Bölüm 42

9.7K 1.1K 437
                                    

Keyifli Okumalar

Akıp giden yola, kısa süreli gözüküp kaybolan evlere bakıyordum. Bomboş hissediyordum, dakikalar önce yaşadığım dehşeti hala iliklerime kadar hissediyordum.

Gözlerimin önünde iki insan ölmüştü.

Üstelik biri kendi kafasına sıkmıştı. Kim bilir bunu neden yapmıştı, intihar etmese onu nelerin bekleyeceğini düşünüyordu da o tetiğe bir saniye bile şüphe etmeden basmıştı?

Tam şu anda, arabanın içindeki derin sessizlikte, her şeyi sorguluyordum. İçinde bulunduğum her şey pisti, bu dünyaya doğmuştum ve bu dünyada hayatta kalmaya çalışıyordum. Hayatta kalacak, hatta bir lider olacak kadar güçlüydüm.

Bundan şüphem yoktu ama neden ellerimin titremesini durduramıyordum? Vücuduma söz geçiremiyordum, nefeslerimi yavaşlatmak için kendimi sakinleştiremiyordum bile.

Ben burada cinayetler görmüştüm, işkencelere tanık olmuştum. Şu an bana ağır gelen neydi? Daha önce hiç mi kendine öldüren birine şahit olmamıştım?

Elbette olmuştum, şu an farklı olan neydi bilmiyordum ama bu kadar pisliğin içine batmış olmak artık canımı yakıyordu. İki insan ölüyordu, beş altı adım ötemde canına kıyan bir insan vardı ama bir şey yapamıyordum.

Bu dünyayı böyle kabullenmiştim, burada kalmaya devam edeceğimi de biliyordum ama biraz mola veremez miydim? Dik durmaktan belim ağrımış olamaz mıydı? Sürekli direnmekten yorulmuş olamaz mıydım?

İki ölüme şahit olmuştum, dakikalar önce. Onlara bunu yapan insanlar benim de ipimi ellerinde tutuyordu.

Şu an beni yaşamla ölüm arasında tutan o sırrı biliyorlardı. Beni bitirmek istedikleri an, önlerinde duran bir engel olmayacaktı.

"Iseul?" Jackson'ın kısık tuttuğu sesini duyduğumda, derin bir nefesi ciğerlerime hapsederek ona döndüm. Bakışlarımı düz tutmaya çalışıyordum. Ne düşünürsem düşüneyim, ne hissedersem hissedeyim dışa yansıtmamalıydım.

Bu şok geçiciydi, şu an hissettiğim şeyler sabah olduğunda dağılacaktı ve ben normal bir güne uyanacaktım. Her zaman böyle olurdu, böyle olmak zorundaydı. Anlık zaaflarımı kimseye gösteremezdim, liderlerinin düştüğünü görmelerine izin veremezdim.

"İyi misin?"

Titreyen ellerimi durdurmak için birbirlerine kenetledim ve sıkmaya başladım. "İyiyim." Sesimin pürüzlü çıktığını fark ederek hafifçe öksürdüm.

"Bu adamlar, gerçek bir tehlike. Farkındasın değil mi?"

Gözümün önüne Myungsoo'nun dizlerinin üzerindeki görüntüsü geliyordu. Gözlerindeki o korku, vurulduktan sonraki kabullenişi içimi sıkıyordu. Ona bunu yaptıklarına göre, tehlikeli olduklarından şüphem yoktu.

"Farkındayım, benim kim olduğumu biliyor olmaları bile bir tehlike."

Jackson kafasını salladı. Gözlerine dikkatlice bakıyordum, bana bakarken en ufak bir acıma belirtisi göstermesine tahammülüm yoktu. Zaten görmüyordum da, tek gördüğüm en az benimki kadar büyük bir şoktu.

Doğru bir hamlede bulunduğumuzu biliyorduk, o kağıdı koyan kişiyi doğru tahmin etmiştik. Biz sonuca bir adım attığımızı zannederken, Myungsoo'nun ölümüne bir adım atmıştık.

Bunun şaşkınlığını ister istemez yaşıyorduk, kağıdı koyan kişiyi bulmuştuk ama elimize geçen sadece koca bir hiç ve iki cesetti.

"Iseul, orada kaldığın her an," Duraksayarak, elini birbirine kenetlediğim ellerimin üzerine koydu. "Senin hayatından endişe etmemiz gerekecek. Artık kendim için, liderlik için seni yolundan döndürmek istemeyeceğimi anlamışsındır."

Lyssa | KAI ✓Where stories live. Discover now