72: İçimizdeki Hain

198 7 0
                                    

Dynasty, MIIA
Karakol, Mabel Matiz

🍂

Nietzsche; "Bana yalan söylediğine üzülmedim. Bundan sonra sana inanamayacağıma üzüldüm" diyor. 

Aldandığım, kendimi inandırdığım bir masal yaşamıştım aylarca. O masalın içinde kendimi bir prenses ve onu da beni tutsak olduğum kuleden kurtarmaya gelen prens ilan etmiştim. Bunu yaparken onun kara atlı, kötü kalpli bir şövalye olduğunu bilerek yapmıştım hem de bunu. Yine, hep yaptığım gibi hatayı kendimde arıyordum, karşı tarafta değil. 

Onun hatasını biliyor olmama rağmen kendimi suçlamayı da engelleyemiyordum. 

Çünkü, fark edebilir, kendimi bu kadar savunmasız bırakmayabilirdim. Eğer ona bu kadar koşulsuz güvenmeseydim, onu affetmeseydim, duvarlarımı indirmeseydim o duvarların altında ezilmezdim. 

Aylar geçmişti, onsuz, ihanetiyle yüzleştiğim aylar geçirmiştim. Herkese onun ihanetini anlatmıştım ve bunun nedenini çok iyi biliyordum. Yine kalbime yenik düşersem, onu affetmek istersem herkes karşımda dursun ve beni engellesin istemiştim. Ben onu affetmek istesem bile, kimse buna izin vermesin ve biz tamamen imkansız olalım istemiştim. 

En zoru babama anlatmak olmuştu, ona tüm olanları anlatmak canımı onun ihanetinden daha çok yakmıştı. Annemin ölümünün, kendisinin aylarca bizden uzak olmasının nedeninin kardeşi olduğunu öğrenmesi onu yıkmıştı. 

Çünkü, her şeye rağmen kardeşinin bunu yapacağına inanmıyordu. 

Polise gidip şikayette bulunsa da bir kanıt olmadığı için elinden hiçbir şey gelmemişti, Tekin'in suçlu olduğunu ispat edememiştik. 

Ben ise, iyi olmaya çalışıyordum. Bunun için gerçekten çabalıyordum ama ne kadar işe yaradığı hakkında bir fikrim yoktu. Çünkü hiç durup düşünmemiştim nasıl olduğumu, sadece yaşıyordum. En azından, yaşamaya çalışıyordum. Ama yaşadığımı hissedemiyordum. 

Her şeyle aramda şeffaf bir cam varmış gibi hissediyorum, bir şeyler gerçekleşiyor zaman akıp gidiyor ama ben zamanın içinde soyut kalıyor gibi hissediyorum. Kaburgalarımı baskıyla dolduran bir his var açıklayamıyorum, durmadan tökezleyen bir nefesle bir yol yürümek epey zor olsa da elimden geleni yapıyorum, durmadan benden uzaklaşan her şeye yetişmek için çokça çabalıyorum. 

Bir yolun sonuna varmak olmak istediğim her şeye varmak mıdır bilmiyorum ama huzurun kıyısından köşesinden bir şekilde yakalamak istiyorum. 

Ve bunun için aileme, ailem gibi gördüklerime sığınıyorum. 

Hafif nemli saçlarımı tepeden bir topuz yaptıktan sonra bir kaç tutamı salarak yüzüme gelmesine izin verdim. Siyah tenis eteğini ve beyaz kısa kollu tişörtü üzerime geçirdikten sonra siyah, bile üstü çoraplarımı ve beyaz spor ayakkabılarımı da giydim. Siyah bel çantamın içine lazım olan eşyalarımı attıktan sonra parlak rujumu dudaklarıma gezdirip onu da çantama attım ve fermuarını kapatıp taktım. 

Defterimi, kitaplarımı ve bilgisayar çantamı da alarak odamdan çıktım "Emir" diye seslendim nerede olduğunu bilmediğim Emir'i bulmak için "hadi çıkalım artık." Emir, abim ile paylaştığı odadan çıktı ve bana doğru yürümeye başladı, onun da elinde kitapları ve bilgisayarı vardı. "Anahtarını aldın mı?" kapıya doğru yürürken bir an durdum, almamıştım ve nerede olduğunu da hatırlamıyordum. 

Ona doğru döndüğümde arabanın anahtarını elinde tutuyordu "dün bizim odada bıraktın" güldüm ve anahtarı elinden aldım. Birlikte evden çıktık ve asansöre bindik "evin anahtarını aldın değil mi?" beni başıyla onayladı ve zemin katın düğmesine bastı. Emir, bizimle yaşamaya başlamıştı ve o da benim gibi okulunu dondurmuştu. İkimizde gelecek dönem okula devam edecektik ama bu şehirde, artık ikimizde bu şehirde yaşamaya devam edecektik. 

SarmaşıkNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ