"Zamanımın çoğunda seni düşünüyorum zaten Louis. Tamamen ayrı yerlerde olsak da aklımın seninle dolmasını engelleyemiyorum. Belki de hep senin gibi birini bekliyordum duygularımın olduğunu anlamak için. Sana arkadaşım değilsin dediğimde sensiz işe bile gidemeyecek kadar birleştirmiştim hayatlarımızı. Yani çoktan arkadaştık bile. Sana arkadaşız dediğimdeyse, hoşlantının tavanlarını yaşıyordum aslında. Hayatta kalmak için sana ihtiyaç duyduğum zamansa, sana hoşlandığımı söyledim. Dün seni seviyorum derken de geri söylemesen gerçekten bu şehirde bile kalamazdım."

Ne saçmalıyordu bu? Heyecanlıydı ama neden? Hiçbir şey kafamda tam oturmuyordu. Beni sürekli garip garip yollardan dolaştırıp, varlığını bile bilmediğim sokak aralarından geçiriyordu. Nereye gittiğimizi bilmesem de şaşkınlıktan konuşacaklarını dinlemek dışında bir tepki veremeyecek durumdaydım.

"Ama... Ben de başta bu histen korktum. Birlikteyiz, evet, peki neden çok sorguladım kendimi ve bizi? Her şey çok hızlı bir o kadar da değişik gelişti bana sorarsan. Ne olduğunu anlayamadan kendimi sana kaptırmış buldum. Önce ablam anladı yolunda gitmeyen bi şeyler olduğunu. Sonra annem kafamın karışık olduğunu ima etti sürekli. Şimdi de ben tadına bakıyorum bu eşsiz duygunun." Bana bir kere bile söz hakkı vermemesine dayanamayıp söze atladım.

"Tamam Harry, anladım, aşıksın, ama neden? Neden bana açıklama yapmıyorsun? Tek istediğim dün bana yalan söyleyip hangi cehenneme kaybolduğun. Diğer hiçbir şey umurumda değil. Ne işler çevirdiğini bilmem gerek. Ve çok kötü bir yalancısın, hırsızlık davası ve ayyaş adam öyküsüne inanmadım. İçtiğin ve kafayı bulduğun her halinden belli."

Başta şaşırdıysa da çabuk toparlanarak biraz duraksadı. Sonra tekrar yürümeye başladı. Bir yandan da beni çekiştirmeyi ihmal etmiyordu. Sakinleşmek ister gibi bir nefes aldı ve devam etti.

"Fizzy olayı yalan değildi. Gerçekten Zayn'le konuştum. Devamı için de... hayat bana çok şey öğretti Louis. Bunların içinde ne olursa olsun sevdiğini zor durumlardan kurtarma da var. Sana Fizzy olayında destek olmayı çok istedim. Gerçekten. Ama sen benden uzak durdun. Kardeşin için endişelendiğini biliyorum ama bugün endişelenme sırası bende. İkimiz için endişeleniyorum. Bize bir gelecek görememenden. Yolumuza çıkacak bu gibi engellerin bizi yıldırmasından. Ve en çok da seni eskisi gibi koruyamayacağımdan." Biz ve gelecek mi? Bu çok uzak ve imkansız bir ihtimaldi. Çünkü tanrı aşkına Harry bir bağımlı ve benim kardeşim bağımlılık yüzünden hastaneye yattı. Annem o kimyasal maddelerin yol açtığı iğrenç bir hastalık yüzünden toprak altında. Ben bir kere daha sevdiğimi kaybedersem, işte o zaman ölürüm.

"Evinde olmak istediğini biliyorum bu yüzden sana hissettireceğim her duygu için özür dilemem lazım sanırım. Hayatımızın geri kalanını birlikte hayal edemiyor olsan da ben seni hayat denilen bu yolculuğun treni benim durağımda durup vagonundan inmeye zorlayana dek seveceğim. Sonuna geldiğim yolculuk senin için sürecek olsa da benim ruhumun havada süzülmesi yine senin aşkın sayesinde olacak.  Bunları sana söylüyorum çünkü şimdiye kadar bu ve bunun gibi şeyleri hissetiremediğimi biliyorum. Zayn ve Liam birbirine bakarken senin onlara imrenerek baktığını, onların içinde olduğu huzurda senin de yerinin olmasını istediğini, aralarına hiçbir şeyin giremeyeceğini düşündüğünü..." Oops, sanırım gerçekten bu işin sonu ayrılığa gidiyordu. Gitmiyorsa bile gitmesini dilerdim. Çünkü bu konuşmanın sonu iki şeye gider; ya sorun sende değil bende gibi bir ayrılığa, ya da...

"İşte dün de bu yollardan geçtim ama tek fark, bu sefer birlikteyiz." Yavaşlayarak birkaç adımdan sonra market ve fırın gibi sıradan dükkanların olduğu bir sokakta durdu. Yüzünü bana dönerek konuşmaya devam etti.

"Her şeyi doya doya yaşamak istedim dün, yapacaktım da, ama bunun için gerçekten sana ihtiyacım var. Sensiz bir hayata yaşamak diyemiyorum ben. Şimdi, telefonundan haritaları açıp yürüdüğümüz rotayı bul. Ama bakma olur mu? Yoksa büyü bozulur." Göz kırpmasıyla gözümün önünde parmak şıklatılmış gibi bir etkiyle kendime geldim. Hemen silkelenerek dediği uygulamayı açtım. Yürüyüş rotamızı gösteren kısma tıklayınca  bakmama müsaade etmeden küçük bir öksürükle dikkatimi kendine çevirdi.

"Dünden beri herkesi seferber edip uğraştığım şey şu an elindeki telefonun ekranında duruyor ve aslına bakarsan tepkini görmek için can atıyorum, ama ondan önce," derin bir nefes alıp ciğerlerimde sakladım. Şu an o nefese bile ihtiyaç duyuyordum yaşamak için.

"Sevgilim, sana çok aşığım, öyle ki başka hiçbir şeye odaklanamıyorum. Bu, başa çıkabileceğim bir şeymiş gibi gelmişti ama duygularım seni her gördüğümde güçleniyor. Bir sınırı olmalıydı değil mi? Yok. Duygusuz huysuzun tekiyken en güçlü duyguyu, aşkı tanıttın bana. Başta kabul etmek istemedim çünkü kendimi sana kaptırmaktan korkuyordum. Şimdiyse diyorum ki iyi ki akışına bırakmışım, sensiz olamayacağımı anladım. Batan bir teknenin içinde yapayalnız zamanımın dolmasını bekliyordum, sensiz hayatta kalamazdım. Ama birlikteyiz ve her şey yolunda. Şimdi hayat kurtarma sırası bende ve seni evinde hissettireceğim. Hayatımızın sonuna kadar bu huzurda yaşamak için," sandığım şey yaşanırsa vereceğim cevaptan dolayı kendimi asla affedemezdim. Elimde sıkı sıkı tuttuğum telefonu kafasıyla işaret edince hemen kafamı çevirip ekranda görünen yazıya baktım. 'Benimle evlenir misin?' yazmıştık yürüyerek. Ayaklarımızın bastığı yollardan geçerken aklıma bu ihtimal hiç gelmemişti bile. Ama şimdi, burada, o soruyu sormasını ve bana çok kızmamasını beklemekten başka çarem yok gibi duruyordu.

Tek dizini yere dayıyarak ceketinin cebinden kadife bir kutu çıkardı. Kutunun içindeki yüzüğü görünce tuttuğum nefesi seslice dışarı verdim. Üstündeki narin taş ve benim parmağıma uyacak çekilde sıkılmış olan demiri aklımdaki cevabı değiştirme güdüsü uyandırsa da düşünmeme fırsat vermeden o soruyu sordu,

"Benimle evlenir misin Louis William Tomlinson?"

Elindeki kadife kutuyu iyice bana doğru ittirip cevap bekleyen gözlerini mavilerime dikti. Benim gözlerimse ceketinin kıvrık kollarından görünen nikotin bandına gitti önce. Sonra biraz aşağısındaki şırınga izlerine baktım. Dün evden gittiğinde olmuş olmalıydı hepsi. Burnunu çekmesiyle gözlerim ucunda beyaz toz kalmış burnuna yönlendi. Ardından kıpkırmızı olmuş, yeşilleri boş bakan gözlerine. Hâlâ benden cevap beklerken titreyen ellerindeki kadife yüzük kutusuna ve içindeki alyansa baktım. Takımının her yerindeki alkol lekeleri, cevabını çoktan bildiğim soruyu acımasızca yanıtlamaya itiyordu beni.

Gözümden bir yaş düşerken, göz kapaklarımı yanan gözlerime örttüm. Ve bir damla daha yaş eşliğinde sorusunu cevapladım.

"Hayır."

Bu kadardı. Harry'i düştüğü karanlıktan çıkaramamış, kendimi de o kapkaranlık boşlukta boğmuştum. O da gözünden akan bir damla yaşla ayağa kalkıp hiçbir şey demeden arkasını dönüp gitti. Ne bir hoşça kal, ne de sonra görüşürüz. Nedenini bile sormadı, ben uzaklaşan bedenini izlerken dizlerimin üzerine düşüp hıçkırarak ağlamaya başladım. Boğazımdan çıkan hıçkırıklar boş sokağı sararken ellerimi yüzüme siper ettim. Gökyüzü de bizim ayrılığımıza kederlenmiş gibi Londra'yı kaplayan kapkara bulutlarından bir damla düşürdü yüzüme. Yavaş yavaş ağlamaya başlayan gökyüzü ve çoktan yüzü sırılsıklam olmuş ben, daha da bilinçsizleşiyorduk zaman geçtikçe. O an tek bildiğim şey, artık benim olmayan o adamın giderken hayatımdaki bütün iyi şeyleri de peşinde götürdüğüydü.

››››

👀
8. Bölüm'den itibaren tüm bölümlerde arada italik yazılan kelimeler vardı, hepsinin birleşimi Harry'nin evlilik teklifi konuşmasını oluşturuyor ve bu yüzden de konuşmanın hepsi italik. Neler hissettiğini yavaş yavaş fark etmesine gönderme olarak yaptık ayrıca bir Sherlock kurgusu bulmacasız olmazdı. Sonraki bölüm final bir de Epilogue gelecek. 💌

You & IWhere stories live. Discover now