40

1.3K 81 21
                                    



Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Ağaçların arasından o kadar çok yaratık çıkıyordu ki hangi birisine döneceğimi şaşırmıştım. Onların arasında boğulduğumu hissediyordum, görüşüm gittikçe zayıflıyordu. Sanki gözlerimin önüne buğulu bir perde iniyordu. Ardından herşey karardı, birkaç saniye karanlıktan başka birşey göremedim.  Fakat karanlığın arasında parlayan bir şey vardı, mavi bir çiçek. Ona doğru yaklaştım ve eğildim.

Bir anda gözlerimi açtım ve ayağa fırladım. Gözlerimi ovuşturdum ve kendime gelmeye çalıştım. Ayağa çok hızlı kalkınca başım dönmeye başlamıştı. Biraz kendime gelince etrafa bakındım,
sabah olmuş, hava aydınlanmıştı.
James ise hala uyuyordu. Onu uyandırmadan önce oturdum ve nefesimi düzene sokmaya çalışırken gördüğüm rüyayı hatırladım. Yine aynı şeydi, ve yine aynı yerinde uyanmıştım. Ne daha ilerisini görebilmiştim, ne de daha gerisinde uyanmıştım.
Muhtemelen benim sesimi duyan James de gözlerini açmaya çalışıyordu.
"Rahat uyuyabildin mi?"
Diye sordu James kendini yerden ayırıp kalkmaya çalışırken.
"Yine aynı rüyayı gördüm."
James elini başına götürdü ve ofladı.
"Bu kesinlikle normal değil ama ben normalmiş gibi davranacağım çünkü yeterince uğraşacak şeyimiz var."
Dedi James ve ardından güldü.
"Ne güzel ya, beni ne kadar da çok önemsiyorsun."
Dedim gözlerimi devirerek.
"Seni önemsemiyor muyum, ben ikimizin de iyiliği için bir şeyi de kafamıza takmayalım diyorum."
Benim dalga geçmek için söylediğim bir şeyi James bu kadar ciddiye alınca kendimi tutamayıp gülmeye başladım.
"Ne gülüyorsun?"
"Yok bir şey."
Dedim ve arkamı dönüp eşyalarımı toplarken kendi kendime gülmeye devam ettim.

İkimiz de herşeyi topladıktan ve çantalara tıktıktan sonra yola koyulduk. Artık güneş taşının olduğu mağaraya gelmemize çok az kalmıştı. Muhtemelen iki veya üç gün.
"Bence kurt şeklinde devam edelim, daha hızlı yol alırız."
Dedim önümde yürüyen James'e yetişerek.
"Olur."
James dönüştükten sonra bende kurda dönüştüm ve yürümeye devam ettik.
"Umarım bir daha avcılara rastlamayız."
Diye aklından geçirdi James.
"Avcılardan daha kötü bir şeyle karşılaşmayalım da."
Diye mırıldandım.
"Öyle tabi."
James beni takip ederken durdu ve konuşmaya devam etti.
"Daha kötüleriyle karşılaşacağımızı mı düşünüyorsun?"
James cümlesini bitirdikten sonra ben de durdum ve ona döndüm.
"Bilmiyorum, sadece artık çok yaklaştık. Ve sürekli şöyle düşünüyorum, eğer o taşı almak o kadar kolay olsaydı şu ana kadar biri onu çoktan almış olurdu, değil mi?"
Kızıl kurt birşey söylemedi ve yürümeye devam etti.
"Moralini bozmak istemiyorum ama böyle düşünüyorum."
Dedim ve koşar adımlarla James'in arkasından ona yetiştim ve yanına geldim.
"Tamam özür dilerim."
James yine bir şey söylemedi.
"Jame-"
"Letha dur."
"Ne oldu?"
"Şu kokuyu alıyor musun?"
James adımlarını yavaşlattı ve havayı kokladı.
"Bu da ne böyle?"
Bende kokuyu alınca James'in yanında durdum.
Gerçekten tuhaf ve iğrenç bir kokuydu. Kokusu biraz kana benziyordu, ama daha farklıydı. Gerçekten kan olsaydı, beni çoktan cezbetmiş olurdu. Ama bu koku farklıydı. Daha önce bu kokuyu almadığıma emindim, ama yine de çok tanıdık geliyordu.
"Bilmiyorum."
Diye mırıldandı James.
"Belki ölü bir hayvana falan aittir."
"Hayır, bu daha farklı."
Dedi James ve bana baktıktan sonra yürümeye devam etti.

Biz yürümeye devam ederken koku gittikçe ağırlaşıyordu. Ve ormanın yemyeşil ağaçları solmaya ve kurumaya başlamıştı. Nedense sanki bu ormandan daha önce de geçmiş gibi hissediyorum.
"Burası pek iyi bir yere gitmiyor."
Dedi James.
"Bencede, ama devam etmek zorundayız."
Buraya kadar gelmişken pes edemezdik, her ne kadar tam da tehlikenin içine yürüyor olsak da.

Ormana yavaş yavaş sis çökmeye başlamıştı. Ağaçlar tamamen kurumuştu ve sanki buraya yıllardır yağmur yağmamış gibi toprak taş gibiydi.

DolunayWhere stories live. Discover now