cruel : yoonmin ✓

By chimforsuga

1.6M 122K 339K

kitty gang dünyaca ünlü bir yıldızdı agust d ise onun en büyük rakibi More

• sıfır
• bir
• iki
• üç
• dört
• beş
• altı
• yedi
• sekiz
• dokuz
• on
• on bir
• on iki
• on üç
• on dört
• on beş
• on altı
• on yedi
• on sekiz
• on dokuz
• yirmi
• yirmi bir
• yirmi iki
• ara bölüm
• yirmi üç
• yirmi dört
• yirmi beş
• yirmi altı
• yirmi yedi
• yirmi sekiz
• yirmi dokuz
• otuz
• otuz bir
• otuz iki
• otuz dört
• otuz beş
• otuz altı
• otuz yedi
• otuz sekiz
• otuz dokuz
• kırk
• kırk bir
• kırk iki
• teşekkürler

• otuz üç

38K 2.5K 11.5K
By chimforsuga

- - -

33| Başka bir evrende, tam şu an, ne yapıyoruzdur sence?

"Gel Jimin, otur şöyle." Orta yaşlardaki bir adam uzun kapının ardında görünen küçük çocuğa acımasız gözlerle bakarken gülüyordu. "Nasılsın bakalım? Buraya alıştın mı?"

Çocuk içeriye girdi. Onu odaya kadar getiren görevli kadın hemen arkasından kapıyı kapatıp ortadan kaybolunca biraz ürktü ama bunu belli etmemek için elinden geleni yaptı. Yavaş ve minik adımlarla yetimhane müdürünün bulunduğu masanın hemen önüne konulmuş deri koltuklara ilerledi. Sakin bir şekilde oraya oturdu ve dudaklarını nemlendirdi. "İyiyim." dedi. İyi değildi.

"Güzel. Arkadaşlarınla iyi geçiniyor musun?"

Çocuk ne diyeceğini bilemeyerek biraz durakladı. Bu konu hakkında onlar tarafından yeterince tehdit edilmişti. Yine de tüm cesaretini toplayarak "Beni pek sevmiyorlar." diye fısıldadı. "Gece yatağımdan itiyorlar ve sabah yüzüme su dökerek uyandırıyorlar. Ve... Geçen gün beni lavaboda sıkıştırdılar. Dışarıya çıplak bir şekilde çıkmak zorunda kaldım."

Adam elini havada sallayıp güldü. "Jimin..." dedi. "Bunlara aldırmamalısın. Siz daha gençsiniz. Gençler böyle eğlenir. Hepsi birer şaka. Biliyorsun değil mi?"

Bunlar Jimin için pek de şaka gibi gelmiyordu. Her biri acımasızca açılan yaralardan oluşuyordu. Her biri için kinleniyordu. Her biri için ayrı bir öfke kazıyordu içine. Her biri onun insanlara olan güvenini yerle bir ediyordu. Her biri onu yalnızlaştırıyordu. Her biri onu kırıyor, kırıyor ve kırıyordu.

Jimin kırıldıkça daha çok keskinleşeceğinin henüz farkında değildi.

"Yine de onları uyarmanızı isterdim." diye fısıldadı. "Canımı acıtıyorlar."

Adam başını sallayıp derin bir nefes aldı ve dudaklarını birbirine bastırdı. "Tamam." dedi. "Onlarla bir ara görüşeceğim. Sen de metanetli ol. Erkek adamsın, güçlü olmalısın. Kız gibi yetiştiremeyiz seni, değil mi? Pısırık olma."

Jimin'in söyleyecek çok şeyi vardı. Buraya geldiği ilk saatten beri söyleyecek milyon tane şeyi olmuştu ama onu anlayan bir kişi bile çıkmadığı için sadece susabiliyordu. İçine atıyordu. Geceleri ranzanın alt katına uzanıp üstünde yatan çocuğun sağa sola döndükçe çıkarttığı gıcırtıları dinlerken tüm bunları karanlıkla konuşuyordu. Ağlıyordu. Karanlıktan nefret ediyordu.

Bir an için tüm bunları söylemek istedi. Burada kalmak, burada, bu insanlarla, bu çocukların arasında yaşamak istemediğini söylemek, bağırarak ağlamak ve her şeyi dağıtıp odadan çıkmak istedi ama tek yaptığı bacaklarını birbirine bastırarak ellerini o bacaklarının arasına sıkıştırmak ve dolu gözlerle adama bakmak oldu.

Adam ona bakarken "Ailenden kimse seni cenazede görmek istemedi." dedi. "Nedenini biliyor musun?"

Jimin başını iki yana salladı. "Hayır efendim."

"Çünkü o adam senin biyolojik baban değilmiş. Yani o adamın oğlu değilsin. Ailen bu yüzden öldü."

Jimin için zaman durdu. Tüm tüyleri diken diken olurken bir an için yutkunamadı. Sadece ona bakakaldı ve idrak etmeye çalışarak "Ne?" dedi. "Babam... Babam aslında babam değil miydi?"

"Hayır." Ufak bir gülümseme kondurdu dudaklarına. "Üzgünüm evlat. Ailenin ölüm nedeni bu olunca seni vermek için biyolojik babanla iletişime geçmek istedim. Gerçek babanın kim olduğunu biliyor musun?"

Çocuk ağlamaya başladı. Yaşlar gözlerinden hızla süzülüyordu. Henüz ailesini kaybedeli çok olmadan böyle bir haberi aniden, beklenmedik bir şekilde almak onu derin bir şoka soktuğu için tek kelime dahi edemedi. Adam da bunu fark etmiş, konuşmayacağını anlamış gibi kolunu kaldırıp saatine baktı. "Dinle." dedi masanın üzerinden biraz ona doğru eğilirken. "Annenin patronu, onu tanıyor musun?" Gözlerine baktı. "Annenin nerede çalışğını biliyor musun?"

Jimin başını salladı. Biliyordu. Annesinin temizlik görevlisi olarak çalışğı şirkete, onu görmek için defalarca gitmişti.

"Kim Holding'in sahibi senin baban, anlıyor musun?" Gözlerini devirdi. "Seni istemedi ama bu bilgiyi seninle paylaşmamızı uygun gördü. Buradan çıktıktan sonra, yani eğer evlat edinilirsen ya da on sekiz yaşını doldurup çıkarsan sana iş imkanı sağlayabileceğini söyledi. Bunu aklında tutacakmışsın. Ayrıca sayende yetimhanemize çok büyük bir bağışta bulundu." Kapı tıklatıldı. Adam başını kaldırıp kapıya baktı ve "Hah," dedi. "Beklenilen misafirimiz de geldi işte. İçeri buyurun!"

Jimin neredeyse göz yaşlarından karşı tarafı bile göremezken, anlatılanları kendi içinde anlamaya, çözmeye ve kabullenmeye çalışarak kimin geldiğini görmek için kapıya döndü. Müdür yerinden kalkıp içeri giren kadını karşılamak için hazırlanırken "Jimin." diyordu. "Bu Park Shinhye, senin psikoloğun olacak. Onu baban yönlendirdi. Senin için."

Jimin'in aklında sadece bu kare kalacaktı. Kadının içeri girişi, gülen yüzü, müdürle el sıkışması ve kendisine dönmesi.

Babasının onu psikoloğu olarak gönderdiği an. Yıllar sonra ona annelik edecek kadını ilk görüşü. Gerisi boşluktu. Gerisi unutmayı, silmeyi ve yok etmeyi tercih ettiği koca bir boşluktu.

- - -

"Daha iyi değil mi?" dedim odadan çıkan doktora bakarken. Son kontrollerini yapıyordu. Onu taburcu edebilmemiz, buradan çıkıp arabaya bindiğimiz gibi eve dönebilmemiz için son kontrolleri yapıyordu. Dün yapması gereken tüm kontrolleri bugün yapıyordu çünkü dün, Yoongi için boktan bir gündü.

Olayları henüz ben bile idrak edemiyordum.

Bir yanılgı sanmıştım. O an gördüğü kadını annesine benzettiğini düşünmüştüm. Olabilirdi. O kadar insanın arasında elbette birisi annesine benzeyebilirdi ama interneti açtığımda her şey karardı. Annesi hiç değişmemişti. Buna emindim. Hala Yoongi'ninkine benzeyen kedi gözleri ve küt saçlarıyla aynıydı. Komodinini karıştırdığımda gördüğüm kadınla aynıydı ve o da benim kadar iyi biliyordu aynı kişi olduğunu.

Ve bir adım geriye çekilip tablonun tamamına baktığımda, Jaebum ve Yoongi'nin o akıl almaz benzerliği tüylerimi diken diken ediyordu. Kanım donmuş gibi hissediyordum. Jaebum'un göğsünün ortasında bir bıçakla orada yattığı anı hatırladıkça şu an Yoongi'nin ne düşündüğünü tahmin bile etmek istemeyecek raddeye geliyordum.

Kardeşimin ölümünü görmüştüm. Kardeşimi koca bir kan gölünün ortasında görmüştüm. Bunun nasıl hissettirdiğini bilirdim. Ama onunki farklıydı. O kardeşinin kanını kendi akıtmıştı.

Ve dünden bu yana tek kelime bile etmemişti.

Doktor derin bir nefes alıp önce bana sonra bir adım gerimde bekleyen Wheein ve Jungkook'a baktı. "Durumu iyi." dedi. "Taburcu olabilir. Sargısı sabah ve akşam olmak üzere günde iki defa değişecek. Size yazdığım ilaçları alın. Benim alanımı ilgilendiren kısımda bunun dışında bir sorun yok ama onun ruhsal olarak iyi olduğunu düşünmüyorum. Bir destek alırsa iyi olabilir."

"Zaten alıyor." dedi Wheein beklemeden. "Seul'e döndüğümüzde doktoruyla görüşecek."

"Bu iyi." Başını salladı. "Hastane bahçesi habercilerle dolu. Kamera önünde olmak, özellikle de bu halde olmak, ona iyi gelmez. Arabanız garajda değilse garaja çekin derim. Hastane personellerine durumu izah ederseniz onlar size acil durumlar için olan arka çıkış kapısını gösterecektir. Böylece görünmeden ayrılırsınız."

"Tamam, çok teşekkür ederiz." dedi Jungkook durgun bir ifadeyle ve Wheein'e döndü. "Ben arabayı garaja alayım."

Yanımızdan ayrılmak için hareketlenen doktorla birlikte "Dışarı çıkarsan seni de tutarlar." dedim. "Bence hastane içinden birini görevlendirmeliyiz."

Bir an için ikisi de bana döndü. Wheein çok beklemeden "Doğru söylüyor." diye mırıldandı. "Bunun için birilerini bulacağım, siz de Yoongi'yi giydirin. Hemen dönerim."

Jungkook'la birlikte başımızı sallayarak onu onaylamamız bir olurken Wheein kotunun arka cebine sıkıştırdığı araba anahtarını aldı ve koridorun sonuna dönerek hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı. Ben de derin bir nefes alarak yanımızdan ayrılan doktorun gitmeden önce durduğu noktaya ve hemen ardından Yoongi'nin kaldığı odanın kapısına baktım. Nereye kadar konuşmamazlık edeceğini bilmesem de bunun kısa sürmesini istiyordum.

"Jimin." Daha ilk adımımla birlikte Jungkook seslenerek beni durdurduğunda, ona bakmak için kafamı çevirdim ve dolu gözleriyle birlikte ayakta dikilen çocukla karşılamam bir oldu. Kaşlarımı istemsizce kaldırarak ona baktım. "Jungkook?"

"Konuşabilir miyiz?" dedi titrek çıkan sesi. "Aslında dün konuşmak istiyordum ama işte, olanları biliyorsun."

"Biliyorum." dedim iç çekerek onun arkasında kalan beyaz duvara bakarak ve hemen ardından "Konuşalım." diyerek devam ettim. "Yoongi hakkında mı?"

"Evet." Elini kaldırıp bir noktayı işaret ettiğinde ne olduğunu görmek için o tarafa bakmam ve iki kişilik bekleme koltuğunu görmem bir oldu. Ne demek istediğini anlayarak o daha "Oturalım mı?" demeden ilerlediğimde ve yerleştiğimde bana eşlik etti. Yanıma oturup önce önüne sonra bacaklarının üzerinde birleştirdiği ellerine baktı.

Benden tarafta kalan kolunu kaplayan dövmelerin bir kısmını görüyorken uzayan saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdığı için taktığı halka küpeleri de rahatlıkla inceleyebiliyordum. Göründüğünden farklıydı. Dışarıdan ona baktığımda daha asi, daha fevri ve kaba birini bekliyordum ama şimdiye kadar gördüğüm Jungkook bunun epey dışında kalıyordu.

"Yoongi'yi ağabeyim olarak görüyorum." dedi fısıltı gibi. "Ve onu kaybetmek istemiyorum. Geçtiğimiz dönem benim için kabus gibiydi. Sen bir şekilde acını yaşadığın için beni anlıyorsundur ama bir köşeye kıvrılıp ağlamak isterken her gün dışarılarda onu aramak beni çok yordu." Bana baktı. "Yine de pişman değilim. Yine olsa yine yaparım. Çünkü ona değer veriyorum. Onu ailem olarak görüyorum Jimin. Her zaman kaba ve umursamaz birisi oldu. Her zaman benden nefret ettiğini söyledi. Birini bile sevdiğini, şefkat gösterdiğini görmedim şimdiye kadar. Başlarda çok kırıcıydı çünkü onun yanında işe başladığımda henüz çok küçüktüm. Ama sonra onun hiçbir zaman sevgi görmediği için bu halde olduğunu kolaylıkla anladım. Birinden değer gördüğünde nasıl karşılık vereceğini şaşırıyor. Bir gün elimde en sevdiği yemekle kapısını çalıyorum ve o benim kıçımı tekmeleyerek küfürler ediyor ama bunu yaparken gözleri parlıyor. Ya da şirket toplantılarında onu savunduğumda gülmemek için alt dudağını ısırıyor, toplantıdan sonra bir daha saçmalamamamı ve çok berbat bir tartışmacı olduğumu söylüyor, yine de birilerinin onu desteklemesine mutlu oluyor." Durdu. Nefes aldı. Yeniden önüne döndü. "Onun hakkında çok uzun konuşabilirim çünkü yüzsüz biriyim. Onun hayatına girmek istedim. En başından beri onun hayatının bir parçası olmak istedim. Kaybettiğim ağabeyimin yerine onu koymak istedim. İzinsizce evinde kaldım. İzinsizce hayatına daldım. Senelerimi aldı belki ama artık onu tanıyorum."

Gözlerimi ondan çektim. Gözlerimi ondan çektim ve karşımızda kalan boş duvara baktım.

"Jimin o seni seviyor."

Seni seviyorum.

"Biliyorum."

"Yoongi'yi ilk defa senin yanında farklı gördüm." diye fısıldadı. "Başta bu farkı anlamak zordu ama sonra... Senin adın geçtiğinde bile meraklanmaya başladı. Aranızdaki saçma oyundan dolayı sandım. Eğer birisi Jimin veya Kitty Gang diyorsa o konuşmaya kulak kabartıyordu. Ama sonra değişti. Senin için endişelenmeye başladı. Bu noktada onun için korktum. Seokjin ile konuşmaya gittim. Seokjin de bunun nadir rastlanacak bir şey olduğunu söyledi bana. Hastalıklarını bilemiyorum, yorum yapamıyorum ama Seokjin bana onun iyileşmeye başladığını söylediğinde sevindiğimi biliyorum."

Bakışlarım ani bir şekilde onu buldu. "İyileşiyor mu?"

"İyileşiyordu." Güldü. "Dün ve öncesinde yaşananlardan sonra ne olacak bilmiyorum. Eskisinden daha mı kötü olacak bilmiyorum. Her şey muallakta ve ben korkuyorum. O..." Sanki bir şey hatırlamış gibi duraklamasını ve ağlamaya başlamasını izledim. "Bilmiyorum, artık onu ağabeyim olarak görmeme bile karışmıyor. Şimdi bu yeniden mahvolursa ne yaparım bilmiyorum. Sadece iyi olmasını istiyorum." Hıçkırdı. "Ve sen ona iyi geliyorsun."

"Benden Yoongi'nin yanında olmamı mı istiyorsun?" dedim kılımı bile kıpırdatmadan, boş gözlerle ağlamasını izlerken.

Başını salladı. Beni onayladı.

Onun kokusu olmadan uyuyamadığımı söyleyemedim.

"En azından bir süreliğine ona sevgini ver." dedi fısıldayarak. "Nasıl biri olduğunu bilmiyorum. Onu gerçekten sevip sevmediğini de bilmiyorum ama o seni seviyor ve sanırım bu süreçte yanında olmanı hak ediyor. Hala dünkü gerçeği kaldıramıyorum. Annesi onu bırakıp gitti ve-"

"Jungkook." dedim aceleyle cümlesini kesip. "Bunun konusunu açma."

"Ama-"

"Kalkıp Yoongi'yi giydirelim ve bu şehirden def olup gidelim artık." diye mırıldandım. "Sen istemesen de zaten onun yanında olacağım."

Durdu. Gözleri gözlerimi buldu ve o yaşların arasında bir şey umutla parladı. "Gerçekten mi?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Derin bir nefes alıp "Gerçekten." dedim. "Çünkü haklısın. Yanında olmamı hak ediyor."

- - -

Wheein'in kırmızı spor arabasının arka koltuğuna yerleşen Yoongi'nin yanına oturduğumda ve onun bacağını öne doğru rahatça uzattığına emin olduğumda tedbir amaçlı "İyi misin?" diye mırıldandım. Kapıyı çekmek için uzanmadan önce bana bakıp hafif bir baş sallamasıyla beni onayladı.

Uçakla dönemiyorduk çünkü doktor bu hafta içerisinde bunu uygun görmemişti. Onun arabasıyla dönemiyorduk çünkü aynaları kırıktı ve arabanın son hali pek de iç açıcı değildi. O yüzden dün gece Wheein bir şekilde arabasının buraya ulaşmasını sağlamıştı. Detaylarla pek ilgilenmemiştim. Bana uçakla dönebileceğimi söylemişlerdi ama Busan'da tek başıma kalmam, o havaalanına girmem, orada beklemem pek de mantıklı gelmiyordu kulağa.

Bu yüzden buradaydım. Gayet de rahattım.

"Pekala, Seul yolcusu kalmasın!" diye bağırdı Jungkook. "Ben muavininiz olarak sizin konforunuzdan sorumluyum. Herhangi bir sıkıntıda bana seslenin yeter. Size sonsuz sayıda atıştırmalık ve kilo yapıcı şeyler aldım çünkü kilo yapıcı şeyler sağlığa zararlıdır ve sağlığa zararlı şeyler daima insanı mutlu eden, güzel tatları olan, harika-"

"Jungkook!" diye kelimenin tam anlamıyla bağırdı Wheein. "Tanrı aşkına, kapa o çeneni."

"Lanet olsun dostum!" Jungkook sesini tamamen değiştirerek onunla alay ettiğinde onlara karşı güldüm ve kısa bir an hemen yanımda oturan Yoongi'ye baktım.

Yüzünde mimik oynamıyordu.

Bir süre Wheein ve Jungkook'un didişmeleriyle geçti. Otoparktan çıkmak için uzun bir vakit harcadık. Sonunda arka kapıyı kullanarak oradan ayrıldığımızda ve hastanenin önündeki kalabalığın yanından geçip gittiğimizde kimsenin ruhu duymadı. Kimse bu arabada olduğumuzu bilmiyordu ve herkes o kapıdan çıkacağımız anı bekliyordu.

Busan'ı görmek istemedim. Denizin kenarından geçeceğimizi bilerek gözlerimi kapatarak başımı cama yasladım. O gün panik ve heyecanla çok etkilenmediğimi biliyordum ama yeniden olmazdı. Yeniden orayı görmek istemiyordum. O hissi yeniden tatmak istemiyordum.

Ama elimde bir soğukluk hissettim. Neredeyse beş dakika sonra, Busan'dan çıkana kadar açmayacağıma ant içtiğim gözlerimi tamamen aralamama neden olan buydu. Gözlerimi açtım ve elime çarpan soğuk tene baktım.

Yoongi bana biraz daha yaklaşmış, bacağı bacağıma değerken avucu üste gelecek şekilde elini elimin yanına koymuş yüzüme bakıyordu. Ne istediği, ne yapmaya çalıştığı açıkça belliydi. Arabada Jungkook'un açtığı yüksek sesli bir şarkı çalarken o sadece bana bakıyor ve konuşmadan tüm derdini anlatıyordu.

İster istemez gülümsedim. Bu gülüşün alaycı olması için uğraştım ama ne kadar işe yaradığını ben de bilmiyordum. "Elini tutmamı mı istiyorsun?" dedim kaşlarımı kaldırarak büyük bir imayla ama bu onun pek de hoşuna gitmiş gibi durmuyordu.

Kaşlarını çattı. Trip atar gibi elini olduğu yerden çekti ve başını diğer tarafa çevirerek camdan dışarı baktı.

Kıkırdadım. Bu Yoongi miydi yoksa onun yerine bir ikizi falan geçmişti de haberim mi yoktu?

"Yoonie?" dedim şakacı bir tavırla başımı önüne doğru eğerek ona bakmaya çalışırken. "Tamam, tutarım elini, küsme."

Eline uzanmak için harekete geçtiğim an benden kaçmak için kollarını önüne bağladığında, bu yaptığına inanamayarak kalakaldım. Değişen şarkıyla birlikte biraz geriye çekilirken gözlerimi kocaman açmış karşımdaki bebeğe bakıyordum.

Günlerdir beni şaşırtmaktan bıkmamıştı.

"İlgi istiyorsun sen." dedim ufak bir tavırla. "Tamam veririm ilgini, buraya gel." Elimi ensesine attım. Hiç düşünmeden kendime çekip omzuma doğru koydum ve elimi hızla yukarı kaydırıp saçlarının arasına daldırırken bulunduğu noktadan ayrılmaması için ufak bir baskı uyguladım.

Çekilmeye çalıştı. Elini uyluğuma koyup kalkmak için baskı uyguladı ama ona müsaade etmedim. Elimi elinin üzerine koyup minik parmaklarımın onun parmaklarına bile yetişemeyecek bir noktada kalmasını önemsemeden "Yoongi." diye fısıldadım. "Benim için uzattın elini, biliyorum. Sadece..." Hareketsiz kaldı. Çekilmeye çalışmadı ve sakinleşmiş gibi başını omzuma koyduğunda devam etmemi bekledi. "O an ihtiyacım vardı ve bunu görünce nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Beni tanıyorsun işte."

Sesli bir nefes aldı. Gürültülü müziğe rağmen onu duydum ve elimin altındaki elini usulca ters çevirişini izledim. Elim avuç içi kadar kaldığında buna güldüm ama güldüğümü belli etmemek için alt dudağımı ısırarak devamını bekledim.

Kolunu kendine doğru çekti. Parmaklarımızı aynı hizaya getirdi ve iç içe geçirerek ellerimizi kenetledi. Orada, uyluğumun üzerinde kenetlenen ellerimize baktım.

Yalanlamak, inkar etmek isteyeceğim kadar uyumlu duran ellerimize baktım. Birbirini tamamlamış gibi görünen iki yarım. Onun uzun parmakları arasında kalan küçük parmaklarım. Onun elleri arasında kaybolan ellerim.

Garip bir his.

Bunu sevmiyorum.

Biraz kıpırdandı. Oturduğu yerde bana yaklaştı ve omzumdaki başını daha rahat bir pozisyona getirdi. Ardından durdu. Hareketsiz kaldı. Ben de bakışlarımı camdan dışarıya çevirmemek için büyük bir özen göstererek kapattım ve başımı başına yaslayarak onun gibi hareketsiz kaldım.

Şarkılar değişti. Wheein bir ara, ondan beklemeyeceğim kadar ağır küfürlerle öndeki arabaya sayıştırdı ve neredeyse bir kavgaya gireceğini düşüneceğim şekilde kornaya uzun uzun bastı ama sanırım bu alışıldık bir tabloydu çünkü ne Yoongi ne de Jungkook farklı bir tepki vermişti. Hatta Jungkook "İşte benim kızım." diyerek övünmüştü.

Ve şehirden ayrıldık. Yarım saatlik bir yolu geride bıraktık. Jungkook kız gruplarından vazgeçip erkek grup şarkılarına geçiş yaptı ve ben de en azından bunlar daha katlanabilir olduğu için sesimi çıkartmadım. Milyonuncu defa önündeki poşetten çıkarttığı rastgele şeyleri arkaya uzattığında onu reddettim ve dışarıya baktım.

Bu yolları nasıl geçtiğimi bile bilmiyordum. Buralarda ne yaptığımı, ne halde olduğumu bile hatırlamıyordum. Berbat bir gündü. O günü yeniden hatırlamak istemiyordum.

Bu zamana kadar hep kendime değer vermiştim. Kendim için yaşamıştım. Tüm o kötü geçmişimden sonra bu değeri bir tek kendime layık görmüştüm. Sevgiyi istemiş, onun yerine hayranlık kazanmıştım. Hayranlığı sevgi olarak görmeye çalışmıştım. Kedimi sevmiştim. Kendime hayran olmuştum. Bir tek kendim için çabalamıştım.

O gün Yoongi'nin evinden ayrılırken hissettiklerim çok uç sınırdaydı. Başka bir evreydi. Kriz geçiriyor gibi bir histi ama kriz değildi. Sanki- Sanki o yetimhane köşesinde zorbalık gören Jimin beni çağrıyor gibiydi. Sanki kendime koşuyor gibiydim. Sanki kendim için çabalıyor gibiydim.

Sanki o bendim, ben de o.

Sanki o an aynı kişiydik. Sanki bir başkası için değildi yaptıklarım. Sanki bir başkası için değildi göz yaşlarım.

Düşünmek istemesem de oradaydı işte. Tüm anılar gözümün önündeydi, benimleydi. Yoongi'yi ilk bulduğum o an, Seul'deyken gördüğüm kabusların yerini almaktan çekinmemişti. Şimdi uykularımı kaçıran şey tam olarak buydu.

Uçurumun yerini uçsuz bucaksız bir deniz almıştı. Yoongi aynıydı. Ellerinde kan vardı. Gülümsüyordu ama ölüyordu. Ölmesin istiyordum.

Bir keresinde Seokjin bana ağır bir vaka olduğumu söylemişti. Onunla konuşmaya başladığım ilk zamanlardı. Normalde bir hastaya bunu söylememesi gerektiğini belirterek bana ağır bir vaka olduğumu söylemişti. İyileşmek istiyorsam eğer ona yardımcı olmam gerektiğini belirtmişti. İyileşmek istemiyordum. Narsist olmak onların gözünde boktan bir şeyken bana bir zararı yoktu ve ben iyileşmek istemiyordum. Ona yardımcı olmak istemiyordum. Bunun bir kurtuluşunun olmadığını düşünüyordum.

Ama Jungkook Yoongi'nin iyileşmeye başladığını söylemişti. Ondaki değişim zaten aşikardı ama ya ben? Seokjin benim hakkımda ne düşünüyordu? Yoongi için onun omzunda ağladığımda benim için ne düşünmüştü? Gözyaşlarım bir başkası adına aktığında bunu nasıl değerlendirmişti?

Ağır bir vaka olarak tanımladığı narsisistik kişilik bozukluğuna sahip hastası bir başkası için ağladığında gidip defterine ne yazmıştı bununla ilgili?

Yoongi hareketlendi. Dikkatimi dağıttı ve bakışlarımı yoldan çekip ona dönmeme neden oldu. Kalkacak sandım. Başını omzumdan çektiğinde kalkacağını düşündüm ama beni yanılttı. Sanki dip dibe değilmişiz gibi biraz daha yaklaştı bana ve ellerimizi ayırdı. Kolunu belime sararak başını biraz daha yukarı kaldırmasıyla burnunu boynuma dayaması bir oldu.

"Artık benim gibi kokmuyorsun." dedi burnunu boynuma sürerken.

Min Yoongi saatler sonra konuştu ve söylediği ilk şey bu oldu.

Artık benim gibi kokmuyorsun.

Konuştuğu için yaşadığım şaşkınlığı yansıtıp yansıtmamak arasında kararsız kalırken onun için, omuzlarına daha çok ağırlık yüklenmesin diye toparlanarak hafifçe öksürdüm. "Evet." diye mırıldandım ve onun omzunda duran elimi hareket ettirerek saçlarına götürdüm. "Yıkandım ve kıyafetlerini çıkarttım."

"Onların senin olduğunu sanıyordum." dedi mırıltı gibi. Jungkook'un bitmeyen müzik listesinden bir başka parça arabaya yayılmaya devam ederken. Kulağıma oldukça yakın olduğu için onu duymakta zorlanmıyordum.

"Senin olduklarını biliyorsun." dedim istemsiz bir göz devirme eşliğinde saçlarıyla oynamaya başladığımda. "Senin evinde kaldığımı da biliyorsun."

"Biliyorum." diyerek onayladı. "Niye bana söylemedin?"

"Bilmem." Hafifçe omuz silkip akıp giden boş yola baktım. Yükselen taşlık yerlere ve o taşların arasından tek tük çıkan yeşilliklere. "Söylemek istemedim. Bir nedeni yok."

Aramızda yeni bir sessizlik oldu. Sıcak nefesi tenime çarpmaya devam etti ve sonunda yeniden kıpırdandı.

"Jimin..." Durdu. Boynuma o kadar yakındı ki dudaklarını nemlendirmek için dilini çıkarttığında tenimde ıslaklığını kolaylıkla hissettim. "Biliyor musun, hafıza kaybı yaşamak istiyorum." dedi ve sanırım bu, söylemesini beklediğim en son şeydi. "Sil baştan başlamak istiyorum her şeye. Güzel bir aile ve çocukluk istiyorum. Lisede bir arkadaş grubum olsun istiyorum. Hafta sonları takıldığım bir sevgilim. Benimle basketbol oynayacak bir babam... Hiç böyle şeyleri hayal ettin mi?"

Tenime çarpan nefesinden dolayı mı ürperdim yoksa söylediklerinden dolayı mı anlamaya çalıştım.

"Hayır." dedim. "Hayal etmedim."

Hayal ettiğim günler oldu ama ben o günleri yok ettim.

"Ben de etmemiştim." diye fısıldadı. "Ama dün ettim. Çok tehlikeli bir adım ama başladığında durman imkansızlaşıyor. Senden ne kadar çok şeyi aldıklarını fark ediyorsun." Yeniden durdu. "Bir şeyler istiyorsun ve bunun imkansız olduğunu biliyorsun."

"Yoongi," dedim. "Hala bir ailen olabilir. Böyle düşünme."

"Güvenim yok artık." Kıpırdandı sanki kelimeler onu rahatsız ediyor gibi. Başını yan çevirip boynuma yerleşti. Saçları tenimi süpürdü. "Kiminle aile olabilirim? Kardeşimin katili oldum. Babam gözlerimin içine bakarak öldürdü kendini. Annem arkasına bile bakmadan gitti, kendine harika bir hayat kurdu, beni unuttu."

"Eminim harika bir eşin olacak." Nefesimi tuttum. "Ve bir de çocuğun olur. Senin gibi kedi gözlü, huysuz bir şey. Onunla basketbol oynarsın."

Sustu. Bir şey demedi. Benim saçlarıyla oynamama müsaade ederken sustu ve ön koltuğun arka yüzünü inceledi. Biraz belim ağrıdı ama ses etmedim.

Muhtemelen onunla aynı şeyi, bizden ne kadar çok şey çaldıklarını düşündüm.

Bizden geriye hiçbir şey bırakmadıklarını.

Bizi yok ettiklerini düşündüm ve tam da o an sadece geçmişimizi değil beraberinde geleceğimizi de yaktığımızı fark ettim çünkü kendini bir aileyle hayal edemeyen sadece Yoongi değildi. Ben de yapamıyordum. Kendimi bir ailenin parçası olarak düşünemiyordum.

- - -

Sonunda bacaklarım uyuşmaya başladığında ve araba Yoongi'nin evininin önünde durduğunda Wheein arkaya döndü ve "Jungkook seninle gelsin." dedi. "Ben de Jimin'i evine bırakıp dönerim. Dışarıdan istediğin bir şey varsa alayım."

Arabada derin bir sessizlik oldu. Jungkook'un yarım saat önce kapattığı şarkıların yokluğuna alışmak hala zorken herkes Yoongi'den gelecek bir yanıt bekledi, konuşmadığını biliyorlardı. Muhtemelen benimle konuştuğundan da haberleri yoktu. Bu yüzden olsa gerek Yoongi bir şey demeden Jungkook kapısını açıp inmeye hazırlandı.

Ama inemedi.

Yoongi pürüzlü bir sesle "Kook." dedi. "Bugünlük evine git, uyu ve dinlen."

Yeni bir sessizlik. Jungkook'un kocaman gözlerle arkaya dönüp Wheein gibi Yoongi'ye bakmasını izledim ve birden "Hayır!" deyişini. "Seninle kalırım tabii ki? Orada bir odam var ve-"

"Jimin'e yemek sözüm var."

Kaşlarım havalandı. Arkasına yaslanmış arabada oturmaya devam eden Yoongi'ye bakan yeni isim ben oldum.

"Ne?" Jungkook dehşete düşmüş gibi görünüyordu. "O bacakla yemek yapmayı düşünmedin herhalde?"

"Jungkook..." dedi kendini yormadan, yavaş ve sakin bir sesle. "Eğer Jimin'e de uygunsa bugün yanımda o kalsın istiyorum, yarın gelirsiniz olur mu?" Ve cümlesini tamamladıktan sonra bana kısa bir bakış attı.

Yutkunarak diğerlerine baktım. Wheein'in gözü çoktan üzerimdeyken Jungkook hala Yoongi'ye o imalı, derin bakışlarından atmakla ve muhtemelen ne diyeceğini düşünmekle meşguldü. Ben de yaşadığım şoku atlatmaya çalışmakla.

Sonunda "Tabii." dedim. "Bugün Yoongi'yle kalırım ve önemli bir şey olursa size haber veririm."

Wheein derin bir nefes alırken "Sargısının değişmesi gerekiyor." dedi. "En azından onu halledeyim ve size yemek getireyim. Bu halde yemek yapamazsın."

"Sorun değil Whee." diyen ben oldum. "Sargısını hallederim, doktorun dediklerini yeterince dinledim. Yemeği yapmak da kolay. Zaten eve gitsem de yapacaktım. Ben yaparım."

"Emin misin? Eğer-"

"Eminim." diyerek kestim onu. "Biz inelim." Kapıyı açtım. Uyuşan bacaklarımla zar zor yana dönerken Jungkook'un "Dikkat edin!" başlığı altında saydıklarını duymazdan gelerek dışarı adımladım ve kollarımı yukarı kaldırarak esnemek için ufak bir harekette bulundum. Saatlerdir yoldaydık. Mola verdiğimizde bile oturmaya devam ettiğim için her yerimin ağrıdığını hissediyordum.

Yoongi oturduğu yerde kapıya doğru kaydığında ve çıkmak için hareketlendiğinde onu önce elinden sonra kolundan tutarak çektim ve kalktığında yardımcı olarak kolunun altına girdim. Jungkook çoktan bagajı açmak için arabanın etrafını dolaşmış aldığı poşet ve küçük çantayla yanımızda belirmişti.

Kapıya gidene kadar kolum Yoongi'nin belinde sarılı kalırken diğer yanında kolundan tutup destek olan Jungkook ile ilerledim. Sonunda kapıyı açmasını bekledik. Anahtar Jungkook'taydı. Elindeki poşetleri yere bırakıp acele ettiği için birkaç kez takılırken sonunda açmayı başararak bize döndü ve gülümsedi.

"İyi eğlenceler aşk böcekleri." dedi eğlendiğini belli eden bir tınıda. "Akıllı uslu oynayın."

"Jungkook," dedi Yoongi ters bir sesle. "Siktir git şuradan."

"Shh, tamam, gidiyorum." Ve hiç düşünmeden eğilip Yoongi'nin yanağına bir öpücük kondurdu. Sonra da poşetleri yerde, anahtarı kapının üzerinde bırakarak arabaya koştu. Yoongi'yle birlikte öylece kaldık.

"Aptal." dedi. "Gerçekten aptalın önde gideni."

Güldüm. "Onun hala minik bir çocuk olduğunu düşünüyorum bazen." diye mırıldanarak yürümesi için verdiğim desteği arttırıp içeriye doğru bir adım attım ve bana eşlik etmesini izledim. Bacağı o kadar da kötü değildi ama doktorunun dediği gibi, şimdilik destek almadan yürümesi biraz zordu.

"Öyle çünkü." Omuz silkti. Ben onu oturma odasına yönlendirirken etrafı süzdü. Evin bu kısmına ben de uzun süredir girmiyordum bu yüzden onun gibi kısa bir incelemeden geçirdim ama herhangi bir dağınıklık yoktu. Muhtemelen Jungkook toplamıştı. Hoseok'un da ona yardım ettiğine sonuna kadar emindim.

"İstersen odana götürebilirim?" dedim sorar gibi ama anında kafasını iki yana salladı.

"Şimdilik burada durmak istiyorum."

"Pekala." Koltuğa oturduğuna ve bacağının iyi olduğuna emin olduktan sonra kolunun altından tamamen çıkarak dikleştim ve "Poşetleri alıp geleyim." dedim. "Anahtarda orada kaldı."

Başını sallayarak beni onayladı. Arkasına yaslandı ve ben odadan çıkarken gözlerimiz bir süreliğine birbirinden ayrılmadı. Sonrasında hızımı arttırdım. Poşetlere ulaştım, aldım, anahtarı çıkartıp diğer tarafına takarak kapıyı kapattım ve odaya geri döndüm. Elimdekileri koltuğun kenarına bırakarak etrafa baktım. Ne yapacağımı düşündüm.

Onunla bulunduğum en garip ortam buydu.

Kavgamızın ortasındayken aniden sekse geçmemiz bile bundan daha normaldi.

"Yemek sipariş edelim." dedim. "Açsındır."

"Canım bir şey istemiyor."

"Ama açsın."

"Yine de yiyemem."

"Pizza mı hamburger mi?" dedim kaşlarımı çatarak. "Başka bir şey istiyorsan da ya şimdi söyle ya da sonsuza kadar sus."

Bana baktı. Ufak bir gülümsemeyle bana baktı. "Sen hangisini isterdin?"

"İkisi de çok iyi bir seçenek." dedim dürüst olarak. "Çünkü açım."

"O zaman ikisinden de sipariş etmeliyiz." diyerek güldü. Halsiz olduğu belliydi ama gülüşünü görünce biraz daha rahatlamış hissetmeden edemedim.

"Peki," dedim arka cebimden telefonu çıkartırken. "İki pizza ve iki hamburger."

Başını sallayarak beni onayladı ve "Jimin." dedi.

"Evet?"

"Bana çocuk menüsü alır mısın?"

"Yoongi yiyeceksin işte, kızdırma beni. Az yemene izin veremem, ilaçlarını alacaksın ve-"

"İçinden oyuncak çıkanlardan." diye mırıldandı beni umursamadan. "Hiç almadım."

Durdum. Beklentiyle bana bakan gözleri reddedebilecek tek bir nedenim bile yoktu. Ben de sorgulamamayı, daha derine inmemeyi ve sadece kabul etmeyi tercih ettim. "Bir sayı söyle." dedim. "Oyuncağın için."

"Yedi." dedi.

"Tamam." Telefona döndüm. "Hızlı olacağım."

- - -

Aramızda kalan pizza kutusuna ve içindeki iki dilim pizzaya baktım. Ardından onun ortadaki sehpaya uzattığı süt beyazı bacaklarına ve sehpanın üzerindeki boş hamburger kutularına. Aldığı meniden çıkan minik kaplumbağalı peluş oyuncağa. Kolası elindeydi. Gözleri, açık televizyon ekranına oldukça boş bakıyordu. Saçma bir pembe dizinin tekrarını izliyorduk, neden bu kanalda olduğumuzu bile bilmiyordum. Dizideki kız aptaldı ama bunu dile getirmek yerine sadece pizzamı yemeye ve boş boş oturmaya odaklanmıştım. Çünkü ne konuşmam, ne yapmam ya da ne düşünmem gerektiğini ben de bilmiyordum.

Onun ne düşündüğünü kestiremiyordum. Şu an aklının içinde neler döndüğünü, neden bu kadar sakin olduğunu bilmiyordum. Ruh halini çözemiyordum. Yoongi bugün her zamankinden çok daha farklıydı.

Ona alan tanımaya çalıştım. Konuşmak istesem de kolamdan yudumlayarak yayıldığım yerde biraz doğrularak bacaklarımı kendime çektim ve kollarımı diz kapaklarıma yaslayarak öne doğru uzatıp derin bir iç çektim.

Dizideki kız boktan bir hata yapmak için güle oynaya gidiyordu. Muhtemelen iki bölüm sonra her şey düzelecek ve hayatına başka bir sorun girecekti ama şimdilik tüm izleyiciler bunun adına üzülüyor olmalıydı.

"Sence alternatif evrendeki Yoongi ve Jimin ne yapıyordur?"

Duyduğum ani soruyla birlikte ona dönüp ne dediğini anlamaya çalışırken "Hım?" dedim ve dudaklarımı birbirine bastırıp onun hala televizyona dönük yüzünü kısaca inceledim. Yaralarının çoğu iyileşmiş sayılırdı. Sadece elmacık kemiğinin üzerindeki derin görünüyordu. Dudağının kenarı biraz şişti ve alnında ufak bir morluk vardı.

"Başka bir evrende, tam şu an, ne yapıyoruzdur sence?" Bana baktı. Kolasından yudumladıktan sonra aramızdaki pizza kutusunun üzerine koydu.

Sorusunu düşünüp aklıma gelen ilk şeyle basit bir şekilde omuz silktim. "Bilmem. Yatak falan kırıyoruzdur herhalde. Neden ki?"

"Öyle, aklıma geldi." diyerek o da omuz silkti. "Sevgili olmuş muyuzdur acaba?"

"Belki de hiç tanışmamışızdır?"

"Bence tüm evrenlerde bir şekilde karşılaşmışızdır." diyerek gülümsedi. "Saçma bir ilişkimiz var. Tüm evrenler bizimle uğraşmak için an kolluyordur."

"Yoongi.."

"Ne?" Gözlerime baktı. "Yalan mı? Her şey boktan gitmiyor mu?"

"Gidiyor."

"O zaman?"

"Yine de tam şu an bir sorunumuz yok." dedim iyi tarafından bakmaya çalışarak. "Buradayız. Oturma odanda normal iki insan gibi oturup pizza ve hamburger yiyor, pembe dizi izliyoruz. Sikişmek yok, öpüşmek yok, küfür ve hakaret yok. Kavga yok." Tek kaşımı kaldırdım. "Bence bu normal insanlar gibi vakit geçirdiğimizi gösterir."

Ve söylediklerim onunla birlikte beni de etkiledi.

Sahiden her şey garipti. Onunla böyle olabileceğimi tahmin edebilir miydim? Günün birinde, sırf yanlışlıkla üstüme kahve döktüğü için sahne alışından bir dakika öncesinde yanına gidip başından aşağı bir bardak kahve boşalttığım adamla bu duruma geleceğimi tahmin edebilir miydim? Önümde dizlerinin üzerine çökeceğini, ondan başka kimseyle seks yapmak istemeyeceğim günlerin geleceğini ve onun için endişeleneceğimi tahmin edebilir miydim sahiden? Çok uçuk gelirdi bana. Kendimi inandıramazdım.

Ama şimdi her birini yaşıyordum. Her biri gerçekti.

Yemek gelmeden önce giymesine yardım ettiğim siyah şortunu biraz kaldırıp bacağını açığa çıkarttı ve "Bacağımda bir kurşun yarası var." dedi. "Annem beni sikik bir adamın eline bırakıp gitti ve yıllarca onun ne halde olduğu konusunda endişelenip durdum. Onu araştırdım. Ona yardım etmek için onu bulmaya çalıştım ama burnumun dibindeymiş. Kardeşimi benden aldı. Kardeşim benimle uğraşan bir orospu çocuğu çıktı ve dahası kardeşimi bıçaklayarak öldürdüm." Güldü ve televizyonu işaret etti. "Eminim hayat hikayem şu boktan dizinin aldığı reytingin beş mislini alır."

"Bunların olacağını bilemezdin."

"Bilemezdim." Kısa bir anlığına sustu. "Bilmek istemezdim. Yine de öğrendim ama o kadar hissiz hissediyorum ki... Kardeşimin katili gibi değilim Jimin. Sadece- Sadece-" Kaşlarını çatıp pizza kutusuna dikti gözlerini. "Sadece o cenazeye gitmek istiyorum. O kadınla konuşmak istiyorum. Ağlamaması gerektiğini çünkü ilk kez bir oğul kaybetmediğini söylemek istiyorum- Ben-" Sesi titredi. "Jimin ben istesem de pişman hissedemiyorum. Sadece içimde saf kin ve öfke var. Büyük bir nefret. O- o benim kardeşimdi ama öyle hissedemiyorum yani- Bilmiyorum, belki bu kıskançlıktır ama annem onun hayatını kurtardı daha öncesinde. Beni o adamla bırakıp gitti ve o oğlunu seçti. Annem beni ölüme terk etti, yine de bunca zaman ona kızamadım. Ondan nefret edemedim. Ama şimdi- Şimdi sanki ona hiç sevgi beslememişim gibi." Yanağına doğru süzülen yaşı izledim. "Sanırım Jungkook haklıydı, mutluluğu ve üzüntüyü eşit seviyede yaşıyoruz. Annem belki de bunu hak etti. Oğlunu kaybetmeyi hak etti."

Bunun onu kötü biri yapıp yapamayacağını düşündüm. Bu sözler onu duygusuz olarak gösterebilir miydi? Ben göremiyordum. Ben şu an onu sadece haklı bulabiliyordum. Jaebum uzun süre önce girmişti hayatıma. Onunla ilgili tek bir düzgün anım bile yoktu. Onu anlatmaya kalksam tek bir güzel kelime bile kullanamazdım. O öldüğü için gram üzülemiyordum. Yoongi'nin kardeşiydi ama onu zaten çok küçük yaşta kaybetmişti. Yoongi zaten daha öncesinde kardeş acısını yaşamıştı. Zaten bir kardeşinin gittiğini kabul etmişti, şimdi olmadığını varsaydığı birini kaybetmek onu etkiler miydi? Belki kendi elleriyle öldürdüğü için. Ayrıca annesi? Ben bile kendi anneme kızgındım. Babam sandığım adamı aldattığı, beni başka birinden yaptığı ve tüm ailemi kaybetmeme neden olduğu için o adama değil anneme kızgındım.

Şu an Yoongi'ye hak vermekten başka bir şey yapamıyordum. Çünkü onu anlayabiliyordum. Belki başkası olsa bu sözlerin karşısında kanı donardı ama ben etkilenmiyordum. Sadece haklıydı işte. Düşündüğü her şeyde haklıydı.

"İstersen seninle cenazeye gelirim." diye mırıldanırken buldum birden kendimi. "Yani gerçekten gitmeyi düşünüyorsan."

Parlayan, akmak için an kollayan yaşlarla dolu gözleri gözlerimle kesişti. Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için kısa bir an bekledi ve sonunda asırlardır bunu bekliyormuş gibi "İsterim." dedi. "Çok isterim."

"O halde zırlamayı kes." diyerek güldüm. "Hayatta boktan şeyler olur tamam mı? Senaristlerin isteyeceği kadar harika bir hayat hikayen varsa onu değerlendirmeli ve mutlu olmalısın aptal. Bu herkesi daha çok şaşırtacaktır."

Güldü. Gerçek bir gülüş müydü yoksa siniri mi çıkıyordu bilmiyorum ama gülüşü saniyeler içinde kıkırdamalara dönüştü ve elini iki yana açarak başını koltuğa yaslayarak gülüşünün arasında "Kaybettiği kardeşi onu kaçırdı, on gün işkence etti ve o kardeşini öldürdü yine de mutlu." dedi.

Onun gibi istemsizce gülmeye başlarken omuzlarım sarsıldı ve "İnanamıyorum." dedim fark ettiğim gerçekle. "Meğer iki kardeş benim için kapışıyormuş bunca zamandır!"

"Evet!" dedi. "Baş rol sensin!"

Bununla birlikte "Tamam." dedim aniden koltukta ona dönüp gülmeye devam ederken. "Hayal et. Lise dizisindeyiz. Sen basketbol takım kaptanısın ve ben de ponpon kız. Şu en popüler olanından. Sonra senin kötü çocuk olan kardeşin beni istiyor ve ben de seni."

Gülüşleri arttı. Diş etleri görünüp gözleri tamamen kısıldığında yumruk yaptığı elini dudaklarına yaklaştırdı. "Muhtemelen beni sen tavlardın." dedi belli belirsiz bir sesle. "Sanmıyorum flört konusunda iyi olacağımı."

"Cidden bok gibisin." diyerek ona hak verdim ve göz kırptım. "Seni sinemaya falan götürürdüm, utanırdın bir de."

"Abartma!" dedi bağırır gibi. "O kadar da değil."

"Ne?" diyerek gözlerimi büyüttüm. "Salak gibi bana aşık olduğundan beri utangaç bir şey oldun. Yalanlama boşuna."

Söylediklerimle birlikte bana baktığında ve gülüşü yavaş yavaş azalıp ufak bir tebessüme döndüğünde, ben söylediklerimi yeni yeni algılamaya başlayarak suskunlaştım. Dudaklarımı içe kıvırdım. Ne ara bu kadar kabullenmiştim bana aşık oluşunu bilmiyordum bile. Olmamalıydı ve olmuştu. Şimdi bunu saklama ya da gizleme gereği bile duymuyordu.

"Açıkçası ilk kez aşık olmuyorum." diye mırıldandı. "Daha öncesinde bir ilk aşkım vardı."

Kaşlarımı kaldırdım. "İnsanlar hayatları boyunca bir kişiye aşık olur efsanesi yalan mıydı yani?" dedim şakaya vurmaya çalışarak ama bahsini ettiği kişinin kim olduğunu merak ettim. Onun gözlerinin parlamasına neden olacak kişiyi merak ettim. Zihnim bana oyun oynamaya ilk saniyeden başladı. Komodininin çekmecesinde bulduğum fotoğraftaki çocuk muydu? O olabilir miydi?

"Hayır doğru." dedi. "Yani doğrudur büyük ihtimalle. Aşık olduğum ilk kişi sensin. Ama ilk şey değilsin." Güler gibi oldu. "Kahverengi bir piyanom vardı. Annem öğretmişti çalmasını. Babam yokken hep çalmak isterdim o da bana gösterirdi ama babam varken çalmak yasaktı çünkü sevmezdi ama bir gün çalmak istedim. Canım çok sıkkındı. Okulda dayak yemiştim ve babam da alkollü gelmişti. Bana demediği kalmamıştı. Öyle anlarda piyano çalmak beni rahatlatır, ben de rahatlamak istedim." Dudağını yaladı. "Hayatımın en boktan kararıydı çünkü onu kırdı. Onu paramparça etti."

"Sadece bir piyano." dedim onu teselli edebilecekmiş gibi. "Şimdi ondan onlarca alabilirsin."

"Yine de ilk aşkımdı, beni mutlu eden ilk şeydi." diyerek omuz silkti. "Ve onu kaybettim."

Bana baktı.

Bana öyle bir baktı ki, hissettim. Beni de kaybetmekten korktuğunu tüm iliklerimde hissettim. Bu, bedenimi ani bir titremenin sarmasına neden oldu. Sözcükler boğazıma takılırken bunun üzerine hiçbir şey söyleyemeyeceğimi bilerek sustum. O da bunu anlamış gibi yerinde doğruldu ve "Pekala," dedi. "Berbat bir bakıcısın. Bu sargı bezinin değişmesi gerekiyor."

Yerimde toparlandım. Belli belirsiz yutkundum.

"Ya!" dedim bacağındaki sargıya bakarken kaşlarımı kaldırarak. "Seni beslemekle meşguldüm, kusura bakma!"

"Hepsini kendim yedim?" dedi şakaya vurup tersleyerek. "Bana baktığın falan yok. Eminim Jungkook senden daha iyi bakıcılık yapardı bana."

"Gitmemi mi isterdiniz çok sevgili Bay Min?" dedim yerimden kalkarken. "Arabada yalvarıyordunuz burada kalmam için?"

"Sana asla yalvarmadım aptal."

"Gözlerin öyle demiyordu." Ona bakmadan pizza kutusunu alarak sehpaya koydum ve hamburger çöplerini de onun içine doluştururken arkamdan mırıl mırıl anlamayacağım bir şeyler sayıştırmasına güldüm. Gerçekten benimle didişmekten garip bir zevk alıyor olmalıydı çünkü ben öyle yapıyordum.

Sonra odada tok bir ses yayıldı ve eş zamanlı olarak gözlerimi kocaman açıp elimdeki pizza kutusunu sehpaya bırakmamla kalçamı tutmam bir oldu. Hafif bir sızı direkt kendini hissettirirken dehşetle ona döndüm.

"Ne yapıyorsun?"

"Kıçını yüzüme kadar sokarsan başka ne yapabilirim?" dedi gayet normal bir tavırla. "Şaplak atıyorum."

"Atma?" dedim kocaman gözlerle. Onun bu ruh halinde olmasına sevinmeli mi yoksa şaşırmalı mıyım karar vermekte zorlandım. Dünden beri tek kelime konuşmazken şimdi böyle gülmesi, şakalaşması ve kalçamı tokatlaması normal miydi yoksa tüm bunlar Seokjin'in uzun uzun anlatacağı sıkıcı birkaç yan etkiden mi kaynaklıydı? "Cidden." dedim başımı iki yana sallayarak. "Bazen değiştiğini düşünüyorum bazen de gram değişmediğini."

İmalı bir şekilde kaşlarını kaldırıp ellerini iki yanına koyarak koltuktan destek aldı ve biraz yükselip pozisyonunu düzelterek "Üzgünüm." dedi. "Özür dilerim vurduğum için. Yine olsa yine yaparım."

"Yoongi..." dedim kalçamı sıvazlamayı bırakıp bir adım kadar ona yaklaşarak dizimi koltuğa yaslarken. "Bacağın o haldeyken bana böyle şeyler yapma. Uzun zamandır sevişmedim ve o kadar hasassasım ki dokunduğun anda azarım, şok olursun."

Durakladı. Öyle ani bir duraklamaydı ki onun bu duraklamasına şaşırarak "Ne?" dedim. "Garip bir şey demişim gibi bakma bana öyle- Gerçekten hassasım."

"Hayır, hayır, buna şaşırmadım." dedi dudaklarını yalarken. "Sadece... Uzun zamandır sevişmediğini söylediğine şaşırdım."

"Seninle sahte bir ilişkiye başladığımdan beri kimseyle birlikte olmadığımı biliyordun zaten, bunun neyine bu kadar şaşırd-" Durdum. Cümlem aniden kesildi ve söylediğim şeyi algılayarak tıpkı onun gibi bir ifadeyle durdum ve "Üzgünüm." dedim. "Dalgınlık. Sevişmeyi kastetmemiştim. Sikişmek, düzüşmek, seks falan yani- Tamamen yanlışlıkla söyledim. Aklım karışmış."

Güldü. "Tamam, anladım." dedi ama yüzündeki o alaycılığı kolaylıkla anlayabiliyordum. Bir şey demedim. Onu yanıtlamadan koltuğun yanına koyduğum poşetlerden sargı için olan malzemelerin bulunduğunu seçip aldım ve boşalttığım koltukta ona yaklaşıp "Gel." dedim. "Bacağını şöyle uzat."

Dediğimi yaparak bacağını benim bacağımın üzerine, biraz tıslayarak, uzattığında ve gözlerini kısıp muhtemelen acısının geçmesi için beklediğinde malzemeleri çıkartmakla uğraştım ve hemşirenin söylediklerini aklımda tekrarlayarak sargısını açmaya başladım.

Şortu tamamı yukarı çekildiği için çamaşırının kenarına kadar görünüyordu. Bacağında kısım kısım morluklar vardı ama kurşun yarasından dolayı göze batmıyordu bile. Bu yüzden sadece oraya odaklandım. Pamuğa koyu renk şişedeki sıvıyı döktüm ve dikkatle yaranın üzerinde gezdirirken onun daha çok sızlanmasını dinledim.

"Olabilecek en yumuşak şekilde yapıyorum." dedim yaraya daha çok eğilerek. "Kıpırdama."

"Ne kadar acıdığını tahmin bile edemezsin." Omzumu buldu eli. Sertçe sıkarak biraz yükseldi ve ben pamuğu çektiğimde "Ah," dedi. "Bacağımı söküp atmak istiyorum şu an."

"Çok az kaldı."

"Doğru yaptığına emin misin?"

"Hiç olmadığım kadar."

Sonrası biraz daha sakin geçti. Şeffaf bir kremi sürdükten sonra bu yarasını uyuşturmuş gibi sesi daha az çıkmaya ve daha az hareket etmeye başladı. Böylece yeniden sargı bezini bacağına sararken zorluk çekmedim. Bandı yapıştırdım ve uyluğundan tutup "İşte." dedim. "Kusursuz oldu."

"Teşekkür ederim."

Ona baktım. "Teşekkür etmene pek alışkın değilim."

"Ben de teşekkür etmeye pek alışkın değilim." İç çekti ve konunun kapanmasını istiyor gibi "Sanırım ilaçlar uyku yapıyor." dedi. "Odama gitmeme yardım eder misin?"

Odasının ne durumda olduğunu pek bilmiyordum. En son orada ne yaptığımı hatırlamakta epey zorluk çektiğim için bıraktığım halini de hatırlamıyordum bu yüzden "Tamam." dedim. "Burada bekle ben yatağını açayım."

"Sadece yorganımı kaldırıp içine gireceğim Jimin." dedi. "Birlikte gidelim işte."

"Ama-"

Gülerek daha başlayamadığım cümlemin kesilmesine neden oldu. "Odamda kaldığını biliyorum zaten." dedi. "Bu kadar çekinme. En fazla ne yapmış olabilirsin?"

"Hiçbir şey." diyerek ani bir savunmada bulundum. "Sadece yatağını kullandım. Abartılacak bir şey değil."

"Harika. O zaman beni kaldır ve gidelim."

Derin bir nefes aldım. Muhtemelen hatırladığımdan çok daha kötü bir tablo bizi bekliyordu ama bunu umursamamaya çalıştım. O sıralar odayı pek takmadığım için ne yaptığımı hatırlamam da kolay olmuyordu ama onun da dediği gibi, en fazla ne yapmış olabilirdim ki?

Kolundan tuttum. Kalkmasına yardım ettim ve sonunda kolunun altına girip ağırlığını bana vermesini sağladığımda yavaş yavaş odanın çıkışına ilerledim. Arkamızda hala çalışmaya devam eden bir televizyon ve dağınık bir oda bıraktığımızı umursamadan ilerledim ve salonun girişindeki iki basamaktan düzgünce çıkmasına yardım ettim. Sonunda dış kapının yanında kalan merdivenlere ulaştığımızda belli belirsiz "Siktir." diye mırıldandı. "Keşke kolumdan falan vurulsaydım."

"Keşke hiç vurulmasaydın." dedim kendimi tutma gereği duymadan. "Gözünde büyütme. İki adım."

İki adım falan değildi ama yine de Yoongi karşı çıkmadan bana eşlik etti. Birer basamak çıka çıka ve biraz sızlana sızlana, üç saniyede çıkılacak basamakları dakikalara yaydığımızda ve koridora ulaştığımızda "Bunu neden yapıyorsun?" dedi dalga geçer gibi. "Gerçekten, neden bana yardım ediyorsun ki?"

"Seni kendime daha çok aşık etmeye çalışıyorum." dedim gülerek. "Beni daha çok istemeni istiyorum."

"Harika!" dedi. "Gayet başarılı oluyorsun."

Ben alay ediyordum o da alaycı cevap veriyordu ama sanırım söylediklerinde dürüst olduğunu, içten içe biliyordum.

Odasına kadar ona cevap vermedim. Kapısını hafifçe aralayıp girişteki abajuru yaktığımda önce dağınık yatağa ve hemen ardından yere atılmış kıyafetlere baktım. Bir kısmı bana aitken bir kısmı ona aitti ve odadaki parfüm kokusu beni bile şaşkına çevirdi. Günlerdir yoktuk. Günlerdir yoktuk ve hala parfüm kokuyordu.

Bir an için şişenin tamamını boşaltıp boşaltmadığımı düşündüm.

Böyle bir şeyi neden yaptığımı bile bilmiyordum.

"Vay canına." dedi Yoongi benim gibi etrafa bakarken. "Özleminden delirmiş gibisin."

"Kolunun altından çıktığım an yere yapışırsın." diyerek ani bir tehdit savurdum. "Kelimelerini dikkatli seç."

Kıkırdadı. "Lütfen camı biraz aç." dedi. "Bu odada uzun süre kalırsam parfüm markamı değiştirmek zorunda kalacağım."

Haklı olduğu için ondan nefret ettim. Bu kadar yoğun kokunun arasında nasıl uyuduğumu bile bilmiyordum. Bu yüzden karşı çıkmak yerine ona yatağa kadar eşlik ettim ve önce oturmasına sonra başını yastığa koyarak uzanmasına yardımcı oldum. Arından ilerleyip odanın uzun camını kenardan açıp bıraktım. Arkamı döndüğümde ne olduklarına bile bakmadan yerdeki kıyafetleri kucaklayarak banyosuna gitmem ve hepsini kirli sepetine aynı anda tıkmam bir oldu.

Sonra odaya geri döndüm. Onun yattığı yerden bana attığı bakışlara karşılık verdim ve "İstediğin bir şey yoksa gidiyorum." dedim. "Jungkook'un kaldığı odada yatacağım, bir şey olursa seslenirsin."

"Yanımda yatmayacak mısın?"

Bir ona bir de yanındaki boşluğa baktım. Orada günlerce uyumuştum. Dudaklarımı nemlendirip "Doktor tek yatman gerektiğini söyledi." dedim. "Bacağın için tehlikeli."

"Jimin.." dedi inanamıyor gibi. "Ne zamandan beri başkalarının dediklerini bu kadar umursuyorsun?"

"Yanında yatmamı istediğini bu kadar belli etme." dedim gülmeye çalışarak ellerimi pantolonumun arka ceplerine sokarken. Bir dizimi kırmış olduğum yerde duruyordum.

Yattığı yerde omuz silkip elini yana doğru uzattı ve yarım daire çizer gibi okşayarak "Yanımda yatmanı istiyorum." dedi. "Seninle uyumak ve biraz da öpüşmek istiyorum. Eminim bacağım bunu sıkıntı etmeyecektir."

"Yoongi..."

"Ne?" dedi. "Sen istemiyor musun?"

"Bu kadar açık olma."

"Çoğu konuda benden daha açıksın Jimin." dedi. "Bu masum bir konu."

"Bu daha farklı ve ince bir konu." diyerek dudaklarımı nemlendirdim. "Ve garip. Tuhaf. Buna alışkın değilim."

"Alışana kadar devam etmeliyim o zaman." diyerek beni neredeyse umursamadı. "Üzerini çıkartıp buraya gel. Yani pijamalarını giy."

Derin bir nefes aldım.

Ona karşı koymak ne zaman bu kadar zor bir hal almıştı? Ne zaman ona hayır diyemez olmuştum? Yoksa tüm bunlar benim isteklerimle mi alakalıydı? Onu reddetmekten ziyade onun yanında uyumak istediğimden mi?

Yerimden kıpırdamadan tişörtümün eteklerinden tutup hızla sıyırdım ve yere atarak pantolonumun düğmesini açtım. Yattığı yerden gözlerini göğsüme dikti. Neye baktığını çok iyi bilerek hareket etmedim. Oraya bıraktığı sigara izindeydi odağı. Ben de pantolonumu çıkartmakla meşguldüm.

Sonunda sadece çamaşırımla kaldığımda ve dolabı yerine yatağına ilerlediğimde kaşlarını kaldırdı ama ona aldırmadım. Boş olan tarafa oturarak yorganın ucunu tutup çekerek yanına uzandım. Yastığın köşesine yaklaştım ve bana eşlik etmesini bekledim.

Gecikmedi. Kolunu kaldırıp ensemin altından uzatırken ve ona sarılmama imkan tanırken bedenlerimizi bütünleştirdi. Yükselmemi göz ucuyla izledi ve dudaklarımı onun dudaklarına bastırdığımda yüzünü bana çevirerek işimi kolaylaştırdı.

Elimi göğsüne koyup biraz daha yükseldim. Alt dudağını emerken biraz aceleci davrandım ama sonra vaktimizin bol olduğunu hatırlayarak hızımı azalttım. Onun gibi usul usul öpmeye devam ettim. Dillerimiz kendi arasında bir kavgaya tutuştuğunda ve sonra Yoongi sert bir şekilde dilimi yakalayıp emdiğinde dudaklarının arasına ufak bir inleme bırakarak geri çekildim.

Nefes nefese ona bakarken durmamız gerektiğini biliyordum. Bedenine karşı bir özlemim vardı ve eğer durmazsak bu bacağı için iyi olmazdı.

"Sana ihtiyacım var." diye mırıldandı gözlerime bakarak belimi hafifçe okşadığında. "Sana her anlamda ihtiyacım var Jimin, bu hastalıklı bir duygu. Bu her şeyden daha beter hissettiriyor. Bundan kurtulamıyorum."

"Bana bunları anlatma." diye mırıldandım. "Böyle şeyler duymak istemiyorum."

"Ben söylemek istiyorum." dedi karanlık gözlerle. Yanan abajurun cılız ışığında yüzü güzel görünüyordu. "Her şeyi unutup sadece bir noktada seninle oturmak istiyorum. Düşündükçe kriz geçirecek gibi olduğum şeylerle bile güldürdün beni. Bu nasıl mümkün olabilir?"

"Yoongi.."

"Yoonie," dedi. "Böyle seslendiğinde iyi hissediyorum."

"Sana böyle seslenmemi seviyor musun?"

"Evet."

İstemsizce güldüm. "Bunu aklımda bulunduracağım."

"Ve bir de sevgilim kelimesinden hoşlanıyorum." diyerek yeni bir itirafta bulundu. "Ayrıca aşkım da güzel. Bunu sevmiştim."

"Sana bunu hiç kullanmadım-" Durdum. Kullandığım an gözümün önünden bir film şeridi gibi geçtiği için dudaklarımı birbirine bastırdım ve bu onu güldürdü. "Neyse." dedim. "Senin uykun vardı."

"Var." diyerek irdelemeden kabullendi. "Ama öncesinde... Sana dokunsam garip mi olur?"

"Hm?"

"Böyle bir günde bunu düşünecek kadar umursamaz olduğumu zannetmeni istemiyorum ama sana dokunmak istiyorum."

"Ben.." Doğru anlayıp anlamadığımı ölçmek için ona baktım ama beklentiyle bakan gözleri yeterince doğru anladığımın birer kanıtıydı. "Neden?" dedim kaşlarımı çatarak. "Yani... Dokun ama.. Biraz beklenmedikti."

"Seni özledim." diyerek fısıldadı. "Özür dilerim, saçma olduğunu biliyorum, belki de şu an düşünmem gerek en son şey ama bunun ihtiyacını hissediyorum."

Ne diyeceğimi bilemeyerek öylece kalırken kendimi yeniden kollarının arasına bıraktım ve onun bu kadar tedirgin oluşunu göz önünde bulundurarak ve yaşadıklarını ufak bir gözden geçirerek sol eline uzandım. Bunu teklif etmesini beklemiyordum. Aklından böyle bir şey geçtiğini bile bilmiyordum. Normalde bunu tuhaf bulmazdım ama böyle bir anda, bacağında bir yarayla ve yaşadığı onca şeyle, tam da şimdi teklif etmesi biraz garip geliyordu.

Yine de benim için sorun değildi.

Derin bir nefesle tuttuğum elini dudaklarıma yaklaştırıp gözlerinin üzerimde olduğunu bilerek göz kapaklarımı indirdim ve işaret parmağı ile birlikte orta parmağını hafifçe emmeye başladım. Çok yavaş, onu delirteceğini bildiğim bir şekilde. Islak bir şapırtı.

Ardından Yoongi'den minik bir inilti kazandım.

Bu odada çok şey yaşamıştık. En sert gecemiz bu odada geçmişti ama şimdi her şey farklıydı.

Parmaklarının başladığı noktaya kadar yalayıp elini arkama doğru bıraktım ve o demek istediğimi anlamış gibi çamaşırımın lastiğini tek parmağı ile kaldırıp elini içeri sokması bir oldu. Parmak uçları kalçamın arasını bulup biraz oyalanırken başımı kaldırıp ona baktım. O çoktan bana bakıyordu.

Gözlerinin içine bakarak göğsünde dinlenen elimi yavaş yavaş aşağı kaydırmaya başladığımda bana itiraz etmedi. Parmaklarını usulca sokmak için hareketlendirdi ve ben dişlerimi alt dudağıma geçirip inlediğimde tamamen sokup alışmam için biraz bekledi. Bacaklarımı hafifçe kendime çekip kalçamı biraz dışarı ittiğimde ona ufak bir kolaylık sağladım.

Ardından elimi onun şortunun ve beraberinde çamaşırının içine soktum. Penisine parmağımın ucuyla dokunup üzerinde gezdirirken hareketlenen parmaklarıyla birlikte dudaklarımdan minik iniltiler dökülmeye devam ettiğinde, o da bundan etkileniyor gibi elimin altında sertleşmeye başladı.

Gülümseyerek parmağımın ucunu gezdirmeye devam ettim. O da hareketlerini hızlandırmaya.

Ve sonunda parmağının ucu doğru noktaya çarptığında ve ben gecenin en sesli inlemesini dudaklarımdan kaçırdığımda penisini avuçlayarak çekmeye başladım. Hafif sızdıran tepesinde avucumu gezdirdim ve elimi aşağı kadar indirip hareketlerime hız kazandırdım. Gözlerini sımsıkı kapatarak başını arkaya attı. Parmaklarını en derinime itti ve ben yüzümü göğsüne bastırıp inlemelerimi bastırmaya çalışırken onu çekmeye devam etti.

"Yoongi," dedim sınırıma ulaştığımda. "Boşalmak üzereyim."

Bunu duymak, mümkünmüş gibi onu daha da hızlandırdı. Kalçalarımın altına doğru sıyrılmış çamaşırım penisime baskı uyguladı ve daha fazla dayanmayacağımı anlayarak kıvranarak boşalmaya başladım. Ayak parmaklarım içe kıvrıldı ve bedenimi ani bir titreme sararken Yoongi yaptığı işe devam etti. Ben durana kadar devam etti ve sonunda tamamen boşaldığımda parmaklarını çekmeden bir süre bekledi.

Benim hareketlerim yavaşladı, penisi elimin altında seğirmeye başladığında "Siktir." diyerek kasıldı ve son bir hamleyle elime boşalmaya başladığında başını yeniden arkaya atarak hafifçe titredi.

Elimi ondan usulca çektim. Parmaklarımı dudağımla buluşturup çekinmeden yaladım ve onun elini kalçamdan çekip üzerimizi örten yorganı iterek kalktım. Bir şey demeden çamaşırımı düzeltip önce onun çamaşır çekmecesine sonra banyoya ilerlediğimde dudaklarımda saçma bir gülücük vardı.

Bu hissi özlemiştim.

Onunla garip ve tuhaf olmayı özlemiştim.

Ben... Sanırım Yoongi'yi fena halde özlemiştim.

"Bir yerlerden ıslak mendil bulsan harika olur!" diye bağırdı arkamdan. "Sanırım doktorun bu hafta banyo yapmamam gerektiğini söylediğini unutmuşum."

Bu beni daha çok güldürdü. Banyo dolabını açıp içinden ıslak mendil paketini almadan önce elimi yıkarken, çamaşırımı değiştirirken ve onun yanına dönerken gülmeye devam ettim. Islak mendili kullanmasına ve çamaşırını değiştirmesine yardım ettiğimde ikimiz de saçma bir şekilde kıkırdıyorduk ve bu bana normal geliyordu.

Saçma derecede normal.

Sonunda her şeyi halledip yatmak için hareketlendiğimizde ve ben abujuru kapatıp yanına kıvrıldığımda beline sarıldım ve onun da kolunu boynumun altından geçirip sarılmasına izin verdim.

Uykuya dalmadan önce "Cenaze konusunda ciddi miydin?" dedi. "Gerçekten benimle gelirsin değil mi?"

"Evet." dedim bekletme gereği duymadan. "Eğer gidersen seninle geleceğim."

Göğsü inip kalktı. Hareketlendiğinde eğilip saçıma bir öpücük kondurdu ve "Seni seviyorum." dedi. "Ayrıca bir daha beraber uyumayalım, boktan hissettiriyor, biliyorsun."

"Yoongi," dedim gülerek. "Benimle uyumaya bayılıyorsun."

Güldü. Kulağımı yasladığım göğsünün altında çırpınan kalbinin sesini net bir şekilde duydum. "Olsun." dedi. "Ne zaman bunu söylesek birlikte uyuyoruz, rutinimizi bozmak istemedim."

Bir şey demedim. Rutinlerimiz vardı. İkimizin arasındaki rutinler. Bunları bozmayı ben de istemiyordum.

Bu yüzden "Kesinlikle." dedim. "Bir daha beraber uyumayalım. Çünkü senden nefret ediyorum."

Artık senden nefret edemiyorum.

- - -

cruel için vaktinizi ayırıp böyle şeyler yaptığınız için gerçekten teşekkür ederim,, bu editi önceki bölüme koyacaktım ama arada kaynasın istemedim,, çünkü çok ama çok güzel
🥺💖

-
bir de tam anlaşılmadığını varsayarak yine yeni yeniden psikoloji öğrencisi olmadığımı, internetten yaptığım araştırmalarla cruel'i yazdığımı belirtmek istiyorum. geçen günlerde bir tweet üzerine yapılan yorumla gördüğüm üzere yoongi'nin antisosyal ve sınırda kişilik bozukluğu olmasına rağmen aşık olmasıyla dalga geçilerek fic biraz yerilmiş, okuyan arkadaşımız bunu komik bulmuş,, ne derim bilemiyorum tabii ki zevkler, renkler ve görüşler, bakış açıları tartışılmaz yine de kişilik bozukluklarının kişinin kendisi de ister ve bilerek veya bilmeyerek çabalarsa tedavi edilebileceği bilgisini sizinle paylaşmak istiyorum.

bir de uzatıyorum biliyorum ama karakterlerin bu noktaya gelmesi sizin için garip mi ya da istemediğiniz bir durum mu bilmek isterim. ortadaki değişimden rahatsız olan varsa bana söyleyebilir 💖

son olarak sizleri çokça seviyorum siz de cruel'i çokça sevin
güzel geceler

16012021 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

406K 37.2K 33
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
4.3M 337K 43
Üniversitenin dedikodu sayfasında Kim Taehyung'un, bakışlarını üzerinden çekemediği için, Jeon Jungkook'u sevdiğine dair haberler çıkar. instagram-te...
4.1K 420 7
Bu canlı yayın bir genç tarafından yapılıyordu ve yayın iki yıldır asla kapanmamıştı.
21.3K 1.3K 30
Birbirini en iyi iki yaralı insan anlardı, değil mi? Aşk diye adlandırılan bu serüvende kaderlerine kurban düşmeye mahkumlardı.