BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadı...

By Humeyra2882

484K 44K 8.5K

NOT: Mavi Kubbeler/ Yalnız Prens hikâyesinin devamıdır. Ayrı ayrı okunabilir, karakterler ve mekan farklıdır... More

BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21 '' SON''
BÖLÜM 22 ( Savaşçı Kadın ve Kralın Şehri- İkinci Kitap)
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
BÖLÜM 27
BÖLÜM 28
BÖLÜM 29
BÖLÜM 30
BÖLÜM 31
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34
BÖLÜM 35
BÖLÜM 36
BÖLÜM 37
BÖLÜM 38
BÖLÜM 39
BÖLÜM 40
BÖLÜM 41
BÖLÜM 42
BÖLÜM 43
BÖLÜM 44
BÖLÜM 45
BÖLÜM 46
BÖLÜM 47
BÖLÜM 48
BÖLÜM 49
BÖLÜM 51
BÖLÜM 52
BÖLÜM 53
BÖLÜM 54
BÖLÜM 55
BÖLÜM 56
BÖLÜM 57
BÖLÜM 58
BÖLÜM 59
BÖLÜM 60
BÖLÜM 61
BÖLÜM 62
BÖLÜM 63
BÖLÜM 64
BÖLÜM 65
BÖLÜM 66
BÖLÜM 67
BÖLÜM 68
BÖLÜM 69
BÖLÜM 70
BÖLÜM 71
BÖLÜM 72
BÖLÜM 73
BÖLÜM 74
BÖLÜM 75
BÖLÜM 76
BÖLÜM 77
BÖLÜM 78
BÖLÜM 79 (FİNAL)
Yazarınızdan sizlere önemli bir soru
Ben Geldim!

BÖLÜM 50

5.5K 467 46
By Humeyra2882

Şehrin Batı kısmı harabelere dönmüştü. Binalar yıkılmış, eşyalar yollara saçılmıştı. En kötüsü de insanların yardım çığlıkları tüm şehri etkisi altına almıştı. Doktorlar ve hemşireler onlarla ilgilenirken yıkık betonların üzerinden geçip ilerlemeye ve tahribata neden olan şeye doğru yürümeye başladık. Gözlerim Werner'ı arıyordu, şuan ona çok ihtiyacım vardı. Bu kulağa bencilce geliyordu, onca insanın da ona ihtiyacı vardı fakat bu histen kurtulamıyordum.

Werner beni saraydaki insanlarla ilgilenmem için bıraktığından beri yanımda olmasını diliyordum. Ayrıca dışarı çıkmak ve neler olduğunu ve ne kadar kaybımız vardı görmek istemiştim ama bunu tek başıma yapamazdım. Bu yüzden Werner beni yanına çağırana dek sarayda diğer insanlarla birlikte kalmıştım.

Şimdi ise onun yanına doğru giderken Jonny ve Oliver yanı başımda durup beni koruyordu. Gözlerimi aşağıya indirmek istemiyordum ama bembeyaz karın üzerindeki kırmızılıklar yine de dikkatimi çekiyor ve midemi bulandırıyordu. Sayısı belli değildi ama birçok insan düşen ateş topları yüzünden hayatını kaybetmişti. Bulunduğum bölgede yaralılar hala buradaydı, kimi yere oturmuş ağlarken kimi de etrafı boş gözlerle izliyordu ama ölenler çoktan askerler tarafından toplanmış gibi gözüküyordu. Bunun Werner'ın işi olduğunu biliyordum. Onları görmemem için muhafızlara emir vermiş olmalıydı.

Yumruk olmuş ellerimi cebime koyup yürürken paniğimi dışa vurmamaya çalışmak çok zordu. Az önce kıyamet başlamıştı sanki. Birçok insan da sonlarının geldiğini düşünüyordu. Onlara göre Tanrı büyük bir yıkım göndermişti. Asıl gerçeği bilseler muhtemelen daha da kötü bir durum oluşurdu fakat bilmeleri gerektiğini düşünüyordum. Çünkü beni endişelendiren başka bir konu daha vardı. Saraydayken birkaç provokatörle karşılaşmıştım. İnsanlara kıyametle ilgili şeyler anlatıyor ve onları daha da korkutuyordu. Birkaçını tutuklayıp insanlardan uzaklaştırmıştık ama karınca gibiydiler. Her yerden çıkıyorlardı. Kalbim onarın da korktuğu için bunu yaptığını söylerken, mantığım sadece insanları ayaklandırmaya çalıştıklarını bağırıyordu. İkinci seçenek daha uygundu bana göre, yine de emin olmalıydık. Diğer emin olmamız gerek konu ise kimin tarafında olduklarıydı.

İlerlerken gözlerime küçük taburelere oturtulmuş bir düzine çocuk takıldı. Üzerlerinde kalın battaniyeler vardı ama üşüdüklerini anlamak zor değildi. Yanlarından geçerken durup onlara bakmaya başladım. Korkuyla büzüşmüş bedenleri ve sulu gözleri kalbimi acıtmıştı. Arkamdaki diğer muhafızlara döndüm ve '' Onlar neden burada?'' diye sordum hızla.

''Majesteleri, ölen aileleri götürülürken görmemeleri için onları burada topluyorlar. Aileleri götürüldükten sonra muhafızlar onların da güvenli bir yere gönderiyor.'' Dedi Jonny'nin yanındaki muhafız. Tanımıyordum ama genç biriydi, uzun boylu ve bembeyaz bir teni vardı.

''Burası çok soğuk, ilgilenin onlarla'' dedim hızla. Muhafız kafa sallarken çocukların başında duran muhafızlara doğru yürüdü ve emrimi iletti. Saniyeler geçmeden çocuklar tek tek ayağa kaldırıldı ve saraya doğru yönlendirildi.

Fakat hiç beklemediğim bir şey oldu. Ağlayan çocuklardan biri yanıma koştu ve ayaklarıma sarılıp ağlamaya devam etti. Kalbim acıyla kasılırken ne yapacağımı bilmez halde donup kaldım. Bacaklarımı tutan kolları sıkıydı, sanki onu korumam için bana yalvarıyor gibiydi. Midem yeniden bulandı, korkusunu kalbimin en derinliklerinde hissederken kardeşlerimin burada olmadığına şükrederken buldum kendimi. Bu düşüncem kendimden nefret etmeme neden oldu.

Muhafızlar bana doğru ilerlerken elimi kaldırdım ve onları durdurdum. Gözlerim hala çocuğun küçük bedenindeydi. Çocukta ciddi yaralar yoktu, yüzü ve kolu çizilmişti ama koşabildiğine göre hayati tehlikesi olma ihtimali sıfırdı. Yine de korkuyla yere eğildim ve vücudunu gözden geçirirken '' Canın acıyor mu?'' diye sordum.

Çocuk kolunu gösterirken ''Burası acıyor'' dedi ağlayarak.

Kolundaki yara büyük değildi ama o bir çocuktu ve kan görmek bile onun canını yakabilirdi. Düşünmeden kollarımı omzuna sarıp onu kendime çektim ve ''Merak etme, doktorlarımız seni hemen ayağa kaldıracak'' dedim. Çocuk hızla kollarını boynuma doladı ve göğsüme sığındı. Bu narin hali daha da kötü hissetmeme neden oldu. Suçluluk duygusu tüm vücudumu ele geçirirken ağlama isteğimi yeniden geri plana atmak için çabaladım.

Çocuk burnunu çekerken '' Annemi beyaz bir örtüye koyup götürdüler, bana da burada beklememi söylediler. Önce onu mu iyileştirecekler?'' diye sordu masumca. Gözleri masmaviydi, yüzü hafif tombuldu ve sanırım dokuz yaşlarında bir erkek çocuktu.

Masum sorusu nefesimi keserken bir bahane üretmeye çalıştım. Ölenler beyaz bezlere sarılıp gömülmeden önce saraydaki bir odaya götürüyordu. Ona annesinin öldüğünü asla söyleyemezdim. Açıkçası şuan herkese yalan söylemek için çok doğru bir zaman olduğunu düşünüyordum, halkıma yalan söyleyecektim. Daha yeni kraliçe olmuşken yalanlar da beraberinde gelmişti.

Gülümsemeye çalıştım ve ''İsmini öğrenebilir miyim?'' diye sordum.

Çocuk burnunu çekti ve '' Archie '' diye cevap verdi.

Çocuğun alnını okşarken '' Tamam Archie, şimdi seni muhafızlardan biri doktora götürecek. Orada sana çok iyi bakacaklar ve hemen iyileşeceksin tamam mı?'' diye sordum.

Çocuk kafasını sallarken ayağa kalktım ve az önce konuştuğum muhafıza doğru dönüp ''Onu revire götür'' dedim.

Muhafız çocuğun elini tutarken ''Gel bakalım Archie, revire gidip şu kolunu iyileştirelim.'' Dedi. Çocuk benden ayrılmak istemeyince '' Uslu durursan sana kurutulmuş Güney çileğinden veririm'' dedi muhafız yeniden. Son cümlesini sessizce söylerken sanki gizli bir iş peşindeymiş gibi davranıyordu.

Çocuk hemen güldü ve ''Uslu duracağım'' dedi. Daha neler olduğunun farkına bile varmayacak kadar küçüktü. Hemen kanmıştı muhafızın sözüne. Bu onun için en iyisiydi.

Yürümeye yeniden başladığımda birkaç kişi daha yanıma gelip ne yapacağız diye sormuştu. Onlara sakin kalmalarını yakında her şeyin düzeleceğini söyledim. Kraliçe olalı daha birkaç gün olmuştu ve nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Sıkıntıyla nefes verdim ve Jonny'nin gösterdiği yöne doğru yürümeye devam ettim. Dakikalar sonra Werner'ın geniş ve yapılı vücudunu görebiliyordum. Harabeye dönüşmüş evlerden birinin yıkıntılarından oluşmuş tepeciğin üstüne çıkmıştı ve yere doğru bakarken göremediğim bir şeyi inceliyordu. Yanında Duncan ve birkaç muhafız daha vardı.

Geldiğimi fark ettiğinde tepeden indi ve ''Nasılsın?'' diye sordu.

''İyiyim, ne buldunuz?'' diye sordum sakince. Aslında deli gibi çığlık atmak ve buradan kaçmak istiyordum ama bunu yapmadım.

Werner elimi tutup beni tepeciğin üzerine çıkarttı ve odaklandıkları şeyi bana gösterdi. İyice yere doğru gömüşmüş olan şey simsiyahtı ve üzerinden dumanlar çıkıyordu. Ne olduğunu anlamasam da kokusu yanmış plastiğe benziyordu ama erimediğine göre plastik olamazdı. Korkuyla neredeyse iki metrelik nesneye bakakaldım. Gökten yağan şey muhtemelen makinenin parçalarından biriydi.

Endişe beni ele geçirirken ''Makinenin parçası mı bu?'' diye sordum hemen.

''Aşağıya inmek için biraz daha soğumasını bekledik ama muhtemelen makinenin parçalarından biri. Şu üstündeki erimiş tabakayı görüyor musun? O plastik olmalı ama tamamen erimediği için altında demir veya çelik var. Yine de yakından bakmamız gerek'' dedi ceketini çıkarırken.

Onu izlerken ne yapacağı kafama dank etti. ''Bekle, sen bakmayacaksın değil mi?'' diye sordum korkuyla. Onun o şeye dokunmasını istemiyordum.

''Majesteleri, kraliçemiz haklı. Lütfen benim inmeme izin verin'' diye araya girdi Duncan. Sesi kuvvetliydi ve bunu kendisinin yapması gerektiğini biliyordu.

''Werner, başka biri bakabilir'' dedim bencilce. Onu koruma içgüdüm devreye girince diğer hiçbir şeyi umursamadığımı fark ettim o an. Ama makineyi bilen ve tamirinde bana yardımcı olacak tek kişi de oydu.

Werner ceketini yere bırakırken '' Sakin ol, hiçbir şey olmayacak'' dedi ve yavaş yavaş yere gömülmüş olan şeye doğru inmeye başladı. Dikkatli iniyordu ama her an kayıp düşecek diye ödüm kopuyordu. Neyse ki korktuğum şey olmadı ve inip gözlerini bize dikti. Duncan ona bir nacak ve kılıç attı.

Werner yere düşen nacağı alıp yavaşça siyah nesneye değdirdi. Ardından biraz daha sert hareketlerle nesneye vurmaya başladı, ta ki sert bir ses gelene dek. Werner bu sefer kılıcını alıp erimiş tabakayı kesmeye başladı.

''Tam da düşündüğümüz gibi, üzeri plastikle kaplı ama içinde çelik var'' dedi kılıcıyla çeliğe vururken.

Korku kalbimi ezerken '' Tamam artık çık oradan'' dedim hızla.

Werner bu sefer sözümü dinledi ve dikkatlice tırmanıp yukarı çıktı. Elleri biraz kirlenmişti ama buna rağmen sağ elini sarıp varlığından güç almaya çalıştım. Ona bir şey olmasını asla istemiyordum. Werner yerdeki ceketini alırken bile elini bırakmadım.

Werner ''Duncan, bir saat içinde toplantı yapacağız, diğerlerine haber ver'' diye emir verdi ardından tümsekten dikkatlice inip yürümeye başladık. Yürürken diğerleri bizden biraz uzaktaydı, sanırım biraz mahremiyete ihtiyaç duyduğumuzu biliyorlardı.

''Makineden düşmüş olmalı'' dedi Werner düz bir sesle. Gözlerimi ona dikip nasıl bu kadar sakin durabildiğini anlamaya çalıştım. Omuzları ve yüzü sertti. Sanki dünya yıkılsa bile böyle kalabilecekmiş gibi hissettiriyordu.

''Ben de öyle düşünüyorum ama bana çok mantıksız geliyor Werner. Gökyüzüne baksana sadece bulutlar var. Makinenin gökyüzüne kadar uzanıyor olması... Bana imkansızmış gibi geliyor. Sanmıştım ki... Makine bir köşede duruyor ve bozuk. Gidip onu tamir edeceğiz o kadar ama az önceki olaya bakınca. Gökten çelik yağması... Bilemiyorum, oraya uzanmamız imkansız. Eğer parçalanma başladıysa, geri dönüşü de olmaz'' dedim korkuyla.

Werner olumsuz anlamda kafa sallarken '' Eski insanların teknolojileri çok gelişmiş Sierra. Yok olmalarına bu sebep oldu zaten. Bana da mantıksız geliyor ama olmayacak bir şey değil kesinlikle. Ayrıca şansımız tükenmiş değil, annenin bir fikri olabilir Sierra'' diye cevap verdi. Aslında haklıydı. Annemi uyandırıp olanları anlatsak bir çözümü olabilirdi ama sorun da buydu. Onu iyileştirmek kolay değildi.

Sağ elimle yüzümü ovuştururken ''Werner biz...'' diye söze başladım ama sözümü kesip ''Biliyorum, yola çıkmamız gerekiyor'' dedi hızla.

Ona döndüm ve gökyüzünü seyreden yüzünü inceledim. Biraz daha dikkatli bakınca sert çehresinin arkasını görebildim. Yorgundu, gözleri kızarmış ve yüzü sararmıştı. Olanlar ona da fazla geliyordu. Kime gelmezdi ki! Gökten alev topları yağmıştı!

Yavaşça yutkundum ve '' İyi misin?'' diye sordum.

Bana döndü ve '' Fırtına durmuşa benziyor, eğer yine başlamazsa yarın sabah yola çıkarız. Batı'ya ulaşınca bir gün orada alır ve erkenden tesislere ilerleriz. Anneni iyileştirecek olan ilacı alırız ve onu iyileştiririz'' dedi hızla.

Bir an nefessiz kalsam da ''Werner, bana bak'' dedim hızla.

Werner bana döndü ve '' Ne oldu?'' diye sordu.

Endişeyle yüzünü kavradım ve '' Söyle bana gerçekten iyi misin?'' diye sordum.

Werner bir an kaskatı kesildi ardından pes etmiş gibi yavaş yavaş gözlerini kapatıp '' Hayır... Pek değil'' diye fısıldadı.

Kalbim acıyla dolarken güçlü kalmak için verdiği savaşı iliklerimde hissettim. Kraldı ama aynı zamanda da bir insandı. Korkuları, endişeleri vardı. Kaskatı, hiçbir şey yokmuş gibi durmak ne zordu kim bilir. Ona olan sevgim artarken ellerimi yüzünden çektim ve '' Duncan, toplantı iki saat sonra olacak'' dedikten sonra onu saraya doğru yönlendirmeye başladım.

Werner '' Sierra, toplantıyı hemen yapmamız gerek'' dedi ama onu dinlemedim. Herkesi iyi edeceğim diye kendine zarar vermişti ve biraz rahatlaması gerekiyordu. Konuşmadık yol boyunca, etrafta bizi durduracak pek insan da kalmamıştı. Sanırım sığınıklara veya saraya götürülmüş olmalıydılar. Yeniden başlama korkusu herkesi saklanmaya mecbur etmişti.

Saraya girer girmez etrafta koşuşturan insanları görmezden gelerek kral ve kraliçenin katına çıktık. Muhafızların birkaçı hala odamızın kapısında duruyordu. Onu doğruca odasına götürdüm ve içeri sokup kapıyı kilitledim. Evet, Werner dediğini yapıp kapıya kilit takmıştı ama şuan nedenini düşünmek beni güldürmüyordu. Onu yatağa oturttum ve ceketini çıkarıp köşeye attım.

''En son ne zaman yemek yedin?'' diye sordum.

Werner elleriyle yüzünü ovuştururken '' Sabah sanırım'' dedi.

Neredeyse hava kararıyordu ve saatlerdir aç bir halde oradan oraya koşuşturmuştu. Hızla geri dönüp kapıyı açtım ve muhafızlardan birine '' Aşağıya in ve yiyecek herhangi bir şey alıp gel'' dedim. Muafız emredersiniz derken hızla kapıyı kapattım.

''Sierra, endişelendiğini biliyorum ama ben iyiyim'' dedi ve ayağa kalkmaya çalıştı. Yanına gidip onu geriye doğru itekledim ve yatağa yeniden oturttum. Sonra üzerindeki gömleği çıkarıp yere attım. Diğer kıyafetleri de kirlenmişti ve bazı yerlerinde kan vardı. Pantolonunu da çıkarttıktan sonra onu ayağa kaldırıp banyoya götürdüm. Sıcak su her derde devaydı benim için. Ses çıkarmadan onu duşa sokmamı ve duşun kenarına oturtup yıkamama izin verdi. Gözleri kapalıydı ama omuzları rahatlamaya başlamıştı.

Kapı çalınca onu birkaç dakikalığına yalnız bıkıp gelen yiyecekleri aldım ve masaya bırakıp yeniden banyoya girdim. Werner başını duvara yaslamış öylece suyun altında duruyordu. Bir an kalbim tekledi, yüzü... Acı içindeydi. Sanki büyük bir ızdırap çekiyor gibiydi. Suyun kıyafetlerimi ıslatmasını umursamadan çömelip yüzünü kendime çevirdim ve onu göğsüme çekip sarıldım. Werner başını boynuma yaslarken kollarıyla belime sıkıca sarıldı ve dakikalarca o şekilde durdu. Güçlü Werner'ım tıpkı bir çocuk gibi kırılgandı şuan. Bu halini ilk kez görüyordum.

Ne kadar geçti bilmiyorum ama Werner geri çekilip beni öptü. Öpücüğü çok narindi ve sanki minnettarlığını bu şekilde gösteriyordu. Ben de olanları bir kenara bırakıp şuana odaklandım. Bedenim aklımı esir aldı ve hüzün hiç değilse bir süreliğine yok oldu.

Korkularımızı ve hüznümüzü yenene dek orada vakit geçirdik. Suyu boşa harcadığımızı umursamadığım tek gün buydu herhalde. Tıpkı benim gibi o da beni yıkadı, kollarıyla sardı ve sevgisini en içten bir şekilde gösterdi. Ardından beni yumuşak havlulara sarıp odaya geri getirdi ve yatağa oturttu. Sonra ise masadaki yiyecekleri alıp yatağa geldi ve ''Bir şeyler yemeye çalış'' dedi.

Onu onaylarken yatağın baş kısmına kadar ilerleyip yaslandım ve onu da yanıma çağırdım. Hiç itiraz etmeden yanıma geldi ve beni göğsüne çekip tepsiyi bacaklarımın üzerine koydu. Tabaktakilerden yerken Werner'ın kollarında huzur buldum.

''Teşekkür ederim'' diye fısıldadı Werner kulağıma.

Başımı kaldırıp ona baktım ve '' Ne için?'' diye sordum.

Islak saçlarımı geriye doğru itti ve '' Kötü durumda olduğumu anlayıp beni iyileştirdiğin için'' dedi yine fısıltıyla. Hissettiğim duyguların yoğunluğu yüzünden nefesim kesildi ve bu derin bir nefes almama neden oldu.

Anlayışla gülümsedim ve ''Unuttun mu ben senin karınım. Eşlerin görevi budur'' diye cevap verdim.

Werner çenemi okşarken ''Evet, öylesin... hala inanmakta zorluk çeksem de. '' dedi.

Kaşlarımı kaldırıp ''Neden öyle dedin?'' diye sordum hızla.

Werner omuz silkip ''Beni affedeceğini ve karım olacağını hiç düşünmezdim. Hatta yıllarca küçüklük fotoğrafına baktığım kızın kollarımda, eşim olarak duracağına da inanmazdım. Hayal etmedim değil tabii... Senin büyümüş halini düşünürken bile... Farklı duygular hissediyordum ve şimdi buradasın. Küçük, tombul yanaklı kız çocuğu benim yanımda ve Kuzeyin kraliçesi'' dedi.

Hüzün tüm kalbimi kaplarken sevgi de ona eşlik ediyordu. Küçüklük fotoğrafıma bakarken neler düşündüğünü deli gibi merak etsem de bunu ona sormayacaktım. Az çok tahmin ediyordum. Yalnızdı ve birine ihtiyacı vardı. O da küçük bir resme tutunmuştu.

''Werner'' diye fısıldadım ister istemez. Diyecek bir şey bulamıyordum ve elimden bir şey gelmiyordu. Durumumu anladı ve kollarını da da sıkı sardı.

''Biliyorum'' diye fısıldadı o da.

Bir süre sonra ayaklandık. Önce giyindik, giyinirken Werner toplantıda neler konuşacağını anlattı. O yokken burada Duncan yetkiliydi. Onun da olası bir alev topu yağmuruna karşı tetikte olması gerekiyordu. Doktorlar ve hemşirelerin düzenini sağlamalı ve insanları sakinleştirmeliydi. Bunları nasıl yapardı bilmiyorum ama yarın sabah Batıya giderken her şeyi Duncan'a bırakacaktık.

Toplantı odasına giderken daha iyi durumdaydık. Kendimizi toplamıştık ve güç kazanmıştık. Şimdi ise savaşa hazır muhafızlar gibiydik. Bunu birlikte olduğumuz için başarmıştık, ikimizde ihtiyaçlarımızın ne olduğunu biliyorduk ve birbirimize yetiyorduk.

Toplantı büyük bir salonda yapılıyordu ve henüz kimse gelmemişti, sanırım biraz erken davranmıştık. Bu yüzden odaya girip etrafı incelemeye başladım. Salonun duvarları haritalarla ve tablolarla kaplıydı. Köşelerde satranç denilen akıl oyununun taştan heykelleri vardı. Heykeller neredeyse benim boyumdaydı ve odaya ayrı bir hava katmıştı. İçeri girer girmez heykellerden birine gidip elimi beyaz taşa değdirdim. Pürüzsüz yüzeyi elimi gıdıklamıştı.

''O bir vezir'' dedi Werner.

Vezir diye geçirdim içimden. Babamın getirdiği kitaplardan birinde bu heykellerin aynısını görmüş ve babama bunların ne olduğunu sormuştum. Babam da bana oyundan bahsetmişti. Oyun ilgimi fazlasıyla çekmişti o zamanlar. Babam da bunu gördüğü için kralın şehrine gidince bana bu oyundan getirmeye söz vermişti ama sözünü tutamamıştı. Ne satranç oyunu ne de kendisi geri dönmüştü. O zamandan beri bu oyunun nasıl oynandığını merak edip durmuştum.

Gözlerimi diğer taşlara doğru çevirirken''Neden buradalar'' diye sordum.

''Burası savaş odası Sierra, onlar bizi ve askerlerimizi temsil ediyor.'' Diye cevap verdi.

Elimi heykelden çekip ''Oynamayı biliyor musun?'' diye sordum birden.

''Evet, bir gün sana öğretmemi ister misin?'' dedi Werner.

Ona döndüm ve kafamı salladım. O sırada kapı açıldı ve içeri eski kraliçe, Duncan, Jonny, Arthur ve Oliver girdi. Onların arasında Boris ve Arron'u görmek şaşkına çevirmişti beni. Hızla Arron'un yanına gittim ve ona sarıldım.

Arron minnetle kollarını bedenime sardı ve '' Ah Sierra, iyi misin kızım?'' diye sordu. Gözlerim dolarken geri çekildim ve tatlı yüzüne bakarken '' Ben iyiyim, diğerleri nasıl?'' diye sordum hemen. Yaralanmamış olası beni fazlasıyla mutlu etmişti.

Arron nazikçe kafasını sallarken '' Herkes çok iyi merak etme'' diye cevap verdi. Onu onayladıktan sonra Boris'e döndüm ve '' Onu nasıl buraya sokabildiniz? Ya birisi görmüşse?'' dedim hemen.

Kraliçe '' Akıllıca konuştuğun nadir anlardan biri bu Sierra.'' Dedi ardından Werner'a dönüp '' Onu oradan çıkarmak büyük hataydı'' dedi ve yürüyüp yuvarlak bir masanın etrafına yerleştirilmiş sandalyelerden birine oturdu.

Boris ''Etraf fazlasıyla karışık, kimse beni fark etmedi'' dedi ve bana doğru gelip başıyla selam verdi. Hızla ileri atıldım ve ona da sarıldım. Bunu beklemediği için birkaç adım geriye gitti ama hemen toparlanıp kollarını babacan bir biçimde bana sardı. O bana bir amaç verip yıllarca karnımı doyurmamı sağlamıştı. Ona soğuk davranmam imkansızdı.

Kraliçe öksürünce geri çekildim. ''Oturun'' dediği zaman da ister istemez onu dinledim.

Konsey yoktu, diğer soylular da yoktu. Sadece makineyi bilen ve bu uğurda yıllarca çalışan insanlar vardı. Konuşma Duncan'ın durum bilgilendirmesiyle başladı. Düşen alev topları yüzünden Batı kanadı harabeye dönmüştü ve neredeyse yüz'e yakın inan ölmüştü. Sayıyı duymak kalbimi acıtmış ve midemi bulandırmıştı. Ölenler arasında çocukların da olması ise... Öldürücü darbe gibiydi benim için.

İyi haber ise sığınaktakiler ve şehrin diğer kısımları hala iyiydi ve sadece Batı kanadına düşmüştü alev topları. Bu da makinenin tamamen harabeye dönmediğini gösteriyordu, hala bir şansımız olabilirdi. Duncan eğer biraz zorlarsak yiyecek stoklarının beş aya kadar yeteceğini söyledi. Seralar da zarar görmemişti, onlar sayesinde bu süre üretmeyi başardıkları sürece uzayabilirdi. Ayrıca olası bir savaş durumu için ordunun da hazırlanmaya başladığını dile getirdi. Olası savaş durumunu duyunca bir an korkup kasıldım.

''Ne demek istiyorsun?'' diye sordum hızla.

Duncan bana döndü ve '' Gökten metal yağdı ve bazıları Kuzeyin dış surlarına zarar verdi. Hemen tamire başladık ama en az iki haftalık iş var ve eğer bu çete liderleri tarafından öğrenilirse bize savaş açabilirler çünkü şehre girmeleri kolaylaştı. Onlara bu fırsatı vermemek için olağanüstü hal ilan etmeliyiz.'' Diye cevap verdi.

Hızla Werner'a döndüm ve bir şeyler söylemesini bekledim. Savaş açmaları bizim için kötü olurdu. Hem de fazlasıyla ama bu bir ihtimaldi öyle değil mi? Yani olmama gibi bir durumu da vardı.

''Haklısın, olağanüstü hal ilan edilmeli. Siviller tamir gerçekleşene kadar sığınakta kalmalı.'' Dedi en sonunda Werner.

Boris araya girip '' Bazı adamlarım tamir işinde çok iyi, sizinkilere yardım edebilirler. Ayrıca neredeyse hepimizin eli silah tutuyor. Bizde burayı koruyabiliriz.'' Dedi.

Werner bir süre onu inceledi ardından '' Adamlarına güveniyor musun? Aralarında casus olmadığından emin misin?'' diye sordu.

Boris alınmış gibi yüzünü astı ve '' Yıllardır çetelerin arasında eziyet çektik. Tam kurtulduk derken yer altında bir yere kapatıldık ama sesimizi çıkarmadık. Hala bizden şüphe mi duyuyorsunuz?'' diye sordu.

Werner kafasını sallarken '' Tamam, en güvendiğin adamları surlara gönder. Diğerlerinin de Duncan'ın birliklerine katılmalarını sağla. '' dedi.

Boris '' Surlara adam göndereceğim ama diğerleri için farklı planlarım var'' dedi yavaşça.

Duncan araya girip '' Nasıl planlar bunlar?'' diye sordu.

Boris derin bir nefes alıp '' Biz gizlenmeyi de çok iyi biliriz. Çeteler saldırırsa biz takviye güç olarak birden bire ortaya çıkıp onları şaşırtabiliriz. Elbette Kuzey dağlarındaki yandaşlarda burada olsa fena olmazdı'' dedi.

''Oradaki adamlardan biri yalan söyledi bize'' dedim hızla. Başlarında duran kişi isminin Anton olduğunu ve ekibi yönettiğini söylemişti ama ekibi yöneten kişi bir kadındı.

''Evet, doğru ama bu onlara ihtiyacımız olduğu gerçeğini değiştirmiyor'' diye cevap verdi Boris. Çeteler güçlüydü hem de fazlasıyla ama biz de onlar kadar deneyimliydik. Yenilmemek için her şeyi yapacaktık.

''Onlar son çare olarak düşünülecek. Kimseyi tehlikeye atamam'' dedi Werner. Ardından ''Sen planlarını Duncan'a açıkla, onunla birlikte hareket et. Biz de bu sırada Batıya gidecek ve işleri yoluna koymaya çalışacağız'' dedi Werner.

Bir saat daha orada kaldık ve konuştuk. Her şeyi düşünmüşlerdi... Savaş, açlık ve hastalık. Burası Kuzeydi hastalık pek yaşamazdı ama açık yaradaki enfeksiyonlar ilerleyebiliyordu. Fiona enfeksiyonlara merhem ve ilaç yapıyordu ama ona yardım eden kişi sayısı da azdı. Bu yüzden ona yardımcı olacak kişiler görevlendirilecekti.

Toplantı bittikten sonra herkes işine döndü. Biz ise odamıza gidip eşyalarımızı hazırlamaya başladık. Eşyalardan sonra ise Werner'ın gizli odasında haritaları inceledik ve tesislere giderken ilerlememiz gereken yerleri işaretledik. Bazı yolların sonu uçurumdu, bu yüzden o yolları tercih etmemek için haritalarda bu yerlerin üzerine kırmızı kalemle çarpı işareti koyduk ki yanlışlıkla oralara gitmeyelim.

Tesisin giriş kapısını gösteren koordinatlar da belleğin içindeydi. Açıkçası koordinatların ne olduğunu bilmiyordum ama neyse ki Werner biliyordu ve koordinatları girebileceğimiz bir cihaz sayesinde giriş kapısını bulabileceğimizi söylemişti. Makine, babasının günlüklerinin bulunduğu kutunun içinden çıkmıştı ve Werner onun ne işe yaradığını son günlüğü okuyana dek bilmiyordu. Farklı bir el yazısı ile yazılan açıklama muhtemelen anneme aitti.

Werner bana aletin nasıl çalıştığını gösterdi. Numaraları girip tamam tuşuna basmak yetiyordu, gayet basitti. Ayrıca elektriğin olduğu yerde şarj oluyor veya pille de çalışabiliyordu. Öğrenmeye çalışırken heyecan tüm bedenime yayıldı. Teknolojinin gücü gözümü korkutmuyor değildi ama yine de bu inanılmaz bir olaydı. Her şey tamamlanınca dinlenmek için yatağa uzandık ama biliyordum... Endişelerimiz yüzünden ikimizin de gözüne uyku girmeyecekti. 

Merhaba,

Bölüm nasıl oldu bilmiyorum, sınavlarım yaklaştı ve açıkçası pek odaklanamadım. Umarım beğenmişsinizdir.

Sınavlar geldiğini için haftaya maalesef bölüm yok üzgünüm. Anlayışla karşılayacağınızı biliyorum.

Okuduğunuz için teşekkürler <3

Continue Reading

You'll Also Like

411 57 10
Ana karakterimiz Almila Aksoy başarılı bir kızdır.Ama hayatı istediği gibi yolunda gitmez.Geçmişinden travmaları kalan Almila büyüyünce de bunun etki...
3.5M 205K 61
Mizah #1 *Keşfedilmemiş Cevherler 2015 Genç Kurgu Birincisi *Wattpad'deki MBTI temelli ilk ve tek kurgu. *Paralel Odalar Teorisi; toplum tabularına...
953 127 13
Şiirler bana aittir. 🌟 Her şiir şairinin ruhunu taşır. Bazen bir parçasını bazen bütününü yansıtır. Hikaye, romanı herkes okuyup anlayabilir ama şii...
352K 51 2
"Bara girdiklerinde donup kalmıştı Dina. Melekler Kasabası Eden, isminin hakkını veriyordu. Her yerde melek figürleri ve dini semboller vardı ancak o...