49) Canımı Yaktın!

18.7K 930 703
                                    


Zaman, bazen su gibi akıp giden bazen karınca adımlarıyla bile ilerlemekten imtina eden o garip mevhum. Gün akşama kavuşurken, kararan havayla birlikte Leyla'nın gücü de tükeniyordu. Saatler süren bir ameliyattan sonra Demir, yoğun bakıma alınmıştı. Genç kadının beklediği salon ve oturduğu koltuk dışında değişen bir şey yoktu.

Demir, her şeye rağmen hayata tutunmuştu, kırık kaburgaları için yapılacak bir şey yoktu, iyileşmesi için zamana ihtiyacı vardı. Ameliyatta akciğere müdahale edilmiş, iç kanama kontrol altına alınmıştı. Kafa travmasına yönelik müdahaleyi, ameliyata dahil olan beyin cerrahları yapmıştı. Şimdilik durumu ciddiyetini koruyor söylemleri devam etse de doktorların daha iyimser olduğu muhakkaktı.

Leyla'yı dinlenmesi için kimse ikna edememişti, eline tutuşturulan tosttan bir iki ısırık almış, bir bardak çayı güç bela içmişti.
Şimdi tek isteği, kocasının yanına girebilmekti, onu bir süre uyutacaklarını biliyordu ama gene de görmek, dokunmak istiyordu.

Son gördüğünde kalbi durmuştu, şimdi nefes aldığını, kalbinin attığını, yaşadığını görmeye ihtiyacı vardı. Yoğun bakımın otomatik kapıları ufak bir vızıltıyla iki yana kayarak açıldı. İçeriden Demir'i ameliyatına giren iki doktor çıkmıştı. Leyla, hızla ayağa fırladı.

"Doktor bey, bir kaç dakika görüşmemiz mümkün mü?"

İki adam da duraksayarak ona dönmüştü.

"Eşimin durumu nasıl? Kısa da olsa onu görebilir miyim?"

"Eşiniz?"

"Demir.. Demir Kozanlı."

Bu esnada yanına gelen Hazal'ın koluna tutunarak destek aldı. Diğerleri de ayaklanarak doktorun etrafına toplanmıştı.

"Eşinizin durumu ameliyat sonrası daha sabit, yani kalp atışları normal, solunumu için makinaya bağlı. Epeyce kan kaybetmişti, takviye edildi, bir süre uyutulacak. Genç olmasının avantajıyla iyi direndi doğrusu. Bir kaç dakikalığına yanına girebilirsiniz, siz de araçtaydınız sanırım. İyi görünmüyorsunuz, burada beklemenize gerek yok. Bir gelişme olursa.."

"Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim doktor bey."

Leyla, adamın sözünü kesip teşekkür ettikten sonra hemen yoğun bakıma yönelmişti.

Demir, hasta yatağında hareketsiz yatıyordu, göğsü aldığı her solukta hafifçe yükseliyor, alçalıyordu. Sol tarafında, göğüs kafesine yerleştirilen borunun ucunda büyükçe bir tüp takılıydı. Göğsü komple bandajla sarılmış, sol kolu da sargıya alınmıştı. Başını çepeçevre saran beyaz bandajın üzerine file şeklinde bir bone geçirilmişti. Kolları üzerindeki örtünün dışındaydı, geniş morluklar ve çeşitli ebattaki kesiklerle doluydu. Ağzında takılı olan tüp yardımıyla nefes aldığını tahmin etmek zor değildi.

Leyla, genç adamın enkaza dönmüş bedenine dolu dolu gözlerle baktı. Yaşadığına inanmakta güçlük çekiyordu, ayaklarını sürüyerek yatağa yaklaştı. Elini, adamın buz gibi olmuş elinin üzerine koyarak sıkıca tuttu.

"Demir.."

Sesi bir fısıltıdan ibaretti, kocasının onu duyacağına inanarak konuşmaya başladığında gözlerinden süzülen yaşların farkında değildi.

"Bana söz verdin.. seni asla bırakmam dedin.. sözünü tutacaksın değil mi? Yaşamak zorundasın! Başka çaren yok.. yaşayacaksın.. seni affetmemi istiyorsan bu yataktan kalkacaksın. Daha çok çabalaman gerek.. böyle yaparak kurtulamazsın. Bu.. bu yaptığın oyunbozanlık.. benden böyle mi kurtulacaksın?"

Adamın elini tutup karnına dayadı.

"Bak! Bebeğimiz burada.. yaşamak için çok sebebin var. Sözünü tut Demir.. sözünü tut. Her şeye rağmen seni sevdiğimi biliyor olmalısın.. ardında bir enkaz bırakacak adam değilsin öyle değil mi? Bize döneceksin! Başka yolun yok.."

LEYLA (Tamamlandı)Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon