BÖLÜM 3

9K 771 104
                                    

Dünya yıkılmış, geriye kalanlar ise cehennemi şimdiden tatmaya başlamıştı. Elbette bu sadece bizim gibi köşeye atılmış insanlar için geçerliydi. Diğer Krallıklar neler yaşadığımızı biliyordu fakat neden hiçbiri yardım etmek istemiyordu? Yoksa geçmişteki o haince hisler geri mi gelmişti?

Yıkılışımızı bekleyip topraklarımıza hükmetmek istiyorlardı sanırım. Evet,bu düşünce çok mantıklıydı, sadece sabredip çöküşümüzü keyifle izliyor olmalıydılar.

Derin bir nefes aldım ve sayfaları birleştirip ucunu küçük bir iple birbirine bağladığım kitabıma yeniden baktım. Üzerinde okuyamadığım kelimeler vardı, asla anlayamayacağım bir şeylerden bahsediyordu. Sayfayı çevirdim ve hemen altında yer alan bina resmine baktım.

Çok büyüktü, Eski şehir binalarından olduğu çok belliydi ama en büyüğü ve ihtişamlısıydı. Etrafındaki onca evi gölgede bırakıp bulutlara kadar uzanıyordu. Bir gün oraya gitmeyi hayal ediyordu. Böylece en tepesine çıkıp bulutlara ulaşabilirdim.

Binanın en üstünde, hemen çatıda kocaman semboller vardı. Kırmızı renge boyanmış semboller bulutların beyazlığına tezatla güneş gibi parıldıyordu. Sürekli ne yazdığını düşünüp duruyordum. Eski dünya dili bilen var mı diye birkaç kez etrafı bile soruşturdum fakat eski dünya geride kalmıştı ve yenisi, bunu Kuzey için söylüyorum, ise kurulma aşamasını geçememişti bile. Kurulup düzene oturtabilir miydik onu da bilemiyordum.

Sayfaları nazikçe kapatıp ceketimin içine sıkıştırdım ardından artık ısı yaymayan ve varlığıyla yokluğu belli bile olmayan güneşe doğru çevirdim kafamı. Sanırım Kuzeyi unutmuştu Tanrı, başka ne açıklaması olabilirdi ki?

Vücudum soğuk yüzünden titremeye başlayınca oturduğum kütükten kalktım ve topladığım odunları dizdiğim küçük kızağımın deriden yaptığım ve kızağın her iki ucuna bağladığım ipini boynumdan geçirip omuzlarıma kadar indirdim ve çekmeye başladım.

Bu kızağı, eskisi artık parçalandığı için ormanın ortalarına kadar gidip kalın ve sağlam dallarla birkaç ay önce yapmıştım. Bu sayede ormana gidip odun getirmek daha kolay oluyordu.

Topladığım odun neredeyse üç çuval kadardı, kızağı çekecek bir köpeğim yada atım olmadığı için, ki bu hayvanları görmeyeli uzun yıllar oluyordu, o işi ben görüyordum. Özel olarak Arron'a yaptırdığım ayakları sayesinde karda çok zorlanmadan çekebiliyordum. Derin bir nefes alıp ipe asıldım ve yavaşta olsa ilerlemeye başladım.

Dün geceki felaketten sonra saatlerce odadan çıkmamıştım. Çıkarsam anneme yeniden bağırmaktan korkmuştum çünkü her ne kadar sinir bozunu biri olsa da o benim annemdi ve bir aile ferdini daha kaybetmeye dayanamazdım.

Hardy gelip yemek hazır diyene dek yerimden dahi kıpırdamamıştım. Yemeği de boş vermek istedim ama karnımın gurultusu sessiz odada sürekli yankılanıyordu, gücümü de kaybetmek üzereydim.

Bu yüzden kendimi topladım ve yemek için içeri girdim. Annem çoktan yemeğe başlamış, kardeşlerim ise gelmemi bekliyorlardı. Oturup karnımı sıcak kuş yahnisiyle doyurduktan sonra yer yatağını açıp hemen yatmıştım.

Sabah olunca saraydan gelen ve ne olduğuna bir anlam veremediğim şeyden yemiştik. Tadı fena değildi, sarımtırak renkte küçük taneli bir şeydi. Üzerine biraz su koyup yumuşamasını bekledikten sonra lezzetli bir hal almıştı. Sanırım kuştan başka her şey bize mükemmel gelebiliyordu.

Ben yokken saray görevlileri her eve bunlardan dağıtmıştı. Aslında tüm moralim gelen şeyi görünce biraz düzelmişti ama hala annemin suratını görmek istemiyordum bu yüzden karnımı doyurup biten odunların yerine yenilerini doldurmak için ormana gitmiştim. Şimdi ise eve geri dönüş yolunu yarılamış gibiydim, ayrıca daha da sakindim.

BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadın ve Kral ( -TAMAMLANDI- )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin