3.2

7.6K 445 30
                                    

"Doğruluk mu, cesaret mi?"

Adını bugün öğrendiğim, sima olaraksa önceden tanıdığım Melike şişenin bir ucu onda, bir ucu da bendeyken oldukça alışmış bir tavırla bu soruyu sorduğunda elbette ki klasik bir cevap verip "Doğruluk." dedim.

"Dur bir düşüneyim." deyip düşünmeye başladığında pek de sevdiğim bir tip olmadığı için gözlerimi devirip yerde oturmanın verdiği rahatlıkla dizlerimi biraz daha kendime çektim. Beden eğitimi dersindeydik ve spor salonunun bizden başka kimsenin olmadığı kısmında ben, Yiğit, Mert, Selin, Melek, Ceylin, Melike, Semih, Ceyda, Bulut, Ayşe ve Onur; doğruluk mu cesaret mi oynuyorduk. Birkaç el oynamıştık ama kayda değer hiçbir şey olmamıştı.

"Burdaki kimsenin bilmediği bir şey söyle."

Melike uzun bir aradan sonra sorusunu sorduğunda hiç düşünmeden şişeye uzandım ve çevirmeye başlarken "Yeşil gözlü insanlardan nefret ediyorum." dedim.

"Bu bir itiraf sayılmaz."

Melike beceriksizce itiraz ederken omuz silkip kendimden emin bir gülüşle arkama yaslandım.

"Burdan hiç kimse bunu bilmiyordu, o zaman itiraf sayılır."

Oldukça başarılı bir şekilde kendimi savunduğumda Melike dudaklarını büzerek geri çekildi. Semih ve Onur güldüklerinde gözlerimi devirmekten alamadım kendimi.

Şişe Onur ve Yiğit arasında durduğunda alt dudağımı kemirmeye başladım. Birbirlerinden kelimenin tam anlamıyla nefret ediyorlardı.

Yiğit Onur'dan hiç ama hiç hazetmediği için sert bir tavırla "Doğruluk mu, cesaret mi?" klişeliğinin bir kez daha hayata geçirilmesine imkan sağladığında Onur hiç düşünmeden "Doğruluk." dedi.

Yiğit biraz düşündükten sonra oldukça umursamaz bir tavırla "Buradan biriyle sevgili olacak olsaydın kiminle sevgili olurdun?" diye sorduğunda Onur Yiğit'te oldukça güzel bulduğum sırıtışlardan nefret etmeme olanak sağlarcasına sırıttığında hiç iyi şeyler olmayacağını anlayıp yutkundum.

Melek'le göz göze geldiğimizde bir süre birbirimize baktık. Bakışlarımız düşmancaydı ama aynı zamanda çekingendi. Daha fazla dayanamayıp gözlerimi kaçırdım.

"Hadi ama Kandemir, bu sorunun cevabını bilmiyor olamazsın."

Onur gevşekçe konuştuğunda Yiğit'in çenesi fark edilebilir bir şekilde kasıldı.

"Bilmiyorum, söylesene."

Meydan okur bir tavırla Onur'a cevap verdiğinde Onur sırıtarak arkasına yaslandı.

"Melike de iyi bir seçenek ama burda Çağıl dururken onu seçmek aptallık olur."

Bakışları bana dönerken tiksintiyle yüzümü buruşturmamak için tuttum kendimi. Ortamı alevlendirecek bir şey yapmaktan korkuyordum.

Bakışlarım hiçbir şey belli etmemek istercesine yavaşça Yiğit'e döndü. Mert Yiğit'in kolunu elleriyle mengene gibi sarmıştı ve sadece ağzını oynatmasından anlaşılabilecek kadar sessiz bir şekilde bir şeyler söylüyordu. Yiğit ise onu dinlemiyordu. Gözleri Onur'da, daha doğrusu Onur'un pisçe sırıtan yüzündeydi.

"Seninle sevgiliyken de onunla sevgili olmak istemişimdir."

Onur kahverengi gözlerini bana çevirip dudaklarını yalayarak dudaklarıma bakıp konuştuğunda mavi gözlerim endişeyle açıldı. Yiğit hızla ayağa kalkıp kimsenin engel olmasına fırsat vermeden Onur'u yakalarından tutup ayağa kaldırarak meşhur kafalarından birini Onur'a attığında diğerleri gibi ben de ayağa kalktım.

"Öldürürüm lan seni!"

Yiğit spor salonunu sarsacak bir şekilde bağırırken spor salonunun başka yerlerindekiler yavaşça etrafımıza toplanmaya başlamışlardı. Mert ve Semih Yiğit'i tutmaya çalışırken pek başarılı oldukları söylenemezdi.

"Seni mahvederim. Duydun mu beni?"

Ne yapacağımı bilemeyerek durduğum birkaç saniyeden sonra hızlıca Semih ve Mert'in ellerinden kurtulmaya çalışan ve ağız dolusu küfreden Yiğit'in yanına ilerledim. Boynunda belirginleşen damarı görebiliyordum ki bu oldukça nadir olurdu.

"Yiğit, Yiğit bana bakar mısın? Yiğit."

Adını seslenerek önüne geçtiğimde Yiğit'in laciverte dönen gözleri hala daha yerde yatan Onur'daydı. Temas korkumdan dolayı zorlanarak da olsa ellerimi yanaklarına koyduğumda duraksadı.

"Bana bak, sakin ol."

Dingin bir sesle ve kelimelerin arasında dura dura konuştuğumda onu tutanlardan kurtulmak için çırpınmayı bıraktı. Sakinleştiğini görüp ellerimi hızlıca yanaklarından çektikten sonra "Gel." diye mırıldanıp oldukça hafif bir şekilde elinden tuttum. Büyük bedeni hiçbir direnç göstermeden peşimden gelirken kalabalığı yara yara ilerliyorduk.

Bir günlüğüne de olsa eski günlere döndüğümüzü hissediyordum. 

Huzur Kokulu uçamıyordu ama bu Gökyüzü'nün yere inmeyeceği anlamına gelmezdi.

Huzur Kokulu | TextingWhere stories live. Discover now