Kurtarıcı ve Mavi

Bởi Castherian

687K 35.5K 3.5K

🔴 HİKAYEYE YENİ BÖLÜMLER EKLENMEYECEKTİR MAALESEF. ______________________ Clarine Moncreiffe, Eilinior Kale... Xem Thêm

- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- Bildiri
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43

- 23

13.5K 805 43
Bởi Castherian

Merhabalar :) Uzun tutmaya çalıştığım bir bölüm oldu. Umarım beğenirsiniz...

İyi okumalar...

-

Başımı tıpkı onun yaptığı gibi duvara yasladım. Gözlerimi kapatıp sessizliği dinlemeye çalışıyordum ama zihnimin uğultusu buna izin vermiyordu. İçimde adını koyamadığım garip bir his vardı. Bir taraftan sökülüp gitmesini istiyordum; bir taraftan da yeni olduğu için içimde merak hissi uyandırıyordu. Dışarı sıkıntı dolu bir nefes verirken saçlarımı karıştırdım.

Kafamı sol tarafa çevirdiğimde ise, Mavi'yle göz göze geldik.

Kısa bir an gözlerini benimkilere sabitledi. İçimden, gözlerimi çekmem gerektiğini düşündüm ama bir tarafım buna karşı çıktı. Ve o kısacık anın sonunda çeken kendisi oldu...

Gözlerini yerde bir noktaya sabitleyerek konuştu. "Burada benim yüzümden kilitli kaldığınız için üzgünüm."

Yüce Merkür aşkına... Bu kız neden her şeyden kendini sorumlu tutuyordu?

"Senin yüzünden kilitli kalmadım. Buraya kendi rızamla gelmiştim."

Gerçekten de öyleydi. Tamam, burada tıkılı kalmaktan çok mutlu değildim ama buraya gelmem konusunda onun herhangi bir zorlaması olmadığı sürece sorumluluğu üstüne alması gereksizdi.

"Evet ama, yine de-"

"Yine de ne?"

Göz ucuyla bana ürkek bir bakış attı. Bu, kalbimin ücra köşelerinde lanet bir şey hissetmeme sebep oldu.

"Gelmesem ne olacaktı? Burada kalmamızdan daha mı iyi şeyler?"

"Hayır." dedi hemen. Sanırım biraz sert bir üslupla söylemiştim ama, kibar olmak zaten benlik değildi.

"Hayır." diye fısıldadı yeniden ve gözlerini birkaç saniye kapattı. Zihninden atmaya çalıştığı görüntüler olduğunu biliyordum.

Bir anda benim de zihnime dolan görüntülerle çenemin kasıldığını hissettim ve yaslandığım yerden doğrulup başımı ona çevirdim.

"Sana bir şey yaptı mı?" dedim sertçe.

Acaba ona dokunmaya çalışmış mıydı? Veya istediğini alamayınca vurmuş muydu? Yumruklarımın karıncalandığını hissettim. Şaşkın ve ürkek bir şekilde yüzüme baktıktan sonra kafasını olumsuz anlamda birkaç kez sağa sola salladı.

"Sana..." Tamam, bunu sormayacaktım. Diğer soruya geç. "Sana vurdu mu?"

"Hayır. Sadece..." bileklerini havaya kaldırdı. "Bileklerimi biraz sıktı."

Biraz değil, bayağı sıkmıştı. Özellikle parmak uçlarına denk gelen yerlerin daha da koyu bir şekilde morardığını fark ettim. Eminim şu an belli etmese de canı yanıyordu.

"Pekala." dedim yeniden arkama yaslanarak. "Onları buradan çıktığımızda bir şifacıya göster."

Bu kadar ilgili görünmek yeterliydi. Sonuçta o asker görünümlü serseriyi kendi ellerimle öldürdüğümde ortada sorun kalmayacaktı.

Aslında o serseriye karşı neden bir anda bu kadar kin dolu olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Mavi'ye bir bakış attım. Dizlerini kendine çekmiş, ellerini de diz kapakları üzerinde birbirine kenetlemişti. Bu haliyle küçücük görünüyordu. Savunmasız ve içine düştüğü durumdan kurtarılmaya ihtiyaç duyan... Tıpkı onu ormanda kurtardığım günkü gibi...

Bu anının etkileri zihnimde yeniden vuku bulurken araya birkaç da başka görüntü kaynamıştı. Kızın, o askerle olan ve uzun süredir hafızamda tazeliğini koruyan görüntüleri...

"Avcılar..." diye mırıldandım kendi kendime.

Bir çift mavi göz yeniden bana döndü. "Bir şey mi dediniz?"

"Avcılar diyorum. Peşinde asla bir tane avcı olmadı. Biliyorsun değil mi?"

Gözleri düşünceli bir şekilde kısa bir süre etrafta gezindikten sonra yeniden benim gözlerime döndü. "Neden bahsediyorsunuz?"

Kesik bir nefes verdim. Tabi ki üstü kapalı konuşmalarımı anlamsız buluyordu.

"Ormandaki gün..." bunu duyunca yüzü bariz bir şekilde gerginleşti, "Peşine düşen, belki de en zararsız avcıydı."

"Ne?" dedi kaşlarını büzüştürürken, "Başkaları da mı vardı?"

Hafifçe gülümsedim. "Dört ayaklı olarak yoktu."

Yine yüzüme anlamsız anlamsız baktı. Kafası karışık yüz ifadesi gerçekten komik olabiliyordu. Komik ve... bir şekilde de çekici.

Ama kafasının karışması gayet normaldi. Onunla açık bir şekilde konuşmuyordum ki asla. Bu söylediklerimden de onu o gün orada, o askerle gördüğüm anlamını asla çıkaramazdı mesela.

Evet, onu görmüştüm. Orada, ormanın derinliklerinde, talimlerden tanıdığım o askerle baş başaydılar. Amacım onları gözetlemek değildi, sadece oradan geçiyordum. Ve zaten bulunduğum konumdan, ağaçlar yüzünden asla net bir şekilde görünmüyorlardı. Sıradan bir av günümdü aslında ve o ikisini gördüğümde de neden bilmiyorum ama, gidemedim. Bir şey beni orada durmaya zorlamıştı.

Yürüdükleri yol boyunca onları izlemiştim. Bir ara yoğun ağaçların olduğu ve kayalıklardan göremediğim bir noktada onları kaybettim. Ama sonrasında yeniden görüş açıma girdiklerinde Mavi'nin, askerin söylediği bir şey üzerine ağlayarak ormanın derinliklerine doğru koştuğunu gördüm...

Ben hepsinde oradaydım.

Aslında ilk başta koşarak nereye gittiği umrumda değildi. Bu askerin sorunuydu. Ama sonra bilinçsizce ormanın derinliklere doğru gittiğini ve o asker çocuğun peşinden gitmek için pek de aceleci davranmadığını fark ettim. Sanırım iş yine bana düşmüştü.

Takibe başladığımda planım onu fazla uzaklaşmadan durdurmak ve doğru düzgün bir şekilde kaleye ulaşmasını sağlamaktı ama, öyle olmadı.

Dostumu öldürmek zorunda kalmıştım...

Ne oldu bilmiyorum ama bir ara kızı gözden kaybetmiştim. Gittiği yönü bildiğimden o tarafa doğru gittiğimde ise bir çığlık sesi duydum.

Sonrasında her şey bir anda gelişti aslında. Ne zaman oku yaya geçirdim, ne zaman kurdu hedef aldım ve ne zaman onu vurdum; hala bilmiyordum... Sanki bedenim bana ihanet etmişti ve daha birkaç ay öncesine kadar hayatta tutmak için uğraştığım o yalnız kurdu, kendi ellerimle öldürmüştüm...

"Ne ironi ama..." diye fısıldadım bu kez. Etraf sessiz olduğundan rahatça duymuştu tabi.

"İronik olan nedir?"

Başımı duvara yaslayıp gözlerimi tavana diktim. "O kurdun da hayatını ben kurtarmıştım biliyor musun?"

"Ah... Bana saldıran kurdun mu?" dedi mahcup bir sesle.

"Evet."

Sonra derin bir sessizlik oldu. Sanki dışarıdaki kuşlar bile susmuştu. Ama sessizliği bozan, bu kez onun sorusu oldu.

"Nasıl?"

Bakışlarımı onun buğulu mavilerine çevirdim. "Ne nasıl?"

"O kurt. Onu nasıl kurtardınız?"

Birkaç saniye bekledim.

Aslında normalde bu soruya cevap verme tenezzülünde bulunmazdım. Kim sorarsa sorsun fark etmez, büyük ihtimalle geçiştirirdim; tabi o, bu soruyu sorarken çenesini kendine daha fazla çektiği dizlerine dayamasa ve gözlerini merakla biraz daha açmasaydı.

Biraz olsun etkilendiğim için içimden kendimi yumruklamak geldi.

"Ormanda, avdayken buldum onu." diye anlatmaya başladım. "Birkaç ay önceydi ve kurtların göç etme mevsiminin sonlarıydı. Çoğu sürü çoktan gitmişti bile. Onu bulduğumda ise yaralıydı. Muhtemelen sürüden ayrılan bir yalnız kurttu."

Onu ilk bulduğum an gözümün önüne geldi. Bana hem saldırmak istiyor hem de yaralarından dolayı karşı koyamıyordu. Eğer civardaki köylülerden biri bulmuş olsa onu anında postu için öldürürlerdi. Gösteriş meraklısı İngilizler o posta bir servet ödeyebilirdi çünkü...

"Sonra onu kayalıklardaki bir mağaraya götürdüm. Buradaki herkes az çok tedavi yöntemlerini bilir. Ben de öyle. Onun yaralarını sardım ve birkaç gün boyunca yemek götürdüm. Sonrasında yavaş yavaş iyileşti. Ava çıkmaya bile başlamıştı."

Mavi gözleri beni dinledikçe bariz bir hüzünle doluyordu... Gözlerimi bir saniye bile onunkilerden çekmeden devam ettim.

"Genelde tavşan veya yabani tavuk avlardı ama anlaşılan o gün, yeni bir şeyler denemek istemiş."

Hafifçe irkildi. Dikkatle ifadelerini izliyordum. Bir süre sonra yüzü düşünceli bir hal aldı.

"Hayatımı kurtardığınız için bir kez daha teşekkür ederim. Ama bu durum için az önce neden ironik dediğinizi şimdi anladım..."

Soran gözlerle baktım. Doğru anladığından şüpheliydim.

Dudaklarını birbirine bastırıp devam etti. "İkimizin de hayatını siz kurtardınız. Ama o uğursuz an geldiğinde ve bir seçim yapmanız gerektiğinde... beni seçtiniz."

"İnan bana Mavi," Yüzümü biraz daha yüzüne yaklaştırdım ve olabilecek en sert bakışlarımı gözlerine diktim, "Neden seni seçtiğim hakkında hala hiçbir fikrim yok. O an, onu da seçebilirdim."

Gözbebekleri şaşkınlık ve bir miktar da korkuyla biraz daha genişledi. Üzerinde bıraktığım bu etkiyi seviyordum. Benden korkuyordu...

Geri çekildiğimde bir süre boş duvara bakmaya devam etti. Konuşma bittiğine göre, ben de yeniden kendi düşüncelerime dönebilirdim.

Aslında biliyordum ki, eğer iki kurdu kavga ederken görsem onlara asla karışmazdım. Bu, doğanın kanunuydu ve o kavgayı elbette iyi olan kazanacaktı. Kavga bunun için vardı. Doğada güçsüzlere yer yoktu.

Bu kızı ilk gördüğüm gün, onu aslında bu yaralı kurda benzetmiştim. Belki de o yüzden almış getirmiştim iyileşmesi için. Belki de o kurt sebep olmuştu ona merhamet duymama.

Ama sonrasında kendisi kurdun ölüm sebebi olmuştu...

Garip ama, sanki doğa kanunlarının bile geçerliliğini yitirdiği bir avdı Mavi. Güçsüz ve savunmasızdı ama fırtınadaki bir yaprak gibi, savrulsa da yok olmuyordu. Bir şekilde hayatta kalıyordu. Bir şekilde yine karşıma çıkıyordu.

Aslında bilmeliydi, oradaki en tehlikeli avcı o kurt değildi. Peşindeki asker veya bi başkası da değildi. Onun için en tehlikeli olabilecek avcı, aslında şu an tam yanında duruyordu... İşte sadece bu yüzden bile uzak durmalıydı benden.

Bir bakıma kurtarıcısı gibiydim. Ama sadece 'gibi'ydim. Yine de bilmediği bir şey vardı, eğer benim pençelerime düşecek olursa; onu kurtarabilecek hiç kimse yoktu.

Benimle sadece ve sadece yok oluşa savrulurdu...

***

"Lordum."

İçine düştüğüm düşünce çıkmazından beni çekip gerçek dünyaya getiren yine Euphemia oldu. Zaten yanımdaki varlığını bir saniye bile aklımdan çıkaramadığım için odaklanma sorunu yaşıyor ve kendimle çatışıp duruyordum. Dinlendirme amaçlı kapattığım gözlerimi açıp etrafa bakındım. Güneş batıyor olmalıydı, içerisi küçük pencereden dolan kızıl ve altın renklerle aydınlanıyordu.

"Evet?"

Sesime verdiğim bıkkın ton üzerine kaşlarını endişeyle kaldırdı. "Uyuyor muydunuz?"

"Hayır." Dirseğimi yere yakın raflardan birine dayadım. "Ne var?"

Tavrım karşısında bozulduğunu belli ederek dudaklarını düz bir çizgi haline getirdi ve yoğun gökyüzü mavisi gözlerini yere çevirdi. "Hiçbir şey."

Derince bir nefes aldıktan sonra onu dışarı üfledim. "Hadi konuş, Mavi."

Çok da kibar bir teşvik cümlesi değildi ama, teşvik cümlesiydi işte. Hem o gerçekten de gökyüzünü andıran mavilerini hemen benden çekmesine de gerek yoktu.

Eline bir saman sapı aldı. "Beni kalenin içinde kaybolduğum gün bulduğunuzda söylediklerinizi hatırlıyor musunuz?"

Biraz düşünür gibi yaptım. "Hayır."

Aslında hatırlıyordum.

Onu bulduğumda ağlıyordu ve ben de burada kalıyor olduğu için ağlayıp ağlamadığını sormuştum. Çünkü onu genelde morali bozuk görüyordum ve bulduğumda da ağlıyor oluşu gerçekten de onu kaleye getirmekle iyi bir şey yapıp yapmadığımı kendi içimde ciddi anlamda sorgulamama sebep olmuştu...

Şimdi bunu neden sorduğu hakkında da hiçbir fikrim yoktu ama az önce verdiğim hayır cevabına karşılık gözlerindeki hayal kırıklığı kırıntılarını görmemek mümkün değildi.

"Ne demiştim?"

Elindeki saman sapını bırakıp gözlerini bana çevirdi. "Bana 'burada kalmayı istemiyorsun öyle değil mi' demiştiniz."

"Ya. Demek öyle." dedim bilmezden gelmeye devam ederek.

"Evet." Birkaç saniye durakladıktan sonra kararsız bir ses tonuyla devam etti. "Aslında ben... yani burada olmayı seviyorum. Ama merak ettiğim..."

Cümlesini nasıl sonlandıracağını merak ederek beklentiyle yüzüne bakmaya devam ettim.

Oturduğu yerde hafifçe kıpırdandı. "Siz sevmiyor musunuz? Yani burada olmayı..."

Merak ettiği bu muydu? Bu kız beni bazen gerçekten de şaşırtabiliyordu. Gözlerimi birkaç saniye yüzünde gezdirdim. Sanki yanlış bir şey söylemiş olmaktan korkuyor gibi bir hali vardı.

"Bu da nereden çıktı şimdi?" dedim tek kaşımı kaldırırken.

Hafifçe omuz silkti. "Yani... Kuzeniniz sizin hep dışarıda olduğunuzdan, bazen birkaç gün boyunca kaleye bile gelmediğinizden yakınıyordu da."

Şaşkınlığım iki katına çıktı. Ah... Henson! Şimdi de oturup benim dedikodumu mu yapmaya başlamıştı çalışanlarla? Bu çocuk şu sıralar ciddi bir yalnızlık çekiyor olmalıydı.

"O düşük çeneli kuzenim sana benim hakkımda başka ne söyledi?"

"Başka bir şey değil." dedi onu elevermekten korkan aceleci bir şekilde, "Sadece bu."

Buradan çıktığımda Henson'ı yumruklamam gerektiğini de yapılacaklar listesine ekledim.

"Sen de bu söylediğinden aslında burada kalmayı istemeyenin sen değil de ben olduğum anlamını çıkardın, öyle mi?" dedim gülme ve ciddiyet arası bir sesle.

"Evet." dedi masumane bir tavırla.

Sorduğu soru başta garip gelmiş olsa da şimdi merak ediyor oluşuna bir miktar hak veriyordum. Ayrıntı vermeden cevaplamakta sorun görmedim.

"Burada kalmayı neden istemeyeyim? Burası benim evim. Ama sadece... bazen buraya sığamadığımı hissediyorum hepsi bu."

Açıklamam karşısında hafifçe başını salladı ve yüzü düşünceli bir hale bürünürken "Anlıyorum..." diye mırıldandı.

Aslında bu konuyla ilgili daha fazla soru soracağını sanıyordum çünkü meraklı bir tip olduğu barizdi. Ama sormamıştı ve sormamış oluşu da benden bir artı kazanmasını sağlamıştı. Çok sormamak iyiydi.

Yine de öte yandan, sorduğu sorunun ayrıntılı cevabının zihnime düşmesine engel olamadım.

Janneth...

Sorgusuz sualsiz tüm benliğimle peşinden gittiğim kadın... Sinirden yine yumruğumu sıktığımı fark etmemle aklıma son yaptığı alçaklığın düşmesi bir oldu.

Onun yüzünden içimdeki hırsı bir türlü atamıyordum dışarı...

Henson ve abisi Ronin beni onun hakkında defalarca uyarıyorlardı, belki de zamanında inanmalıydım onlara. O kıza güvenmediklerini ama benim ona karşı fazla güven dolu olduğumdan yakınıyorlardı. Bense söylediklerinin hiçbirine kulak asmıyordum. Öyle kördüm ki...

Sonunda onun bir casus olduğuyla ilgili çok sağlam kanıtlar getirmişlerdi bana. Neyse ki bu kadarını görmezden gelememiş ve gidip yüzyüze konuşmayı akıl edebilmiştim. Hatırlıyorum, hala öyle güven doluydum ki konuşmaya giderken bile bir mantıklı açıklaması olması için içimden yüzlerce kez dua ediyordum...

Konuştuğumda ise elbette yine beni etkileyecek bir sürü söz sarf etmiş ve sonunda kanıtlamak için babası öldükten sonra yerleştiği kasabaya götürmeyi teklif etmişti. Ben ona inanıyordum, ama Ronin ve Henson'ı sonsuza kadar susturacak bir şeyler bulmak için kabul etmiştim.

Yola çıkarken peşimize Henson da düşmüştü. Gelmemesi için ısrar etmiştim ama beni dinlememişti. Kaleden iyice uzaklaştıktan sonra geldiğimiz yer ise terk edilmiş bir kasabaydı. Janneth'a burada ne işimiz olduğunu soramadan etrafımızı saran Oidhche askerleriyle her şeyi anlamamsa gecikmemişti: Tuzağa düşmüştük...

Bir süre o askerlerle mücadele etmeye çalışmıştık ki başarısız olacağımızın barizliği iyiden iyiye ortaya çıkmıştı çünkü sayıları oldukça fazlaydı. Bizse iki kişiydik ve kılıç kullanma konusunda her ne kadar iyi olsak da şimdiki kadar iyi değildik. Neyse ki son anda yardıma Ronin ve peşinde bizim kalenin askerlerinden oluşan on beş kişilik bir grup yetişmişti ve hayatımızı kurtarmıştı. Bense o hengamenin içinde kaçmaya çalışan Janneth'in peşine düşmüştüm.

İçimdeki öfke o denli büyüktü ki gözümü kan bürümüştü, başka hiçbir şey görmüyordum. Bana ihanet etmişti...

Kimseye görünmediğini düşünerek aceleyle girdiği kulübeye doğru koşar adım girmiştim. Beni gördüğünde korku dolu gözlerle bakmaya başlamıştı. İşte o an, bana daima aşkla baktığını sandığım gözlerindeki her şeyin aslında yalan olduğunu anladığım an bütün benliğimin kökten değiştiğini fark ettiğim andı...

Saçlarından hırsla tutup "Söyle!" diye bağırdığımı bugün bile gayet net hatırlıyorum... Tek istediğim her şeyi onun ağzından duymaktı. Bir itiraftı...

Sadece korkudan uzak tutmaya çalıştığı ve tehditkar bir buğuya bürüdüğü gözleriyle benim gözlerime bakıp "Öleceksiniz. Hepiniz!" diye bağırmıştı.

Saçlarından çekerek ayağa kaldırıp karşı konulmaz bir öfkeyle kendimden uzağa ittiğimde dengesini sağlamak için geri geri gitmiş ve ayağının takıldığı bir şey tüm dengesini kaybedip askerlerin ısınmak için yaktığı ama şimdi sönmeye yüz tutmuş kor halindeki ateşin üzerine yüz üstü düşmesine sebep olmuştu. Attığı çığlıklar ise beni olduğum yere sabitlemişti. Sanki ne yapacağıma karar veremiyordum ama içimden ona yardım etmek de geliyordu. Beynim büyük bir kargaşa içine düşmüştü.

Sonradan içeri giren Ronin hızla onun yanına gitmişti ve kıvrandığı yerden kaldırmıştı. Manzara gerçekten kötüydü, yüzünün sağ tarafının tamamı ve ellerinin avuç içi çok kötü bir şekilde yanmıştı.

Bana o durumdayken bile attığı nefret dolu bakış ise sadece kalbine sokmak için çıkardığım kılıcı yeniden yerine sokmama neden olmuştu. Çünkü anlamıştım ki bundan sonrasında ona verebileceğim en büyük ceza öldürmek değil de hayatını bu şekilde geçirmesini sağlamak için yaşatmaktı...

Ve bunun üzerine onu öylece orada bırakıp, gitmiştik.

Nasılsa kaçan askerler Oidhche'ye ulaştıktan sonra ölülerini almak için geri döndüklerinde zavallı casuslarını da alabilirlerdi. Zaten yaraları ölümcül değildi, sadece onu tanınmaz hale getirmişti ve izi bir ömür boyu geçmeyecekti.

Yine de... Eğer ona bu denli güvenip tüm kalbimi teslim etmeseydim ve söylediklerinin tamamını sorgusuz kabul etmeseydim bunların hiçbiri olmayacaktı. Orada Henson da ben de ölebilirdik. Kuzenimin ölüm sebebi olabilirdim... Gerçekler her ne kadar acımasızca yüzüme vurmuş olsa da o ikisine hayatımı kurtardıkları ve beni uyandırdıkları için minnettardım, hayatımın sonuna kadar.

Ama o eve dönüş yolculuğunda artık fark etmiştim ki kalbim ne o bıraktığım terk edilmiş kasabadaydı ne de göğüs kafesimin içinde.

Kalbim, ihaneti tattığından beri bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde parçalara ayrılmış ve sonsuza dek yok olmuştu...

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

27.7K 2.7K 21
Bedenim tir tir titremeye başlamıştı. Gözlerim dolmuş neredeyse ağlayacaktım. Etrafta yeni yeni fark ettiğim geçmişe ait şeyler vardı. Tabelalar, ara...
FATİH'İN MÜNECCİMİ Bởi Su

Tiểu Thuyết Lịch Sử

9.3K 717 14
Biraz daha yasasaydi Hazreti Fatih Ne Venedik kalacakti, ne Floransa... Ya sonra ? Fatih hayranı genç bir tarih öğrencisi kendini 2. Mehmet'in devrin...
AŞK-I DERUN Bởi 👑

Tiểu Thuyết Lịch Sử

7.7K 604 18
Büyük bir sevda ile bir araya gelen iki gönlün büyük imtihanları. Kuruluş Osman karakterlerinden alınmıştır. Algon sevdasını birde kendi hikayelerimi...
AŞIK CİNİM Bởi Gece....

Tiểu Thuyết Lịch Sử

97.7K 3.8K 37
Nefret ettiği bir insanoğluna aşık olmuş bir cin aşık bir cini olan kız Peki sizce bu aşka ne olacak başlamadan bitecekmi yoksa büyük bir yasak a...