SAKA VE SANRI

By Maral_Atmc6

18M 1M 1.6M

"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin fa... More

Giriş.
(1) Kiminle Evli?
(2) Aşkın En Çirkin Olanı.
(3) Karım Mı?
(5) Metres!
(6) Masa Altı Oyunlar.
(7) Teklif Edilen Para.
(8) Babam Gibi...
(9) Bahis
(10) Sanrı'nın Karısı.
(11) Güzellikle Veya Zorla!
(12) Kalbini Ört Üşümesin.
(13) Öpmek Geldi İçimden.
(14) Çağırın Gelsin!
(15) Mahşerin Resmi.
(16) On Bir Milyonluk Öpücük.
(17) İlk Hediye.
(18) Gönül Suçu.
(19) Kırılmışsa Kanatları.
(20) 13 Haziran Etkisi.
(21) Gitme Üzerinde Eflatun Bir Elbise Var!
(22) Son Öpücük
(23) Kusursuz Kaos.
(24) Beni Nasıl Unutursun?
(25) İhtiras
(26) Denemedim Demeyeceğim.
(27) Kaçış Planı.
(28) Soğuk Savaş.
(29) Karım Ol!
(30) Beni Benimle Aldat.
(31) Kralın Tahtı Yıkıldı.
(32) Her Şeyi Benden İste.
(33) Erkek Dayanışması.
(34) Soğuk, Çok Soğuk.
(35) Bunu Bana Nasıl Yaptı?
(36) Bir Menekşe Kokusu. (Sezon finali)
Duyuru
(37) Nefesim Gidiyor
(38) Gözlerime Ağlamayı Öğretti.
(39) Ellerimle Gömdüm Seni
(40) Tüm Umutlar Tükendiğinde...
(41) Beni Affetmenin Bir Yolunu Bul
(42) Seni Tekrar Kaybedemem
(43) Sol Göğsümdeki Damga
(44) Masadaki Şüpheli Yemek
(45) Kal Dersen Kalırım
(46) Uyanmaktan Korktuğum Bir Rüyasın.
(47) Hamile Miyim?
(48) İstenmeyen Bebek
Alıntı

(4) İlk İzlenim İçin Berbat Bir Başlangıç.

288K 20.4K 35.4K
By Maral_Atmc6

Medya: Bige için seçtiğim model Paola Cossentino. Onu görür görmez Bige için doğru kişi olduğunu anladım. Benim için Bige'nin modeli artık bu kadın ama tekrar söylüyorum aklındakilerle uyuşmayan kişiler kendi hayal gücüyle devam edebilir. Bana bu modeli tavsiye eden de sizden biri olduğu için ona teşekkür ederim.🌺

Not: Bige için doğru modeli bulduğumu düşündüğüm için modeli artık değişmeyecek.

Lütfen okuduğunuz bölüme oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın.

Bige.

"Kaderin işleyişi çok farklıydı. Bazen beklediğiniz kişi sizden kilometrelerce uzakta ve farklı bir şehirde sizin ona gitmenizi bekliyor olabilirdi."

Gündüz vakti sarhoş olmak istemediğim için elimdeki kokteyli küçük yudumlarla içiyordum. Zaten beni sarhoş etmesin diye alkolünün az olmasını istemiştim. İstanbul'a geleli beş saat olmuştu ve henüz sabah bile olmamıştı. İyi bir otelde oda kiralamıştım. Bir kişi için fazla büyük bir odaydı. Tek kişilik odalar varken iki kişilik odalardan istemiştim. Ben ve yalnızlığımın içine sığabileceği kadar büyük olsun istemiştim. Belki de hiçbir yere sığamadığım için beni boğmayacak bir oda istemiştim.

Odaya yerleştikten sonra yol yorgunluğumu atmak için güzel bir banyo yapmıştım. Daha sonra bir davete gider gibi özenle hazırlanıp otelin barına gelmiştim. Tek başıma bir şeyler içerken aşağıdaki insanları izliyordum. Bu tür yerlerde paran olduğu sürece saygı görürsün. Harcadığı paranın hesabını tutan biri değildim. Bu gece için barda özel bir loca kiraladım. Aşağıda dans edip sarhoş olan insanların kolayca bana ulaşacakları bir yerde olmak istemedim. Eğer burada uzun süre kalacak olsaydım belki VIP üyelerinden biri olabilirdim. Bulunduğum ortamlarda bana saygı duyulmasını seviyorum. Her ne kadar çoğu saygıyı parayla satın alıyor olsam da.

Yarın sabah Karun Kalender ile konuşmaya gitmeden önce bu gece biraz kendimden geçmeliyim.

Garson yanıma gelip masama bir kadeh beyaz şampanya bırakınca şaşırdım. Elimdeki kokteyli gösterdim. "Zaten içiyorum yenisini istemedim." Burayı seçkin bir yer diye seçmiştim ama istemeden masaya gelen içecek fazla abes kaçıyordu.

"Güven Bey'in size ikramı efendim," diyen çocuk karşımdaki locayı işaret etti. Başımı küçük bir açıyla kaldırınca orada beni izleyen birini gördüm. Garson üzerine düşen işi yaptığı için gitmişti. Buranın ışıklandırması biraz loş olduğu için hafif gölgedeydik. Fakat bu onu iyi görmeme engel değildi. Çok rahat elli yaşında vardı. Siyah, şık bir takım elbise giyen adam kendi locasında beni izliyordu. Arkaya doğru taradığı gür saçlarının neredeyse tamamı beyazdı. Saçlarındaki aklar onu fena göstermiyordu. Dik bir açıdan dikdörtgen bir yüz yapısı olduğunu söyleyebilirim. Biliyorum kaba bir tabir fakat çene yapısı köşeli olan herkes için bu terimi kullanırdım.

Beni izlerken elindeki kadehi hafifçe bana doğru kaldırdı ve bir yudum içti. Bunu yaparken gözlerini benden ayırmamıştı. Senin şerefine der gibi içkisini içmişti. Bana gönderdiği kadehi aldım ve gözlerinin içine bakarak kadehi ona doğru kaldırdım. Tıpkı onun gibi kadehi hafifçe kaldırdım fakat içmek yerine bileğimi büktüm ve kadehin içindeki tüm şampanyayı masaya döktüm. Masaya dökülen şampanya üzerimdeki beyaz elbiseye sıçramıştı ama bunu umursamadım. Yeni bir elbise almak benim için zor değildi.

Yaptığım şeyi sadece izlemekle yetinmişti. Ne kaşlarını çatmıştı ne de en küçük bir tepki vermişti. Hayır, bu adam genç kızları parasıyla büyülemeye çalışan biri olamazdı. Eğer öyle olsaydı şampanyayı dökmeme bozulurdu. Farklı bir amaç için burada olduğunu anlayacak kadar iyi analiz yaparım. Gözlerinde bana yönelik herhangi bir beğeni yoktu. Genç kadınlarla takılıp kendini genç hissetmek isteyen o çapkın adamlardan biri olmadığı çok açıktı. Asıl amacı neydi?

Gözleri saçlarımdaki siyah kurdeleli tokadan oyalanınca derin bir nefes aldım. Kafamda taşıdığım bu uğursuz tokaya kim bakarsa baksın hep rahatsız oluyordum. Evlendiğim gün bile bu tokayı çıkarmamıştım. Hatta Serhat'ın evli olduğunu öğrendiğimde bile bir tek bu tokayı çıkarmamıştım. Üzerimdeki gelinliği ve saçlarımdaki diğer tokaları hırsla çıkarmıştım fakat saçlarımın sol tarafına taktığım bu tokayı çıkarmamıştım. O an ki öfkem ve kırgınlığım bile bana bu tokayı çıkartamamıştı. Sevdiğim birinin hediyesi falan değildi ama takıyordum.

Tokaya bakması tüm keyfimi kaçırdığı için ayağa kalktım. Büyük ihtimalle bu kadar şık bir kadının neden böyle eski bir toka taktığını merak etmişti. Evet, yıllardır taktığım için siyah rengi canlılığını yitirmişti. Garsonu çağırıp bu sefer daha sert bir şeyler istedim. Sanırım sarhoş olmak istiyordum. Kısa sürede garson bir şişe viski açarak masama geldi. Onu gönderip kadehimi kendim doldurdum. Viski kadehini kafama dikip hepsini içtim. Tekrar doldurdum ve hızlı bir şekilde tekrar tüm kadehi bitirdim. Serhat ile olan anılarım aklıma geldikçe beynimi içkiyle uyuşturmak istedim. İkinizi de seviyorum nedir ya? Bir insan aynı anda iki kadını sevemezdi ki!

Hem beni hem karısını sevdiğini söylerken ne kadar da rahattı.

"Adi herif!" Bu sefer kadehi doldurmakla üşendiğim için şişeyi kafama diktim. Çatlayana kadar içerken viskinin bir kısmı dudaklarımdan boynuma akmıştı. "Evliymiş ya evliymiş!" Babam bunu bir duysa beni evlatlıktan reddederdi.

"Koskoca Albay Asım Saka'nın kızı dört ay boyunca evli bir adamın metresi olmuş," diyerek gülmeye başladım. "Ne büyük rezillik ama." Gülüşüm dudaklarımda solarken bu seferde ağlamaya başladım. "Ablam gibi beni de hayatından çıkaracak." Babam öğrenince benden utanacak, yüzüme bile bakmayacaktı.

Onu utandırmak istememiştim.

Benimle gurur duymasını isterken onun için bir utanç kaynağına dönüşmüştüm.

Şişenin dibini bulmuşken baygın gözlerle başımı kaldırdım. Karşımdaki locada oturan adamın hâlâ beni izlediğini gördüm. Gözlerini benden ayırmadan ayağa kalkıp bana doğru geldiğini bulanık gözlerle gördüm. "Bir sen eksiktin." Sessizce söylenip ayağa kalktım. Çantamı alıp masaya para bıraktıktan sonra ona sırtımı döndüm. Bu kadar sarhoşken kimseyle uğraşamam. Bu yüzden buradan ayrılmak için onun bana yaklaşmasını beklemedim.

Bardan ayrıldıktan sonra sarhoş bir halde asansöre bindiğimde peşimden geliyordu. Neyse ki daha o içeri girmeden kapılar kapanmıştı. "Manyak!" diye söylenip sırtımı duvara yasladım. Normalde bu kadar korkmazdım ama her şeyi bulanık görürken olası bir tehlike anında kendimi koruyacağımı sanmıyorum. Bunun için önce ayılmam gerekiyordu.

Asansörden inip odama doğru yürürken dönüp arkamı kontrol ettim. Kimseyi göremeyince rahat bir nefes alarak önüme döndüm. İstanbul'a gelir gelmez herhangi bir belaya bulaşmak istemiyorum. Zaten belanın en büyüğü başımdaydı. Daha yarın Karun'un şirketine gidip bu boşanma işini konuşacağım!

Umarım babamın kulağına gitmeden hızlıca boşanırdım.

***

Taksiden inince yolun tam ortasında durmuş birbirinin karşısında olan iki holdinge bakıyordum. Evet, Tunus Reklam Ajansı ve Kalender Güvenlik şirketleri birbirinin tam karşısındaydı. Kırmızı ışık yandığı için yolun ortasında durmuş sağımda ve solumda duran devasa cam kulelere bakıyordum. Anlaşılan bu iki adamın hakkında çıkan söylentiler asılsız değildi. Bu iki adam gerçekten her konuda birbiriyle yarışıyor olmalıydı. Sanki koskoca şehirde başka yer yokmuş gibi birbirinin karşısına iş yeri kurmuşlardı. Karun'un şirketi Duha'nın iş yerine göre biraz daha büyüktü. Sinirden güldüm. Okuduğum haberlere göre Karun özellikle kat sayısını arttırmıştı. Koskoca adamlar çocuk gibi yarışıyorlardı. "İnanılır gibi değil."

Şu anda bulunduğum nokta ikisinin arasıydı. Kendimi bu konuma nasıl düşürdüğümü hâlâ anlamış değilim. Korna sesleri duyunca yavaşça arkama doğru döndüm. Siyah camlı iki araba bana korna çalmıştı. İkisi de yan yana duruyordu ve arkalarında konvoy gibi bir sürü araba daha vardı. Bu iki arabayı takip eden konvoyu görünce kendimi ister istemez Cumhur Başkanı'nın geçeceği yolun tam ortasında duruyormuş gibi hissettim. Öndeki lüks arabalardan tekrar korna sesi gelince kaşlarımı çatarak kırmızı ışığı işaret ettim. "Kör müsünüz, hâlâ kırmızı ışık yanıyor!" Şu anda geçit hakkı onların olmadığı için istediğim kadar burada durabilirim.

İki arabanın da arka kapısı açıldı. İki kişi aynı anda arabadan inmişti. Birbirine kısaca bakan adamların birbirine attığı ters bakışları gördüm. Daha sonra ikisi de hızlıca bana doğru yürüdü. Sinirli bir şekilde bana doğru gelen adamları boş gözlerle izledim. Gözlerimdeki güneş gözlüğünü çıkartıp beklemeye başladığımda ikisi de adım atmayı bırakmıştı. Gözlerimi gizleyen gözlüğü çıkardığım için yüzüm tam anlamıyla ortaya çıkmıştı. Tanıdık mı geldim, bilmiyorum ama kısa bir an duraksadılar. Karun'un şirketinin tarafındaki sarışın adam başını çevirip arabaya baktı. Aynı şekilde kahverengi saçlı adam da diğer arabaya bakmıştı. O arabaların içinde kimler var bilmiyorum fakat bu iki adam, 'şimdi ne yapacağız,' der gibi onlara bakmıştı.

İkisi tekrar bana doğru dönüp yürümeye başladı. Yüzümü gördükleri an o sinirli tavırları bir anda kaybolmuş yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Öyle bir yerde duruyordum ki kendimi ister istemez araba yarışını birazdan başlatacak kadın gibi hissettim. Tabii benim üzerimde ince askılı bir atlet ve kot şort yoktu. Bunun yerine içime giydiğim siyah sütyeni gösteren beyaz, ince bir bluz ve siyah kalem eteğim vardı. Siyah stiletto ayakkabılarım sivri uçluydu ve küçük çantam elimde duruyordu.

Biliyorum bir iş görüşmesine gider gibi resmi ve birazda iddialı giyinmiştim. Ama ilk izlenim daima çok önemli olduğu için boşanmayı konuşurken iyi bir etki bırakmak istedim. Tamam, belki kırmızı rujum biraz abartılı olabilir ama kırmızı ruj seviyordum.

Bu iki adam tam karşımda durunca sarışın olan, "Hanımefendi yolun tam ortasında durduğunuzun farkında mısınız?" dedi kibar bir sesle. Yeşil gözleri bana karşı sabırlı olmaya çalışır gibi bakarken kaldırımı işaret etti. "Duracağınız yer orası."

Benden birkaç yaş büyük gösteren adama bakıp, "Geçince ne olacak?" dedim düz bir ifadeyle. "Siz geçebilecek misiniz? Kırmızı ışık yandığı sürece siz bir yere hareket edemezsiniz ve ben burada durmaya devam edebilirim."

"Çattık iyi mi," diyerek derin bir nefes aldığında yumuşak yüz hatları dikkatimi çekti. Evet, sesini kibar çıkarmaya çalışsa da aslında sert bir ses tonu vardı.

Fakat buna tezat oluşturacak şekilde yüz hatları oval ve yuvarlaktı. Renkli göz sevmediğim için çoğu kişiye güzel gelecek yeşil gözleri bana fazla sıradan geliyordu. Üstelik saçları güneşte daha parlak görünecek kadar sarıydı. Aynı şekilde sarışın veya kumral da pek sevmezdim. Fakat yumuşak yüz hatları onu sevimli gösterdiği kadar ilgi çekici biri de yapıyordu. Lakin içimden bir ses göründüğünün tam tersi olduğunu söylüyordu. Çünkü kibar yaklaşımına rağmen cebindeki elinin yumruk olduğunu görebiliyorum. Her an suratıma yumruğunu geçirecekmiş gibiydi. Kendi iyiliği için buna kalkışmasın yoksa arabaya bir kolu kırık dönerdi.

"Yeşil yanıyor," dedi kahverengi gözlü olan. Aslında saçları da gözleriyle aynı renkteydi. "Yoldan çekilsen mi artık?" dediğinde yanındakinin aksine resmi bir şekilde konuşmuyordu. Tanıdığı biriyle konuşur gibi çok rahattı.

Yeşil yandığı için tek kelime etmeden kaldırıma çıktım. Geçiş hakkı artık onlarındı. Kaldırıma çıktığımda iki adam da arabalara bindiler fakat yoldan çekilmeme rağmen iki arabada hareket etmedi. Bilemiyorum sanki o arabadakiler beni izliyor gibiydi. Siyah filmlerin ötesinde kim veya kimler var, bilmiyorum ama üzerimde hissettiğim bakışlar azımsanamazdı. Bir süre sonra arabalar hareket etti ve konvoy ikiye ayrıldı. Bir kısmı Karun'un şirketine girerken diğer kısım da Duha'nın şirketine girdi. Arabalar gözden kaybolduğu sırada telefonum çaldı. Babamın aradığını görünce korkuyla irkilirken yürümeyi bıraktım. Sanki karşımdaymış gibi çantayı tutan elim yanımda düz bir şekilde durmuştu. Evet, farkında olmadan yine omuzlarımı dikleştirip hazır ol pozisyonu almıştım. Bu adamın üzerimdeki etkisi müthişti.

"Merhaba baba," dediğimde bir kez daha burada olmadığına kendimi ikna ettim ve şirkete doğru yürümeye başladım. "Nasılsın? Büyükbabam nasıl?"

Sıkıntılı sesini duydum. "Bırak şimdi onu sen neler yapıyorsun?" Doğrudan sadede gelmek onun yapacağı bir şeydi.

"Bu sabah Mısır'a geldim." Yalan söylemeye devam ettim. Güvenlik bariyerinden geçerek şirkete girdim. "Şu anda bir oteldeyim yarın sabah ekiple birlikte turumuz başlayacak."

Hiçbir zaman büyüdüğümü kabul etmediği için, "Yanına gerekli şeyleri aldın mı?" diye sorunca güldüm. "Albayım eğer bana ait olmayan bir silahla uçağa binmeye kalkışırsam yakalanıp kodese atılırım." Evet, babamın bahsettiği gerekli şeyler tehlikeli şeylerden oluşuyordu.

Sinirli sesini duydum. "O zaman inadı bırak ve sana üzerine ruhsatlı bir silah alalım."

"Yumruklarımda bir silah sayılır. Ayrıca metal dedektöründen geçerken de hiç ötmüyorlar."

"Kiminle konuştuğunu sana hatırlatırım Efil," deyince yutkunurak durdum. "Karşında laobali hareketlere tahammül etmeyen biri var," diyerek bana haddimi bildirdi. Babama karşı şaka içeren cümleler kuramazdık.

"Üzgünüm haddimi aştım," dedim ve kendimi toparlamak için derin bir nefes aldım. "Şimdi kapatmam gerekiyor lütfen büyükbabamla ilgilen," dedikten sonra telefonu kapattım. Keşke arada emireli yerine kızıyla konuştuğunu hatırlasa.

Resepsiyona doğru yürüyüp, "Merhaba," dedim. "Karun Bey ile görüşmek istiyorum."

Adam kısaca bana bakıp başını salladı. "Randevunuz var mıydı?" Kayıt defterini açınca, "Randevum yok ama onu görmeliyim," diyerek ondan anlayış göstermesini istedim. "Lütfen bana yardımcı olun uçağım akşam kalkıyor. Bir an önce onunla görüşüp buradaki işlerimi halletmeliyim." Boşanma evraklarını imzalattıktan sonra adliyeye uğrayıp davayı açacağım. Boşanma davasını açtıktan sonra toparlanıp yeniden Adana'ya döneceğim. Uçak biletimi bile almışken her şeyi bugün halletmek istiyorum.

Resepsiyondaki adam başını iki yana salladı. "Üzgünüm ama randevunuz yoksa Karun Bey ile görüşemezsiniz." Kimliğim yenilenseydi çıkartıp Bige Saka Kalender yazan kimliği gözüne sokardım. Fakat kayıtlarda onun soyadını almama rağmen nüfus müdürlüğüne gidip kimliğimi yenilemek için herhangi bir başvuru yapmadım. Yakın zamanda boşanacağımız için gerek de yoktu.

"En azından onu arar mısınız?" Buraya kadar gelmişken elim boş bir şekilde dönmek istemiyorum. "Onu arayıp Bige Saka Kalender'in geldiğini söyleyin belki benimle görüşmek ister," dediğimde Kalender ismini duyan adam şimdi daha dikkatli bir şekilde bana bakıyordu. Karşısındaki kadının Karun'un bir akrabası olup olmadığını anlamak istediğine eminim.

"Kimliğinizi görebilir miyim Bige Hanım?" dediğimde gülümsedim. "Bende daha iyisi var," dedikten sonra çantada evlilik cüzdanını çıkartıp ona uzattım. Her ihtimali düşünerek otelden çıktığım için memnunum.

Evlilik cüzdanını açınca Karun ve benim yan yana duran fotoğraflarımızı görmek onu afallattı. Gözleri yuvalarında fırlayacakmış gibi irice açılırken, "Bu nasıl olur?" diyerek önce bana sonra evlilik cüzdanına bakıp bakıp durdu. Bizde bilmiyoruz nasıl olduğunu.

"Beyefendi, kocamın iş yerinde beni haddinden fazla beklettiğinizin farkında mısınız?" Burnu havada bir kadına bürünüp, "Karun bu durumdan hiç hoşlanmayacaktır," dediğimde yutkunuşunu gördüm. "Be-ben," derken şoku üzerinde hâlâ atamamıştı. Rengin Zorlu ile bir düğün beklerken Bige Saka'yla evli olduğunu öğreniyordu. Eğer çenesi düşük biriyse yarına şirketteki herkes Karun'un benimle evli olduğunu öğrenirdi.

Hemen telefonu kulağına yaslayıp birkaç tuşa bastı. Bunu yaparken meraklı gözleri üzerimdeydi. Sadece o değil resepsiyona bakan diğer çalışanlar da konuşmalarımızı duyduğu için gizli gizli bana bakıyorlardı. Onları fark ettiğime göre pek de gizli değildi. İki kadın çalışanın fısıltılarını bile duyabiliyorum. Karun'a büyük geçmiş olsun çünkü yarına kalmadan gün içindeki herkes evli olduğunu öğrenmiş olacaktı. Böyle olmasını istemezdim ama onunla görüşmek için nikah cüzdanını göstermeye mecbur kaldım.

"Füsun Hanım," diyen adam gözlerini üzerimden çekmeden telefonla konuşmaya başladı. "Karun Bey'in eşi Bige Hanım'ı size yönlendiriyorum lütfen ilgilenin," dedikten sonra telefonu kapatıp hızlıca bir şeyler yazdı. Yazdığı notu kopartıp bir kartla birlikte bana uzattı. "Dışarıda gelen misafirlerimizin yukarı çıkması için tek kullanımlık kartlarımız," diyerek bana küçük bir açıklama yaptı. "Burada güvenlik hat safhada olduğu için bu kart olmadan ne asansörler çalışır ne de ofislerin kapısı açılır." Gözleriyle notu işaret etti. "Hangi kata çıkacağınız yazıyor." Tamamen kart sistemiyle çalışan bir şirket mi? Gerçi uluslararası bir şirketten daha azını da beklemiyordum.

Ona teşekkür ettikten sonra asansöre doğru yürüdüm. Resepsiyondakilerin arkamdan bakıp dedikodu için fazla beklemediklerini tahmin edebiliyorum. Kartı asansöre okutunca kapılar açılmıştı. El taraması da vardı ama neyseki benden böyle bir şey istemedi. Asansöre bindikten sonra on dördüncü kata bastım çünkü notta böyle yazıyordu. Kapanan kapılarla asansör yukarı çıkarken aynadan kendime baktım. Saçlarım gayet düzgün göründüğü için bu konuda endişelenmeme gerek yoktu.

Yüzümdeki makyaj orantılı olduğu için çok fazla göze çarpmıyordu. Bluzumun uçlarını eteğin altına koyduğum için kalem eteğim göğsümün altından başlayıp dizlerimin üstünde bitiyordu. Belimi sıkıca saran etek belimi daha ince ve kalçamı daha dolgun gösteriyordu. İnce bluzun yakası açık olduğu için sütyenin siyah rengi görünecek kadar göğüs dekoltem vardı. Fena görünmüyordum. Çantamdaki kırmızı ruju çıkartıp rujumu yeniledikten sonra gülümsedim. Saçlarımdaki siyah, kurdeleli toka bile bu sefer kötü durmuyordu.

Boynumdaki kızarıklığı saçlarımı önüme çekerek gizledim. Bu izi gören insanlar yanlış anlayabilirdi. Bu tür izler çok fazla tenimde kalırdı çünkü ben tam bir dövme aşığıyım. Fakat kalıcı dövmeler beni korkuttuğu için kalemle tenime bir şeyler çizerdim. Tabii sıkılınca sildiğim için bir süre kalemin tenimde bıraktığı izi kalırdı. Bazen boynuma, bazen göğsüme, bazense bacağıma bir şeyler çizer sonra fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşırdım.

Çok iyi çizim yaptığım için takipçilerim çoğu zaman dövmelerimi gerçek sanıyordu. Oysaki yumruk yemekten bile korkmayan kadın dövme iğnesinden deli gibi korkuyordu. Bir gün cesaretimi toplarsam kendime gerçek bir dövme yaptıracağım. Tabii önce babamdan izin almalıyım çünkü buna şiddetle karşı çıkıyordu. Hatta bir seferinde boynuma çizdiğim şeyi gerçek sanıp çok kızmıştı. Ayrı eve taşınsam bile babam hâlâ hayatımın her yerindeydi.

Kapılar açılınca ruju çantama koyarak asansörden indim. Kendimi gri renklerin hakim olduğu ferahlatıcı bir yerde bulmuştum. Şimdi sırada Karun ile görüşmek vardı. Burada çok fazla koridor ve ofis göründüğü için hangisi olduğunu bilemedim. Elimdeki kâğıda bakınca bir şeyler okudum ama okuduklarımdan hiçbir şey anlamadım. Daha önce bir şirkette hiç bulunmadığım için burada yazan bölüm isimlerini anlamıyorum. Karşımdaki resepsiyona doğru yürüyüp kadına elimdeki kâğıdı uzattım. "Lütfen yardımcı olur musunuz? Genel Güvenlik Yönetim bölümünden 7.ofisi arıyorum," dediğimde kadın notu kontrol edip, "Üçüncü koridor beşinci kapı," deyince kendimi ciddi anlamda bir aptal gibi hissetmeye başladım. Tam olarak ne diyor?

"Üçüncü koridor nerede?"

Başını eğip bilgisayardaki işleriyle ilgilenirken kısaca, "Bu katta," dedi. Ama tam olarak neresinde?

"Hanımefendi bu şirket tıpkı hastane veya hamile bir kadın gibi enine genişliyor. Tam olarak hangi tarafta bu koridor?" Burada nereye baksam çok rahat bir koridor bulabilirdim. Tam olarak hangisinden bahsediyordu?

İlgisiz bir sesle, "Sol tarafta," dedi. "Duvardaki işaretleri takip edin bulursunuz."

"Sonunda bir sandık altın da bulacak mıyım?" Hazine avına çıkmışım gibi hissetmeye başladım.

Başını kaldırıp, "Anlamadım?" deyince daha fazla onunla uğraşmak istemediğim için soldaki koridora doğru yürüdüm. Fakat solumdaki koridorun tam zıt yönünde de bir koridor olduğunu görünce, "Bari bunlardan hangisi onu söyleyin!" diyerek kadına doğru döndüm. Labirent gibi bir yerdi burası.

Bıkkın gözlerle bana bakıp, "Soldaki," dedi.

"Sizin mi yoksa benim mi solum?" Hayır, aptal değilim sadece anlamaya çalışıyorum.

Artık o da sıkılmış gibi bana bakıyordu. "Düz bir şekilde ilerleyin lütfen," deyince çıldırmak üzereydim. "İki koridorun tam ortasında durduğumun farkında mısınız? Düz bir şekilde ilerledikten sonra hangisine gireceğim?" diye sorduğumda kadın her an imdat diyerek yardım çağrısından bulunabilirdi.

Arkamda gülen bir ses duydum. "Onunla ben ilgilenirim," diyen sese doğru dönünce soldaki koridorda bana doğru gelen adamı gördüm. Onu hemen tanımıştım. Evet, yolda gördüğüm o sarışın adamdı. Takım elbisenin içinde her anlamda burada çalıştığını gösteriyordu.

Yanıma geldiğinde bugün yolda yaptıklarımı bana hatırlatmak ister gibi yüzünde alaycı bir ifade vardı. Herhangi bir rezillik falan çıkarmadım çünkü onları hiç uğraştırmadan yoldan çekilmiştim. "Sanırım iki yolun tam ortasında durmak hep yaptığınız bir şey," dediğinde iki koridorun ortasında bulunduğuma değinmişti ama asıl değindiği şey yolda olanlardı.

"Yön duygum zayıf diyelim," dedim. Yolda olanları uzatmak istemediğim için konuyu kapatmak istedim. Fakat büyük bir kinaye barındıran gözlerini bana dikip, "O vakit her zamankinden daha dikkatli olun," diyerek beni uyardı. "Zira yanlış bir yola saparsanız bir daha çıkamayabilirsiniz çünkü bazı yollar saf karanlıktan oluşuyor." Nedense artık dışarıda olanları konuşmadığımızı düşünmeye başladım. Gözlerinin yeşiline çöken bu uyarı basit bir kırmızı ışık sorunu değil gibiydi.

Bana karşı büyük bir önyargı barındıran gözlerine bakıp, "Siz beni hiç merak etmeyin," dedim soğuk bir sesle. "Karanlığı herkesten daha iyi bildiğim için ben her şekilde yolumu bulurum."

Sözlerimiz kibardı fakat her an birbirimizin yakasına yapışacak kadar birbirimize düşman gözlerle bakıyorduk. Bu adamın bana karşı olan sinir bozucu tavırlarının bir açıklaması olmalıydı. Eliyle yolu gösterip, "Buyurun," deyince onu takip etmeye başladım. Bu küstah adamdan hiç hoşlanmadım.

Onu takip ederek bir ofise girdik. Masasında çalışan kadına, "Hanemefendiyle ilgilenin," dedikten sonra bu ofisin içinde olan kapıyı yaklaştı. Parmak izini sensöre okuttuktan sonra açılan kapıdan başka bir yere girdi. Kapı arkasında kapanınca camdan duvara bakıp, "Orada ne var?" diye sordum. Tamamı camdı ama içinde ne olduğu görünmüyordu. Sarışın adam bu camın arkasında bir yerdeydi.

"Karun Bey'in ofisi," diyen kadın bana küçük bir açıklama yaptı. Acaba camın diğer tarafındakiler bizi görüyor mu? Bu taraftan bakınca hiçbir şey görünmüyordu.

Cam duvara bakmayı bırakıp kadının masasının önündeki koltuğa oturdum. "Karun Bey ile görüşmek istiyorum," dediğimde kimsin sen dercesine yüzüme bakmaya başladı. Sarışın adamın beni buraya kadar getirmesi merakını cezp etmiş olmalıydı.

"Kenan Bey size bizzat eşlik ettiğine göre önemli bir şeyler olmalı," dedi meraklı bir ifadeyle. "Kim olduğunuzu öğrenebilir miyim?" Bu şirkete girdiğimden beri kendimi sorguya girmiş gibi hissetmeye başladım. Kimle karşılaşsam ona hesap veriyordum.

"Ben onun karısıyım," diyerek bu sefer doğrudan konuya girdim. "Onunla görüşmem gerek." Eğer Kenan denen adamın parmak iziyle onun ofisine girdiğini görmeseydim bir dakika beklemez kapıyı açıp içeri girerdim. Ama kapının kolu bile yoktu çünkü tamamen kart veya parmak izine programlanmıştı. Büyük ihtimalle bendeki tek kullanımlık kart o kapıda işe yaramazdı.

Karısı olduğumu söyleyince kadın saklamaya çalışsa da yüzündeki alaycı ifadeyi gördüm. Bana inanmıyordu. Uzun kirpiklerinden adeta ciddiyetsizlik akıyor ve kahverengi gözlerine yerleşiyordu. Tıpkı benim gibi kaküllü bir kadındı fakat onun saçları sarıydı. Doğal bir sarışın olmadığı kısa saçlarının diplerinden belli oluyordu. Saçları çenesinin hizasında olduğu için yüz yapısı olduğundan daha yuvarlak görünüyordu. Dudaklarındaki bordo ruj dışında yüzünde hiç makyaj yoktu. Otuzlu yaşların ortasında güzel bir kadındı. Masasının üzerinde duran isimlikte Füsun yazdığına göre bu onun adıydı. "Rengin Hanım ile evlenmek üzereyken onun eşi siz olamazsınız," deyince beni yalancı olmakla suçladığı için ona kızamazdım çünkü bu evlilik benim bile planlarımın arasında yoktu.

"Lütfen onu arayıp Bige Hanım'ın geldiğini söyler misiniz?" Artık birilerine bir şeyler kanıtlamadan onunla görüşmek istiyorum.

Füsun Hanım beni hiç uğraştırmadan masadaki telefonu alıp onu aradı. "Karun Bey burada eşiniz olduğunu iddia eden bir hanım var," dediğinde sesindeki bir şeyler sinirime dokunuyordu. "Bige Hanım ısrarla sizinle görüşmek istiyor," dedikten sonra yüzüme bakarken sesi özellikle dışarı vermişti. Çünkü Karun'un öyle bir kadını tanımıyorum diyen sesini bana dinletmek istemişti. Yüzündeki gizli sırıtmanın sebebi buydu.

Fakat telefonun diğer ucunda gelen ses, "Toplantım olduğunu biliyorsunuz Füsun Hanım," dedi. "Karımla bir süre sen ilgilen. Onu bekleme salonuna alıp bir şeyler ikram edin," deyince az kalsın telefon Füsun Hanım'ın elinden düşecekti. Bunları duymayı beklemediği için şaşkındı. İşin komik tarafı ben de en az onun kadar şaşkındım çünkü bende bunları duymayı beklemiyordum. Karımla ilgilen mi dedi o?

Evli olduğumuzu öğrenmiş!

Telefonu kapatan kadın şaşkınlığını korurken oturuşunu düzeltti. Şimdi karşımda az önceki gibi rahat değildi. Bir sürü soru sormak istiyor fakat buna cesaret edemiyormuş gibi bana bakıyordu. Ayağa kalkıp, "Benimle gelin Bige Hanım," dedi ama, "Burada beklemek istiyorum," dedim. Bekleme salonuna falan gitmek istemiyorum. Füsun Hanım tekrar yerine oturup, "Bir şey içer misiniz?" dediğinde şimdi bana karşı saygılı bir yaklaşım sergiliyordu.

"Kahve ama şeker olmasın lütfen," dedim. Bizim ailede kimse ne çayı ne de kahveyi şekerli içmezdi. Babam şeker sevmiyor.

Füsun Hanım kahvemi isterken bende gözümü cam duvara dikip beklemeye başladım. Umarım toplantısı bir an önce biterdi.

Ne kadar uzun sürebilir ki? En fazla bir saat beklerim.

Yedi saat sonra.

"Şaka mı bu!" diye bağırdım sinirden. Bu tam olarak ne tür bir toplantı bir türlü bitmedi! Yedi saat süren toplantı mı oluşmuş.

Artık sıkıntıdan patlamak üzereydim. Sabah saat sekizde buraya gelmiştim ama saat üç olmuştu. Yedi saattir beni burada bekletiyordu! Adliyeler kapanacak diye endişe ediyorum üstelik üç saat sonra uçağım kalkacaktı. Boşanma evraklarını imzalatmam, adliyeye gidip boşanma dilekçemi vermem ve otele gidip çıkışımı yapmam için çok az vaktim kalmıştı. Uçağı kaçırmak istemediğim için check-in işlemlerimi bile burada yapmıştım. Havaalanında bununla uğraşmak istemediğim için telefon üzerinden hızlıca hallettim. Yedi saat boyunca beni burada bekleterek sabrımı sınıyorsa son raddeye gelmek üzereyim! Üstelik Füsun denen kadın da aşağıda bir işi olduğunu söyleyip gitmişti. Yalnız kalınca daha çok sıkılmaya başladım. Bu adamın beni bu kadar bekletmeye hakkı yoktu. Yedi saat nedir ya!

Ofisin kapısı çalınca içeri giren aynı elamanı gördüm. "Tekrardan merhaba Bige Hanım," diyen bu çocuk yedi saat boyunca tam yedi kez buraya geldi. Her saat başı bana ya yiyecek ya da içecek bir şeyler getiriyordu.

Elinde tuttuğu paketi masanın üzerine bıraktı. "Öğle yemeğinizi yememişsiniz," dediğinde gözleri öğle bana getirdiği yemekte oyalandı. Masanın bir ucunda öylece duruyordu. "Karun Bey sevmediğiniz için yemediğinizi düşündüğü için sizin için bunları getirmemi istedi," diyerek yeni getirdiği paketi gösterdi ve beni yalnız bırakıp dışarı çıktı. Yine tek başıma kaldım.

Camın olduğu tarafa ters ters bakıyordum. Sürekli benim için bir şeyler istemek yerine beni içeri almalıydı! Karton paketi açtığımda bu sefer içinde çıkan şeyi görünce sinirden güldüm. Adana'lı olduğum için bana bol acılı lahmacun mu sipariş etti? Yanında şalgam suyu ve ayran vardı. Hangisini seçeceğimden emin değilmiş gibi iki içecek birden istemişti. Normalde olsa bu son gönderdiğini yerdim ama beni yedi saat boyunca bekleten birinin gönderdiği şeyleri yemeyecek kadar sinirliyim. Uyuşan vücudumu koltukta kaldırıp cam duvara doğru yürüdüm. "Hey!" diye bağırıp avuç içimi cama vurdum. "Beni bu kadar bekletmeye hakkın yok!"

"Sürekli bana bir şeyler göndermek yerine beni içeri al!" Ben camın diğer tarafında olanları görüp duymuyorsam, aynı şeyler içerdekiler için de geçerli olmalıydı. Bu yüzden sinirimi çıkarırken rahattım. En azından o görmese de içimdeki bu öfkeyi o görüyormuş gibi camdan çıkartabilirim.

"Bilerek beni beklettiğini düşünmeye başladım!" Cama son kez vurup ofisin içinde sinirden dönüp durmaya başladım. "Yarım saat daha beklerim ama daha fazla değil. Yarım saat sonra artık sen boşanmak için bana gelmek zorunda kalırsın!" Daha önce kimseyi bu kadar uzun beklemedim. Üstelik ben dakik biriydim. Babamın sert kurallarına doğduğum günden beri maruz kaldım. Bu yüzden hiçbir yere ne bir dakika geç giderdim ne de bir dakika erken. Alıştığım düzenin bozulması beni çılgına çevirirdi. Planlı ve programlı biri olduğum için bugün planladığım her şeye geç kalma düşüncesi beni deli ediyordu. İçeride aslında bir toplantı gerçekleşmediğine adım gibi eminim çünkü hiçbir toplantı yedi saat sürmezdi!

Masanın üzerinde duran fosforlu kalemleri görünce hepsini kutusuyla aldım. Büyük cam duvarın önünde durup kalem kutusunu yere koydum. Buradaki sandalyelerden birini alıp camın önüne çektim ve kalemleri sandalyenin üzerine koydum. Yedi saat boyunca ayaklarıma işkence eden stiletto ayakkabıları çıkartınca nasıl rahatladım anlatamam. Ayaklarımdaki kan dolaşımı adeta durmuştu. Çıplak ayaklarım soğuk zeminle buluşunca sesli bir şekilde iç çektim. Sandalyenin üzerine dikkatli bir şekilde çıktım ve eğilip kalem kutusunun içindeki siyah fosforlu kalemi aldım. Canım sıkıldığı için kalemin kapağını açıp siyah kalemle bir kuş çizmeye başladım. Devasa bir kuş çizmek istediğim için sandalyenin üzerine çıkmıştım. Kanatları camın büyük bir bölümünü kaplamalıydı. Akşama kadar beni burada bekletecekse kendime oyalanacak bir şeyler bulmalıydım.

Camında bıraktığım hasarı artık temizletirken bir kadını bu kadar bekletmemesi gerektiğini daha iyi anlardı.

Bir saat sonra.

Sekizinci saatimi geride bırakırken yüzüme gelen saçlarımı elimin tersiyle çektim. Elimdeki fosforlu kalemle saka kuşunun kafasının ön kısmını kırmızıya boyayınca işim bitmişti. Biraz geriye çekilip yaptığım resme tebessüm ederek baktım. Neredeyse üç kutu fosforlu kalem tüketmiştim ama ortaya çıkan sonuçtan memnunum. Evet, bendeki kalemler bitince çekmeceleri karıştırınca yenilerini bulmuştum. Çizdiğim saka kuşu devasa boyuttaydı. İki yana açtığı kanatları camın büyük bir bölümünü kaplıyordu. Kuşu siyah kalemle çizmiştim daha sonra kanatlarındaki her tüyü kahverengi kalemle boyamıştım. Tüylerinin aralarını ve uçlarını siyah kalemle gölgelendirmiştim. Kendime yaptığım dövmelerden daha güzel olmuştu.

Alnını kırmızı boyayla boyamıştım çünkü saka kuşlarının kafasının ön tarafı kırmızı olurdu. Bununla ilgili birçok rivayet vardı ama ne kadar gerçek olduğu sorgulanmalıydı. Gözlerini kahverengi, gagasını ise gri kalemle boyamıştım. Tamamen kendi zevklerimi konuşturarak çizdiğim kuşun üç boyutlu görüntüsü onu fazla gerçekçi gösteriyordu. Bir zamanlar Arkeoloji ve ressamlık arasında çok kararsız kalmıştım yani evet, iyi resim çizerim. Eğer bir arkeolog olmasaydım büyük ihtimalle ya ressam olurdum ya da bir grafiker.

Resmimi daha yeni bitirip altına imzamı atmıştım ki Karun'un kapısı bir anda açıldı. Dışarı çıkan adamı görünce bir elimde kalem kutusu diğer elimde siyah kalemle donup kaldım. Üstelik sandalyenin üzerinde çıplak ayakla duruyordum. İlk izlenim için berbat bir görüntü. Planladığım ilk izlenim bu değildi!

Şu anda aklımdaki o müthiş etkiden çok uzağım çünkü onda bıraktığım en büyük etki bir fiyaskodan ibaretti!

Ama o da dışarı çıkmak için duvarını boyamamı bekliyormuş!

Bir anda onu karşımda bulunca donup kalmıştım. Korkudan kaçmamak için kendimi zor tutuyordum. Daha önce fotoğraflarını görmüş hatta çoğu zaman onu kamera karşısında görmüştüm. Orada göründüğü gibi değildi çok daha fazlasıydı. Evet, onu baktıkça fotoğraflarından çok daha fazlası olduğunu görüyorum. Kumral saçlarının koyu rengi fotoğraflarda bu kadar çok belli olmuyordu. Saçları fotoğraflarda bu kadar düz, parlak ve canlı görünmüyordu. Favorileri kısa ve saçlarının üstü biraz daha uzundu. Renkli göz sevmezdim ama gözlerinin mavisi ilgi çekiciydi. Bu gözler baştan ayağa her zerreme kadar beni inceliyordu. Kaşları hafif çatık duruyor, mavi gözleri ne halt ediyorsun der gibi bana bakıyordu. Ne yaptığımı bende bilmiyorum herhalde.

Gözleri hırçın bir okyanusu andırıyordu ve her an beni içine çekip boğulmama neden olabilirdi. Gözlerinin bana bu kadar düz bakması endişelenmeme neden oluyordu. Dudağının üstündeki bıyıkları rahatsız edici şekilde gür değildi aksine ona çok yakışıyordu. Kirli sakalıyla muhteşem bir uyum içindeydi. Dudakları orantılı bir dolgunluktaydı ve aralıklı duran dudakları böyle çok daha dikkatimi çekiyordu. Belki de birazdan o dudaklardan ölüm emrim dökülecekti ama o, şu an için sadece beni izliyordu. Boğazında göze çarpan adem elmasını görünce yutkunuşunu görmek istedim. Yutkunduğunda boğazındaki o belirgin çıkıntının nasıl hareket edeceğini sebepsiz yere merak ettim. Düz, siyah yelekli bir takım elbise giymişti. Üzerine tam uyan takımın içinde her anlamda bir iş insanı profili oluşturuyordu. Beyaz gömleğin üzerine altı düğmeli kruvaze yelek giymişti. Terletmeyen viskon kumaştan olduğu çok açıktı fakat yeleğin üzerine takım elbisenin ceketini giydiğine göre pek terliyor gibi görünmüyordu. Nisan ayının sıcaklığını ince kıyafetimin içinde bile hissederken o, bu sıcağı hissetmiyor gibiydi.

Olması gerekenden daha uzun ona baktığımın farkındayım fakat bunu sorun etmedi çünkü o da haddinden uzun bir şekilde beni inceliyordu. Sürpriz bir şekilde evlendiğimiz kişiyi en ince ayrıntısına kadar izlerken ikimiz de bunu sorun etmedik. Çünkü buna hakkımız vardı, kiminle evlendiğimizi görmeye hakkımız vardı. Bu yüzden tek kelime etmeden karşımızdaki kişinin gözlerinin üzerimizde olmasına izin verdik. Kocamın bu kadar yakışıklı ve karizmatik olması ne yazık ki beni şanslı kılmıyordu çünkü bu adam bana ait değildi. Onunla ilgili hiçbir şey bana ait değildi ama gerçekten tapılası biriydi. Ona baktıkça Rengin denen kadının ne kadar şanslı olduğunu bir kez daha anlıyordum. Bu kadar baş döndürücü biriyle evli çıkmak zorunda değildim. Hayat resmen bana ne kaybedeceğini gör diyordu.

Lakin kalbimde başka bir erkeğin aşkını taşırken buna üzülmüyordum. Ben kendi aşkımı kaybetmişken başka bir kadının aşkıyla ilgilenmiyorum.
Birinin kocasıyla bir ilişki yaşamışken başka birinin nişanlısıyla herhangi bir şey yaşamayacağım. İyice rezil bir kadına dönüşmeyeceğim. Metres konumuna düşmüşken sanki bundan daha rezil bir şeye dönüşebilirmişim gibi.

Çizdiğim resme bakıp ilk konuşan o olmuştu. "İlginç bir çizim," dediğinde yüz ifadesi o kadar düzdü ki alay mı ediyor yoksa ciddi mi anlamadım.

Bir şeyler söylemek istedim ama kekeleyeceğimi fark edince kendimi toparlamak için derin bir nefes aldım. "Üzgünüm," dedim. Böyle bir durumda ne denilebilir ki.

"Üzgün müsün?" Eleştiren bakışlarını bana dikti. "Tam olarak hangisi için?" dediğinde ölümcül derecede soğuk bir tavrı vardı. "Önemli bir toplantının ortasındayken cama vurup bağırarak söylediklerin için mi, yoksa bir sandalyenin üzerine çıkıp çizdiğin bu resim için mi? Kurul üyeleriyle önemli bir karar alırken karımın bir kaçık gibi davranmasını tam olarak neye borçluyum?" diye benden hesap sorunca dilimi yutmuş gibi tek kelime edemedim. Gözlerimin içine bakarak karım derken hiç gocunmuyordu.

"Ne toplantısından bahsediyorsunuz?" diyerek üste çıkmaya çalıştım. "Beni bilerek beklettiğinizi biliyorum çünkü içeride kimse yok," demiştim ki odadan çıkan sekiz adamla ikinci kez donup kaldım. Aman Allah'ım içeride gerçekten birileri varmış! Ama hiç oluyor mu bu.

Ne yani şu zamana kadar gerçekten toplantıda mıydı?

Ya ben niye bir saat daha koltuğumda uslu uslu oturmadım ki!

Dışarı çıkan adamlarla Karun, ne diyordun der gibi bana bakınca utanç içinde kıvrandım. Sekiz saat sürecek kadar uzun olan toplantıları nereden bilebilirdim ki. İçeriden çıkan adamlar garip bir yaratık görmüş gibi gözlerini dikip bana bakınca utanç seviyem arşa çıktı. Üstelik hâlâ çıplak ayakla sandalyenin üzerinde duruyordum. Yardım hiç ummadığım birinden yani Karun'dan geldi. Yanıma gelip kollarını kaldırdı ve belimi tutup beni yere indirdi. Bir elini belime koyunca ürperdim. Tepki veremiyordum ama için için bunu neden yaptığını sorguluyordum.

Bakışlarını gözlerini bana diken adamlara çıkardı ve büyük bir soğukkanlılıkla, "Karımın kusuruna bakmayın beyler," dedi düz bir ifadeyle. "Arada böyle çılgınlıkları var ama bunun için onu suçlayamayız, değil mi? Sekiz saat boyunca beklemek her kadına bu tür şeyler yaptırabilir," dediğinde durumu kurtarmasına hayran kaldığım için afallayarak ona bakıyordum. Bu insanların karşısında beni küçük düşürmedi. Bunları söylemesini beklemiyordum.

Karşımızdaki adamlardan biri gülerek, "Karımı sekiz saat bekletseydim şimdiye camı kırmıştı. Bu konuda siz daha şanslısınız," diye dert yanınca diğerleri de güldü.

Hepsi bu ani evliliği sorgulasa da hiçbiri doğrudan sormaya cesaret edemedi. Karun hâlâ belimi tutarken sarışın adama bakıp, "Kenan," dedi. "Misafirlerimize yemeğe kadar eşlik et. Toplantıyla ilgili detayları yemekte konuşuruz," deyince Kenan başını sallayarak onlarla birlikte dışarı çıktı. Kahretsin, beni bu adamla yalnız bıraktılar. Herkes gittiğine göre artık rahat rahat canıma okurdu.

Yalnız kaldığımız an elini belimden çekerek benden uzaklaştı. Dokunuşundan kurtulduğum için rahat bir nefes aldığımı inkâr edemem. Elimdeki kalemleri masanın üzerine bıraktıktan sonra çantamı aldım. Doğru düzgün onun yüzüne bile bakmadan, "Geç oldu ben daha sonra gelirim," deyip hemen kapıya doğru yürüdüm. Evet, kaçıyorum.

Kapıya yetişmiştim ki, "Kaçmaya çalışmıyorsun değil mi?" diyen sesini duyunca ağlamak istedim. Tabii ki kaçıyorum!

Ona doğru dönüp boş bulunduğum için, "Çok mu belli oluyor?" dediğimde ne söylediğimi fark edince hemen, "Hayır," dedim panikleyerek. "Ben biraz hava alacaktım."

"Neden?" diye sordu düz bir ifadeyle. Kaçmaya çalıştığımı iyi biliyordu.

Aklıma gelen tek bahaneye sığındım. "Kabul edersiniz ki sekiz saat boyunca buradayım. Biraz temiz hava almaya ihtiyacım var."

Boş gözlerle beni izleyen adam, "Şimdi mi?" diyerek bir aptala bakar gibi bana bakmaya başladı. "Temiz hava almandan daha önemli bir konu olduğunu düşünüyorum."

Aynı alaycı ifadeyi takınıp ona baktım. "Sekiz saat boyunca ertelediğinize göre o kadar da önemli bir konu olmasa gerek," dediğimde bu konudaki kızgınlığımı gizleyemedim.

Umursamaz bir tavırla omuz silkti. "Zamanlaman bu kadar kötü olduğu için beni suçlayamazsın," dedikten sonra masadaki yiyecek ve içecekleri işaret etti. "Buna rağmen seninle ilgilenmeye çalıştığımı inkâr edemezsin. Karımı sekiz saat boyunca aç susuz bırakmak sence beni nasıl bir koca yapardı?" diyerek alay ettiğinde afalladım. Karım derken zerre kadar rahatsızlık duymuyordu. Aslında karım diyerek bana aramızdaki sıra dışı evliliği hatırlatıyor, cevap bekleyen gözlerle bana bakıyordu. En acısı da haklıydı. Ciddi bir toplantının içindeyken bile her saat başı birilerini arayıp benim için bir şeyler sipariş etmişti.

Bu adam tahmin edilemez çıkışlarıyla ilk günden beni ters köşe yapmıştı.

Yakama yapışıp kafama silah dayamasını beklerken tam tersi şeylerle aklımı karıştırıyordu.

Gözlerinin mavisinde gördüğüm meydan okumaya kaşlarımı çatmamak için kendimi zor tuttum. Evliliğimizi hatırlatıp beni köşeye sıkıştırmaya çalıştığını anlamıştım. Karım diyerek öyle bir şey söylemişti ki karşılık olarak ne söylemem gerektiğini bilemedim. "Sağ ol," dedim kuru bir sesle.

Kaşlarını büyük bir kibirle yukarı kaldırdı. "Sağ mı olayım?"

"Evet, sağ ol," dedim onda gördüğüm aynı küstah tavrı takınarak. "Kocamın ölmesini istemek beni nasıl bir eş yapardı?" diyerek durumu eşitlediğimde dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştuğuna yemin edebilirim.

Verdiğim karşılık beklenmedikti ama hoşuna gitmişti.

Ofisinin kapısını açıp emir veren bir sesle, "İçeri geç," deyince gerildim. Kapı açık kalmaya devam etsin diye elini bastırdığı el taraması kısmından çekmemişti. Ona doğru yürüdükçe arkaya doğru adım atmamak için kendimi zor tutuyordum. Her hareketimi izlediği için beni korkuttuğunu iyi biliyordu. Yanından geçip onun ofisine girdim. Peşimden gelince çelik kapı otomatik olarak kapandı. Arkamda olduğunun bilincinde korkumu yatıştırmaya çalışıyordum. Ferah ve güzel kokan bir odaydı. Gümüşi renklerle bezenmiş çok temiz bir ofisti. Neredeyse dört yanı camlardan oluştuğu için sıcağı içeriye çekmeliydi fakat soğuk hava üfleyen klima sayesinde burası serindi.

Masanın etrafından dönüp koltuğuna oturdu ve masanın önünde duran deri koltuğu işaret etti. "Otur," dediğinde konuşurken rahatsız edici derecede emir kipleri kullanıyordu.

Onunla gereksiz bir tartışmanın içine girip boşanma işini riske atmak istemiyorum. Bu yüzden şimdilik uysal kadını oynamaya karar verdim. İstediğim imzayı alana kadar suyuna gitmeliydim. Gösterdiği koltuğa oturunca alnımdaki teri elimin tersiyle sildim. Nedendir bilmem ama onun karşısında olmak soğuk terler dökmeme neden oluyordu. Her hareketimi izlediği için terlememi farklı bir şeye yordu. "Burası çok mu sıcak?" Masanın üzerinde duran kumandayı aldı. "Klimayı biraz daha açmamı ister misin?" dediğinde sanki bunu istemiyormuş ama beni memnun etmek için yapacakmış gibiydi. Ceketiyle durduğuna göre klimanın soğuğu onu rahatsız ediyor olmalıydı. Belki de hasta olduğu için sıcağı yeteri kadar hissetmiyordu çünkü ceketle bu havada durulmazdı.

Neden yaptım bilmiyorum ama, "Soğuk," dedim. Eğer üşüttüğü için yeteri kadar ısınmıyorsa benim için klimayı biraz daha açmasını istemedim. "Dereceyi biraz düşürebilir misiniz? Grip olduğum için soğuk terler döküyorum bu yüzden üşüyorum," diyerek yalan söylediğimde kaskatı kesilerek bana baktı. Sanki yalan söylediğimi ve bu yalanı onun için söylediğimi anlamış gibi gerilmişti.

Elindeki kumandayı bırakıp ayağa kalkınca bu sefer gerilen taraf ben oldum. Korkudan aldığım hızlı nefesleri gizlemeye çalıştım. Bu sefer daha yumuşak bir sesle, "Şunu daha normal bir hale getirelim," diyerek bana elini uzattı. "Karun Kalender," deyince ne yapmaya çalıştığını anlamadım. En azından normal bir tanışmayı hak ediyorduk değil mi? Ama sol elini uzatmıştı. Sağ elimde boya lekeleri var diye mi yoksa solak mı, bilmiyorum ama bana sol elini uzattı. Normal bir tanışmayı ters ellerle yapacaktık.

Bende ayağa kalkıp sol elimi kaldırdım ve elini tuttum. Eli soğuktu. Tuttuğum elini hafifçe sıktım. "Bige Saka Kalender," dedim gözlerine bakarak.

Onun soyadını kullandığım için kaşlarını alaycı bir ifadeyle yukarı kaldırmıştı ki, avuçlarının içindeki elime dikkati kaydı. Başımı eğince parmağımdaki yüzüğe baktığını gördüm. Alyansım sol elimdeydi. Başımı hafifçe çevirdim ve yanında duran eline baktım. Alyansı sağ elindeydi. Nişanlı olduğu için yüzüğü sağ elindeydi ve evli olduğum için Serhat'ın yüzüğü sol elimdeydi. Normal bir tanışmada olmaması gereken her şeye sahiptik. Ters ellerle tanışma faslına başlamıştık ve evli olmamıza rağmen başka insanların yüzüğünü taşıyorduk. Bu normal bir tanışma değildi. Burada olan hiçbir şey normal değildi.

Burada olan şeyler olmaması gereken her şeydi.

Elimi hafifçe sıkmasına rağmen gücünü iliklerime kadar hissetmiştim. Tanışma faslını bitirerek elini çekti ve tekrar yerine oturdu. Onu taklit ederek bende oturdum. Artık evliliği konuşmanın zamanı gelmişti. Bu konuşmadan uzun süre kaçamazdım.
"Şimdi beni iyi dinlemeni istiyorum Saka," dediğinde adımı kullanmak yerine soyadımla seslenmişti.

"Adım Bige," diyerek belki unuttu veya bilmiyordur diye adımı ona söyledim. "Adım Bige Efil. İkisinden birini kullanabilirsiniz." Daha ben buraya gelmeden beni araştırdığına eminim.

Başını ağır ağır salladı. "Adını biliyorum Saka."

"O zaman neden soyadımı kullanıyorsunuz?"

Basit bir şeyden bahseder gibi omuz silkti. "Çünkü soyadın güzel," deyince afalladım. Bu adam ya fazla rahattı ya da fazla açık sözlüydü. Yüz yüze geldiğimizden beri bazı şeyleri çok rahat söylüyordu.

Yine ne diyeceğimi ne tepki vereceğimi bilemediğim için, "Sağ ol," dedim.

Sabırlı olmaya çalışarak derin bir nefes aldı. "Uzun süre sağ olacağımdan emin olabilirsin," diyerek tehlikeli bir şekilde gözlerime baktı. "Ama senin ne olacağın tamamen söyleyeceklerine bağlı," dediğinde korkudan ürperdim. Sanırım tehdit ediliyordum.

Kollarını masaya bastırarak hafif öne doğru eğildi ve soğuk bakışlarını bana dikti. "Bugün senin için bir yabancı mı yoksa düşman mı olacağıma sen karar vereceksin." Seçeneklerin içinde dostluk yoktu. Ya bugünden sonra beni hiç görmezsin ya da düşmanın olarak her yerde karşında bulursun demek istiyordu.

Sesimi çıkarmadan onu dinlediğimi görünce bundan memnun kalmış gibi konuşmaya devam etti. "Bana bu evliliğin nasıl mümkün olduğunu tüm gerçekleriyle anlatırsan-" dedikten sonra masanın çekmecesinde pembe bir dosya çıkartıp bana doğru itti. "Boşanma evraklarını imzalayıp kendi yolumuza bakarız," dediğinde masadaki dosyaya kısaca baktım. Tıpkı benim gibi bu evliliği istemediği için boşanma evraklarını çoktan hazırlatmıştı.

"Ama gerçekleri gizlersen-" diyerek tehlikeli bir şekilde gözlerime baktı. "Beni düşmanın yaparsın ve emin ol düşmanın olmamı istemezsin," diye beni tehdit edince yine yutkundum. Gözünü bile kırpmadan beni öldüreceğinden en ufak bir kuşkum yoktu. Zira bunu yapacakmış gibi bakıyordu.

"Ben zaten er veya geç kimlerin bu işin içinde olduğunu öğreneceğim," derken bu konuda kendinden yana hiç şüphesi yoktu. Öğreneceğini biliyorum. "Sana kendini kurtarman için bir şans veriyorum. Eğer şimdi her şeyi anlatırsan bana verdiğin zarara rağmen seni incitmeyeceğim." Bu konuda söz veriyormuş gibi başını ağır ağır salladı. "Hiç karşılaşmamışız gibi hayatına devam edersin," dediğinde itiraf ediyorum bana karşı bu kadar iyi niyet göstermesini beklemiyordum. Bir an önce benden kurtulmak istemesine rağmen gerçekleri anlatırsam bana zarar vermeyecekti. Bu adamlar bulaşmak istediğim insanlar değildi.

"Bu bana da kurulmuş bir tuzak," diyerek ona karşı dürüst oldum. Onun gibi tehlikeli birini karşıma alacak kadar aptal değilim. Üstelik bugün bana karşı haddinden fazla sabırlı olduğu için gerçekleri bilmeyi hak ediyordu. Benim yüzümden daha fazla sorun yaşamasını istemiyorum. Evet, bilmesi gereken kısımları ona yalansız bir şekilde anlatacağım.

Az önce benim yaptığım gibi hiç konuşmadan beni dinliyor ve devam etmemi bekliyordu. "Âşık olduğum biri vardı ve evlenmek üzereyken zaten evli olduğumu öğrendim," dedim. Ona muhtemelen onun hikâyesini anlattım. Rengin ile evlenmek üzereyken evli olduğunu öğrendiğine eminim. Aynı şeyin benimde başıma geldiğini düşünmeliydi. Biliyorum er veya geç gerçekleri öğrenecekti ama o zamana kadar Serhat'a zaman kazandırmalıyım. Hak etmiyordu ama zarar görmesini istemiyorum. Karun, Serhat'ı şimdilik bilmemeliydi. Serhat çok uzaklara kaçmadan önce onu bilmemeliydi. Duha'dan bahsedebilirdim ama Duha'yı öğrenince bir şekilde onu konuşturup Serhat'ı öğrenmesini göze alamadım.

Yüz ifadesi o kadar boştu ki yalan söyleyip söylemediğimi anladığını bilmiyorum. Bir süre sadece boş boş yüzüme baktı daha sonra, "Hepsi bu mu?" diyerek dürüstlüğümü sorguladı. "Son kez soruyorum gerçekler bundan ibaret mi?" Sanki gerçekleri ona anlatmam için bana son bir şans daha veriyordu.

Keskin bakışları ok gibi beni delip geçerken, "Evet," demek için kendimi zorladım. "Hepsi bu."

Daha fazla üstelemedi ve uzanıp evrakları aldı. Hızlıca imzaladıktan sonra bana uzattı. "İmzala," dedi benden kurtulmak istercesine. "Mümkün olduğunca kısa sürede boşanmamız için ne gerekiyorsa yapacağım. En fazla bir hafta içinde boşanmış oluruz," deyince aceleyle uzattığı evrakları aldım. Biraz fazla hızlı almış olmalıyım ki bu onun dikkatinden kaçmamıştı. Büyük ihtimalle boşanma konusunda ona sorun çıkaracağımı düşünmüştü.

Anlaşmalı bir boşanma olacağı için mahkemeye bile gitmemize gerek kalmadan boşanmış olurduk. Bir arkadaşımın başına geldiği için biliyorum. Arkadaşım ve eski kocası anlaşmalı olarak boşanmaya karar vermişlerdi. Fakat bir süre sonra arkadaşım boşanmaktan vazgeçtiği için dilekçesini geri çekmek için adliyeye gitmişti. Ancak adliyede hakimin onları boşadığını öğrenmişti. Boşandığını öğrenen kadın çok sinirlenmişti çünkü boşanmak için tarafların mahkeme salonunda olması gerektiğini düşünüyordu. Oysaki bu durum çekişmeli boşanmalarda yaşanırdı. Eğer anlaşmalı boşanma söz konusuysa çoğu zaman çiftler mahkemeye bile gitmeden hakim onları boşardı.

Evlendikten iki gün sonra da boşananlar vardı yıllar sonra da. Karun'un bunu düşündüğümden daha kısa sürede halledeceğine eminim.

Hızlıca imzalayıp ona uzattığımda, "Kocan olarak benden sana ilk ve son bir tavsiye," diyerek evrakları benden alıp ayağa kalktı. "Bir daha okumadığın hiçbir şeyi imzalama," dedi eleştiren bir ifadeyle. Adı gibi zengindi benden nafaka isteyecek değil ya. Boşanma şartlarını okumama gerek yoktu.

Çantamı alıp ayağa kalktığımda vedalaşmak için ona elimi uzattım. "Bu konuda bana zorluk çıkarmadığınız için teşekkür ederim," dedim büyük bir minnetle. Bana sorun çıkarmadığına sevinmiştim.

Uzattığım elimi iri parmaklarıyla sardı ve büyük bir imayla bana bakıp, "Hoşçakal Bige Saka Kalender," dedi. Tanışırken kendimi onun soyadıyla tanıttığım için buna karşılık olarak veda ederken kendi soyadını adımın yanında kullanmıştı. Alay edişi bile bir anlam içerecek kadar ölçülüydü.

Buradaki işim bittiği için daha fazla oyalanmadan kapıya doğru yürüdüm. Fakat gördüğüm şeyle daha ilk adımımda yutkunarak durdum. Füsun Hanım'ın ofisi tam karşımdaydı çünkü camdan oradaki her şey görünüyordu. Aman Allah'ım cam tek taraflı görüntü kalitesine sahipti. Orada bakanlar buradaki hiç bir şeyi göremiyordu ama buradan bakınca o ofisteki her şey görünüyordu. Yedi saat boyunca o ofiste yanaklarımı şişireyek yaptığım tüm isyanları görmüş olmalı. Üstelik Füsun Hanım ofisine döndüğü için telefonla görüşüyordu.

Sesi buraya geldiğine göre aynı zamanda bu lanet cam sesleri de tek taraflı yansıtıyordu! Yedi saat boyunca sıkıntıdan kadını darladığım kısımlar görülmüş ve duyulmuştu. En sonunda dayanamayıp bir bahaneyle benden kaçmıştı zaten. Geriye kalan bir saatte de cama vurup söylediklerim çok rahat görülmüş ve duyulmuştu. Sandalyenin üzerine çıkıp resim yapmaya başladığımda nasıl göründüğümü düşünmek bile istemiyorum. Tam bir kaçık gibi davranmıştım.

Saka kuşunun resmi buradan bakınca çok daha güzel görünüyordu.

O işgüzar asistan bu camın özelliklerini bana anlatabilirdi!

Gülüşünü duyana kadar yanımda durduğunu fark etmemiştim. Yüzündeki eğlenen ifadeyi gizlemeden camı işaret etti. "Aynı zamanda kurşun geçirmez." Başını çevirip utançtan renkten renge giren yüzüme keyifli bir şekilde baktı. "Diğer özelliklerini çoktan fark ettiğini umuyorum."

"Lütfen hatırlatmayın," diye homurdandım. "Orada izlenmediğimi sandığım için bir ara üzerimdeki bluzu çıkartmayı ve sütyenimin askısını düzeltmeyi düşünmüştüm," dedim kısık bir sesle. Bu konuda yeterince rezil olduğum için benimle alay edecek bir şeyler söylemesin diye hemen kapıya doğru yürüdüm. İyi ki sütyenin askısını düzeltmekten vazgeçmiştim.

Kapı içeriden harekete duyarlı olmalı ki kendiliğinden açıldı. Dışarıya çıktığımda, "Saka," diyen sesini duyunca ona doğru döndüm. Gözlerinin mavisi son kez bakar gibi üzerimde oyalanırken, "Seni izliyordum," dedi düşünceli bir sesle. "Kendini zor durumda bırakacak bir şey yapmana izin vermezdim," dediğinde kapı kapanmadan hemen önce yüzümdeki tebessümü görüp görmediğini bilmiyorum. Bluzumu çıkarmaya kalkışsam bile buna izin vermeyeceğini, müdahale edeceğini söylemek istemişti. Kapı kapandığı için artık onu göremiyorum.

İlk karşılaşmada ben onun üzerinde iyi bir etki bırakmak istemiştim. Ama ben onun üzerinde berbat bir etki bırakırken o, benim üzerimde iyi bir etki bırakmıştı. Dışarı çıkıp kapıyı kapatınca rahat bir nefes aldım. Düşündüğümden daha hızlı kurtulmuştum bu evlilik işinden. "Şükürler olsun," diye gülümsedim. Özgürlüğümü yeniden kazanıyordum.

Babam duymadan bu işten kurtulduğum için mutluyum.

***

Bavulumu peşimden çekerek havaalanına doğru yürüdüm. Evet, Adana'ya geri dönüyordum. Boşanma evraklarını imzaladığımız için buradaki işim bitmişti. Gerekli davayı otele uğramadan önce adliyeye giderek açmıştım. Yakında boşandığımızı gösteren mahkeme tebligatı evime gelirdi. Şirketten çıktıktan sonra adliyeye gitmiş oradan da otele geçmiştim. Otelde hızlı bir banyo yaptıktan sonra yemek yiyecek vaktim kaldığı için çok şanslıydım. Daha sonra eşyalarımı toplayıp hiç vakit kaybetmeden havaalanına geldim. Uçağımın kalkmasına daha bir saat vardı ama uçağı kaçırmak istemediğim için erkenden buraya geldim. Karun ona anlattığım hikâyeye ne kadar inandı, bilmiyorum fakat şu ana kadar bana çok yardımcı olmuştu.

Her şey düşündüğümden daha iyi geçmişti. Serhat'ın başıma açtığı sorunlardan bu kadar kolay kurtulacağımı sanmıyordum. Ama kurtulduğum için mutluyum. Havaalanına doğru yürürken biri, "Benimle geliyorsun," diyerek kolumu tutunca irkilerek arkamı döndüm. Bu da kimdi şimdi!

Kolumu çekerek karşımdaki adama baktım. "Ne?" dedim kaşlarımı çatarak. "Neden seninle geliyormuşum?" Burnuma gelen bu çilek kokusu da neyin nesiydi?

Kahverengi gözleri sabırsızca bana bakarken, "Tam olarak nesini anlamadın?" dedi etrafını kontrol ederek. "Benimle geliyorsun işte." Birinin bizi izleyip izlemediğini anlamak ister gibi etrafına bakıp duruyordu.

Bavulu bırakıp kollarımı göğsümde birleştirdim. "Çilek kokan bir palyaçoyla hiçbir yere gitmiyorum ayrıca palyaçolardan da korkarım." Evet, palyaçoya benziyordu.

"Palyaço mu?" diye sordu afallayarak. "Bende onlardan korkarken neden palyaço kıyafeti giyeyim?" diyerek beni azarladı ve giydiği şeyleri işaret etti. "Tanınmamak için bu benim tedbili kıyafetim." Bir şey hoşuna gitmemiş gibi homurdanarak, "Pembe rengini bulamadım," dedi. Bu adamı sanki daha önce bir yerden görmüştüm ama üzerindeki komik kostümden dolayı çıkaramıyorum.

"Rengi sarı," dedim.

Başını salladı. "Dedim ya pembesi yokmuş."

"Cırtlak bir sarı."

"Deme öyle."

"Bayağı bayağı cırtlak bir sarı hiç mi pembe yoktu?"

"İnan ki yoktu," diye iç çekti.

Şu anda yaptığımız konuşmanın saçmalığı üzerinde durmadan onu izliyordum. Kahverengi saçlarının üzerine kocaman bir kovboy şapkası takmıştı. Şapkanın üzerindeki renkli tüylerle çok rahat bir yelpaze yapılırdı. Saçlarıyla aynı renkte olan gözlerinde bir çocuk masumluğu gördüğüme eminim. İstediği pembe rengi bulamayan bir çocuğun küskünlüğü vardı gözlerinde. Sert yüzü büyük şapkanın gölgesi altında çok komik görünüyordu. Yakışıklı ve komik evet, tüyler onu komik gösterirken alnındaki çizgiler ve yeni çıkan sakallarının çenesinde bıraktığı iz onu yakışıklı gösteriyordu. En fazla benden birkaç yaş büyük olmalıydı. Şapkasındaki aynı türler boynuna doladığı garip atkıda da vardı. Bazıları çenesine bazıları da burnuna doğru uzanıyordu. Hapşıracakmış gibi oldukça o tüyleri aşağıya doğru itiyordu. Üzerinde ise yağmurluğu andıran sarı, naylon bir tulum vardı. Tulumun kolları ve bacakları uzun olduğu için bu sıcakta tulumun içinde adeta pişmiş gibi görünüyordu. Ayağındaki kocaman çizmeleri saymıyorum bile. Çizmeleri de sarıydı. Çok garip ve değişik bir canlı türüne bakar gibiydim.

Ona bakarken yüzümde artık nasıl bir ifade varsa, "O kadar kötü mü?" dedi bozularak.

"Şey," dedim şaşkına dönmüş bir halde. "Bilemiyorum." Ben şu anda ne yaşadığımı bile bilmiyordum.

Giydiği şeyler onu kaşındırıyor olmalı ki, "Artık gidelim mi?" diyerek sırtını kaşımaya çalıştı. "Seni kaçırdıktan sonra bu şeylerden kurtulmak istiyorum." Beni kaçırmak mı? Bunu da bu kadar kolay söylemezsin ama!

Kaşlarımı çatarak geriye doğru bir adım attım. "Seninle hiçbir yere gelmiyorum." Etrafımızdaki insanları gösterdim. "Bana yaklaşırsan bağırırım ve kendini hapiste bulursun!" Küçümseyerek baştan ayağa onu süzdüm. "Gerçi bağırmama gerek kalmadan tüm kemiklerini kırarım." Teke tek olan bir kavgada kazanma ihtimalim büyüktü.

Sanki beni hiç duymuyormuş gibi kostümün içinde rahatsızca kıpırdanıp duruyordu. Sürekli elini sırtına doğru uzatıp sırtını kaşımaya çalışıyordu. Yanıma gelip bana sırtını döndü. "Ölmüşlerinin hatırına sırtımı bir kaşısana," deyince şaşkınlıktan level atlayarak onun sırtıyla bakıştım. Bu adam ciddi miydi?

Komik bir kıyafetle karşıma çıkıp önce beni kaçıracağını söyledi şimdi de sırtını kaşımamı istiyordu. Allah aşkına bu neyin kafasıydı? "Sen ne?" Beni şoke etmeyi başardı.

"Bige," dediğinde adımı nereden bildiğini sorguladım ama o, sırtını iyice yüzüme yapıştırdı. "Hadi be kızım iki kaşı işte."

"Acaba tımarhaneden kaçmış olabilir misin?" Bu davranışının başka bir açıklaması olamazdı. Bu adam normal değil.

Elini arkaya doğru atmaya çalışınca gerçekten zor durumda olduğunu gördüm. "Bunu birine anlatsam hayatta bana inanmaz!" Söylenerek elinin ulaşmaya çalıştığı yeri kaşımaya başladım. "Kaçırmak istediğin birine sırtını kaşıttırmazsın!" diye ona kızıp sırtının sol tarafına elimi bastırdım. "Burası mı?"

Heyecanlı bir sesle, "Evet, evet, orası," deyince sinirden gülerek istediği noktayı kaşımaya başladım.

"Bige biraz daha sol," dediğinde sesi rahatlıyor gibi çıkıyordu.

"Bir dakika." Elimi tarif ettiği yere doğru kaydırdım. "Burası mı?"

"Evet, devam et."

"İnsanlar bize bakıp duruyor. Bu şeyi gerçekten giymek zorunda mıydın?"

"Dedim ya pembe olanı yoktu."

"Sorunun renkten kaynaklandığını sanmıyorum," diye homurdandım.

Sırtını nihayet rahat ettirmiş olmalı ki bana doğru gülümsedi. "Teşekkür ede-" demişti ki daha cümlesini tamamlamadan gözleri arkamdan bir yerde oyalandı. Kaşlarını çatarak, "Sakın!" dediği sırada ensemde hissettiğim şiddetli acıyla dizlerim titredi. Her şey etrafımda dönmeye başlamıştı. Düşmek üzereyken beni tuttuğunu ve kucağına aldığını baygın gözlerle izledim. Gözlerim tamamen kapandığında ise, "Ulan it bu kadar sert vurmak zorunda değildin!" diyen kızgın sesini duymuştum.

Neler olduğunu anlayamıyorum ama bilincim kapanırken bile aklımda olan son şey uçağı kaçıracak olmamdı.

Artık Adana'ya geri dönmek istiyorum.

Gereksiz bir detay ama sanırım onun kim olduğunu hatırladım. Bu sabah yoldayken Kenan'ın yanında olan adam değil miydi?


































Bölümden sonra alıntılar için şöyle bir şey düşündüm bakalım size de uyacak mı? Bildiğiniz gibi her bölümden sonra bazen sıradaki bölümle ilgili küçük bir alıntı atıyorum. Fakat beni takip etmeyenler panodaki alıntıyı göremiyor. Takip edenlerin bazıları da geç girdiği için alıntı çok aşağıda kalıyor.

Bende alıntıları buradan, yani bölümden bir kesit olarak atmaya karar verdim. Fakat kurgunun alıntı, bölüm, alıntı, bölüm diye gitmesini istemediğim için attığım alıntıyı bölümü yayınlayacağım zaman kaldıracağım. Yani burada attığım alıntı sadece yeni bölüm gelene kadar kalacak. Böylece hem herkes okumuş olur hem de panodaki gibi maksimum kelime sayısına ulaşma sorunu yaşamam.

Panoda attığım alıntı belli bir kelime aralığında olmak zorunda aksi takdirde biraz uzun olunca yayınlamıyor. Buradan alıntıları atıp daha sonra kaldırırsam her açıdan daha kolaylık olacakmış gibi geliyor. Tabii bu konuda sizin düşünceniz de çok önemli.

Peki, bu şekilde sizce nasıl olur?

Şimdi gelelim okuduğumuz bu bölüme. Sizce Bige planladığı gibi Adana'ya dönmeyi başaracak mı?

Duha neden Bige'yi görmek istemiş olabilir? Kadem'in Bige'yi Duha'ya götürmek için kaçırdığını zaten anlamışsınızdır diye düşünüyorum.

Gelelim diğer konuya. Karun hiç sorun çıkarmadan boşanma evraklarını imzaladı. Aklı nişanlısındayken hiç tanımadığı bir kadınla evli olması zaten biraz garip olurdu, değil mi?

Peki, Bige ve Karun'un düşündüğü gibi gerçekten bir hafta içinde boşanırlar mı? Çünkü Kadem'i gönderdiğine göre Duha'da öylece onların boşanmasını izleyecek biri gibi görünmüyor.

Sizce Duha'nın bu konuda aklında neler var?

Yeni bölümde Bige onu Karun ile evlendiren kişileri yani Kadem ve Duha'yı görecek. Bakalım kaçırıldığı yerde tam olarak neler yaşayacak?

Henüz olaylara gerçek anlamda başlamadığı için şimdilik bu kadar.

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

BELA By Khalesi

General Fiction

6.1M 610K 128
[TAMAMLANDI] Askeri bir kurgudur.
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

353K 33.6K 4
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
532K 56.5K 53
Finalden sonra kaldırılacak...
ŞİLAN By mrklikllncj

General Fiction

398K 15.4K 23
"Sevdiğin var mıydı?" elindeki duvağı kenara bırakıp genç kızın gözlerine baktı. Kafasını hayır anlamında salladı, titremesine engel olamıyordu. Genç...