ki o bankayı!" Sürekli soymak deyip sinirlerimi bozuyordu. "Sadece bu bir soygundur dedim hepsi bu."

Gözlerini kısarak bir aptala bakar gibi bana bakmaya başladı. "Bunu yaparken elinde bir silah ve yanında da ben vardım."

"Senin üzerine ruhsatlı bir silah," diyerek ona sevimlice gülümsedim. "Bu detayı atlama lütfen."

"Yalnız ben değil, kimse atlamadığı için buradayım!"

"Ama çok üzerime geliyorsun," diyerek suratımı astım. Yüzüme ağlamaklı bir ifade kondurup nemli gözlerle ona baktım. "Görmüyor musun, bende çok müşkül bir durumdayım."

Hayvan herif zerre kadar etkilenmeden, "Senin müşküliyetini silkelerim Efil!" dedi kızgınlıkla. "Senin yüzünden müebbet yiyeceğiz."

"Kocam çıkartır beni."

"Bekle çıkartır salak," diyerek bana ters ters bakmaya başladı. "Çekip gittiğin için adam zaten kızgın üstüne bu yaptığın da eklenince artık hiç görmek istemeyecek. Hemen geri dönüp yarınki duruşmada seni boşayacaktır." Hiç sanmıyorum çünkü dediği gibi olsaydı buraya gelme zahmetinde bile bulunmazdı. Bizzat gelmek yerine telefonu kapatır ve yarınki duruşmaya kadar beklerdi.

Memurlardan birine gelen telefonla dikkatimiz ona yöneldi. Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra Fransızca, "Anladım," dedi. Onların dilini konuşabiliyor ve anlıyordum.

Bize doğru dönüp, "Avukatınızı aramak isterseniz size telefon görüşmesi sağlanacak," dediğinde işte şimdi korkmaya başladım. Avukat mı? Neler oluyor?

Kadem ile göz göze geldiğimizde tıpkı benim gibi suratı bembeyaz olmuştu. "O ikisi bizi dışarı çıkarmayacak," dediğinde bir tek koca karılar gibi dizlerine vurup ah etmediği kalmıştı.

Hayır, bizi burada bırakamazlar.

O kadar da adi olamazlar, değil mi?

"Karun Bey ile görüşmek istiyorum!" Yürüyüp kapıya yaklaştım ve demir parmaklıkları tuttum. "Onunla konuşmak istiyorum çağırın gelsin!" Beni burada bırakamazdı.

Aval aval yüzüme bakmak dışında hiçbir şey yapmayan memurlar sinirlerimi bozuyordu. "En azından ona benden küçük bir mesaj iletin. Karun Bey'e burada hiç pencere olmadığını söyler misiniz?" Bunu duyduğu an bana ders vermek yerine beni hemen çıkartacaktır. Uzun süre kör olan biri için penceresiz bir yerde durmak zulümdü. Bu kadarını anlayacağını umuyorum.

Memur başını sallayarak dışarı çıkınca bize düşen beklemekti. Bu üç ayda yokluğum onu birazcık bile değiştirdiyse mesajıma kayıtsız kalamazdı. Eğer hâlâ aynı narsist kişiyse görmezden gelerek beni süründürmeyi tercih edecektir. Bakalım hangisi olacak?

Yaklaşık on dakika sonra aynı memur içeri girerek hücremin kapısını açtı. "Karun Bey sizinle görüşmek istiyor," dedikten sonra geçmem için kenara çekilince gülümsedim. Anlaşılan büyük değişim vardı.

Kapıya doğru yürürken iyice telaşlanan Kadem, "Ben ne olacağım?" diyerek parmaklıklara asıldı. "Bütün bunları başıma açan o, onu niye çıkartıyorsunuz!"

"Ben ne yaptım ya şimdi?"

"Sektir git lan daha ne yaptım diyor!" diye bana kızınca gülmeye başladım. Bana ne ya o da Duha'ya mesaj göndersin.

Yanımda yürüyen memuru takip ederek bir üst kata çıktım. Bir kapının önünde durup içeri girmem için beni bekledi. İçeride beni neyin beklediğini çok iyi bildiğim için derin bir nefes alıp kapıyı açtım. Emrivaki bir şekilde onu Fransa'ya getirdiğim için canıma okuyacaktı. İçeri girdiğimde polis memuru bizi yalnız bırakmak için kapıyı arkamdan kapattı. Karun pencerenin tam önünde duruyordu ama bana bakmak yerine bana sırtı dönüktü. Ellerini cebine koymuş bir halde pencereden dışarıya bakıyordu lakin burada olduğumu çok iyi biliyordu.

Kapının önünde dikilirken kısık bir sesle, "Merhaba," dedim. Böyle anlarda aklıma söyleyecek başka bir şey gelmiyordu.

Bana doğru dönmeye tenezzül etmezken, "Sana bir türlü öğretemediğim tek şey kısık çıkan bu sesin," dedi. Sesi o kadar boştu ki ne düşündüğünü anlayamıyorum. "Seni duymam için daha yüksek sesle konuşmayı öğren. Ben baban değilim benim yanımda sesin kısık çıkmasın." Bir süre sustu ve tekrar devam etti. "Suçlu olsan bile..."

Sırtıyla bakışırken görmese bile başımı salladım. "Tamam," dedim ama sesim öncekinden daha kısık çıkmıştı.

"Tekrar uyarmayacağım!"

"Benden bir şeyler isterken yüzüme bak!"

Sonunda sesim istediği yükseklikte çıktığı için yavaşça bana doğru döndü. Üç ay sonra onu görünce kalbim bir anda hızlanmaya başladı. Ritmi o kadar arttı ki odanın içine yayılıp onun kulaklarına ulaşacak diye korktum. Saklayamadığım özlem dolu bakışlarım yakışıklı yüzünün her santiminde oyalanıyor, sadece bakışlarımla hasret gideriyordum. Hiç değişmemişti hem de hiç. Kumral saçlarının uzunluğu bile hâlâ aynıydı ne uzatmıştı ne de kısaltmıştı. Hatta çenesini süsleyen seyrek sakalları bile aynı kısalıktaydı. Beş santimi kesmeyen kirli sakalı ona gerçekten çok yakışıyordu. Ne yazık ki bakışları da hiç değişmemişti. Yüzündeki sertlik tıpkı eskisi gibi gözlerinin mavisine yansıyor, ona bakanları ürkütüyordu.

Ben onu izlerken o da en ince ayrıntısına kadar baştan ayağa beni izliyordu. Gözleri yeni yaptırdığım burnumdan haddinden fazla oyalanarak vücuduma kaydı. İnce askılı atlet ve kısa eteğime bakarken, "Zayıflamışsın," dedi hoşnutsuz bir sesle. "Yemek yemiyor musun?" Verdiğim iki kiloyu hemen fark etmişti.

Bugün karıştığım olay yüzünden her an bana kızacakmış gibi tetikte dururken, "Sen çok iyi görünüyorsun," dedim asık bir suratla. "Anlaşılan yokluğum sana yaramış. Neden geldin?"

"Neden mi geldim?" Yüzsüzlüğüm karşısında yaşadığı öfkeyi gizlemeye çalışırken, "Planın beni ayağına getirtmek değil miydi?" dedi sinirli bir sesle. "Bu kadar ileri gittiğine inanamıyorum!"

"Yaptığım şeyin seninle bir ilgisi yok, sarhoştum." Sarhoşken yaptığım şeylerin mesuliyetini kabul etmiyorum. "Beni buradan çıkarttıktan sonra Türkiye'ye dönebilirsin."

Son söylediklerimle sakin yüzü değişirken yüzünde kanımı donduran bir ifade oluştu. "Seni burada çıkartacağımı sana düşündüren nedir?"

"Bu kadar acımasız olamazsın."

"Senin olduğundan daha fazla mı?"

"Ben sana ne yaptım? Üç aydır yanında bile değildim."

Sanki en büyük kötülüğü yokluğumla yapmışım gibi kaşlarını çatarak konuşmak için dudaklarını araladı ama son anda diline pelesenk vurdu ve sustu. Söyleyeceği şeyleri yuttuktan sonra sakinleşmek için birkaç kez derin nefesler aldı. "Boşanmak için avukatına vekalet verdin mi?"

Başımı hayır anlamında salladım. "Henüz değil."

Bundan memnun kalmış gibi başını sallayarak, "Peki, buradan çıkarsan yarın o mahkeme salonunda olacak mısın?" diye sordu.

Tam evet diyecektim ki fark ettiğim şeylerle, "Hayır, tabii ki!" dedim hızlıca. Aceleyle ona doğru yürüyüp karşısında durdum. "Ben senden hiç boşanır mıyım?" Yahu sıkıysa boşanacağım de. Bu hayvan herif sırf boşanma olmasın diye beni yarına kadar burada tutardı.

Ciddiyetimi ölçmek için tek kaşını yukarı kaldırıp gözlerini kıstı. "Boşanmaz mısın?"

"Asla kocam."

"Kocam deme sana hâlâ kızgınım!"

"Ama bugün evliliğimizin son pazarı."

"Son mu? Ulan daha az önce boşanmayacağım diyordun!" Kaşlarını çatarak hızlı adımlarla kapıya doğru yürüdü. "Dışarı çıkmayı başarırsan boşanırsın. İçeride kal da aklın başına gelsin Allah'ın cezası!"

"Ya ben ne dediğimi biliyor muyum!" Koşarak hemen önüne geçtim. Kapının önünde durup dışarı çıkmasın diye kollarımı iki yana açtım. "Madem istemiyorsun boşanmayız."

Sanki anlamamı istediği çok önemli bir şey vardı ama ben bir türlü anlamıyordum. Bu yüzden yüz hatları gerilirken, "Sadece benim istememle değil, senin de istemen çok önemli!" dedi sıkıntılı bir sesle.

Kollarımı yanıma indirip somurtarak başımı eğdim. "Bankayı soymadım sadece soyuyormuş gibi yaptım ama sen beni burada bırakacaksın." Başımı kaldırıp asık bir suratla ona baktım. "Elalemin kocaları hiç böyle yapmaz."

"Çünkü onların karısı eline bir silah alıp bir banka soygununa karışmıyor!"

"Yöntemlerim tartışmaya açık değil."

"Başlarım o yöntemlere!" diye bana bağırdığında korkuyla irkildim.

"Şu hâle bak karım banka soymaya teşebbüsten gözaltına alınmış!" Bulunduğumuz yeri işaret etti. "Sen hâlâ başına nasıl bir bela aldığının farkında değilsin, değil mi? Burada işler Türkiye'deki gibi yürümez, srhoştum deyip sıyrılamazsın! Yargıcını ayrı jürisini ayrı ikna etmelisin. Suçlu bulunduğunda pasaportunu iptal edip seni sınırdışı ederler ve Türkiye'deki yetkililere teslim ederler! Oyun değil bu!" dediğinde işte şimdi içkinin tesirinden çıkıp durumun ciddiyetini anlamaya başladım. Kahretsin, bu sefer çok ileri gitmiştim.

Ne yapacağımı bilmez bir halde ona bakarken, "Yani ben şimdi tutuklanacak mıyım?" dedim titrek bir sesle. İnce bileklerimi ona gösterdim. "Kelepçe mi takacaklar bana?" Gözlerime akın eden yaşlar titreşirken, "Bir daha büyükbabamı göremeyecek miyim? Ama ben onu özlerim ki," dedim ağlamaklı bir sesle.

Kollarını göğsünde birleştirip, "Üç aydır onsuz çok iyi idare ettiysen otuz yıl daha idare edebilirsin," dedi.

Dehşete kapılarak, "Otuz yıl mı?" dedim afallayarak.

Sert duruşundan ödün vermeden başını ağır ağır salladı. "En az otuz yıl yersin o da en az," dediğinde beti benzim attı. Bunu görünce sanki bir an gülecek gibi oldu ya da bana öyle geldi, emin değilim.

"Be-ben," dedim ama alacağım cezayı düşününce konuşmaktan bile güçlük çekmeye başladım. "Ben biraz ağlayacağım," dedim kısık bir sesle.

"Hayır!" diyerek beni uyardı ama yere çöküp bağdaş kurarak oturdum. Ellerimi önümde birleştirip başımı eğerek ağlamaya başladım. "Şurada az bir şey ağlayıp sonra giderim ben," diye hıçkırdım. "Otuz yıl ceza mı olurmuş ama iyi olacağım." Salya sümük ağlarken başımı hızlıca salladım. "Biraz ağlar sonra cezamı çekmek için giderim ben."

Gülüşünü duydum. "Hiç bana şirinlik yapma kalk ayağa," diyen sesi eğleniyor gibi çıkıyordu. "Merak etme iyi bir koca olarak içeride sana bakarım."

"Ama hâlâ içeride diyor bu." Zırıl zırıl ağlarken, "İçeride çürümek için fazla güzelim," diye fısıldadım gözyaşları içinde. "Burnumu cezaevindeki mahkûmlar için yaptırmadım."

"Onu soyguna karışmadan önce düşünseydin," dediğinde üzüntümden zevk aldığı için sesi her an gür bir kahkaha atacakmış gibi çıkıyordu. "Bir banka soygunumuz eksikti. Becerse içim yanmayacak ama o da yok!" He becerseydim sorun yok yani.

Başımı kaldırıp dağınık saçlarımın arasından tepemde dikilen kalpsize baktım. Islak kirpiklerimi kırpıştırırken, "Amacım soymak değildi diyorum," dedim suratımı asarak. "Sence banka soymak istesem yakalanacak biri miyim? Çıkar beni buradan deneyelim istersen. Sonuçta senin de bankan var."

Karşısında bir zır deli varmış gibi bana bakıyordu. "Benim bankamı soymaktan mı bahsediyorsun?"

"Yapar mıyım hiç kocam. Ya hırsız mıyım ben?"

"Öylesin."

"Senden hiçbir şey çalmadım. Bir şey çalmışım gibi konuşma."

Yüzündeki alaycı ifade silinirken tüm ciddiyetiyle bana bakıp, "Saka," dedi kederli bir sesle. "Benden ne çaldığını tahmin bile edemezsin."

Suratımı astım. "Söylemezsen edemem tabii."

Gözleri bir süre sol göğsümün üzerinde oyalandı. "Söylemem için benim de senden bir şey çalmam lazım."

"Uykum var," diyerek somurttum ama belki de hazır olmadığım bir konuyu sonlandırdım.

"Sen git ben nasıl olsa otuz yıl daha buradayım." Tekrar aklıma gelince yine ağlamaya başladım. "Otuz yıl nedir ben orada ne yapacağım sensiz?" Ağzımda kaçırdıklarımla dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım. Bunu söylemek zorunda değildim. Kahretsin!

Karşımda bir ayağının üzerine diz çöktü. Duydukları hoşuna gitmiş gibi yüzündeki sert ifade kırılırken dudağının köşesi yukarı doğru büküldü. "Özler misin beni?" dediğinde mavi gözlerindeki sıcak ifade içimi ısıtıyordu.

Cevap vermediğimde, "Saka," diye fısıldayıp elini yüzüme doğru uzattı. Yüzümdeki saçları kulağımın arkasına sıkıştırırken, "Duymak istiyorum," dedi. "Şu üç ayda beni hiç özledin mi?"

"Beni buradan çıkartırsan söylerim."

"Boşanmayı unutursan çıkartırım."

"Bunu düşüneceğim."

"Düşünmen için önünde otuz yılın var."

"Unuttum ki ne boşanması!"

"Ha şöyle."

Gülerek kollarımı tutup beni ayağa kaldırdı. Önce gözyaşlarımı sildi ama bunu yaparken bilhassa çok oyalanmıştı. Yüzümde gezinen eli aslında gözyaşlarımın bıraktığı izleri silmiyordu, özlediği bir yüze dokunuyordu. Elini çok uzun süre yüzümde tutamayacağını bildiği için isteksizce elini indirdi. Karşı karşıya dururken ona sarılmak istiyordum, üstelik o da bunu istiyordu. Fakat bunun için nasıl bir zemin oluşturacağımızı bilmiyorduk. Aramızda henüz itiraf edilmeyen çok şey olduğu için istesek de öylece birbirimize sarılamıyorduk. Tıpkı bugün bir araya geldiğimiz gibi yine bize bir bahane lazımdı. İlk adımı atan kişi olmak istemediğimiz için bahanelerin arkasına sığınıyorduk.

"Sen sanki üşüdün," dedi gergin bir sesle. Üşümediğimi çok iyi biliyordu. "Üşüdün mü?"

Hızlıca başımı salladım. "Evet, evet, çok üşüdüm." Ellerimi çıplak kollarıma sürterek, "Burası soğuk oldu sanki," dedim.

Karısına sarılmak için bile ecel terleri döküyordu. "Eğer istersen bana sarılabilirsin," dediğinde kelimeler sanki ağzından kerpetenle sökülüyormuş gibi gerilmişti. Boğazını temizleyip yalandan öksürdü. "Isınmak için." Hayatının en zor konuşmasını yapıyormuş gibi ensesini kaşıyıp, "Tabii ısınmak istiyorsan," dedi.

"Hasta olmayayım dimi." Gerginliği bulaşıcı olmalı ki küçük bir sarılmayı bile bizim için güçleştirmişti. Kanıtlayamam ama karşısında gerildiği tek kadın olduğuma yemin edebilirim. "Sarılayım o zaman ben, yani ısınmak için."

"Tabii," dedi bana büyük bir iyilik yapıyormuş gibi bir tavırla. "Bunun için sana izin veriyorum."

"Sağol."

"Sağ mı olayım?"

"Evet."

"Anladım," dedi.

"Anlamana sevindim."

"Saka."

"Evet?"

"Sarıl artık bana!" dedikten sonra cevabımı bile beklemeden sabırsız bir hareketle beni göğsüne çekti ve kollarını sımsıkı bana sardı.

İtiraf etmese de beni çok özlediği her halinden belli oluyordu. En az onun kadar hatta ondan daha fazla özlediğim için kollarının arasına sokuldum. Göğsünde soluduğum kokusuyla tebessüm ettim. Bu küçük eylem bile bizim için büyük bir adımdı çünkü ilk kez hissettiğimiz duygular yüzünden birbirimizin yanında bocalıyorduk. Karun'a hissettiğim şeyleri daha önce hiçbir erkeğe hissetmemiştim. Ona karşı olan duygularım hoşlantı veya cinsel çekimin çok ötesindeydi. O hepsinin daha fazlasıydı. Bende ona benzer şeyler hissettiriyor olmalıyım ki tıpkı bana olduğu gibi onun da benim yanımda eli ayağı birbirine dolaşıyordu.

"Beni burada bırakmazsın değil mi?" Bu konuda ona hiç güvenmiyorum.

Beni kollarının arasında tutarken başını eğip burnunu saçlarıma gömdü. "Henüz seni bırakmayı isteyecek kadar büyük bir hata yapmadın." Sesi özlem doluydu.

"Ya yaparsam?"

"Cevabını çok iyi biliyorsun." O zaman gerçek anlamda beni bırakırdı.

***

Karun ve Duha ne yaptı etti ama bir şekilde serbest kalmamızı sağladılar. Bunun için polis departmanına ya yüklü miktarda bağış yaptılar ya da doğrudan rüşvet verdiler. Hangisi bilmiyorum ama bir şekilde serbest kalmamızı sağlamışlardı. Kefaretimizi fazlasıyla ödedikleri çok açıktı. Kadem ile dışarı çıktığımızda Duha ve Karun bizi arabanın yanında bekliyordu. İkisinin korumaları burada olduğu için burada birçok siyah araba vardı. Kadem havayı içine çekerken, "Özgürlük gibisi yok," dedi huzurlu bir ifadeyle. "Efil bir daha banka soymak istediğinde sakın beni arama, Allah'ın fakiri!"

"Bana bak çok üzerime geliyorsun," diye alınganlık yaptım. "Sarhoştum diyorum nesini anlamıyorsun. Ben ister miydim birinci sınıf vücudumu nezaret köşelerinde görmeyi? Bedenim bana dava açsa müebbet yerim be!"

Yüzünü buruşturarak cık cıkladı. "Senin yüzünden düştüğümüz şu duruma bak. İçeride bana çilek bile vermediler!"

"Zıkkımın kökünü ye tek hücreli yaşam formu!" diye ona çıkıştım. "Alt tarafı beş saat içeride kaldık abartma döverim bak!"

"Hele bir dene!"

Kapının önünde birbirimize saç baş girmek üzereyken Duha'nın, "Oğlum n'oluyor yine orada!" diyen bağırtısını duyunca önümüze döndük. "İki dakika yalnız bırakmaya gelmiyor bunları," diyerek kızıyordu.

Onlara doğru yürürken Duha, "Kadem'i görmeni yasaklıyorum hırsız kuş," dedi ayıplayan bir ifadeyle. "Çocuğu alet etmediğin bir tek banka soygunu kalmıştı." Kazık kadar adam neresi çocuk acaba?

"Bende meraklısı değilim," diye homurdandım.

Arabanın içinde çıkan Celil ve Nedim gülüşünü saklamaya çalışarak bana bakınca, "Gülerseniz gebertirim," diyerek somurttum. "Olay esnasında sarhoş olduğum için mesuliyet kabul etmiyorum."

Celil beni anlıyormuş gibi başını sallayıp, "Sizden beklemediğimiz bir performans değil sonuçta," dediğinde adi herif eliyle dudaklarını kapattı ama elinin altında kıs kıs gülüyordu.

Asık bir suratla onlara doğru yürürken, "Ne demek benden beklenen bir performans?" diyerek ona çıkıştım. "Her gün banka soymuyorum herhalde."

"Aslında size çok kırıldık, Bige Hanım," diyen Nedim bıyık altından gülmeye devam ediyordu. "Çağırsaydınız bizde gelirdik."

"Bana bak yakışıklısın diye sana işkence etmeyeceğimi düşünme," dediğimde yakışıklı kısmını Karun duymasın diye kısık bir sesle söylemiştim. "Oturur yere ağlarım görürsün!" diye onu tehdit ettiğimde ikisi de gülüşünü durduramadı.

Daha sonra Celil'in eğlenen bakışları Kadem'i buldu. "Seni nasıl buna dahil etti?"

Bana ters ters bakan Kadem, "Hiç sorma," dedi. "Hanımınız bana saka yaptı!" Uyuz herif bilerek saka diyordu.

Karun yanımıza gelince Kadem bizi bırakıp Duha'nın arabasına doğru yürüdü. "Abi?" dediğinde Duha ona tripliymiş gibi göz ucuyla öylesine baktı. "Bana bir daha abi deme," dedi tavırlı bir sesle.

Kadem hızlıca başını salladı. "Tamam, Duha."

"Ulan puşt dünden razıymışsın adımı söylemeye!"

"Sen deme dedin."

"Sen de ne meraklıymışsın adımı söylemeye."

"Abi sen bana kızgın mısın?"

"Belli olmuyor mu?"

"Olmuyor."

"Kadem!"

"Affedersin abi."

"Affetmeyeceğim bir andasın sus Kadem!" dedikten sonra arabanın arka kapısını onun için açtı. "Geç şu arabaya. Bir kuş uğruna bizi rezil ettiğin yetti!" dedikten sonra açtığı kapıya bakıp kaşlarını çattı. "Ben niye açıyorum lan senin kapını, şoförün müyüm ben!" diyen dengesiz kapıyı sertçe kapatarak ön koltuğa geçti. Kapısını kapatmadan hemen önce, "Çekip gittiği için gönlümü de almıyor piç kurusu!" diye söyleniyordu. "Çok kırıldım, çok!" diye arabanın içinde bağırıp sesini bilerek Kadem'e duyuruyordu.

Kadem gülerek arabanın arka koltuğuna binince kısa sürede burada ayrıldılar. Onlar gidince bizde burada daha fazla oyalanmak istemedik. Burada bir kişinin eksikliğini hissedince etrafıma bakıp, "Furkan nerede?" dedim onu bulmaya çalışarak. Benimle dalga geçme fırsatını kaçıracak biri değildi.

Karun beni beklemeden arabaya binerken, "Cehennemin dibinde!" deyince Furkan'a bir şey yaptığını anladım. O gün bana arabanın anahtarını verdiği için başının belaya gireceğini biliyordum. Döndüğümde bu konuyla ilgileneceğim. Tabii hâlâ yaşıyorsa.

Arabaya bindiğimde onun yanına oturmak yerine karşısına oturdum. Celil bizim için arabanın kapısını kapatınca araba hareket etmeye başladı. Şoförün olduğu kısım paravanla kapalı olduğu için arabanın içinde karşı karşıya oturuyorduk. Yanını işaret etti. "Buraya gel."

"Neden?"

Huzursuz gözlerle bana bakmaya başladı. "Yanıma oturman için bir nedene mi ihtiyacın var?"

Omuz silkerek camdan dışarıya bakmaya başladım. Hafif sinirli bir sesle, "Durduk yere yine neden soğuk yapmaya başladın?" dedi.

"Yorgunum Sanrı," diyerek onu geçiştirdim. Başımı cama yaslayıp esnedim. "Otele kadar biraz uyuyacağım."

"Dizimde uyuyabilirsin." Kafamı çevirip ona baktığımda yanında iki boş koltuk vardı. Oraya uzanıp başımı dizine koysam daha rahat uyurdum. "Hayır," dedim.

Bana karşı anlayışlı olmaya çalışarak, "O zaman omzuma yaslanarak uyu," dedi ilgili bir sesle. "Cama yaslanmaktan daha iyidir."

Yine, "Hayır," dediğimde bu sefer açıkça kaşlarını çattı. "Senin sorunun ne? Ne geçiyor yine o siktiğim aklından!"

"Aklıma sövüp durma!"

"Bir şeye sövmem için önce olması gerekiyor!"

"Akılsız mıyım ben? Durdur şu arabayı ineceğim!"

"Saka!" diyerek çatık kaşlarla sert bir dille beni uyardı. "Ben sabırlı bir adam değilim, uzun süre beni peşinden koşturamazsın. Sana gösterdiğim iyi niyeti suistimal etmeyi bırak!"

Dik dik ona baktıktan sonra yüzümü buruşturup camdan dışarıya baktım. "Bana bakarken burnunu mu kırıştırdın sen?" Sinirli sesini duymazdan gelerek başımı cama yasladım ve gözlerimi kapattım. "Ya sabır!" dediğini duysam da gözlerimi açmadım. "Suç bende bırakacaktım senin gibi bir manyağı orada!"

"İçine içine konuşma uyuyacağım."

"Dışımda konuşuyorum Allah'ın cezası!"

"Kibar bir hanım olduğum için daha fazla seninle münakaşa etmeyeceğim."

"Yavrum senden daha şirretini tanımıyorum, ne kibarlığından bahsediyorsun?"

"Karun bana iftira atıp durma uyuyacağım dedim."

Bu onunla olan son konuşmamızdı. Dizinde uyumadığım için tüm keyfi kaçmış bir hâlde susmuştu. Onunla konuşmamak için yol boyunca uyuyormuş gibi numara yaptım ama gözlerim kapalı olsa da bakışlarını üzerimde hep hissettim. Uyumadığımı çok iyi biliyordu lakin ısrarla onunla konuşmaktan kaçındığım için sessiz kaldı. Araba otelin önünde durunca hemen gözlerimi açıp arabadan indim. Peşimden gelirken, "Bekle!" diyerek beni durdurdu.

Durup onu beklediğimde yanıma gelip karşımda durdu. Hafifçe üzerime eğildiğinde yüzünde anlayışlı olmamı isteyen bir yakarış vardı. "Birlikte öğle yemeği yiyelim mi?" diye sordu. "Seninle konuşmak istediğim şeyler var."

Yanından geçerek ondan uzaklaştım. Hızlı adımlarla otele doğru yürürken, "Banyo yapıp uyuyacağım," dedim.

Beni çok iyi tanıdığı için, "Sen gündüzleri uyumazsın," dedi ama durmak yerine yürümeye devam ettim. Yalnız kalıp neyi isteyip istemediğimi düşünmeliydim. Uzaktayken bana gelsin istiyorum ama yakınımdayken de benden çok uzaklara gitsin istiyorum. Onu sevdiğim hâlde yaşadığım bu çelişkiler çok fazla kafamı karıştırıyordu.

Belki de bir yanım bir türlü onu affedemediği için böyleydim.

***

Rujumu dudaklarıma sürdükten sonra geri çekilip aynadan kendime baktım. Üzerimde derin yırtmaçlı gri bir elbise vardı. Boynumda ve kulağımdaki inciler ise annemden kalanlardı. Gümüş rengi stilettolarla elbisem uyum içindeydi. Saçlarıma fön çekerek açık bırakmayı tercih ettiğim için sırtımı kapatıyordu. El çantamı alıp odadan çıktığımda koridorda Karun'un nöbet tutan adamlarını gördüm. Onların arasından geçerken kapının sesini duyunca durdum ve arkamı döndüm. Karun kravatını düzelterek yan odamdan çıkmıştı. O kadar odanın içinde benim yan odamı mı tutmuştu?

Üzerine tam oturan siyah takım elbisenin içinde oldukça karizmatik görünüyordu ama benim asıl dikkatimi çeken taktığı kravatın rengiydi. Gri kravatı üzerimdeki elbiseyle uyum içindeydi. Beni görünce etekleri ayak bileğime kadar uzanan gri elbiseme baktı ve kaşlarını alayla yukarı kaldırdı. "Gri bir kravat takacağını nereden bileyim," diyerek hemen savunmaya geçtim. Farkında olmadan bir çift gibi uyumlu giyinmiştik.

Bana doğru yürürken elbisemin renginden memnun kalmış gibi keyifli bir ifadeyle, "Yakışmış," dedi.

Böbürlenerek, "Bana her şey yakışır," dedim.

Yanımda durup girmem için kolunu uzatırken gözlerime anlamlı bir ifadeyle baktı. "Sana en çok ben yakışırım," deyince kalbimin ritmi o kadar hızlı değişti ki ritmine yetişemedim.

Ondan bu tür sözler duymaya alışkın olmadığım için bocalamış bir hâlde ona bakıyordum. Tek bir sözüyle beni susturduğu için galibiyet dolu muzır bir bakışla elimi tuttu ve koluna koydu. "Yemekte bana eşlik et," diyerek beni yürümeye zorladı. Yemeklerimi yalnız yemeye alışık olduğum için bunu beklemiyordum. Saat sekizde odasından çıkmıştı, yani dakik olan karısının akşam yemeği saatinde.

Onun kolunda yürürken biraz fazla hızlı yürüyor olmalıyım ki, "Acelen ne?" dedi.

"Saatin sekiz olmasına beş dakika var."

"Ve sen tam sekizde masada olmalısın," dediğinde bu konudaki hassasiyetimi hatırlayınca yüzünü buruşturdu. "Çok saçma takıntıların var."

"Eşitlenmeyen öpücüklere olan takıntımı da saçma buluyor musun?"

Güldü. "Takıntılarının içinde bir tek onlar favorim ve bir de," diyerek başını çevirdi ve omzunun üzerinden bana baktı. "Hep solumda olman."

Cevap vermek yerine onun yoğun bakışlarından kurtulmak için önüme döndüm. Asansöre bindiğimizde elimi kolundan çekmek istedim ama buna izin vermedi. Elini kolundaki elimin üzerine koyarak bana engel oldu. Ona baktığımda bana bakmıyordu, dümdüz bir şekilde karşısına bakıyordu ama eli elimin üstündeydi. Üç ay önce arkamda bıraktığım o adamdan çok farklıydı. Garip davranıyordu.

Birlikte asansörden indikten sonra otelin restoranına girdik. Kadem ve Duha'da buradaydı. Cam kenarındaki bir masada ikisi akşam yemeğini yiyordu. Karun, Duha'yı görünce kaşlarını hafifçe çatarak, "Piç herif benim rezervasyon yaptırdığım masanın yanındakini tutmuş!" dedi. Peki, buna şaşırdık mı? Hayır, çünkü bu ikisi birbirinden hiç ayrılmıyordu.

Onlara doğru yürürken Duha başıyla Karun'a selam verince Karun'da aynı şekilde onun selamını aldı. Onların yanındaki masaya oturduğumuzda garson menülerimizi getirdi. Bu gece için sadece sığır eti ve salata sipariş etmiştim. İçki seçimini Karun'a bıraktığım için beyaz şarap istemişti. Yemeklerimizi beklerken gözleri yüzükleri çıkardığım parmağımda oyalandı. Sıkıntıyla karışık bir nefes aldı ve daha sonra, "Bir süredir seninle konuşmak istediğim şeyler var," dedi.

Ellerimi masada birleştirerek, "Ne hakkında?" dedim. İstanbul'daki son gecemde de ısrarla benimle konuşmaya çalışmıştı.

"Evliliğimiz hakkında."

"Evliliğimiz mi?" Kafam karışmış bir hâlde ona baktım. "Evliliğimiz yarın bitiyor Karun, bitmiş bir şey hakkında neden konuşalım?"

Buz keserek, "Bitti mi?" dedi kısık bir sesle. "Bugün boşanmayacağını söylemiştin." Gözlerinin mavisinde delici bir ifade oluştu. "Seni içeride çıkarmam için beni kandırdın mı?"

"Hayır ama neden uzatıyoruz ki?" Onu seviyor olabilirim ama onunla yapamayacağımı da iyi biliyorum. "Benimle evli olmayı aslında sende istemiyorsun."

Masadaki elini sıkarken bana olan sert bakışları kan dondurucuydu. "Neyi isteyip istemediğimi bilemezsin!"

"Ne yani benimle evli kalmayı istiyor musun?" Alay ederek güldüm. "Peki, ben seninle evli kalmayı istiyor muyum?" Ellerimi masaya bastırarak ona doğru eğildim. "Sence sen bir kadının isteyeceği biri misin?" dediğimde Karun taş kesilirken yan masada konuştuklarımızı duyan Duha, "Yavaş!" dedi uyarırcasına. Bu sözlerin benim için olduğunu anlamam için ona bakmama gerek yoktu.

Sözlerim karşısında hazırlıksız yakalanan Karun ne söyleyeceğini bilemedi. Konuşmak için bir şeyler söylemeye çalıştı ama, "Değilsin," diyerek onu susturdum. "Sadece kadınların değil, sen kimsenin sevebileceği biri değilsin."

Üzgün bir şekilde gözlerinin içine baktım. "Sanrı," dedim acı çeken bir sesle. "Sen ailesi tarafından sevilen biri bile değilsin, nasıl sana tahammül edip bu evliliği sürdürmemi istersin?" dediğimde bana öyle bir baktı ki bir anda her yer buz kesti. Mavileri paramparça oldu, her bir parçası bana doğru savrularak bir yerimi kesti. O ise aldığı darbe karşısında yutkunamadı bile.

Çok ileri gittiğimi alt dudağını sertçe ısırdığında anladım. Dudağını kanatacak kadar sert ısırmıştı. Sanki sözlerimin onda bıraktığı acıyı başka bir acıyla bastırmak istemişti. Başını eğerek bakışlarını benden çekti. Ağır bir hareketle masadaki peçeteye uzandı. Peçeteyle dudaklarındaki kanı sildikten sonra peçeteyi masaya bıraktı. Başını kaldırıp bana baktığında orada artık benim için savaşan birini bulamadım. Yenilmişti.

"Hiçbir zaman bu akşam olduğun gibi haklı olmadın," dediğinde iliklerime kadar titredim, dilimi ısırarak koparmak istedim. Gerçek miydi yani? Tahminler üzerine söylediğim bir cümle onun saklı gerçeklerinden biri miydi? Ve ben bunu öylece yüzüne vurdum. Ailesi tarafından sevilmedi mi?

Bana olan bakışları bir vazgeçişin acı ukdesiyle doluyken, "Haklısın," diyerek sol elini sağ elinin içine aldı. "Olmuyorsa zorlamanın bir anlamı yok," dediğinde parmağındaki yüzüğe dokundu. Onu çıkarmayı her şeyden çok istediğini biliyorum ama yapamadı. Bir şeyler o yüzüğü parmağından çıkarmasına engel ki yapamadı. Ayağa kalkıp hızlı adımlarla masadan uzaklaşınca gözlerimi yılgın bir hâlde yumdum. Gitti.

Sessiz kalarak içimdeki bu acıyı dindirmeye çalıştım. Kimseyi sevmediğim kadar onu seviyorum ama bitmesi gerektiğini de biliyorum. Annemin kaderini yaşamak istemiyorsam tam bu noktada bırakmalıydım çünkü bir adım ötesi ölümdü benim için. Babam gibi olan adamlar hayatındaki kadını uzun süre yaşatamazdı. Bunu bilmeme rağmen onunla olmak için ısrarcı olamam. Bu katilini sevmek, ona gitmek olmaz mıydı?

Karun'dan boş kalan sandalyeye Duha oturdu. Kadem masaya gelmek yerine restorandan çıktı çünkü Duha gibi etkileyici sözleri yoktu. Belki de Duha'nın benimle konuşmasını daha yararlı bulduğu için bizi yalnız bırakmıştı. Suçlar gibi bana bakan Duha, "Eee gaddar kuş, şimdi daha iyi hissediyor musun?" dedi.

"Hayır." Aceleyle gözlerimdeki yaşı sildim. "Hissettiğim şeyler iyi değil."

Garson servis arabasıyla yanımıza gelip önceden sipariş ettiğimiz şeyleri masaya koymak istedi fakat Duha, "Şarap dışında diğer her şeyi geri götür," dedi. Bu durumdayken bir şey yemeyeceğimi tahmin etmek zor değildi.

Garson şarabı açarak iki kadehle masaya koydu. Kadehlerimizi doldurduktan sonra geldiği hızda geri gitti. "Kimseyi ailesiyle vurma," diyerek masadaki kadehe uzandı. Yüzü sıkıntılıydı. "Kimse hak etmez bunu." Kısa bir an bana baktı. "Bizim gibi adamlar bile."

Çantamı alarak içindeki sigara paketini ve çakmağı çıkardım. "Biliyorum yaptığım yanlıştı ama beni bırakması için bu gerekliydi."

Sakince beni dinlerken içkisini yudumlamaya başladı. "Neden seni bırakmasını istiyorsun?"

"Çünkü o tehlikeli."

"Sen değil misin?"

"Ne demek istiyorsun?"

"Kadem seni bizim işlerimize bulaştırdığından beri sadece Karun'un değil, Karun'un düşmanlarının da takibindesin."

"Sende onlardan biri misin?"

"Evet," derken inkâr etme gereğinde bulunmadı. "Annenin ölümü dahil hayatında şüpheli çok şey var," dediğinde kelimenin tam anlamıyla beni sorguluyordu.

"Ne demek istiyorsun?" Kafasını kurcalayan şey nedir, anlamıyorum.

"Annen," dediğinde yakışıklı yüzünde gizemli bir ifade vardı. "Annen nasıl öldü?"

"Kes sesini!"

"Neden bu kadar panikledin?"

"Sana kes sesini dedim!"

"Neden?" dediğinde bir şeylerin intikamını alır gibi bana bakıyordu. "Birileri sana annenden, ailenden bahsedince canın mı yanıyor? Onunki de yanıyor!" dedi sert bir sesle. "Az önce bu masada ayrılan adamın da canı yanıyor! Sana yapılmasını istemediğin şeyleri ona yapma!" dediğinde bana iyi bir ders verdiğini kabul etmeliyim. Onun söyledikleri Karun'a söylediklerimden daha ağır değildi.

Haklı olmasından nefret ettiğim için, "Tamam, kapat şu konuyu!" dedim sinirlenerek. "Ne demek istediğini çok iyi anladım sus artık!" Tehdit eder gibi ona bakarken, "Haddini aşma Tunus!" dedim. Hatırlamak istemediğim ama hiç unutamadığım şeyler hakkında soru istemiyorum. Kahretsin ki Karun'da istemezdi! Ben berbat biriyim.

Kinayeli bir şekilde bana bakarken güldü. "Tunus mu? İşte şimdi kocan gibi konuşmaya başladın. Hâlâ ondan farklı olduğunu düşünüyor musun?"

Sessiz kaldığımda annemle ilgili konuyu kapattı ama başka can sıkıcı bir konu açtı. Saçlarımdaki tokayı işaret etti. "Neden onu hiç çıkarmıyorsun?" Gerildim ve bunu çok hızlı anladı. Sahte bir tebessümle başını omzuna doğru eğerken gözlerini tokadan ayırmıyordu. "Bu tokanın sırrı nedir?" Benimle ilgili çok fazla şüpheleri vardı.

Onun sorgulayan bakışlarından kaçmak için paketin içinde bir dal sigara çıkartıp dudaklarımın arasına yerleştirdim. Üç aydır bu otele para yağdırıyorsam kapalı bir alanda sigara içmeye de hakkım vardı. Sonuçta otelin kral suitlerinden birinde kalıyordum. "Toka sadece basit bir aksesuar." Başımı eğerek dudaklarımın arasındaki sigarayı yaktım. İçime dumandan bir nefes çekerek başımı kaldırdım. Dumanı Duha'nın yüzüne doğru süzülürken, "Bir aksesuara farklı anlamlar yüklemek doğru değil."

"Eğer bir amaca hizmet ediyorsa birçok anlam yüklenebilir."

"Gerçekten öğrenmek istiyor musun?"

Zeki olduğu kadar meraklı olduğu için başını salladı. "O zaman bana Carlos'tan aldığım tarağın sırrını bul," dedim. "Carlos'un o tarağı neden bu kadar çok istediğini bulursan bende sana tokanın sırrını söylerim." O tarakta bir şeyler olmalıydı. Bunu bir tek Duha gibi biri öğrenebilirdi.

Azap tarikatının peşinde olduğu bir tarağın sırrını o da merak ediyor olmalı ki, "Yanında mı?" diye sordu.

"Hayır ama sana fotoğraflarını atarım," diyerek ayağa kalktım. "İyi geceler."

Yüzünü buruşturarak başını salladı. "Geceler iyi değil ama neyse."

Karun'un yine yanlış anlamasını istemediğim için daha fazla onunla konuşmak yerine masadan uzaklaştım. Haklıydı geceler iyi değildi.

***

Yaptığım resmi tamamlayana kadar saatin iki olduğunu fark etmemiştim. Sırf yeni bir kâbustan sıçrayarak uyanmamak için geceleri mümkün olduğunca uyanık olmaya çalışıyordum. Üç aylık bir psikolog tedavisi yılların çökmüş psikolojisini hemencecik onarmıyordu. Fırçayı çekip tuvale baktığımda gördüğüm yüzle iç çektim. Bu seferde Gazel'in portresini yapmıştım. Siyah gözlerine bakıp burukça gülümsedim. "Bazen düşünüyorum nasıl bu hâle geldik diye ama sonra aynaya bakıyorum ve cevabı kendiliğinden buluyorum." Benim yüzümden.

Gazel'in saçına biraz daha siyah boya eklemek istedim fakat bir anda çalan telefonla fırça Gazel'in yüzünü çizdi. Söylenerek ayağa kalkıp komodinin üzerinde duran telefonu aldım. "Efendim Nedim?" diyerek telefonu açtım.

"Bige Hanım nasıl söylesem..." diyen sesi sıkıntılı geliyordu. "Karun Bey otelin barındaydı ve şu saate kadar çok fazla içti." Ona söylediklerimden sonra bunu bekliyordum.

"Nedim onu odasına götürün."

"Az önce yanında bir kadınla odasına çıktı."

Taş kesilerek, "Sen ne diyorsun Nedim ya?" dedim kaşlarımı çatarak. "Kim bu kadın?"

"Tanımıyoruz barda tanıştığı biri."

"Şu anda beni aldatıyor mu yani?"

"Bilemiyorum ben sadece sizi bilgilendirmek istedim," deyince telefonu kapatıp hızlı adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Hemen yan odamdayken beni aldatmaya nasıl cüret eder!

Odamdan çıktığımda Nedim ve Celil dışında tüm korumalar koridorda nöbet tutuyordu. Kısa bir gecelikle beni gören korumalar hemen başını eğerek önüne dönmüştü. Birkaç adım atarak Karun'un odasının önünde durdum ve zile bastım. Üst üste zile basarken başımı çevirip korumalara baktım. "Odasındaki kadın kim?"

Hepsi kısa bir an birbirine baktıktan sonra içlerinden biri, "Ne kadını Bige Hanım?" diyerek soruya soruyla karşılık verdi.

"Barda tanıştığı şu kadın işte," demiştim ki kapı açılınca onları bırakıp önüme döndüm. Yeni banyodan çıkan Karun'un üzerinde beline sardığı siyah bir havlu dışında hiçbir şey yoktu. Islak saçlarından akan su damlacıkları omuzlarından sıkı kaslarına doğru süzülüyordu. Kavruk tenine ve kaslı vücuduna baktıkça vücudumu kontrol edemediğim bir ateş basıyordu. İster istemez onunla seviştiğimiz geceyi düşünüyor, o gecenin anıları içinde kayboluyordum.

"Kapıyı neden yarı çıplak açıyor ki?" İçimde düşündüklerimi sesli söylemiş olmalıyım ki, "Peki, sen neden kapımı yarı çıplak bir vaziyette çalıyorsun?" diyen sesini duydum.

Göğüs kaslarına bakmayı bırakıp başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. "Beni aldatıyor musun?"

Afalladı. "Neyden bahsediyorsun?"

"Nedim söyledi bardaki bir kadınla odana çekilmişsin!" Bizzat kendi gözlerimle görmek için yanından hızlıca geçip odaya girdim. Sarhoş biri gibi durmuyordu.

Odaya girdiğimde yatağın hiç bozulmadığını gördüm. Ona doğru döndüğümde kapının önünde dikilmiş donuk bir suratla bana bakıyordu. Bozulmamış yatağı işaret etti. "Aradığını bulamadın mı?" dedi soğuk bir sesle.

"Bir kadınla sevişmek için yatağa ihtiyacın yok," dediğimde yüzünde alay dolu bir ifade oluştu. "Bunu en iyi sen bilirsin değil mi? Ne de olsa bunu daha önce benimle deneyimledin."

"Çirkinleşme," dedikten sonra banyoya doğru yürüdüm. O geceyi hatırlatmasına gerek yoktu.

Banyoda da herhangi bir kadın bulamayınca balkona hatta dolaba bile baktım. "İyi ama burada bir kadın yok."

"Olması mı gerekiyordu?" Kapının önünde dikilirken sakince odasını aramamı izlemişti. "Olmasını isterdin, değil mi?" diyerek başını ağır ağır salladı. "Böylece benden daha fazla nefret edebilirdin."

Sessiz kalıp gitmek için kapıya yöneldim fakat bir anda kapıyı kapattı ve içeriden kilitledi. "Ne yapıyorsun?" Kapıyı mı kilitledi o?

Huzursuz bakışlarımı zerre kadar umursamadan bana doğru yürüdü. "Neden odama geldin? Kıskandın mı?"

Üzerimde siyah, kısa bir gecelik varken ve onun da üzerinde sadece bir havlu varken yakınlaşmamız sakıncalıydı. Her an alev alabilirdik bu yüzden hiç huyum olmamasına rağmen o üzerime geldikçe ben arkaya doğru adımlar atmaya başladım. "Seni kıskanmam için bir sebep yok."

"Bu yüzden mi odadaki her köşeye baktın?" Geriye doğru attığım adımlara gözleri kaydı, dudağının köşesi yukarı doğru büküldü. "Korkuyor musun?" Beni her zaman geri adım atarken göremezdi.

Korktuğum o değildi, ona olan zayıf irademdi. "Buradan çıkmak istiyorum." Yana doğru adım atıp kapıya ulaşmak için onun yanında geçmeye çalıştım. Ancak kolumu sertçe yakalayarak bana engel oldu.

Kolumdaki parmaklarına bakıp, "Çek şu elini," dedim sakince.

"Çekmezsem ne yaparsın?"

"Kırarım!"

"Dene!"

"Kes şunu Sanrı!" diyerek onu uyardım. "Senin olduğun bir yerde durmak istemiyorum! Beni zorlama."

"Neden ulan, neden?" Bir anda bana bağırınca irkilerek gözlerimi büyüttüm. Sabrının son demine gelmiş gibi mavi gözleri tahammülsüzce bana bakıyordu. "Neden bu kadar zorsun? Neden her konuda benimle ters düşüp savaşıyorsun? Bir kez olsun direnmeyi bırakıp teslim ol!" dediğinde yüksek çıkan sesinde öfkenin yanı sıra gizli bir çaresizlik vardı.

Ne yapacağını bilmez bir hâlde kolumdaki elini çekip yüzünü ovuşturdu. Bunu fırsat bilip kapıya koştuğumda, "Gitme!" diye sinirle bir sesle bağırdı. "Her zaman ilk tercihin hep gitmek oluyor ama bir kez olsun kalmayı dene!" dediğinde durdum ama ona doğru dönmek yerine yönüm kapıya bakıyordu.

Arkamdan adım seslerini duyarken, "Saka," dedi acı çeken bir sesle. "Ailem beni sevmemişse ne olmuş, sen sevemez misin?" dediğinde gözlerim doldu, burnumun direği sızladı. Ona söylediğim bu söz çok zoruna gitmişti, değil mi? Asıl şaşırtıcı olansa son söyledikleriydi. Karun onu sevmemi istiyordu.

Eskiden benim sevgime ihtiyacı yoktu, onu sevip sevmemem zerre kadar umurunda değildi. Sevgim şöyle dursun nefretimi daha çekilir bulduğu için sonuçlarını düşünmeden canımı yakacak şeyler yapıyordu. Fakat üç aylık bir ayrılıktan sonra ne olduysa artık istediği tek şey sevgimi kazanmaktı. Arkamda durunca soğuk ellerini çıplak omuzlarımda hissedip sıçradım. Tenime değen elleri soğuk olduğu kadar yakıcıydı. "Denemiyor muyum sanıyorsun?" dediğinde ılık nefesi saçlarımın hemen üstündeydi. "Seni aklımda çıkarmak için her yolu deniyorum ama işe yaramıyor! Benden kurtulmak istiyorsan seni unutmam için bir yol bul!"

Yutkunarak kapıya bakarken omzumdaki ellerini ve arkamdaki varlığını unutmaya çalışıyordum. "Bu benimle ilgili bir şey değil," dedim cılız bir sesle.

"Bana olan her şey seninle ilgili." Parmakları geceliğin askısını kavradı. "Beni hiç özlememiş olamazsın." Sesi kısık ve boğuktu. Geceliğin askılarını omzumda kaydırırken, "Sende beni istiyorsun," diye fısıldadı. Kahretsin ki evet!

"Hayır!" diyerek hemen ona doğru dönüp geceliğin askılarını düzelttim. "Seni istemiyorum," diyerek yalan söyledim. Yakınlığından kurtulmak için arkaya doğru birkaç adım attım. Acımasızca gözlerinin içine bakarak, "Seni asla sevmeyeceğim," dedim. "Bin tane kalbim olsa birini bile sana vermem çünkü sen sevilmeyi hak etmiyorsun!"

Bu gece içinde bir kez daha sarsıldı. Gözleri yüzümde oyalandıkça göz bebekleri büyüyor, suratının rengi değişiyordu. Ne tepki verebiliyordu ne de tek kelime edebiliyordu. Ona zulüm olmaya başlamışken o da ne yapacağını bilmiyordu. İçinde ne tür kasırgalar kopuyor, bilmiyorum fakat değişen gözleri soluğumu kesiyordu. "Senin için beni sevmek bu kadar zor mu?" Bunu daha yeni fark ediyormuş gibi gözlerini yumdu, derin bir nefes aldı. Gözlerini tekrar açtığında bu durumu kabullenmeye çalıştığını anladım.

"O kadın haklıydı," dediğinde kimden bahsettiğini anlamadım. Benimle değil de kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Sakın kimseye tutulma, paran ve gücün dışında bir kadın sende sevecek bir şey bulamaz, derken haklıydı." Kıvrılan dudaklarında oluşan gülüşü acı ve keder doluydu. "Haklıydı çünkü bir anne oğlunu iyi tanır," dediğinde iliklerime kadar titredim. Bu sözleri annesi mi ona söylemişti?

Bunun doğru olmadığını ona göstermek için bir adım atmıştım ki kaşlarını çatarak beni durdurdu. Ona yaklaşmama izin vermedi. "Ne kadar korktuğumu göremiyorsun değil mi?" dediğinde bana sırtını dönüp masaya doğru yürüdü. Korkmak mı?

Rahatlamak için kendisine içki doldurmak istedi fakat şişeyi tutan eli titreyince şişeyi alıp duvara fırlattı. Bunun suçlusu benmişim gibi sinirli bir şekilde bana bakıp, "Bana onun gözleriyle bakacaksın diye korkuyorum!" diye bağırarak titryen ellerini yanına indirdi ve yumruk yapıp tüm gücüyle sıkmaya başladı.

Sinirden hızlı hızlı nefesler alırken, "Saka," diye fısıldadı kederli bir sesle. "Bir gün sende onun gibi bana iğrenerek bakacaksın diye ödüm kopuyor!" dediğinde gözlerimden bir damla yaş yanaklarıma doğru süzüldü. Ve ben anladım ki onun yaraları benimkinden daha büyüktü.

Ben bu gece o masada onu ailesiyle vurduğum için bu haldeydi. Ona hatırlattıklarımı aşamıyordu çünkü başka biri değil, bunu ben yapmıştım. Adana'ya peşimden geldiğinde bir seferinde bana ondan iğrenip iğrenmediğimi sormuştu. Hemen sonrasında ondan iğrenirsem hayatımda kaybolacağını söylemişti. O gün nedenini anlamasam da bu konuda bir yarası olduğunu hissetmiştim. Fakat bunun onu korkuttuğunu bilmiyordum. Annesinin bakışlarından kaçtığını bilmiyordum. Annesinin gözleriyle, yani onun gibi ona iğrenerek bakmamdan korkuyordu. Nasıl bir anne oğluna böyle şeyler yaşatacak kadar acımasız olabilir ki?

Sessizliğim onu daha fazla çıldırttığı için bana doğru yürüdü. Karşımda durup, "Senden çok mu şey istiyorum?" dedi sıkıntılı bir yüzle. "Sadece beni düşün, beni kayır, beni hisset istiyorum."

"Neden anlamak istemiyorsun, bizden olmaz," dedim buna inanarak.

Çatık kaşlarla ters ters bana bakarken sıktığı dişlerinin arasından, "Denemeden bunu bilemeyiz!" dedi sert bir sesle.

"Neyi deneyeceğiz? Daha benden ne istediğini bile anlamış değilim!"

"Karım ol istiyorum!" diye sesini yükselterek beni susturdu. "Gerçek anlamda karım ol istiyorum! Benim evimde yaşa, benim paramı harca, benimle uyu ve benimle uyan istiyorum!" Bir aptala bakar gibi kızgın gözlerle bana bakıp, "Israrla anlamak istemiyorsun ama ben artık karımı yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı?

Karım ol diyordu.

Karun gerçek bir evlilikten bahsediyordu.

İtirafı karşısında o rahatladı çünkü sonunda içinde tuttuğu şeyleri söylemişti. Fakat bu seferde gerilen bendim. Duyduklarımla ne yapacağımı bilmiyorum. Aramızdaki sessizlik büyüdükçe gerginliğim ve hissettiğim kafa karışıklığı hat safhaya yükseliyordu. "Yani sen şimdi normal çiftler gibi mi olalım istiyorsun?" dedim şaşkın bir sesle.

İmkânsız bir şey söylemişim gibi yüzünde tuhaf bir ifade oluştu. "Normal değilsin ki seninle normal bir çift olalım."

"Evli insanlar gibi olalım istiyorsun yani?"

"Evet."

"Aynı yatakta mı uyuyacağız?"

"Yavrum sen geri zekâlı mısın?" dediğinde kızmak ve gülmek arasında kalmış gibiydi. "Herhalde aynı yataklarda uyuyacağız."

"Sevişmek de istersin sen şimdi?"

"Hem de her gece." Vücudumu arsız gözlerle süzerken dudaklarındaki çarpık gülüşüyle, "Gündüzleri de buna dahil edebiliriz," dedi.

"Çocuk da ister misin?"

"Yavaş! O kadar uzun boylu değil."

"Siktir git Karun!" diye ona çıkışıp kapıya doğru yürüdüğümde kahkahalarla gülmeye başladı. "Küfür eder miydin sen?"

"Her zaman değil," diye homurdandım.

Kapının kilidini kavradığımda, "Nereye gittiğini sanıyorsun?" diyerek yine beni durdurdu. "Az önce söylediklerimin nesini anlamadın?"

Ona doğru dönüp kibirli bir ifade takınarak kollarımı göğsümde birleştirdim. "Sen istiyorsun diye senin karın olacak değilim. Yine üzersin sen beni."

Yanıma gelerek göğsümde düğüm yaptığım kollarımı çözdü. "Üzmem," dediğinde bunu yapacağına inanıyor gibi bakıyordu. "Bana bir şans daha vermeden bunu anlayamazsın." Ellerimi avuçlarının içine alarak hafifçe sıktı. "Bende değişen çok şey var, Saka," dedi. "Artık bir günah bile olsan tövbe etmem bu kadar net." Ederse o günahtan kurtulurdu ve o, benden kurtulmak istemiyordu.

Üzerime eğilip çenemi tutarak başımı kaldırdı. Gözlerimin içine içimi ısıtacak bir duyguyla bakarken, "Kabul et," diye fısıldadı. Burnunu burnuma sürterek yüzlerimiz arasında milimlik bir mesafe bıraktı. "Karım olmayı kabul et," diyen sesi kışkırtıcıydı.

Üzerime iyice eğildiğinde parmaklarını bacağımda hissettim. Dudaklarını dudaklarıma sürtünce büyük bir beklenti içinde dudaklarım aralandı. Parmakları çıplak bacağıma sürtünerek geceliğin altına kayarken dudakları beni öpmüyordu ama dudaklarımın üzerine sürtünerek aklımı başımdan alıyordu. Beni öpmesini istiyordum ve bunu istediğimi çok iyi bilmesine rağmen ağırdan alıyordu. Parmaklarını bacak aramda hissedince irkilerek omuzlarını tuttum. Uzun kirpiklerinin altında koyulaşan gözlerle bana baktı. "Yine iç çamaşırı giymemişsin," dediğinde bundan memnun kalmış gibi bakıyordu.

Ilık nefesi dudaklarıma çarparken bacaklarımın arasındaki parmakları beni cayır cayır yakmaya başladı. Aşağıda rahat durmayan eli beni kavrıyor, okşuyor ve kendine ait kılmak istercesine istilâ ediyordu.
Hızlanan nefes alışlarımı görmekten memnun kalarak bir parmağını içime itince inleyerek omuzlarını daha sıkı kavradım. İkinci parmağı da içimdeki yerini alınca titreyerek, "Karun," diye fısıldadım ve daha fazlasını istediğimi belli ederek dudaklarımı ısırdım. "Bu yaptığın kural dışı."

Parmakları içimde hareket ederken diğer eliyle belimi sıkıca tutuyordu. Benden daha fazla istekli gözlerle dudaklarıma bakarken, "Söyle," dedi hükmedici bir sesle. "Daha fazlasını istiyorsan önce bana cevabını söyle." Duymak istediği şeyi benden almadıkça ne içime girecekti ne de beni öpecekti. Oysaki onun karısı olmayı sandığı gibi seks için istemiyorum, onu sevdiğim için istiyorum ama denemekten de korkuyorum.

Dürüst davranıp, "Korkuyorum," dedim.

"Benimleyken korkmana gerek yok."

"Beni korkutan sensin."

"Bunu yaptığımda bana haddimi bildirmekte iyisin."

"Deneyelim." Ansızın söylediğim şeyle yutkunarak durdu. İçimde hareket eden parmakları hatta dudaklarımın üzerindeki ılık nefesi bile durdu çünkü artık nefes almıyordu. Kabul etmeyeceğimden o kadar emindi ki deneyelim deyince küçük çaplı bir şaşkınlık yaşadı. "Yani sen-" diyerek yutkunduğunda boğazında hareket eden adem elmasına gözlerim takıldı. "Gerçek anlamda karım olacak mısın?"

"Başından beri zaten öyle değil miydik?" dediğimde gergin yüz hatları gevşeyip ortaya âşık olduğum bir manzara çıktı. Yüzünde uzun zamandır görmediğim gerçek bir huzurla beni onaylayıp, "Öyleydik," dedi. "Bunu geç fark etmek benim kaybım," dedikten hemen sonra üzerime eğildi ve beni öpmeye başladı.

Öyleydik farkında değildik ama aslında en başından beri gerçek bir çift gibiydik. Karım diyerek daha ilk günlerde beni sahiplenmeye başlamıştı. Bense her kocam deyişimde onun karısı olmuştum. Aramızda cinsellik eksik diye sahte bir evlilik yaşadığımızı düşünüp kendimizi kandırmıştık ama aslında en başından beri evliliğimiz gerçekti. İkimizde bunu daha yeni anlıyorduk. Üç ay önce olsaydı denemeye bile cesaretim olmazdı ama üç aylık bir yalnızlıkta kendimi dinlemem için çok fazla vaktim olmuştu. Henüz bunu ona itiraf etmesem de onu seviyorum. İleride keşkelerin pişmanlığını çekmemek için korkaklığı bırakıp bunu denemeliyim. Hata olsa bile bu benim hatam olurdu ama en azından denemedim demeyeceğim.

Üç ayın özlemiyle birbirimizi soluksuz bir şekilde öperken omzundaki elimi göğüslerine doğru kaydırdım. Sıkı kaslarına sürtünen elim biraz daha aşağıya kaydı ve belindeki havluyu tuttum. Havluyu çözerek yere düşürdüğümde içimdeki parmaklarını çıkardı. Beni öpmeyi bırakıp kısa bir an bana bakınca, "Sanrı," dedim hızlı hızlı nefesler alırken. "Bir gün seni seversem sende beni sever misin?"

Kırmızı rujun bulaştığı dudaklarını diliyle ıslatırken, "Söz veriyorum, Saka," dedi boğuk bir sesle. "Bir gün beni sevdiğinde benim tarafımdan çoktan sevilmiş olacaksın." Zaten beni seviyordu, değil mi? Tıpkı benim de onu sevdiğim gibi. Birbirimize açıkça itiraf edemiyorduk çünkü karşı tarafın duygularından emin değildik ama seven gözlerle birbirimize bakıyorduk.

Gözleri zaten bilmek istediğim her şeyi bana söylediği için tebessüm ederek kucağına atladım. Kollarımı boynuna dolayıp bacaklarımı beline sardım. Ellerini kalçama koyduğunda hınzır gözlerle ona bakıp, "Ne bekliyorsun?" dedim.

Ne istediğimi çok iyi bildiği için gülüşünü gizleyemedi. Onu arzulamamdan müthiş bir zevk alıyordu. Kalçamı kavrayıp beni yönlendirdi. İri aletini bacaklarımın arasından hissedince soluğumu tuttum. Kalçamı aşağıya doğru bastırıp hepsini bir anda içime gömünce dudaklarımdan çıkan çığlığa engel olamadım. "Yavaş!" diye kontrolüm dışında bağırdım. "Biraz yavaş ol!"

Gülerek başını iki yana salladı. "Konuşmadan duramıyorsun, değil mi?" Kalçamı kavrayıp kendini sertçe derinlerime itti. Yüksek sesle çıkan iniltimden sadistçe zevk alır gibi, "Yavaş olursam çıkardığın sesleri duyamam," dedi boğuk bir sesle. İniltilerimi duymak onu daha da tahrik ediyordu.

Kalçamı ileri geri hareket ettirerek içimde gelgitler yapmaya başladı. İkimizin gözü yatağa kayınca aynı anda yüzümüzü buruşturduk. Yatağı sevmiyorduk. Bizim için yatak sadece uyumak için vardı, seks yapmak için değil. Beni kucağından indirmeden masaya doğru yürüdü. Masanın ucuna beni bıraktığında hâlâ içimdeydi ve bacaklarım beline sarılıydı. Bir eli belimi kavrarken diğer elini uzatıp masanın örtüsünü kavradı ve üzerindeki her şeyi örtüyle birlikte yere serdi. Göz göze geldiğimizde, "Bu gece uyumayı unut," dedi. Göğsümden iterek beni sırtüstü masaya düşürdü. Sevişirken sertti, bende öyle. Bizim için gece daha yeni başlıyordu.

İkimizde bu konuda doyumsuz bir çifttik.

***

Odaya sızan güneş gözlerime yansıyarak uyanmam için beni zorluyordu. Gözlerimi açmaya çalışırken tüm enerjim çekilmiş gibi sızlayan iniltiler çıkarmaya başladım. Sanki aynı anda on kişi tarafından dayak yemiş gibi yorgundum. Nihayet gözlerimi açmayı başardım. Saat kaç acaba? Gece ikide başlayıp altıda uyuduğumuza eminim. Belimi saran kolların sıcaklığını hissederken başım Karun'un göğsüne yaslıydı. Başımı onun göğsünden ayırıp geriye çektim. Uyuyordu. Düzenli soluk alışlarını duyabiliyorum.

O kadar huzurlu uyuyordu ki gün içindeki o asabiyetinden hiç eser yoktu. İşin tuhaf kısmı yıllar sonra ilk kez kâbus görmeden rahat bir uyku çekmiştim. Daha önce de bir kez onun kollarında uyudum ama o zaman bile kâbus görmüştüm. Fakat bu sefer bir ilk yaşandı ve kâbuslarım ilk kez beni ziyaret etmedi. Değişen ne olmuştu?

Komodinin üzerinde duran dijital saatin on ikiyi gösterdiğini görünce afalladım. Bu saate kadar uyuduk mu? Gerçi neden şaşırıyorum ki sabaha kadar sevişirsek öğleye kadar da uyuruz tabii. Uzanıp Karun'un yanağına tüy gibi küçük bir öpücük kondurdum. Daha sonra öpücüğümü eşitlemek için diğer yanağını da öptüm. Deliksiz bir uyku çekiyor olmalı ki uyanmadı. Tebessüm ederek elimi uzatıp yüzüne parmak uçlarımla dokundum. Parmağımda gördüğüm tek taş ve alyansla kıkırdadım. Ben uyurken yüzükleri geri parmağıma takmış olmalıydı. Bu yüzükleri Türkiye'de bırakmıştım yanında taşıdığını bile bilmiyordum.

Parmaklarım yüzünün her noktasında gezinmeye başladığında yine onun yüzünü ezberliyordum. Yılların korkusu üzerime sindiği için hâlâ gözlerimi kaybetmekten korkuyorum. Bir gün yine kendimi karanlıkta bulursam diye yüzünü ezberliyor, belleğime kaydediyordum.

Uyuyordu ama parmaklarımın değdiği her nokta sanki gevşeyip rahatlıyordu. On dakika boyunca kapalı gözleri hiç açılmadı ve ben on dakika boyunca onun alnına, gözlerine, kirpiklerine, burnuna, yanaklarına, çenesine ve dudaklarına parmak uçlarımla dokundum. Yüzünde dokunmadığım tek bir nokta kalmamıştı. Son olarak parmaklarım dudaklarının üzerinde gezindi ve uzanıp dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. Geri çekildiğimde gözlerini usulca açınca, "Merhaba," diye fısıldadım. Çoktan uyanmıştı, değil mi?

Benimle tekrar, tekrar tanışmayı sorun etmeyen adam, "Merhaba," dedi sevgi dolu sıcak bir sesle.

Bir kolumun üzerinde durarak üzerine eğildiğim için elini uzatarak yüzümdeki saçlarımı çekti. "Her sabah senin dokunuşlarınla uyanacaksam, gün içinde canıma okumaya devam edebilirsin," deyince kıkırdadım. Bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Sabahları çok güzelsin."

Ondan daha fazla övgü koparmak için ona şımarıp, "Yüzümde makyaj olmadan mı?" dedim neşeli bir sesle.

"Kollarımda uyandığın sürece gördüğüm en güzel varlık sen olacaksın," dedikten sonra belimi tuttu ve ani bir hareketle beni altına aldı. İkimizde çıplak olduğumuz için bacak aramda hissettiğim sertlikle gözlerim irice açıldı. "Hâlâ mı?" Bu adamın enerjisi hiç tükenmiyordu.

Bacaklarımın arasına girerek sırıttı. "Üç ayın beklentisini bir gecede karşılayacağını mı sanıyorsun?" Bir anda kendini bana doğru itip içime girince dudaklarımdan kaçan çığlığı yine durduramadım. "Sana şunu yapma diyorum! Bundan sonra önceden haber ver!"

Sert hareketlerle içime girip çıkarken, "Sabaha kadar sızlanıp durdun," diyerek göğüslerime doğru eğildi. "Bazen haddinden fazla geveze olabiliyorsun," dediğinde adi herif eğlendiğini gizleyemiyordu.

Üzerimdeki sert hareketleri yüzünden yatak sallanırken, "Yavaş ol biraz," diye sızlandım. Seks esnasında çok konuşkan olduğum için şikayet ediyordu ama hiç eğlenmediği kadar da eğleniyordu.

Nefesimi kesene kadar beni öpüp geri çekilince kollarını tutarak onu yan tarafa doğru itmeye çalıştım. Ne istediğimi çok iyi bildiği için içimden çıkmadan belimi kavradı ve yer değiştirmemizi sağladı. Şimdi yukarıda olan bendim. Ellerimi göğsüne bastırarak üzerinde hareket etmeye başladım. En az onun kadar baskın biri olduğum için uzun süre altta kalmayı sevmiyordum. İçimi dolduran iri sertliğiyle dudaklarımı ısırıp üzerine eğildim. Onu öpmem için koyulaşan gözleri sabırsızca bakarken dudaklarını araladı. Fakat onu öpmek yerine dudaklarımı dudaklarına sürttüm.

Bir süre bunu yaptıktan sonra bu seferde dilimle dudaklarına dokundum. Ellerimin altındaki göğüs kafesi hızlı bir şekilde inip çıkarken dilimle yaptığım şey onu deli etmeye başlamıştı. Delicesine beni öpmek istiyor, bunun için çıldırıyordu. Ben ağırdan aldıkça ihtiyacı olan tek şey buymuş gibi daha da sabırsızlanıyordu.

Dilimi dudaklarının üzerinde bir süre gezdirdikten sonra alt dudağını hafifçe ısırınca, "Siktir!" dedi boğazından çıkan hırıltılı bir sesle. Geriye çekilmeyeyim diye ensemdeki saçlarımı yumruğuna doladı ve uzanıp beni sertçe öpmeye başladı.

Dudaklarımı parçalamak istercesine öperken sırtımı yatağa çarparak beni altına aldı. Üzerimdeki hareketleri daha sert ve agresif bir hâle gelince omurgamdan başlayan ılık bir his tüm vücuduma yayıldı. Nefes alışlarım hızlanırken titremeye başladım. Kendimi ona doğru ittiğimde belim yay gibi yukarı doğru büküldü ve yüksek sesler çıkartarak rahatladım. Vücudum orgazm olmanın şiddetiyle sarılırken sırtım tekrar yatakla buluştu. Rahatlamanın verdiği hisle gözlerim baygın bir şekilde ona bakarken büyülenmiş gibi beni izliyordu. Hayatında gördüğü en güzel manzarayı izler gibiydi. Bana bakarken hareketleri daha da hızlandırdı.

Benden önce boşalmayı doğru bulmadığı için artık kendini kasmasına gerek yoktu. Uzanıp dudaklarımı öperken bir süre sonra o da rahatlamıştı. Çıkardığı hırıltılı sesleri beni öperek dindirdi. İçimdeki hareketleri gittikçe yavaşladı ve nihayet kelimenin tam anlamıyla rahatladı. Dudaklarıma küçük bir öpücük kondurduktan sonra çarşafı belimize kadar çekerek üzerimizi örttü. Başını göğsüme yaslayarak soluklanması çok hoşuma gidiyordu.

Kendine gelmek için üzerimde dinlenirken bile kafası sol göğsümün üzerindeydi. Eli ise sağ göğsümü avuçluyor, ucuyla oynuyordu. Kıkırdadım. "Ellerini üzerimden çekemiyorsun, değil mi?" Bana dokunmadan duramıyordu.

"Tenin çok yumuşak ve pürüzsüz," diye mırıldandı. Avucunun içine aldığı göğsümü sıktı. "Dokunmak hoşuma gidiyor. Belki de bana ait olduğuna kendimi inandırmaya ihtiyacım var," diyen düşünceli sesi beni üzdü. Yanında hatta kollarındayken bile kafası fazla doluydu. Her an onu bırakıp gidecekmişim gibi korkuyor olmalı ki bana dokunarak onunla olduğuma kendini ikna ediyordu.

Elimi uzatıp sevdiğim kumral saçlarını okşamaya başladım. "Sana aitim," diye fısıldadım. "Belki de en başından beri bir tek sana aittim." Boşanmak yok bize bir şans daha vermiştik.

Parmaklarım saçlarının arasından gezinerek ona masaj yaparken kollarımda uyuşmuş bir sesle, "Saka," diye mırıldandı. Sesinde uyku akıyordu. "On yaşından beri ilk kez içimin ısındığını hissediyorum," dediğinde kalbim normalin dışında hızlanmaya başladı. Karun tüm duvarlarını yıkarak kollarımın arasında bana teslim olmaya başlamıştı. Uzun zamandır üşüyen bir adam bugün beni kalbine kabul ettiği için ısınmaya başlamıştı.

Kollarımı ona sararak göğsümde uyumasına izin verdim. Kim bilir belki de on yaşından beri ihtiyacı olan tek şey şu anda ona gösterdiğim şefkatti. Bu ona hiç gösterilmemiş bir duygu olabilirdi.

***

Boy aynasının karşısında saçımı tararken arkadan bana sarılıp boynuma küçük öpücükler kondurmaya başlayınca gülmeye başladım. "Karun bir hafta oldu," dedim saçlarımı taramayı bırakarak. "Sence de artık insan içine karışmamızın zamanı gelmedi mi?"

Bir haftadır bu odanın dışına hiç çıkmamıştık. Telefonla arayıp oda servisinden yemeklerimizi söylüyor ama tüm yemekleri kapıda alıyordu. Beni odadan çıkarmadığı gibi odaya da kimseyi almıyordu. İşin komik tarafı odada kırılmayan tek bir eşya bile yoktu. Sevişmelerimiz çok hararetli geçtiği için banyodaki duşakabin dahil birçok şeyi kırmıştık. Odanın içi bir enkaza dönmüştü ama Karun temizlik görevlilerini bile içeri almıyordu. Doyumsuzdu daha tuhaf olansa bende öyleydim. Sürekli birbirimizi kışkırttığımız için bir haftadır bu odadan çıkamıyorduk. Benim telefonum odamda kalmıştı, o ise telefonunu kapatmıştı. Bu yüzden dışarıdaki insanlarla tüm iletişimimizi kesmiştik.

Hayır, bir hafta boyunca sadece sevişip durmadık. Yemeklerimizi birlikte yedik, sohbet edip geceleri film falan izledik. Bir odanın içinde yapılması gereken her şeyi yapmıştık. Hatta bir ara benimle dans etmesi için onu zorlamış ve istediğim şeyi almıştım. Sigara için ısrar edip huysuzluk çıkardığımda hiç istemese de sigaram bittikçe kapıdaki çocuklara benim için yeni bir paket aldırıyordu. Bu odaya gelirken üzerimde sadece bir gecelikle gelmiştim ama bir hafta boyunca ya Karun'un gömleklerini giydim ya da çıplak gezdim. Bir haftada yaşadığımız o çılgın şeylerden sonra ikimizin de çıplaklıkla bir sorunu yoktu.

Bugün artık odanın dışına çıkmak istediğim için Karun'un beyaz gömleğini giydim. Kendi odama gidip hazırlanmalıydım çünkü bu odada hiç kıyafetim yoktu. Dışarıya tekrar gecelikle çıkmak istemediğim için onun gömleğini giydim. Gitmek istiyorum ama o, arkadan bana sarılıp boynumu öperken gitmek çok zordu. "Karun dur artık," diye sızlandım.

Boynumda sıcak nefesini hissederken gülüşünü duydum. "Dur diyorsun ama aynı zamanda başını omzuna doğru eğerek bana daha çok alan açıyorsun," deyince kahkaha attım. Bunu yaptığımın farkında bile değildim. "İkimizde duralım o zaman."

Sanki vücudumda morartmadık yer bırakmış gibi boynumu ısırırken, "Durmazsak olmaz mı?" diye homurdandı.

"Dün gece anlaştık bugün Türkiye'ye dönüyoruz." Büyükbabamı çok özlemiştim.

Boynumu sömürmekle meşgulken, "Bir süre daha kalalım," dedi. "Geri dönünce seninle ilgili her şeyin yine değişmesini istemiyorum," deyince kahkaha attım. Yine boşanalım deyip duracağım diye ödü kopuyordu.

"Merak etme değişmez. Hem dönünce de bir psikologla görüşüp tedavi olmaya devam edeceğim," diyerek onun kollarının arasından çıktım. "Artık kafa olarak iyileşmek istiyorum."

Gitmek için aynanın önünden çekildim. Bir adım atmıştım ki çıplak ayağım bir şeye takılınca durup aşağıya baktım. Gece lambasının abajuru neden yerdeydi? Etrafıma dikkatli bakınca aslında yerde olmaması gereken her şeyin yere saçıldığını gördüm. Eğri duran masanın kırık ayağını parmağımla işaret ettim. "Hadi onu anlarım," dedikten sonra penceredeki çatlağı işaret ettim. "Camı nasıl o hâle getirdik?"

Ters dönen koltuğu es geçip yerde kafası kopmuş bir şekilde duran devasa heykele baktım. Ona yaslandığım için devrilmişti. Ben ona yaslanırken Karun'da boş durmadığı için heykel bu hâle gelmişti. Kim bir odaya böyle garip heykellerden koyar ki? Otelin çok garip bir atmosferi vardı çünkü bu heykelden benim odamda da vardı. Kafası kopuk heykeli işaret ettim. "Bunu bile bir yerden sonra anlarım," dedikten sonra duvardan sarkan duvar kâğıdını gösterdim. "O nasıl oldu? Duvardan ne istedin Allah aşkına?"

Gülmemek için yanaklarının içini ısırırken hınzır gözlerini bana dikti. "Duvarı o hâle getiren sensin."

"İftira atma."

"Hatırlamıyor musun?" diyerek kaşlarını alay eden bir ifadeyle yukarı kaldırdı. "Duvarın tam önündeydin ve yönün duvara bakıyordu."

"Tamam, sus."

"Ben tam arkandaydım."

"Hatırlar gibi oldum sus."

"Çığlık attığın bir esnada tırnaklarınla duvardaki kâğıdı o hâle getirdin."

"Tamam, sus işte!" Hatırladığım görüntülerin utancıyla ona kızdığımda gülmeye başladı. Benimle uğraşmaktan hastalıklı bir derecede zevk alıyordu.

Hızlı adımlarla kapıya doğru yürürken, "Giyinip bavulumu hazırladıktan sonra gidiyoruz," dedim. "Çıkış işlemlerini yapana kadar bu odaya kimseyi sokma." Biz buradan ayrılmadan önce kimsenin odanın son halini görmesini istemiyorum.

Karun'un gülüşleri eşliğinde odadan çıktığımda kimse içeriyi görmesin diye kapıyı hemen arkamdan kapatmıştım. Bir haftadan sonra Karun'un gömleğiyle dışarı çıkınca,  koridordaki korumalar bıyık altından gülerek bakışlarını kaçırdı. Her şeyi başlatan Nedim'e dik dik bakarak, "Bir Furkan değilsin!" dedim. "O en azından yalan söylemezdi." Beni kandırdığı için Karun'un odasına baskın yapmıştım.

Hınzırca bana bakarken gözleri kısa bir an boynumdaki morluklarda oyalandı. Gülüşünü bastırmaya çalıştı. "Ben sadece küçük bir yalan söyledim Bige Hanım, bir hafta boyunca sizi Karun Bey'in odasında tutan ben değildim," dedi. Olsun sonuçta her şeyi başlatan onun yalanıydı.

Kızgın gözlerle ona baktığımı görünce bu sefer açıkça güldü. "Bir hafta boyunca bu kattaki oda sakinlerinin şikâyetlerini bastırmak kolay mıydı sanıyorsunuz?" İçinde kinaye barındıran gözlerle bana baktı. "Ne kadar gürültücü bir çift olduğunuzu biliyor olmalısınız. Bir tek oteli yıkmadığınız kaldı," dediğinde korumaların hepsi gülmeye başlayınca yüzüm utançtan kıpkırmızı oldu. Onların buradaki varlığını tamamen unutmuştum. Bir hafta boyunca tüm o sesleri duydular mı?

"Özel hayata saygı da yok artık," diye homurdanıp Nedim'e öldürecekmiş gibi bakmaya başladım. "Git resepsiyondan yedek anahtarımı al." O gün Karun'un odasına baskın yapmak için aceleyle odamdan çıkmıştım. Bu yüzden oda kartımı içeride unutmuştum.

***

Arabalar birbiri ardına malikaneye girince nihayet rahat bir nefes aldım. Büyükbabamı çok özlemiştim. Karun okuduğu kitabın kapağını kapatarak şoförün onun için açtığı kapıdan indi. Elini bana uzatınca tebessüm ederek elini tuttum ve arabadan indim. Bahçenin temiz havasını içime çekerken Levent'in koşarak bize doğru geldiğini gördüm. Malikaneden çıkan çocuk fazla endişeliydi. Yanımıza geldiğinde, "Abi," dedi korkan bir sesle. "Bugün döneceğini söylemedin."

Benimle geçirdiği bir haftanın sonunda keyfi fazlasıyla yerinde olan Karun, "Ne bu telaş koçum?" diyerek kardeşine takıldı. "Bizi gördüğüne sevinmemiş gibisin."

Levent sürekli kamelyanın olduğu yöne kaçamak bakışlar atarken, "Olur mu öyle şey," deyip hemen Karun'un koluna yapıştı. "Uçak çok yormuştur hadi geç içeri dinlen." Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı, değil mi?

Levent, Karun'u kolundan çekip içeri sokmaya çalışınca Karun, "Levent!" diyerek kolunu sertçe çekti. "Ne haltlar karıştırıyorsun?"

Tam o esnada kamelyanın olduğu yönden, "Levent!" diyen bir kız sesi duyduk. "Annemin ağacının altına biraz çiçek ekelim mi?" Bekle ne? Annesi? Çiçek? N'oluyor?

Levent'in eli Karun'un kolundan kayıp yanına düşerken, "Özür dilerim abi," diye fısıldadı.

Abisine karşı büyük bir suç işlemiş gibi üzgün gözlerle bakıp, "Ama o bizim yeğenimiz ve o, ölüyor," dedi.

"Son arzusunu görmezden gelemezdim. Bugün döneceğini bilmediğim için yarım saat önce onu buraya getiren benim. Sen istemiyorsun diye o gelmek istemedi ama annesinin mezarını görsün istedim. Yarım saat geç gelseydin çoktan gitmiş olurdu," dediğinde Karun'un suratı bembeyaz oldu. Buz kesen adam soğuk gözlerle Levent'e bakıyordu. Neler oluyor?

Levent annesinin mezarı diye bir şeyden bahsedince aklıma gelen tek şey Defne'nin kızı oldu. Başımı çevirip sesin geldiği yöne bakınca onu gördüm. Kamelyanın bulunduğu yerdeki büyük defne ağacının altında duruyordu. Az önce Levent'e seslenirken büyük ihtimalle kimin geldiğini anlamamıştı çünkü sırtımız ona dönüktü. Fakat şimdi anlamış olmalı ki ağacın altında donup kalmıştı. Korku dolu bakışları Karun'un sırtında oyalanıyor, dayısı ona doğru dönecek diye çok korkuyordu. Bu uzaklıkta bile kızın gözlerindeki korkuyu iliklerime kadar hissediyorum. Sanki Karun ona doğru dönmeden ortadan kaybolmak hatta yok olmak istiyordu.

Hiçbirini yapmaya fırsatı olmadı çünkü Karun yönünü ona doğru çevirdi ve yeğenini gördü.










































Evet, bir bölümün daha sonuna geldik. Karun ve Melek daha önce de birkaç kez karşılaşmıştı fakat Karun onun kim olduğunu bilmiyordu. Şimdi ise her şey ortaya çıktı.

Sizce dayı ve yeğen arasında tam olarak neler yaşanacak?

Melek'in malikaneye gelmesini bekliyor muydunuz?

Peki Bige ile barışacağını tahmin ediyor muydunuz? Son bir kez daha denemek istediler ve evliliklerine bir şans daha verdiler. Umarım bu sefer her şeyi doğru şekilde yaparlar.

Bir önceki bölümde Karun, Bige'nin ona gideceğinden çok emindi ama Bige'nin son hamlesinden sonra Fransa'ya giden o oldu. Bunun olacağını kimler tahmin etti?

Peki, Bige'nin bir soyguna karışacak kadar ileri gitmesi kimlere sürpriz oldu. Bu kız mümkünse hiç içmesin çünkü içince delice şeyler yapıyor.

Bige boşanmaktan vazgeçip evliliğine bir şans daha verdi fakat bu kararı babasının hiç hoşuna gitmeyecektir. Bakalım neler olacak?

Şimdilik bu kadar. Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Lütfen okuduğunuz bölüme bol bol yorum yapıp oy vermeyi unutmayın. Özellikle yorumlarınız beni motive eden tek şey.🦋

Continue Reading

You'll Also Like

2.5M 134K 15
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
371K 15.6K 21
Kader midir iki insanı bir araya getirip sonsuz yolculuğa çıkaran, yoksa atılan ilk adım mıdır aslında kader çizgisini oluşturan? Yazar Rüya Alaca'nı...
3.2K 632 37
Fransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde yaygınlaştı. Artık cinsiyet ya da statü...
5.1K 703 7
"Gökte yan yana uçan iki kuş, Yerde bir ağacın sıkıca sarılmış dalları olacağız." Günlerin sonunda dünya ve cennet bile kaybolur. Ama ayrılığımızın...