BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadı...

By Humeyra2882

485K 44K 8.5K

NOT: Mavi Kubbeler/ Yalnız Prens hikâyesinin devamıdır. Ayrı ayrı okunabilir, karakterler ve mekan farklıdır... More

BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21 '' SON''
BÖLÜM 22 ( Savaşçı Kadın ve Kralın Şehri- İkinci Kitap)
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
BÖLÜM 27
BÖLÜM 28
BÖLÜM 29
BÖLÜM 30
BÖLÜM 31
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34
BÖLÜM 36
BÖLÜM 37
BÖLÜM 38
BÖLÜM 39
BÖLÜM 40
BÖLÜM 41
BÖLÜM 42
BÖLÜM 43
BÖLÜM 44
BÖLÜM 45
BÖLÜM 46
BÖLÜM 47
BÖLÜM 48
BÖLÜM 49
BÖLÜM 50
BÖLÜM 51
BÖLÜM 52
BÖLÜM 53
BÖLÜM 54
BÖLÜM 55
BÖLÜM 56
BÖLÜM 57
BÖLÜM 58
BÖLÜM 59
BÖLÜM 60
BÖLÜM 61
BÖLÜM 62
BÖLÜM 63
BÖLÜM 64
BÖLÜM 65
BÖLÜM 66
BÖLÜM 67
BÖLÜM 68
BÖLÜM 69
BÖLÜM 70
BÖLÜM 71
BÖLÜM 72
BÖLÜM 73
BÖLÜM 74
BÖLÜM 75
BÖLÜM 76
BÖLÜM 77
BÖLÜM 78
BÖLÜM 79 (FİNAL)
Yazarınızdan sizlere önemli bir soru
Ben Geldim!

BÖLÜM 35

5.3K 522 118
By Humeyra2882

Derin bir nefes alıp silahın, kalın eldivenlerimin altından bile soğukluğunu rahatça hissettiğim metal gövdesine baktım. Werner çoktan ağaçların arasından kaybolmuştu ve beni burada, elime bir silah tutuşturarak bırakmıştı. Buna alınmıyordum, iki kişi gerçekten de fark edilebilirdi. Yine de onun yanında olmayı istiyordum.

Metal günışığında parlarken sertçe yutkundum ve saklandığım ağacın dibine iyice çöküp etrafımı süzmeye başladım. Kalbim sıkışıyordu, burada birilerinin olacağını hiç düşünmemiştim. Kaç kişi olduklarını merak ederek kafamı ağacın gövdesinden biraz çıkarıp yukarı bakmaya başladım. Az önceki adamlar görünürlerde yoktu. Acaba üçüncü kuleyi kendi evleri mi yapmışlardı? Açıkçası kuleler çok sağlamdı, kışın soğuğunda sığınmak için en iyi yerlerden biri diyebilirdim. Yüzümdeki bezi biraz aşağıya çekip daha iyi nefes almaya çalıştım. İki kişiyi halledebilirdik ama daha fazlası bizi zorlardı.

Dakikalar geçmesine rağmen Werner ortalıklarda gözükmüyordu. İçimdeki ses çıkıp onu aramamı söylüyordu ama buna cesaret edemiyordum. Saklanıyor olabilirdi ya da ilginç bulduğu ve bir şeyi inceliyordur. Eğer istediği yerde beklemediğimi görürse dikkati dağılırdı, bu dikkat dağınıklığı ise yakalanmamıza neden olurdu. Aptallık etmeyecektim. Tam istediği yerde bekleyecektim. Tabii uzun süre ortalıklarda gözükmezse orası ayrı.

Havada yankılanmaya başlayan kahkaha sesleriyle irkildim. Yine tepenin en ucunda insanlar olmalıydı. Kafamı yavaşça gövdeden ayırıp gözümü yukarı diktim. Bu sefer üç kişi tepede durup etrafı gözetliyordu. Adamlardan birinin kolunda asılı duran av tüfeğini fark edince neredeyse sesli bir iç çekecektim. Tanrım! Werner nerede kalmıştı!

Gittiği yöne doğru endişe dolu gözlerle bakıyor ve gelmesini bekliyordum. Dakikalar daha da ilerlerken artık stresten titremeye başladım. Ağaca daha da sinip delicesine atan kalbi sakinleştirmeye çalıştım. İçimdeki sese kulak verme zamanımın gelip gelmediğini düşünürken havada süzülen metal sesle birlikte yerimde donup kaldım. Bu sesi tanıyordum, çocukken babam sürekli silahlarını temizler ve sürgüsünü hızla çekip bırakırdı. Bu da onunla aynı sesteydi.

''Ellerini havaya kaldır ve yavaşça arkanı dön'' dedi kalın ve pürüzlü bir erkek sesi. Boğazından çıkan hırıltılardan çok fazla tütün kullandığını gösteriyordu. Tenim ürperdi, sesin sahibine doğru dönmek istiyordum ama donup kalmıştım ve Tanrım! Yakalandığıma inanamıyordum!

''Sana dön dedim'' dedi sakince sesin sahibi. Silahı yerde otururken birleştirdiğim bacaklarımın arasına sıkıştırıp yavaşça dönmeye başladım. Dönerken silahı fark etmemesini umuyordum. Lazım olunca kullanmak istiyordum çünkü.

Görüş alanıma uzun boylu ve yapılı bir adam girdi. Baştan aşağıya siyah ve lacivertten oluşan giysilerle örtünmüş, kendi kimliğini gizlemişti. Yüzü, kirli ve yer yer sökülmüş bir bez parçasıyla sarılıydı. Görebildiğim tek şey gözleriydi, birde elinde tuttuğu ve namlusu bana dönük olan tabancasıydı.

Adam yüzümü inceledi. O an yüzümün tamamen açık olduğunu idrak edip iyice büzüştüm ve içimden lanetler savurmaya başladım. Beni tanımıyordu ama ileride karşılaşırsak kesinlikle tanıyacaktı.

Adam hafifçe homurdandı ve '' Senin gibi küçük bir kızın burada ne işi var?'' diye sordu kafasını sola eğip.

Meraklı gözleri bedenimde geziyor, tenimin ürpermesine neden oluyordu. Dikkatli hareketlerle bacağımı hafifçe oynatıp silahı daha da aşağıya kaydırmaya çalıştım. Bunu sırf silahı fark etmesin diye yapıyordum. Siyah gözleri hala yüzümdeyken ben de ona diktim bakışlarımı. Beni ölçüp bitiyordu, ayrıca sakin olmasına aldanmama gerektiğini biliyordum.

Biraz rahatlamıştım aslında çünkü sesi imalı değildi, cidden merak etmiş gibi bir hali vardı. Neden buraya geldiğimi ona söyleyemezdim ama o da öğrenmek için her şeyi yapardı elbette. Bundan kuşkum yoktu. Kafamı indirip yere baktım ama cevap veremedim. Ne diyecektim, ah biz Kuzey dağı kulesine geldik. Hemen bir şey alıp çıkacağız siz hiç rahatsız olmayın mı?

''Demek dilsizsin'' diye mırıldandı adam ardından derin bir nefes alıp ''Öyle olsan bile seni burada bırakamam. Çok fazla şey gördün'' dedi yavaşça. Dediği şeyle birlikte kaşlarımı çatıp ona baktım. Çok fazla şey mi gördüm? O da ne demek şimdi! Hiçbir şey görmemiştim ki, sadece birkaç adam.

Adam ayağa kalkmam için bana işaret verirken ona saldırıp saldırmamam gerektiğini anlamaya çalışıyordum. Benden güçlüydü, ona saldırmam aptallık olurdu. Silahıma uzanana kadar beni yere sererdi. Bir umut belki kaçarsam arkamdan ateş etmezdi, belki de ederdi. Adam etrafını süzmeye başlayınca elim silahıma doğru inmeye başladı. Her saniye kalbim hızla atmaya devam ediyordu.

Adam silahı yine bana doğrulttu ve ''Yerinde olsam o şeye elimi sürmezdim küçük kız'' dedi ve bana doğru gelip bacağımın arasına sıkıştırdığım silahı hızla çekip aldı.

''Güzel parçaymış, artık benim'' dedi inci gibi beyaz dişlerini göz önüne seren bir gülümsemeyle. Silahı cebine yerleştirirken elini koluma koyup beni yukarı doğru çekmeye başladı. Etrafıma bakıp Werner'ı aramaya çalıştım ama görünürlerde kimse yoktu.

Kolumu ondan kurtarmaya çalıştım, işe yaramayınca sol bacağımı kaldırıp bacağına güçlü bir tekme atıp kaçmaya çalıştım ama tekmeme rağmen kolumu tutan eli hiç gevşememiş hatta daha da sıkılaşmıştı. Ona bağırmak veya beni bırakmasını söylemek istiyordum ama dilsiz numarası da yapabilirdim. Böylece konuşmama gerek kalmazdı.

Adam sinirle bana döndü ve '' Rahat durmazsan eğer seni bağlamak zorunda kalırım. Bunu istiyor musun?'' diye sordu. Bu sefer kızmıştı, bana yönelmiş gözleri bile ateş saçıyordu. Bir ona bir de bana dönük olan silaha baktım ardından uslu durmam gerektiğine kanaat getirdim. Werner beni kurtarmaya gelecekti, o zaman dek sakin olmalıydım.

Adam sakinleştiğimi görünce '' Aferin'' dedi ve beni yukarı doğru çekiştirmeye devam etti.

Sinirle solurken adamın nasıl olur da geldiğini duymadığımı düşünmeye başladım. En azından karda çıkan ayak seslerini duymalıydım, muhtemelen endişem kulaklarımı sağar etmişti. Bu sayede adam silahını bana doğrultana kadar gizlice yanıma kadar girebilmişti. Bugün şanslı olduğumuzu söylerken biraz fazla mı istekli davranmıştım?

Adamın tutuşu sert değildi ama kaçmaya çalışırsam kesinlikle yakalayacağından emindim. Kollarının gücünü hissedebiliyordum, zaten boyu neredeyse Werner kadardı ve beni kesinlikle alt edebilecek bir kapasiteye sahipti. Sanırım bu yüzden silahını indirip cebine koymuştu. Adam artık kaçmayacak kadar akıllı olduğumu düşünüyor olmalıydı.

Ağaçların oradan geçerek tepeye kadar tırmandık. Arada sırada ayağım kaysa da adam tek eliyle beni tutuyor ve dengemi sağlıyordu. Tepeye çıkınca önümüze küçük bir düzlük çıkmıştı. Düzlüğün ilerisinde ise küçük bir patika ve tepe yer alıyordu. Tepede oturan iki adam geldiğimizi görünce hızla ayağa kalkıp bize bakmaya başladı.

İkisi de uzun kahverengi ceketlerden giyiyordu. Yeşil gözlü, çıkık elmacık kemikli yakışıklı bir adam öne adımladı ve '' Vay canına Anton, bugün elin yine dolu döndün'' dedi gülerek. Bu sırada beni izliyor ve gülümsüyordu. Uzun boyluydu, sırtında kahverengi bir çanta vardı. Elinde ise su matarasına benzettiğim yuvarlar metal bir şişe tutuyordu.

''Nereden buldun bunu?'' diye sordu az önce konuşan adamın yanında duran ve gülmek yerine beni baştan aşağıya inceleyen adam. Uzun boylu ve diğerine göre daha cüsseli biriydi. Kafasında yeşil bir bere ve kolunda asılı bir tüfek vardı. Korkuyla kasıldım, adam beni öldürecekmiş gibi bakıyordu.

''Onu biraz aşağıdaki ormanda buldum'' dedi sakin bir ses tonuyla.

''Ve onu buraya mı getirdin? Onu orada öldürmeliydin Anton'' diye hırladı bana kötü bakan adam. Gözleriyle beni öldürüyordu, tenim ürperdi. Ben de pek meraklısı değildim buranın. Ölüm korkusu beynimi uyuşturmuştu, tek kelime edemiyor ya da savaşamıyordum. Yine de saldırırlarsa, savaşmaktan da kaçmayacaktım.

''Sakin ol Elton, o sadece bir kız.'' dedi Anton ve yürümeye başladı. Elton önümüzü kesip '' Onu oraya götüremezsin, kim olduğunu bile bilmiyoruz!'' diye bağırdı. Bir şeyler sakladıklarını işte bu tepkisi sayesinde anlamıştım. Beni götürecekleri yerde bir şeyler yapıyorlar ya da saklıyorlardı. Yoksa bu denli bir sorun yaratmazdı.

''Çekil yolumdan evlat. Onu sorgu bölümüne götürüyorum sadece'' dedi Anton yavaşça. Sesindeki tehdidi ben bile duyuyordum. Yavaşça nefes alıp olacakları bekledim. Elton bana dönüp '' En ufak yanlış hareketinde seni öldürürüm, anladın mı beni!'' diye bağırdı ardından arkasına dönüp yürümeye başladı.

Diğer adam giden kişinin arkasından baktıktan sonra bana döndü ve muzipçe sırıtıp '' Bu gece tatlı niyetine onu yiyebilir miyim Anton, Tanrım şu gözlere bak. Sanki içinden alev fışkırıyor, kesin beni bıçakla deştiğini falan hayal ediyorsun, öyle değil mi?'' diye sorunca Anton elini kaldırıp '' Zevzeklik etme de Elton'un peşinden git. Sonra sorgu odasına gel'' dedi ve beni çekiştirerek tepeye doğru çıkardı.

Sorgu odası... Sertçe yutkunup korkumu belli etmemeye çalıştım. Yürürken bunu belli etmemek kolaydı ama ya sorgulanırken ne olacaktı? Canımı yakacaklar mıydı? Muhtemelen canım kesin yanacaktı ama ağzımı açmayacaktım. Derin bir nefes alıp Werner'ın beni hemen bulması için dua etmeye başladım. Ona ihtiyacım vardı, nerelerdeydi!

Dakikalar boyunca yürüdük ve en sonunda bir mağaraya vardık. Elton ve diğer adam orada ayakta bekliyordu. Bizden önce varmış olmalıydılar, Elton'a bakmamaya çalışarak etrafımı inceledim. Her yer ağaç kaplıydı ve elbette kar. Farklı hiçbir şey yoktu. Hemen yanımızda yine bir tepecik yükseliyordu. Acaba kule hangi taraftaydı. Werner bana kulenin dağın güney batı tarafında kaldığını söylemişti. Eğer ellerinden kaçabilirsem Werner'ın saatinin içinde yer alan pusula yardımıyla oraya varabilirdim ama önce kaçmam gerekiyordu.

İçeride neredeyse hiçbir şey yoktu. Köşeye konulmuş birkaç bıçak ve yere serilen iki battaniye harici tamamen boştu. İçeriyi küçük bir gaz lambası aydınlatıyordu ve gaz lambasından bile yere bulaşmış kan lekelerini görebiliyordum. Dehşetle yerimde donup kaldım, ölecektim muhtemelen.

Anton bana bakıp ''Sorun yok, anlaşırsak sana zarar vermeyeceğiz'' dedi.

''Bence kendi adına konuş'' diye mırıldandı Elton denilen adam.

Bu kelimeler sessizlik yeminimi tuzla buz etti. Onun bu kaba ve aptal hareketlerine boyun eğmeyecektim, ölmek ya da zarar görmek şuan umurumda değildi. Ona döndüm ve '' Neden yanıma gelmiyorsun, böylece o çokbilmiş suratını pataklayabilirim'' dedim hızla.

''Vay konuşabiliyormuş'' dedi ayakta dikilen ve geldiğimden beri bana gülümseyen adam.

Elton bana doğru hareket edince dikkatimi ona verdim ve ben de hızla ona doğru ilerlemeye başladım ama Anton ikimizin arasına girdi ve '' Yeter'' diye bağırdı. Elton yerinde durdu ve işaret parmağını bana doğru sallarken '' Canımı sıkma, kadın olman umurumda olmaz'' dedi hızla.

Gözlerimi ona çevirip en kötü bakışımı attım. Buradan kurtulamasam bile onu pataklayacaktım. Bunu kesinlikle o aptal hareketleri yüzünden hak etmişti. Aslında biraz çabalasam kaçabilirdim belki ama üç kişiydiler ve beni yakalamaları kolaydı ayrıca içten içe onların kim olduğunu da merak ediyordum. Anton bana sert davranmamıştı, diğer adam da nazik birine benziyordu. Elton ise... Cehenneme gidebilirdi.

Anton ilerlemem için kolumu çekiştirip beni oval ve neredeyse dizlerime kadar ulaşan bir taşın önüne getirip '' Buraya otur'' dedi. Oturup onlara baktım. Artık dilsiz olmadığımı öğrendiklerine göre işim biraz zordu ama o adama daha fazla göz yumamazdım. Sabrımı feci taşırmıştı.

Anton yüzündeki bezi çıkarıp köşeye koyunca gözlerimi ona diktim. Orta yaşlıydı, taş çatlasa kırklarının başlarında olmalıydı. Yüzünün ve gözlerini belirli noktalarında morarmış veya kabuklaşmış yaralar vardı. Bu yaralar taze değildi, neredeyse iyileşmeye yüz tutmuştu ama bir haftadan fazla da olamazdı. Ayrıca şuan fark ediyordum ki, Elton ile ikisi birbirine çok benziyordu.

Adam karşımdaki taşa oturdu ve '' Kimsin sen ve burada ne arıyorsun?'' diye sordu sakince. Neden bu kadar sakindi? Neden bana iyi davranıyordu. Anton kahverengi ceket giymemişti ama diğerleri giyinikti ve bu G'ye çalıştıklarını gösteriyordu ama G'nin adamları olsaydı beni hırpalamazlar mıydı? O ve adamları kötüydü. Tamam, hepsi kötü değildi ama kötüymüş gibi davranmak zorundaydı. Karşımda oturan adam sakindi. Bu garipti.

Adam derin bir nefes alınca göğsü şişip indi. Gözlerim bir süre göğsünde takılı kaldı ardından yeniden gözlerine odaklandı. '' Soruma cevap vermezsen canını yakmak zorunda kalacağım. Neden saklanıyordun?'' diye sordu,

Onların kime çalıştıklarını öğrenmeliydim. Belki de aptallık ediyordum ama G'ye çalışıp çalışmadıklarını öğrenmek kendimi daha iyi hissettirirdi. Dilimle dudaklarımı ıslatıp '' Siz G'ye mi çalışıyorsunuz?'' diye sordum.

Elton hızla yanıma gelip ceketimin yakalarını tuttu ve '' G'yi nereden tanıyorsun, hemen söyle. O mu gönderdi seni buraya?'' diye bağırmaya başladı. Korkuyla ellerini kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Elleri çözülmeyince kasıklarına hızla bir darbe indirdim. İki büklüm olurken dirseğimi çenesine geçirip onu diğer adama doğru ittim. Anton hala aynı oturduğu yerdeydi. Aslında bu garipti, ne bana saldırdığında tepki vermişti ne de ben ona cevap verdiğimde. Yüzünde ifade yoktu ama gözlerinden anladığım kadarıyla sıkışmıştı.

Elton'un yüzü kıpkırmızı olmuştu, ayağa kalkıp saldırmasını bekledim. O da beklediğim karşılı verdi ve hızla atılıp kolumu tuttu ve yumruğunu kaldırıp bana savurdu. Yumruğundan kaçıp elimi ensesine koydum ve hızla aşağıya doğru çekip yukarı doğru kırdığım dizime çarptım, dengesi bozuldu ve acıyla tısladı. Canımı sıkmıştı ve onu kolay kolay bırakmayacaktım. Bu sefer kasıklarına daha da sert bir tekme atıp onu yere düşürdüm.

''Eğer bana dokunmaya cesaret edersen, kendini ölmüş bil'' diye tısladım. Damarlarımda akan öfke beni delirtiyordu. Boyun eğmek ya da ezilmek bana göre değildi. Bazı şeylere susuyordum evet ama o günler geride kalmıştı.

''Aman Tanrım! Bu son aylarda izlediğim en iyi şeydi. Bir daha yapsanıza!'' dedi arkadaşını kaldırmaya çalışan adam. İsmini bilmiyordum ama sürekli yüzü gülüyordu. Neden bu kadar mutluydu?

Anton derin bir nefes alıp ''İkiniz de oturun hemen'' dedi sert bir ses tonuyla. Elton bir an dinleyip dinlememe arasında gidip geldi ardından anlını ovalayarak taşlardan birine oturup bana bakmaya başladı. Ben de eski yerime oturup bekledim.

Anton silahını çıkarıp bana doğrultunca korkuyla kasıldım. Namlunun ucu anlımın hizasındaydı ve ateşlenirse öldüm demekti.

''Kimsin sen'' diye sordu yavaşça.

Sertçe yutkunup gözlerine baktım. Hiç şakası yoktu hem de hiç. Bu yüzden '' Sierra'' diye fısıldadım.

Adam kafasını salladıktan sonra '' Nerede yaşıyorsun?''

Kralın şehrinde yaşadığımı söyleyemezdim, bu yüzden ''Keitha köyünde yaşıyorum'' diye cevap verdim. Yalan sayılmazdı, orada yaşamıştım.

''Burada ne yapıyorsun? O köy buradan çok uzakta'' diye sorunca '' Avlanmaya çıkmıştım ama tepede birilerinin olduğunu görünce ağacın dibine saklandım ve bekledim. '' diye uydurdum. Yine de çoğu yalan sayılmazdı.

''Burası küçük bir kız için çok tehlikeli bir avlanma yeri'' dedi öne doğru eğilerek.

''Diğer yerlerde yiyecek kalmadı, başka şansım yoktu'' diye cevap verdim ve bekledim.

Adam uzun bir süre yüzümü inceledi, o sırada sakin olmaya ve gözlerimi ondan kaçırmamaya çalıştım. Yalan söylediğimi anlarsa işler daha da kötü olurdu. Adam derin bir nefes alıp '' Bir süre seni misafir edeceğiz. En azından gerçekleri söyleyip söylemediğini anlayana kadar'' dedi.

Bir an yerimde donup kaldım. Gitmeme izin vermeyecekler miydi? Paniklediğimi anlamamaları için sesimin sakin tuttum ve '' Gitmeme izin verin, avlanmam ve eve yemek götürmem gerekiyor'' dedim yavaşça.

Adam isteğimi görmezden gelip '' Üzgünüm ama bir süre ailen kendi başlarının çaresine bakmaları gerekecek'' dedi hızla. Ardından ayağa kalkıp '' Gidiyoruz'' dedi yavaşça.

Bir ona bir de diğerlerine bakarken gitmemek için neyi bahane edebilirim diye düşünmeye başladım. Kalbim korkuyla atarken Anton kolumu tuttu ve beni ayağa kaldırdı.

'' Onu sığınağımıza götürmüyorsun değil mi?'' diye sordu Elton hızla. Yanımıza kadar gelmişti ve bakışları hala üzerimdeydi.

Anton ona dönmeden '' Evet, oraya gideceğiz. Başka yerde kalamaz, muhtemelen bugün fırtına çıkacak'' diye cevap verdi ve beni mağaradan çıkardı. Gözlerim beyazlık yüzünden hafifçe kısılırken kolumu çekiştirip ''Beni bırakın'' diye bağırdım ve debelenmeye başladım. Öldürmesi şuan umurumda değildi, sığınaklarına götürülürsem Werner beni asla bulamazdı. Bu düşünceyle birlikte daha da panikledim ve debelenmeye devam ettim.

Adam aldırıp etmedi ve mağaranın sağ tarafındaki dik patikaya doğru yöneldi. ''Sakin ol, sana zarar vermek istemiyorum ama canımı sıkıyorsun'' dedi Anton hızla.

''Lütfen gitmeme izin verin'' dedim en sonunda, daha sakin davranıyordum bu sefer. Debelenmek pek bir işe yaramamıştı. Ayrıca onu kızdırmak istemiyordum, sakin görünüşü altında sinirli bir kurt yattığına bahse girebilirdim. Kurdu uyandırmak gibi bir aptallık yapamazdım yoksa ölürdüm.

Adam soruma cevap vermeden patikayı tırmanmaya devam ettik. Patikada ayak izlerinden küçük bir yol oluşmuştu. Bu da birçok kişi buradan geçmiş ve geçmeye devam ediyor demekti. Kaç kişiydiler acaba? İçimden bir ses üçten fazla olduklarını söylüyordu. Korkum artarken kaçma dürtüm daha da yoğunlaştı. Sığınaklarına gidemezdim ama başka şansım da yoktu. Bu yüzden etrafı incelemeye ve kaçarken hangi yolu kullanmam gerektiğini çözmeye çalıştım. Burası Kuzey dağıydı, hataya yer yoktu.

Patikanın son kısmına gelene kadar nefessiz kalmıştım. Kendimi hızla düzlüğe atıp ellerimi dizlerime koydum ve nefeslendim. Soğuk hava boğazımı acıtıyor, nefes almamı zorlaştırıyordu. Ayrıca boğazımdan çıkan hırıltılar da pek hayra alamet değildi. Elimi kalbimin üzerine koyup derin bir nefes aldım. Kalbim yavaş yavaş eski atışına geri dönerken vücudumun zonklaması da azaldı.

Nefesim normalleşince kafamı kaldırdım ama gördüklerim karşısında bir şok dalgası vücuduma aniden vurdu. İlk önce gözlerimi kırpıştırıp gördüklerimin hayal olup olmadığını anlamaya çalıştım. Görüntü değişmeyince bir adım ileri atıp önümdeki manzarayı izlemeye başladım.

Karşımda diğerlerinin tıpatıp olan bir Kuzey kule vardı. Tüm ihtişamıyla dağın köşesinde yukarı doğru yükseliyor ve sislerin arasında beton gövdesi yer yer kayboluyordu ama beni şaşırtan şey kuleyi görmek değildi. Asıl şoka uğratan şey kulenin etrafında kahverengi ceketler giymiş bir düzine kadın, çocuk ve erkeğin olmasıydı. Kulenin çevresinde ateşler yakılmış ve üç dört tane çadır kurulmuştu. Birkaç kişi odun kesiyor, birkaç kişi de avlanan hayvanların derilerini yüzüyordu. Derin bir nefes alıp gördüklerimi sindirmeye çalıştım.

''Onu buraya getirmemeliydin'' diye söylendi Elton ve ileri atılıp yürümeye başladı. Ona ilk defa hak veriyordum. Burayı görmemeliydim, şimdi asla gitmeme izin vermeyeceklerdi.

''Tanrım'' diye fısıldadım ister istemez.

Anton kolumu tutup '' Yürü'' değince yavaş adımlarla insanların arasına doğru ilerledik. Saniyeler sonra insanlar bize dönmeye başladı. Hedeflerinde ben vardım, beni tanımıyorlardı ve burada ne aradığımı sorguluyorlardı. Birkaç erkeğin bellerindeki silaha uzandığını göz ucuyla gördüm ve ister istemez göz devirdim. Onca erkek benden mi korkmuştu.

Toplasan on beş-yirmi kişi vardı görünürlerde. Kulenin penceresinden bakan insanları da sayarsak ortalama yirmi beş kişi buradaydı ve kuleyi sahiplenmişlerdi. İçimde oluşan endişe tohumlarını görmezden gelmeye çalıştım. Kuleden o kitabı nasıl alacaktık? Ya hepsini yakmışlarsa, Ya da bu seferki metal çubuk kulenin başka bir yerinde saklıysa? Bu düşünce karnıma kramplar girmesine neden oldu. Bu hayatımızı mahvederdi. Kitapları yakmamış olmaları için dua ederken kalabalık bir araya toplanmaya başladı ve yarım bir daire oluşturarak önümüzü kesti. Kimse konuşmuyor, sadece bana bakıyordu.

Birden kalabalığın arasından altı yaşlarında sarışın bir oğlan çocuğu bana doğru geldi ve birkaç adım ötemde durup '' Bize zarar vermeye mi geldin?'' diye sordu.

Masum yüzü korkuyla büzüşmüş, masmavi gözleri sulanmıştı. Bir an kalakaldım, çocuğun sorusu kalbimi acıtmıştı. Kırmızı yanaklarından bir damla gözyaşı dökülünce dayanamayıp kafamı kaldırdım ve diğerlerine baktım, yüzlerinde korku, endişe ve öfke vardı. İşte o zaman bu insanların onlara zulmedenlerden kaçtıklarını anladım. Bu yüzden Elton o kadar kızgındı, bu yüzden insanlar beni görünce silahlarına sarılmışlardı. Kimden kaçtıklarını üzerlerine giydikleri ceketten az çok tahmin ediyordum.

O an G'ye küfrettim. Cehenneme gitmeliydi.

Zor da olsa boğazıma biriken yumruğu geçiştirmek için yutkundum, ardından çocuğa bakıp '' Hayır, sizlere asla zarar vermem'' diye cevap verdim. Sesim güçsüz çıkmıştı, hissettiğim hüzün konuşmamı engellemişti.

Çocuk belli belirsiz kafasını salladı. O sırada kalabalığın içinden bir kadın hızla gelip çocuğu kucağına aldı ve geri çekildi. Bu sırada''Neler oluyor burada?'' diye bir ses yankılandı arkamdan.

Kalın ama pürüzsüz bir erkek sesiydi bu. Sesindeki güç ve öfke bir an donup kalmama neden olsa da hemen toparlandım ve arkamı dönüp sesin sahibine baktım.

Nefesim yeniden kesildi ama bu seferki beni öldürecek cinstendi. Kendimi kontrol altına almaya çalışırken kaskatı kesildim. Sonra kendimi beni hatırlamaması için dua ederken buldum, bu ikimiz için de kötü olurdu ama kendime engel olamayıp yüzünü incelemeye başladım. Büyümüş, 21 yaşlarında yakışıklı bir adam olmuştu. Kestane rengi saçları ensesine kadar uzanıyordu. Açık kahverengi gözleri ise hala hatırladığım gibiydi. Ve dudakları, ince bir çizgi halini almıştı. Tıpkı avını bekleyen bir havyan gibi yüzü beni incelerken sabırsızdı. Anılar bir bir aklıma dolmaya başladıkça, kalbimin acısı da artıyordu. Bir an derin bir nefes alıp aklımı toplamaya çalıştım. Şimdi olmaz Sierra!

O da gözlerini bana dikmişti. Beni baştan aşağıya incelemeye başladı. Yüzündeki korkunç ifade tenimi ürpertirken, gözlerinde oluşmaya başlayan sorgulama ve sonundaki şaşkınlık beni hatırladığını gösteriyordu. Elbette hatırlardı, onun aksine ben çok fazla değişmemiştim. Hala aynı bendim.

Bir adım yaklaşırken '' Sierra'' diye fısıldadı yavaşça.

Derin bir nefes alıp güç topladım. Beni terk ettiği zaman canım çok yanmıştı ve geri dönmesini aylarca beklemiştim. Döneceğine dair söz verdiği halde dönmemesi mahvolmama neden olmuştu ama her şey geçmişte kalmıştı ve ben geçmişe yeniden dönecek kadar aptal bir kız değildim.

Bu yüzden gözlerine bakmaya devam ederek hiçbir şey yokmuş gibi hafifçe gülümsedim ve'' Merhaba Luther '' dedim sakince.

Duygu karmaşası yaşadığını anlamak zor değildi. Beni görmenin şokunu atlatır atlatmaz ''İçeri girelim'' dedi hızla.

Yüzü yine ifadesizleşmişti. Etrafımızdaki insanlar dağılmaya başlayınca Anton kolumu çekiştirdi ve binaya doğru yönlendirdi beni. Yürürken kimseyle göz göze gelmemek için önüme odaklandım. Luther'ın hemen arkamdan geldiğini biliyordum. Keşke gelmeseydi diye içimden geçirirken kulenin demir kapısından içeri girdik.

Kule tamamen temizlenmiş, monitörler, elektronik eşyalar ve kablolar giriş katındaki duvarın dibine istiflenmişti. Duvarın dibine serilen battaniyelerden anladığım kadarıyla burada uyuyorlardı. Aslında ilerledikçe her yerde battaniyelerin serili olduğunu anladım. Yürümek için bazı yerleri boş bırakmışlardı ama çoğu yer doluydu. Kapısı açık odanın içine bakınca orada da yatan veya oturan birkaç kişinin olduğunu gördüm.

Daha fazla inceleyemeden Anton beni merdivenlere yönlendirdi. Yukarı çıkınca sağdan ilk kapıyı açtı ve beni odaya soktu. Binanın planı tıpkı ilk iki kule gibiydi ve burası Werner ile kaldığımız odaydı. Kalbim acıyla kasıldı, onu özlemiştim. Benim yokluğumu fark etmiş miydi? Nerede olduğumu biliyor muydu? Neyse ki sığınaklar Kuzey kulesiydi, yani beni bulması zor olamazdı.

İçeride iki yatak vardı. İkisi de duvarın köşesine itilmişti ve üzerilerindeki süngerler uzunlamasına ortadan ikiye ayrılmıştı. Sanırım başkalarıyla paylaşabilmek için bunu yapmışlardı. Yerde yine birkaç battaniye vardı ama diğerlerine göre burada kalan sayısı az olmalıydı. Derin bir nefes alıp beni şöminenin önündeki sandalyeye yönlendirmelerine ses çıkarmadım. Hatta uslu bir kız gibi yavaşça oturup gözlerimi ateşe diktim. O sırada kapıda bir hareketlilik sezince gözlerimi oraya çevirdim.

Elton ve diğer adam girdi önce, ardından Luther girip kapıyı hızla kapattı ve gözlerini bana dikti.

''Burada ne arıyorsun Sierra?'' diye söze girdi hızla. Hala hatırladığım gibi heyecanlı ve birazda saldırgandı ama hatırladığımdan daha da yakışıklı bir adam olmuştu. Kol kasları ceketinin altından bile belli oluyordu ve uzun, geniş omuzları güçlü bir adam olduğunu gösteriyordu ama Werner kadar değildi, kimse ona yaklaşamazdı.

Sorusunu görmezden gelmek istedim. Ona cevap vermek istemiyordum. Hatta konuşmak bile canımı sıkıyordu. Acı hafiflemişti, onu görmenin şokunu bile çoktan atlatmıştım ve şimdi gözümün önünden kaybolması için dua ediyordum.

''Onu nereden tanıyorsun?'' diye sordu Anton Luther'e.

Luther Anton'a dönüp '' Benimle aynı köyde yaşıyordu'' dedi ve ardından '' Onu nerede buldunuz?'' diye sordu.

Anton sandalyelerden birine oturup '' Onu batı tarafındaki nöbet yerinin hemen aşağısındaki ağacın dibinde saklanırken buldum. Avlanmak için aşağıya inmiştim, yoksa onu görmek çok zor olurdu.'' Dedi.

Luther yine bana döndü ve '' Neden buradasın?'' diye sordu şüpheyle.

''Avlanmaya çıkmıştım'' dedim hızla.

''Kuzey dağına mı?'' diye sordu. Sesindeki ima sinirlerimi bozarken içimde oluşmuş iki yıllık nefret dışarı çıktı.

''Eve yemek götürmem gerektiğini sen de iyi biliyorsun. Bazılarımızın aksine... Ben bunun için canımı ortaya koyuyorum, ruhumu değil'' dedim. Sırf daha iyi bir yaşam için G'ye çalışmasına atıfta bulunuyordum. Anladı, yüzünün aldığı hüzünden bunu çıkarmıştım. Onun için neredeyse üzülecektim ama neredeyse. Pişmanlığı pekte umurumda değildi.

'' Buraya avlanmaya geldiğini söylüyor Luther ama bana pek inandırıcı gelmedi'' dedi yavaşça Anton. Elton şaşırtıcı bir biçimde hala sessizdi.

Luther gözlerime bakıp biraz düşündü ardından '' Onu çok iyi tanıyorum, ailesi için her şeyi yapar. Bu Kuzey dağına tırmanmak olsa bile. Yani evet ona inanıyorum'' dedi sakince. Onu çok iyi tanıyorum cümlesinin altındaki anlam beni biraz ürkütmüştü ama belli etmedim. Beni fazla tanımıyordu, yani ben öyle düşünüyordum.

''Burada mı kalacak?'' diye sordu sürekli gülümseyen adam.

''Evet, Cole, bir süre misafirimiz olacak, en azından onun güvenilir olduğuna kanaat getirene kadar. Yerimizin bilinme riskini alamayız'' dedi Anton.

Bir anda ona döndüm ve '' Burası hakkında kimseye bir şey söylemem. Onurum adına yemi ederim. Beni bırakın, burada kalamam'' dedim hızla ardından aslında kalmamın metal çubuğu bulabilmemi sağlayacağını düşünüyordum. Bir an bu sözü verdiğime pişman oldum.

Neyse ki Anton '' Hayır'' dedi ve ayağa kalkıp '' Şimdi gidip işlerimi halletmem gerek, biriniz burada nöbet tutsun. Kaçmasını istemiyorum'' değince Elton '' Ben kalırım'' diye atıldı. Göz devirdim ve ona kötü bir bakış attım.

''Hayır, ben kalacağım'' diye araya girdi Luther. Aslında yeniden dününce Elton'un kalmasını daha çok istediğime karar verdim. Ama kimse benim ne istediğimi sormadı. Elton bile itiraz etmek yerine Bryan ve Anton ile odadan çıkıp gitti ve beni eski aşkım, kalp kıranım ile baş başa bıraktı.

Luther sandalyelerden birini alıp tam önüme koydu ve rahat bir tavırla oturdu. Dizi hafifçe benimkilere değince ister istemez biraz toparlanıp dizlerimi ondan uzaklaştırdım. Gözleri üzerimdeyken hareket etmek çok zordu. Beni inceleyen bakışlara bir aralar abayı yaktığımı düşününce, zorlanmam çok normaldi.

Kafasını hafifçe sola eğdi ardından '' Anlatmaya başla'' dedi yavaşça.

Kaşlarımı çatıp ona baktım ve '' Neyi?'' diye sordum.

''Asıl geliş sebebini'' değince bir an donakaldım. Bana güvendiğini söylemişti. Birden vücudum panikle sarsıldı. Sanırım beni sandığımdan daha iyi tanıyordu.

Cevap vermediğimi görünce '' Evet Sierra, seni sandığından daha iyi tanıyorum. Herkesi kandırabilirsin ama beni bu numaralara yutturamazsın. Söyle, neden buradasın?'' diye sordu.

''Bana inandığını söylemiştin'' dedim sakince. Aslında hiç sakin değildim.

''İki yıl olsa evet ama işler değişti. Artık kimse güvenilir değil, bu sen olsan bile'' dedi ardından kaşlarını çatıp '' Dökülmeye başlasan iyi olur'' diye mırıldandı.

Lanet olsun!

Herkese Merhaba!


Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Yorum yapmayı unutmayın.

Bu arada pazartesi Türkiye'ye dönüyorum ve sanırım işe gireceğim. Bu yüzden haftaya gelecek olan bölüm belki biraz kısa olabilir haberiniz olsun şimdiden.

Sizleri seviyorum Sağlıcakla kalın <3

Continue Reading

You'll Also Like

3.5M 205K 61
Mizah #1 *Keşfedilmemiş Cevherler 2015 Genç Kurgu Birincisi *Wattpad'deki MBTI temelli ilk ve tek kurgu. *Paralel Odalar Teorisi; toplum tabularına...
YASAK DENEY By 👑

Science Fiction

159K 15.5K 34
Tarih boyunca sadece birkaç kez cesaret edilen ve eşine az rastlanan, insanlık dışı bir yöntemle yapılan dil yoksunluğu deneylerine bundan yirmi iki...
4.8K 2.1K 15
Bilinmeyen bir zamanda, bilinmeyen biri tarafından, bilinmeyen bir şekilde; beş boyut, beş uzay, beş dünya yaratıldı. Bunların ikisinde çoktan kıyame...
117K 5.6K 24
Kalp mahzen, sen evren. Nasıl sığdı uçsuz bucaksız kainat, küçücük bir odaya... *** İhanete uğrayan bir kardeş... Geleceğe gönderilerek dört ayrı kiş...