Kurtarıcı ve Mavi

By Castherian

687K 35.5K 3.5K

🔴 HİKAYEYE YENİ BÖLÜMLER EKLENMEYECEKTİR MAALESEF. ______________________ Clarine Moncreiffe, Eilinior Kale... More

- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- Bildiri
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43

- 22

11.9K 863 70
By Castherian

Beni vote ve yorumlarıyla yalnız bırakmayan herkese teşekkür ederim. <3

Bayram bitmeden yeni bir bölüm daha yayınlamaya çalışacağım.

İyi okumalar...

-

Bu... Bu O'ydu... Tüm bedenim büyük bir öfkeyle doldu ve kanın damarlarımda daha hızlı çağladığını hissettim. Bu, Euphemia'nın sesiydi; Mavi'nin...

Lanet olsun burada ne işi vardı?

Hızla yürüdüm ve asker tam keyifli bir şekilde daha kahkaha atarken yakasından tuttuğum gibi yere savurdum. Sırtı oldukça şiddetli bir şekilde tahta zemine iniş yaparken diğer elimle de belindeki kılıcını çekmiştim. Onu düşürürken bedenimi arka tarafa doğru çevirdiğimden Mavi'ye de sırtım dönük kalmıştı ama korkuyla iç çektiğini duyabilmiştim. Asker daha ne olduğunu anlayamadan dehşet ve şaşkınlık dolu bakışlarını bana çevirdiğinde kılıcın ucunu boynuna dayadım.

"Bana seni yaşatmam için tek bir sebep söyle." dedim askerin yakasını biraz daha kavrarken.

Kesik kesik nefes aldı. "Lord... Lordum..."

Gözlerine baktığımda gerçek korkuyu gördüm. Ama tek düşünebildiğim ben yetişemesem Mavi'ye yapabilecekleriydi... Hatta zihnimde beliren görüntüler öyle yoğundu ki şu an elimde tuttuğum kılıcı boynundan sokup ensesinden çıkarmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Söyle!" diye bağırdım yeniden.

Korkuyla titredi. Bu asker bir İskoç olamazdı. Bir İskoç önümde böyle köpek gibi titremezdi! Bu adi adamın nereden geldiğini ve benim askerlerime dahil olduğunu bilmiyordum ama onu burada öldürmeyecektim. Onu affettiğimden değil, bunu Mavi'nin gözlerinin önünde yapmak istemediğimdendi.

İçimdeki ses "Neden umrunda?" diye atladı. Tanrım... Bu durumda bile kendimle çatışma halinde bulunabiliyordum. Sanırım kafamın içi gittikçe garip bir yer halini alıyordu.

Düşüncelerimi iç sesimden uzaklaştırıp yeniden askere yoğunlaştırdım. Kılıcı boynuna biraz daha bastırdığımda neredeyse ağlayacaktı.

Yakasından sertçe tutup kendime çektim ve kılıcı uzaklaştırdım. Gözlerindeki rahatlama kanıma dokunuyordu.

"Burada bitmedi seni aşağılık, yeniden görüşeceğiz." dedim.

Onu bağışlamıyordum. Sadece işimi başka zamana erteliyordum. Burası benim arazimdi. Onu her şekilde bulurdum, saklanacak delik bulamazdı.

Yakasını sertçe bıraktım ve ayağa kalkıp elimdeki kılıcı kapının dışına fırlattım. Ucu tahta zemine saplandı ve olduğu yerde kaldı. Gözlerim yeniden yerde yatan kanı bozuğa sabitlendiğinde hızla ayağa kalktı ve koşarak kapıdan çıktı. Koşarken yere saplı kılıcı da almayı ihmal etmedi. Hah. Sanki ben şu an bu kadar öfkeyle doluyken bana bir şey yapabilirdi de... Geri dönecek olursa onu belimdeki hançerle bile rahatlıkla öldürebilirdim. Bunu biliyordum. Dönmek gibi bir aptallık yapmayacağını varsaydım.

Şimdi ise tek sorun, arkamda duran korkmuş, küçük ceylandı... Derin bir nefes aldım ve arkamı döndüm.

Raflar ve duvarın birleştiği o kuytu köşeye korkuyla sinmişti. Dizlerini kendine çekmiş öylece oturuyordu. Ellerini yüzüne kapatmıştı. Minik omuzlarının sarsılışından ağladığını anlayabiliyordum. İçimdeki öfke yeniden alevlenirken yumruklarımı sıktım. Öfkemi dizginlemeye çalışarak ona doğru iki adım attım ve tam önüne geldiğimde dizlerimin üstüne çöktüm.

"Geçti," diye fısıldadım elimi yüzüne doğru uzatırken. Ama elim havada kaldı bir süre. Dokunup dokunmama konusunda kararsızdım.

Sonra anlık bir düşünceyle, ellerini tuttum ve yavaşça yüzünden çektim. Yanakları hafifçe pembeleşmişti ve burnu da ağladığını belli edercesine kırmızıydı. Yüzünü açar açmaz, gözlerini kaçırdı.

"Korkmana gerek yok, geçti." dedim yeniden.

Birkaç saniye sonra kafasını bana çevirdi ve mavilerini bana sabitledi. Göz bebeklerinden korku ve utanç geçiyordu. Sonra bir damla yaş daha yanaklarına süzüldü.

Tanrım... Utanmamalıydı...

İçimde yeniden kabaran öfkeyi dizginlemeye çalıştım. Bazen kontrolü cidden zor olmaya başlıyordu. Şu an tek istediğim geri dönüp o askeri doğduğuna pişman etmekti...

Ellerini serbest bıraktım ve biriyle hemen ıslanmış kirpiklerini sildi. Sonra uzun kirpiklerinden bir tanesi yanağına düştü. Neden bilmiyorum ama onu almak için büyük bir istek duydum.

Ama almadım, elbette...

"Burada ne işin var?" dedim konuşturmaya çalışırken.

Hafifçe yutkundu. "Ben... Mutfaktan bir şeyler istediler. Onları almak için geldim," dedi titrek sesiyle. Bir yandan da arka tarafta bir şeyi işaret ediyordu.

Döndüm ve gösterdiği yere baktım. Minik bir torba vardı. Kafam karışık bir şekilde yeniden ona döndüm. "Şatonun mutfağı mı?"

Başını evet anlamında salladı.

Hayır... Yoksa düşündüğüm şey mi?

"Burada mı çalışıyorsun?" dedim.

Mavilerini kaçırarak yeniden başını aşağı yukarı salladı. Şaşkınca kaşlarımı kaldırdım. Tabi ya, şenlikten beri odamdan doğru düzgün çıkmıyordum ki... Demek burada çalışmaya başlamıştı. Demek şenlikten beri aynı çatı altındaydık...

Neyse ki aradan birkaç saniye geçtikten sonra konumuzun bu olmadığını fark ettim ve zihnimden uzaklaştırdım. Şu an için ilgilenmem gereken birincil konu, hala korku içinde olduğu gerçeğiydi.

"Her neyse," dedim ayağa kalkarken, "Hadi, kalk. Çıkalım buradan." Elimi ona doğru uzattım. Neden bilmiyorum şu an gerçek bir aptal gibi davrandığımı düşünüyordum. Ona olması gerektiği gibi destek olamadığımı. Yani... Korkmuş bir kadına nasıl davranılırdı ki? Yine de en uygun olan şey, öncelikle bu dar ve basık ambardan çıkmak gibi geliyordu.

Birkaç saniye tereddütle elime baktıktan sonra bir elini uzattı ve avcumun içine koydu. İnce ve uzun parmakları benimkileri kavrarken tek düşünebildiğim, minik ellerinin ne kadar soğuk olduğuydu. Korktuğunu bariz bir şekilde belli edecek kadar soğuk...

Sonra elini sıkıca tuttum ve ayağa kalkması için kendime doğru çektim. Sonunda sindiği o yerden tek bir hamleyle kalktı.

Kafasını kaldırdığında ise... Çok yakındık...

Ellerinin soğukluğunun aksine sımsıcak olan nefesi boynuma çarptı ve az evvel zihnimde dolaşan tüm düşünceler silikleşti.

Büyük, mavi gözleri benim gözlerime kenetlenmişti. Pembe yanakları ve birkaç ton daha koyu pembe dudakları dikkatimi dağıtıyordu.

Geri çekil, diye emretti iç sesim.

Evet, geri çekilmeliydim. Bu kadar yakınımda durmamalıydı. Dursa bile ben, öyle aptal gibi beklememeliydim.

Sınırı geçmemeliydi. Hiçbir kadın. Benim için hepsi aynı sıradanlıktaydı çünkü. Hiçbiri asla gerçek duygulara dokunamazdı.

"Gitmelisin." dedim bir adım geri atarak.

Hızla gözlerini kaçırdı ve az önceki hareketsiz halini bozdu. Bir iki saniye şaşkınca kirpiklerini kırpıştırması ise gözümden kaçmamıştı.

Heyecanlanıyor muydu?

Hayır, diye yanıtladı iç sesim. Bu heyecanlı ve beceriksiz halleri muhtemelen bu kızda her zaman var olan bir şeydi. Öyle değilse bile buraya yeni gelmişti, değil mi? Henüz kaleye ve insanlara uyum sağlama sürecinde bu tür şeyler olabilirdi.

O sakar ve ne yapacağını bilemeyen halleri bana has değildi.

"Kurtardığınız için, teşekkür ederim Lordum." dedi gözlerini yerden çekmeden. Bu kızla ne zaman karşılaşsam bana teşekkür ediyordu. Acaba can sıkıntısından kendimi klanın yardımsever adamına mı dönüştürmeye başlıyordum?

"Endişelenme, ona cezası verilecek." dedim. Belki bu biraz yardımcı olurdu. Ama tabi ki ona, cezayı kendi ellerimle vereceğimi söylemeyecektim. Gereği yoktu.

Kapıya doğru birkaç adım attı ve eğilip yerdeki torbayı aldı. Tam doğruluyordu ki büyük tahta kapı bir anda kapandı. Rüzgâr yüzünden kapanmış olabileceğini düşünerek oraya doğru yürümeye başladım ki dışarıdan bir sürgü kilit sesi yankılandı. Mavi, korkuyla iç çekerek bana baktı ve o göz göze geldiğimiz kısa an içinde gözlerindeki tüm endişeyi okuyabildim.

Büyük adımlarla kapının yanına gittim ve var gücümle kendime çektim. Açılmıyordu.

Burada kilitli kalmıştık.

Pes etmeyip birkaç kez daha kendime çekip ittim ama boşaydı. Ambar kapılarını genelde normalden daha sağlam üretirdik. Yani bu kapıyı tek başıma ve özellikle de silahsızken kesinlikle açamazdım.

"O askeri kendi ellerimle boğacağım." diye mırıldandım, yavaşça arkaya dönerken.

Mavi çaresizce elindeki torbayı yere bıraktı.

"Şimdi ne yapacağız?"

Kapıya yaslandım. "Birinin gelip bizi kurtarmasını bekleyeceğiz. Ne yazık ki."

Çaresizce etrafına bakındı. "İyi de... Öğrendiğim kadarıyla buraya pek kimse uğramazmış ki."

"Evet." diye onayladım kollarımı göğsümde bağlarken. "Madem bunu biliyordun buraya neden tek geldin pekâlâ?"

Kaşları hafifçe büzüldü. "Baş aşçı gönderdi. Ne yapabilirdim?"

Doğru. Şu, işe yeni başlayanlara daha fazla angarya iş yaptırma tutumu... Bu mutfakta da hakimdi.

"Ayrıca buradan hemen çıkmazsam mutfaktan kovulurum. Bu işi kaybedemem." dedi çaresizce.

"Her neyse. Buradan kurtulmamız için başka bir fikrin varsa söyle." dedim düz bir şekilde. Aslında tabi ki de böyle bir neden yüzünden kovulmasına izin vermezdim.

Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. Bu yeterliydi.

Bağladığım kollarımı çözdüm ve onu geçerek uzun ve dar biçimli odanın sonundaki saman balyasının yanına doğru yürüdüm. Muhtemelen diğerlerinin yanında yer kalmadığı için buraya konulan bi balyaydı. Düzgün biçimde durmasını sağlayan ipleri belimdeki hançeri çıkararak tek hamlede kestim. Özgür kalan saman sapları hafifçe dağıldı.

Buraya en kısa zamanda kimin işi düşer de gelirdi kestiremiyordum. O zamana kadar bize oturacak bir yer lazımdı.

Ben hayatım boyunca doğayla iç içe olan bir asker olarak yetişmiştim. Burada oturduğum veya yattığım yer kesinlikle sorun değildi. Ama bunu sürekli olarak karşıma çıkan bu kız için söyleyemezdim tabi... Her ne kadar köyde yaşamış da olsa, bir tüccar kızıydı. Ondan etrafındaki her şeye kolayca uyum sağlamasını bekleyemezdik. Zaten her zaman ürkmüş bir şekilde dolanıyordu etrafta.

Gerçi bunu genelde belli etmemeye çalışıyordu ama, görebiliyordum.

Yerdeki saman birikintisine oturup sırtımı taştan duvara yasladım. Bunu bir davet olarak algılasa iyi ederdi çünkü onu sözlü olarak yanıma davet etmeye hiç niyetim yoktu.

Oturduktan sonra gözlerimi ona çevirdim. Olduğu yerden bir adım bile kıpırdamamıştı. Ne yapacağını bilemeyerek beni izliyordu ve neden bilmiyorum ama o surat ifadesini görünce içimde bir gülme isteği oluşmuştu.

Bir süre daha sessizce orada dikildikten sonra eteklerini yavaşça topladı ve beni çok şaşırtan bir şey yaparak olduğu yere oturdu. Ardından bu yaptığı gayet sıradanmış gibi yüzünü bana çevirdi ve "Birisi gelirse onu duyabiliriz değil mi?" dedi.

Birkaç saniye sessizce yüzüne baktım. "Ne yapıyorsun?"

Garip bir şey varmış gibi gözlerini kendinde gezdirdi ve cevapladı.

"Hiçbir şey."

O büyük mavi gözleri merakla açılmıştı yine.

"Cidden, orada ne kadar oturmayı planlıyor olduğunu merak ettim."

Bu sefer de birkaç kez gözlerini kırpıştırdı.

"Ben... Yani siz onu... Kendiniz için yapmışsınızdır diye..."

Muhtemelen ona şu an pek yumuşak bakışlar atmıyordum ki biraz konuşmayan çalıştıktan sonra kendiliğinden sustu. Bu kız bazen ne kadar saçmalayabiliyordu böyle...

"Buraya gel." dedim soğuk ve olabilecek en az içtenlikle.

Burada onunla tıkılı kalmaya bayılmıyordum değil mi? Sıcak davranmam için hiçbir sebep yoktu. Ayrıca ben buydum. Sıcak davranmam için bir sebep zaten olamazdı. Hayatta karşısına çıkan herkes ona kibar davetlerde bulunmayacaktı, değil mi?

Kararsızlıkla oturduğu yerden kalktı ve minik adımlarla yanıma geldi. Benimle göz göze gelmemeye çalışarak temkinli bir şekilde yanımdaki boşluğa oturdu.

Kafası karışık görünüyordu. Belki de az evvel ağlarken ona yumuşak davrandığım ve şimdi ani bir geçiş yaptığım için kafası karışmıştı. Her ne ise umrumda değildi. Yani, olmamalıydı.

Bir süre daha büyük bir sessizlik içinde orada oturduk. Etraftaki tek ses yerden oldukça yüksek, tavana yakın yerdeki küçük pencereden gelen kuş sesleriydi.

Aradan ne kadar daha zaman geçti bilmiyorum ama gözüm kolundaki kızarıklığa takıldı. O asker yapmıştı muhtemelen. Yer yer morarmaya başlayan kızarıklığa baktıkça o askeri az önce öldürmediğim için büyük bir pişmanlık duydum.

Gözlerimi yüzüne çevirdiğimde ise gördüğüm o dingin ifade içimdeki tüm öfkenin bir anda başka tarafa itilmesine sebep oldu.

Gözlerini kapatmış ve kafasını da duvara yaslamıştı. İstemeyerek de olsa onu izlemeye koyuldum.

İri dalgalı parlak, kızıl kahve saçları omuzlarından dökülüyordu. Uzun kirpikleri muazzam bir biçimde elmacık kemiklerine doğru yayılmıştı. Biçimli, dolgun dudakları kırmızıya çalan bir pembelikteydi. Kusursuz bir burnu, tek bir pürüzün dahi bulunmadığı açık bir teni vardı.

Öyle kusursuz ve öyle masum görünüyordu ki onu sabaha kadar izleyebilirdim...

Sonra, gözlerini açmasını aslında hiç istemediğimi fark ettim. Buraya uzun bir süre kimsenin gelmemesini istediğimi...

Ama bunlar tersti. Bu düşünceler kafamda var olmamalıydı. Neden varlardı?

Neden burada kapalı kaldığım ve atımı alıp ormana gidemediğim için huzursuz değildim?

Ne yapıyordum ben?

Gözlerimi zorlukla onun masumane yüzünden çektim ve duvarda boş bir noktaya sabitledim. Mantıklı ol, diye geçirdim içimden. Mantıklı ve gerçekçi olmayı bir saniye bile bırakmamalıydım. Ben buydum. Gerçeklerle yaşayan.

Ve bu yerden kurtulduktan sonra yapacağım ilk şey bu kızla olabildiğince az aynı ortamda bulunmaya çalışmak ve artık şu 'yüzyılın iyilikseveri' tavırlarını bırakmak olacaktı.

Kesinlikle...

Continue Reading

You'll Also Like

569K 64.1K 63
Bir cariyenin intikamı nelere yol açabilir? İHANET SEVDİĞİ ADAMDAN GELDİ Ayana, İmparatorluğa cariye olarak gelmesinin bir nedeni vardı. Sevdiği adam...
ZAMAN KIRAN By ay parçası

Historical Fiction

2K 162 6
Zaman her şeyin ilacı olarak bilinir. Ancak her ilaç gibi bu ilacın da içileceği zamanı sadece kendi belirler... Annesini kaybeden Karmen birden bire...
FATİH'İN MÜNECCİMİ By Su

Historical Fiction

6.4K 556 13
Biraz daha yasasaydi Hazreti Fatih Ne Venedik kalacakti, ne Floransa... Ya sonra ? Fatih hayranı genç bir tarih öğrencisi kendini 2. Mehmet'in devrin...
9.4K 363 40
iki kaderin berdel yüzünden bir araya gelmesiyle hayatları bı anda değişen nefretten doğan bir aska heja ve mirhanın hikayesine hazırmısınız