38 ⋆he's more myself than i am⋆

362 35 28
                                    

×Hikâyedeki C'est La Vie bölümlerini güzel saksafon melodileri içeren jazz müzikleri ile dinler ve hayal ederseniz çok sevinirim. Ben hep öyle hayal ediyorum çünkü, hoşuma da gidiyor. Yorumlarınızı bekliyorum, iyi okumalar 💗

rosé

"Onu gördüm. Oydu, yemin ederim."

"Roseanne, son zamanlarda çok fazla konusu geçti. Belki de başka birini o sandın. Yani biliyorum, unutması zor ama..."

Jennie'nin sözleri üzerine arkama yaslandım. "Unnie... benim onu unutmam diye bir şey yok, hiç olmadı ve olmayacak. Ben onu nasıl unutabilirim, tanrı aşkına? İlk aşkım o benim..." Belki de son diye mırıldandım içimden.

"Neredeyse üç yıl olacak, Chaeyoung. Bu kadar takılı kalmamalısın. O da yoluna bakıyor, sen de önünde sonunda bakacaksın. Diyorsun ya işte, ilk aşk. Daha nicesi girecek hayatına." Diyordu Jisoo unnie, bir yandan da makyajını çıkarırken. "Benim de ilkokulda, ortaokulda çok hoşlandığım çocuklar olmuştu. Bak şimdi adlarını bile zar zor hatırlıyorum."

"Biliyorum, biliyorum..."

Anlamıyorlardı. Anlamalarını da beklemiyordum zaten. Kelimelerle aram hiçbir zaman iyi olmamıştı. Anlatamıyordum kendimi. Sözlerim yüzeysel kalıyordu gözlerimin içine onun gibi bakmadıklarında.

"Erişte yemeyecek misin Rosie? Bu en sevdiğinden ama..." Başımı Lisa'yı reddercesine salladığımda devam etti. "Son zamanlarda cidden az yemek yiyorsun. Diyette olduğunu söyleme bana çünkü..."

Gülümsedim. "...çünkü ihtiyacın yok."

Lisa anlamaz bakışlarla "Efendim?" dediğinde istemsizce kıkırdadım.

"Biri bir zamanlar böyle demişti. Aklıma geldi şimdi."

"Doğru demiş Rosie. Diyete ihtiyacın yok. O yüzden şimdi şu anda bu erişteyi yiyorsun ve biz de seni izliyoruz." Uzattığı paket erişteyi büyük bir isteksizlikle alıp kucağıma yasladım.

Geçen yıllar boyunca onu her özlediğimde tek yapabildiğim mesajlarımızı açıp aynı satırları defalarca, aklıma kazırcasına okumak ve telefon ekranını salya sümükten okunmaz hâle getirene kadar ağlamaktı.

Ama bitiyordu işte, parmak uçlarından dökülen kelimeler öyle ya da böyle sonlanıyor beni yine yalnızlığımla başbaşa bırakıyordu.

Kızların varlığı için minettardım. Ama kalbimdeki boşluğu göstermiyordum onlara. Üzülürlerdi ve bu isteyeceğim son şey olurdu.

"Ailenle görüştün mü Rosie... Şu röportaj olayı hakkında seni darlamadılar değil mi?" Jennie'nin endişeli bakışlarının bir süredir üstümde olduğunu sesini duyduğumda fark etmiştim.

Güldüm. "Çıkış yaptığımdan beri ses soluk yok. İşlerine yarar biri oldum sanırım, uğraşmıyorlar benimle."

Jennie kıkırdadı. "Eh, akılları varsa... Blackpink'ten Rosé'yle uğraşmak öyle kolay değil."

Bakışlarımı kucağımdaki erişteye çevirirken gülümsedim. Kendimi en çok üzen, hırpalayan, zarar veren yine bendim. Her şey burada başlıyordu işte, kendini sevmezsen... sana sevgiyle yaklaşan herkese kör olursun. Görmezsin onları; sevgilerine, şefkatlerine inanmazsın. Ördüğün kalın duvarların ardındaki sonsuz güzellikleri görmek istemezsin... Sonra biri gelir, kimsenin.. kendinin bile yapamadığını yapar ve duvarların arkasında güvende olduğunu sanan o zavallı kızı gerçek dünya ile tanıştırır... Peki ya tüm bunlardan sonra bu kızın nasıl unutması beklenir... Nasıl hiçbir şey yaşanmamamış gibi davranabilir? Anlam veremiyordum.

prom queen ✘ rosékookWhere stories live. Discover now