33✿Cum faber

9.1K 952 373
                                    


  ❀Cum faber; zamanın mimarı.

Iris'in görüşme isteğinden 5 saat sonra, Moskova, Rusya.

Etrafı bembeyaz tüylerle kaplı, gümüş rengi, üst kısmı kavisli, yüksek bir bahçe kapısından içeriye adımımı attım. Esen rüzgar kapının iki yanında asılı duran ve uçlarında ince, demir silindirler olan süsleri sallandırdı; birbirlerine çarpmalarının getirisi olarak etrafa hoş bir melodi yayıldı. Kapı geniş, kare bir bahçeye açılmıştı. Bastığım zemine döşenmiş taşlar önüme dar bir yol seriyor, yolun sonunda eski ama ihtişamlı görünen bir eve varılıyordu. Öyle ki duvarlar bir heykeltraşın elinden çıkmış gibiydi, üzerine yapılmış oymalarla bir tablo oluşturulmuştu. Evin kapısının etrafına adeta bir sanat eseri işlenmişti.

"Soylu Bethany Anderson'ın kızı, Alicia?" dedi yan tarafımdan bir ses. Gözlerimi sesin sahibine çevirdim. Karşımda gördüğüm küt kesim siyah saçlara ve sıradan yüz hatlarına sahip bir kadındı. Kahverengi gözlerini yüzümde dikkatle gezdiriyor, tüm ciddiyetiyle benim cevabımı bekliyordu. "Evet," diye onayladım, "benim." Başını hafifçe aşağı yukarı salladı. "Beni izleyin lütfen, Soylu Iris Roden sizi bekliyor."

O önde, ben arkasında taşlarla örülü yolda ilerlemeye koyulduk. Bahçeyi gerimizde bıraktık, evin içine girdik. İçerisi sanki dışarıdan üç kat daha soğuktu, ki burada bahsi geçen dışarısı Moskova'yken... Ev gri ve beyazdan başka hiçbir renk barındırmıyordu. Geniş salonun ortasında dönerek yukarı uzanan, gümüş tırabzanlı mermer merdivenler bulunuyor; etrafa yerleştirilmiş farklı boyutlarda heykeller epey dikkat çekiyordu. İki kat yukarıya çıktıktan sonra kadın durup yüzünü bana döndü ve koca kattaki tek kapıyı işaret etti. "İçeri girin, onu göreceksiniz."

"Teşekkürler." diye mırıldansam da, o zaten cevabımı beklemeden geldiğimiz yerden geri dönmeye koyulmuştu. Bunun üzerine ben de adımlarımı kapıya yönlendirdim. Kapının önüne gelip elimi koluna uzattığımda kısa bir süreliğine duraksamıştım. Bunca zaman sonra Iris, ha? Üstelik kanatları olmayan, ölümü kaçınılmaz bir Iris. Karşımda onu nasıl görecektim kim bilir... Fazla düşünmek istemiyor olsam da, aniden benimle görüşmek istemesinin sebebini tahmin etmek zor değildi. Sona yaklaşmıştı ve bana söyleyecekleri vardı. Derin bir soluk alarak içeri girdim.

Ve karşımda gördüğüm... Ah, bu kadın Iris miydi gerçekten? Upuzun tırnaklarının, ihtişamlı kanatlarının, o asil duruşunun yerini ne almıştı şimdi böyle? Bir yatakta uzanıyordu. Üzerinde ince bir örtü vardı, halbuki üşüyeceğini hiç sanmıyordum. Kül rengi saçları iyi yanına salınmıştı, çok cansız görünüyorlardı. Gözlerindeki parıltı sönmüş, dudakları kurumuştu. Ellerindeki damarlar belirginleşmişti. Tahmin ettiğimden çok daha bitik haldeydi... Üzüntümün, şaşkınlığımın yüzüme yansımasına engel olamıyordum. Sadece yorum yapmadan ona bakabiliyordum.

"Merhaba..." dedi yumuşak, cılız bir sesle. "Geç kalacaksın diye çok tedirgindim, Alicia. Çok zamanım kalmadı. Neyse ki yetiştin... Geçsene." diyerek güçlükle elini kaldırdı ve yatağının az ilerisindeki lacivert tekli koltuğu işaret etti. Koltuğa oturana kadar bir şey diyemedim, boğazıma bir şeyler düğümlenmişti sanki. Saçlarımı tek omzumda topladım, birkaç kez yutkundum, gözlerimdeki hüznü ondan gizlemeye çalışarak kendimi bir şeyler demeye zorladım. "Iris..." dedim fakat devamını bir türlü getiremedim.

"Çok kötü görünüyorum, biliyorum." diyerek gülümsemeye çalıştı. "Hislerini saklamaya çalışmana gerek yok."

"Hayır..." dedim. "Hayır. İyi olacaksın, değil mi? Bir yolu vardır. Ben bulurum. Buraya beni bunu söylemek için çağırmışsındır, söyle, iyileşmen için ne gerekiyorsa yaparım. Hemen şimdi."

TILSIM|Aurora 2Where stories live. Discover now