cruel : yoonmin ✓

By chimforsuga

1.6M 124K 343K

kitty gang dünyaca ünlü bir yıldızdı agust d ise onun en büyük rakibi More

• sıfır
• bir
• iki
• üç
• dört
• beş
• altı
• yedi
• sekiz
• dokuz
• on
• on bir
• on iki
• on üç
• on dört
• on beş
• on altı
• on yedi
• on sekiz
• on dokuz
• yirmi
• yirmi bir
• yirmi iki
• ara bölüm
• yirmi üç
• yirmi dört
• yirmi beş
• yirmi altı
• yirmi yedi
• yirmi sekiz
• yirmi dokuz
• otuz
• otuz bir
• otuz iki
• otuz üç
• otuz dört
• otuz beş
• otuz altı
• otuz sekiz
• otuz dokuz
• kırk
• kırk bir
• kırk iki
• teşekkürler

• otuz yedi

30.9K 2.4K 9K
By chimforsuga

- - -

37| Biraz yaklaşabilir miyim?

"Ne yapacağımı bilmiyorum doktor."

Bu cümle, belki de bir gün kuracağımı düşündüğüm son cümle bile değildi ama şimdi burada, o nefret ettiğim deri koltukta, karşımda Kim Seokjin denen bu adam varken kuruyordum ve bunu önemsemiyordum çünkü yardıma ihtiyacım vardı. Bunu kabullenmek benim için ne kadar zor olursa olsun yardıma ihtiyacım vardı ve ben Seokjin'i sevsem de sevmesem de buradaydım, onun karşısında tamamen savunmasızdım. 

Elimde yanan sigaramdan ufak bir nefes alarak başımı arkaya attığımda "Birlikte bir çözüm bulabiliriz Yoongi." diye mırıldandı ve ben onun yüzünü görmesem de şu an gülümsediğine tamamen emin olarak başımı yatırdığım yerden kaldırdım. "Hadi, bana hayatından ve zorlandığın şeylerden bahset. Artık defter yok. Söylediklerini sadece buraya yazacağım." İşaret parmağını şakağına bastırdı. Belki de tüm o olanlardan sonra en doğrusu buydu. Tüm hastaları için bunu uygulaması zor olsa da en azından benim için artık bir defter bulundurmasını zaten istemiyordum. 

"Ben..." Durdum. Nereden başlayacağımı bilemediğim için bir süre sabit bir noktaya bakarak durdum ve onun yandan arkaya doğru taranmış saçlarına, açık alnına düşen birkaç tele baktım. Parlak yüzüne ve gözlüklerine. Yaşından daha genç gösterdiğini düşündüm ve belki de ilk kez onu bu şekilde, uzun uzun inceledim. Daha önce fark etmediğim tüm ayrıntılar belirmeye başladığında sanki en iyisi buymuş gibi en gereksiz noktadan başlamak istedim. "Şirketten geliyorum." dedim. "Son bir hafta yorucuydu. İki-üç gündür bacağım daha iyi olduğu için şirkete gidip duruyorum ve Jaebum davası da sonuçlanmak üzere. Hala biraz vakti var ama sanırım çoğu bitti. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama o adam, babası bu işin peşine düşmedi. Mahkeme şu anlık beni haklı görüyor. Bir süre daha devam edecek. Yine de artık bu açıdan endişeli değilim."

"Bu gayet güzel bir gelişme. Sanırım en çok o adamın yapabileceklerinden korkuyordun, değil mi?"

"Bildiğim birkaç şey beni buna itiyordu ve bir şekilde içeri girebileceğimi düşünüyordum ama şimdi özgür olduğuma neredeyse tamamen eminim." diye fısıldadım ve bir bakıma unuttuğum sigaramdan yeni, derin bir nefes çektim. "Cenazeye gittiğimde o kadınla konuştum ve hepsi konuşmalarımızı duydu. Bundan dolayı mı yoksa ortada başka bir sebep mi var bilmiyorum ama en azından bir şeylerin yolunda gidiyor olmasından mutluyum sanırım ya da öyle olduğumu sanıyorum- Bilmiyorum. Bu biraz karışık."

Seokjin bana baktı. Gözlerimiz kesiştiğinde sanki daha fazlasını görebilecek gibi derin bir bakışla orada, karşımda oturmaya devam ediyor oluşu biraz tüylerimi ürpertti ama bunu sorun etmemek için çabaladım ve gözlerimi ondan çekip yere, onun ayakkabılarına oldukça yakın bir noktaya dikip bir şey demesi için bekledim ama konuşmadı. Benim devam etmemi istiyor gibi inatla sustu ve ben geri kalanından bahsetmek istemediğimin bilincinde ne yapacağıma emin olamayarak konuyu tekrar en başa, aynı noktaya çekmeye çalıştım. 

"Şirket." dedim yutkunur gibi. "Şirkette durumlar düşündüğüm kadar kötü değil. Yaptığımız basın açıklamalarından sonra birçok hayran benim destekçim olmayı seçti ama tabii çoğunluğun gözünde hala katil bir çocuktan başkası değilim. Yine de-" Sigara ihtiyacı duydum ama onu dudağıma götürdüğümde izmarite ulaşmam bir nefesimi aldı. "Yine de önemsemiyorum. Artık listelerin neresinde olduğum, yıl sonu ödüllerinde ne konumda anıldığım veya tüm o ödülleri toplayan isim olup olmadığım umrumda değil. Biraz garip bir his çünkü kariyerimin tüm hayatım olduğunu düşünürdüm. Şimdi öyle değil."

"Peki, daha iyi hissettiriyor değil mi?" dedi durumumu tam anlamak için ve ben bir an tepkisiz kalsam da çok geçmeden "Bazen." diye yanıtladım. "Bazen daha iyi hissettiriyor ama bazen de eskiyi özlememe neden oluyor. Eski beni. Agust D'yi."

"Sebebi?" İlgiyle kaşlarını kaldırdı. "Sebebini söyleyebilir misin?"

"Aslında bunu anlatmak istediğimi sanmmıyorum." diye mırıldandım ve Seokjin'in yanımdaki sehpaya koyduğu küllüğe sigaramı bastırıp cebimdeki paketten bir yenisini çıkarttım. Onu yakmaya çalışırken aklımda geçirdiğim iki hafta vardı. 

Jimin'in yüzüne bir kapı kapatmamın ardından geçirdiğim iki koca hafta ve bu süreç, bahsetmek isteyeceğim kadar hoş bir süreç değildi.

"Ama anlattığında rahatlıyorsun." diyerek telkinde bulundu. "İçinden attığında daha iyi olacaksın ve bu konuda takıldığın yerler varsa sana yardımcı olmak için çabalayacağım."

"Öyle." dedim. Rahtaladığımı inkar etmek içimden gelmedi çünkü bu bir gerçekti. Artık yalan söylemeye pek hevesim yoktu. Biraz yorucu ve zahmetli geliyordu. "Ama..." Bir bahane düşündüm. Anlatamayacağımı izah etmek için basit bir yalan yerine bahane istedim ve o duvarını kaplayan büyük camına, camın önündeki yeşil bitkilerine ve düzenlemiş kitaplığına baktım. Burası son gelişimden bu yana epey değişmişti. Çoğu şey daha düzenli görünüyordu ve Kim Seokjin'in hasta defterlerini koyduğu dolap artık orada değildi. "Ben.." dedim tüm düşünceler içerisinde. "Ben bazen duygularımla baş edemiyorum ve sanırım ilk defa böyle kırılıyorum."

"Bu kırgınlık annenle mi ilgili?" dedi yapabileceği en basit tahminle bana bakmaya devam ederken ama bu sefer yanılıyordu 

"Jimin'le ilgili." dedim minik bir sesle. "Beni kırdı ve sanırım ben de onu."

"Bundan bahsetmek ister misin?"

İstemiyordum. Tüm sorun buradaydı. Bahsedersem duyacağım şeylerden korkuyordum çünkü az çok tahmin edebiliyordum. Bu yüzden net bir yanıt yerine "Benden önce buraya geldi mi?" diyerek cevaplanması kolay bir soru yönelttim. "Benden bahsetti mi?"

"Diğer hastalarımla ilgili bilgiler paylaşmam pek doğru değil Yoongi, bunu biliyorsun." dedi belli belirsiz bir tebessümle. "Ama sizi artık bir bütün olarak gördüğüm için bunu dert etmiyorum sanırım ve evet, Jimin bu aralar çok sık geliyor. Yine de.." Dudaklarını birbirine bastırışını ve yüzünde belirmeye başlayan o sıkıntılı ifadeyi izledim. "Yine de benimle hiç konuşmuyor. Onun için biraz endişeliyim çünkü tek yaptığı buraya gelip oturmak."

Jimin. 

Son zamanlarda düşünebildiğim tek şey oydu. İki hafta önce ona kapıyı kapattıktan sonra orada birlikte ağlamamızdan nefret etmiştim ve buna daha fazla dayanamayacağımı fark edip kalktığımda yaptığım ilk şey Taehyung'u arayıp ona göz kulak olmasını istemekti çünkü benim yüzümden birinin daha ölmesini, özellikle Jimin'in ölmesini istemiyordum ve bunu kaldıramayacağımı çok iyi biliyordum. Ama sanırım aynı şeyi Jimin de benim için düşünmüştü çünkü ben çırılçıplak küvetimde uzanmış tavanı izleyerek tüm o boklukları düşünürken içeriye paldır küldür giren Wheein'di ve beni tuttuğu gibi kaldırıp her yerimi kontrol ederek önce derin bir nefes almış hemen ardından çığlık ata ata bana sayıp sövmeye başlamıştı. 

Sonra Jimin evime gelmeye başladı. Bir hafta boyunca pes etmeden her gün kapımı çalmaya devam etti ve her seferinde kapıyı açan Jungkook oldu. Onu olabilecek en kibar şekilde kovuyordu ve kovarken ne kadar üzgün olduğunu biliyordum çünkü en sonunda dayanamayarak bana "Belki de onu içeri almalıyız, pişman görünüyor." dedi. Yine de istemiyordum. İstemiyordum çünkü kendimce haklı nedenlerim vardı. 

Ve bu beni bambaşka birine döndürüyordu. 

"Ona olan hislerimi biliyorsun." dedim dayanmayarak. "Onu seviyorum ve bunu kabullenmek yeterince zordu ve o bundan rahatsız olmaya başladı. Ne zaman onu sevdiğimi söylesem bundan nefret ettiğini söylüyordu ve ben sanırım onu anlıyordum çünkü tüm o kabullenme aşamasında ona olan nefretimin büyüdüğünü ve tüm duygularımın asıl nedeninin bu olduğunu düşünüyordum. Ben de o gün sinirlendim. Düşündüğüm tüm gerçekleri yüzüne vurdum ama o inkar etmeye devam etti ve bir kısımdan sonra kırıcı olmaya başladı. Gerçekten kırıldığımı hissettim doktor, ve bu... Bilmiyorum- Bak- Normal insanlar kırılır ve buna alışkın oldukları için çok tepki vermezler tamam mı? Ben alışkın değilim."

Nefes almak ister gibi gözlerine baktım. Beni dikkatle dinleyen adama baktım ve bir an için omuzlarımdaki o iğrenç yükün az da olsa hafiflediğini hissettim. 

"Ben alışkın değlim." dedim yeniden. "Ben senelerdir sarsılmaz, duygusuz bir kişilikte yaşıyordum ve o an kırıldığımda nasıl hissettiğimi düşünebiliyor musun? Bu his normal bir insanı etkilediğinden on kat daha fazla etkiledi beni."

Bana baktı. Bir şey demek istiyor gibi dudakları aralandı ama çok geçmeden bundan vazgeçip arkasına yaslandığı gibi susmaya devam etti. 

Ben de "Kırıldım." dedim. "Çok fena kırıldım ve üç yaşındaki bir çocuk gibi yere çöküp ağlamak istediğim için kendimden nefret ettim. Yine de onun koluna yağ sıçradığında korktum. Bir şey olduğunu ya da canının acıdığını düşünüp korktum ve yanına gittim. Sikik bir bacakla ne kadar zor olduğunu umursamadan onun yanına gittim ve iyi olup olmadığına bakmak istedim ve o bana bağırdı. Bana dokunma, diyerek bağırdı ve gözlerinde öyle büyük bir boşluk vardı ki... Tüm düşüncelerimin büyük bir yanılgı olduğunu anladım. Kendi kendime kurmuşum her şeyi. Onu çözdüğümü sanıyordum ama yanılmışım. Hislerim yüzünden onun hakkında yanlış düşüncelere kapılmışım." Omuz silktim. "Beni sevdiğini düşünmüştüm ama bununla alakası yokmuş."

Seokjin sonunda konuşmaya karar vermiş gibi "Yoongi.." diyerek öne doğru eğildi ve ellerini birleştirip avucunu dirseğine yaslayarak derin bir nefes aldı. "Bence yeniden düşünmelisin." dedi. "Yani... Sana akıl vermeme izin ver. Çünkü Jimin dışarıdan görüldüğü kadar içeriden de görülmeli. Şöyle ki... Bunu sana en basit yoldan izah etmeye çalışıyorum: Jimin bir narsist. Bunu halk arasında çok sık duyduğunu biliyorum ve büyük ihtimalle sana çağrıştırdığı tek şey kendisine aşık her insana verilebilecek bir ad oluşu ama öyle değil, maalesef değil. Yani, bu biraz derin bir hastalık. Çoğu narsist hayatını aşık olmadan geçirir ya da aşık olduğunu zannederek. Bunları söyleyip seni korkutma niyetinde değilim ama.."

Durdu. Kim Seokjin durup gülümsedi. 

"Sen nasıl iyileşme yolunda ilerliyorsan Jimin de aynı şekilde ilerliyor. Tamamen iyileşen narsist bir hastam hiç olmadı ama Jimin de öyle büyük değişiklikler görüyorum ki.. Bunları görseydin eminim az önce yanıldığını söylerken yanılıyor olmana gülerdin." Ki bunu der demez kendi söylediği şeye güldü. "Jimin bir narsistin kesinlikle yapmayacağı şeyler yapmaya başladı. Bunu ilk sen kaçırıldığında gördüm ki belki de en basit olduğu kadar en kayda değer gerçek buydu. Senin evine gittim, onunla konuşmak için odana girdim ve tamamen dağınık bir Jimin'le karşılaştım. Narsist ve histriyonik kişilik bozukluğunu bu zamana kadar uç sınırlarda yaşayan çocuğun nasıl olması gerekirdi biliyor musun? Umursamaz, belki makyajlı, üzerinde o taşlı kolyelerden birisiyle ve hiç değilse saçını düzeltmiş bir şekilde ama onu bambaşka bir halde buldum ve tek nedeni sendin."

"Ne demek istediğini anlıyorum." dedim dalgın gözlerle. "Ama anladığım şeyin yanlış olmasından tedirginim."

"Yoongi, demek istediğim: Jimin iyileşiyor." Omuz silker gibi oldu. "Seni kırdığını anlayabiliyorum ve belki empati yapmak sana göre değil ama ben kendimi onun yerine koyduğumda tavırlarına anlam verebiliyordum. Narsist yanı bunu kabullenmekte zorluk çekiyor olabilir. Bazı şeyleri kabullenmek seni zorladığı kadar onu da zorlayacak ve sen onu elinin tersiyle itersen bu daha çok karmaşıklığa neden olabilir."

"Ama kırıldım ve-"

"O da kırıldı." diyerek basitçe sözümü kesti. "İkiniz de senenin başında çok ağır vakalardınız ve doktor geçmişinizi, o doktorların isimlerini gördüğümde bununla baş edemeyeceğimi düşünüyordum ve itiraf etmek gerekirse tüm o yaşananlardan sonra belki de düşünemeyeceğim kadar kötü halde olmalıydınız ama değilsiniz. Yani bu durumda açıkça söylüyorum sizi iyileştiren asla ben olmadım. Ben daima çok nadir uğradığınız bir duraktım ve siz birbirinizi iyileştirdiğinizin farkında bile değildiniz."

Bir an, bir an için söyledikleri mantıklı geldi ve ben istemsizce geçmişimizi düşünürken birbirimize verdiğimiz zararları ve tüm o zararların yanında gelen artıları düşündüm. 

Hiçbir şey kolay değildi. 

"Jimin bir şey anlatmadığı için ne hissettiğini bilmiyorum, tam olarak ne yaşadığınızı da bilmiyorum ama geçirdiğiniz süreçle senin bu söylediklerini, artı olarak neredeyse her gün karşımda oturan Park Jimin'i ortaya koyup birleştirdiğimde çıkarttığım çok büyük sonuçlar var ve tüm bunların zor olduğunu anlayabiliyorum."

"Peki." dedim alt dudağımı ısırmadan önce. "Ne yapmamı istiyorsun yani? Ona gitmeli ve beni kırdığı için özür mü dilemeliyim?"

"İkiniz de kırgınsınız." dedi. "Özür dilemeni istemiyorum sadece o geldiğinde ona kapını aç ya da gitmek istersen onun yanına git. Ne kadardır ayrısınız?"

"İki hafta bitti." dedim basitçe.

"Uzun bir süre, öyle değil mi?" Kaşlarını kaldırdı. "Bence konuşmalısınız."

Ve cümlesi biter bitmez süremizin de bittiğini belirten ses odaya yayıldığında yerimden kalkmak yerine daha çok yayılarak paketimden yeni bir dal çıkarttım ve ister istemez bacağımı titretmeye başladım. 

"Benden nefret etmiyor mu?" dedim öğrenmek istediğim asıl şeyi ortaya koyarken. "Yani.. Ona dokunmamdan iğrenmiyor mu gerçekten?"

"O sadece iyileşmeye çalışıyor Yoongi." diyerek gülümsedi. "Ve doktoru sensin."

Derin bir nefes aldım. Her şey karışıktı ama sanırım düşünme rutinimi bir daha tekrarlamalıydım.

- - -

"Tamam, beni neden çağırdın?"

Jungkook küvetin ucuna kalçasını yaslayıp bana baktığında, giydiği gri eşofman altına değen suyu ve köpükleri umursamıyordu ve benim baş parmağımla işaret parmağımı birleştirip oluşturduğum daireye üfleyerek baloncuk yapmama pek şaşırmıyordu. 

Bunu ilk defa deniyordum ama düşündüğüm kadar eğlenceli değildi ve başarılı olduğum da pek söylenemezdi. 

"Bana eşlik et diye." Gözlerimi devirdim. "Tek yıkanırken sıkılıyorum da dedim Jungkook'u çağırayım o eşlik eder bana."

Bana döndü. Gözlerini kırpıştırarak bir süre tavrımı izledi ve sanki bu söylediklerim gerçekten mümkünmüş gibi "Ciddi misin?" dedi. 

Nefesimi verip göğsüme yapışan bir parça köpüğün uçmasına neden olduğumda "Beyinsizliğin beni yoruyor." diye mırıldanıyordum. "Seni çağırdım ama şirketten buraya gelmen uzun sürer diye düşünüyordum ve o zamana kadar ben buradan çıkmış olacaktım." Kaşlarımı kaldırdım. "Ama sen erken geldin ve şu an yıkanmamı bölüyorsun."

"Pekala, seni ilk çıplak görüşüm değil neyse ki." Gülerek elini suya daldırdı ve çok normal bir şey yapıyormuş gibi avucunda topladığı köpüğü banyonun içine doğru üfledi.

Sinirli gibi görünmeye çalışarak "Orayı sen mi temizliyorsun?" dediğimde ise "Teknik olarak evet." dedi ki bu sanırım bir yerde doğru sayılırdı. Çünkü Jungkook çarşamba günleri temizlikçiye yardım etme rutinini bozmamıştı. 

"Neyse." dedim ona aldırmamaya çalışarak. "Şimdi yıkanmama izin ver geri zekalı." 

"Orada kalmaya devam ederken benimle konuşmanı tamamlayabilirsin." diyerek omuz silkti ve ben onu izlerken ayaklanıp banyo dolabına ilerledi. "Bu sırada ben de maske yaparım."

"Maskem bile yok." dedim ama bu cümlemi de çok kolay bir şekilde banyo dolabımdan çıkarttığı çeşit çeşit maskeyi tek elinde tutup bana doğru çevirerek bozdu. 

"Senin için almıştım." dedi gülerek. "Burayı açmadığını bilmiyordum yoksa seni haberdar ederdim."

"Bildiğim iyi oldu." Gözlerimi istemsizce devirirken yerimde biraz kaymayı ve sadece suda rahatlayan bacaklarımı daha çok ileri uzatıp bulabildiğim en rahat konuma gelmeyi denedim. Sonunda bunu başardığımda Jungkook muhtemelen maskeyi yapabilmek için yüzünü yıkamaya çalışıyordu. 

Bir süre sonra su sesi kesildi ve Jungkook "Eee," dedi. "Herhangi bir dedikodun mu var?"

"Bu benimle ilgili." diye mırıldandım. "Başka kimden tavsiye alırım bilemedim ve senin şu ağabey saçmalığından yararlanmaya karar verdim." Jungkook ani bir şekilde elindeki siyah paketin ucunu yırtmak üzereyken durdu ve kocaman gözlerle bana döndü. 

"Ne dedin?"

"Ağabey." dedim ona bakmamaya çalışarak köpüklere odaklanırken. "Hani beni ağabeyin olarak görüyordun falan filan. Ben de dedim ki bu durumda kardeşim oluyorsun, yani sanırım? Ve senden kardeş tavsiyesi gibi bir şey almaya geldim- Yani almak için çağırdım."

"Devam edersen beni suyun içinde ve kucağında bulacaksın çünkü ağlayarak boynuna sarılıyor olacağım o yüzden kes şu konuşmayı." dedi dehşete düşmüş gibi. "Beni ağlatmaktan bıkmadın mı?"

"Bu iyi mi kötü mü?" Tek kaşımı kaldırıp yüzümü biraz buruşturdum. "Tamam, her neyse. Bana bak." Ki zaten bakıyordu. "Jimin hakkında ne düşünüyorsun?"

Düşünmesi bir salisesini falan aldı. "Tam bir zavallı."

"Jungkook."

"Ne?"

"Mantıklı konuş." dedim kaşlarımı çatarak ve onun derin bir nefes alıp elindeki paketi açmaya kaldığı yerden devam edişini izledim. 

"Bilmiyorum." dedi. "Çoğu zaman bencil bir piç ama komik ve onunla iyi anlaşıyorduk o yüzden onu seviyordum ama o gün- Yani şu malum gün işte sinirlerimi bozduğu için ondan soğuduğumu düşünmüştüm ama yanılmışım."

"Yanıldığını düşündüren ne?"

"Taehuyung." Çıkarttığı maskeyi yüzüne koyup gözlerini denk getirdikten sonra burnunu ve ağzını halledip hayalet gibi bir suratla bana döndü. "Yani iyi değil ve sürekli buraya gelmeye devam ediyor. Gerçekten kendimi onun yerine koyamıyorum ama bir şeylerin yanlış olduğu kesin."

"Onunla barışmalı mıyım sence?"

"Ne hissettiğine göre değişir hyung." dedi sıkıntılı bir ifadeyle ve cümlesine devam etmeden önce klozetin kapağını indirip oraya oturmayı tercih etti. "Yani ne düşündüğünü bilmiyorum. Onu sevdiğini biliyorum ama üzülmeni istemem."

"Biz bir şekilde sürekli birbirimizi üzmeye devam edeceğiz Jungkook. Bu su götürmez bir gerçek."

"O zaman daha çok üzülen taraf olmanı istemem." diyerek kendini düzeltti ve yüzündeki maskenin gizleyeceği bir gülümseme sundu bana. 

"Bunun hiçbir zaman garantisi olmayacak." dedim neredeyse duyamayacağı kadar kısık bir sesle mırıldanırken. "Ama.. Düşünüyorum işte. O da beni sever mi?"

"Bilmiyorum... Belki zaten seviyordur?"

"Öyle görünmüyor."

"Farkındayım ama sen de öyle görünmüyordun." Yüzünü görmüyordum bakışlarım tavandaydı ama kaşlarını kaldırmış bana bakıyor olduğuna neredeyse yüzde yüz emindim. "Yani ilk anladığında gidip ona bunu direkt söyledin mi?"

"Hayır."

"O halde?"

"Şu 'bana dokunma' olayı canımı sıkıyor işte." diyerek basitçe itiraf ettim. "Sanki dokunuşlarımı sevmiyormuş gibi hissettiriyor."

"Yedi yirmi dört seviştiğinize neredeyse eminim. Sevmese neden seninle birlikte olsun? Özellikle de yatakta?"

Jimin olsa sevişmediğimizi söyleyerek onu düzeltirdi ama ben bunu yapmak yerine derin bir nefes aldım. Seokjin'in söyledikleriyle Jungkook'un söylediklerini birleştirdiğimde ortaya çıkan sonuca iç çekerek bir kez daha ne yapacağımı düşündüm. Her şey fazlasıyla karışıktı. Jimin dört gündür evime gelmiyordu ve ne düşündüğünü bilmiyordum. Tüm o gelişleri boyunca bunu gerçekten suçluluk duygusunu kaybetmek için yaptığını düşünmüştüm ama sanırım şu an biraz daha farklı düşünmeden edemiyordum. 

"Bu biraz garip." dedim. 

"Garip olan nedir?"

"Ne bileyim, sevgi şeyisi işte."

"Bunun garip olan bir yanı yok hyung." diyerek kıkırdadı. "Görmesen de seni seven birileri hep vardı. Hayranlarını buna dahil etmediğini biliyorum ama başından beri sana değer ve sevgi veriyordum. Wheein tüm bunlara seni gerçekten sevdiği için katlandı hatta o şişko patatesimiz bile seni seviyor yoksa tüm bu yaptıklarına rağmen seni çoktan şirketten kovmuş olurdu." Durakladığında ani bir durgunluğun onu vurduğunu fark ederek başımı kaldırdım. "Sadece sen yeni fark ediyorsun ve bunu garipsemen normal. Eminim Jimin de aynı durumdadır. O gün abarttı ve canımı fena halde sıktı ama bundan pişman olduğunu yeterince belli etti. Cenazede bile."

Dalgınlıkla başımı salladım. "Teşekkür ederim."

Elini havada savurup yüzünü maskeye rağmen belirgin bir şekilde buruşturarak "Ew," diye garip bir ses çıkarttı. "Sadece şu ağabey - kardeş saçmalıkları işte. Teşekkür etme."

"Onun için değil aptal."

"Ne için o zaman?"

"Sevgi şeyisi için. Başından beri hani. Seni bezdirdiğim halde gitmediğin için."

Jungkook cevap vermedi. Sadece duraklamasıyla birlikte gözlerime baktı ve saniyeler içinde derin bir gülümseme ve ışıldayan gözler verdi bana. Bir şey demese de çok şey dediğini anlamam zor olmadı. O da bundan utanmış gibi ayaklandı ve "Neyse!" diyerek abartı bir tepkiyle kapıya ilerledi. "Bir kez daha seni çıplak göremem. Daha fazla buruşmadan oradan çık ve aşağı gel. Sana yemek hazırlayacağım."

- - -

"Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum belki de beklemeliydim ve o evime gelirse içeri almalıydım ve-"

"Hyung!" Jungkook sinirli ve biraz da bıkmış bir tonda durdurduğu arabanın içinde bana dönüp gözlerime baktığında "Tanrı aşkına," diye yakındı. "Evden çıktık, markete gittik, marketten çıktık ve buraya geldik ve sen her beş dakikaya bir aynı şeyi tekrarlayıp durdun, yeter."

"Sadece gerginim!" dedim bağırır gibi. "Son konuşmamız pek normal değildi ve- Ve onu sürekli evimden kovduktan sonra bu halde kapısına gitmem biraz tuhaf."

"Hiç de değil." diyerek destekleyici bir gülümseme sunup başını diğer tarafındaki cama çevirdi ve Jimin'in tek tük lambası yanan evine bakarak "Normal çiftler her hafta kavga eder tamam mı?" dedi. "Bu sizin ilk kavganız! Bunu kutlamanız gerekiyor. Her şeyi siktir et ve lanet arabadan inip o eve git dostum! Evet adamım, yap bunu."

"Biraz daha dublaj ağızıyla konuşursan elimde tutacağım bir şişe olmaz Jungkook çünkü onu ağzına sokarım."

"Harika, her zamanki gibi olan masum Jungkook'a oluyor." Arkasına yaslanıp elini hafifçe yanlara açtı ve başını arabanın tavanına doğru kaldırdı. Ona aldırmadan gölgeliği indiripi küçük aynadan kendime bakmaya çalıştım. Elmacık kemiğimdeki belli belirsiz morluk dışında hiçbir sorunum kalmamıştı yüzümde ve... İyi görünüyordum. "İlk buluşmasına giden liseli bir kız gibisin şu an ve seninle dalga geçmemek için kendimi zor tutuyorum."

"Tutma ve seni liseli bir kıza çevirişimi izle."

"Korkunçsun."

"Biliyorum o yüzden bana şans dile çünkü çok garip ve değişik duygular içindeyim en son ağlıyorduk yani bu garip. Gülerek kapısını çalacağım."

"Bunun garip olduğunu bin kere söylediğine yemin edebilirim. Lütfen artık siktir git hyung tamam mı? Yoksa Jimin'in evine bir gelin gibi gireceksin çünkü seni kucağıma alacağım ve muhtemelen bunun için şişeyi ağzıma sokacaksın yani pek hoş bir görüntü olacağını sanmıyorum ve- Lütfen bana öyle bakma."

"Tam olarak öyle bakıyorum." Başımı salladım. "Seni boğmak üzereyim."

"İn arabamdan."

"İniyorum!" dedim bağırır gibi ve kapıyı açarken son kez çatık kaşlarla ona döndüm. "Ayrıca bu benim arabam."

"Mutlu olmam sana batıyor mu?" Anlamak ister gibi kaşlarını kaldırdı. "Git artık."

"Tamam. Aradığımda burada ol." Eskisine göre çokça iyi olsa da hala biraz biraz aksayan bacağımla yağmurdan dolayı ıslanmış zemine bastığımda kapıyı kapatmadan önce başıyla beni onayladığına şahit oldum ve hala atıştırmaya devam eden yağmurun altında gözlerimi kısarak şarap şişesini daha sıkı tuttum. 

Kırmızı şarabın favorisi olduğunu söylemişti ve aklıma alabilecek daha mantılı bir şey gelmemişti o yüzden işe yarasa iyi olurdu. 

Jungkook ben bahçeyi geçene kadar arabayı çalıştırmadı. Kapının önünde durduğumda ve zile basmak için kendime biraz zaman verdiğimde arabanın çalıştığını ve muhtemelen son hızda uzaklaştığını duydum. Onu yerinden aramak o kadar zor değildi ama bir şekilde iş işten geçmiş ve ben kapıyı çalmalıymışım gibi hissettim. 

Ve yaptım. İçten içe geçirdiğimiz o günü anarken ve kendimi bir şekilde yine yerde, sırtımı kapıya yasladığım o anın içinde bulurken alt dudağımı dişledim ve bakışlarımı bir an olsun yerden kaldırmadan kapının açılmasını bekledim. 

Uzun sürdü. Gerçekten ben ikinci kez basana ve beklemeye devam edene kadar kapı açılmadı ve bir an için evde olmadığını düşündüm ama lambaları yanıyordu ve bu daha kötü fikir ve tahminlere doğru ilerlememe neden oluyordu. Kalbimin biraz sıkıştığını ve paniklediğimi hissediyordum. 

Ama neyse ki kapı açıldı. 

Park Jimin üzerinde gerçekten oldukça mini pembe bir şort ve üzerinde minik, normalin aksine pembe ve sevimli yüzlere sahip olan kirazların süslediği bir tişört giyiyordu. Saçlarını tam tepesinde minik siyah bir lastikle toplamıştı ve bu kısa tutamların tıpkı bir havai fişek gibi görünmesine yol açmıştı. Ayrıca elinde temizlik için kullanılan zımbırtılardan biri vardı ve dikkatli dinlendiğinde içeriden gelen şarkıyı duyabiliyordum.

Jimin beklediğimden daha çok şaşırdı. Gözleri irileşip dudakları minik bir o şeklini alırken gerçekten şaşkınlık kokan bir sesle "Yoongi?" dedi. "Sikik bir rüyada mıyım yoksa burada mısın?"

Bir an için duygularımın birbirine girdiğini hissettim çünkü ayrı kaldığımız o iki haftada kendimi o kadar şartlandırmıştım ki bazı düşüncelerime şu an Jimin'in bu kadar tatlı görünmesine ve beni karşısında görüyor olmasına tam olarak bu şekilde şaşırmasına karşı ne yapacağımı bilemedim. 

Gerçekten bilemedim. 

Bilseydim onu çeker ve öperdim sonra onu içeri iter ve öpüşmemize kaldığımız yerden devam ederdim ama ben bilmiyordum. 

Sanırım tam da bu yüzden boştaki elimi kaldırıp sağ gözüne bir yumruk geçirirken buldum kendimi ve bunu bilerek yapmadığıma dair milyonlarca yeminde bulunabilirdim. 

Jimin elinde tuttuğu, yerleri silmek için kullanılan o tuhaf şeyi düşürdü ve şokla geri çekilirken büyük ihtimalle bir refleks olarak elini gözüne atıp bana olan bakışlarını büyüttü ki ondan çok da farklı olduğumu sanmıyordum çünkü bir an sonunda kendimi içeride, onun gözüne uzanırken ve "Jimin!" derken buldum. "İyi misin?"

"Yüzüme bir yumruk attın!" diye bağırdı ve dehşetle geriye bir adım atıp benden uzaklaştı. Aynı şekilde onu takip edip üzerine giderken "Biliyorum!" diye bağırıyordum. "Yanlışlıkla oldu!"

"Bunu nasıl yanlışlıkla yapabilirsin?" 

"Sana sinirliydim, içimden gelmiş olmalı!"

"Tanrı aşkına!" Aniden durup gözlerime baktı ve ben sağ tarafında oluşan kızarıklığa bakarken o "Ben de sana sinirliyim!" diye bağırmaya devam etti ve sanırım günün ikinci beklenmeyeni gelişti çünkü saniyeler içinde sol gözümü tutarak gerilerken attığı yumruğun hissettirdiği acıyla "Siktir." diyordum. 

Tek elimde şarap şişesiyle sol gözümü tutarak olduğum yerde kalırken Jimin ağlat gibi bir ifadeyle "Hayır ya." dedi ve bu ne olduğunu anlamaya çalışmak için duraklamama neden oldu. Eş zamanlı olarak "Oraları yeni silmiştim." diye mırıldandığında başımı çevirmeme ve açık kapıdan olduğumuz yere kadar geldiğim, yağmurda yürüdüğüm için ıslanmış ayakkabımın gerisinde bıraktığı izlerle karşılaştım. 

"Üzgünüm." dedim abartılı bir sesle. "Zaten gelmem hataydı. Geri gidiyorum tamam mı? Hiç gelmemeliydim." Geriye bir adım atıp arkamı dönmek istediğimde kolumdan tutması ve beni durdurması uzun sürmedi. Saniyeler içinde "Dur." diyordu. "Bekle. Gitme."

Durdum. Ona dönmedim ama durdum ve tüm bu garip olayları algılamak için kendime biraz zaman tanıdım çünkü doğru olan bu gibiydi. Açık kapıya ve dışarıda hızını arttırmış yağmura bakarken derin bir nefes alıp sakinleşmeye ve düşüncelerimi dinginleştirmeye çalıştım. Çok zordu. Gerçekten zordu ama bunu ciddi anlamda deneyerek biraz duruldum.

"Neden geldin?" dedi Jimin minik bir mırıltıyla. "Benden nefret ettiğini düşünmeye başlamıştım."

Muhtemelen bu artık asla gerçekleşmeyecek bir şeydi çünkü tüm o saçma olaylardan sonra bile ondan yeniden nefret etmem mümkün olmamıştı. Denediğimi yalanlayamazdım ama başaramadığım da büyük bir gerçekti.

Ve sorun şuydu ki sorduğu sorunun cevabını vermek kolay değildi çünkü sanırım tam olarak bilmiyordum.

Neden buradaydım? 

Neden buraya gelmiştim?

Neden buraya gelmek için milyon tane bahane uydurmak adına herkesten tavsiye almaya çalışmıştım?

"Ben," Yutkundum. "Ben geldim çünkü sana bir yumruk  atmalıydım, tamam mı? Dediğin gibi senden nefret ediyorum."

"Güzel." Kolumu biraz daha sıkı tutup beni çektiğinde istemsizce ona dönerken gülen dudağına ve kızarmış gözüne baktım. "Elindeki şişeyi de kafamda kırmak için mi getirdin?" dedi o tatlı ifadesiyle ve ben Park Jimin'in tam olarak ne zaman bu kadar tatlı görünmeye başladığını merak ettim. 

Ya da böyle tatlı şeylerden ne zaman hoşlanmaya başladığımı çünkü kafasındaki o küçük tokası ve toplu saçlarıyla üç yaşında gibi görünüyordu. Kirazlı pijama takımı onun için tasarlanmış gibiydi ve dudaklarında gerçekten bir kutu parlatıcı var gibi görünüyordu ve ilginç bir şekilde, tüm o sorun ve düşüncelerin arasında sadece o parlatıcıyı emdiğimi hayal edebiliyordum. 

"Evet." dedim dalgınlıkla dudaklarına bakmaya devam ederken. "Başka ne için getirebilirim? Kafanda kıracaktım çünkü- Biliyorsun."

Kıkırdadı. "Biliyorum." dedi ve tamamen alakasız olarak "İçeri gelmek ister misin?" diyerek kaşlarını kaldırdı. "Kavga ederiz, şişeyi kafamda kırarsın ve biraz otururuz işte."

"Gelmemi istediğine emin misin?" diyerek bakışlarımı neden parladığını anlamadığım gözlerine diktiğimde gülerek yanımdan geçti ve dış kapıyı kapatarak geri döndü. 

"Haftalardır benimle konuşman için evine kadar geliyorum, bu fırsatı kaçıracağımı düşünmedin değil mi? Geç hadi." Önden ilerleyip terliklerini sürüyerek yürürken yere düşürdüğü o şeyi umursamadığında ne yapacağımı bilemeyerek oldukça tanıdık ama uzun bir süredir görmediğim evin girişine yeniden bakındım ve sımsıkı tutmaya devam ettiğim şişeyle çoktan gözden kaybolmuş Jimin'in peşinden ilerlemeye çalıştım. 

Gerçekten, yerleri yeni sildiği belliydi ve bunu neden yaptığını anlamak zordu çünkü temizlik yaparken onu görmek oldukça garipti. 

Ayrıca kim temizlik yaparken bu kadar tatlı görünürdü ki?

Salona girip onun oldukça yumuşak görünen ve göründüğü kadar yumuşak olan beyaz koltuklarına oturduğumda her gelişimde dikkatimi çeken avizesine baktım ve bu sırada şarkıyı kapatan Jimin'in minik de olsa belirli bir boşluk bırakarak yanıma yerleşmesini göz ucuyla izledim. Aynı anda şişeyi bacaklarımın arasına yerleştirmiş oldukça gergin bir şekilde arkama yaslanmıştım. 

Şimdi ne diyeceğimi veya ne yapacağımı bilmiyordum ve bu kalkıp gitme isteğimi körüklüyordu. 

Ve işin kötü tarafı sanırım Jimin de tıpkı benim gibi bunu pek iyi bilmiyordu çünkü gözlerini üzerime dikip öylece durduğunda ve ben gösterişli avizenin üzerindeki taşları saymaya başladığımda gerçekten uzun bir süre böyle durmaya devam edeceğimizin bilincindeydim ki yanılmadım. 

Tam tamına yedi dakika boyunca kıpırdamadık bile. Karşımdaki duvarda asılı saat hareket etmeye devam etti ve ben her seferinde ona bakmak için şaşırdığımdan dolayı taşları tekrar saymaya başladım ve bunun sonsuz bir döngü olduğunu düşündüm. 

Ama sonra, sekizinci dakikamızı doldurmak üzereyken Jimin derin bir nefes aldı ve "Tamam." dedi. "Uhm, evet, sanırım konuşmalıyız."

Ona döndüm. "Konuşacak bir şeyimiz yok."

"Evet var." diyerek bana baktı. "Aptalca şeyler düşünüyorsun."

"Aptalca değiller."

"En son yüzüme bir kapı kapattığında tamamen aptalca konuşuyordun." diyerek diretti ve bu kaşlarımı çatmama sebep oldu. 

Jimin işaret parmağını uzatıp alnımın ortasına bastırarak yukarı ittiğinde ve kendince ifademi düzeltmeye çalıştığında "Anlaşalım." dedi. "Sana dokunmaktan nefret etmiyorum çünkü tapılacak kadar iyi bir vücudun var tamam mı? Ayrıca ellerini seviyorum, kesinlikle seviyorum, tamam mı?"

Dokunma bana.

Ve sanki aklımı okumuş gibi "Paniktendi." diye mırıldandı. "Söylediklerin aklımı karıştırdı."

"Ama söylediklerim tamamen bir yanılgıydı?" diyerek tek kaşımı kaldırdığımda parlatıcı kaplı dudaklarını ıslatmasını ve bakışlarını benden çekmesini izledim. 

"Tamamı değil."

"Tahmin ettiğim gibi- Bekle, ne?"

"Tamamı değil." diyerek tekrar etti. "Sadece bu konuda üzerime gelme tamam mı?"

"Jimin sen-"

Yerinden kalkacak gibi olduğunda "Sus." dedi. "Evet, her neyse, sadece demek istediğim.. Eğer başka bir evrende yine böyle boktan şeyler yaşıyorsak ve bir uçurumun kenarına falan giderken kırmızı iplerimiz olurdu tamam mı? Kendi kendine drama yaratmana ve zırlamana gerek yok. İki aylık bir bebek gibisin. Anladın mı?" 

Neredeyse beni dövecek gibi sert bir şekilde söyledikten sonra arkasına yaslanıp oturduğu yerde yayıldığında, bir kez daha öylece kalarak ne yapacağımı tartmaya çalıştım ama sanırsam tartım bozuktu çünkü şu an hiçbir sik düşünemiyordum. 

Kırmızı ipten mi bahsetmişti o?

"Jimin."

"Ne var?"

"Seviştiğimizi kabül mü ediyorsun?"

"Hayır."

"Kırmızı ip." dedim kaşlarımı kaldırıp ona dönerken. 

Kollarını önünde bağlarak bana bakmamaya ant içmiş gibi şortunun açıkta bıraktığı pürüzsüz bacaklarına dikti bakışlarını ve "Tüm o saçmalık ruhlar için." diyerek mırıldandı. "Yani onların sevişip sevişmediği pek umrumda değil çünkü bilirsin ölmüş olacağız falan. Her neyse."

Ona baktım. İnkar edişindeki o tanıdık havaya ve diğer tüm minik detaylara. Parçaları birşleştirmek için sessizlikten yararlandım. Dün görüştüğüm Seokjin ve akşamında evime çağırdığım Jungkook'un dediklerini birleştirip bugün gelirken Jungkook'un yolda yeniden tekrarladığı tüm o şeyleri şimdi Jimin'in bu tavırlarıyla birleştirdim.

Umut etmek ne demek unutmuştum ama sanırım buna benziyordu. O eski ve bir zamanlar tanıdık olan duygu sanırım şimdi içimde büyümeye başlayan ve nefesimi içimde tutuyormuşum gibi hissettiren şeye benziyordu. Göğsümün ortasında oluşan bir boşluğa kaçıyordu sanki nefeslerim. Bir türlü dışarı veremiyordum. 

"Koltuk değnekleri olmadan yürüyorsun." dedi Jimin neredeyse iki dakika boyunca oluşan sessizliği bozmak ister gibi ve ben bunun asırlar sürdüğünü düşündüm. 

Yine de onu yanıtlamak yerine "O gün kapıda yaşanan şey garipti." dedim. "Ağladın mı?"

"Saçmalama."

"Sesini duyabiliyordum." diyerek karşı çıktım. "Tüm o şey oyun değil miydi yani?"

Jimin durdu ve gözlerini gözlerime dikerek inanamıyormuş gibi bana baktı. "Böyle bir şey için neden oyun oynayayım? Aptal mıyım ben?"

"Öylesin." diyerek onayladım ve bu onu daha da sinirlendirmiş gibi kaşlarını çatışını ve değişen ifadesini izledim. 

"Sana yeterince kızgınım Yoongi." dedi sert bir sesle. "Buna ne denir bilmiyorum ama bir şekilde suçlu benzeri bir şey olduğum için susuyorum ama o gün için sana gerçekten sinirliyim. Şu dünyadaki en güçlü heriflerden biri olarak pes etmeyi düşünüp boktan bir drama filmindeymişiz gibi konuşmalar yaptığın için kafanı kopartmak istiyorum. O yüzden sus tamam mı?"

"Ben sana kızgın değilim." dedim basitçe. "Kırgınım. Muhtmelen kafamı kopardığında kızgınlığın geçer ama ben ne yaparsam bu kırgınlığı onarabilirim bilmiyorum."

"Ben..." Sustu. Doğru kelimeyi bulamamış gibi sustu ve gözlerini gözlerimden çekmeden önce biraz bekledi. "Sadece- Sadece bana izin vermen yeterli." diyerek beklemediğim bir karşılık verdi. "Sana istediğin o nedeni vereceğim."

"Hangi nedeni?"

"Şu seni seviyorum demen için gerekli olan nedeni." Omuz silkti. "Sanırım o zaman kırgınlığın da geçer."

Bahçede konuştuğumuz gün bambaşka bir yanım ortadaydı. Normalde olsa bunu asla söylemeyeceğimi ve muhtemelen tam da aşık bir adamın yapacağı gibi Jimin'e istediğini vereceğime emindim ama o kadar çok şey üst üste geldikten sonra hiç beklemediğim bir noktadan kırılınca bambaşka bir yanım ortaya çıkmıştı ve kendimi tamamen o yana emanet etmiştim. Kararları o yanımın vermesine izin vermiştim. Özellikle son birkaç gündür o söylediklerimi düşünerek üzülüyordum ama şimdi bu beni garip bir şekilde tatmin etti. 

Jimin'in benden bir çift kelimeyi duyabilmek için çabalayacağını bilmek tarifsiz bir tatmin duygusuna neden oldu ve ben istemsizce gülümserken buldum kendimi. 

"Ne yapacaksın bunun için?" dedim meraklı bir tınıda. 

Başını kaldırdı. Dikkatli gözlerle beni süzdü. "Önceliğim seninle barışmaktı." dedi. "Henüz o kısmı düşünmemiştim çünkü beni evine bile almıyordun."

"Doğru."

"Yani... Eğer barıştıysak ve sen de istersen.. Bunun üzerine düşünebilirim. Harika bir zekam olduğunu biliyorsun bu zamana kadar seni birçok kez alt ettim."

"Buna barışmak mı desek bilmiyorum." Alt dudağımı büküp onun beklenti dolu yüzüne baktım. "Yani, çabalayabilirsin sanırım."

Gözleri umulmadık bir şekilde ışıldadı ve "Harika." dedi. "O zaman o şarabı içme vaktimiz bence."

"Ah, tabii." Şarabı ona uzattım. "Kırmızıyı sevdiğini söylemiştin."

Gülümseyerek elimden aldı ve bana baktı. "Şişedeyken kırmızıyı seviyorum." dedi. "Ama sanırım favorim beyaz olanlar."

O ayaklanıp mutfağa gitmeden önce bana imalı bir bakış attığında söylediğini anlamak için yaklaşık bir dakikamı ayırmam gerekti ve sonunda jetonum yeni düşmüş gibi tenimden, ten rengimden bahsettiğini anladığımda "Park Jimin!" dedim. "Gerçekten- Ah..."

- - -

"Ve buraya geldin çünkü?" Jimin kaşlarını kaldırdığında elinde muhtemelen üçüncü bardağını tutuyordu ve biz gerçekten durumdan ve konudan tamamen alakasız şeylerden konuşarak neden vakit öldürüyorduk bilmiyorum ama sonunda istediği yere ulaşmış gibi bana baktı ve sorusunu cevaplamam için bekledi. 

Eğer bu içimde hala yerini koruyan kırgınlık olmasaydı muhtemelen ona aşkın böyle bir şey olduğunu ve ondan uzak kalmanın beni ne kadar zorladığını anlatırdım ama henüz bunu hak etmiyordu. Bu yüzden omzu silkerek şarabımdan yudumlamaya devam ettim. 

Beni zorlamadı. "Tamam.." dedi dudaklarını şapırdatıp başka bir şey bulmak ister gibi etrafa bakındığında. "Beni seviyor musun?"

"Jimin..."

"Ne?" Dudaklarını büzdü. "Şansımı deniyordum."

"Deneme."

"Tamam, kızma." Oturduğu yerde bana biraz daha yaklaştı. Koltukta tek dizimizi kırmış birbirimize dönük oturuyorduk ve kollarımız koltuk başlığına yaslıydı. O bana yaklaştığında ve dizi neredeyse dizime değecek gibi olduğunda bardağını koltuğa yasladığı eline aldı ve diğerini bacağımın dizime yakın bir bölgesine koyup sanki bunu öylesine yapıyormuş gibi hafifçe okşadı. Ardından o büktüğü dudaklarla bana bakıyordu. "Bacağın nasıl?"

"Daha iyi."

"Buna sevindim."

"Sen nasılsın peki?" dedim gülerek. "Pek Park Jimin gibi görünmüyorsun."

"Aslında sanırım ta kendisiyim." diyerek kıkırdadı. "Şu Kitty Gang denen herif kaçtı, eğer onu görmeyi bekiyorsan üzgünüm."

Başından beri bunu istediğimi ve ilginç bir şekilde hiç çaba serf etmeden başardığımı düşündüm. Gerçekten Kitty Gang'den kurtulmak istemiştim ve kaçırıldığım yerden döndüğümde o zaten yoktu. 

Bilerek veya bilmeyerek onun yok olmasına neden olmuştum. 

"Hayır." dedim derin bir nefes alarak. "Şu an gayet iyiyim."

"Güzel." Eliyle aynı noktayı okşamaya devam etti. "Seni özledim." diyerek ani bir geçiş yaptığında dudaklarını yalıyordu. "Yani, biraz yaklaşabilir miyim?"

"Jimin."

"Hm?"

"Ben-" Bunu reddetmem gerektiğini biliyordum. En azından onun çabaladığına ve söylediklerinde bir nebze de olsa ciddi olduğuna inanana kadar böyle bir şeyi netçe reddetmem gerektiğini biliyordum ama o karşımda bu haldeyken ve kalbim artık tamamen onun için atıyorken zordu. Bu yüzden sıkıntılı bir nefesle "Gel." diyerek gözlerine baktım.

Ve yaklaşmasını, tamamen yakınımda durup elindeki bardağı ortadaki sehpaya koymasını, ardından benim elimdeki bardağa uzanıp zorlanmadan alarak aynı şeyi tekrarlamasını izledim. 

Hareketleri yavaş ve özenliydi. Sanki beni incitecek herhangi bir şeyden kaçınıyormuş gibi dikkatli hareket ettiği belliydi ve saniyeler içinde kucağıma çıkacağını belli ederek bacağını diğer tarafıma attığında omuzlarıma tutunup bir an için bekledi ve sorun olup olmadığını anlamak istiyor gibi gözlerime baktı. Sonra "Siktir." diye tısladı. "Seni özledim, tüm bu temasları fena halde özledim. Anlıyor musun?"

"Anlıyorum çünkü ben de seni özledim geri zekalı."

Jimin gözlerini kapattı. Ona geri zekalı demiş olmamı bile önemsemeden burnunu çene kemiğime dayayarak derin bir nefes aldı ve orada durdu. "Farklı kokuyorsun." dedi durgun bir sesle. "Başka bir parfüm sıkmışsın." Burnunu tenimden çekmeden boynuma kadar sürükledi ve orada yeni, uzun bir nefes aldığında bu huylanmama neden oldu. 

"Diğeri kırıldı." dedim onu yere fırlattığım andan bahsetme gereği duymadan. "Bu eski parfümüm."

"Sana yenisini alacağım."

"Bunu da seviyorum Jimin ve-"

"Ben onu seviyordum." diyerek huysuzca mırıldandı. "Benim için eskisi gibi kokmanı istiyorum Yoonie."

Yoonie. Bana böyle seslenmeni seviyorum.

"Jimin..."

Bana aldırmadı. Burnunu boynumdan enseme kadar sürükledi ve tamamen o noktaya gelip dudaklarını boynumla buluşturduğunda minik bir öpücük kondurdu. Ardından bir tane daha ve bir tane daha. 

Sonra kendimi bir kolumu onun ince beline dolarken buldum. Diğeri solumda kalan baldırına doğru indi ve parmaklarım kalçasını bulduğunda Jimin bana mümkünmüş gibi daha çok yaklaşarak öpücüklerine belirli bir hız verdi. 

Gerçekten özlemiş gibi yavaş ve tutkulu öpücükler.

Ve ara sıra hissettiğim dilinin iyi hissettirdiğini düşündüm. Kulağıma doğru yol alan ıslak öpücüklerin kulak mememde son bulmasını ve saniye bile geçmeden Jimin'in dişlerini küpelerimin hemen yanında, oldukça hassas bölgemde hissetmeme hafif bir mırıltı bırakıp gözlerimi kapattım. 

Ondan uzak durmak neden bu kadar zordu? 

Ona kırgınken bile kendimi durduramıyor oluşum büyük haksızlıktı. 

Islak bir sesle kulağımdan ayrılıp yerinden doğrulduğunda ve o bebek saçlarıyla birlikte yüzünü görmeme izin verdiğinde, yumruğumun elmacık kemiğinde bir morluk oluşturacağını fark etmem uzun sürmedi.

Yine de Jimin bunun zerre kadar farkında olmadan gözlerime bakarak hala parlatıcı kaplı olan dudaklarını bana yaklaştırıp dudaklarıma sürttü ve parlatıcısını garip bir şekilde patlaşmamıza neden olurken ufak bir gülümseme sundu. 

Sonra beni öptü.

İlk seferimizmiş gibi hissettiren bir öpücüktü. İlk seferimizden tamamen farklıydı belki ama öyle hissettirdi. Nazik ve bir o kadar da yavaş bir şekilde alt dudağımı kavradı ve ellerini omuzlarımdan enseme doğru ilerletip oradaki uzamış saçlarımı yumuşak bir şekilde okşadı, parmaklarını geçirdi ve çekiştirmeden durarak dudağımı bıraktı ve tepkimi ölçtü. Sonra üst dudağıma aynısını yaptı ve tekrarlamak için alt dudağıma döndüğünde ona eşlik ettim. 

Üst dudağını kavrayıp parlatıcısının tadına varmak için minik mırıltılarla emdim ve tek elimle kalçasını sıkarken diğerini belinden aşağı indirip tişörtünün içine sokarak uzun zamandır dokunmaya hasret kaldığım tenini okşadım. Minik bir inilti verdi bana ve kalçasını penisime bastırarak öpüşmemize belirli bir derinlik kattı. Yerinden yükseldi.

Yumuşaklığı kaybetmedik ama o alışıldık sertliğimizi andıracak bir hız bizi bulduğunda geri çekilmedik. 

Dillerimiz garip bir savaşın kurbanı olduklarında ve Jimin gözlerini kapatarak sonunda dilimi kavramayı başarıp iştahla emdiğinde ona dudaklarımdan kaçırmamak için özen gösterdiğim inlemelerimi armağan ediyordum. 

Nefes almak için birkaç kez durana kadar ne kadardır bu konumda olduğumuzu bilmiyordum bile. Sadece onu öpmek, öpmek ve öpmek istiyordum. 

Her şeyi unutmak istiyordum. Yaşananları silip atmak istiyordum. Sadece Park Jimin'e sahip olmak ve dünyadan soyutlanmak. 

Jimin nefes nefese yeniden beni öpmeye başladığı noktada kucağımdaki sürtünmeleri arttığı için kendimi kıpırdanırken ve belindeki elimi de kalçasına indirip iki yanağını sıkarken buldum. Kısa şortu yukarı doğru kaydı ve parmak uçlarım çıplak teniyle buluştu. 

Sadece bir dakika. 

Bir dakika sonra daha fazla dayanamayacağımı bildiğim için yarım yamalak kalkmaya çalışarak Jimin'in çığlık atar gibi bacaklarını belime dolamasına ve "Yoongi!" demesine neden oldum ama çok sürmedi. Onu zar zor koltuğa yatırıp üzerine eğildiğimde çığlıkları kesildi ve nefes nefese kaldırdığı kaşlarıyla bana bakarak "Hayır." dedi. "Henüz değil, biliyorsun."

"Zor durudayım." diyerek yüzümü buruşturdum. "Beni bu hale getirene kadar uğraştın Jimin."

"Ama doktorun ne dediğini benden daha iyi biliyorsun." diyerek kollarını boynuma doladı. "Senin için hep hazırım Yoongi, gerçekten ama bir buçuk ay olmadan olası bir seksi sana yasakladı."

Ağlar gibi bir ifadeyle ona eğilmeye devam ederken "Biliyorum." diye yakındım ve yattığı yerden başarabildiği kadar yükselip dudaklarıma minik bir öpücük kondurmasına izin verdim. 

"Hadi otur." dedi gözlerime bakıp. "Yine de rahatlamana yardımcı olabilirim."

Ne dediği gayet açıktı ama bunu isteyip istemediğime o kadar emin değildim. Bu yüzden koltuğa otururken "Seni istiyorum." diyerek neredeyse mızmızlanır gibi bir ses çıkarttım ve bu Jimin'i güldürdü. Yattığı yerden kalkıp kalçasının arasına girmiş kısa şortunu umursamadan yere, dizlerinin üzerine çöktü ve elini fermuarıma attı.

"Jimin..." dedim. "Seni istiyorum ben, gerçekten."

"Sadece birkaç hafta bekle." diyerek gözlerime baktı. "Sorununu şimdilik halledeceğim."

İşine dönmek için hareketlendiğinde ve fermuarımı indirdiğinde kararsızlık dolu bir zihinle arkama yaslanmış onu izliyordum. Bu fikir ve isteğin, özellikle bu anda nereden geldiğini kesinlikle bilmiyordum ama ikinci kez düşünürsem vazgeçeceğimin kesinlikle bilincinde olarak "Jimin." dedim ve o çamaşırımın lastiğine taktığı parmaklarını hareket ettiremeden öylece durdu. 

"Evet?"

"Seni istiyorum." diyerek gözlerine baktım. "Doktorun bana seksi yasaklama nedeni bacaklarımdı yani seni istemem sorun değil."

Durdu. Gözlerinde belirgin bir şaşkınlık varken bana alttan attığı bakışla ve garip bir sesle "Anlamadım?" dedi. 

"Anladın." diyerek başımı salladım. "Seni istiyorum." dedim gözlerimi kapatarak. "Bana istediğimi ver."

- - -

selammm bilgisayarım biraz sorun çıkarttığı için dayımın bilgisayarıyla değiştirmek zorunda kaldım ve klavyeye yabancı kaldığım için yazmak biraz zor geldi... düzenlemek için de çok vaktim yoktu yani fazla yazım yanlışı görürseniz gözünüzü kapatıp geçiverin 👉🏻👈🏻

yorumlarda felaket derece bir düşüş var sorduğumda fici çok sevdiğinizi söylediğiniz için bunun nedenini anlamakta güçlük çekiyorum çünkü bu kadar kısa sürede 5-6k kelimelik bölümleri çıkartmak kolay değil ve karşılığını alabilmek daha güzel... o yüzden lütfen bana sorunu söyleyin ki bunu düzeltebileyim
💖

VE VE VE
ukegi hakkında görüşlerinizi de gerçekten bilmiyorum dominanta sememin yazdığım bölümden sonra felaket bir okuyucu kaybetmiştim ama bunu çok dert etmiyorum çünkü uke seme kavramlarına çok takılıyorsanız ve bunun için fici bırakacaksanız okumanızın çok da bir önemi yoktur zaten düşüncesindeyimmm... 4ever switch yoonmin

görüşlerinizi belirtmeyi unutmayın sizi çook seviyorum siz de cruel'i çok sevin,, iyi geceler

02022021 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

2.9M 241K 45
jungkook, ülkenin önde gelen uyuşturucu ve silah baronu kim taehyung'un bünyesinde aşçı kimliği ile işe girer. taehyung oldukça sert bir patrondur, t...
423K 50.9K 49
bir ipe bağlanmayı öğretmek fwb texting / düzyazı slowburn⚠️
5.6K 827 10
Buzlar prensi ve nadide çiçeğin hikayesi.
7.2K 780 18
hayatını tekerlekli sandalyeye bağlı geçiren bir jeongguk ve kanserin son merdiveninde bir taehyung --> türkiye'de eşcinsel olduğu için ailelerinden...