33 ⋆why do people always leave?⋆

365 39 29
                                    

×iyi okumalar☄

rosé

Bitmişti.

Hiçbir şey yaşanmamış, beni hiç öpmemiş gibi...

Hiç beraber gündoğumunu izlememiş, saatlerce sohbet etmemişiz gibi yazdığı birkaç cümleyle her şeyi bitirmişti.

Jungkook o günden sonra hiçbir şekilde benimle iletişime geçmedi. Hesabını kapatmıştı, defalarca aradığım telefon numarası ise her seferinde aynı şekilde yanıtlıyordu beni: bu hat kullanılmamaktadır.

Ces't la vie... bu aptal clubtan başka gidip salya sümük ağlayabileceğim bir yer yoktu. Değişen zamana rağmen her seferinde aynı masada aynı ruh hâlinde buluyordum kendimi. Elimden gelen tek şey bu aptal yere gelip ağlamaktı.

Elimdeki soda şişesini kafama diktim. Anlam veremiyordum. Birdenbire ne yaşanmış olabilirdi ki? Sıkılmış mıydı benden? Farkında olmadan onu üzecek bir şey mi yapmıştım?

Gözyaşlarım görüşümü bulanıklaştırıp sahneden yansıyan ışıkları birbirine karıştırırken elimi ıslak yanağıma yasladım. Belki... başka birine aşık olmuştur?

Ah, bundan bile şüphe edecek hâle gelmiştim demek...

Kendime inanamıyordum. Beni sevdiğini biliyordum, bunu hissediyordum ancak neydi o zaman tüm bunların sebebi? Neydi beni terk etmesini gerektirecek kadar önemli olan şey?

Gülümsedim. Jungkook benim sorunlarımla uğraşmaktan, kendi yaşadıklarını bana anlatma imkânı bulmuş muydu ki? Sıkmıştım onu... kim benden sıkılmazdı ki? Jungkook hayır kurumu muydu sanki!

Düşündükçe daha da vicdan azabı çekiyor, aklıma her olasılığı getirmeye çalışıyordum. Annesinin sağlık sorunları yaşadığını, babasıyla problemleri olduğunu biliyordum; Amerika'ya gitme sebeplerinden biri de buydu zaten. Tüm bu yaşananların sebebi ailevi problemler de olabilirdi. Ancak böyle bir şeyse ona daha çok kızardım. Nasıl olurdu da yaptığı onca şey için teşekkür etmeme, acısını paylaşmama izin vermezdi? İnsanlar yalnızca iyi günler için mi dost olurdu birbirine?

"Çıkış yapmak üzere olan bir stajyer için burada görünmek fazla riskli değil mi?"

Jae Min'di. Buraya devamlı ne halt etmeye geliyordu anlayamıyordum. Kimse bilmezdi burayı. Benim gizli mekanımdı, kızlara bile söylememiştim üstelik.

"Peki ya, yeni çıkış yapmış bir idolün burada olmasına ne demeli..." diye mırıldandım o yavaşça yanıma otururken. Ne şapkasını ne de maskesi çıkarmıştı, ajan gibi gözüküyordu.

Kafasını işaret etti. "Sence tanınacak hâlde miyim? Bir kendine baksana saçın başın dağılmış, kapüşonunu bile takmayı akıl edemiyorsun Roseanne."

Arkama yaslanırken gözlerimi devirdim. "Beni de tanımazlar, saçımı siyaha boyatacağım zaten."

"Nasıl yani?" İnce bir çizgi hâlinde belli belirsiz görünen gözleri şaşkınlıkla büyümüştü. "Bu kadar kısa bir zamanda bu radikal karara ne sebep oldu? Depresyonda mısın? Ayrıldınız mı yoksa?"

Cevap vermedim, anlayacağını anlamıştı. Bakışlarımı sahneden yayılan rengarek neon ışıklara çevirdiğimde "Özür dilerim." dediğini duymuştum.

Önemli değil, dercesine başımı salladım. Birkaç dakika boyunca ikimiz de hiçbir şey söylememiştik. Normalde benimle alay etmesini, ben demiştim demesini beklerdim ama hiçbirini yapmadı.

"Jungkook'tan beklemiyordun değil mi?"

Sorusunun ardından dudaklarımı birbirine bastırdım. Kendimi tutamıyordum. Gözyaşlarım birdenbire daha yeni kuruyan yanaklarımı ıslatmaya başladı. Önüme dökülen saçların, yüzümü kapatmasını umarak kafamı aşağı eğdim. Jae Min'in yanında böyle komik duruma düşmekten nefret ediyordum. Eminim ki beni böyle görmek, onu içten içe mutlu ediyordu.

prom queen ✘ rosékookजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें