SAKA VE SANRI

By Maral_Atmc6

19.6M 1M 1.7M

"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin fa... More

Giriş.
(1) Kiminle Evli?
(3) Karım Mı?
(4) İlk İzlenim İçin Berbat Bir Başlangıç.
(5) Metres!
(6) Masa Altı Oyunlar.
(7) Teklif Edilen Para.
(8) Babam Gibi...
(9) Bahis
(10) Sanrı'nın Karısı.
(11) Güzellikle Veya Zorla!
(12) Kalbini Ört Üşümesin.
(13) Öpmek Geldi İçimden.
(14) Çağırın Gelsin!
(15) Mahşerin Resmi.
(16) On Bir Milyonluk Öpücük.
(17) İlk Hediye.
(18) Gönül Suçu.
(19) Kırılmışsa Kanatları.
(20) 13 Haziran Etkisi.
(21) Gitme Üzerinde Eflatun Bir Elbise Var!
(22) Son Öpücük
(23) Kusursuz Kaos.
(24) Beni Nasıl Unutursun?
(25) İhtiras
(26) Denemedim Demeyeceğim.
(27) Kaçış Planı.
(28) Soğuk Savaş.
(29) Karım Ol!
(30) Beni Benimle Aldat.
(31) Kralın Tahtı Yıkıldı.
(32) Her Şeyi Benden İste.
(33) Erkek Dayanışması.
(34) Soğuk, Çok Soğuk.
(35) Bunu Bana Nasıl Yaptı?
(36) Bir Menekşe Kokusu. (Sezon finali)
Duyuru
(37) Nefesim Gidiyor
(38) Gözlerime Ağlamayı Öğretti.
(39) Ellerimle Gömdüm Seni
(40) Tüm Umutlar Tükendiğinde...
(41) Beni Affetmenin Bir Yolunu Bul
(42) Seni Tekrar Kaybedemem
(43) Sol Göğsümdeki Damga
(44) Masadaki Şüpheli Yemek
(45) Kal Dersen Kalırım
(46) Uyanmaktan Korktuğum Bir Rüyasın.
(47) Hamile Miyim?
(48) İstenmeyen Bebek
DUYURU
(49)Unutma Beni Çiçeği
(50 Sezon Bölümü) Öğretilmiş Çaresizlik

(2) Aşkın En Çirkin Olanı.

323K 22.7K 41.4K
By Maral_Atmc6


Bige.

"Bazen büyük mutluluklar büyük felaketlerin arkasına gizlenir. Birinin kahrını çekmeden diğerinin güzelliğini göremezsin."

Bir saat önce üzerimde bir gelinlik vardı, hayallerim vardı ve gelinlikle o hayallerin içinde mutluydum. Şimdi ise gelinliğim bir köşeye atılmıştı, hayallerim yıkılmıştı ve bir enkazın altında kalarak ne yapacağımı düşünüyordum. Ben şimdi ne yapacağım? Ne yapmalıyım? Her şey o kadar karışık ve anlamsızdı ki içine çekildiğim bu karmaşanın içinde çıkamıyorum. Ortada tek bir adam ama iki kadın vardı. İkisiyle de evli bir adam odamda, tam karşımdaydı. Gözlerimin içine yoğun bir aşkla bakıyor, elimdeki silahı sorguluyordu.

Benimde sorularım vardı hem de onun sorularından çok daha büyük ve ağır sorular. Alacağım cevaplar bugün kaderimizi belirleyip bize yön verecekti. Belki de istediğim cevaplar bugün yollarımızı ayıracaktı. Ya düşmanca bir ayrılık olacaktı ya da daha beteri. Fakat seçeneklerin arasında dostça veya medenice bir şeyler olmayacaktı. İki kişi arasında yaşanan bir ilişkinin içine üçüncü kişi dahil oluyorsa, o ilişkideki tüm saygı biterdi. Bugün bu odada çok şey yaşanacaktı, belki de bugün bu odada her şey bitecekti. Ağır kayıplar verilecek ve ikimizde kaybedecektik.

Oysaki ben çoktan kaybetmiştim değil mi?

Yaşayacağım şeylerin büyüklüğünden korkuyorum ama bunu yaşamam gerektiğini de biliyorum. Eğer ortada benim tarafımdan yapılmış bir yanlış varsa payıma düşen gözyaşını almalıyım. Evliliğim en büyük hatam olmaya başlamıştı. Çok mu hızlı karar verdim diye düşünüyorum. Evlenmek için fazla mı acele ettim? Kimse dört ayda tanıdığı biriyle evlenmezdi ama ben evlendim çünkü zamanlaması mükemmeldi. En son lisede erkek arkadaşım olmuştu. Ondan sonra yaşadığım körlükler çoğaldığı için kimse beni sevmedi.

O kadar çok geçici körlük yaşadım ki, üniversiteyi bitirmek benim için hiç kolay olmadı. Bazıları birkaç gün sürüyordu ama bazıları da birkaç ayı buluyordu. O süre boyunca hep karanlığı yaşardım. Kabartmalı harflere tutunur, koltuğumun altına sıkıştırdığım değneği açıp yolumu bulmaya çalışırdım. Taciz edilmişliğim de vardı akran zorbalığına uğramışlığımda. Hatta görmeyen gözlerim yüzünden çok daha fazlasını yaşamışlığım bile vardı. Anlatamayacağım kadar korkunç, atlatamayacağım kadar ağır şeyler. Şimdiki Bige'ye dönüşmem hiç kolay olmamıştı çünkü insanlar sizi en çok kusurlarınızdan vurur.

Kalıcı olarak kör olmadan da karanlığı yaşamaya başlamıştım aslında. Daha sonra gözlerimi tamamen yitirdim ve asırlar gibi gelen üç yıllık bir karanlıkta aralıksız kaldım. İşte bu adamın zamanlaması bu yüzden müthişti çünkü gözlerime yeni kavuştuğum bir dönemde çıkıp gelmişti. Koskoca bir yalnızlıktan sonra çıkıp gelmişti. Bana geldiğinde artık bir annem yoktu, ablam kayıptı, dedem hastaydı ve babam hayatla bağlarını koparmıştı. Yani birinin sevgisine en çok ihtiyacım olduğu bir dönemde çıkıp gelmişti. Bu yüzden çok kolay sevdim onu, bu yüzden çok kolay âşık oldum ve hiç düşünmeden evlilik teklifini kabul ettim. Ben aptal bir âşık değildim sadece onun zamanlaması fazla mükemmeldi.

Sanki bunun için seçilmiş gibiydim.

Silah tehdidiyle karşılaşmak Karun'u ya da Serhat'ı çaresiz bıraktığı için mecburen kapıyı kilitledi. Odanın içini işaret ettiğimde gösterdiğim yere doğru yürüyüp kapıdan uzaklaştı. Gözlerini elimdeki silahtan ayırmadan, "Bütün bunlar da ne demek oluyor?" diye sordu. Soru soracak kişi değil cevap verecek kişi olduğunun henüz farkında değildi.

"Cüzdanını ve telefonunu çıkartıp yatağın üzerine at," diyerek ona baktım. Bakışlarıyla bunu yapmayacağını haykırırken, "Nedenini söyle?" dedi inatçı bir tavırla. "Hiçbir açıklama yapmadan eline bir silah alıp beni tehdit edemezsin." Kızmaya başladığı için dişlerini sıkıp, "Bige kendine gel!" diye bana bağırınca ateş ederek onu kolundan vurdum. Bana bağıracak konumda değildi.

Onun cüssesindeki bir adamdan beklemediğim bir yükseklikte bağırıp kanayan kolunu tuttu. Kurşun sadece kolunu sıyırmıştı çünkü gerçek anlamda onu vurup canını yakmak istemedim. Bunu hak etmesine rağmen yapamadım, kıyamadım ona. "Cüzdan ve telefon dedim." Buz gibi bir sesle konuşuyordum ama kanayan kolu en çok benim canımı yakıyordu. Seviyorum onu evet, seviyorum ve acısını kendi acımmış gibi sahipleniyorum.

Hak etmese bile seviyorum.

Biri size ihanet etti diye ölmezsiniz. Kalbiniz durur ama siz nefes almaya devam ederseniz. Ve biri size ihanet etti diye kolayca onu sevmeyi bırakmazsınız. Onu silseniz bile uzun süre onu sevmeye devam ederseniz. Ta ki acısı geçene kadar. Benim acım da geçer miydi? Hiç geçmeyecek gibi geliyordu.

Kanayan kolundan bakışlarını çekip hayretler içinde bana baktı. Bunu yapan kişinin ben olup olmadığını anlamak ister gibi bakıyordu. Parmağım ikinci kez tetiğe hafifçe baskı uygulamaya başlamıştı. "Karun telefon ve cüzdanını çıkar," dedim soğuk ifademi korumaya çalışarak. Gözlerinde gördüğüm bu kırgınlık benim kırıldığım kadar büyük olamazdı. Düğün günümde bana böyle bir şey yaşattığı için hıçkırıklarla ağlamak istiyordum. Şimdi olmaz, bugün ağlamayacağım. O buradayken olmazdı, odamdayken hiç olmazdı.

Gözlerine bakıp, "Serhat," diye fısıldadım içli bir sesle. "Telefon ve cüzdan." Yaralı kolunu tutan parmakları gevşedi ve yarasını sarmayı bıraktı. Artık canını yakan kolunda açtığım yara değildi bende bıraktığı yaraydı. Evet, her şeyi duyduğumu artık biliyordu. Bugün ilk kez benden gerçek adını duymuştu.

Şimdi odada olan tek şey içinde bulunduğumuz ihanetin sarsıcı kollarıydı. Bu kollar onun bedeninden yükselip bana doğru uzanıyordu. Göğüs kafesimi kırıp içeri sızıyor ve onun için çırpınan kalbimi sıkıyordu. Sıktıkça tırnaklarını daha derine batırıp daha çok kanatıyordu. Eğer bir doktor olsaydım belki de karşısında çaresiz kalacağım tek hasta kendim olurdu. Belki de kaybedeceğim ilk hasta ben olurdum. Biliyorum atlatacağım ama çokça da öleceğim. Tıpkı annemin ölümünü atlatıp babamın gözlerinde öldüğüm gibi atlatacağım ama öleceğim de. Yaşayacağım ama içten içe hep kanayacağım. Cennet ve cehennemi tek bir bedende bütünleştirecek ve ben o bedenin ta kendisi olacağım. Bir zamanlar yaşadığım şeylerin benzerini yine yaşayacağım.

Kendini savunmadı, beni aldatacak bir şeyler söylemesini bekledim ama bunu yapmadı. Bana yaptıklarıyla saygımı yitiren bu adam açıklama konusunda saygımı kazandı. "Çok borcum vardı." Kanlı elini pantolonuna sürterek elini cebine koydu. "Kadem diye biri gelip beni buldu." Telefonu cebinden çıkartıp yatağın üzerine attı. "Bana bir iş için çok fazla para teklif etti." Acı içinde güldü. "Reddedemeyeceğim bir paraydı tabii sen anlamazsın." Zengin olduğum için mi anlamayacaktım?

"Babamın emekli maaşıyla geçiniyorum," dediğimde alay edercesine güldü. "Hayır, harcadığın tek para babanın maaşı ama annenden kalanların da tek mirasçısısın. Elini bile sürmediğin, her ay hayır kurumlarına bağışladığın o paradan bahsediyorum," dediğinde buz kesmiş bir halde ona bakıyordum. Bunu nereden biliyordu? Ona daha önce bundan hiç bahsetmemiştim.

Bu kadarını bilmesi mümkün değildi.

Evet, ben babadan yana değil anneden yana zengindim. Annem zengin bir ailenin tek kızıydı ve ablam doğduğu sıralar ailesi vefat etmişti. Onlardan kalan tüm araziler ve gayrimenkuller anneme kalmıştı. Babam fazla gururlu bir adam olduğu için annemin parasına hiç dokunmadı ama bize harcamasına da hiç karışmadı. Annem öldüğünde ise onun mirası ben ve ablama kaldı. Fakat annemin ölümünden kısa süre sonra ablam evden kaçıp izini kaybettirdi. Daha sonra bir avukatla annemin mirasındaki haklarından feragat ettiğini bize bildirdi. İki vasiden biri çekilince her şey bana kalmıştı. Ablam annemden kalan hiçbir şeyi istemedi.

Ne paraya ne de diğer şeylere hiç dokunmadım. Hesabıma yatan tüm parayı görme engelliler vakfına bağışladım. Sitelerdeki tüm o evleri kiraya verdim evet, gayrimenkullerin hiç birini satmadım. Kiraya verdim ve her ay hesabıma yatan kira paralarını sürekli farklı hayır kurumlarına bağışlıyorum. Tek bir dairenin bir yıllık kirası bile azımsanamazdı ve burada elli yedi daireden bahsediyorduk. Evet, üzerime kayıtlı olan tam elli yedi dairem vardı. Şu anda içinde bulunduğum dairede onlardan biriydi. Ve bu binadaki herkes bana kira ödüyordu.

Sanırım bu beni zengin yapardı ama milyon dolarlık bir kadın da değildim sonuçta.

Belki de ben sahip olduğum şeyleri fazla küçümsüyordum.

"Sahip olduğum şeylerin konumuzla ne ilgisi var?" Onu anlamaya çalışıyordum, bunun için gerçekten çaba gösteriyordum ama yeterince açık değildi.

Yüzündeki bu alaycı gülüşe yabancıydım zaten ona da yakışmıyordu. "Ne mi ilgisi var? Varlık içinde büyüyen biri yokluğu bilemez. Senin doğarken sahip olduğun bu parayı ben savaşarak kazanmalıydım. Aramızdaki fark bu." Suçlayıcı bakışlarına inanamadım. Bunun zengin olmamla veya onun bir savaşçı olmasıyla bir ilgisi yok çünkü savaşarak hedeflediği paraya ulaşmadı. Karısını benimle beni de onunla aldatarak ulaştı. Bu onurlu bir savaşçının yapacağı bir şey değildi.

Elini arka cebine atıp ondan istediğim gibi cüzdanını da çıkardı ve onu da yatağın üzerine attı. "Kadem'in evli olduğumu bilmediğini fark ettim," diyerek anlatmaya devam etti. Ara ara kolundaki küçük yarayı kontrol ediyordu. Ona o küçük yaranın onu öldürmeyeceğini söylemek istedim.

"Sanırım birileri bu konu hakkında ona eksik bilgi vermiş." Evliliğinden bahsederken yüzüme bakamadığı için başını eğdi. "Girdiğim ortamlarda kimse evli olduğumu bilmez çünkü Elay'ı kendi işlerimden hep uzak tutmaya çalıştım." Evliydi, gerçekten evliydi. Bunu ağzıyla itiraf etmesine rağmen bir türlü bu gerçeği kabul edemiyorum. Peki, ben ne olacağım? Benimle olan evliliği ne olacaktı? Benimle de evliydi, evlenmiştik. Hiçbir şey anlaşılır değil.

"Kadem'in bana sorduğu ilk soru evli misin olmuştu ve ben ona hayır dedim." Tıpkı dört ay önce bana da dediği gibi.

Başını kaldırıp yüzüme bakmak için kendini zorladı. "Duha Tunus ismini daha önce hiç duydun mu?" Evet, duydum. Konumuzla ne ilgisi var, bilmiyorum ama onu duymayan birilerinin olduğunu sanmıyorum. Strateji uzmanı ve manipüle dehasıydı. Herkes tarafından bilinen bir reklam şirketinin genel müdürüydü. Karun Kalender ile olan sonu gelmez düşmanlığı yüzünden ikisi sık sık haber başlıklarını süslüyordu. Bir dakika, Karun Kalender mi?

Aman Allah'ım, Karun Kalender!

Gözlerimi irice açıp karşımdaki adama baktım. Korkutucu bir ihtimal aklıma geliyordu ama bu çılgınlığı düşünmek bile beni ürkütüyordu. "Yapmadın değil mi?" Korkudan nefesim kesilirken, "Beni o adamlara bulaştırmadın, değil mi?" dedim. "Allah kahretsin, bana kendini Karun Kalender ismiyle tanıttın sen!" diye bağırarak birkaç adım arkaya doğru sendeledim. "Duha Tunus'un içinde olduğu her işte Karun Kalender mutlaka vardır!" Eğer bana Duha'yı soruyorsa bu işin içinde Duha vardı. Duha varsa Karun kesin vardır. Zaten bana söylediği yalan ismi de bunu doğruluyordu. O adamlar mafyadan beterdi beni onların işlerine bulaştırmış olamazdı!

Uluslararası karanlık işler yapan iki adamın radarına takılmış olamam!

Adaletin A'sı bile onlara işlemezdi!

Karun Kalender görünürde bir güvenlik şirketini yönetiyordu. Ancak sadece müşterilerine koruma sağlamıyordu aynı zamanda onlara tehdit oluşturan herkesi ortadan kaldırıyordu. Çok temiz çalıştığı için asayiş bile işin karanlık boyutunu ortaya çıkartamıyordu. Fakat gerçek buydu, Karun Kalender her işini illegal yollarla halleden karanlık bir adamdı. Serhat öyle bir adamın adını kullanmaya nasıl cesaret etti, aklım almıyordu!

"Neden Karun Kalender ismini kullandın?" Korkum sesime yansırken güçlükle, "Neden?" dedim. Bana adını söylediğinde o an ilk aklıma gelen güvenlik sektöründe çığır açan bir adamla aynı ismi taşıdığıydı. Fakat buna farklı anlamlar yüklemek yerine tesadüf olduğunu düşündüm. Rengin Zorlu ile olan nişan haberleri gazeteleri süsleyen bir adamın adını kullanacağı aklımın ucundan dahi geçmedi. O adamın fotoğraflarını birçok yerde gördüğüm için Serhat'ın o olmadığını biliyordum. Ama isim ve soyadı benzerliği demiş ve Serhat'tan hiç şüphelenmemiştim. İsmi konusunda bana yalan söylediğine dair hiç şüphe etmemiştim. Belki etmeliydim, sorgulamalıydım ama insan karşısına çıkan herkese bir dolandırıcı gözüyle bakmıyordu.

"Kadem, Duha'nın sağ kolu bunu bilmeyen yoktur," diyerek anlatmaya başlayınca bu işin neresinde olduğumu bilmek için sessizce dinlemeye başladım. "Eğer Kadem bir iş için bana bizzat geliyorsa bu iş Duha için gerçekten çok önemli olmalı. Bana bir servet ödeyip karşılığında bir kadını Karun Kalender ismiyle kendime âşık etmem istendi." Dolan gözlerimi görünce yenilgi içinde başını salladı. "Evet, Kadem'in bana uzattığı zarfta senin fotoğrafın vardı." Başını kaldırıp bana bakarken acı içinde nefesini koyuverdi. "Üzgünüm Bige."

"Üzgün müsün?" Dolan gözlerimle ona bakıyordum. "Gerçekten üzgün müsün?" Benim kadar üzülmüş olabilir miydi? Benim kadar üzülmüş ve yıkılmış olamazdı.

"Senin hakkında her şeyi bildiğimi sanıyordum ama hiçbir şey bilmiyormuşum." Hâlâ onun karşısında ağlamamak için direniyordum. Fakat ağlamaklı çıkan cılız sesim beni ele veriyordu. "Bildiğimi sandığım her şey de yalanmış." Artık o da gülmüyordu. Acı dolu gülüşü bile bizi terk etmişti.

"Tanışmamız planlıydı, seninle birlikte yaşadığımız her şey planlıydı," dedi kederli bir sesle. Hızlıca her şeyi anlatıp dönen tüm oyunlara bu odada son vermek ister gibiydi. Sanki her şeyi anlatınca affedilemez olan günahları benim tarafımdan silinecekmiş gibi. Öyle davranıyordu.

Yüz ifadesi sertleşirken, "Seninleyken harcadığım her şeyin parasını onlar ödüyordu," dedi utangaç bir ifadeyle. Ses tonu yaptıkları için utanır gibi değildi.

"Benden zengin bir adam yaratmışlardı ama aslında giydiğim şeylerin parasını bile onlar karşılıyordu. Seni götürdüğüm yerlerin listesini bile onlar bana vermişti. Seni araştırdıkları için sevdiğin her şeyi biliyorlardı. Mümkün olduğundan daha kısa sürede bana âşık olman için her şey önceden planlanmıştı. Onlar benden senin âşık olacağın birini yarattılar." Gözlerime yoğun bir pişmanlıkla baktı. "Üzgünüm Bige ama ben sandığın kişi değilim. Sevdiğin her şeyin bende olması seni bana âşık etti." Bunu söylerken benim daha güçlü olduğumu kabul eder gibi gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Ben daha ağlamamıştım. O daha benim gözyaşı akıttığımı görmemişti. Ama yalnız kalınca ağlayacağım. Kendimi buna şartlamıştım. Yalnız kalınca çok ağlayacağım.

"O zaman ben seni sevmedim." Silahı tutan elim titrerken her şey etrafımda dönmeye başladı. "Ben seni değil sevdiğim her şeyin tek bir bedende toplanmasını sevdim öyle mi?" O gerçek değildi. Onunla ilgili her şey sahteyken ben onu değil yalanlarını sevmiştim. Karun veya Serhat'ı değil süsleyip bana sundukları içi boş kabuğu sevmiştim. Serhat'ın beni aldatmasını bile bir yerden sonra kaldırabilirdim ama hiç var olmamasına nasıl dayanabilirim bilmiyorum. Benim âşık olduğum adam bir yanılgıdan ibaretti.

Çektiğim acı bile gerçek olmayan bir adam içindi.

Elimde tuttuğum silah yere düşerken artık onun için herhangi bir tehlike arz etmiyordum. Ama buna rağmen bana yaklaşmak için doğru bir an olmadığını biliyordu. Artık tüm sırları bitirmek istediği için, "Kadem kendi araştırmasını yapınca evli olduğumu öğrendi ama artık bu bir şeyi değiştirmezdi çünkü çoktan tanışmıştık. Nikah gerçek," diyerek suçlulukla gözlerini kaçırdı. Hayır, bu adam ne söylediğini bilmiyordu!

"Duha'nın istediği Karun'un onun seçtiği bir kadınla evlenmesiydi," diyerek aklımı başımdan alan şeyleri anlatmaya devam etti. "Sadece kimlikteki fotoğrafı değiştirerek onu az önce seninle evlendirdiler. Daha nikâh memuru uzaklaşmadan defterdeki fotoğrafımı Karun'un fotoğrafıyla değiştirmişlerdir. Üstelik bunu sıradan adamlar değil işinden profesyonel olanlar yapmıştır. Biz şu anda konuşurken nikah dairesindeki kayıtlarda bile fotoğraflar değişiyordur." Bir çıkmazın içine düşen oymuş gibi ne yapacağını bilmez bir halde yüzünü ovuşturdu. "Sen benim değil gerçek Karun Kalender'in karısısın artık." Bundan rahatsız olduğunu gizleyemiyordu. "Onun karısısın!"

Ne demek bir başkasının karısıyım?

Onunla evlendim bir başkasıyla değil.

Artık duyduklarımı kaldıramaz bir hale gelmiştim. Ona olan bakışlarım şaşkınlık doluydu. Beynim durma noktasına gelmişken hangi şeyi sorgulayacağımı bilemedim. Evli olduğumu söylüyordu ama onunla evli değildim. Onunla evlenmiştim ama kocan ben değilim diyordu. Bana hiç tanımadığım, bir kere bile yüz yüze gelmediğim bir adamın karısı olduğumu söylüyordu. Bunun imkânsız olduğunu bile bile bana bunu söylüyordu. Bir imkânsızı benim için mümkün kılmış gibi davranıyordu. Olmadığını bildiğim bir şeyi olmuş gibi gösteriyordu. Bu adam gerçekten ne söylediğini biliyor muydu?

"Onunla evli olamam." Bir aptaldan farkım yok gibiydi. Hiçbir şeyi idrak edemeyen bakışlarım beni bir aptal gibi gösteriyor olmalıydı. "Seninle evlendim." Burnumun direği sızladı, gözyaşları gözlerimin çukuruna akın etti ve titredi dudaklarım. "Seninle evlendim onunla değil. Bu odada giydim gelinliğimi, bu evde evlendik. Burada öptün beni. O değil sen öptün, ona değil sana giydim annemin gelinliğini." Bana karısı olmadığımı söyleyemezdi. Buna hakkı yoktu, kimsenin hakkı yoktu.

Bocaladığımı görünce göz bebekleri titreşirken, "Özür dilerim," diye fısıldadı. "Benim değil onun eşisin. Gerçek olan bu." Son kısmı söylerken tam tersi olmasını ister gibiydi.

Hangi gerçekten bahsediyordu? Onun tüm gerçekleri bir yalandan ibaretken hangi söylediğine inanmalıydım? Gözlerinde gördüğüm o sarsıcı ifadeyle başımı iki yana salladım. Hayır, bana gerçekten bunu yapmış olamazdı. Bu kadar ileri gittiğine inanamıyorum. "Yani sattın beni." Yaşadığım şey tam olarak buydu, satmıştı beni.

Yaşadığım hayal kırıklığını gizleyemiyordum. "Beni başka bir adamın karısı yaparak sattın, karını ve bebeğini de para için sattın. Bugün seni duymasaydım belki de beni metresin yapacaktın." Zaten yapmamış mıydı? Dört ay boyunca beni metresi yapmamış mıydı? Beni hep nefret ettiğim o kadınlardan biri yapmıştı.

Metres kelimesini duyunca şiddetle itiraz etmeye hazırlanıyordu ki elimi kaldırarak onu susturdum. "Karını zerre kadar düşünmeden benimle o düğüne gidecektin. Doğmamış bebeğini umursamadan orada benimle gülüp eğlenecektin. Nasıl hissedeceğimi umursamadan gece beni koynuna alıp sevişecektin. Karın seni evde beklerken beni gerçek anlamda metresin yapacaktın. Kendime olan tüm saygımı senin kollarında bir yatakta bırakmama neden olacaktın." Hayretler içinde ona bakıyordum. "Sen gerçekten karaktersiz birisin!" Bugün öğrendiğim gerçeklerle iğrenerek ona bakıyordum. Belki de ilk kez ona bakarken midem bulanıyordu.

Bu aşk değildi çünkü bu aşkın en kirli olanıydı. En kirli ve çirkin olanıydı. Kirli olan oydu ve kirli elleriyle dokunup çirkinleştirdiği benim ona duyduğum aşkımdı. Ben bunca zamandır evli bir adamla düşüp kalkan bir kadınmışım. Hep iğrendiğim o kadınlardan birine beni dönüştürmüştü.

Şu anda kimin karısı olduğum en son düşündüğüm şeydi çünkü şu anda tek düşündüğüm Serhat'ın karısıydı. Elay denen o kadın kiminle evli olduğunu bilmiyordu. Bugün para için onu aldatan adam yarın daha fazla para için belki de onu satardı. Para için beni satıp başka bir adamın karısı yapmışsa Elay'ı da yapardı. Serhat para için her şeyi yapacak biriydi ve ben bunu çok geç fark ettim. "Bige biliyorum yaptığım affedilemez," dediğinde işte nihayet gerçek yüzünü göstermeye başlamıştı. Timsah gözyaşlarını akıtmaya devam ederek, "Ama seni sevdim," dedi bana doğru bir adım atarak. "Çok sevdim Bige." Acı çekiyormuş gibi bana bakıyordu. "Sevmeseydim sana her şeyi tüm gerçekleriyle anlatmazdım."

"Başka çaren kalmadığı için anlattın!" diye bağırarak yerdeki silahı aldım ve tekrar ona doğrulttum. "Dört ay Serhat," dedim üzerine basa basa. "Dört ay boyunca bana anlatacak çok fazla vaktin vardı ama yapmadın. Bugün bile anlatmak için vaktin vardı ama yine yapmadın!" Bana karşı hiç dürüst olmamıştı.

Silahın ucunu boy aynasına doğru çevirip aynayı gösterdim. "Tam orada sordum sana! Tam orada benden gizlediğin bir şey var mı diye sordum ama sen hayır dedin!" Sinirden zangır zangır titrerken başımı çevirip ona baktım. "Gerçekleri anlatmak için çok fazla vaktin vardı ama sen yakalanana kadar susmayı tercih ettin. Az önce itiraf ettiğin şeyler seni dürüst yapmaz çünkü bir sahtekarın dürüstlükle işi olmaz!" Oynadığı oyunu asıl şimdi görüyordum. Yalansız bir şekilde bana her şeyi anlatmaya başladığı için ona saygı duymuştum ama saygımı hak etmiyordu. Çünkü anlatmaktan başka bir çaresi yoktu! Burada suçlu olan taraf olduğu için itiraf etmekten başka şansı yoktu. Bunun saygı duyulacak bir yanı olamazdı.

"Defol evimden!" Hızlıca yürüyüp kapının kilidini açtım. "Elimden bir kaza çıkmadan git evimden ve bir daha karşıma sakın çıkma!" Ona şiddet uygulayabilirdim veya silahla vurup zarar verebilirdim. Ama bu işleri daha da çıkmaza sokardı çünkü karakolluk olursam bu babamın kulağına giderdi. Sırf o duymasın diye düğünüme bile sadece yakın arkadaşlarımı ve tanıdıklarımı çağırmışken bu riski göze alamazdım. Babamla olan ortak tanıdıklarımızı bu yüzden düğüne çağırmamışken babamın öğrenmesini göze alamam. Babam duymadan bu işi bir şekilde halledeceğim ama önce bu aşağılık adamdan kurtulmalıyım.

Kapıyı onun için açtığım halde gitmek için hiçbir şey yapmadı. Aksine bu rezil ilişkiyi hâlâ kurtarma şansı varmış gibi ıslak gözlerle bana bakıp, "Yapamam," diyordu. "Seni kaybedemem. İzin ver her şeyi telafi edeyim." Pişmanlıkla kıvranan ruhu yüzüne yansıyordu. Fark ettiğim şeylerle dehşete düşerek ona bakıyordum. Bana âşık olmuştu! Oynadığı bu kirli oyunda mağdur ettiği kişiye âşık olmuş gibi bakıyordu. Beni gerçekten sevmiş gibi bakıyordu.

"Telafi mi?" Sinirden yatağa doğru yürüdüm. "Elay'ı boşayıp beni mi alacaksın?"

"Elay'ı seviyorum," dedi hiç tereddüt etmeden.

Başka bir kadını sevdiğini bana söylememeli. Ben bu haldeyken bunu yapmamalıydı. Hâlâ yıkılmamak için direnirken, "O zaman beni bırakıp onunla olacaksın?" diye fısıldadım. Olması gereken buydu ama canımı yakıyordu.

"Hayır!" diyerek şiddetle karşı çıktı. "Seni de seviyorum."

"Sen ne söylediğinin farkında mısın?" Sinir krizleri geçirerek ona baktım. "Aynı anda iki kadını sevemezsin! Bir kalbe iki kadın sığmaz! Daha fazla alçalmadan defol bu evden!" İkimizi de sevdiğini söylerken yüzü bile kızarmıyordu. Sanki bu normalmiş gibi davranıyor, benim için de bunu meşrulaştırmaya çalışıyordu. Bu normal değildi, bu odada olan hiçbir şey normal değildi.

Cüzdanını alıp hızlıca içinden kimliğini çıkardım. Kimlikte yazan Serhat Yılgın ismiyle karşılaşınca derin bir nefes aldım. Demek gerçek adı buydu. Kimliği hızlıca cüzdanına geri koyup cüzdanı ve telefonu alıp onun yanına gittim. Karşısında durup eşyalarını eline tutuşturdum. Belki de elimin son kez eline değdiği an buydu. Bir adım geriye çekilerek aramıza belli bir mesafe koydum. "Git bu evden Serhat," diyerek onu son kez uyardım. Soğukkanlılığımı yitirip bir çılgınlık yapmadan hemen gitmeliydi.

"Karına dön ve sana kazandırdığım paranın keyfini çıkar. Eğer bir daha karşıma çıkarsan inancın olsun ki hayatını bitiririm. Karun'u bulur ve ona oynadığın tüm oyunu anlatırım. Ben elimi seninle kirletmem ama kocam yapar." Son kısmı söylediğim anda kaşlarını çatınca sinirden güldüm. "Evet, o benim kocam. Sen kendi evliliğine ihanet eden biri olabilirsin ama ben değilim. Eğer Karun hakkında duyduklarımın biri bile gerçekse sadece senin değil seninle bağlantısı olan herkesin canını yakar." Gözlerinin içine bakıp, "Karın ve doğmamış çocuğunda buna dahil," dediğimde yutkunamadı bile.

"Benim kocam fena yalnız," diyerek bundan memnunmuş gibi rol yapmaya başladım. Sırf peşimi bıraksın diye tanımadığım bir adamın karısı olmaya hemen uyum sağlamıştım. "Gerçekten buna değeceğini mi sanıyorsun?" dedim alay ederek.

Hıçkırıklarla ağlayıp avaz avaz bağırmak isterken güldüm. Bu durumdan mutluymuş gibi güldüm. "Milyon dolarlık bir adamın karısı olmak varken neden seninle olayım?" Yine para için her şeyi yapacak bir kadın rolüne bürünmüştüm. Bundan hiç memnun değilim.

"Karun Kalender'in karısı olmak varken neden bir sahtekarın metresi olayım? Bana ne verebilirsin ki? Üzerindeki takım elbise bile kocamın düşmanları tarafından alındı. Aslında sana teşekkür etmeliyim." Kıkırdayarak başımı salladım. "Senin sayende onunla evlendim. Sanırım hayattaki tüm şansımı bu evlilikte kullandım," dediğim an rengi attı, suratı bembeyaz oldu ve hayal kırıklığına uğrayarak bana bakmaya başladı.

Ne bekliyordu? Onun aşkı için ağlamamı ve karısını bırakıp beni alması için yalvarmamı mı? Hayır, bu asla olmayacak.

İnanmıyordu, daha doğrusu inanmak istemiyordu. "Sen böyle biri değilsin," derken buna tüm kalbiyle inanıyordu çünkü gerçekten böyle biri değildim. Nasıl biri olduğumu iyi biliyordu. "Kes şunu Bige çünkü seni tanıyorum."

"Ama o adamları tanımıyorsun!" dedim. Burada olan biten şeylerin sadece bizi ilgilendirmediğini anlamıyordu.

"Karun dört ay önce Rengin Zorlu ile nişanlandı. Daha dün bir haber başlığında ikisinin yaklaşan düğünlerini okudum. İki hafta içinde evlenmeyi planlıyorlar, yani kaçmak için sadece iki haftan var. Eğer söylediklerin doğruysa ve gerçekten benimle evliyse başın büyük belada. Nikah için gün almaya gittiklerinde Karun'un evli olduğu ortaya çıkacak. Bu işin peşine düşecek bir adam olduğunu sende iyi biliyorsun. İlk ulaşacağı kişi ben olacağım. Ben senin adını vermesem bile bir yolunu bulup öğrenir. Sen umurumda bile değilsin ama Elay'ın benim yüzümden daha fazla zarar görmesini istemiyorum!" Onu düşündüğümü mü sanıyordu? Hayır, artık ona olacaklarla zerre kadar ilgilenmiyorum ama karısı masumdu. O kadın en az hasarla bu işten sıyrılmalıydı.

Söylediklerimi ciddi ciddi düşünmeye başladığını korku dolu yüzünden anladım. "Bunu yanına bırakmaz. Seni bulursa her şey ortaya çıkar. Üstelik Elay yaptığın rezilliği mutlaka öğrenir." Canım yana yana sevdiğim adamın hayatındaki kadını korumaya çalışıyordum çünkü dört ay boyunca ona fazlasıyla zarar vermiştim. "Seni duydum, onun gebeliği hakkında söylediklerini duydum. Bunu ona yaşatmaya hakkın yok. Elay'ı da al git buralardan." Yürüyüp odanın kapısını açarak çıkmasını bekledim. "Onun hak ettiği gibi bir eş ol çünkü bundan sonra ikimizin arasında bir şey olamaz." Bilmeyerek sebep olduğum şeylerden ben sorumlu olamazdım. Fakat içine düştüğüm yanlışı öğrendikten sonra o yanlışı sürdürmek beni yaşanılan her şeyin tek suçlusu yapardı. Bunu sürdürmeyeceğim.

Artık o da yolun sonuna geldiğimizin farkındaydı. Önceliğinin karısı ve bebeği olduğunu nihayet fark etmişti. Buna rağmen beni de bırakmak istemiyormuş gibi bakıyordu. İkimizin bakışlarında çok fazla acı yüklüydü. Ben veda eder gibi son kez âşık olduğum yüzüne bakarken o, bu vedaya henüz hazır değildi. Bana böyle baktıkça ona veda etmem daha katlanılmaz bir boyuta ulaşıyordu. Tüm vedalar hep böyle sancılı mıydı? Giden mi yoksa geride kalan mı daha çok kanıyordu? Gitti, istemeye istemeye olsa da gitti. Çok şey söylemek istedi ama söyleyeceği hiçbir şey bizi bu durumdan kurtaramazdı.

Bunu bildiği için yanımdan geçerken başını çevirip son kez yüzüme baktı ve odamdan çıkıp gitti. Dış kapının sesini duyana kadar gözlerim dolu dolu bekledim. Tamamen gittiğine emin olunca odamdaki kapıyı kapattım. Bir ilişkiden çıkıp diğerine gitmişti. Kal dememek için kendimi ne çok zorlamıştım çünkü geride kalan taraf olmak istemedim. Bir erkeğin arkasında bıraktığı kadın olmak istememiştim.

Ama başından beri olduğum tek şey başka bir kadının kocasını alan bir kadındı.

Bilmiyordum, bende bilmiyordum.

Sarsak adımlarla odanın içine doğru yürüdüm. Bacaklarım titrerken dizlerimin bağı çözülmüş gibiydi. Parmaklarım gevşedi ve elimde tuttuğum silah zemine düştü. Önce silah yere düştü daha sonra ben. Dizlerimin üzerine düşünce artık daha fazla dayanamadım. Bununla nasıl yaşanır bilmiyorum. "Gi-gitti," diye sayıklayıp hıçkırıklarla ağlamaya başladım. "Evliymiş." Gözyaşları içinde ellerimi yere bastırdım ve başımı eğerek omuzlarım sarsılarak ağladım. İçimdeki tüm zehri bağırarak özgür bırakmak istedim ama içime çöreklenen acıya bir etkisi yoktu. Hiçbir kadın beyaz gelinliğiyle vurulmamalıydı. En mutlu günüm en büyük kâbusum olmamalıydı.

Odamın kapısı açılınca başımı çevirdim ve ıslak gözlerle büyükbabama baktım. "Beni yalnız bırak," dedim ama, "Acıktım," diye sızlandı. Ne halde olduğumu anlayacak durumda değildi.

Üzerindeki takım elbiseyi görmek bile sinirlerimi bozuyordu. Yalnız kalmaya ihtiyacım varken onunla uğraşamazdım. "Daha sonra yersin." Yarım aklı bana olanları bile idrak edemiyordu. Artık bir çocuktan farkı yoktu.

Suratını astı. "Sabah da bana yemek vermeyi unuttun." Karnının gurultusunu buradan bile duyabiliyorum.

"Kendin bir şeyler hazırla." İstediğim tek şey uzun süre yalnız kalmaktı. "Odamdan çık büyükbaba."

Titreyen ellerine büyük bir kayıpmış gibi baktığında, "Yapamıyorum," deyince bunu zaten denemişti değil mi? Kendine bir şeyler hazırlayamadığı için bana geldiğini anlayınca daha çok ağlamaya başladım.

"Bende yapamıyorum! Bu haldeyken bile sana bakmak zorunda değilim," diye hayıflandığımda belki de ilk kez aklı ne söylediğimi algıladı. Gri gözleri incinmiş gibi bana bakarken yutkunmuştu. Bana yük olma fikri onu kırmıştı. Sus pus olup başını eğdi ve "Senin kendine bakamadığın zamanlarda ben sana bakıyordum," deyince sözlerinin ağırlığı altında ezildim. Beni istediğim gibi yalnız bırakıp gidince hıçkırdım. Doğru söylüyordu, göremediğim tüm o yıllarda beceremese bile bana bakmaya çalışmıştı. Onu incittim.

Büyükbabam uzun yıllardır tek yoldaşımdı. Ayrı eve çıkmaya karar verdiğimde bile babamı bırakıp benimle gelmişti. "Bige göremiyor," demişti o dönem. Gözlerim yeni açılmıştı ama o, hâlâ göremediğimi sandığı için babama, "Bige göremiyor, yanında olup ona bakmalıyım," demişti.

Ağlamayı bırakıp ayağa kalktım. Canım yanıyor olabilir ama şimdi onunla ilgilenmeliydim. Hani derler ya sen ne yaparsan evladında sana yapar diye. Büyükbabam için Allah'ın adaletini hep yerine getirmeye çalıştım çünkü o, zamanında yatalak annesine uzun süre bakan biriydi. Oğlundan veya torunundan aynı muameleyi görmeyi hak ediyordu. İnsanların ektiği şeyleri biçmesi gerektiğine körü körüne inanan biriydim.

Gözyaşlarımı silip odadan çıktım. Mutfağa girdiğimde gördüklerim ise beni daha çok ağlatabilirdi. Tezgâhın üzerine bir tane domates ve yarım ekmek koymuştu. Sabah düğün heyecanıyla kahvaltı yapmamıştım ve onun için de hazırlamayı unutmuştum. Şu saate kadar çok acıkmış olmalı ki domates doğrayıp ekmekle yemeyi düşünüyordu.

Bıçağı tutan eli ara ara titrediği için domatesi yamuk doğruyordu. Yaşlanmıştı, eski halinden eser kalmamıştı. Bazen ona baktıkça elimde sihirli bir değnek olsun istiyordum. Dökülen saçlarını geri getirmek ve ona eskisi gibi kahverengi, gür saçlar vermek isterdim. Çünkü artık şakaklarındaki saçlar dışında hiç saçı kalmamıştı. Yüzündeki benleri ve kırışıklıkları yok etmek, feri sönmüş gözlerine yeniden canlılık katmak isterdim. Zayıf ve bükülmüş bedenine dinginlik ve güç verip takım elbisenin içinde dik durmasını isterdim. Elimde sihirli bir değnek olsaydı onu baştan yaratırdım ama yoktu, elimde onu kurtaracak sihirli bir değnek yoktu. Şimdilerde fazla hassas ve fazla zayıftı. Bir gün beni bırakıp annemin yanına gidecek diye ödüm kopuyordu.

Yanında durup bıçağı tutan elini tuttuğumda başını çevirip bana baktı. İçin için ağlarken ona gülümsemeye çalıştım. "Domates ve ekmek beslenme planımıza uymuyor." Bıçağı elinden alıp kenara bıraktım. "Hadi sen otur bende senin için bir şeyler hazırlayayım," dedim ama aynı kırgın bir ifadeyle bana bakmaya başlayınca, "Özür dilerim," diye mırıldandım. Ağlamaktan çatallaşan sesim kulak tırmalarken, "Çok özür dilerim," dedim ve tekrar ağlamaya başladım. "Özür dilerim büyükbaba."

Ellerimi tezgâhın soğuk mermerine bastırıp öne doğru büküldüm ve sesli bir şekilde ağlamaya başladım. "Her şeyi mahvettim." Gözyaşlarım yağmur olup yüzüme yağarken kolumu tuttu ve beni göğsüne çekti. Başımı göğsüne bastırıp ağlarken saçlarımı okşuyordu. "Bir şeyleri bozuyorsan bir tek sen düzeltebilirsin," diye fısıldayıp saçlarımın tepesini öptü. "Ben babana söylemem," deyince daha çok ağlayarak ona sarıldım. Aslında her şeyin farkındaydı değil mi?

Haklıydı, bir şeyleri bozduysam düzeltmeliyim.

***

Dün büyükbabamla konuştuktan sonra hemen bir avukatı aramıştım. Olan biten her şeyi ona anlatıp böyle bir durumda ne yapmam gerektiğini sormuştum. Avukat araştıracağını söylemişti. Telefonu kapattıktan sonra sabaha kadar gözyaşlarına boğulmaya devam etmiştim. Karun ile olanları düşündükçe kendime daha fazla işkence ediyordum. Biliyorum adı Serhat'tı ama dört ay boyunca onu Karun adıyla tanıdığım için ara sıra adını unutup Karun diyordum. Gerçek Karun Kalender ise hayatıma bir kâbus gibi çökmüştü. Benden haberi bile olmayan biriyle gerçekten evli olup olmadığımı bilmiyordum. Bilmek beni daha çok korkutuyordu çünkü onunla çok farklı bulvarlardaydık. Mafyaların bile önünde eğildiği, destur vermeden geçmediği bir adamın karısı olmaya korkuyorum. Adam sanrı gibi hayatıma çökmüştü. Benim için korkutucu ve gerçekliği sorgulanan bir sanrıdan başka bir şey değildi.

Düğüne katılmadığım için endişelenen arkadaşlarım defalarca arayıp durmuştu. Hiçbir açıklama yapmadan hepsine düğünün iptal olduğunu söyleyip durmuştum. Onca sorunun içinde bir de onlarla konuşmak zorunda kalmıştım. Sabaha kadar gözüme uyku girmemişken avukat arayıp beni ofisine çağırmıştı. Telefonda konuşulmayacak kadar hassas bir konu olduğunu söylemişti. Araştırmaları bir sonuca ulaşmış olmalı ki benimle görüşmek istemişti.

Büyükbabamı karşı dairedeki komşuma emanet ederek evden çıkmıştım. Avukatın ofisine gelene kadar diken üstündeydim. Güzel bir haber almanın ümidiyle buraya gelmiştim. Serhat'ın yalan söylediğini, başka bir adamın kimliği kullanarak yapılan bir nikâhın geçersiz olduğunu duymak için buraya gelmiştim. Ama duyduklarım tam tersi şeylerdi. "Ne demek nikâh geçerli?" Şaşkına dönmüş bir halde avukata bakıyordum. Benden haberi bile olmayan bir adamın karısı olduğumu mu savunuyordu? Duha denen adam gerçekten böyle bir şeyi başardı mı?

"Üzgünüm Bige Hanım," dediğinde olağan bir şeyden bahseder gibi sakindi. "Nikâh memuruna kadar her şey gerçek. Eski sevgiliniz Serhat Bey ile o masaya oturduğunuzu doğrulayacak hiç görgü tanığınız yok. Bu nikâhın başka bir adamın kimliğini kullanarak kıyıldığına dair hiçbir kanıtınız yok. Böyle bir durumda yapılacak en mantıklı şey Karun Bey'i bulmak ve ona olanları anlatıp boşanma evraklarını imzalatmak." Bu adam ne dediğinin farkında mı? Bahsi geçen adamın benden haberi bile yoktu.

Karşısına geçip ona ne diyeceğim? Senin ruhun bile duymadan evlendik hadi şimdi de boşanalım mı?

Bu koskoca bir saçmalıktı!

Zafer Bey masadaki evraklardan birini alıp bana uzattı. "Nikâh defterindeki fotoğraf bile Karun Bey'e ait. Defterin fotoğrafını çekmem de hiç kolay olmadı." Uzattığı fotokopiyi alıp bakmadım çünkü o fotoğrafın değişeceğini Serhat zaten bana söylemişti. Tüm açıkları kapatmak için bir gün bile beklememişlerdi.

Aklıma gelenlerle hemen çantamı karıştırmaya başladım. "Evlilik cüzdanı," dedim ve onu çıkartıp avukata uzattım. "Burada Serhat'ın fotoğrafı var. Bununla evliliğin sahte olduğunu kanıtlayamaz mıyız?" Bu nikâhın gerçek olmadığını bir şekilde doğrulamalıydım.

Zafer Bey parmak uçlarıyla evlilik cüzdanını alıp açtı. Ne gördü bilmiyorum ama yüz ifadesi sıkıntılıydı. Başını kaldırıp, "Bige Hanım," dedi ve benden aldığı evlilik cüzdanını geri uzattı. "Buradaki fotoğraf Karun Bey'e ait." Ne?

Aceleyle hemen geri alıp kontrol ettiğimde fotoğrafımın yanındaki fotoğrafı görünce sertçe yutkundum. Karşılaştığım mavi gözler fotoğrafta bile aklımı başımdan almaya yetmişti. Onun vesikalık fotoğrafına bakıyor, bunun nasıl olduğunu sorguluyordum. Dün nikâhtan hemen sonra buna baktığımda Serhat'ın fotoğrafı vardı. Hatta fazla uzun baktığım için Serhat benimle alay etmişti. İmzalar atıldıktan hemen sonra bakmıştım. Buradaki fotoğrafın değişmiş olması beni korkuttu çünkü evime kadar girmişlerdi.

Sabaha kadar ağlayıp sızlandığım için gece girmiş olamazlardı. Uyanık olduğum için bunu anlardım. Buraya gelmeden önce sabah karşı dairemdeki komşuma uğramıştım. Büyükbabam da benimleydi. Komşuma büyükbabamla ilgili bir şeyler anlatırken on beş dakikaya yakın oyalanmıştım. O esnada eve girmiş olabilirler mi? Çünkü komşudan çıkıp kendi daireme girmiştim ve hazırlanıp buraya gelmiştim. Evime bile bu kadar kolay giriyorlarsa bunlar düşündüğümden daha tehlikeliydi. Kendimden çok büyükbabam için endişeleniyorum çünkü artık evde bile güvende değildik.

"Büyükbabam benim nikâh şahidimdi," diyerek evlilik cüzdanını çantama attım. "O her şeyi anlatabilir." Bir şeyler olmalıydı, beni bu evlilikten kurtaracak bir şeyler olmalıydı.

Avukatın karamsar yüz ifadesini görmek bile umutlarımı tüketiyordu. "Mahkemede alzheimer hastası birinin tanıklığı kabul edilemez," dediğinde bana hiç yardımcı olmuyordu. Olumsuz şeylerden bahsediyor lakin bir çıkar yol sunmuyordu.

Duha'nın adamları her yerdeydi. Karun'dan boşanmadıkça bu adamlar peşimi bırakmazdı çünkü beni kendi pis işlerinden kullanmaya kararlılar. Karun'un karısı olmamı onlar planladığına göre evli kalmam işlerine gelirdi. Boşanırsam bir işlerine yaramayacağıma göre beni rahat bırakırlardı. Tanımadığım bir adamın karısı olacak değilim. Karun denen adamı bulup ilk celsede boşanmalıyım. Zaten avukatta hep aynı şeyleri söyleyip duruyordu. Bu evlilikte herhangi bir açık olmadığını, her şeyin yasal olduğunu söyleyip duruyordu. İhanet acısını bile doğru düzgün yaşamadan bir de gidip Karun denen adamı bulmalıyım!

Avukatın ofisinden çıktığımda arabama doğru yürürken babamı aradım. Babam, "Efil," diyerek telefonu açınca derin bir nefes aldım. Sesini duymak bile hazır ol pozisyonuna geçmeme neden olabilirdi.

"Merhaba baba." Arabaya binip kemerimi taktım. "Nasılsın? Neler yapıyorsun?"

"Aynı şeyler," diyerek kestirip attı. Kendi hakkında uzun uzun konuşmayı sevmiyordu. "Sen nasılsın?"

"Teşekkür ederim bende iyiyim." Kısa bir an aynada şişen gözlerime baktım. Bu halde onun karşısına çıkarsam bir terslik olduğunu hemen anlardı. "Bir süreliğine büyükbabamı sana bırakmamın bir sakıncası var mı?"

"Bana mı bırakacaksın?" Sesi bir anda buz gibi olmuştu. "Neden?"

"Baba benim bir seyahate çıkmam gerekiyor. Mısır'a gideceğim." İstanbul'a gidip asla tasvir etmeyeceği damadından boşanacağımı söyleyemezdim.

"Mısır'a mı?" Sesindeki huzursuzluğu hissettim. "Efil senin o saçma işe ihtiyacın yok. Çürümüş cesetleri incelemekten daha iyi şeyler yapabilirsin. Senin çalışmaya bile ihtiyacın yok." Neden? Çünkü ben zenginim değil mi? Zenginsen çalışmaya ihtiyacın yoktu. Babamın tek istediği güvenli evimde yaşamaya devam etmemdi.

"Arkeoloji çürümüş cesetleri incelemekten ibaret değil baba. Lütfen bir süreliğine büyükbabama bakacağını söyle." Başıma gelenlerden sonra hasta bir adamla yeteri kadar ilgilenemiyordum. Kendimi toparlayana kadar babamda kalmalıydı.

"Onun için bir bakıcı tutabilirsin. Eminim yokluğunda ona iyi bakacaktır." Zaten bir bakıcısı vardı. Evde olmadığım zamanlarda o büyükbabamla ilgileniyordu. Fakat günün sonunda büyükbabam etrafında aileden birilerini görmeyi hak ediyordu.

"Baba sadece bir süreliğine. Hem bakıcısı da onunla birlikte gelecek. Evinde kalmaları dışında sen herhangi bir şey yapmayacaksın."

Israr etmem hoşuna gitmediği için, "Efil o hasta," dedi. "Hasta biriyle ilgilenecek kadar genç değilim artık. Seyahatlerine engel olup seni kısıtlıyorsa, uzun zaman önce yapman gerekeni yap ve onun için iyi bir huzurevi bak. Huzurevleri sandığın kadar kötü değil," deyince kaşlarımı çattım. Bunu bana daha önce de teklif etmişti ama şimdi olduğu gibi o zaman da kabul etmemiştim.

"Baba," dedim derin bir nefes alarak. "İnsan yaşattığını yaşamadan ölmezmiş. Senin baban için istediğin sonu ben sana yaşatabilirim. O kendi anne ve babasını hiç bırakmadı. Rabbim onun evladına vermese bile torununa ondan yana merhamet verdi. Benim ona olan sevgim onun emeğinin karşılığı. Sen ise kendi babasından kurtulmak isteyen birisin. Bir gün elden ayaktan düşecek kadar yaşlanırsan seni huzurevine bırakacağım," dediğimde sertçe yutkunuşunu duydum. İlk kez ona karşı bu kadar açık sözlü olmuştum.

Bir süre sessizlik olduktan sonra, "Tamam!" dedi isteksiz bir sesle. "Onu bana gönder."

"Teşekkür ederim," diye tebessüm ederek telefonu kapattım. Büyükbabamın bakıcısına eve gelmesi için hızlı bir mesaj atıp telefonu çantama koydum. Büyükbabamı babama ben götüremem çünkü babam bana baktığı an bir şeyler olduğunu hemen anlardı. Eve gidip ona bu ayrılığın neden gerekli olduğunu anlatacağım. Bana çok sorun çıkartacaktır fakat onu yanımda İstanbul'a götüremem. Orada ne kadar kalacağımı bilmediğim için bunu yapamam. Hasta ve yaşlı bir adamı peşimden sürükleyip perişan etmek istemiyorum.

Umarım babamda kaldığı süre boyunca ağzından Serhat ile ilgili bir şeyler kaçırmazdı.

***

Bir hafta sonra.

Her yolu denemiştim ama bu evliliğin sahte olduğunu bir türlü kanıtlayamadım. Bir hafta önce büyükbabamı babama göndererek kendimi bir kanıt bulmaya adamıştım. Şu bir haftada bir türlü evliliği iptal edip geçersiz kılacak bir şeyler bulamadım. Gündüzleri bu işlerin peşinden koşarken geceleri sabaha kadar aşk acısı çekip duruyordum. Ona kızgın ve kırgın olmama rağmen bir türlü Serhat'ı aklımdan çıkartamıyorum.

Aşk denen duygu gerçekten kötü huylu bir kanser gibiydi. İçinde olduğunu, sana zarar verdiğini bilirsin ama onu oradan çekip alamazsın. Ondan kurtulmaya çalıştıkça etkisi daha yıkıcı ve sarsıcı olurdu. Çektiğin acıyı zamana yaymak istersin ama her geçen gün onu daha fazla özlediğin için canını biraz daha yakardı. Aradan geçen zaman onu oradan söküp atmak yerine daha güçlü kılardı. Vücudunun her yerine dağılır, işgal eder ve hem ruhsal olarak hem de fiziksel olarak seni bitirirdi. Aşk gerçekten kanserli bir duyguydu.

Düğün gününden sonra Serhat beni hiç aramadı. İçler acısı olan bir diğer şey hep aramasını bekledim. Ona dönmek gibi bir niyetim yok fakat buna rağmen aramasını bekledim. Telefonlarını açmasam bile beni aramasını, bu kadar kolay unutmamasını istedim. Bana çektirdiği gibi acı çektiğini görmek istedim. Belki de asıl istediğim biri tarafından bu kadar kolay unutulacak bir kadın olmadığımı kendime kanıtlamaktı. Biliyorum evliydi ama onu aklımdan çıkartamıyorum. Bunu yapmak için biraz daha zamana ihtiyacım vardı.

Bir hafta boyunca uğraşmama rağmen evliliğimi geçersiz kılamadığım için bugün bavulumu topladım. Akşam üzeri İstanbul için uçak bileti almıştım. İki saat sonra uçağım kalkacaktı bu yüzden toparlanıp evden çıktım. Şimdi arabayla havaalanına doğru gidiyordum. İstanbul'a gidecek ve avukattan aldığım boşanma evraklarını Karun'a imzalatacaktım. Beni teselli eden tek şey Karun'un bu hafta içinde evleniyor olmasıydı. Düğününde herhangi bir sorunun yaşanmasını istemeyecektir. Bu yüzden nişanlısının kulağına gitmeden hemen boşanma evraklarını imzalayacaktır.

Bu konuda bana sorun çıkartacağını sanmıyorum.

Kayıp giden yolu izlerken kaldırımda yürüyen bir kadın gördüm. Onu görünce bir terslik olduğunu hemen anladığım için hızımı düşürdüm. Üzerinde hastane önlüğü vardı evet, sadece hastane önlüğü vardı. Önlüğün kolları kısaydı ve uzunluğu dizlerine kadardı. Üstelik kadında çıplak ayaklarla kaldırımda dalgınca yürüyordu. Kırmızı ışık yüzünden durmak zorunda kaldım ama kadın hâlâ kaldırımda yürüyor, gittikçe uzaklaşıyordu. Yürüyordu ama çıplak ayakları yere basmıyor gibiydi. Sanki şu anda ne yaptığını, nereye gittiğini bilmiyor veya farkında değil gibiydi.

Omuzları tüm dünyanın yükünü üstlenmiş gibi çökmüştü. Omuzları kırgın bir kadının kırılan kanatları gibiydi. Bir daha hiç uçmayacakmış gibi bükülmüştü. Bana sırtı dönük olduğu için sadece arkadan onu görebiliyordum. Bu yüzden beline doğru uzanan kızıl saçları önlüğün üzerinde adeta parlıyordu. İnsan onun saçlarını görünce ister istemez yüzünü de görmek istiyordu. Bu dalgın adımların, çökmüş omuzların ve bir elinde bebek ayakkabısı tutan kadının yüzünü merak ettim. Evet, elinde teki olmayan bir bebek ayakkabısı tutuyordu. Ayakkabının bağcığını parmağına doladığı için ayakkabı her adımıyla sallanıyordu.

Yeşil ışık yandığı için arabayı yeniden sürmeye başladım. Gittikçe onunla aramdaki mesafeyi kapatırken düştü. Bacakları büküldü ve dizlerinin üzerine sertçe düştü. O kadar sert düştü ki çıplak dizleri kaldırım taşına çarpınca içim acıdı. Benim içim acıdı ama o, bunu hissetmiyor gibiydi. Sanki çektiği acı fiziksel acıdan daha büyükmüş gibi düştüğü yerden hiç kıpırdamadı. Arkamdaki arabalardan dolayı yanında öylece geçmek zorunda kaldım.Acısını yoğun bir şekilde hissettiğim kadının yanından öylece geçtim. Durup neyi olduğunu sormayı çok istemiştim ama yapamadım.

Aynadan arkaya baktığımda elindeki ayakkabıyı göğsüne bastırdığını gördüm. Bir eli göğsündeyken diğer elini karnına bastırdı ve boğazı yırtılırcasına haykırdı. Attığı çığlığı iliklerime kadar işlediği için gözlerim doldu. Hiç tanımadığım bir kadının feryadı beni ağlatmıştı. Kaldırıma çökerek öne doğru bükülen ve çocuk gibi ağlayan bir kadını orada bırakıp yoluma devam ettim. Çok durmak istedim lakin yapamadım çünkü şu anda kimseye ihtiyacı olmadığını biliyorum.

Düğün günü başıma gelenlerden sonra kimse acıma dokunmasın istedim.

O da acısını sahiplenmişti.

Kim bilir onun canını kimler yakmış ve onu bu hale getirmişti.




























Ve bir bölümün daha sonuna geldik. Bölüm sonunda Elay'ı da okuduk. Evet, Bige'nin kaldırımda gördüğü o kızıl saçlı kadın Elay'dı. Bebeğini kaybeden bir kadının yanında geçtiğini, hayatına dokunduğunu ve farkında olmadan onu o hale getiren kişilerden biri olduğunu henüz bilmiyor.

Bige nihayet bu bölümde her şeyi öğrendi. En azından İstanbul'a gidince Duha veya Kadem'in kim olduğunu ve ona ne yaptıklarını bilecek. Hiçbir şey bilmeden onlara güvenip yakınlık kursaydı daha sonra yine çok üzülürdü.

Peki, Serhat'ın yüzsüzce her iki kadını sevdiğini iddia etmesine ne demeli? Volkan çık aklımdan hkbhjjhjn

Bu bölümden sonra artık Karun ve Bige ikilisini okuyacağız çünkü Bige nihayet Karun'un şehrine doğru yola çıktı.

Yeni bölüm ise Karun'un anlatımında olacak. Instagram'da attığım ilk alıntıyı hatırlayan var mı? İşte o alıntının içinde olduğu bölümü okuyacağız, yani Karun'un Bige'yle evli olduğunu öğrendiği bölümü.

Bu arada o alıntı hâlâ Instagram sayfamda duruyor.

Lütfen okuduğunuz bölüme oy vermeyi ve bolca satır arası yorumlar yapmayı unutmayın. Eğer yapmadıysanız dönüp yapın çünkü ne kadar çok oy ve yorum olursa kurgunun sevildiğini düşünüp daha istekli bir şekilde yazarım. Unutmayın hiçbir yazar sevilmediğini düşündüğü bir kurguya bölüm yazmaya hevesli olmaz.

Aynı şeyleri Saka ve Sanrı'da da yaşamak istemiyorum. Bu yüzden lütfen emeğe saygı olarak okuduğunuz bölüme oy verip sık sık yorum yapın. Bunlar zor istekler değil fakat bir yazarı motive eden şeyler. Çünkü sevildiğini düşününce daha fazla ama daha fazla bölüm yazıp paylaşmak istiyorum.

Yeni bölümde bakalım Karun cephesinde neler olacak?

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun.💙

Continue Reading

You'll Also Like

4K 377 12
"Hepimizin kahkahası farklı ama gözyaşlarımızın tadı aynı." ☆ Hayat bizi yorar, değil mi? Bizi daha ne olduğunu anlayamadan bir koşu maratonuna sokar...
1M 62.7K 40
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, cinsel istismar, psikolojik ve fizik...
122K 12.2K 72
Göz bebeklerine Füruz yansırken, kadın kan ağlamaya devam etti. Hem acıyla, hem umutla aynı anda kesişti yüreğinden açılan bu yeni yol. Adam uzaktan...
7.4K 3.3K 31
Sevdiği kişiden intikam almak için ölmesine bile izin vermeyen takıntılı adam ve 4 gücün savaşını anlatan bir kitap düşünün. Bu güçlerden biri de ruh...