32:Kasırga

378 15 3
                                    

Aşk Bir Mevsim, Pinhani
Wait, M83

𓍯

Bir şeyleri hissetmek benim için her zaman önemliydi. Bahsettiğim bir duygu değil, bir his. Rüzgarın saçlarımın arasından geçişini hissetmek, parmaklarımın arasında dalgalanmasını hissetmek. Gökyüzünde parlayan güneşin yüzüme vuruşunu hissetmek ve parmaklarımın arasından geçişini hissetmek. Kahvenin dilimde bıraktığı o ılık tadı hissetmek yada çikolatanın verdiği mutluluğu hissetmek. 

Bir duygu hissetmekten kaçar ve hislere tutunurdum. Beni yaralayan, yaralama ihtimali olan her duygudan sanki ölümden kaçar gibi kaçardım. Sonra durur ve o duygunun beni öldürüp öldürmeyeceğini denerdim. Daha doğrusu o duyguyu hissettiğim insanın bunu yapıp yapmayacağını. 

Yapmayacağını anladığım an durur ve kendimi bana o duyguyu hisseden insana teslim ederdim. Artık o insana mantığımla değil kalbimle ve ruhumla yaklaşırdım. Mantığım bir köşede durur ve beni izlerdi ama bana karışmazdı, öldürücü darbeyi yiyene kadar. Hera bana öldürücü darbeyi vurduğunda mantığım harekete geçmemişti, kalbimdeki iyilik yerine nefretle hareket etmemi beklemişti. Ve ben o nefretle hareket ettiğimde o insana karşı tüm mantığımı yitirmiştim. 

Garson önüme geniş çay bardağını bıraktığında masanın üzerinde duran sigara paketimin içinden bir tanesini çıkardım ve dudaklarımın arasına yerleştirdim. "Teşekkürler" Emir garsona ettiği teşekkürden hemen sonra önündeki çakmağı benim önüme sürükledi ve kendisi de dudaklarının arasına bir sigara yerleştirdi. Sigaramı yaktıktan sonra çakmağı onun önüne geri bıraktım ve çayıma şeker attım. Zihnim dolu değildi aksine her zamankinin aksine fazla boştu ama boşluğun içinde bir ses yankılanıyor ve zihnimin duvarlarına çarpıyordu. Ama ben o sesin ne dediğini duyamıyordum. 

Okulun arka sokağındaki küçük bir kafeye gelmiştik, duvarlarda yeşil çam posterlerinin ve sözlerinin dolu olduğu. Rahatmış gibi görünen ama aslında çok rahatsız olan geniş koltuklar yerine ahşap masalar ve iskembeler vardı. Biz kafenin küçük balkonlarından birisindeydik, kafede yankılanan Fikret Kızılok'un sesini dinlerken balkonun duvarlarına yazılan sözlere baktım. Bazıları sevgilileri ile tarihlerini, bazıları isimlerini, bazıları sosyal medya adreslerini ve bazıları da sevdikleri sözleri yazmışlardı. 

"Kafanı bu kadar kurcalayan ne?" gözlerimi ağırca Emir'e çevirdim ve sigaramdan derin bir nefes aldım, kaşlarım çatılmıştı. "Neden bahsediyorsun?" sigaramın külü uzamamış olsa dahi küllüğe silktim ve çayımdan bir yudum aldım, emir sandalyesinde yayıldı ve bacaklarını açtı. Emir, rahatına düşkün bir adamdı, yayılarak oturmayı severdi. "Dersi dinliyormuş gibi görünüyordun ama aslında dinlemiyordun" diyerek bir tespit yaptı "kafanı kurcalayan bir şey olduğuna eminim, belki anlatmak istemiyorsundur o zaman anlarım ama eğer konuşmak istersen burada olduğumu bil." 

"Şu sıralar yaşadıklarım dışında bir şey düşünmüyorum" babam ile yaptığım konuşmayı, abimin artık geçmişime dair bir şeyler bildiğini, Hera ve Ali'yi düşündüm. Aslında basit gibi görünen ama aslında fazlasıyla ağır olan olayların hepsini üst üste yaşamıştım. Zihnim buna dayanamıyordu, bedenim de artık gücünün son damlalarını yaşıyordu. "Hera konusu" diye konuştu ve sigarasından derin bir nefes çekti, aralarında fazla bir şey geçmemişti hatta Emir, Doğa'ya aşıktı ama yine de bu, kandırıldığı gerçeğini değiştirmiyordu. "Daha öncesinde söylediklerimi hatırlıyorsundur, beni aptal yerine koymasıyla ilgili olanı" başımı salladım "birisini sevdiğini Doğa'dan öğrenmiştim ama o kişinin, bu kadar yakınımızda olduğunu tahmin edemezdim."

Yapığı şeyin farkındaydım, yaptığı sadece sen acı çekiyormuşsun gibi davranma demek değildi. Sadece kafamdaki düşünceleri biraz olsun dağıtmak, konuyu benden olabildiğince almaya çalışıyordu. "Bende edemezdim" güldüm "sana unutamadığı birisi olmadığını, onu çok iyi tanıdığımı söylerken aslında onu hiç tanımadığımı öğrendim."

SarmaşıkWhere stories live. Discover now