cruel : yoonmin ✓

By chimforsuga

1.6M 122K 339K

kitty gang dünyaca ünlü bir yıldızdı agust d ise onun en büyük rakibi More

• sıfır
• bir
• iki
• üç
• dört
• beş
• altı
• yedi
• sekiz
• dokuz
• on
• on bir
• on iki
• on üç
• on dört
• on beş
• on altı
• on yedi
• on sekiz
• on dokuz
• yirmi
• yirmi bir
• yirmi iki
• ara bölüm
• yirmi üç
• yirmi dört
• yirmi beş
• yirmi altı
• yirmi yedi
• yirmi sekiz
• yirmi dokuz
• otuz
• otuz bir
• otuz iki
• otuz üç
• otuz dört
• otuz beş
• otuz altı
• otuz yedi
• otuz sekiz
• otuz dokuz
• kırk
• kırk iki
• teşekkürler

• kırk bir

32.9K 2K 7.6K
By chimforsuga

- - -

41| Muhtemelen cehennemin dibinde bile birlikte olacağız

"Müsait misin?" Kapıyı tıklatır tıklatmaz açmamın ardından soruyu sormam onu eğlendirmiş gibi başını önündeki kağıtlardan kaldırmadan güldü ve "Yoongi," dedi. "Gel oğlum, ben de seni bekliyordum, müsaitim."

Derin bir nefes aldım. Bu konuşmayı günlerdir aklımda planlasam da nasıl gideceğini ya da Sihyuk'un bana nasıl bir tepki vereceğini kestirememek biraz kendimi geri tutmama neden oluyordu çünkü bir bakıma beni büyüten o olmuştu. Kalacak yere ihtiyacım olduğunda ve karnımı doyuracak kadar bile para bulamadığımda elimden tutmuştu. Bu zamana kadar bunu hiç dile getirmese de bir yerden sonra yaptığı iyilikleri ortaya koyarak beni elinde tutmaya devam etmeye çalışabilirdi. Buna şaşırmazdım bile. 

"Ne yapıyorsun?" dedim geniş masasının önündeki rahat deri koltuklardan birine otururken. Belim hala biraz ağrıyordu. Bir hafta önce Jimin beni otel odasına çağırdığından beri tamamen doyumsuz bir çocuğa dönüşmüştü ki bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi tam çözemiyordum. Yine de ya bende kalıyor ya da beni kendisinde kalmam için ikna edip hareketli bir gece geçirmemiz için elinden geleni yapıyordu ki içimde onu asla engelleyemeyen koca bir hisle yaşadığım için bir şekilde ona eşlik ediyordum. 

Ve dün gece yataktan düşmemiz de beklendik bir şey değildi. Jimin çok endişelendiği için sesimi çıkartmasam da oturup kalkarken zorlandığım su götürmez bir gerçekti. 

"Birkaç evrağı gözden geçiriyorum." dedi. "Her şey yeni yeni düzene giriyor. Son mahkemen yarın ve çoğunluğun bakışı iyi yönde. Taek denen herifin basına karşı takındığı tavır bizi iyi etkiledi. Ne yaptın bilmiyorum ama kesinlikle iyi bir şeyler demişsin ona."

Aslında onunla konuşmamıştım bile sadece duymuştu. Annemle beni konuşurken duymuştu ve her şey bundan mı kaynaklı bilmesem de bir şekilde fikirleri değişmiş gibiydi. O her tarafa terör estiren adam basına karşı umursamaz ve beni biraz daha haklı çıkartacak üstü kapalı şeyler söyleyip duruyordu. Mahkemede susma hakkını kullanıyor ve tüm açıklamaları eşinin üstüne yıkıyordu. 

"Buna sevindim."

"Ben de öyle." Kağıtları tombul ellerinde topladı ve kenarlarını düzenledikten sonra masasının köşesine bırakarak sandalyesini biraz daha yaklaştırmayı ve ardından ellerini önünde birleştirip bana doğru eğilmeyi başardı. Şimdi yuvarlak çerçeveli gözlüklerinin ardından bana bakıyordu. "Neden benimle konuşmak istedin?"

"Albüm için." dedim gergin olduğumu mümkün olan en iyi şekilde arkama gizlerken. "Şarkıların hepsini tamamladım. Başlık parçasını da değiştirdim. Heize Lilith'i tamamen aldı. Ortadaki anlaşmayı çekmek için geç kaldım."

"Biliyorum, Wheein beni bilgilendirdi. Hatta şaşırdım bile. Normalde peşine düşerdin böyle şeylerin."

"Bilmiyorum, böylesini uygun gördüm sanırım. Ücretini de geri verdim ama şarkı onda kalsın istedim."

"Anlıyorum." Başını sakince salladı. "Öyleyse çıkış tarihini ve promosyon sürecini mi tartışacağız?" Kaşları merakla kalktığında ve muhtemelen söylediklerine emin olduğunda başımı iki yana sallayarak onu reddettim. 

"Aslında promo yapmayı düşünmüyorum." diyerek itiraf ettim. "Albümü yılbaşında yayımlayacağım ve iki ocakta şirket sözleşmem bitecek."

Sihyuk gözle görülür bir şekilde durakladı ama tahmin ettiğim kadar büyük bir şaşkınlık belirmedi dudaklarında. Sanki bunu çoktan bekliyormuş gibi biraz geriye çekildİ ve sandalyesine yaslandıktan sonra sesli bir nefes alıp bir süre bekledi. Kısa sürdü ve sonunda başını sallayarak, kendini toparlamış bir şekilde önüne döndü. 

"Sözleşmeni yenilemek istemiyor musun?"

"İstemiyorum." Önüme döndüm. Karşımdaki boş koltukla aramda kalan engin masaya ve üzerindeki minik süslere bakarken dizimi biraz sallayarak tepkisini bekledim ama gelmedi. Devam etmem için bana müsaade etti. "Yeterince yatırım yaptım." diyerek mırıldandım. "Zirveyi de gördüm." Bakışlarım onu buldu. "Dünya turnesi, yüzlerce konser ve diğerlerinin ancak rüyalarında görebileceği kadar ödül. Sanırım şimdi düşmüşken burada bırakmak en doğrusu çünkü tüm o basamakları yeniden çıkmak için çok yorgunum."

"Sen her şeye rağmen hala zirvedesin Yoongi, orada kalmaya devam edebilirsin. Hiçbir şey tamamen mahvolmadı, sen düşmedin."

Beni ikna etmek istediğini de tüm bunların tamamen doğru olmadığını da çok iyi bildiğim için ufak bir gülüş sundum ona ve omuz silkerek "Bırakıyorum." dedim. "Beni anlar mısın bilmiyorum ama... Devam etmek için bir nedenim kalmamış gibi hissediyorum. Sadece- Şimdi bırakırsam bir şeyler düzelecek ama devam edersem pes edeceğim. İkisi çok ayrı şeyler. İnan bana."

"Yine de devam etmeni çok isterdim. Bu şirket seninle büyüdü."

"Harika sanatçıların var." diyerek telkinde bulundum. "Onlarla daha iyilerini başaracağına eminim. Şirketi büyütme nedenim de sendin. Bana destek oldun ve ben de sana karşılığını verdim. Artık ödeştik."

"Hiçbir zaman bana borçlu değildin Yoongi." dedi kendimi her zaman borçlu hissettiğimi bilmeden. 

Bir zamana kadar bu umrumda bile değildi. Bang Sihyuk beni kullanan, beni kullanmak için kurtaran ve bu şirket büyüdüğünde elinde tutmak için iyi davranmaya devam bir adamdı ve ben günün birinde ondan kurtulacağımı düşünürken çok ciddiydim. 

Ama şimdi tüm bunlardan sonra arkama dönüp baktığımda yaptığı yardımların azımsanmayacak boyutta olduğunu görmek hepsini olmasa da bazı düşüncelerimi değiştiriyor ve bana yanıldığımı gösteriyordu. 

"Olsun. Hem albüm kazancı direkt şirkete gelebilir." dedim aklımdaki son şeyi masaya yatırmak adına. "Sadece içindeki şarkılar benim için önemli olduğundan yayınlamak istiyorum yoksa hiç bulaşmayacaktım."

"Ortada bir anlaşma var." diyerek kaşlarını çattı. "Albüm kazancından gerekli miktarı alıp öyle ayrılırsın."

"Gerçekten, istemiyorum." Başımı iki yana salladım. "O parayı nereye istersen kullanabilirsin."

"Buna emin misin?" 

"Kesinlikle." diyerek hemen onayladım onu. "Haberin var mı bilmiyorum ama Wheein de hamile zaten, yakında ayrılacaktır. Jungkook da benden sonra kendisine uygun birini bulur diye umuyorum."

"Jungkook ayrıldığını duyduğu an şirketi başımıza yıkabilir." diyerek güldü. "Senin bir numaralı fanın. Eğer mesleği bıraktığını duyarsa o da bırakacaktır."

Buna istemsizce gülerken sarsılan omuzlarım durduğu an "Belki de." dedim. "Gerçi onun normal bir sanatçıyla anlaşabileceğini düşünmüyorum. Belki kendisine ait bir marka falan çıkartır."

"Belki." diyerek başını salladı ve konuşmamızın aniden kesildiğini belirten o sessizlik odayı kapladığında sandalyesini geriye iterek ayağa kalktı. Elini öne doğru uzatıp onunla el sıkışmam için beklediğinde bir eline bir de gülümseyen yüzüne bakıyordum. Sonunda ona eşlik ederek yerimden kalktığımda ve elini sıkarak salladığımda "Geri kalan hayatında başarılar Yoongi." dedi. "Sen güçlü bir çocuksun."

Sen güçlü bir çocuksun.

Gözlerim gözlerine çarptı ve küçük bir anı beni çarparken nefesimi tuttum. "Öyleyim." dedim. "Öyle kalacağım."

"Bundan hiç şüphem yok." Gülümsemesini büyüttü. "Arada buraya uğra ve arkandan gelen o veletlere nasıl ünlü olabileceklerini öğret. Hepsi için büyük bir örneksin."

"Beni örnek almalarını pek doğru bulmuyorum." diyerek güldüm. "Hiçbir zaman örnek teşkil etmedim."

"Yine de uğra." diyerek ısrar etti. "Seni özleyeceğiz. Burada hep bir odan var. O stüdyo sana ait."

Başımı salladım. Geçirdiğim seneler, yer altı mekanlarda yaptığım raplerden buraya ulaşana kadar girdiğim tüm süreçler bu anı bekliyor gibi hızla gözümün önünden kayıp gittiğinde hissettiğim buruklukla elimi ondan çektim ve "Sağ ol." dedim. "Bunu bilmek güzel."

Bunu bilmek güzeldi. 

Bir yerlere ait olmak güzeldi ve ben bu zamana kadar hiçbir yere ait hissetmezken şimdi her bir noktanın evim olduğunu fark ederken biraz mutluydum. Ailemi kaybetmiştim ama sanırım bir çoğu ile yeni tanışıyordum. 

Odasından çıkmadan önce Sihyuk "Oğlum." dedi. "Burada bir baban olduğunu da unutma."

Nefesimi tuttum. Sihyuk'la olan tüm anılarımı zihnimin bir köşesine kilitlerken memnun bir şekilde başımı salladım. Sihyuk belki babam değildi ama sanırım geçmişte görmediğim tüm o noktalar birleştiğinde hayatımdaki en belirgin baba figürü oydu. Bana tavsiyeler veren benimle içmeye giden ve derdim olduğunda ne kadar agresif olursam olayım dinleyen o olmuştu. 

Eskiden bunu sadece ona kazandırdığım paralar için yaptığını düşünürken şimdi, tam da şirketten ayrılırken sarf ettiği bu kelimeler samimi hissettiriyordu. 

Bu yüzden "Biliyorum." dedim. "Unutmam."

Cenazemi düşlediğimde orada kimseyi hayal edemezdim ama şimdi Jimin, Jungkook, Wheein, Hoseok, Seokjin ve Taehyung'un yanında Sihyuk da vardı. 

Ve bu iyi hissettiriyordu. 

- - -

"Dubai'ye ne dersiniz?" Jungkook Jimin'in halısında yuvarlanırken ve ben Jimin'in zoruyla duvarına yeni aldığı tablo için bir çivi çakarken ortadaki muhabbeti takip etmekte zorlanıyordum. Jimin altımdaki merdiveni düşmemem için tutuyordu ama bazen lafa o kadar dalıyordu ki tutmak yerine ona yaslanarak dengemi şaşırtıyordu. 

"Jungkook sen yılbaşını Dubai'de geçirecek kadar zengin değilsin, günaydın hayatım." Hoseok ona alaycı bir şekilde cevap verdiğinde ortada biraz karmaşa döndüğünü ve belki de Jungkook'un ona bir yastık fırlattığını hissettim ama hala elimde bir cetvelle düzgün bir açıda ikinci çiviyi çakmak için onlara dönemiyordum. 

"Aptal olma." dedi Jungkook fısıldayarak ama herkes sesini duyabiliyordu. "Yanımızda Agust D ve Kitty Gang olacak, tüm masrafı onlara kitleriz."

"Bunu duyabiliyorum." diyen Jimin oldu ve bir kez daha döndüğünde merdiven sarsıldığı için sıkıntılı bir nefesle gözlerimi kapatıp beni fark etmesini bekledim. Neyse ki uzun sürmeden başını hızla çevirip gözlerime baktı ve sevimli bir şekilde güldükten sonra "Unutmuşum!" diyerek bağırdı. "Acele et, neden bu kadar uzun sürüyor?"

"Hayatımda ilk kez çivi çakıyorum." diye bağıran bu sefer bendim. "Üçüncüyü kafana çakabilirim tamam mı? Sinirlendirme beni."

"Çok ateşli." Jimin gözlerini benden çekip diğerlerine döndü. "Kızdığında fena bir şey oluyor."

Odada biraz sessizlik olduğunda saniyeler içinde bunu bozan Jungkook oldu ve kahkaha atarak "Cidden," dedi. "Bunların ilişkisine üçüncü kişi olarak dahil olsaydım gıkım çıkmazdı bakın, çok iyiler."

Çiviye son darbeyi vurup yüzümü buruşturarak merdivenden inerken Jimin "Her zaman açığız bebeğim." diyerek ona göz kırpıyordu. "Akşam gel katıl bize, eğlendirelim seni."

Gözlerimi devirip elimdeki çekici Jimin'e doğru sertçe uzattığımda Jungkook biraz eğlenen biraz da şok içeren bakışıyla Jimin'e dönmüştü ve hemen ardında kalan kapıdan Wheein elinde çilek dolu bir tabakla içeri giriyordu. Böylece konu ani bir değişime uğradı ve Hoseok "Çilek!" diye bağırarak koltuktan yuvarlandığında eşine koşturup tabaktan bir tane aldığı gibi ağzına attı. "Aşkım böyle güzel şeyler aşer işte ya, geçen gün enginar aşerdi. Sevmiyorum, yiyemedim."

Bu sefer hepimizin garip bakışlarının hedefi Hoseok olduğunda ve Wheein'in onun ensesine vurmasını önemsemeden çilekleri yemeye ortak olduğunda Jungkook yerde yuvarlanıp kolunun altındaki yastığa sarılırken "Bebek kız mı olacak erkek mi acaba?" diye mırıldandı. "Kız olursa adını Taekook koyar mısınız? Erkek olursa da Taekook olsun."

"Karışmasana milletin çocuğuna." dedim kaşlarımı çatarak. "İstediklerini koyarlar."

"Aman, sen sus yaşlı bunak. Çocuk daha bir aylıkken yirmi sekiz yaşında dayısı olacak ya bu büyüdüğünde sen mezarda olacaksın."

"Evet." dedim onu onaylarken. "Sen de hemen yanımdaki mezardan bana el sallarsın artık."

Wheein Hoseok'un tabağa uzanan elini sertçe iterken "Susun artık." dedi. "Başım ağrıyor. Beni dinleyin."

Jimin kaşıyla bana merdiveni işaret ederken ve odada bir sessizlik oluşup muhtemelen diğerleri Wheein'e dönmüşken ben onun dediğini anlamak ister gibi başımı iki yana sallayıp sessiz bir şekilde "Ne?" diyordum ama o sadece kaşını daha çok kaldırıp merdiveni işaret ediyordu. Sonunda "Ne diyorsun?" diyerek kaşlarımı çattığımda "Geri zekalı!" diye bağırdı. "Assana şu tabloyu, ben mi çıkayım?"

"Neyin eksik?" dedim şok olarak. "Çiviyi de çakabilirdin, çık tak."

"Yoonie..." dedi aniden o köpek bakışlarını atıp beni gafil avlayarak ve ben, ağzım açık kalakaldım. Zayıf noktalarımı çok güzel çözdüğü için hatalı olan ben miydim acaba? "Benim boyum yetmiyor..."

"Aynı boydayız Jimin."

Kaşlarını meydan okur gibi kaldırdı ama o köpek gözlerinden kurtulmayı denemedi. "Sevgilin için asmayacak mısın yani?" 

Sevgilim.

Oh, pekala. Bunu günlerdir kullanıyordu. Sevişmek istediğinde, banyoda ona masaj yapmam gerektiğinde ve yemek için üşengeç olduğunda. Cümle her zaman "Sevgilin için-" diye başlıyor ve ne istiyorsa onunla devam ediyordu. Resmen elinde oynatıyordu beni. Ben de enayisi olmuşum gibi, bu zayıflığımı kullandığını bile bile tıpış tıpış yapıyordum işte. 

"Ben az önce ne izledim?" dedi Hoseok garip bir ses çıkartarak. "Bu Park Jimin mi?"

"Ta kendisi." diyerek acınası bir ifadeyle köşeye yaslanmış büyük tabloyu aldığımda ve o tablo yüzünden önümü bile göremediğimde merdivene ilerliyordum. "Şerefsizin teki işte."

"Yoongi," dedi Jungkook garip bir tınıda. "Adamım mahvolmuşsun sen."

Sorun bunu yalanlayamayacak durumda oluşumdu çünkü sahiden mahvolmanın zirvesinde bir yerlerde dolanıyordum. Jimin'in de bana hiç acıması yoktu. 

Jimin tabloyu dik tutup Jungkook'un dediklerine alttan bir gülüş sunarken ben ona bakmamaya özen göstererek merdivenleri adımlıyordum. Son basamağa ulaşıp elindeki tabloyu aldığımda ve duvarına çaktığım çivileri ortalayarak astığımda Jimin el çırptı ve "Harika oldu." dedi. "Buraya gel ve ödül öpücüğünü al."

"Dünyada gördüğüm en vıcık çift olmanıza bir adım kalmış." dedi Wheein neredeyse kusacak gibi bir sesle ama ben onları aldırmadım bile. Jungkook yüzünden buradalardı ve kendi kendilerine, bizi de dahil ettikleri bir yıl başı programı yapmak için uğraşıyorlardı. Yani bu şahane aşk tablomuza neden şahit olduklarını bilmiyordum bile. 

Ama yine de merdivenleri indim ve Jimin beni çekip dudaklarıma minik bir buse kondurduğunda ona müsaade ettim. Geri çekildiğimde onlara fırsat vermeden Wheein'e bakıp "Söyle artık." diyordum. "Beni dinleyin dedin bıraktın öyle."

"Ha, doğru, o konu." Gözlerini devirdi. "Düşündük ki yıl başında evlenelim."

"Yıl başında mı?" Jimin kaşlarını kaldırdı. "Whee, kızım, aptal olma." Jimin benden ayrılıp ona ilerlediğinde ve Hoseok ile aralarında bulunan minik boşluğa sıkıştığında ne yaptığını büyük bir merakla izliyordum ki o çok ciddi bir şekilde Wheein'i kendine döndürdü. "Bu hain uyanıklık yapmış, geniş düşünmüş, sen de düşün. Ne yapacak? Yıl başı artı yıl dönümü, hop ikisine bir hediye alıp kurtulacak."

"Lan." Hoseok yerinden sıçradı. "Oha. İftiraya uğruyorum şu an."

"Yalansa yalan de!" diyerek Jungkook asırlardır bunu bekliyor gibi Jimin'e destek çıkmak için kollarını sıvadı ve ben onlara zerre kadar anlam veremeyerek tekli koltuğa ilerledim. "Sen bu azimle bebeğin doğumunu geciktirir onu da diğer yıl başına denk getirip hepsini bir aradan çıkartırsın Jung Hoseok."

"Lan-" Hoseok buna kelimenin tam anlamıyla şok olduğunda Jungkook ve Jimin'le aynı anda hiç tek başına kalmadığını düşünerek ona acıdım çünkü ne kadar organize bir ittifak olduklarından bir haberdi. "Oha lan-" Dilini yutmuş gibi koltukta ayaklarını kendine çektiğinde Wheein onun ne kadar acı çektiğini fark etmiş olsa gerek "Ben istedim." diyerek araya girdi. "Hemen yapmamız gerekiyor zaten öyle planlı bir şey olmayacak. En yakınlarımla bir klisede halledeceğiz."

Jimin hayal kırıklığına uğramış gibi dudaklarını büzdü. "Harika bir düğün olabilirdi." dedi. "Çok şey kaçırıyor olabilirsin."

"Yemin törenininden sonra sizinle olursam zaten harika bir düğün olacak." diye mırıldandı Wheein. "Yine de yurt dışına çıkma gibi bir planınız varsa engel olmam, gelinliğimi alıp peşinize düşer orada evlenirim."

Kaşlarımı kaldırdım. "Sen nerede istiyorsan orada olmalı." dedim. "Bu senin düğünün."

"Aslında sadece evlenmekle ilgileniyorum." diyerek basitçe itiraf etti. "Hoseok da çok önemsemediğini söyledi. Yani yemin töreninde birlikte olduktan sonra mekan fark etmiyor."

Kapı sesi aramıza girip konuşmamızı böldüğünde Jungkook yerinden fırlayarak "Tae!" diye bağırdı ve arkasından sadece ayak seslerini ve açılan kapıyı duyduk. Ardından birkaç mırıltı ve konuşma sesleri geldiğinde yeni bir kapı sesiyle Jungkook koşarak salona döndü ve "Sürpriz!" dedi. "Bir sürü tavuk kanadımız ve sojumuz var!"

Pekala, bugün onlardan kurtulamayacaktık. Orası kesindi. 

Ama işte, yeni bir bilgi. Jimin ellerini çırparak yerinden kalkarken "Tavuk kanatları!" diye bağırdığına göre bunları seviyordu. 

En azından artık onun hakkında yeni bir şey biliyordum. Bu da bir şeydi. 

- - -

"Siktir git Yoongi."

Jimin aynalı masasının önündeki o tabureye benzeyen yumuşak koltuğuna oturduğunda ve neredeyse omuzlarından düşecek kadar toz pembe bir bornozla saçlarını kurulamaya başladığında ben omzuna masaj yapmaya çalışıyordum ama o buna pek olumlu bakmıyor olsa gerek son sıcaklıktaki fön makinesinin üfürdüğü havayı ellerime tutup duruyordu. 

"Güzelim önce beni dinle." dedim aynadan onun umursamaz gözlerine bakarken. "Yanlış anladın sen."

"Her şey yeterince açık diye düşünüyorum Yoongi Min." diyerek yeniden kaşlarını çattı ki yüzünde o beyaz maskeyle normalde olduğundan daha sevimli durduğu için bu beni korkutmadı bile.

"Jiminie, cidden, bunun için bana küsmen dünyanın en saçma olayı." Ellerimi boynuna ilerletip hafif hafif oynatarak yumuşak bir masaja devam ettiğimde dudaklarımı büzdüm ve "Geldim işte." dedim. "Buradayım."

Fönü çoktan kuruyan kabarık saçlarından çekti ve delici bir bakış atarken sinirli olduğunu her yerden belli edece bir sesle "Sana beyzbol mu ben mi diye sorduğumda gözlerini ekrandan bir saniye bile ayırmadın." dedi. "Ve bana cevabını maç bitince vereceğini söyledin."

"Evet, sürpriz olsun diyeydi işte ve maç bitti artık cevabımı verebilirim." diyerek gülümsedim. "Tabii ki seni seçerim, kendini maçla kıyaslamasana."

"İzleyemediğin için kucağına çıkmamı engellediğin ve soruyu anca pür dikkat izleyip bitirdikten sonra yanıtladığın maçla mı?" Fön makinesini hızla yüzüme tutup sıcak havanın tamamen gözlerime gelmesine neden olurken gerilememi izleyerek elimin altından çekildi ve hızla oturduğu yerden kalkıp bana döndü. Ben kaçmaya çalışırken o yüzüme tutmaya devam ediyor ve "Piç." diyordu. "Nefret ediyorum senden, sinirlerimi bozdun."

"Özür dilerim!"

Gözlerime tüm öfkesiyle baktıktan sonra makineyi kapattı ve olabilecek en sert şekilde masasına bırakıp bana tek kelime etmeden önüne dönerek taburesine geri oturdu. Yüzündeki maskeyi çıkartırken benimle bir saniyelik bile göz teması kurmadı. 

"Jimin?"

"Kes sesini."

"Ama beni affetmeni istiyorum." dedim kaşlarımı çatarak. "O maçı uzun zamandır bekliyordum." Korka korka yeniden yanına yaklaşıp arkasında dururken kalkıp beni dövecek gibi durduğundan olsa gerek biraz çekingen bir şekilde parmaklarımı açık omuzlarına sürttüm ve tepkisini izlerken aynadan onun bana bakmayan gözlerine bakarak hafifçe eğildiğim gibi önce ensesine hemen ardından eğilip boynuna bir öpücük bıraktım. Ardından doğrulup adam akıllı masaj yapmaya başladığımda "Bebeğim." diyordum. "Bana baksana."

Önündeki krem kutusunu açarken gözlerini kaldırdı ve bir kez daha aynadan bakışmamıza neden olduğunda az önceki o öfke kusan göz bebeklerinin yerine parlaklıklar geldiğini gördüğümde şaşırdım ama o bozuntuya vermeden "Ne?" dedi. "Oyalama beni."

Elimi omuz başlarına kadar yavaşça indirip bornozunun içinden kolunun üst kısmını okşadığımda gülümsedim. "Beyzbola bu kadar alınacağını bilmiyorum." diye mırıldandım. "Eğer bilseydim izlemezdim. Şakalaştığımızı düşünmüştüm." Tek kaşımı kaldırdığımda onun duraklayan ellerini izliyordum. "Jimin, senin için yapmadığım bir şey söyleyebilir misin?"

Derin bir nefes aldı. Reddetmek istemiyormuş gibi bir ifade takınsa da başını hayır anlamında iki yana salladı ve bu beni biraz daha güldürdü. Sevgi böyle bir şey olmalıydı. Sevgi tam olarak bu olmalıydı. Daha önce hiç hissetmediğim için emin olamasam da sanki kalbimin tüm sınırlarını zorluyor gibi hissetmem her şeyi yeterince açığa kavuşturuyordu. 

"Şimdi benden bir şey iste, onu senin için yaparım tamam mı?" dedim mırıltıyla dudaklarımı yeniden çıplak, pürüzsüz sırtıyla buluştururken. "Küsmeni istemiyorum."

Durdu. Söyleyecek bir şeyinin olduğu o kadar bariz belliydi ki hafifçe öne kayıp bedenini öpücüklerimden ayırdığında oturduğu yuvarlak taburesinde bana dönüşünü ve dönerken açılan bornozundan görünen bacaklarını göz ucuyla izleyerek ona alan tanıdım. Tamamen döndüğünde ellerimi tutmak için uzandı ve buna biraz şaşırsam da ses etmeden uzattığı elleri tutup gözlerine baktım. 

"Her şeyi yapar mısın?" dedi gözlerini kırpıştırarak ve ben ne dediğini anlayamadığım ve onun o gözlerindeki masumluğu belki de ilk kez bu kadar net gördüğüm için hemen yanıtlayamadım. Yutkunmam saniyelerimi aldı ve sonunda ona başımı sallarken buldum kendimi. "Her şeyi." diyerek onayladım ve ellerini sıktım. Hafif ayrı olan bacaklarını birleştirip başını öne eğdi ve bu beni biraz korkuttu. 

"Kaç benimle."

"Ha?"

"Benimle kaçmanı istiyorum." diyerek tekrarladı sessizce. "Anlaşmanı yenilemeyeceksin ama benim sana söylemediğim şeyler var."

Sustuğunda ve konuşmayacak gibi durakladığında ne yapacağımı bilemeyerek kalakaldım. Kendimi bir an içinde dizlerimin üzerine çökerken ve ellerimizi onun dizlerinin üzerine bırakırken buldum. Şimdi eğdiği başının altına doğru uzanmış yüzüne bakmaya çalışıyordum ama gözleri tamamen kapalıydı. 

"Şimdi söyle." diyerek fikir sundum. "Seni yargılamam."

"Namjoon'la bir anlaşma yaptım." dedi. "Eğer Taek denen herifle konuşur ve onu ikna ederse ve sen mahkemelerini iyi atlatıp bu işten kurtulursan sözleşmeyi yenileyeceğimi söyledim ama istemiyorum Yoongi. Buna devam etmek istemiyorum ve her şeye yeniden başlayarak bir sözleşmenin daha bitmesini bekleyemem o yüzden gideceğim." Gözlerini kırpıştırdı. "Namjoon'un bilmediği bir yerlere."

Jimin'in söyledikleri kısa bir şok dalgası yaratırken hepsini algılamak biraz zamanımı aldı ki bu göründüğü kadar kolay değildi çünkü Park Jimin karşımda durmuş Namjoon denen herifle tamamen benim için bir anlaşma yaptığını açıkça söylüyordu. Bu ufak bir şey bile değildi. Hatta epey büyük bir olaydı. Jimin benim için Namjoon'la görüşmüştü. Namjoon'u ikna etmişti ve Namjoon da cidden Taek ile konuşmuştu. Üstelik ortadaki anlaşma büyüktü. Jimin için çok büyüktü. 

Sesimi zar zor bulduğumda "Ya-" diye fısıldadım. "Ya Namjoon'la konuşup bunu istemediğini söylesen?"

"Bilmiyorum, çok düşündüm." Nefesini sıkıntıyla üfleyip gözlerini açarak başını arkaya attı ve tavana baktı. "Sadece istemiyorum. Ona dil dökmek istemiyorum. Sözümün arkasında neden durmadığımı saatlerce açıklamak istemiyorum çünkü o beni hiçbir zaman anlamadı. Tek istediğim uzak bir yer." Dudaklarını ıslatışını izledim. Sesi öyle bir titriyordu ki az sonra ağlayacak gibi hissediyordum. "Kimsenin beni tanımadığı bir yer. Sokakta yürürken gizlenmek zorunda kalmadığım minik bir kasaba. Bilmiyorum. Uzakta, benim bile bilmediğim bir yerlere gitmek istiyorum."

"Ve seninle gelmemi mi istiyorsun?"

Nefesini tuttu ama bu sol gözünden düşen bir damlaya engel olamadı. Başını sallayarak beni onaylar onaylamaz dudaklarını içe doğru büküp kendini kastı ve bu içimde bir şeylerin paramparça olmasına neden oldu. Saniyeler sonra tek elimi onun elinden çekmiş gözünden akan damlayı siliyordum. 

Benden bir cevap beklediği öyle açıktı ki bunun için bir cevap beklemesi bile beni biraz kızdırdı ama ona bunu yansıtmadım. Sadece gülümsedim. Elimi yanağına yasladım ve diğeriyle onun minik parmaklarını sıkıca tutarken oturduğum yerde biraz kıpırdanıp dudaklarımı diz kapaklarına yaslayarak usulca öptüm. Sonra tekrar ve tekrar. O "Yoongi-" diyerek bacaklarını çekmeye çalıştığında bile ben tenine öpücüklerimi kondurmaya ısrarla devam ediyor ve bundan çokça keyif alıyordum. 

Sonunda "Ya!" diye bağırdı ve boştaki eliyle saçlarımın dibini sımsıkı tutarak beni kendine olabilecek en sert şekilde çekti. Aynı zamanda rahat uzanabilmem için kendisi de biraz eğiliyordu. 

Dudaklarımız birleştiğinde ve kendimizi derin bir öpücüğün içinde bulunduğumuzda nefesimiz kesilene kadar sürmesine izin verdim ama sonunda oksijen ihtiyacı duyan bedenim alarmlar çalmaya başladığında biraz çekilip gözlerine baktım. Alnım alnına yaslıyken "Park Jimin." dedim. "Seninle her yere gelirim."

O da gülümsedi ve "Min Yoongi." dedi. "Muhtemelen cehennemin dibinde bile birlikte olacağız."

Eh, bu da sanırım bir diğer gerçekti.

- - -

"Bekle, kesinlikle anlamadım." Jungkook nefesini tutmuş, kendini benden biraz geriye çekerken şok olmuş gözlerle bana bakıyordu. "Sen ne dediğinin farkında mısın hyung yoksa bu bir şaka mı?"

"Değil, Jungkook." Omuzlarımı düşürdüm. "Her şey yeterince açık değil mi?"

"Ben..." Oturma odama bakındı. Koca evde tek başımızaydık ve onu sabah erkenden çağıran ben olmuştum. Şimdi ise geldiğinde yüzünde açan gülücüklerden eser yoktu. Sadece söylediklerimi sindirmeye çalışır gibi bir ifadeyle bana bakıyor ve anlamsız bakışlar atmaya devam ediyordu. "Bak. Baş kısmı anladım tamam mı? Harika. Elbette yılbaşına Norveç'te girebiliriz. Mükemmel olur. Neden olmasın? Hoseok ve Wheein orada evlenir ve harika anılar biriktiririz. Minik bebeğe doğduğunda o günü anlatırız." Kaşlarını kaldırdı. "Ama bu bizimle dönerseniz mümkün olur ancak. Kore'de olursanız." Üstüne bastırarak söyledi. "Orada kalmanız... Neresi mantıklı? Her şey düzelmişken- Her şey- Yani ne sorunumuz kaldı ki? Artık burada mutlusun."

"Öyle değil-" Yerimde kıpırdandım ama Jungkook bana müsaade etmeden gözleri dolu dolu dönüp "Öyle." dedi. "Bunu kendin için yapmıyorsun şu an. Jimin mi istedi? Hm? Onun için mi? Eğer öyleyse ikna ederim, gerçekten. İkna ederim ve-"

"Jungkook-" İçimi çektim. "Jimin için değil." Nasıl açıklayacağımı bile bilmediğim ve her şeyin çok yeni, çok ani bir karar olduğunun farkında olduğum için biraz durakladım ve kendimi geriye, koltuğa doğru bırakırken nefesimi tuttum. "Gitmek istiyorum. Yani istiyordum ama dürüst olmak gerekirse Jimin için kalacaktım."

Sessizlik oldu. Jungkook ben söylemeden söyleyeceklerimi anlamış gibi acı bir gülümseme ile başını sallayarak diğer tarafına döndü ve öylece bekledi. Onun alışması ve kendi içinde beni yorumlaması için vakte ihtiyacı olduğunu düşünerek susmaya ve sadece ifadelerine bakmaya devam ettim. Ne diyeceğini kestiremediğim için her şey daha zor görünüyordu. 

"O istedi." dedi sonunda. "Sen gitmek için bir neden arıyordun ve o sana nedenini verdi."

"Evet ama-"

"Ve sen bizi düşünmek istemedin." diyerek kesti Jungkook. "Beni yeni kabullendin, beni yeni mutlu ettin hyung. Ben seni ağabeyim olarak görüyordum ve sen beni daha yeni-" Gözlerini kapattı. "Siktir et. Şimdi gidiyorsun. Tıpkı onun gibi."

"Jungkook gittiğim yok." diyerek kaşlarımı çattım. "Kendimi öldürmüyorum tamam mı? Hala bir telefon uzağında olacağım ve istediğin zaman gelip beni görebileceksin. Ayrıca benim burada bir amacım kalmadı. Şirketten ayrıldığım için artık bir işim de yok ve-"

"Bekle." Daha ben cümlemi tamamlamadan dehşete düşmüş bir sesle yerinden fırladığında önümde durup artık tutamadığı yaşlarını bıraktı. "Şirketten ayrıldın mı?"

"Evet-"

"Ve bana söylemedin?"

"Evet ama-"

"Senden nefret ediyorum." Jungkook'un omuzları ansızın sarsıldı. Tek elini hızla yüzüne götürüp kapatırken sessizce ağlamaya başlamasına karşı ne yapacağımı bilmiyordum ve o ağlamaya devam ediyordu. Tam karşımda. 

"Jungkook..." Tedirgin bir şekilde yerimden kalkıp ona adımladığımda benden bir adım uzaklaştı ama kaçmasının yersiz olduğunu bilir gibi bunu irdelemedi. Orada öylece durup küçük bir hıçkırığın arasında ne dediğini anlamadığım bir şeyler mırıldandı. Kollarımı fazla düşünmeden ona sarıp kendime çektiğimde, benden biraz daha büyük olduğu için alnını omzuma yaslamak adına boynunu epey kırması gerekti ama o an için bunu dert ettiğini pek sanmıyordum. "Beni anlamaya çalış." dedim. "Kore'de olmak istemiyorum artık. Burada tek bir iyi anım bile yok." 

"Biz- Biz vardık." Hıçkırdı ve pürüzlü sesiyle derdini bana anlatmaya çalıştı. "Bizimle mutluydun- Hyung- Ben- Ben de yani- Ağabeyim-"

"Shhh.." Elimle sırtını sıvazladım. "Biliyorum ama seni bıraktığım yok aptal. Bu kadar dramatize etme olayı. Sadece artık bir uçağa binmen gerekecek o kadar."

"Buradan Norveç'e gitmek on bir saat sürüyor!" diye bağırdı kulağımın dibinde olmasını önemsemeden. "Seni görmek istediğimde koca bir günümü harcamam gerekiyor."

"O zaman ben gelirim tamam mı?" dedim sakinleşmesi için. "Her zaman sen geleceksin diye bir kural yok." Elimi sırtında duraklattığımda o hala hıçkırdığı için içimi çekiyordum. "Jungkook gerçekten. Seni üzdüğünü biliyorum ama artık buna devam edemem tamam mı? Dediğin doğru. Jimin bana bir neden verdi. Ben buradan bunaldım ve bıktım. Gitmek için zaten bir neden arıyordum ve o bana bu nedeni verdi. Senden tek istediğim bize yardımcı olman, durumları anlattım." O usulca benden ayrılıp başını çektiğinde buna müsaade ederek ben de bir adım geriledim. "Kimse nerede olduğumuzu bilsin istemiyoruz tamam mı? Tek yapman gereken sana sorduklarında ortadan kaybolduğumuzu söylemek. İnsanlar bir şekilde bizi unutacak." Gözlerine baktım. "Daha sonra Taehyung'a ve Hoseok ile Wheein'e söylersin. Bizi ziyarete gelirsiniz? Hm?"

Gözlerime baktı. "Bebeğin doğumunda bile olmayacaksınız."

"İyi yanından bak, tüm ağlamalarını siz çekeceksiniz." dedim onu güldürmeye çalışarak. "Bizim yanımıza geldiğinde en azından bir yaşını doldurmuş olur. Onun için kıyafetler alacağım."

Jungkook gözünden akan yaşları silip kolumdan tamamen sıyrıldığında boynundaki dövmenin üzerini dalgın bir şekilde kaşıdı ve ağladığı için ıslanan kirpiklerini kırpıştırıp dudaklarını nemlendirdi. "Yani... Benimle iletişimini kesmeyeceksin değil mi? Görüntülü konuşma bile yapacağız."

"Evet." dedim beklemeden. "Başta ortadan kaybolmayı düşündük ama... Bunu sana yapmak istemedim."

"Ve burada kimsenin sizin peşinize düşmediğine emin olmak istedin. Güvenebileceğin tek kişi de bendim."

Haklıydı. Jungkook söylediğinde tamamen haklıydı ki onun ne kadar şakayı ve boşu sevdiğini bilsem de bir noktada belki de çevremdeki en zeki kişi olduğunu da bildiğimden buna şaşırmadım. Anlayacağı tahmin ettiğim bir şeydi. 

Yine de hemen onu doğrulamak tercih edeceğim son yoldu. Bu yüzden "Derdim bu değil." diyerek yanıtladım onu. "Sadece senin bilmeni istedim. Bilirsin, ağabey - kardeş şeyisi işte." Tek kaşımı kaldırdım. "Yeni numaramı alan ilk kişi olacaksın." diyerek güldüm. "Ve... Bu evin anahtarını da sana bırakacağım."

Gözlerini devirdi. "Buraya gelmemin tek nedeni sendin." diyerek mırıldandı. 

"Ama belki Taehyung'u eve atmak isterdin?" dedim ben de umursamaz görünmeye çalışarak. "Banyomda ne kadar güzel bir jakuzim olduğunu biliyorsun." Göz kırptım. "Eğlenirsiniz."

Jungkook sertçe omzuma vurdu ve duvardaki saate bakmadan önce "Sadece iyi bir dikkat dağıtıcısın." dedi. "Seninle hala küsüm ve bu bilgileri sindirmem çok zor. Şaka yapmıyorum, yemin ederim çok zor. Şirketteki bir toplantıya katıldıktan sonra yeniden seni bulacağım." Derin bir nefes aldı. "Çünkü gerçekten üzgünüm hyung." dedi. "Beni bırakmamanı dilerdim."

Nefeslenip gülümsemesindeki kırgınlığa baktım göz ucuyla. 

Gidersem bundan pişman olup olmayacağımı düşündüm. 

Geri dönmeyi isteyip istemeyeceğimi.

- - -

"Bir şey sormak istiyorum." Elimdeki kahve bardaklarıyla koltukta Jimin'in yanına oturduğumda televizyonda günlük bir dizinin tekrarı vardı. 

"Evet?" Bakışlarını telefondan kaldırıp bana döndüğünde fazla gecikmeden bardağın birini aldı ve ayakları ortadaki sehpanın kenarına yaslıyken dizlerini kırdığı için kasıklarına yakın bir bölgeye bardağın altını yaslayıp bana baktı. 

"Bugün aklıma geldi." dedim kararsızca. "Seni kapıdan kovduğumda- Yani o gün, gitmeni söylediğimde-" Durdum. Az önce mutfakta kafamda tasarladığım konuşmanın nereye gittiğini anlamadığımda "O gün-" diyerek yeniden cümle kurmaya çalıştım ama başaramadan kaldım.

Jimin tek kaşını kaldırdı. "İntihar edip etmediğimi mi merak ediyorsun?" dedi umursamaz bir sesle. "Eğer merak ettiğin buysa etmedim çünkü bildiğin üzere sonraki günler kapına gelip durdum Yoongi."

"Etmediğini biliyorum." diyerek gözlerimi devirdiğimde onun gibi arkama yaslanıp ayaklarımı sehpaya uzattım. "Sadece bugün düşünüyordum. Başımızdan geçen olayları falan. Birden aklıma geldi çünkü o gün ne hissettiğini merak ettim." Omuzlarımı silktiğimde baş parmağımı kucağımdaki bardağın ağız kısmında gezdiriyordum. "Çünkü o gün sana git demek çok zordu. Özellikle de gidersen ne yapacağını bildiğim için."

Jimin'in nefes alış sesi rahatlıkla duyulduğunda, kısa süre sonra koltukta hareketlendiğini rahatlıkla hissettim. "O gün intihar etmeyi düşündüm." dedi basitçe. "Aslına bakarsan eskiden bu düşünce sürekli benimleydi ama o gününün öncesinde bunu aştığımı sanıyordum." Kısa bir an ona baktım ama gözleri koltuğun üzerindeydi. "Ve o gün yeniden intihar isteği duyunca biraz şaşırdım. Eğer beni kovduğunda direkt gitseydim muhtemelen denerdim ama gitmedim ve sen bana o aptal şeyi söyledin." Bakışlarını kaldırdı ve gözlerimiz denk geldi. "Kırmızı ipimizin olmadığını." Güldü. "Ve son nokta bu oldu." dedi. "Senden asla beklemezdim. Gerçekten. Pes ettiğini anladım ve bu beni korkuttu?"

"Gerçek düşüncelerim değildi." dedim sıkıntılı bir nefesle ve Jimin "Ama bunu o an bilmiyordum." dedi. "Bu yüzden eve gittim ve her şeyi kırıp döktükten sonra sana ne kadar aptal olduğunu kanıtlamak istedim."

"Kanıtlayabildin mi peki?"

"Kendin anladın sanırım, kapıma geldiğine göre?"

Güldüm. Güldüm çünkü bir şekilde komikti. "Muhtemelen bir başkası olsaydı sana dönmezdi Jimin." dedim. "Ya da başka bir çift o noktadan sonra birleşmezdi ama ben hayatımda ilk defa birine aşık oluyorum. Kendimi durduramadım. Senden nefret ederken seni istiyordum."

"Beni anlamadığın için oldu hepsi." dedi odaya ilk girdiğimdeki haline dönerken. "Sana dokunmayı sevmesem neden yedi yirmi dört yanında olayım? Gerçekten aptalın önde gideni falansın. Neler yaşadık, sana neler dedim ama gittin minicik bir şeyi dağ gibi büyüttün."

"Asıl aptal olan sensin." diyerek kaşlarımı çattım. "Öncesinde ne yaşadıysak yaşadık. O zaman dediklerini sikime bile takmıyordum ama şimdi benim için önemlisin."

Odayı minik bir sessizlik sardığında ve Jimin içini çektiğinde gerçekten geriye dönülüp baktığımız zaman çok fazla şey yaşadığımızı görebiliyordum. Birçok olay. Birçok duygu. Bana kesinlikle bok gibi şeyler yaşatmıştı ve ben de ona. Şimdi tüm bunlar tekrarlansa neler hissederdim kestirmesi zordu. 

"Şimdi iyiyiz." dedi sonunda Jimin. "Önemli olan bu değil mi? Sevişiyoruz, sürekli birbirimize dokunuyoruz, yemek yapmalar falan. Bilmem. Bir evlenmediğimiz kalmış yani. İnanır mıydın? Yılın başında birisi geçip sana Kitty Gang'le böyle olacaksın diyecek, sen de inanacaksın. İmkansızın ötesi."

"Cidden..." Başımı salladım dalgın dalgın televizyondaki diziye bakarken. "Senin başında kumar falan oynuyordum. Hayatımdaki tek aksiyon buydu."

Bakışlarının bana döndüğünü hissettim. "Kumar mı?"

"Hm... Unutmuşum onu. Resmen olayların yoğunluğundan kumar oynamak aklıma gelmedi. Kumar alışkanlığımdan kurtulmuşum bilmeden."

"Benim sayemde işte." Kahvesinden yudumladı. "Ben geçen yıllarda oynadım biraz. İyi para götürüyordum ama Namjoon öğrenince ağzıma sıçtı. Bir daha da oynayamadım. Telefondan kart falan oynuyorum şimdi."

Gözlerimi kırpıştırdım. "Bence anlaşmalarımızı yenilemekten vazgeçmişken ve ülkeden siktir olup gidecekken bunları öğrenmemiz iyi olmadı." dedim sıkıntılı bir ifadeyle. "Kalan tüm paramızı yiyip her şeye sıfırdan başlamak istemiyorum."

Başını salladı. "Sik gibi ortada kalırız cidden."

"Cidden." Yeniden başımı salladım. "O yüzden sadece birbirimizle oynayalım."

"Mantıklı."

"Evet."

"Evet."

"İskambil kağıtların var mı?"

"Var."

"O zaman..."

Jimin kahvesini masaya bırakıp yerinden kalktı ve salonun çıkışına ilerlemeye başladı. Sanırım ne kadar değişirsek değişelim bazı yönlerimiz hep aynı kalacaktı. Özellikle sürekli aptallık etme konusunda.

- - -

Muhtemelen uçağı kaçıracaktık. 

Jimin duran arabanın ön yolcu koltuğunda beni tamamen kendine çekmiş, telefonunun ön kamerasına gülen pozlar verirken ve Instagram hesabına atmak için düzgün bir fotoğraf karesi ararken Seokjin için aldığımız hediye ile birlikte onun çalıştığı binanın önündeydik. Fotoğraf sevdasının nereden çıktığını bile bilmiyordum ama yeni yıla gerçekten Norveç sınırları içerisinde girmek istiyorsak şu an yapmamız gereken son şey vaktimizi boşa harcamaktı. 

"Jimin artık-"

"Sus." Çenemden tutup beni kendine çevirdiğinde ve dudaklarımızı oldukça hevesli bir şekilde birleştirdiğinde fotoğraf çekmeye devam ettiği çıkan seslerden bile anlaşılıyordu ki bu da içimi çekmem için geçerli bir nedendi. Onun amaçlarını asla anlamıyordum. 

Sonunda yeterli bulmuş olacak ki alt dudağımı dişlerinin arasına alıp kendine doğru çektiğinde bakışları dudaklarımızdayken ve ben ona bakarken bir kere daha fotoğrafımızı çekip dişlerini benden ayırdı. Baş parmağı ile işaret parmağının arasına sıkıştırıp çekiştirdiğinde minik bir öpücük kondurdu ve önüne, telefon ekranına döndü. 

"Jimin..." dedim bıkkınlıkla. "Neden bununla şimdi uğraşıyorsun?" Telefonuna eğildim bakmak için ve o da bunu bekliyormuş gibi görmeme yardımcı oldu. 

"Dün hesabımdaki fotoğrafları temizledim. Yedi yüzden fazla gönderim vardı ama şimdi sadece on tane ve hiç seninle yok." Bana döndü. "Hayranlar fotoğraflarımın altına ayrıldığımıza dair komplo teorilerini yazarken ve birçoğu benim ayrılık acısıyla hesabımı temizlediğimi düşünürken buna dayanamadım." 

Kaşlarımı kaldırdım. "Dayanamadın ve vaktimiz kısıtlıyken fotoğraf çekinmeye mı karar verdin?"

"Evet."

"Harika." Başımı salladım. "Tam senlik bir hareket, şimdi inmemiz gerekiyor." Kapımı açtım. "Yoksa Norveç'e sensiz gideceğim ve herkesin teorisi doğrulanmış olacak Jimin."

Gözlerini devirdi ve bir şeyler söyledi ama çoktan arabadan indiğim ve kapıyı arkamdan kapattığım için sesini duyamadım ve bundan pek de pişman olmadım. Tek yaptığım arka kapıyı açıp aldığımız hediyeyi almak ve geri kapattıktan sonra Jimin'i arabanın dışında bulmaktı. 

Az katlı binaya doğru yürüyor ve beni pek umursamıyordu. Neyse ki ben de bunlara pek takılmıyordum. 

Birinci kata çıkarken merdiven boyunca kalçalarına baktığımda ve son basamakta etrafta kimsenin olmamasından yararlanıp sert bir şaplak attığımda kızgın gözlerle bana döndü ve "Ağzına sıçarım senin Yoongi." dedi. "Sinirliyken uğraşma benimle."

Onun sinirli halini çok iyi biliyordum ki bu kesinlikle onun sinirli hali değildi. Bu yüzden gülerek elimi dar kot pantolonunun arka cebine sokup onu biraz kendime çektim ve kulağına eğilirken "Olma sinirli." dedim. "Daha bir çekici oluyorsun."

Omzuyla beni itti ama dudağının kenarının hafifçe kıvrıldığını görmeme engel olmadı. Bu da beni eğlendiren asıl noktalardan birisiydi. 

"Vaktimizi fotoğraf yerine başka şeylere harcasaydık keşke." dedim nefesimi tutup. "Zaman geriye aksın, hokus pokus."

Bunun üzerine az önceki halinden tamamen farklı bir havada kıkırdadı ve "Deneyimliyiz." dedi. "Baş edebileceksen havaalanına kadar sana sakso çekerim."

Tek kaşımı kaldırdım ve "Yaşlanıyorum artık." dedim ona eşlik ederek. "Baş edebilir miyim emin değilim ama... On bir saatlik uçuş." Biraz yavaşlayıp elimin cebinde olmasını fırsat bilerek kalçasını sıktım. "Yerden on bin metre yukarıda yapılacak çok şey var."

"Biraz daha devam edersen bu sefer cidden Norveç'i sadece rüyamızda görürüz Yoongi." dedi fısıldayarak. "Çünkü seni lavaboya götürmek üzereyim. Üstelik sadece sakso için değil."

Dudaklarımdaki gülüş daha da büyürken "Uslu dur." dedim ve onu dönmeye hazırlandığı tarafın tersine çekip tanıdık koridordan geçerken bekleme koltuklarında oturan iki kızın bize attığı tuhaf bakışlara aldırmadan Seokjin'in odasına yönlendirdim. Daima adını unuttuğum asistanı gülümseyerek bize bakıyordu. 

"Hoş geldiniz Bay Min, hoş geldiniz Bay Park." Nazikçe selamladığında ona eşlik etmeye çalıştık. "Sadece Bay Min'i bekliyorduk aslında seans onun adına alınmış-"

"Ben öyle aldım." diyerek vakit kaybetmemek için hızla onayladım. "Doktor içeride mi?"

"Evet sizi bekliyor."

Onayı alır almaz elimi Jimin'in cebinden kurtarıp kapıya döndüğümde ve kulpunu indirip açtığımda onu gördüm. Masasında oturmuş önündeki açık kitaba bakarken kahvesini yudumluyordu ki kapının sesini duyduğu için olsa gerek bakışlarını kaldırıp bana baktı. "Yoongi," dedi. "Seansın bitmek üzere olduğu için gelmeyeceğini düşünmüştüm-" Durdu. Ben o konuşurken kenara çekilip Jimin'i de görmesini sağladığımda bekleyip ikimize baktı ve yerinden yavaşça kalkarken "Ne güzel bir sürpriz." dedi. "Sizi birlikte beklemiyordum."

Jimin gülerek "Normal." dedi. "Buraya gelmemiz beklenilecek bir şey değildi zaten."

Seokjin onu küçük bir baş sallamayla onaylarken "Öyle." dedi. "Anladığım kadarıyla seans için burada değilsiniz?" Elimizdeki poşete ve bizim yakınlığımıza kısa bir bakış atıyordu bu sırada. "Açıkçası biraz şaşkınım. Gerçekten güzel bir tabloya bakıyorum şu an."

"Evet, bunda biraz katkın var." diyerek güldüm. "Yanına uğramak istedik."

"Bunu kendi öz iradenizle mi yaptınız?" diyerek kıkırdarken kalktığı noktada dikilmeyi bırakıp masasının başından ayrıldı ve yanımıza doğru gelmeye başladı. "Kimse sizi zorlamadı değil mi?" diyerek espriye vurduğunda Jimin çekinmeden ona göz deviriyor ve camın önündeki kahverengi deri koltuklara ilerliyordu. 

"Zorlamadı." dedim Jimin'in arkasından ilerlerken. Böylece Seokjin karşımızdaki yerini aldı ve her zamanki gibi bacak bacak üstüne atıp bize baktı. "Bir şey ister misiniz?" dedi eğlenen ve bir o kadar da memnun görünen bir ifadeyle. "Kahve veya sigara?"

"Aslında burada kahve eşliğinde sigara içmek istiyorum." dedi Jimin. "Ama sanırım o kadar vaktimiz yok. Bir dahaki sefere."

Bir daha ne zaman buraya oturacağımız büyük bir muammaydı ve bu biraz garip hissettiriyordu. 

"Oh, bir yere mi gidiyorsunuz?"

"Evet." dedim mırıldanarak. "Yılbaşı için ufak bir tatil diyelim." Ona her şeyi tamamen söylemeyeceğimizi zaten öncesinde kararlaştırmıştık. "Sana yılbaşı hediyeni önceden vermek istedik."

Seokjin'in kaşları havalandı ve sanki inanması biraz zormuş gibi "Bana hediye mi aldınız?" dedi. "Bu..."

"Evet biraz anormal." Jimin lafını kesip bana döndüğünde ve aramıza bıraktığım karton çantayı aldığında beklemeden ona uzattı. "Şimdi açma." dedi hızla. "Biz gittikten sonra bak. Karar vermesi zordu. Eğer sevmezsen sinirim bozulur."

Bu hepimizi güldürürken Seokjin onun elinden yılbaşı figürlerinin bulunduğu çantayı aldı ve yanına koyarken "Seveceğime eminim." dedi. "Ama ben de size bir şey vermek istiyorum."

Hızla yerinden kalkıp masasına geri döndüğünde ve gömleğinin yaka kısmından bir anahtar çıkartıp çekmecesini açtığında elinde birkaç defterle döndü. Bunu önceden planladığı bile bir bakıma belliyken kalktığı koltuğa geri oturup ona getirdiğimiz hediyenin karton poşetini çıkartarak defterleri içine koydu. Şimdi hediyesi hediye paketiyle koltuğun üzerinde duruyordu ve o bize poşeti uzatıyordu. 

Ben merakla bakınırken Jimin benim yerime sormayı akıl edip "Bu ne?" dedi. 

Seokjin poşeti aldığımız gibi arkasına yaslanıp "Defterler." diyerek sanki görmemişiz gibi açıkladı. "Size ait her şey." Durakladığında ve garip bir şekilde bakışlarını kaçırdığında "Yoongi'nin defteri hala polislerde." dedi. "Size verdiklerim Wheein ve Jungkook'tan, Hoseok ve Taehyung'dan aldığım dönüt ve haberlerle tuttuğum ortak defterdi. Bir de Jimin'in defteri var." Gülümseyerek önce bana sonra Jimin'e baktı. "Üçüncü defter benim." dedi. "Üniversiteden sonra tuttuğum kısa bir günlük."

Anlamsızca ona baktığımda ve o bakışlarını Jimin'den çekmediğinde bir garipliğin olduğu fazlasıyla belliydi. 

"O zamanlar Namjoon'a fazla öfkeliydim ama geçenlerde o günlüğü bir psikolog gözüyle okuduğumda bazı şeyler daha mantıklı görünmeye başladı." 

"Namjoon mu?"

"Evet." Başını sallayarak onayladı. "Baban."

"Onu tanıyor muydun?" Jimin poşete kaşlarını çatmış bakarken ben doktoru ve yüzünde değişen ifadeleri izliyordum. 

"Okuduğunda daha iyi anlayacaksın." dedi. "Belki ona olan bakışın değişir diye düşündüm çünkü kendi yazdıklarım benim bakışımı değiştirdi. Size yeni yıl hediyem bunlar. Olayların dışarıdan nasıl göründüğünü bilin istedim. Çevrenizdeki insanların sizi nasıl anlattığını ve geçirdiğiniz süreçteki gelişimleri."

Ortamda ani, garip bir sessizlik olduğunda Kim Seokjin neredeyse duyulmayacak bir seste "Geri gelmeyeceğinizi biliyorum." dedi. "Burada olmanız bile en büyük kanıt. Anlayabiliyorum bu bir veda. Buna ihtiyaç duydunuz." Gülümsedi. "İnsanlar böyledir."

"Hayır-" diyerek araya girecek gibi oldum ama Seokjin devam etmeme müsaade etmeden "Yalanlamana gerek yok Yoongi." dedi. "Bu aramızda kalacak. Kimseye söylemem, endişelenmeyin. Size nereye gittiğinizi de sormayacağım." Kaşlarını kaldırdı. "Sadece iyi olduğunuzu ve bir yerlerde yaşadığınızı bilmek istiyorum."

"Ölmek için gitmiyoruz doktor." dedim sakin bir sesle. "Amacımız zaten yaşamak."

Bir şey demeden başını salladı. Konuşmayacakmış gibi bizi süzdü ve bir bana bir Jimin'e bakarken seansın bittiğini duyuran bir ses odaya yayıldı. Bir an için bunu bir daha duymayacağımı fark ettim. 

Bir daha burada oturmayacağımı, her şeyi anlatmayacağımı ve Seokjin'in fikirlerini alamayacağımı. 

Onunla ilk kez karşılaştığım günü düşündüm. İlk konuşmamızdaki o gergin havayı. Şimdi nasıl değiştiğini. Her şey bambaşkaydı. Sanki başka birinin hayatını almışım, başka birinin bedenine geçmişim gibiydi. Bu bazen iyi hissettirirken bazen yabancı geliyordu. Kendime yabancı kalıyor ve tepkilerimi şaşırıyordum. 

Jimin hemen yanımda titreyen bir nefes alırken "Gidelim o zaman." dedi. "Hediyeler için teşekkürler Bay Kim."

"Onlardan memnun kalacaksınız." Başını salladı. "İyi yolculuklar. Güzel bir hayat diliyorum sizin için."

Yerimizden kalktık. Bize eşlik etti ve o tuhaf atmosferin içinde kapıya ilerlerken önden gitti. Çıkabilmemiz için araladı ama çıkmamızı engellemek ister gibi orada durdu. Bir şey diyecekmiş ama diyemiyormuş gibiydi. 

Ama sonra Jimin'e döndü. "Yaşadığın hayat için özür dilerim." dedi. "Elimde olsaydı sana çok daha iyisini verirdim."

Ve bu noktadan sonra taşları yerine oturtmak da yorumlamak da o kadar zor değildi ki Jimin'in de bunu anlayacak kadar zeki olduğunu biliyordum. 

"Sorun değil." dedi pürüzlü bir sesle. "Artık geçmişin bir önemi yok." Ona bakmaya devam ederken serçe parmağını serçe parmağıma geçirdi. "Geleceğim benimle."

Böyle dedi. 

Geleceğim benimle, dedi.

Ve sanırım bu cümle bana Kore'den geriye kalan en iyi şey olacaktı. Gelecek. Birinin seni gelecek olarak tanıtması. Bu kadar iyi hissettireceğini bilemesem de bu noktadan sonra daha iyi hissettirecek hiçbir şey olmadığını biliyordum. 

Bu yüzden serçe parmaklarımızı daha sıkı kenetledim. Onunla olduğumu hissettirmek istedim. Geçmişinde yoktum ama geleceği bendim. Onun için her şeyi güzelleştirecektim. 

Her şeyi.

- - -

🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺
birinci bölümü hatırlarsanız eğer pixie'min ellerinden bu güzellik çıkmış.. o kadar güzel ki

biraz geç geldim beklettiğim için üzgünüm, umarım çokça beğenmiş ve keyif almışsınızdır

diyecek pek bir şeyim yok aslında sadece bir bölümümüz kaldığı için duygusal hissediyorum başlarken hiç bitmeyecek gibiydi ama şimdi gerçekten sona geldik ve... öyle işte *hüngürhüngürağlayanbirtakımemojiler*

yorumlarınıza görüşlerinize eleştirilerinize açığım, saygı çerçevesini aşmadığınız sürece her şeyi buraya yazabilirsiniz

VEEEE
mini bir fic yayımladım, beş bölümlük ve çoktan tamamladı dilerseniz profilimden bakabilirsiniz


sizi çok seviyorum siz de cruel'i çok sevin güzel geceler

20022021 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

4.1K 681 10
"Onu unutmayı diliyorum." •TaeSeok•
27.1K 2.5K 21
Jeon Jungkook ile Lalisa Manobal üvey kardeşlerdi ve ülkenin en ünlü soyguncularıydılar. Büyük bir risk alıp "Kim kardeşler" olarak bilinen gizli yer...
39K 2K 32
Kızın sesini duyunca Alaz'ın omuzları gevşedi. "Öldüm, Asi." Gözlerini kızın yüzünde dolaştırdı. "Sensiz geçirdiğim her gün biraz daha öldüm." Asi al...
9.3K 1.1K 11
Hokus pokus amınıza koruz