Geldiklerinde, önlerindeki geniş tezgahın arka tarafı, yemek kazanlarıya doluydu. Çeşit çeşit çorba, pilav vs. . Yan tarafında tepsi ve plastik tabaklar üst üste dizilmişti, tezgahın arka kısmındaki dikdörtgen kazanların her birisinin içerisinde kepçe bulunuyordu.

Gökalp, Didem ve Taner, iki aya yakın, doğru düzgün bir şey yiyememenin, ve ev nihayet ev yemeğine ulaşmış olmanın vermiş olduğu mutluluk yüzlerinden okunuyordu. Benzin İstasyonunun marketindeki mallar azalmıştı.


Evet, salgının baş göstermesinin üzerinden yaklaşık iki ay geçmişti. Bu iki ay gibi sürede, birbirlerine tutunarak hayatta kalmış, zaman zaman tehlikeler atlatmış, fakat birbirlerini hep kollamışlardı.

Şu zamana kadar bu binaya girememelerinin sebebi, mühimmat yetersizliğiydi. Ellerinde Gökalp'in getirdiği, babasının tabancası, Didem ile birlikte girdikleri evdeki boş tabanca ve bıçaktan başka silahları yoktu. Bunlarla burayı ele geçirmeye kalkmak akıl karı olmazdı elbette ki. Bir jandarma karakolundan bir kaç seferde,

güç bela mühimmat elde etmiş, öncesinde bu kısımdan uzak durmuşlardı. Çünkü varlıklarını hissettirirlerse sinirleniyorlardı. Şükür ki cam kapı vaktinden önce inmemişti.

Gökalp'in annesini ve yengesini arama çabaları kayıtsız kalmış, içi rahat etmeyince Edirne'ye bile gitmişler, fakat şehrin hastalıklı insan kaynadığını görünce, içindeki bir parça umudu da gömen Gökalp, onların yaşadıklarına olan inancını ise yitirmemişti fakat artık aramayı bırakmıştı. Bunun hiç bir şeye faydası dokunmuyordu...

Didem ise, Gökalp ile beraber gelmişti buraya, onu seviyordu... seviyordu fakat artık arkadaş olarak. İki ayda ne değişti derseniz, Didem fazla değişmemişti ama bakış açısı değişikliğe uğruyordu, belki de zorluklarla başta tanışması bunda etkili olmuştu. Deli gönlü bu sevdadan kolay vazgeçememişti elbette ki, yana yana kül etmişti bazı şeyleri, kişileri... Artık aşka olan bakış açısı tamamen farklıydı. Yalnızca artık, mutlu olmak... Bu kavram şu şartlarda ne kadar soru işareti konumunda olsa da, kendisine acı çektirecek şeylerden uzaklaşıyordu mümkün olduğunca... Şimdi yüreği soğuk ve boştu, o güçlü bir kızdı, öyle oluyordu. Mecburdu, hayat onu güçlü olmaya adeta itmişti.

Gökalp'e ilanı aşk etmişti Didem, fakat beklediği, ağabey-kardeş bahislerine giren Gökalp, onu şaşırmamıştı, Didem, günlerce üzüntüsünü gizli yerlerde boşaltmıştı. Yanmıştı ama soğumuştu, bu mevzunun galibi oydu.

Şimdi ise Gökalp'i seviyordu ama sadece bir dost, bir arkadaş olarak...  Ondan nefret etmiyordu tabii ki, edemezdi de. Şu an yaşıyorsa, belki de onun sayesindeydi, onu biraz olsun hayata bağlamıştı Gökalp, onun sayesinde dikilmişti ve şimdi yıkılmıyordu kolay kolay. O olmasa belki de kendini çoktan öldürmüştü. O yüzden kendini ona karşı hep borçlu hissetmişti, fakat başlarda mesafeli davranmıştı sonradan sonraya tekrar normale dönmüş, Gökalp de Didem de bu olayı unutmuştu.

Taner ise, Didem'in Gökalp'i sevdiğini hakkındaki gelgitleri kanıtlanınca kötü olmuş, fakat belli etmemişti. Ona destek olmuştu, Gökalp, o sıralarda kafası bozuk olduğundan ikisiyle de uğraşmamıştı. Uğraşmamıştı ve o ikilinin arasında bir nevi elektriklenmeye sebep olmuştu. Birbirlerinin henüz arkadaştan öte bir şeyi olamamışlardı fakat aralarındaki tatlı tatlı davranışlar, hal hareketler, bunun geç olmayacağının sinyalini veriyordu.

Herkes sevgi arar olmuştu, bir gram sevgi neleri iyileştirmezdi ki?...

Didem, hepsini geçerek tezgahın arka tarafını dolandı..

Kapağı kapalı yiyecek kazalarının kapaklarını açtı ve yaklaşıp koklayarak:

- Bunlar bozulmuş arkadaşlar!

Taner ve Gökalp, tezgaha yaklaşmıştı.

Taner, şaşırmamış gibi bakarak:

- Çok normal. İki ay oldu neredeyse. Asıl bozulmaması anormal olurdu.

Gökalp:

- İçeride mutfak var, dondurucuda belki bozulmamış bir şeyler bulabiliriz.

Didem, arkasına döndü ve kapıyı açtı:

- Haydi, içeriye bakalım madem.

Gökalp ve Taner, tezgahın arkasından dolanarak Didem'in arkasından mutfağa girdiler.
Burası dışarıdan da anlaşılacağı gibi küçük bir mutfaktı. İçeride çift kanatlı buzdolabı, geniş tezgah, ocaklar, duvarlarda asılı mutfak gereçleri, Su damacanaları bulunmaktaydı.

Taner:

- Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz!

YAŞAYAN SON ÖLÜLER "Zombi"Where stories live. Discover now