Bölüm 29

6K 373 91
                                    




Ellerim, korkuyla uyuşmaya başlarken karşımda ki adamın bir şeyler bildiği aşikardı. Çığlık atmaya hazırlandığım sırada bedenimi duvara yaslanıp, ağzımı elleriyle kapatması bir oldu. Dehşet içerisinde olanları izlerken kendinden emin şekilde konuşmaya başladı.

"Sana zarar vermeyeceğim. Konuşmaya çalışıyorum ama Alfa'nın etrafındayken bu oldukça zor." Ağzımı kapatmış elleri biraz olsun gevşerken devam etti. "Hakkında bazı şeyler duydum. Denizli'de biriyle birlikte olduğuna dair... Şimdi ise Alfa'nın yanında olduğuna göre arada soru işaretleri var."

Kalbimin atışını hissedebiliyordum. Teo her an gelebilirdi veya mavi gözlü kızın telefon konuşması bitmiş olabilirdi. İhtimalleri hesaplarken Alex'in yüzümü dikkatlice incelemesi beni daha da geriyordu.

"Fazla zamanımız yok. Savaş başladığında buradan hemen gitmelisin Ahu, anlıyor musun? Beni bulmak için Denizli'ye gel. Adım attığın anda seni bulurum. Yardıma ihtiyacın olacak ve bu küçük konuşmamızdan kimseye bahsetme." Elini ağzımdan yavaşça çekerken göz temasını hiç kesmedi. "Seni uyarıyorum Ahu, bana ihtiyacın olacak. Bazı şeylerin farkına varmalısın, şimdi önden sen çık."

Önümden çekildiğinde hızlıca kapıya doğru ilerledim. Kilidini çevirmeden önce geriye dönüp Alex'e baktım. Yeşil gözleri, aramızda mekik dokurken kapıyı açtım ve dışarı çıktım. Salona doğru ilerlerken hala üstümde tuhaf bir korku, ardımdan gelircesine ellerimi titretiyordu. Derin bir nefes alarak masaya geldiğimde Teo'nun kalkmış ve bu tarafa doğru yürüyor olduğunu gördüm. Gözlerimiz buluştuğunda aramızda ki mesafeyi kapatarak beni kendine doğru çekti. "Nerede kaldın?"

O anda her şeyi anlatmayı düşündüm ama bunun yerine susmak daha mantıklı olacaktı. Alex haklıysa, ona ihtiyacım olabilirdi. Sakinleştirmek amacıyla elini tuttuğumda sorgu dolu bakışları yumuşadı. "Karnım çok ağrıdığı için biraz geçmesini beklemiştim. Bir sorun mu oldu?"

Bakışları, gerçekleri görmek isteyerek gözlerime odaklandı. İri dudakları alnıma öpücük kondurdu. Belimden tutarak beni masaya geri getirdiğinde herkesin bizi izlediğini fark ettim. Utancımı gizleyerek sandalyeme geri oturduğumda önümde ki etten yemeğe başladım ve ara ara sohbete katılarak onlara eşlik ettim.

"Luna, çok şanslısın. Türk yemekleri efsane. Tanrım, burada olsaydım alacağım kiloyu tahmin edemiyorum."  Adının Martin olduğunu öğrendiğim yaşlı adama gülerek teşekkür ettiğimde böyle güzel yemekleri sadece parası olanların yiyebildiğini onlara anlatmamayı tercih ettim.

Öğrenci evimde yaşarken hem çalışıp hem de okumak oldukça zordu. Yapmaya vakit ayırdığım yemekler genelde makarna, pilav veya basit, uğraş gerektirmeyecek şeylerdi. Ailemin çok da iyi olmayan durumunu göz önüne alırsam, şuanda yediğim et hayatımda yediğim en güzel yemek olabilirdi. Ama masada oturduğum kişiler, benim durumumla alakası olmadıkları belliydi. Teo'nun bitmeyen parasının nereden geldiğini bilmiyorum ama tahmin etmek zor değildi. Beraberinde masada oturduğum kişiler ise, ondan geri kalır yanı yoktu. Benim haricimde.

"Türkiye'de en beğendiğiniz şehir neresi oldu?" Soruma karşılık Martin, düşünmeye çok da vakit ayırmadan cevapladı.

"İstanbul." Kalabalık masa, konuşmamıza yavaş yavaş dikkat kesilirken Martin devam etti. "İstanbul'da birçok tarihi yeri gezdim ama Yerebatan Sarnıcı... Etkilenmemek mümkün değildi."

Gülümsedim. "O halde Medusa'nın hikayesini duymuşsunuzdur?" Masaya geri gelen Alex'in sözleriyle bakışlarım ona çevrildi.

"Mitolojide ki güzel kadın... Hikayesi oldukça üzücüydü sanırım." Martin'i sevmiştim. Türkçesi anlaşılabilir derecedeydi ve sohbeti, benim hayatıma müdahale etmeyerek ilerliyordu.

MÜHÜRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin