2.5

7.6K 472 72
                                    

"Bu soruya sen gel, Çağıl."

Edebiyat öğretmeni beni çağırdığında başımı son sayfalarından birine resim çizmekle meşgul olduğum defterimden kaldırdım ve beni hasret duyduğum, anacıl bir gülümsemeyle izleyen edebiyat öğretmeniyle göz göze geldim. Yüzümde belki de bu okula kaydolduğumdan beri ilk kez samimi bir gülümseme oluşurken yavaşça ayağa kalktım.

Neden bilmiyordum ama okulda, neredeseyse herkesin sevdiği edebiyat öğretmeninin bana karşı özel bir sevgisi vardı. Ben de onu seviyordum çünkü her zaman yanımızda olmuş, Yiğit'le olan ilişkimizi öğrense de kızmamış, hatta bunu diğer öğretmenlerden saklamamıza yardım etmişti. Ablam kadar olmasa da gözümde oldukça büyük bir değeri vardı. Her ne kadar kötü biri gibi gözüksem de -belki de gerçekten öyleydim- bana iyilik edenlere asla kötülükle karşılık vermezdim.

Tahtaya kalkarken sınıfa attığım bakışlar sırasında Yiğit'le göz göze geldiğimizde gerçek olmayan hatta korkutucu olabilecek bir şekilde sırıtıp göz kırptım. Yiğit aşık olduğum mavi gözlerini devirerek gözlerimden çektiğinde belli belirsiz dolan gözlerimi pencereye çevirip gri bulutlarla kaplanan gökyüzüne baktım.

Tahtadaki edebiyat sorusunu öğretmenin elindeki tahta kalemini alarak oldukça seri bir hareketle çözüp kalçasını sıralardan birine hafifçe yaslamış beni izleyen öğretmene baktığımda gülümsedi. Kavuşturduğu kollarını çözüp yanıma gelmeye başladığında topuklu ayakkabıları laminant zeminde oldukça hoşuma giden ve zihniyetimde güçlü olmayı sembolize eden bir ses çıkarıyordu.

Mavi gözlerim öğretmenin üzerinde hızlı bir tür atarken tekrar gülümsemekten alamadım kendimi. Bir buçuk yıl geçmişti ama hala aynı tür kombineleri giyiyordu: siyah kalem etek ve ruh haline göre rengi değişen, öğrencilerin oldukça hoşuna giden desenlerle dolu gömleklerinden biri.

Yanıma geldiği zaman gülümseyip sınıfa dönerek "Yine hızlı çözdü soruyu." dedikten sonra merhametli bakışlarını bana çevirdi. Gülümseyip narin ellerinden birini omzuma koymak için kaldırdığında mavi gözlerim korkuyla irileşmişti ama geriye çekilecek kadar vaktim olmamış, eli korkutucu bir şekilde omzumla buluşmuştu.

"Dokunmayın!"

Neredeyse cırlayarak geri çekildiğimde Yiğit'in çatılan kaşlarını görmekten çok hissettim. Melek elinde çevirdiği kalemi yavaşça sıraya bırakırken Ceylin umursamaz görünmeye çalışıyor ama yüzündeki meraklı ifadeyi silemiyordu.

Kulaklarımda bana ait olduğunu daha ilk krizlerimdeyken anladığım çığlıklar yankılanmaya başlarken titremeye başlayan ellerimi kulaklarıma kapatmamak için büyük bir çaba sarf etmem gerekti.

"Do-dokunmayın." diye kekeledim önceki bağırışıma oranla oldukça kısık bir sesle.

"Ne oluyor ya?"

"Aynen."

"Kesin bir şey yaptı bu kız."

"Belliydi zaten bu kızda bir şey olduğu."

"Bunun Yiğit'le ilişkisi de yalandır şimdi."

Sınıf bütün bitkinliğime rağmen algılayabildiğim pek de sessiz olmayan fısıltılarla çalkalanırken Yiğit'in ayağa kalktığını gördüm.

"Bir susun lan!"

Sınıf bağırışıyla anında sessizleşirken öğretmenin biçimli kaşları endişeyle çatılmıştı. Ellerini bana dokunmak, belki de teselli verip titrediğini sınıftakilere belli etmemek için çırpındığım bedenime sarılmak için kaldırdı ama hızlıca heri çekildiğimi görünce vazgeçip "İyi misin Çağıl?" diye sordu.

"Ben... Be-ben özür dilerim."

Titreyen elimi terleyen enseme götürdükten sonra belli etmeden derin bir nefes aldım ve sınıfa yani benim üzerimde olan bakışlara göz gezdirdim. Yiğit'le göz göze geldiğimizde okula geldiğimden beri ilk kez maskem olmadan bakıyordum gözlerine. Endişeli miydi, ne? Yoksa hala seviyor muydu beni?

Hafifçe dolan gözlerimi hala daha bana endişeyle bakan öğretmene çevirdiğimde zar zor gülümsedim. Gülümseyişim o kadar yıkıktı ki öğretmenin yüzünün hafifçe buruştuğunu gördüm.

Enkazım altında kalmaktan korkuyordu belki de.

"Benim... Temas korkum var da..."

Kısa bir açıklama yapıp tırnaklarımı salık bıraktığım saçlarımdan kimsenin göremeyeceğine emin olduğum enseme rahatlıkla batırırken öğretmenin endişeli bakışları biraz da olsa durgunlaştı.

"Ben bilmiyordum, Çağıl. Gerçekten özür dilerim."

Öğretmenin özür dilemesi karşısında hafifçe gülümsedim ama bu gülümseme biraz sonra geçireceğim krizin habercisiydi.  

"Be-ben bir tuvalete gidip... gelsem?"

Kekelediğimi belki etmemeye çalışarak sorduğum soruyu öğretmen başıyla onayladı. Sınıfın meraklı bakışları eşliğinde sınıftan çıktığımda kimsenin olmadığı koridorun sonuna doğru ilerlemeye başladım. Boş bir yer bulmam lazımdı çünkü tahminimce birkaç dakika sonra zil çalacaktı. İnsanların eline malzeme veremezdim. Kriz geçirdiğimi görmelerini istemiyordum. Beni birinin o halde görmesi kadar berbat bir şey daha olup olmadığından emin değildim.

"Çağıl!"

Yiğit'in her bir tonuna aşık olduğum sesini duyduğumda ara sıra hıçkırıklarımla sekteye uğrayan adımlarımı hızlandırdım. Küçük basamaklı merdivenden inerken normalde çoğu insana göre oldukça net olan görüşüm bulanıklaşmış, ıslanan yanaklarımla burun çekişlerim kimsenin olmadığı merdivenleri kaplamıştı.

Merdivenin altındaki düz zemine ayak bastığımda kolumda büyük bir el hissettim. Bedenim o elin sahibine çevrilirken sınıftakinden de yüksek bir sesle -belki de bulunduğumuz yerde kimsenin olmayışından cesaret alıyordum- bağırdım.

"Dokunma!"

Yiğit olduğunu hemen anladığım kişi ellerini kızgın demire dokunmuşçasına hızla geri çektiğinde elimi ağzıma kapatıp hıçkırıklarımı engellemeye çalıştım.

"Dokunma, lütfen dokunma. Ne istersen yaparım ama... dokunma."

Aciz bir şekilde yalvarırken sesim iyice kısıklaşmıştı. Yiğit'in mavi gözleri endişeyle üzerimde gezinirken hıçkırıklarım iyice artmıştı. Görüşüm daha da bulanıklaşırken bunun gözlerime dolan yaşlardan olmadığını fark etmem uzun sürmemiş, dönen başımla gözlerim de kararmıştı. Hissettiğim son şey bir dokunuşun başlangıcı olurken belki de bu en iyisidir diye düşünmeden edemedim. 

Huzur Kokulu | TextingWhere stories live. Discover now