BÖLÜM 14

6.6K 636 167
                                    



''Hazır mısın?'' diye sordu Werner sakince.

O sırada botlarımın bağcıklarını bağlamayı yeni bitirmiştim. Ayağa kalkıp olumlu anlamda başımı sallarken sırt çantamı elime aldım. Çantamı sırtıma geçirdikten sonra Werner yanıma gelip durdu ve '' Nereden gidiyoruz?'' diye sordu merakla. Aynı zamanda etrafına bakıp yolu kendi başına bulmaya çalışıyordu.

Uyanalı yarım saat oluyordu. Bu yarım saat içinde sıcaklığı hala devam eden ateşte Werner için et, kendim içinde dün kalan yarım kuşu ısıtmıştım. Yemeğimizi yemeden hemen önce de toparlanmıştık. Sessizce yemeğimizi yedikten sonra Werner hemen harekete geçmiş ve ayağa kalkıp botlarını giymeye başlamıştı. Ben de onu taklit etmiştim.

Sorusuyla birlikte etrafımı incelemeye başladım. Aradığım şey gözüme çarpınca elimi girişin tam tersine, bizden metrelerce uzaktaki karanlığa doğru uzatıp ''Şurada, hemen karanlığın içinde büyük bir kaya var. Buradan bakıldığında duvar gibi gözüküyor ama aslında arkasında yine girişteki gibi bir açıklık var oradan geçeceğiz'' dedikten sonra ona doğru dönüp '' Ama seni uyarmalıyım, bir süre sürüneceğiz'' dedim ve gösterdiğim yere doğru yürümeye başladım.

Bir süre sürüneceğiz derken şaka yapmıyordum. Neredeyse birkaç yüz metre sürünerek ilerlemek zorundaydık. Daha sonra mağara daha da genişleyip kolaydık sağlıyordu ama ondan öncesinde büyük bir savaş vermek zorunda kalıyorduk. Hurdaları geçirmeye çalıştığım zamanlar aklıma gelince ister istemez yüzümü buruşturdum. Bazen öyle çok hurda topluyordum ki, onları tek tek getirmek zorunda kalıyordum. Sürekli gel git yapmakta beni mahvediyordu ama neyse ki şimdi götürmek zorunda kaldığımız tek şey sırt çantalarımızdı. Onlarda benim taşıdıklarımın yanında bir hiç kalırdı.

Kayanın arkasına varınca lambamın ışığını yaktım ve karanlığı delip geçmesini izledim. Az önce kapkaranlık gözüken yer şimdi aydınlanmış, küçük girişi gözler önüne sermişti.

''Benim oraya sığacağımdan emin misin?'' diye sordu Werner. Sesindeki sıkıntıdan anladığım kadarıyla oraya sığamamaktan endişe ediyordu. Biraz kalıplı biriydi, endişe etmesi gayet normaldi.

''Evet, sığarsın merak etme'' dedim ve lambayı açık bir şekilde ceketimin ön tarafına sokup yolumuzu aydınlatması için orada bıraktım. Normalde kendime bir meşale yapar o şekilde geçerdim ama bugün bu lüksü kullanmaya karar vermiştim. Düşüncelerimi kenara ittim ardından eğilip girişten geçmeye başladım. Girdiğimiz yer havasız değildi ama biraz farklı kokuyordu. Ne koktuğunu anlamak gerçekten zordu, hiçbir yerde bu tarz bir koku almamıştım. İlk başlarda bundan fazlasıyla rahatsız oluyordum ama zamanla alışmıştım fakat Werner buna hazırlıklı değildi.

''Bu yoğun kokuda ne böyle?'' diye sordu. Sesi iğrenmiş gibi çıkmamıştı, sadece merakından soruyordu.

''Bilmiyorum, ne zaman gelsem bu koku hep burada'' dedim yavaşça ve emeklemeye devam ettim. Yerler nemli ve soğuktu. Sert zemine vuran dizlerim acıyla yanıyordu. Umursamadım ve kokunun yarattığı baş ağrısını geri plana atmaya çalıştım. On dakika sonra yol bizi sola doğru döndürdü. Ezbere bildiğim için durmaksızın yolumuza devam ettik.

Sıkıntıyla iç çektim, anlımdan terler boşalmaya başlamıştı bile. Çok fazla ilerlememiştik evet ama emeklemek insanı fazlasıyla yoruyordu. Nefes nefese kalmıştım, Werner'da ise yorulduğuna dair hiçbir belirti yoktu. Bir süre sonra iki yol ayrımına vardık. Buradan hep sağ tarafa dönerdim, Boris bana hep sağa gitmemi tembihlemişti. Yine tereddüt etmeden o tarafa doğru döndüm.

''Diğer tarafta ne var?'' diye sordu Werner.

''Bilmiyorum, hiç gitmedim'' diye cevap verdim.

''Şaşırdım'' deyince birden durdum ama bunun pek mantıklı bir hareket olmadığını kavrayınca hareket etmeye devam ettim ama ne demek istediğini de öğrenecektim.

BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadın ve Kral ( -TAMAMLANDI- )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin