16 ⋆souls don't meet by accident⋆

581 47 0
                                    

rosé

"Sanırım bundan sonra okula beraber yürüyeceğiz," diyordu Jungkook yanımda büyük adımlarla ilerlerken. Bu sefer de tam kapımın önünde karşılaşmıştık. "tesadüf bizi nasıl da karşılaştırıyor ama!"

"Bu beni mutlu eder..." Güldüm. "Ama gerçekten tesadüf mü?"

Aniden duraksadı ve kıkırdadı. "Çok mu belli ettim?"

"Evinin yerini tam olarak bilmiyorum ama benim daireme çok uzak olduğu kesin," dedim gülen gözlerine bakarken. "ayrıca son birkaç gündür her kapıdan çıktığımda seni görmek, anlarsın ya..." göz kırptım. "biraz uğraşılmış hissettirdi. Haksız mıyım?"

Dudaklarındaki hafif tebessümle başını yere eğdi. Yanağındaki gamzesini ilk kez görüyordum. "Hay aksi, trigonometri çalışmaya biraz ara verip sosyal konularda çalışmaya başlamalıyım sanırım."

Onu onaylarcasına başımı salladım. "Yine de çok ara verme, üniversite hayallerine elveda demek istemezsin sonuçta..."

Kıkırdadı. Genelde onun beni neşelendirmeye çalıştığını düşününce az da olsa onu güldürmek iyi hissettirmişti. Jungkook'a hak ettiği değeri gerçekten vermek istiyordum.

Aramızda gelişen ufak çaplı sessizliği nasıl bozacağımı düşünürken ansızın çalan telefonu ve ekranda beliren yazı, yüzündeki gülümsemeyi söndürünce ikimiz de durduk.

"Bunu açmam gerekiyor." Dedi bir yandan uzaklaşırken. Neyin onu bu denli telaşlandırdığını merak etmiştim.

Telefonda olduğu tüm o dakikalarda arkasından onu izlerken dikkatimi çeken düşük omuzları ve eğik başı, Jungkook'un gerçekten yorgun olduğunu ilk kez bu denli hissetmemi sağlamıştı. Bu yorgunluk yalnızca fiziksel bir yorgunluk değildi, zihnen de yorgundu. Uzun bir uyku bile onu kesmezdi muhtemelen.

Konuşması birkaç dakika içinde sonlanmış ve koşar adımlarla yanıma gelmişti. Yüzündeki endişe neredeyse ikiye katlanmıştı.

"Roseanne, benim gitmem gerekiyor. Kusura bakma olur mu? Önemli olmasa..."

Sorunun ne olduğunu ona deli gibi sormak istiyordum ancak ifadesi cevaplayacak durumda değildi, zamanı geldiğinde bana her şeyi anlatacaktı bakışlarından bunu hissediyordum.

Gülümsedim. "Dikkat et kendine, olur mu?"

O da bana gülümsedi ve hızla okulun tersi yönde; saçlarını dağıtan, beyaz gömleğini oradan oraya savuran rüzgar yokmuşçasına koşmaya başladı. Sokak boyunca koşuşunu izledim öylece, yavaşça gözden kaybolana dek.

Kendi kendime güldüm, neydi yani? Bunca zaman benim dertlerimi kendi derdiymişçesine anlamaya çalışan, beni önemseyen, bana yardım eden kahraman Jeon Jungkook'un hiçbir derdi olmayacak mıydı? O, benim aptal problemlerimi dinlerken ben ne yaptım onun için? Koca bir hiç...

Adımlarımı okula doğru yönelttiğimde içime ilginç bir rahatsızlık yerleşmişti, duygusuz Roseanne biri için endişeleniyordu... Bu yepyeni bir duyguydu benim için. Empati kuracak kadar insan olmuştum demek...

*

Tüm gün boyunca içim içimi yemişti, ne ders dinleyebilmiş ne de evde pratik yapabilmiştim. Jungkook'a nasıl olduğunu sormak, onu aramak istiyordum ancak uygun zaman olup olmadığından emin olamıyordum. Onu rahatsız etmek isteyeceğim son şey olurdu.

En sonunda çoğu akşam yaptığım gibi Jungkook'un çalıştığı büfeye gitmeye karar verdim. Orada olmasa bile ne olup bittiğini, adı her neyse, arkadaşından öğrenebilirdim belki.

Hızla evden çıkıp durmaksızın koşarak büfeye ulaştığımda, kapıyı resmen kırarak içeri girdim. Yaptığım tüm o gürültüye rağmen büfede kimsenin olmayışı dikkatimi çekmişti, birilerinin gelip bana kızması gerekirdi oysaki.

Temkinli birkaç adımın ardından kasaya ulaştığımda kafasını kolları arasına gömmüş, uyuklayan bir adam görmek istemsizce ürkmeme sebep olmuştu. Onu hafifçe dürttüğümde hızla kafasını kaldırdı.

"Burası Busan Büfe, hoş geldiniz!"

Geriledim. "Jungkook burada mı?"

Başını yana eğdi. "Hoş bulduk demeliydiniz.. Maalesef Jungkook menümüz şu anlık... Aa! Chaeyoung! Park Chaeyoung! Sen zengindin hani? Burada ne işin var?"

Bu adam normal gözükmüyordu ve her nasılsa beni tanıyordu ama umursamadım. Gözlerimi devirdim. "Tamam, öncelikle hoş buldum.. ve son olarak Jungkook nerede? Buraya geldi mi?"

"Ben Jisung, bence Jungkook'la arkadaşız ama o kabul etmiyor. Neyse, Min Hee'yi biliyor musun? Beni terk etti."

Muhtemelen sarhoştu. Anladığı dilden konuşmaya karar verdim. "Min Hee'yi bilmiyorum Jisung. Allah yardımcın olsun, umarım barışırsınız. Peki, Jungkook menüsünü nerede bulabilirim?"

Aptalca güldü. "Jungkook izin almış bugün. Tüm işi bana kakaladı. Lanet olsun ama! Annesi yine hastanelik olmuş öyle bir şeyler... bilmiyorum."

Ansızın öylece sıraladığı kelimeler kalbimi deli gibi çarptırırken nefes almak zorlaşmıştı. Gözlerime dolan yaşları önemsemeden hızla büfeden çıktığımda arkamdan bağırıyordu. "Yine bekleriz!"

*

roseanne:
jungkook, senin için buradayım. konuşmak istersen eğer..

gönderildi 19.45

roseanne:
iyi misin? sadece bunu bilsem de yeter.

gönderildi 20.13

roseanne:
büfedeki arkadaşın, hastane falan dedi. korkuyorum. annene bir şey mi oldu? peki ya sana?

roseanne:
yanına gelebilir miyim?
bu bir soru değil, haber veriyorum diyelim.

roseanne:
yanında olacağım jungkook,
ne olursa olsun. hiç değilse bunu yapabilirim.

gönderildi 00.36

xoxo

xoxo

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
prom queen ✘ rosékookWhere stories live. Discover now