BÖLÜM 65

3.8K 426 111
                                    

Gözlerimi açmadan önce boğuk sesler doldu kulaklarıma. Birileri yanımdaydı ve fısıldayarak konuşuyordu. Dedikleri şeyleri anlayamıyordum, bilincim sözümü dinlemeyip kapanmak istiyordu, tıpkı ilk birkaç kez uyanır gibi olup yeniden uykuya daldığım zamanlardaki gibi. Bu sefer çok daha güçlü hissediyordum, uykuya meydan okuyup gözlerimi araladım ve Cass'in tatlı ama endişeli yüzüyle karşılaştım. Gözleri bana dönüktü ama ayakta, mavi renk üniforma giyen bir adamla konuşuyordu. Sonra gözleri büyüdü. Uyandığımı fark etmişti.

Bu durum bana biraz tanıdık geliyordu ama bu sefer Werner'dan kaçmak için buraya gelmemiştim, amacım çok daha farklıydı.

Bu farkındalık bir kor gibi yaktı içimi. Olanlar tek tek aklıma gelirken endişe tüm bedenimi sardı. Hızla yatakta doğrulmaya çalıştım ama keskin bir baş ağrısı beni yarı yolda durdurdu. Ah, tabi başımı çarpmıştım değil mi? Yüzümde hissettiğim hafif batmalar da burnuma aldığım darbeyi hatırlatmıştı bana.

Bir daha asla birine kafa atmayacaktım.

Bu sondu, o kadar!

''Tanrım, Sierra!'' diye çığlık attı Cass.

Bana doğru uzanıp göğsüme elini bastırdı ve beni yatağa geri yatırdı. Çok güçsüzdüm, küçük elleriyle bile beni devirebilecek kadar hem de. Doğrulmak ve kontrolü elime almak istiyordum ama Cass'in öldürücü bakışları beni yerime çivilemişti. İstediği zaman korkunç bir hale bürünebiliyordu.

Nefesimi topladım ve aklıma ilk gelen şeyi dillendirdim.

''Jonny ve Arthur yaralanmıştı. Onlar iyi mi?'' diye sordum.

Sesim çatallaşmıştı, konuşurken boğazımın kuruduğunu fark ettim. Sertçe yutkunmaya çalıştım ama bu kuruluk, yutkunma yeteneğimi elimden almış gibiydi. Dudaklarımı yalayıp Cass'e döndürdüm gözlerimi. Cass yatağın yanındaki masaya uzanıp bir bardak su aldı ve kafamı biraz kaldırıp içirmeye başladı. Birkaç yudum aldım, şimdi daha iyiydim.

Cass bardağı yerine koyup üzerimdeki örtüyü düzeltirken ''Onlar gayet iyi, hiçbir şeyleri yok'' dedi, yüzünde anlayışlı bir ifade vardı.

Bir an kalbim tekledi. Aklım yerine gelirken bulanık anılar gün yüzüne çıkıyordu. ''Askerleriniz'' dedim boğuk bir sesle. Hepsi ölmüştü, onları kamyonun arkasında ölü olarak görmüştüm ve şimdi bunun vicdan azabını çekiyordum.

Cass'in yüzü hüzün ve acıyla doldu. Gözlerini benden kaçırıp yatak örtüsüne bakmaya başladı. Ellerini ise şişmiş karnına koymuş okşuyordu.

Cass ''Alex çok üzgün, sizi koruyamadığı için kendini suçluyor'' dedi.

Kafamı hayır anlamında sallarken ''Hayır, hayır üzgün olan benim... Bizim yüzümüzden onca askeriniz öldü Cass... Ben çok üzgünüm'' dedim, gözlerim yine doluyordu. Suçluluk tüm bedenimi eline geçirmişti.

Cass sulanan gözlerini birkaç kez kırpıştırdı ve elime uzanıp kendi avucuna koydu. Elleri, tıpkı Kuzey şehrindeki o mükemmel yastıklar kadar yumuşaktı. Benimkiler ise nasırlı ve yara bere içindeydi. Bir an kendimden utanıp elimi çekmek istedim ama bu isteğime direndim. Ellerimizin farklılıklarından çok daha önemli meseleler vardı.

''Sierra, olanların suçlusu sen değilsin. Bu hepimizi ilgilendiren bir konu, bu yüzden vicdan azabı çekmeyi bırak ve kendini toparla. Sana şuan çok ama çok ihtiyacımız var'' dedi Cass ciddi bir surat ifadesiyle.

Bir an gözlerimi kapatıp gücümü toparlamaya çalıştım. Haklıydı, suçluluk duygumu bir kenara itmem gerekiyordu. Halletmem gereken onca şey varken bu duruma takılıp kalmak mantıklı değildi. Yine de merak duyguma yenik düşmeden edemedim.

BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadın ve Kral ( -TAMAMLANDI- )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin