Taner'in, bu kıyamette belki de başına gelen en güzel şey Didem'di. Onlar, tutanacak dal misali birbirine tutunmuştu, sonra dallar kenetlenmiş, yeşermiş ve aşka dönüşmüştü.

Didemden:

Karşımda oturan bu adam o delici ve güzel bakışlarıyla nasıl her defasında beni benden almayı başarabiliyordu? Elleri ne kadar da sıcaktı... Öyle bir bakıyor ki bana, sanki beni hiç bırakmayacakmış, beni hep sevecekmiş gibi, inanmak istiyordum, hem de çok... Sanki bir şey çıkacak da bizi ayıracak diye çok korkuyordum... Ama, o gözlerin derinliklerine daldığımda unutuyordum her şeyi, sadece şu an yanımdaydı, şu an için önemli olan oydu ve ben başka bir şey düşünemiyordum pek...

Tanerden:

Artık benim de mutlu olacağım bir sevdiğim vardı, ne güzel gözleri vardı ya, içinde kaybolursun, çıkamazsın sonra oradan kolay kolay. Öyle bir şeydi. Anlatamıyordum. Her şey güzeldi işte, bir de imam bulsaydık iyiydi...

Didem:

- Gökalp de nerede kaldı? Saatlerdir dönmedi. Aramaya mı çıksak, ya başına bir şey geldiyse?

- Daha hava kararmadı, biraz daha bekleyelim, inşallah döner, dönmezse, bilmiyorum bir hışımla çıktı gitti, gelmemizi de istemedi.

- Taner, biraz daha bekledikten sonra gelmezse aramaya çıkalım. Ya başına bir şey gelmişse?

- Tamam canım öyle yaparız artık. Sen endişelenme, o kendini koruyabilecek biri.

- Öyle ama, o benim için değerli biliyorsun. O benim geçmişim.

- Biliyorum Didem, sen merak etme, dediğim gibi dönüp gelecektir, bir şey olmamıştır.

- İnşallah.

- İçecek bir şey ister misin?

- Olur canım.

Taner, çardaktan kalktı ve çıktığı dinlenme tesisi binasına geri girdi.

O sırada, tesislere yaklaşan ayak sesleri, Didem'in yerinden fırlamasına sebep olmuştu, bir kız ve erkek, çoktan tesislerin düz beton zeminine ayak basmış, sessizlikte yere çarpa çarpa çıkan ayak sesleri gayet rahatça işitilebiliyordu.
Bu gelenler Gökalp ve Ilgındı. Didem, Gökalp'i gördüğüne, tek parça döndüğüne çok sevinmişti.

Gökalp, çardakta oturan Didem'i görünce durdu ve Ilgın'a dönerek:

- Sen burada biraz bekleyebilir misin?

Ilgın, tamam anlamında dudaklarını yukarı kaldırdı ve başını salladı.

O sırada Didem de ayağa kalkmış, Gökalp'e doğru ilerliyordu. 

Gökalp ve Didem, karşı karşıya gelince Didem, birden bire Gökalp'in boynuna sarılmıştı. Neye uğradığını şaşıran Gökalp, Didem'den böyle bir samimiyet beklemiyordu.

Didem, kollarını çekerken:

- Seni çok merak ettik. İyisin değil mi? Her şey yolunda...

- Ben iyiyim, ama sen değilsin galiba.

- Anlamadım?

- Bir insan nasıl yıllarca arkadaşı olan bir insanı tek kalemde...

Didem, Gökalp'in cümlesinin sonunu keserek:

- Özür dilerim.

- Ney?

- Özür dilerim, seni incittiysem... Farkındayım öyle uzak ve soğuk davranmamalıydım, gerçekten özür dilerim. Tekrar kardeş olabilmemiz için elimden ne gelirse yapacağımdan kuşkun olmasın...

Gökalp, Ilgın ile konuşunca, gaza gelmişti. Normal de hesap sorabilirdi ama onların gruplaştığını düşünüyordu. Ilgın piyasaya çıkınca biraz olsun kendine gelebilmişti. Birlikte tarlarda koşturmuş, buğday tarlalarının içine oturup, bayağı muhabbet etmişlerdi.

Gökalp, beklemediği bu davranış sonunda mutlu olmuştu. Bu oydu işte, mahallenin cimcimesi, Gökalp'in değerlisi... Geçmişleri sayesinde tekrar barışabileceklerdi.

Gökalp, ciddi suratını bir anda güller bahçesine çevirerek:

- Gel buraya, cadı...

Diyerek kollarını açtı ve Didem ile tekrar sarıldı. Didem ise tatlı tatlı gülümsemeye başlamıştı.

Taner, elinde iki tane sodayla binadan çıktığında aşağıda; Gökalp ve Didem'in sarıldığını görmüştü. Demek dönmüştü, fakat neden sarılıyorlardı? Sarıldıklarına göre barışmışlardı, kesindi. Kıskanmalı mıydı? Kesinlikle hayır! Gökalp'i çok iyi tanıyordu. Onlar birbirlerinin kıymetlisiydiler.

Gökalp, Didem ile sarılırken, pozisyonunu bozmadan, Didem'i saran kollarından sağ kolunu kaldırıp, olağanca gülümsemesiyle, sessiz bir şekilde ağız hareketleriyle kocaman "Gel Gel!" demişti.

Taner'in içi mutlulukla dolmuştu, elindekileri fırlatıp attıktan sonra kocaman gülümseyerek Gökalp ve Didem'in yanına koştu. Yanlarına gelince, o da sarılmış halde duran Gökalp ve Didem'e sarılmıştı. Başını Didem'in başına yan yaslayarak, bir koluyla Gökalp'i, diğeriyle de Didem'e sarılmıştı.

Hiçbiri bu kadar duygusal ve sevinç dolu bu anı yaşayacaklarını ummamışlardı. Adeta bir film sahnesinden kopmuş, ağır çekimde çekilen duygusal bir film sahnesi gibiydi.

Ilgın, onların sarıldığını görünce, önce şaşırmış, sonra daha fazla olduğu yerde duramamış, bu sıcak samimiyet dolu an ona da sirayet etmiş, ve kendisini de onların arasında olmak zorunda hissederek, yavaş fakat bir o kadar da sık adımlarla, yanlarına gelmişti.

Gökalp, Didem ve Taner, Ilgın'ın geldiğini anlayınca kısa süreliğinde birbirlerinden ayrılmış, Ilgına samimiyet dolu gözlerle bakmışlardı.

Gökalp, gülümsemesini bozmadan:

- Bu Ilgın, o benim hayatımı kurtardı. Artık o da bizimle.

Taner ve Didem, aynı anda, oldukça sıcak ve içten bir ses tonuyla "Merhaba" diyerek onu selamlamışlardı.

- Merhaba...

Gökalp, Ilgın, Didem ve Taner, birbirlerine sarılmışlardı. Adeta aralarından sevgi seli akıyordu, hepsi de o anda, yalnızca sevginin gücüyle birbirlerini kucaklamış ve adeta "Birbirimize ihtiyacımız var!" der gibiydiler.

Gökalp, içinden; çok mutlu olduğunu ve artık önüne umutla bakacağını haykırmak istiyordu. Gerçekten de onların bu mutlu karesi görülmeye değerdi...

Dört arkadaş, birbirlerini uzun uzun kucaklarken, arkalarından onlara doğru yaklaşan ciddi tehlikenin o an farkına geç varmışlardı.



YAŞAYAN SON ÖLÜLER "Zombi"Where stories live. Discover now