28

234 17 7
                                    

Ayın 28'inde 28. bölüm 😌
Happy 28th!!
İyi okumalar, sizi seviyoruz♡

LOUIS' POV.

1 saat sonra

I figured it out

Hâlâ çöktüğüm yerde üstüme yağan yağmurun sakinleştirici etkisine güvenerek oturuyordum. Dizlerim acımaya ve ağlamama rağmen gözyaşlarım akmamaya başlayınca sırılsıklam olmuş pantolonumun cebinden telefonumu çıkardım. Bu halde otobüsle ya da yürüyerek eve dönmem mümkün değildi. Lottie'nin numarasını görünce titreyen parmaklarımı telefonumun ekranında gezdirip mesaj yazmaya çabaladım. Parmaklarım beni yarı yolda bırakınca da ne zaman aradığımı bile anlayamadan kardeşimin sakinleştirici sesini işittim.

"Alo?... Louis?"

"Lottie... Gelip beni alabilir misin? İyi hissetmiyorum."

"Ne? N'oldu?"

"Sadece gel, lütfen, konum atıyorum." Cevabını beklemeden telefonu kapattım. Son kalan gücümü de konum atmaya harcadığım için bitkin düşen bedenimi kaldırıma bıraktım. Kulaklarım uğulduyor, görüşüm bulanıklaşıyordu. Gözlerim kapanınca yitirdiğim bilincimi açacak birini bekledim. O kişinin kalbini kırmış olsam da...

I figured it out from black and white

Bağırışma sesleri ve yerden çekiştirilerek kaldırılmaya çalışmamla araladım gözlerimi. Panik olmuş Lottie etraftan yardım istiyordu anladığım kadarıyla. Gözlerimi açtığımda yanağıma vurarak beni iyice kendime getirmeye çalıştı. Kapısı açık taksiye doğru beni çekiştirdiğindeyse, omzuna yaslanarak ağlamaktan yorgun düşmüş gözlerimi kapattım. Beni binbir zorlukla taksiye bindirmeyi başarınca da şoföre geldiği yolu geri dönmesini söyleyip kafamı dizine yasladı. 10 dakika bile sürmemiş olsa da biraz uyumak, mahkum olduğum karanlığı daha da çekilebilir kılmıştı o an.

Seconds and hours

Eve gider gitmez koltuğa oturmuş ve üzgün bir ifadeyle kollarını aralamıştı benim için. Kafam omzunda, saatlerce sarılıp ağladım. Ben ağladıkça o daha sıkı sarıldı. Hatta öyle ki, Fizzy ve ikizler de bu sarılma merasimine katıldı bir süre sonra. Kimse neden bu halde olduğumu sormadı. Belki de sorsalar konuşamazdım bile. Çünkü cevabı bende de yoktu. Belki aşk, belki kalp kırıklığı, belki de verdiğim cevabın yanlışlığı. Ama her şekilde en büyük suçlu bendim. En başta Harry'le olacağımı düşünerek hata yapmıştım. Şimdi ise o ihtimal, saatlerdir bir kere bile çalmayan telefonumla tasdiklenmiş olmuştu. Sahi, nereye gidecekti? Evi burası değil miydi? Ben değil miydim evi? O zaman evsiz kalınca ne yapacak? Yeni bir ev mi bulacak kendine? Bu sorular aklıma doluştukça üzüntümün yerini amansız bir panik alıyordu işte.

1 hafta sonra

Maybe they had to take some time

Bir haftadır yemek yemiyor, uyumuyor, duş almıyor, sadece ağlıyordum. Ayrıldığımız için değil, hemen iki adım yanımdaki odadan eskiden yükselen keman sesine, ona dar gelen ama benim içinde kaybolduğum ceketlerine, mutfakta sürekli su içtiği bardağa, kullandığı duş jeline, televizyonda sürekli açık duran en sevdiği diziye ağlıyordum. Evdeki herkes ölü gibi yaşadığımı söylüyordu ama insan nefessiz kalınca yaşayamaz zaten. Ben de gün geçtikçe sınırlı oksijenimi de tüketiyordum. Phoebe küçük olduğu için algılayamayıp bana "Harreh nerede abiş?" dedi diye kendimi odama kilitleyişimden bahsetmiyorum bile. Çocuklara yansıtmak istemesem de perişan haldeydim. Sürekli bir mesaj bekliyor, gelen saçma sapan reklam bildirimlerine bile kalbimin çarpmasına engel olamıyordum. Ama belki de biraz zaman almalıydı iyileşmem. Ancak böyle azaltırdık birbirimize duyduğumuz ihtiyacı.

You & IWhere stories live. Discover now